هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 
2927 حَدَّثَنَا الْقَعْنَبِيُّ ، قَالَ : قَرَأْتُ عَلَى مَالِكٍ ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ ، عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبَّاسٍ ، أَنَّ سَعْدَ بْنَ عُبَادَةَ ، اسْتَفْتَى رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ : إِنَّ أُمِّي مَاتَتْ وَعَلَيْهَا نَذْرٌ لَمْ تَقْضِهِ ؟ فَقَالَ : رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : اقْضِهِ عَنْهَا
هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 
2927 حدثنا القعنبي ، قال : قرأت على مالك ، عن ابن شهاب ، عن عبيد الله بن عبد الله ، عن عبد الله بن عباس ، أن سعد بن عبادة ، استفتى رسول الله صلى الله عليه وسلم فقال : إن أمي ماتت وعليها نذر لم تقضه ؟ فقال : رسول الله صلى الله عليه وسلم : اقضه عنها
هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير، 

Narrated Ibn 'Abbas: Sa'd b. 'Ubadah asked the Messenger of Allah (ﷺ): My Mother has died and she could not fulfill her vow which she had taken. The Messenger of Allah (ﷺ) said: Fulfill it on her behalf.

(3307) tmrân b. Husayn (r.a)'dan rivayet edildi. Dedi ki: Adbâ, Benî Akıl kabilesinden
bir adamındı ve hacıları (n develerini) geçenlerdendi. Adam (devesiyle birlikte) esir
edilip bağlı olarak Hz. Peygamber'e getirildi. Hz. Peygamber (s. a); üstünde kadife olan
bir eşeğin sırtında idi. Adam:

Ya Muhammedi Beni ve hacıları geçen (bu devey)i niçin tutuyorsun? dedi.
Hz. Peygamber:

"Seni, müttefiklerin olan Sakif in suçundan dolayı tutuyorum" buyurdu.
Sakîfliler, Hz. Peygamberdin ashabından iki kişiyi esir etmişlerdi.
Akıl kabilesinden olan adam, söylediği sözler içerisinde "Ben de müslümanım -veya

r2021

ben de müslüman oldum" dedi.

Hz. Peygamber (s. a) geçip gidince -Ebû Dâvûd, "Bu sözü Mu-hammed b. İsa'dan
öğrendim" dedi-; Adam:

Ya Muhammedi Ya Muhammedi diye bağırdı. Rasûlullâh (s. a), merhametli (nazik)
idi. Adama dönüp;
"Ne istiyorsun?" dedi.
Ben müslümanım.

"Eğer sen bunu kendi işine malikken (esir edilmeden önce) söyleseydin tam manasıyla
kurtulurdun."

Ebû Dâvûd; "Sonra Süleyman'ın hadisine döndüm." dedi-: Adam:
Ya Muhammedi Ben açım, beni doyur. Ben susuzum, beni sula. Rasûlullâh:

[2031

"Senin ihtiyacın bu -veya bu onun ihtiyacıdır- (isteğini yapın)" buyurdu.

Sonra adam (Sakîflilerdeki) iki kişiye mukabil fidye olarak verildi. Adbâ'yı ise, Hz.

Peygamber binmek için alıkoydu.

Müşrikler, Medinelilerin otlaktaki hayvanlarına baskın yaptılar ve Adbâ'yı da
götürdüler. Onu götürdüklerinde müslümanlardan bir kadını da esir etmişlerdi. Onlar
geceleyin develerini avlularında çök-türürlerdi. Bir gece hepsi uyudular, kattın kalktı.
Elini hangi deveye dokundursa, deve böğürüyordu. Nihayet Adbâ'mn yanma geldi. O
itaatkâr, binilmeye alışık bir devenin yanma gelmişti. Hemen ona bindi, sonra; eğer
Allah kendisini kurtarırsa onu mutlaka boğazlamayı adadı.

Kadın Medine'ye gelince, devenin Hz. Peygamber'in devesi olduğu anlaşıldı ve



Rasûlullâh bundan haberdar edildi. Bunun üzerine Rasûlullâh haber saldı, kadın

getirildi. Kendisine kadının adağı bildirildi.

Efendimiz:

"Ona ne de kötü ceza vermişsin -veya ona ne de kötü ceza vermiş-; eğer Allah onu
bunun üzerinde kurtarırsa onu mutlaka boğazlayacakmış! Allah'a isyan konusundaki
ve insanoğlunun sahibi olmadığı şeydeki nezre vefa olmaz" buyurdu.

f2041

Ebû Dâvûd: "Esir edilen bu kadın, Ebû Zerr'in karışıdır" dedi.
Açıklama

Adbâ; Hz. Peygamber'in devesinin adıdır. Son derece cins, süratli bir deve idi. Hadis
metnindeki; "hacıları (n develerini) geçen" sözünden maksat da budur.
Metinden anlaşıldığı gibi, bu deve önceleri Benî Akıl kabilesinden birisine aitti. Sonra
Hz. Peygamber ona ganimet olarak sahip oldu.

Oldukça uzun olan bu hadisin içerisinde, zihne takılan, açı klan il m ası gereken bazı
konular var. Önce bunları gözden geçirip bilâhere ihtiva ettiği ahkâma geçelim.

1- Hz. Peygamber (s. a) Benî Akıl kabilesine mensup olan adamı yakalayınca, adam
yakalanış sebebini sormuş; Efendimiz de, "Senin müttefiklerin olan Sakîfin suçu
sebebiyle" karşılığını vermiştir. Çünkü hadiste de belirtildiği gibi Sakîfliler,
müslümanlardan iki kişiyi esir etmişlerdi. Şerhlerde bu müslümanlarm isimlerine ait
bir kayda rastlanılmamaktadir.

Burada insanın aklına, birisinin suçu yüzünden Hz. Peygamber başka birisini niçin
yakalamıştır? şeklinde bir soru gelebilir. Bu mukadder soruya üç türlü cevap
verilmiştir:

a) Sakîfliler; Benî Akîl kabilesi ile, müslümanlara ve müttefiklerinden birine
saldırmayacaklarına dair anlaşma yapmışlardı. Fakat Benî AkîFin müttefiki olan
Sakîf, müslümanları esir etti ve Benî Akîl buna ses çıkarmadı. Sakîflilerin suçları
yüzünden muaheze edildiler.

b) Yakalanan adam kâfirdi ve kendisine emân da verilmiş değildi. Bu durumda olan
birisinin yakalanması, esir edilmesi, hatta öldürülmesi caizdir. Böyle birinin kendi
suçundan dolayı muahezesi caiz olunca, kendisi gibi olan başka birinin suçundan
dolayı muaheze edilmesi de caizdir.

Hattâbî, bu izahın îmam Şafii'den nakledildiğini söyler.

c) Hz. Peygamber'in sözünde gizli bir mana vardır. Rasûlullâh (s.a); "Seni müttefikiniz
olan Sakîflilerin esir ettikleri müslümanlara mukabil fidye olarak vermek üzere
yakaladık." demek istemiştir.

2- Esir edilen adamın, müslüman olduğunu söylemesinden sonra Hz. Peygamber;
"Eğer bunu yetki elinde iken söyleseydin şimdi tam manasıyla kurtulurdun" karşılığını
vermiştir.

Fethu'l-Vedûd'da söz, "Eğer o şahıs esir edilmeden önce müslümanlığmı haber
verseydi hür bir müslüman olurdu. Ama yakalandıktan sonra müslüman olduğunu
söyleyince köle bir müslüman oldu" şeklinde açıklanmıştır. Nevevî de bu konuyu
şöyle izah eder:

"Eğer sen müslüman olduğunu, esir edilmeden önce söyleseydin, tam olarak
kurtulurdun. Çünkü o zaman senin esir edilmen caiz olmazdı. Sen de İslâm ile
esaretten selâmetle ve malından faydalanmak suretiyle feyz bulurdun. Ama esir



edildikten sonra müslüman olunca öldürülmen konusundaki muhayyerlik düşer fakat
köleleştirilmen, fidye olarak verilmen ve karşılıksız salıverilmen konusundaki
muhayyerlik devam eder."

Hattâbî ise, adamın müslüman olduğunu söylemesine rağmen serbest bırakmayıp,
fidye olarak kâfirlerin arasına geri gönderilmesini şu şekilde açıklar:
"Mümkündür ki adam müslüman olduğunu samimiyetten uzak bir hile olarak
söylemiş, Cenab-ı Allah da Rasûlullah'ı adamın bu yalanma muttali kılmıştır. Adamın;
ben açım, doyur, susuzum sula, sözlerine karşılık Rasûlullah'm; "Senin ihtiyacın işte
bu" buyurması da bunu gösterir. Ancak Ra-sûlullah'm vefatından sonra, ben
müslüman oldum diyen hiç kimseye böyle muamele edilemez. Müslümanlığı kabul
edilir. İşi Allah'a havale edilir. Çünkü vahiy kesilmiştir."

Nevevî; adamın müslümanlığmm samimi olması ihtimali gözönüne alındığında Hz.
Peygamber'in onu kâfirlerin yanma göndermesini şöyle izah etmektedir:
"Bir defa hadiste, adam müslüman olduktan ve fidye ile salıverildikten sonra dâr-i
küfre döndüğüne dair bir açıklık yok. Döndüğü farzedilse o zaman, adamm gerek
kendi gücü gerek akrabaları sayesinde dinini açığa vura çak kudrette olduğunu

[2051

söyleriz. Bu durumda olanın küfür diyarına dönmesi de caizdir."
Bazı Hükümler

1. İslâmda fidye caizdir. Müslümanların esir aldığı bir kimse sonradan müslüman
olursa, bu, ganimet sahip lerinin ondaki hakkını düşürmez. Ama, esir alınmadan önce
müslüman olmuşsa malı ganimet olmaz.

2. Kâfirler müslümanlara hücum ederler ve mallarını alırlarsa, bu mala sahip
olamazlar. Dolayısıyla, müslümanlar sonra kâfirlere galip gelip o malları geri alsalar,
bu mallar ilk sahiplerine ait olur.

Bu görüş İmam Şafiî'ye aittir. Nevevî; hadisin, İmam Şafiî ve onun gibi düşünenler
için delil olduğunu söyler.

Hanefîlere göre ise; kâfirler müslümanlarm mallarım ganimet olarak alır ve
memleketlerine götürürlerse ona sahip olurlar. Dolayısıyla tekrar müslümanlarm eline
geçse eski sahipleri hak iddia edemezler. Almak isterlerse bedelini vererek alabilirler.
Hanefîler; Ebû Zerr'in hanımının Advâ'yı Medine'ye getirdikten sonra Rasûlullah
devenin kendisine ait olduğunu ihsas ettirerek, "Kişinin sahibi olmadığı şeydeki
nezrine vefa yoktur." buyurmasını şöyle izah ederler:

"Kâfirler müslümanlara hücum edip mallarını almış fakat henüz kendi memleketlerine
götürmemişlerse, onlara sahip olamazlar. Dolayısıyla müslümanlar kâfirlere galebe
çalıp malları geri alırlarsa bu mallar ilk sahipleri-nindir.

Bu hadiste de Medine'nin hayvanlarını yağma edip götürenlerin bu malları kendi
memleketlerine soktuklarına dair bir kayıt yoktur. Hatta onların develeri,
müslümanlardan korktukları için çadırlarının hemen önüne çökertmeleri, daha yolda
olduklarını gösterir."

3. Bir kadının, mahremi olmadan yolculuğa çıkmasının yasak oluşu, zorunlu olmayan
yolculuklar içindir. Dinî bir vecibeden dolayı olan yolculuklar için değildir.

Bu izah Hattâbî'ye aittir. Hanefîler bu görüşte değildirler.

4. Bir kimse, günah olan bir şeyi yapmak için adakta bulunursa adağının gereğini
yerine getirmez.



5. Sahibi olmadığı bir şeyi sadaka olarak vermeyi veya böyle bir hayvanı kurban

f2061

etmeyi adayan kişi bu adağını yerine getirmez.
22.Vefa Gösterilmesi Emredilen Adak

شرح الحديث من عون المعبود لابى داود

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،    [3307] ( وَعَلَيْهَا نَذْرٌ لَمْ تقضه) والنذر المذكور وقيل كَانَ صِيَامًا وَقِيلَ كَانَ عِتْقًا وَقِيلَ صَدَقَةً وقيل نَذْرًا مُطْلَقًا أَوْ كَانَ مُعَيَّنًا عِنْدَ سَعْدٍ ( اقْضِهِ عَنْهَا) وَالْحَدِيثُ فِيهِ دَلِيلٌ عَلَى قَضَاءِ الْحُقُوقِ الْوَاجِبَةِ عَنِ الْمَيِّتِ
وَقَدْ ذَهَبَ الْجُمْهُورُ إِلَى أَنَّهُ مَنْ مَاتَ وَعَلَيْهِ نَذْرٌ مَالِيٌّ فَإِنَّهُ يَجِبُ قَضَاؤُهُ مِنْ رَأْسِ مَالِهِ وَإِنْ لَمْ يُوصِ إِلَّا إِنْ وَقَعَ النَّذْرُ فِي مَرَضِ الْمَوْتِ فَيَكُونُ مِنَ الثُّلُثِ وَشَرَطَ الْمَالِكِيَّةُ وَالْحَنَفِيَّةُ أَنْ يُوصِيَ بِذَلِكَ مُطْلَقًا
قَالَ الْخَطَّابِيُّ فِي هَذَا بَيَانٌ أَنَّ النُّذُورَ الَّتِي نَذَرَهَا الْمَيِّتُ وَالْكَفَّارَاتُ الَّتِي لَزِمَتْهُ قَبْلَ الْمَوْتِ تُقْضَى مِنْ مَالِهِ كَالدُّيُونِ اللَّازِمَةِ وَهَذَا عَلَى مَذْهَبِ الشَّافِعِيِّ وَأَصْحَابِهِ وَعِنْدَ أَبِي حَنِيفَةَ لَا تُقْضَى إِلَّا أَنْ يُوصِيَ بِهَا انْتَهَى
وَقَالَ الْقَسْطَلَّانِيُّ وَالْجُمْهُورُ عَلَى أَنَّ مَنْ مَاتَ وَعَلَيْهِ نَذْرٌ مَالِيٌّ أَنَّهُ يَجِبُ قَضَاؤُهُ مِنْ رَأْسِ مَالِهِ وَإِنْ لَمْ يُوصِ إِلَّا إِنْ وَقَعَ النَّذْرُ فِي مَرَضِ الْمَوْتِ فَيَكُونُ مِنَ الثُّلُثِ وَيُحْتَمَلُ أَنْ يَكُونَ سَعْدٌ قَضَى نَذْرَ أُمِّهِ مِنْ تَرِكَتِهَا إِنْ كَانَ مَالِيًّا أَوْ تَبَرَّعَ بِهِ انْتَهَى
قَالَ الْمُنْذِرِيُّ وَأَخْرَجَهُ الْبُخَارِيُّ وَمُسْلِمٌ وَالتِّرْمِذِيُّ والنسائي وبن مَاجَهِ انْتَهَى
قَالَ فِي الْمُنْتَقَى الْحَدِيثُ رَوَاهُ أَبُو دَاوُدَ وَالنَّسَائِيُّ وَهُوَ عَلَى شَرْطِ الصَّحِيحِ وقال شارحه حديث بن عَبَّاسٍ فِي قِصَّةِ سَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ أَصْلُهُ فِي الصَّحِيحَيْنِ