هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 
2792 حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ كَثِيرٍ ، أَخْبَرَنَا سُفْيَانُ ، عَنِ الْأَعْمَشِ ، عَنْ أَبِي وَائِلٍ ، عَنْ خَبَّابٍ ، قَالَ : إِنَّ مُصْعَبَ بْنَ عُمَيْرٍ ، قُتِلَ يَوْمَ أُحُدٍ ، وَلَمْ يَكُنْ لَهُ إِلَّا نَمِرَةٌ ، كُنَّا إِذَا غَطَّيْنَا بِهَا رَأْسَهُ خَرَجَ رِجْلَاهُ ، وَإِذَا غَطَّيْنَا رِجْلَيْهِ خَرَجَ رَأْسُهُ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : غَطُّوا بِهَا رَأْسَهُ ، وَاجْعَلُوا عَلَى رِجْلَيْهِ شَيْئًا مِنَ الإِذْخِرِ
هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 
2792 حدثنا محمد بن كثير ، أخبرنا سفيان ، عن الأعمش ، عن أبي وائل ، عن خباب ، قال : إن مصعب بن عمير ، قتل يوم أحد ، ولم يكن له إلا نمرة ، كنا إذا غطينا بها رأسه خرج رجلاه ، وإذا غطينا رجليه خرج رأسه ، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم : غطوا بها رأسه ، واجعلوا على رجليه شيئا من الإذخر
هذه الخدمةُ تعملُ بصورةٍ آليةٍ، وهي قيدُ الضبطِ والتطوير، 

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير، 

Narrated Khabbab: Mus'ab b. 'Umari was killed on the day of Uhud. He had only a striped cloak. When we covered his head with it, his feet appeared, and when we covered his feet, his head appeared. Thereupon the Messenger of Allah (ﷺ) said: Cover his head with it, and cover his feet with some grass.

(3155) Habbab (b. Eret')ten demiştir ki:

Mus'ab b. Umeyr Uhut (savaşı) günü şehid edilmişti. (Üzerinde) alaca yünlü kaftandan
başka (bir şeyi-de) yoktu. Başını örttüğümüz zaman, ayaklan dışarıda kalıyor,
ayaklarını örttüğümüz zaman da başı dışarıda kalıyordu. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a)

T3321

"Başım örtünüz, ayaklarının üzerine de (biraz) izhîr koyunuz" buyurdu.



Açıklama



İzhir; Hicaz'da biten ve kuruyımca beyazlaşan hoş kokulu meşhur bir ottur.
Bu hadis-i şerif, ölünün bütün vücudunu örtecek büyüklükte bir kefen bulunamadığı
zaman, mevcut kefenle öncelikle ölünün baş tarafını örtmek gerektiğine, geri kalan
kısmımnsa izhir otuyla örtüleceğine delalet etmektedir. Çünkü baş taraf, aşağı taraftan
daha faziletlidir. .

İmam Nevevî'nin açıklamasına göre, eğer mevcut kefen, Cenazenin başı ile birlikte
avret mahallini Örtmeye kâfi gelmiyorsa, onunla sadece avret mahalli örtülür. Çünkü
ölünün avret mahallini örtmekte, dirinin avret mahallini Örtmek gibi farzdır. Ona
bakmak ve dokunmak haramdır.

Yine bu hadis-i şerif, ölünün tüm bedenini örtmenin farz olmayıp sadece avret
mahallini örtmenin farz olduğuna delalet etmektedir. Çünkü cenazenin bedeninin
tümünü Örtmek, farz olsaydı, Hz. Habbab'm vücudunun tümü örtülür, ayak tarafı açık
bırakılmazdı. Her ne kadar ashab-ı kiramın fakru zaruret içinde olup ve güçleri
yetmediği için, Hz. Habbab'ı bu şekilde defnetmiş oldukları akla gelirse de, "ölünün
tüm bedenini örtmenin farz olması halinde mutlaka bu farzı yerine getirmenin bir
çaresini bulmaya çalışacaklarını ve bunu gerçekleştireceklerini de unutmamak gerekir.
Bilindiği gibi Hanefilere göre, ölünün tüm vücudu avret değildir. Onun avret mahalli
sağlığmdaki avret mahallinden ibarettir.

Ayrıca bu hadis-i şerif, ashab-ı kiramın ne derece fakir olduklarını açıkça ifade
etmektedir. Bilindiği gibi fakru zarurete sabretmek insanı "ebrar" derecesine yükseltir.
D331

Hazreti Mus'ab Bin Umeyr (r.a)

Namı ve Nesebi:

İsmi: Mus'ab, Künyesi: Muhammed, babası: Umeyr, validesi Hannes bt. Malik,
Nesebi: Mus'ab b. Umeyr b. Haşim b. Abdimenaf b. Abduddar b. Kusay el-Kureşî...
islâmiyet i Kabulü:

Mus'ab, gerçekten yüzü kadar kalbi de berrak, zevk sahibi ve akıllı bir gençti. O
yaratılıştan putlara karşı nefret doluydu. Bunun içindir ki, Mekke'de tevhid daveti
yükselir yükselmez, bu davet onun kulağına varmış, temiz kalbinde akisler yapmıştı.
Osman b. Talha'yı ibadet ederken gören Mus'-ab, doğruca Erkam'm evine, Allah
Rasûlü'nün huzuruna koşmuş ve müslü-man olmuştu. Böylece içinde bulunduğu refah
ve saadeti bir anda.feda etmişti...
Allah Rasûlü'nün Göz Yaşları:

Allah Rasûlü, Mekke'den çıkarak Küba'ya geldiğinde, Medineli Müslümanlar
kendisini karşılamaya gelmişlerdi. Bu sırada, belinde bir koyun pos-tuyla yarı çıplak
bir vaziyette Hazreti Mus'ab gelmişti. Ayaklan çıplaktı. Onu bu durumda gören Allah
Rasûlü, onun Mekkede yaşadığı hayatı düşünerek üzülmüş ve mübarek gözlerinden
yaşlar akıtmıştı...

Hazreti Mus'ab'm Teçhiz ve Tekfini:

Allah Rasûlü, Hz. Mus'ab'm şehid olduğunu haber aldığı zaman şu âyet-i kerimeyi
okumuşlardı: "Mü'minler içinde öyle kimseler vardır ki, Allah'a karşı bütün

£3341

taahhütlerini samimiyetle yerine getirmişlerdi..."
Hazret-i Mus'âb'm Fazilet ve Kemali:



Hazreti Mus'ab, son derece zeki, fasih ve beliğ bir zattı. Onun Medine'de İslâmiyet'i
yayma ve telkin hususunda gösterdiği liyakat ve elde ettiği başarı, fazilet ve kemalinin
en büyük burhanıdır. Bundan başka şehit olduğu ana kadar Kur'ân-i Kerîm'in bütün
âyetlerini ezberinde tutardı.
Hazret-i Mus'ab'ıjı Ahlâkı:

Hazret-i Mus'ab'm hayatı, onun ne kadar yüksek ve temiz ahlak sahibi olduğunu
gösterir. O, kendi arzu ve isteği ile kabul ettiği bir inanç için hayatının bütün debdebe
ve saltanatını feda etmiş; eza ve cefalara uğramayı hoş görmüş, Habeş diyarına kadar
gitmiş, her yerde ve zamanda İslâm'ı yaymakla meşgul olmuş ve nihayet bu dava
uğrunda canını feda etmişti.

Hazret-i Mus'ab'm İslâmiyet'ten önceki haliyle sonraki halini mukayese edecek
olursak onun ne denli bir mücahid olduğu hemen ortaya çıkar. Bu büyük mücahit,
karanlık gözlere ışık verecek, en mutaassıp ve donmuş kafalara nur akıtacak, hurafeler
mahşeri olan beyinlere hidayet huzmeleri ulaştıracak, kin,düşmanlık ve intikam
hislerinin mahzeni olan ruhlara hakiki insanlığın zevkini tattıracak bir insandı. Bu
yolda insan tahammülünün üstünde bir sabırla yürüyen bu büyük mücahit, her felaket

T3351

ve her mihnete göğüs gererek, zaferlerin en büyüğünü kazanmıştı.
Hazreti Habbab Bin Eret (r.a.)

İsmi: Habbab, künyesi: Ebû Abdullah idi. Nesebi şöyledir: Habbab b. Eret, b. Cendele,
b. Saad, b. Huzeyme, b. Ka'b b. Saad, b. Zeyd, Menat, b. Temim.
Cahiliyyet devrinde Mekke'de köle olarak satılmıştı,
îslâmiyeti Kabulü:

Hz. Habbab, İslâm'ın ilk günlerinde islâmiyetle şereflenmişti. Rasûl-i EİWi, Zeyd b.
Erkam'm hanesinde kaldığı zaman, Hz. Habbab islâmiyet şeref ve saadetine mazhar
olmuştu. Bu şerefe erenlerin arasında altıncı şahıs idi.
Gazaları:

Hz. Habbab, Medine'ye geldikten sonra ömrünün sonuna kadar bütün savaşlara iştirak
etmişti.

Hastalığı ve Vefatı

Hicretin 37. senesinde Kufe'de hastalandı. Tedavi fayda vermedi. Vefat etti. Son
nefeslerinde Hz. Hamza'yı hatırlamış, onun gibi şahadet kefeni giymediğine
üzülmüştü. Halk hastalığında ziyaretine gelmişti. Hz. Habbab ölümden korkmadığını
söylemiş: "Dünyada iyi yaptı isem mükâfatını göreceğim, iyilik yapmamış isem
Cenâb-ı Hak gafur, rahimdir" demişti.

Yine bir gün, mükâfatını dünyadayken aldığını, bunun için dünyadan hiç bir nasip
almadan Bedir'de şehit olanlara imrendiğini söylemişti. İpekten kefenini göstererek:
"Hamza'ya Uhud'da kefen bulamamıştık" diye ağlamıştı.
Serveti ve Maişeti:

Hz. Habbab, cahiliyyet devrinden kurtulup İslâm devrine girdikten sonra kılıcının
kuvveti ile geçimini temin ederdi. Önceleri maişet hususunda hayli sıkıntı çekmişti.
Fakat sonra Cenâb-ı Hâk'km inayeti ile vaziyeti düzelmiş, iş, güç sahibi olmuş, bir
miktar da servet edinmişti. Nitekim vefatında 40.000 dirhem miras
bırakmıştı.
Fazilet ve Kemali:



Hz. Habbab, Rasûl-i Ekrem'in hal ve fiillerini araştırıp soruşturur ona göre hareket
ederdi. İbadet ve harekatında bilmediği her şeyi Rasûl-i Ekrem'den sorup öğrenmeye
çalışırdı. Bir defa Rasûl-i Ekrem'e yatsı namazı hakkında bir sual sormuştu; Rasûl-i
Ekrem» anlatmıştı. Ertesi gün unutmuş, yine gelip sormuştu. Resûl-i Ekrem "Bu
namaz, ümit ve korku namazıdır. Bu namazda Cenab-ı Hak'dan üç şey dua edilirse hiç
olmazsa ikisi kabul edilir." buyurmuşlardır.
Hadis Rivayetleri:

Rivayet ettiği hadislerin yekunu 3 3 'dür. Bunlardan üçü müttefekuna-leyh, ikisi

f3361

Buhari'de, biri Müslim'de ayrıca rivayet olunmuştur.

شرح الحديث من عون المعبود لابى داود

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،    [3155] ( قَالَ) أَيْ خَبَّابٌ ( مُصْعَبُ بْنُ عُمَيْرٍ) هُوَ بِضَمِّ الْمِيمِ وَسُكُونِ الصَّادِ وَفَتْحِ الْعَيْنِ الْمُهْمَلَتَيْنِ وَعُمَيْرٌ بِضَمِّ الْعَيْنِ مُصَغَّرُ عَمْرٍو الْقُرَشِيُّ الْعَبْدَرِيُّ كَانَ مِنْ أَجِلَّةِ الصَّحَابَةِ بَعَثَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى الْمَدِينَةِ يُقْرِئُهُمُ الْقُرْآنُ وَيُفَقِّهُهُمْ فِي الدِّينِ وَهُوَ أَوَّلُ مَنْ جَمَعَ الْجُمُعَةَ بِالْمَدِينَةِ قَبْلَ الْهِجْرَةِ وَكَانَ فِي الْجَاهِلِيَّةِ مِنْ أَنْعَمِ النَّاسِ عَيْشًا وَأَلْيَنِهِمْ لِبَاسًا وَأَحْسَنِهِمْ جَمَالًا فَلَمَّا أَسْلَمَ زَهِدَ فِي الدُّنْيَا وَتَقَشَّفَ وَتَحَشَّفَ وَفِيهِ نَزَلَ ( رجال صدقوا ما عاهدوا الله عليه) قُتِلَ يَوْمَ أُحُدٍ شَهِيدًا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَهُ الْعَيْنِيُّ ( وَلَمْ يَكُنْ لَهُ) أَيْ لِمُصْعَبٍ ( إِلَّا نَمِرَةٌ) بِفَتْحِ النُّونِ وَكَسْرِ الْمِيمِ كِسَاءٌ فِيهِ خُطُوطٌ بِيضٌ وَسُودٌ تَلْبَسُهُ الْأَعْرَابُ قَالَهُ فِي الْمِصْبَاحِ
وَقَالَ الْخَطَّابِيُّ النَّمِرَةُ ضَرْبٌ مِنَ الْأَكْسِيَةِ إِذَا ( غَطَّيْنَا) أَيْ سَتَرْنَا ( بِهَا) أَيْ بِالنَّمِرَةِ ( مِنَ الْإِذْخِرِ) قَالَ الْعَيْنِيُّ هُوَ بِكَسْرِ الْهَمْزَةِ وَسُكُونِ الذَّالِ الْمُعْجَمَةِ وَكَسْرِ الْخَاءِ الْمُعْجَمَةِ وَفِي آخِرِهِ رَاءٌ هُوَ نَبْتٌ بِمَكَّةَ وَيَكُونُ بِأَرْضِ الْحِجَازِ طَيِّبُ الرَّائِحَةِ
وَفِيهِ أَنَّ الثَّوْبَ إِذَا ضَاقَ فَتَغْطِيَةُ رَأْسِ الْمَيِّتِ أَوْلَى مِنْ رِجْلَيْهِ لِأَنَّهُ أَفْضَلُ
قَالَ الْخَطَّابِيُّ وَفِيهِ مِنَ الْفِقْهِ أَنَّ الْكَفَنَ مِنْ رَأْسِ الْمَالِ وَأَنَّ الْمَيِّتَ إِذَا اسْتَغْرَقَ كَفَنُهُ جَمِيعَ تَرِكَتِهِ كَانَ أَحَقُّ بِهِ مِنَ الْوَرَثَةِ انْتَهَى
قَالَ الْمُنْذِرِيُّ وَالْحَدِيثُ أَخْرَجَهُ الْبُخَارِيُّ وَمُسْلِمٌ وَالتِّرْمِذِيُّ وَالنَّسَائِيُّ