أَبْوَابُ الْإِجَارَةِ



: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابُ الْمَوَاشِي تُفْسِدُ زَرْعَ قَوْمٍ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3151 حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ ثَابِتٍ الْمَرْوَزِيُّ ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ ، أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ ، عَنْ حَرَامِ بْنِ مُحَيِّصَةَ ، عَنْ أَبِيهِ ، أَنَّ نَاقَةً لِلْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ دَخَلَتْ حَائِطَ رَجُلٍ فَأَفْسَدَتْهُ عَلَيْهِمْ ، فَقَضَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى أَهْلِ الْأَمْوَالِ حِفْظَهَا بِالنَّهَارِ ، وَعَلَى أَهْلِ الْمَوَاشِي حِفْظَهَا بِاللَّيْلِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Messenger of Allah (ﷺ) was shrouded in three garments of white Yemeni stuff, among which was neither a shirt nor a turban.

(3569) Haram b. Muhayyisa'mn, babası (Muhayyisa'dan) rivayet ettiğine göre;
Berâ b. Azİb'in devesi bir adamın bahçesine girdi ve oraya zarar verdi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber (s. a); bahçe sahiplerinin, bahçelerini gündüz, hayvan sahiplerinin de

1654]

hayvanlarını gece korumalarına hükmetti.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

3152 حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بْنُ خَالِدٍ ، حَدَّثَنَا الْفِرْيَابِيُّ ، عَنِ الْأَوْزَاعِيِّ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ ، عَنْ حَرَامِ بْنِ مُحَيِّصَةَ الْأَنْصَارِيِّ ، عَنِ الْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ ، قَالَ : كَانَتْ لَهُ نَاقَةٌ ضَارِيَةٌ فَدَخَلَتْ حَائِطًا فَأَفْسَدَتْ فِيهِ ، فَكُلِّمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِيهَا : فَقَضَى أَنَّ حِفْظَ الْحَوَائِطِ بِالنَّهَارِ عَلَى أَهْلِهَا ، وَأَنَّ حِفْظَ الْمَاشِيَةِ بِاللَّيْلِ عَلَى أَهْلِهَا ، وَأَنَّ عَلَى أَهْلِ الْمَاشِيَةِ مَا أَصَابَتْ مَاشِيَتُهُمْ بِاللَّيْلِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

of cotton.

The narrator said: Aisha was told that the people said that he was shrouded in two garments and one cloak. She replied: A cloak was brought but they returned it and did not shroud him in it.

(3570) Berâ b. Âzib'den rivayef edildiğine göre, şöyle demiştir:
Onun, ekinlerde otlaı âdet edinen bir devesi vardı. Deve bir bahçeye girdi ve oraya
zaerdi. Hâdise Rasûlullah (s.a)'a haber verildi. Rasûlullah da: Baht :rin gündüz
beklenmesinin bahçe sahiplerine, hayvanlara geceleyir thip olunmasının hayvan
sahiplerine ait olduğuna ve hayvanların gece verdikleri zararın sahiplerine ödettiril-
r6551

meşine hükmetti.



Açıklama



Hadıs-ı şerifler; Hayvanların gündüzleri serbest bırakıldıktan zaman bahçelere
verdikleri zararın tazminatı gerektirmediğine, gecelen verdikleri zararın ise
gerektirdiğine delâlet etmektedir.

Hattâbî, bu hükmün Hz. Peygamber (s.a)'e has bir sünnet olduğuna işaret ettikten
sonra şöyle demektedir:

"Rasûlullah (s.a)'m, gece ve gündüz arasında fark görmesi, âdeten bahçelerin
gündüzleri sahipleri veya vekilleri tarafından beklenilir olmasından dolayı olsa gerek.
Yine aynı şekilde, hayvanların gündüzleri otlaklara salıverilip, gecelerin ağıllarında
toplanması da hayvan sahiplerinin âdetidir. Bu âdete muhalif davranan, malı muhafaza
geleneğini terketmiş ve kusur işlemiştir. Dolayısıyla bir malını yol ortasında bırakan
veya hırz olmayan bir yere koyan gibidir. Böyle yerlerden mal alan kişinin eli de
kesilmez..."

A

Alimler, hayvanların verdiği zararın sahipleri tarafından ödenip ödenmeyeceği
konusunda farklı görüştedirler.

İmam Şafiî ve İmam Mâlik'e göre; hayvan, sahibi başında olmadığı takdirde gündüz
bir bahçeye zarar verirse, sahibi bu zararı ödemez. Ama sahibi başında olursa öder.
Hayvanın geceleyin verdiği zararı ise, ister sahibi başında olsun ister başında olmasın
ödemek zorundadır. Hayvanın zararı ayakları ve ağzı ile vermesi hüküm açısından
aynıdır.

Hanefilere göre; sahibi beraberinde değilse, hayvanın gece veya gündüz verdiği zararı
hayvan sahibi ödemez. Hanefiler: "Hayvanın tazminatı olmaz (hayvanın verdiği zarar

f6561

hederdir)" hadisine dayanırlar.



LU

Bazı eski kaynaklarda, icab ve kabulün hal sığası ile gerçekleşmeyeceği kaydı vardır. Ancak; Bedâî, Fethu'l-Kadîr gibi muteber fıkıh kitaplarında,
hal sigası ile de icab ve kabulün yapılabileceği kaydedilir. Mecelle'de de aynı hüküm benimsenmiştir.

m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/313-315.

LU

İbn Mâce, ticârât 1 .

LU

Bakara, (2) 275.

LU

Nisa, (4) 29.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/315-316.

LU

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/316.

LU

Bir nüshada bu cümleye ilâve olarak bir de "yalan" sözü vardır.

LU

Umeyr b. Vehb el-Gıfarî'nîn oğludur. Kûfe'ye yerleşmiştir. Tirmizî'nin ifadesine göre, kendisinden sadece bu hadis rivayet edilmiştir.

LU

Nesâî, eymân 22, 23, büyü 4; Tirmizî, büyü 4; İbn Mâce, ticârât 3; Ahmed b. Hanbel, IV, 6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/316-317.

rıoı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/317-318.

UU

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/318.



[12]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/318-319.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/319.

[14]

Bu cümleyi, "Borçlu va'd ettiği mikdarı Hz. Peygamber'e getirdi" şeklinde de anlamak mümkündür. Bezlü'l-Mechûd sahibi, İbn Mâce'nin
rivayetini de gözönüne alarak yukarıdaki manayı benimsemiştir.-Terceme de Qna göre yapılmıştır.

risı

İbn Mâce, sadaka 9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/319-320.


Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/320-321.

[17]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/321.

[18]

Ravi bu kelimeyi bazan "müştebihât" bazan da "müştebihet" şeklinde söylerdi. Buharî'nin bir rivayeti ikinci, Müslim'in rivayeti birinci şekildedir.
Buharî'nin diğer rivayeti İse "müsebbihât" şeklindedir.

ri9i

Buharı, ; İman 39, büyü 2; Müslim, müsâkât 107; Tirmizî, büyü 1; Nesâî, bey' 2, eşribe 50; İbn Mâce, fıten 14; Dârimî, büyü 1; Ahmed b. Hanbel,
IV, 267,269, 270, 271.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/322.
[201

Buharî, bedü'l-vahy 1; Müslim, imâre 55.

[21]

Tirmizî, zühd II; İbn Mâce, fıten 12.

[22]

Buharî, îman 7; Müslim* îman 71, 72; Tirmizî, kıyâme 59; İbn Mâce, mukaddime 9.

L23J

Buharî, büyü 3; Tirmizî, kıyâme 60.

[24J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/322-326.

[251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/326-327.

[26J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/327.

[271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/327.

[281

Nesai, büyü 2; İbn Mâce. ticârât 58; Ahmed b. Hanbel, II, 494.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/327-328.
[291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/328-329.

[M

Bazı nüshalarda Naki' şeklindedir. Naki', Medine yakınlarında koyun satılan bir yerin adıdır. Hattâbî, doğrusunun bu olduğunu söyler. Mişkât'ta da
böyledir.
HU

Ahmed b. Hanbel, V, 293.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/329-330.
[32]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/330-332.

[331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/332.

OH

Müslim, müsâkât, 105, 106; Tirmizî, büyü 2; Nesâî, ziynet 25; İbn Mâce, ticârât 58; Dârimî, büyü 4; Ahmed b. Hanbel, I, 83, 88, 93, 107.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/332.
[35]

Buharı, libâs 96.
[361.

İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Beyrut, VI, 178.

[371

Bakara, (2) 275.

[38]

Bakara, (2) 276.

[321

Bakara, (2) 278, 279.

[401

İbn Mâce, ticârât 58.

[41]

Buharî, vesâya 23, tıp 48, hudûd 44; Müslim, îman 144.

[421

İbn Cerîr, Neylü'l-Evtâr, V, 214.

[43J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/332-334.



T441

Bir rivayette, "Kaldırdığım ilk faiz Abdiilmuttalib'in oğlu Abbas'm faizidir. Şüphesiz onun tümü kaldırılmıştır." cümlesi vardır.

[451

Müslim, hacc 147; Tirmizî, tefsiru sûre (9) 2; tbn Mâce, menâsik 76, 84; Dârimî, büyü 3, menâsik 34; Muvatta, büyü 83; Ahmed b. Hanbel, V, 73.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/335-336.
I46J

Mâide, (5) 3.

[471

Âl-ilmran, (3) 130.

[48J

Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, II, 955.

[491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/336-338.

[501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/338.

[Şİİ

Ebû Davud'a hadis, hem tbn Şerh, hem de İbn Vehb'den intikal etmiştir. Metin, İbn Vehb'in rivayetidir, İbn Vehb'in rivayeti: "...bereketin mahvı"
şeklinde olduğu halde, İbn Serh'inki, "...kazancın mahvı" şeklindedir. Ayrıca hadisin isnadını ifade tarzında da rivayetler arasında küçük bir fark vardır.
Buharı, büyü 26: Müslim, müsâkât 131; Nesâî, büyü 5; îbn Mâce, licârât 30; Ahmed b. Hanbel, II, 235, 242, 413.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/339.
[521

Bakara, (2) 276.

[531

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/339-340.

[541

Bu isim bazı nüshalarda "Mahreme" şeklindedir.

[551

Tirmizî, büyü 66; İbn Mâce, ticârâl 34; Nesâî, büyü 54; Dârimî, büyü 47; Ahmed b. Hanbel, IV, 352.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/340-341.
[56J

Satın alman mala mukabil olarak verilen bedele "semen", satılan mala da "müsmen" veya "mebî" denir.

[571

Mecmau'z-Zevâid, V, 122.

[58]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/341-343.

[591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/343.

[601

Nesâî, büyü 54; İbn Mâce, ticârât 34.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/343-344.
[611

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/344.

[621

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/344.

[631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/344.

[641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/344-345.

[651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/345.

[661

Nesâî, zekât 44, büyü 54.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/345-346.
[671

Selem: Parayı peşin verip malı daha sonra teslim almak üzere yapılan akiddir. Geniş bilgi 3463 no'lıı hadiste gelecektir.

[681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/346-348.

[691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/348.

LM

Nesâî, buyu 98; Ahmed b. Hanbel, V, 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/348-349.

[Zil

Müslim, müsâkât 26.

[721

Müslim, müsâkât 3 1 .



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/349-350.

[M

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/350.

[751

Ahmed b. Hanbel, IV, 392.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/350-351.



£761

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/351-352.



Buharı, ferâiz 15; Müslim, ferâiz 16; Tirmizî, cenâiz 69; İbn Mâce, mukaddime 11, sadakat 13; Nesâî, cenâiz 67, ıydeyn 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/352.

izm

A.Davudoglu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VIII, 138-139.

LZ21

Ahzâb, (33) 6.

[M

Kur'ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerîm, II, 740.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/353-355.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/355.

[821

"Dana" manasına gelen kelimesi, bazı nüshalarda şeklinde varid olmuştur. O zaman mana "bir mal" olarak anlaşılır. Yani, Hz. Peygamberin satm
aldığı malın cinsi belirtilmeden, sadece bir şey satın aldığı ifade edilmiştir.
[831

Ahmed b. Hanbel, I, 235, 323.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/355.
[841

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/356.

[851

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/356.

[86J

Buharı, havale 1, 2, istikraz 12; Müslim, müsâkât 33; Nesâî, büyü 100, 101; Tirmizî, büyü 68; İbn Mâce, sadaka 8; Muvatta, büyü 84; Dârimî,
büyü 48; Ahmed b. Hanbel, II, 71, 245, 254, 260.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/356-357.
[871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/357-359.

[881

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/359.

[891

Müslim, müsâkat, 118, 128; Tirmizî, büyü 73; Nesâî, büyü 64; İbn âce, ticârât 62; Dâ-rimî, büyü 3 1 ; Muvatta, büyü 89; Ahmed b. Hanbel, VI, 375,

390.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/360.
[90j

Şerhli MeâniT-Âsâr, IV, 60. Bu hadis 3356 numarada gelecektir.

[91]

Şerhu MeâniT-Âsâr, IV, 60.

[92J

Süyûtî, el-Câmiu's-Sağîr, II, 94.

[931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/360-363.

[941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/363.

[951

Buharı, salavât 59, istikraz 7, hibe 23; Müslim, müsafırîn 71; Nesâî, büyü 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/363.
[961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/363.

[971

Bazı nüshalarda bu; bazılarında ise şeklindedir. Önceki, "altını gümüşle"; sonraki ise "altını altınla" demektir.

[981

Buharî, büyü 74, 76; Müslim, müsâkât 79; Tirmizî, büyü 24; Nesâî, büyü 41; İbn Mâce, ticârât 50; Muvatta, büyü 38; Ahmed b. Hanbel, I, 24, 35,

45.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/363-364.
[991

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/364-365.

[İMİ

Müslim, müsâkât 80, 82; Nesâî, büyü 44; İbn Mâce, ticârât 48.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/365-366.

non

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/366.

[102]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/366-371.

[1031

Hadisi Ebû Davud'a dört ayrı zat rivayet etmiştir. Bunlar; Muhammed b. İsâ, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe, Ahmed b. Menî' ve Îbnü'l-Alâ'dırlar. Tire
arasındaki kısım, önceki cümlenin Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Ahmed b. Menî' tarafından nakledilen şeklidir. Ayrıca buradaki "altınla bağlanmış"
manasına gelen cümlesi, bazı nüshalarda "altınla kaplı" şeklindedir.
[104]

Bu cümlenin, "Altınla taşların aralan ayrılıncaya kadar geri verdi" manasına anlaşılması da mümkündür. Hattâbî bu cümlenin, terceme
ettiğimizden başka bir manada, "Alışverişle sarfın arasını ayınncaya kadar" şeklinde anlaşılmasının da mümkün olduğunu söyler.



[105]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/372-373.

[106]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/373-375.

[107]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/375.

[108]

Müslim, müsâkât 90; Tirmizî, büyü 32; Nesâî, büyü 48; Ahmed b. Hanbel, VI, 21.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/375-376.
[109]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/376.

n ıoı

Bu kelime bazı nüshalarda şeklindedir. Nevevî, 'nin pek kullanılmadığını, meşhur olanın olduğunu söyler.

rıııı

Müslim, müsâkat 9 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/376-377.
[112]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/377.

n i3i

Bu kelime bazı nüshalarda Nakî' şeklindedir.

n i4i

Tirmizî, büyü 24; Nesâî, büyü 50; İbn Mâce, ticârât 51; Dârimî, büyü 43.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/377-378.
[115]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/378-379.

[Uİ]

Bk. 3350 no'lu hadis.

[117]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/379-380.

n ısı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/380.

[119]

Tirmizî, büyü 21; Nesâî, büyü 65; İbn Mâce, ticârât 56; Dârimî, büyü 30.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/380-381.
[120]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/381-382.

um

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/382.

ri221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/382-383.

[1231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/383.

[124]

Müslim, müsâkât 123; Tirmizî, büyü 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/384.
[125]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/384-385.

[126]

Bu başlık bazı nüshalarda "Meyveyi hurma karşılığında satmak" şeklindedir.

[127]

Tirmizî, büyü 14: Nesâî, büyü 36; İbn Mâce, ticârât 53; Muvatta, büyü 22; Ahmed b. Hanbei, I, 179.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/385-386.
[128]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/386-389.

[129]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/389.

[130]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/390.

[131]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/390.

[132]

Concordance bu bab'a numara vermemiştir. AvnuT-Ma'bûd'da, bu babın bazı nüshalarda mevcut olmadığı söylenir.

[133]

Bu cümle matbu nüshaalrda, "(daldaki) meyveyi hurma karşılığında satmayı" şeklindedir.

[134]

Buhari, büyu 85; Müslim, büyu 73; Muvatta, büyu 47; Ahmed b. Hanbel, II, 392.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/390-391.
[135]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/391-392.

[136]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/393.

[137]

Bu cümle Bezlü'l-Mechûd'da: "kuru hurmayı taze hurma karşılığında satma" şeklinde izah edilmiş, ta'likında ise buna itiraz edilip, bizim terceme
ettiğimiz şekilde manalandırılmıştır.



[138]

Buharı, büyü, 83; Müslim, büyü 59, 62, 66; Nesâî, büyü 34; İbn Mâce, ticârât 55.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/393.
[139]

Bir ölçü birimidir. Bir vesk 200 kg'a tekabül etmektedir.

H401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/393-396.

ri4iı

Buharı, büyü 75, 82, 83; Müslim, büyü 20, 62, 64, 66, 68, 71; Nesâî, büyü 34, 35; İbn Mâce, ticârât 55; Muvatta, büyü 14.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/396.
[142]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/396-397.

£143]

Buharı, büyü 83, müsâkât 17; Müslim, büyü 71; Tirmizî, büyü 63; Muvatta, büyü 14.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/397.
[144]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/397-398.

[145]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/398-399.

[146]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/399.

£147]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/399.

ri481

Bu tabirin ifade ettiği mana konusunda farklı görüşler vardır. Onun için tabiri aynen aldık. Bu manalara, hadisi izah ederken işaret edeceğiz.

ri491

Buharı, zekât 58, büyü 82, 83, 85, 86;Müslim, büyü 49, 51/52, 54, 56, 59, 79; Nesâî, büyü 28, 35; îbn Mâce, ticârât 32; Muvatta, büyü 10;
Dârimî, büyü 2 1 .

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/399.
[150]

Çünkü bu duruma gelen meyvenin, ağaçtan ya da topraktan alacağı bir şey yoktur. Bundan sonraki kızarma, güneşin etkisiyle olur.

[1511

Hukuku İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fikhiyye Kamusu, VI, 28.

[152]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/400-402.

[153]

Bu cümledeki kelimesi, diğer matbu nüshalarda şeklindedir, kelimesi, hem müzekker, hem de müennes olarak kullanıldığı için rivayetin her ikisi
de caizdir. Bir de, Hattâbî tarafından bu kelimenin şeklinde olması gerektiği mütalaası ileri sürülmüştür. Buna izah bölümünde işaret edilmiştir.
[154]

Buharı, büyü 85, 86, 93; Müslim, büyü 50, müsâkât 15; Tirmizî, büyü 15; Nesâî, büyü 40; tbn Mâce, ticârât 32; Ahmed b. Hanbel, II, 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/403.
[155]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/403-404.

[156]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/404.

[1571

Ahmed b. Hanbel, II, 387, 458, 472.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/404.
[158]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/404-405.

[159]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/405.

[160]

Buharî, büyü 86; Müslim, büyü 84; Ahmed b. Hanbel, III, 320, 361.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/406.
[161]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/406-407.

[162]

Tirmizî, büyü 15; İbn Mâce, ticârât 32; Ahmed b. Hanbel, III, 161, 221, 250.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/407.
[163]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/407-408.

[1641

Buharı, büyü, 85.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/408-409.
[165]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/409-410.

[166]

İbn Mâce, ticârât 32.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/410.
[167]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/410-41 1.

ri681

Müslim, müsâkât 17; Nesâî, büyü 30; İbn Mâce, ticârât 33; Muvatta, büyü 16; Ahmed b. Hanbel, III, 309.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/41 1.
[169]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/411-414.

[170]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/414.

uzu

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/414.

ri721

Müslim, büyü 4; Tirmizî, büyü 17; Nesâî, büyü 27; İbn Mâce, ticârât 23; Dârimî, büyü 20, 29; Muvatta, büyü 75.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/414-415.
ri731

Mukayeseli İslâm Hukuku, II, 166-167.

ri741

Mukayeseli İslâm Hukuku, II, 167.

[175]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/415-418.

[176]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/418.

[177]

Bundan sonraki rivayet, bu hadisteki tabirlerin tefsiridir. Onun için, hadisin izahı o rivayetten sonra gelecektir.
Buharı, libas 20, 21, salât 10, savm 66, büyü 62, 63; Müslim, büyü, 2, 3; Nesâî, büyü 26; İbn Mâce, ticârât 12; Ahmed b. Hanbel, III, 6, 95.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/418-419.
[178]

Buharı, libas 20, 21, salât 10, savm 66, büyü 62, 63; Müslim, büyü 2, 3; Nesâî, büyü 26; İbn Mâce, ticârât 12; Ahmed b. Hanbel, III, 6, 95.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/419-420.
[179]

Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, II, 294-295.

[180]

İbnü'l-Hümâm'ın tarifi de bu şekildedir.

ri8iı

Ebû Dâvüd'daki rivayet bu şekildedir.

[182]

Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, II, 295-296.

[1831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/420-422.

[184]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/422.

[185]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/423.

[1861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/423.

[187]

Habelü'l-habele'nin tefsiri bir sonraki hadiste gelecektir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/423.
[188]

Buharı, büyü 61, selem 8; Müslim, büyü 5, 6; Tirmizî, büyü 16; Nesâî, büyü 67, 68; İbn Mâce,. ticârât 24; Muvatta, büyü 26.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/423-424.
[189]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/424.

[190]

Bakara, (2) 237.

[1911

Ahmed b. Hanbel, I, 116.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/425.
[192]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/425-426.

[193]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/426.

[194]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/427.

[195]

Nisa, (4) 12.

[196]

Sâd, (38) 24.

[1971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/427-43 1 .

[198]

el-Bârikî, Bârik'a mensup demektir. Bârik, Ezd kabilesinden bir batındır. Bunların dedesi Bârik b. Adiy b. Hârise'dir. Bu şahsa Bârik denmesine
sebep, bu ismi taşıyan dağın yanına yurt tutmuş olmasıdır.
[199]

Şüphe raviye aittir.

r2001

Tirmizî, büyü-34; ibn Mâce, sadaka 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/431-432.



1201]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/432-435.

1202]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/435-436.

1203]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/436.

12041

Tirmizî, büyü 34.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/436-437.
12051

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/437.

1206]

Buharî'nin rivayetinde pirinç yerine dan denilmektedir.

[207]

Buharı, büyü 98, müzâraa 13; Müslim, zikir 100.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/438-439.
1208]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/439-441.

1209]

tbn Mâce, ticârât 63.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/441.
[2101

Tenfîl: Devlet başkanının, bazı gazilere ganimetteki hissesinden fazla bir şey vermesidir. (Lübâb)

12111

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/441-442.

[212]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/443.

[2İ3]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/443.

[214]

Müslim, büyü 106; Nesâî, eymân 45; İbn Mâce, rühûn 11; Ahmed b. Hanbel, I, 234, 281, 349.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/443.
[215]

Buharı, müzâraa 18.

12161

Buharı, müzâraa 18.

[217]

Buharı, müzâraa 8.

[2181

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/444-447.

[219]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/447-448.

r2201

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/448.

[221]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/448.

[2221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/448-449.

[223]

Nesâî, eymân 45; İbn Mâce, rühûn 10; Ahmed b. Hanbel, V, 182, 187.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/449.
r2241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/449-450.

[225]

Nesâî, eymân 45.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/450.
[226]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/450-451.

[227]

Müslim, büyü 1 16; Nesâî, eymân 45.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/451-452.
[2281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/452-453.

[229]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/453.

T2301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/453.

[231]

Buharı, hars 18; Müslim, büyü 108, 1 12; Nesâî, eymân 45; Muvatta, kira 5; Ahmed b. Hanbel, II, 6,64, III, 465.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/453-455.
f2321

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/455-456.

[233]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/456.



[2341

Buharı, hars 18; Müslim, büyü 112; Nesâî, eymân 45.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/456.
1235]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/457.

12361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/457.

12371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/458.

12381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/458.

[2391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/458.

12401

Nesâî, eymân 45; İbn Mâce, rühûn 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/458-459.
[24H

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/459.

[2421

Nesâî, eymân 45.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/460.
[2431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/461.

[2441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/461.

[2451

Nesâî, eymân 45; İbn Mâce, rühûn 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/461.
[2461

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/461.

[2471

Nesâî, eymân 45.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/462.
[2481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/462.

[2491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/462-463.

[2501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/463-464.

[2511

Tirmizî, ahkâm 29; İbn Mâce, rühûn 13; Ahmed b. Hanbel, III, 465.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/464.
[2521

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/464-465.

[2531

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/465.

[2541

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/465-466.

[2551

Müslim, büyü 85; Nesâî, büyü 74.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/466.
[2561

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/466-467.

[2571

Buharî, müsâkât 17; Müslim, büyü 59, 81,85, 104, 105; Tilmizi, büyü 14,55,62; Nesâî, eymân 45; İbn Mâce, ticârât 54, rühün 7, 8; Dârimî,
mukaddime 28, büyü 23; Muvatta, büyü 24, 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/467.
[2581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/467.

[2591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/467-468.

[2601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/468.

[2611

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/468-469.

[2621

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/469-470.

[2631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/470.

[2641

Buharî, hars 8, 9; Müslim, müsâkât 1, 3; Tirmİzî, ahkâm 41; İbn Mâce, rühûn 14; Dârimî, büyü 23; Ahmed b. Hanbel, II, 17, 22, 37.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/470-471.
[2651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/471-472.



T2661

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/472.

1267]

Müslim, müsâkât 5; Nesâî, eymân 46.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/473.

izm

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/473.

12691.

İbn Mâce. 7ekâr 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/473-474.
1270]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/474-475.

P711

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/475.

1272]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/475.

1273]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/475-476.

I27H

Önceki rivayetin izahında da işaret edildiği gibi kelimesi Bezlü'l-Mechûd baskısında önceki rivayette şeklindedir. Bezlü'l-Mechûd'da, bu
rivayetle önceki rivayet arasındaki farkın veya oluşu belirtilir.
1275]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/476.

1276]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/476.

[277]

Bu cümle, Avnü'l-Ma'biid ve BezliiM-Meciıûd baskılarında: "(Abdullah) yahuditeri bu tahmini almak veya onu müslümanlara vermek arasında
muhayyer bırakırdı." şeklindedir.
T2781

Muvalta, müsâkât 1,2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/477.
r2791

Tirmizî, İbn Mâce.

r2801

Sünen sahipleri.

1281]

tbn Abdilberr.

[2821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/477-479.

12831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/479.

[2841

Haşr. (59) 7.

[285]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/479-480.

T2861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/480.

12311

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/480.

[288]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/483.

[289]

kelimeleri, diğer bazt nüshalarda "Kur'an'ı ve yazıyı" şeklindedir.

1290]

İbn Mâce, ticârât 8; Ahmed b. Hanbel, V, 3 1 5, 324.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/483-484.
[291]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/484.

[2921

Bakara, (2) 273.

T2931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/484-485.

[294]

İbn Âbidin, Resâil, I, 14.

[295]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/485-486.

[296]

Ahmed b. Hanbel. 111. 428. 444.

T2971

Ahmed b. Hanbel, III. 357, Tirmizi.

P2981

Zeylaî. IV. 138.

P2991

Beyhakî, Zeyleî, IV, 138.



r3ooı

Bu açıklama, tbn Kudâme'nİn el-Muğnî (V, 557) ve et-Tehanevî'nin İ'laü's-Sünen'inden alınmıştır, (XVI, 168).

[3011

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/486-488.

[302]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/488-489.

[303]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/489.

[304]

Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, VII, 52-53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/489-490.
[3051

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/490.

r3061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/490.

[307]

Buharî, icâre 16, hb 33, 39; Müslim, selâm 66; Tirnıizî, tıb 20; tbn Mâce, ticârât 7; Ahmed b. Hanbel, III, 10, 44.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/491-492.
[308]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/492-495.

r3091

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/495.

[310]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/495.

mu

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/495.

[3]2]

Bu zatın isminin Alâka b. Sahhar veya Abdullah b. Aşîr olduğu söylenmektedir.

[313]

Ahmed b. Hanbel, V, 211.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/496.
[314]

Hicr, (14) 72.

[3151

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/496-497.

[3161

Müslim, müsâkât40,41;Tirmizî, büyü 46; Nesai, sayd 15, Ahmed b. Hanbel, 1 1 1,464, 465; IV, 140.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/497.
[317]

Buhari, Buyu' 1 12; Mtislüm, Musakat 40, 41.

[318]

Ahmet b. Hanbel, 1. 278, 279; Ebu Davud Buyu' 63.

[3191

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/497-500.

T3201

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/500.

[321]

Tirmizî, büyü 47; İbn Mâce, ticârât 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/500.
[3221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/500-501.

[3231

Buharî, büyü 39, icâre 18; Müslim, müsâkât 6,5; İbn Mâce, ticârât 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/501.
[3241

Buharî, İcâre 17, büyü 39,95; Müslim, müsâkat 62; Tirmizî, büyü 48; Dârimî, büyü 79; Muvatta, isii'zan 26.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/501.
[3251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/501-502.

[3261

Buharî, icâre 20; Dârimî, büyü 78; Ahmed b. Hanbel, III, 287, 382.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/502.
[3271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/502.

[3281

Ahmed b. Hanbel IV, 341.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/502-503.
[3291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/503.

r3301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/503.

[331]

Concordance bu bab'a numara vermemiştir.



T3321

Buharı, büyü 1 13; Tilmizi, büyü 46.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/504.
[3331

En'am, (6) 59.

1334]

Lokman, (31) 34.

[335]

Nemi, (27) 65.

T3361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/504-505.

1337]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/505.

[338]

Buharı, icâre 21; Tirmizî, büyü 45; Nesâî, büyü 94; İbn Mâce, ticârât 9; Dârimî, büyü 80.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/505-506.
[339]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/506.

[3401

Buradaki şüphe raviye aittir.

1341]

Ahmedb. Hanbel, I, 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/507-508.
1342]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/508.

1343]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/508.

[344]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/509.

1345]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/509.

1346]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/509.

1347]

Buharı, müsâkât 17, büyü 90; Müslim, büyü 78; Tirmizî, büyü 25;Nesâî, büyü 95; İbn Mâce, ticârât 31; Dârimî, büyü 27; Mâlik, büyü 2; Ahmed
b. Hanbel, II, 9, 78, 82, III, 301, 310.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/509-510.
I34J1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/510-511.

13421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/511.

[350]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/51 1.

1351]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/512.

1352]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/512.

1353]

Buharî, büyü 71; Müslim, Büyü 14; Nesâî, büyü 17,20, 21; İbn Mâce, ticârât 13; Dâri-mî, büyü 33; Ahmed b. Hanbel, II, 7, 22, 63.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/512.
1354]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/513-514.

1355]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/514.

1356]

Müslim, büyü 16, 17; Tilmizi, büyü 12; Nesâî, büyü 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/514-515.
[357]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/515.

1358]

Buharî, büyü 58, 64; Müslim, büyü 11; Tirmizî, büyü 65; Nesâî, büyü 17, 19, 21; İbn Mâce, ticârât 14; Dârimî, büyü 33; Muvatta, büyü 96.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/515-516.
1359]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/516.

[360]

Buharî, büyü 58, 64, 68, 69, 70, 71, icâre 14; Müslim, büyü 11, 12, 18, 19, 20, 21; Nesâî, büyü 18; İbn Mâce, ticârât 15; Tirmizî, büyü 17, 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/516-517.
[361]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/517-518.

1362]

Nesâî, büyü 18.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/518-519.
1363]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/519.



[3641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/519-520.

[365]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/520.

1366]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/520.

[367]

"Satmasın" diye terceme ettiğimiz fiil, bazı nüshalarda nehy sigası ile, bazılarında ise nefy sigası ile şeklindedir. Buradaki nefy de nehy
manasınadır.
T3681

Müslim, büyü 20; Tirmizî, büyü 13; Nesâî, büyü 17; İbn Mâce, ticârât 15; Ahmed b. Hanbel, III, 307, 3 12, 386, 392.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/520-521.
1369]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/521.

[3701

Buharı, büyü 64; Müslim, büyü 1 1, 23, 24, 25; Muvatta, büyü 96; Ahmed b. Hanbel, 246, 410, 420, 465.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/521-522.
[371]

Müslim'in bir rivayetinde; "Bir sa'hurma ile, buğdayla değil" denilmektedir. Müslim, büyü 25; Tirmizî, büyü 29; Nesâî, büyü 14; tbn Mâce,
ticârât 42: Dârimî, büyü 19.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/522.
[372]

Buharı, büyü 64, 65.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/522.
[373]

Tereddüt ravilerden birisine aittir.

[374]

İbn Mâce, ticârât 42.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/523.
[375]

Bakara, (2) 194.

[376]

Nahl, (16) 126.

[377]

Bk. Hidâye, III, 27.

[378]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/523-526.

[379]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/526-527.

[380]

Ma'mer b. Abdillab b. Nâfı b. Nefle. İlk müslüman olanlardandır. Hem Habeşistan'a hem de Medine'ye hicret etmiştir. İbn Abdilberr'in
belirttiğine göre, Adiy oğullarının ileri gelenlerindendir.
[381]

Müslim, müsâkât 129, 130; Tirmizî, büyü 40; İbn Mâce, ticârât 6; Dârimî, büyü 12; Ahmed b. Hanbel, III, 453, 454.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/527-528.
[3821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/528.

[3831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/529-530.

[3841

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/530.

[3851

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 2/530-53 1 .

[3861

İbn Mâce, ticârât 52; Ahmed b. Hanbel, III, 419.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/531.
[3871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/53 1-532.

[388]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/532.

[389]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/533.

f3901

Tirmizî, büyü 73; İbn Mâce, ticârât 27.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/533-534.
[3911

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/534-535.

[3921

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/535.

[3931

Müslim, iman 164; Tirmizî, büyü 72; İbn Mâce, ticârât 36; Dârimî, büyü 10; Ahmed b. Hanbel, II, 242.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/535.
[3941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/535.



T3951

İbrahim, (14) 36.

T3961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/536-537.

1397]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/537.

1398]

Buharî, büyü 19, 22, 42, 43, 44, 46, 47; Müslim, büyü 43, 46, 47; Nesâî, büyü 4, 8, 9, 10; Tirmizî, büyü 26; îbn Mâce, ticârât 17; Dârimî, büyü
15; Muvatta, büyu 79.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/537.
[3991

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/537-539.

KOOl

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/540.

[401]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/540.

1402]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/540-541.

1403]

Tirmizî, büyü 26; Nesâî, büyü II; Ahmet b. Hanbel, II, 183.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/541.
r4041

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/541-543.

1405]

Tirmizî, büyü 26; İbn Mâce, ticârât 17; Ahmed b. Hanbel, I, 59.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/543-544.
[4061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/544.

[407]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/544-545.

r4081

Tâbiûn âlimlerinden birisidir.

T4091

Tirmizî, büyü 27; ibn Mâce, ticârât 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/545.
[410]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/545-546.

[ili]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/546.

[412]

Buharı, büyü 19,22,44,46; Müslim, büyü 47; Tirmizî, büyü 26; Nesâî, büyü 4,8; Dârimî, büyü 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/546-547.
[413]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/547.

[414]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/548.

[415]

tbn Mâce, ticârât 26.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/548.
[416]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/548-549.

[417]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/549.

[418]

Selem akdi İle ilgili bilgi 3463 nolu hadiste gelecektir.

[Ü9]

Serahsî, el-Mebsût, XIII, 8.

[420]

Hattâbî'nin bu .konuda verdiği misal köle ve cariyedir. Bu gün böyle bir mal bulunmadığı için biz birimleri de değiştirerek at ve kısrağı misâl
verdik.
[421]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/550-552.

[422]

Ahmed b.Hanbel, II, 84.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/552-553.
[423]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/553-556.

[424]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/556.

[425]

Buharı, selem 1, 2, 7; Müslim, müsâkât 127, 128; Tirmizî, büyü 68; Nesâî, büyü 63; İbn Mâce, ticârât 59; Dârimî, büyü 45; Ahmed b.Hanbel, I,
217, 222,282.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/556-557.
[426]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/557-558.



T4271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/558.

1428]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/558-560.

14291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/560.

1430]

Buharî'nin rivayetinde bu ravi; Abdullah b. Ebî Mücâlid olarak gösterilmiştir. Buradaki lereddüd ravive aittir.

[431]

Buharı, selem 2; İbn Mâce, ticârât 59.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/560-561.
1432]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/561-562.

1433]

"İbn" kelimesi bazı nüshalarda yer almamıştır.

[434]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/562.

1435]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/562.

1436]

Bir nüshada; "zeytinyağı" yerine "kuru üzüm" denilmektedir. Bu ihtilâf bu kelimelerin arapçalarmin yazıhşlanndaki benzerlik yüzünden olsa
gerektir. Yani bu bîr yazı hatasıdır.
[437]

Buharı, selem 7.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/562-563.
[438]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/563.

[439]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/7.

r4401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/7-8.

[441]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/8.
[442]^

tbn Mâce, ticârât 60.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/8-9.
[443]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/9-10.

[4441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/10.

[445]

Müslim, müsâkat 18; Nesâî, büyü 30,95; İbn Mâce, ahkâm 25; Ahmed b. Hanbel III, 36.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/10.
f4461

Hanefılere göre; borcunu ödeyemeyen borçlunun gerçekten malının olmadığını anlayabilmek için, buna yetecek kadar bir müddet hapsi caizdir.
Yalnız bu bir ceza değil, borçlu malım gizlemişse onu çıkarması için bir müeyyidedir.
[447]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/10-12.

[448]

Müslim, müsâkât 14; Nesâî, büyü 30; İbn Mâce, ticârât 33; Dârimî, büyü 22; Ahmed b. Hanbel, V, 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/12-13.
[449]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/13-14.

[450]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/14.

[451]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/14.

[452]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/14-15.

[453]

Buharı, müsâkât 3; Müslim, müsâkât 37; Tirmizî, büyü 44; İbn Mâce, rühûn 19; Nesâî büyü 89; Ahmed b. Hanbel, II, 463.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/15.
[454]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/15-17.

[455]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/17.

[456]

Buharı, eşribe 10, tevhid ve'ş-şehâdât 22, ahkâm 48; Nesâî, Müslim, eymân 173, 174; büyü 6; İbn Mâce, ticârât 30; Ahmed b. Hanbel, II, 480.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/17.
[457]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/18-19.

[458]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/19.



[459]

Buharı, eşribe 10, tevhid ve'ş-şehâdât 22, ahkâm 48; Müslim, eymân 173, 174; Nesâî, büyü 6; İbn Mâce, ticârât 30; Ahmed b. H A nbel, II, 480.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/19.
r4601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/19-20.

[461]

Sahâbîlerden olduğu söylenmektedir. Hadisi, bizzat şahid olarak değil, babasından duyarak nakletmiştir.

1462]

Dârimî, büyü 70; Ahmed b. Hanbel, III, 480, 481.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/20-21.
[4631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/21.

T4641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/21.

1465]

tbn Mâce, rühûn 6; Ahmed b. Hanbel V, 364.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/21-22.
[4661

Şerhu Fethi'l-Kadîr, VI, 56.

1467]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/22-23.

T4681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/23.

[4691

Ebû Avf el-Müzenî, sahâbîdir. Sünen sahipleri ve Ahmed b. Hanbel, kendisinden bu hadisi rivayet etmişlerdir. Begavî ve İbnü's-Siekkîn, başka
hadis rivayet etmediğini söylerler.
[470]

Müslüm, müsâkat 34, 35; Tirmizî, büyü 44; Nesâî, büyü 94; İbn Mâce, rühün 18; Dârimî, rühün 69; Ahmed b. Hanbel, III, 338, 339, 356, 417.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/23-24.
[471]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/24.

[472]

Tirmizî, büyü 49; Nesâî, büyü 92, sayd 16; İbn Mâce, ticârât 9; Ahmed b. Hanbel, III, 339, 349, 386.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/24-25.
[473]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/25-26.

[4741

Tirmizî, büyü 49; İbn Mâce ticârât 9; Nesâî, büyü 92.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/26.
[4751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/26.

[4761

Buharı, büyü 113, icâre 20, talâk 51, tıb 46; Müslim, müsâkât 39; Tirmizî, büyü 46,. nikâh 36,tib 23; Nesâî, büyü 91; İbn Mâce, ticârât 9; Mâlik
büyü 68; Dârimî, büyü 34; Ahmed b. Hanbel IV, 119, 120.'
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/27.
[4771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/27-28.

[4781

Nesâî, büyü 91, sayd 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/28.
[4791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/28-29.

[4801

Buharî, büyü 1 12.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/29.
[4811

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/29.

[482]

Nesâî, sayd 15.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/29-30.
[483]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/30.

[4841

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/30.

[4851

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/3 1-32.

[4861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/32.

[487]

Buharı, büyü 112; Müslim, müsâkât 71; Tirmizî, büyü 60; Nesâî, buyu 93, fer' 8; İbn Mâce, ticârât II; Ahmed b. Hanbel, II, 213, 362, 512.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/32-33.
[4881

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/33-35.



T4891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/35.

T4901

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/35.

[491]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/35-36.

1492]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/36.

1493]

Dârimî, eşribe 9; Ahmed b. Hanbel, IV, 253.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/36.
[4941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/37.

[495]

Buharı, büyü 105; Müslim, müsâkât 69, 70; eşribe 83; İbn Mâce, eşribe 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/37.
[4961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/37-38.

[497]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/38.

[498]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/38.

[4991

Buharı, büyü 51, 54, 55; Müslim, büyü 32; Nesâî, büyü 55; tbn Mâce, ticârât 37; Dâri-mî, büyü 25; Mâlik, büyü 40.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/38-39.

rşooı

Bidâyetü'l-Miictehid ve Nihâyefü'l-Muktesid, II, 144.

[501]

İ'lâü's-Sünen, XIII, 227.

[502]

Kamil Miras, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, VI, 446 (Hadis no: 991).

[5031

Aynı eser, VI, 450 (Hadis no: 992).

[504]

M.Sofuoğlu, Sahih-i Müslim ve Tercemesi, V, 21 (Had.no: 1525).

[505]

H.Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, VI, 216.

[506]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/39-42.

[507]

Müslim, müsâkât 33; Nesâî, büyü 57; Mâlik, büyü 42; Ahmed b. Hanbel, II, 3 1 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/42.
r5081

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/42-44.

[509]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/44.

[510]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/44-45.

mu

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/45.

[512]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/45.

[513]

Hadisi Ebû Davud'a İbn Ebî Şeybe'nin oğullan Ebû Bekir ve Osman haber vermişlerdir. Gelecek bölüm, sadece Ebû Bekir'in rivayetinde vardır.

[5141

Buharı, büyü 51; Müslim, büyü 31, 39; Nesâî, büyü 55.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/45-46.
[515]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/46.

[516]

Buharı, büyü 55, 56; Müslim, büyü 30; Nesâî, büyü 55; İbn Mâce, ticârât 37; Ahmed b. Hanbel, I, 270, 285,368.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/46-47.
[517]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/47-48.

[518]

Buharı, büyü 54; Müslim, büyü 38; Nesâî, büyü 57.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/48.
[519]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/48-49.

[520]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/49.

[52jJ

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/50.



[522]

Buharı, büyü 48, istikraz 19, husümât 3; Müslim, büyü 48; Nesâî, büyü 5 1 ; Tirmizî, büyü 98.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/50.
1523]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/50-52.

1524]

Tirmizî, büyü 28; Nesâî, büyü I2;îbn Mâce, ahkâm 24; Ahmed b. Hanbel, III, 217.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/52.
1525]

Nisa, (4) 5.

[526]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/53-55.

1527]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/55.

mm

Ibn Mâce, ticârât 22; Mâlik, büyü I.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/55.
[529]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/55-56.

1530]

Tirmizî, büyü 19; Nesâî, büyü 60; İbn Mâce, ticârât 20; Ahmed b. Hanbel III, 402, 434.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/57.
[531]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/57-58.

1532]

Tirmizî, büyü 19; Nesâî, büyü 60, 72; İbn Mâce, ticârât 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/58.
[533]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/58-60.

[534]

Buharî, vekâlet 8, büyü 34; Müslim, müsâkât 109; Nesâî, büyü 77; İbn Mâce, ticârât 29; Ahmed b. Hanbel, III, 299.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/60.
1535]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/60-61.

1536]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/62-64.

1537]

İbn Mâce, ticârât 44; Dârimî, büyü 18; Mâlik, büyü 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/64.
[538]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/64-65.

1539]

et-Tehanevî, İ'lâü's-Sünen, XIII, 98.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/65-66.
[540]

Tirmizî, büyü 53; Nesâî, büyü 15; İbn Mâce, ticârât 43; Ahmed b. Hanbel, VI, 49,208, 237.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/66.
1541]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/66-67.

[542]

Tirmizî, büyü 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/67.
[543]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/67-69.

[544]

Abdurrahman'm dedesidir.Babası;Kindeli Kays'tır.Annesi Hz. Ebu Bekir'in kız kardeşidir. Kendisini El-Mıuhtar öldürmüştür.Ebu Zekeriyya el-
Ezdi'nin haberine göre ebu Zübeyr onu Mevsıl (Musul)'a tayin etmiştir. İbn Habban onu, sika raviler arasında sayar.
[545]

Nesai, buyu 86.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/69-70.
[546]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/70.

[543

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/70-72.

I54J]

Müslim, müsâkat 135; Nesâî, büyü 80, 108; Ahmed b. Hanbel, III, 316.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/72.
[549]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/72-75.

rssoı

Bu cümle bazı nüshalarda; "Taksim edilmeyen her malda..." şeklindedir.

[551]

Buharî, büyü, 96, 97, şirket 8, şüfa 1; Tirmizî, ahkâm 33; İbn Mâce, şüfa 3; Nesâî, büyü 109; Mâlik, şüfa 1,4; Ahmed b. Hanbel, III, 296, 399.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/75-76.



[552]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/76.

[553]

İbn Mâce, şüf a 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/76-77.
[554]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/77.

f5551

Buharı, şüf a 2; Nesâî, büyü 109; İbn Mâce, şüf a 2, 3; Tirmizî, ahkâm 33; Ahmed b. Hanbel, IV, 389, 390.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/77.
f5561

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/77-78.

[557]

Tirmizî, ahkâm, 31,32.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/79.
[5581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/79.

[5591

Tirmizî, ahkâm 32; Nesâî, büyü 109; İbn Mâce, şüf a 6; Ahmed b. Hanbel, VI, 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/79.
1560]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/79-80.

[561]

Müslim, müsâkat 24, 25; Tirmizî, büyü 36; Nesâî, büyü 95; İbn Mâce, ahkâm 26; Mâlik, büyü 88; Dârimî, büyü 51.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/80-81.
[562]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/81-82.

[563J

îbn Mâce, ahkâm 26.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/82.
[564]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/82-83.

[565]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/83.

T5661

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/83-84.

[567]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/84.

[568]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/84-85.

[569]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/85.

[570],

İbn Mâce. ahkâm 26.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/85.
[5711

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/85-86.

[5721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/86-87.

[573]

Nisa. (4) 29.

[5741

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/87-88.

[5751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/88.

[5761

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/88.

[577]

Buharı, rehn 4; Tirmizî, büyü 31; İbn Mâce, rühûn 2; Ahmed b. Hanbel, II, 228,472.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/89.
[578]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/89-92.

[5791

Yûnus, (10)62.

r5801

Tirmizî, zühd 53; Ahmed b. Hanbel, V, 229, 239, 328;'341, 342, 343.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/92-93.
[581]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/93-94.

[582]

Nesâî, büyü l;İbn Mâce, ticârât 1; Dârimî, büyü 6; Ahmed b. Hanbel, VI, 3 1, 42, 177, 193,220.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/94.
[583]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/94-95.



[5841

Nesâî, büyü 1 ; İbn Mâce, ticârât 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/95.
[585]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/95-96.

[5861

îbn Mâce, ticârât I.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/96.
JW1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/96-97.

T5881

Nesâî, büyü 95.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/97.
[5891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/97.

[590]

Hind; Utbe b. Rabîa'mn kızı, Ebû Süfyân'in hanımıdır. Müslüman olmazdan önce, Hz. Peygamber (s.a)'e kin ve buğzla dopdolu idi. Bu halini, bu
hadisin Buharî'nin Nafakât ve Ahkâm bahislerindeki rivayetinde bizzat kendisi şu sözleri ile dile getirmiştir: "Ya Rasûlallah! Vaktiyle senin hanedanın
kadar zül ve harabını istediğim hiçbir ev, hiçbir aile yoktu. Bugün ise yeryüzünde sabahlayan hiçbir çadır ehli yoktur ki, bana senin ailen kadar sevimli
olsun..."

Hind'in İslâm'a ve müslümanlara olan kininin en fenası Uhud Savaşında sergilenmiştir. Hind, bu savaşta müşrikleri müslümanlara karşı kışkırtmış,
şiirler söylemiştir. En fenası, şehit düşen Hz. Hamza'nm ciğerini çiğnemiştir.

Hind, kocası Ebû Süfyân ile birlikte Mekke fethi günü müslüman olmuştur. Yermük muharebesine kocası ile birlikte katılmış, bu seferde ateşli

hitabeleriyle İslâm askerlerini coşturmuş, harekete geçirmiştir.

1591]

Buharı, büyü 95, nafakât 9, 14, ahkâm 14; Müslim, akdıye 7; İbn Mâce, ticârât 65; Nesâî, kudât 31; Dârimî, nikâh 54.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/98.
[592]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/99-100.

[593]

Buharı, büyü 95, nafakât 9, 14; Müslim, akdıye 7; Nesâî, kudât 3 1 ; Dârimî, nikâh 54; Ahmed b. Hanbel, VI, 39, 50, 206.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/100.
1594]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/100.

[595]

Tirmizî, büyü 37; Dârimî, büyü 57; Ahmed b. Hanbel, III, 414.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/100-101.
[596]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/101-102.

1597]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/102.

[598]

Tirmizî, büyü 37.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/103.
1599]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/103.

1600]

Buharî, hibe 1 1; Tirmizî, birr 34; Ahmed b. Hanbel, II, 359, IV, 189.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/103.
[60]]

Müddessir, (74) 6.

[602]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/103-105.

T6031

Tirmizî, menâkıb 73; Ahmed b. Hanbel, II, 292.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/105.
r6041

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/105.

[605]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/105-106.

[606]

Buharı, hibe 14, 30, cihâd 137, hıyel 14; Müslim, hibât 7, 8; Nesâî, hibe 2, 4, rukbâ 2; İbn Mâce, hibât 5; Ahmed b. Hanbel, I, 217, 250, 280.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/106.
[607]

Buharı, hibe 30; Nesâî, hibe 2; İbn Mâce, hibe 2, 5; Ahmed b. Hanbel, II, 182.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/106.
r6081

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/107.

r6091

Bk. Hadis no: 3530.

[610]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/107-109.

rem

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/109.



[612]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/109-1 10.

[613]

Telcie: Kâmus'ta "ikrah = zorlama" diye manalandmlır. Nihâye'de: İçi dışına zıt olan bir şeyi yapmaya zorlamak şeklinde izah edilir. Fıkıhta
telcie: Bir kimsenin, malını satmadığı halde, satmış gibi davranmasıdır. Buna "beyu'l-telcie" denir.
[614]

Buharı, hibe 12; Müslim, hibât 8, 9, 10, 17; Nesâî, nuhl 1; İbn Mâce, hibât 1; Tilmizi, ahkâm 30; Mâlik, akdıye 39; Ahmed b. Hanbel, IV, 268,
269,271,273.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/110-112.
[611]

Müslim, hibât 12; Nesâî, nuhl 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/1 12.
[616]

Nesâî, nuhl 1 .

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/1 12-113.
[61H

Müslim, hibât 8, 9, 10, 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/113.
[6181

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/1 13-115.

[6J9]

Nesâî, umrâ 5; tbn Mâce, hibât 7; Ahmed b. Hanbel, II, 221.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/115-1 16.
r6201

Nesâî, zekât 58, umrâ 5; İbn Mâce, hibât 7; Ahmed b. Hanbel, II, 179, 184, 207.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/116.
[621]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/116-117.

[622]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/117-118.

[623]

Buharı, hibe 32; Müslim, hibât 30, 32.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/118.
[624]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/118.

[625]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/118.

[626]

Müslim, hibâl 25; Nesâî, umrâ 4; Ahmed b. Hanbel, III, 304, 393.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/119.
[622]

Nesâî, umrâ 1 .

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/119.
[6281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/1 19.

[6291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/120.

[630]

Müslim, hibât 20, 21, 22; Tirmizî, ahkâm 15; Nesâî, umrâ 3; îbn Mâce, hibât 3; Mâlik, akdıye 43; Ahmed b. Hanbel, III, 312,-360, 386, 399.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/120.
[631]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/120-121.

[632]

Müslim, hibât 23.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/121.
[633]

Rukbâ: Bir kimsenin, başka birine: "Şu evimi oturman için sana veriyorum. Eğer ben senden evvel ölürsem ev senin, sen evvel ölürsen ev benim"
diyerek bir malını vermesidir. Bundan sonra gelecek olan babın hadisleri bu konudadır. Orada daha geniş İzahat verilecektir.

Hadis, umrâ ve rukbâyı menetmektedir. Bu men, yasaklama manasında değil, "rukbâ ve umrâ yoluyla mal vermeniz doğru değildir, bu malın zayiine
sebeptir" demektir. Ama yapılırsa sahihtir.

Bu hadisin, umrâ ve rakbâya cevaz veren hadislerden evvel varid olup, onlarla nes-hedilmiş olması da muhtemeldir.

Tıybî; hadisin manasında değişik bir mütalaada bulunmuştur. Şöyle ki: "Sonradan geri almak ümidi ile rukbâ veya umrâ yoluyla mal vermeyiniz.
Çünkü o mal, verildiği kimse ölünce size geri dönmez, onun vârislerine İntikal eder."

Bu anlayışa göre; rukbâ da umrâ hükmündedir. Umrâda mal, kendisine mal verilen kişinin vârislerine geçtiği gibi, rukbâda da, rukbâ yapılanın
vârislerine geçer. Ancak konu ihtilaflıdır. Meselâ, İmam A'zam'a göre rukbâ ariyet hükmündedir. Bundan sonraki babda konu izah edilecektir.
[634]

Nesâî, rukbâ 1 .

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/121-122.
[635]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/122.

[636]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/123-124.

[637]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/124.



[638]

Tinnizî, ahkâm 16; İbn Mâce, hibât 4; Nesâî, umrâ 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/124.
16321

Nesâî, umrâ I, 3; İbn Mâce, hibât 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/125.
r6401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/125.

[641]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/125-127.

[6421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/127-128.

[643]

El'den maksat, müsteîrin elidir. Yani kişi ariyet olarak aldığı malı sahibine verinceye kadar onu iade İle mükelleftir. Hadisi Semüre'den nakleden
ravi Hasen; onun "O eminindir, kendisine sorumluluk yoktur" dediğini rivayet etmiştir. Hadisi Hasen'den nakleden Katâde ise; Hasen'in bu sözü
unutarak yanlışlıkla söylediğine dikkat çekmekte ve aslında müsteîrin sorumlu olduğunu söylemektedir. Ancak, Katâde'nin söylediği bir zandır, delil
olamaz.
T6441

Tirmizî, büyü 39; İbn Mâce, sadakat 5; Ahmed b. Hanbel, III, 348, V, 8, 12, 13.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/128-129.
[645]

Ahmed b. Hanbel, III, 401, VI, 465.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/129.
[6461

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/129-130.

[647]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/130-13 1.

T6481

Tirmizî, vesâyâ 5; tbn Mâce, sadakat 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/131.
[642]

Ahmed b. Hanbel, VI, 465.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/131-132.
r6501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/132-136.

[651]

Buharî, mezâlim 34; İbn Mâce, ahkâm 14; Nesâî, nisa 4; Ahmed b. Hanbel, III, 105, IV, 188.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/136-137.
[652]

Nesâî, nisa 4.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/137.
[653]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/137-139.

£654]

İbn Mâce, ahkâm 13.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/139.
[6551

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/139-140.

[656]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/140.



20. CENAZELER BÖLÜMÜ

Cenazelerin Yıkanması (Gasledilmesi):
Cenazelerin Kefenlenmesi:
Cenaze Namazı:
Cenaze Duası Şudur:
Cenazeleri Kabre Götürmek:

1. Günahlara Keffâret Olan Hastalıklar

Salih Amel Sahibi Kişiyi Yolculuk Veya Hastalığın Bu Amellerinden Alıkoyması
Kadınları Ziyaret Etmek
Hastaları Ziyaret Etmek

2. Müslümanların İdaresi Altında Yaşayan Kâfirler (Zimmiler) Hastalandıkları
Zaman Ziyaret Etmenin Hükmü

Hastaları Ziyarete Yaya Olarak Gitmek

3. Hastayı (Abdestli Olarak) Ziyaret Etmenin Fazileti

4. Bir Hastayı Defalarca Ziyaret Etmek

5. Bir Kimseyi Göz Ağrısından Dolayı Ziyaret Etmek

6. Tâûn'dan Dolayı (Bir Memleketten) Çık(Ip Git)Mak

7. Ziyaret Sırasında Hastaya Şifa Bulması İçin Dua Etmek

8. Ziyaret Esnasında Hastaya Dua Etmek

9. Ölümü Temenni Etmek İyi Değildir

10. Ansızın Ölmek

11. Taun Hastalığından Ölen Kimsenin Fazileti

11- 12. Öleceği Anlaşılan Hastanın Tırnakları Kesilir Ve Eteği Tıraş Edilir

12- 13. Ölürken Allah'a (Güvenerek) Hüsnü Zanda Bulunmak Müstehabtır

13- 14. Ölüm Vakti Yaklaşınca Hastaya Temiz (Ve Güzel) Elbiseler Giydirmek
Müstehabdır

14- 15. Hasta Ölürken Yanında Söylenmesi Müstehab Olan Sözler

15- 16.(Hastanm Yanında La flahe İllallah Sözünü Söyleyerek) Telkinde Bulunmak

16- 17. Ölünün Gözlerini Yumdurmak

17- 18. (Musibete Uğrayınca) tnna Lillahi Ve tnna tleyhi Raciun Demek

18- 19. Ölünün Üstü Örtülür

19- 20. Ölmek Üzere Olan Bir Kimsenin Yanında (Kur'ân) Okumak
Okunan Kur'ân'dan Ölü Yararlanır Mı?

20- 21. Musibet Geldiği Zaman Oturmak
Abdullah B. Revaha'nın Ağlaması:

21- 22. Yakını Ölen Bir Kimseyi Teselli Vermek İçin Ziyaret Etmek (Ta'ziye)
Başsağlığı Dileme (Taziye)'nin Müddeti

Yakını Ölen Bir Kimsenin Gidip Mescitte Oturması

22- 23. Sabır (Felaketin İlk) Darbe(Sin)De (Olmalıdır)

23- 24. Ölüye Ağlamak

24- 25. (Ölüm Karşısında) Yüksek Sesle Ağlamak

25- 26. Ölünün Aile Halkı İçin Yemek Hazırlamak
Açıklama

26- 27. Şehid(ler) Yıkanır (Mı?)

27- 28. Cenaze Yıkanırken Üzeri Örtülür

28- 29. Ölü Nasıl Yıkanır

29- 30. (Ölüyü) Kefen (Lemek)

30- 31. Haddinden Fazla Pahah Kefen Kullanmak Mekruhtur
Hazreti Mus'ab Bin Umeyr (r.a)

Hazreti Habbab Bin Eret (r.a.)



31- 32. Kadın (ların) Kefeni

32- 33. Ölüye Misk Sürmek

33- 34. Cenazeyi Definde Acele Etmek (Sebepsiz) Bekletmek, Mekruhtur

34- 35. Cenaze Yıkamaktan Dolayı Gusl Etmek

35- 36. Ölüyü Öpmek
Osman b. Maz'un (r.a):

36- 37. (Ölüyü) Geceleyin Defnetmek

37- 38. Ölüyü (Vetat Ettiği) Memleketten Başka Memlekete Götürme (Nin
Kerahati)

38- 39. Cenaze Üzerine Saf Bağlama Saflar(In Tertibi Ve Sayısı)

39- 40. Kadınların (Yürüyerek Kabre Kadar), Cenazeleri Takip Etmeleri

40- 41. Cenaze Namazı (Kılma)Nın (Ve Uğurlamanın) Fazileti

41- 42. Cenazenin Âteşle Uğurlanması (Caiz Midir?)

42- 43. Cenaze İçin Ayağa Kalkmak

43- 44. Cenazeyi Uğurlarken (Bir Hayvana Ve Bir Şeye) Binmek

44- 45. Cenazenin Önünde Yürümek

45- 46. Cenazeyi (Defnetmekte) Acele Etmek

46- 47. İmam, intihar Eden Bir Kimsenin Namazını Kılar Mı?

47- 48. Had Cezasından Dolayı Öldürülen Bir Kimsenin Cenaze Namazı Kılınır Mı?

48- 49. Çocuğun Cenaze Namazını Kılmanın Hükmü

49- 50. Cenaze Namazını Mescidde Kılmak

50- 51. Cenazeyi Güneş Doğarken Ya Da Batarken Gömmenin Hükmü

52. Bir Kadın Cenazesiyle Erkek Cenazesi Birlikte Getirildikleri Zaman, Hangisi
t mama Daha Yakın Olarak Konur?

51- 53. İmam Namazını Kılacağı Cenazenin Ne Tarafında Durur?

52- 54. Cenaze Namazı Kılarken Kaç Tekbir Alınır?

53- 55. Cenaze Namazında Ne Okunur?

54- 56. Cenazeye Dua Etmek

55- 57. Kabir Üzerine Cenaze Namazı Kılmak (Caiz Midir?)

56- 58. Küfür Diyarında Ölen Bir Müslümanın Cenaze Namazi

57- 59. Birden Fazla Ölüyü Bir Kabre Kovmak Ve Kabirlere Alamet Koymak

58- 60. Mezar Kazan Kimse Kemik Bulunca Oradan Ayrılıp Mezarı Başka Bîr
Yerde Kazması Mı Gerekir?

59- 61. Kabrin Kıble Tarafına Boydan Boya Çukur Açmanın Hükmü

60- 62. Cenazeyi Defnetmek İçin Kabre Kaç Kişi Girebilir?

61- 63. Cenaze Kabre Ayak Ucu Tarafından İndirilir

62- 64. Cenaze Kabre İndirilirken Kabrin Yanında Nasıl Oturulur?

63- 65. Cenaze Kabre Konurken Ona Dua Etmek

64- 66. Müşrik Bir Akrabası Ölen Kimse (Onun Teçhiz Ve Tekftniyle İlgilenmekle
Mükellef Midir?)

65- 67. Kabri Derince Kazmak

66- 68. Kabir(lerin Yüksekliğini Ver Seviyesine İndirmek

67- 69. (Cenazeyi Defnettikten Sonra) Kabrin Yanında Ölü İçin İstiğfar Etmek

68- 70. Kabrin Yanında Kurban Kesmek Mekruhtur

69- 71. (Defnedildikten) Bir Süre Sonra Cenazenin Kabri Üzerine Namaz Kılma(nın
Hükmü)

70- 72. Kabir Üzerine Bina Yapmak

71- 73. Kabir Üzerine Oturmak Mekruhtur

72- 74. Kabirler Arasında Ayakkabıyla Yürümenin Hükmü

73- 75. Bir Hadiseden Dolayı Cenazeyi Kabrinden (Çıkarıp) Başka Bir Kabre



Nakletmek Caiz Midir?

74- 76. Ölünün İyiliklerini Anmanın Hükmü

75- 77. Kabir Ziyareti

76- 78. Kadınların Kabir Ziyareti

77- 79. İnsan Mezarlığı Ziyaret Ederken Veya Oradan Geçerken Ne Der?

78- 80. İhramlı İken Ölen Bir Kimseye Nasıl Bir İşlem Yapılır?



20. CENAZELER BÖLÜMÜ



Cenaze bölümünün namaz bölümünden sonra yazılması, daha uygun olurdu. Ancak
haraç bölümünün son babı içinde gömülü bulunan cahiliyye dönemine ait kabirlerin
açılmasıyla ilgili olduğundan musannif Ebu Davud (r.a) sözü geçen bab ile cenaze
bölümü arasında bir ilgi görerek cenaze bölümünü haraç bölümünden sonra ele
almıştır.

Cenaze: "Ölü" demektir. Çoğulu cenaiz gelir. "Cinaze" ise Ölünün üzerine konduğu
tabut anlamına gelir. Ölen bir müslümanı yıkamak, kefenlemek namazını kılıp
defnetmek müslümanlar için farz-ı kifayedir. Bu vazifeyi hiç kimse yapmazsa, o
bölgedeki bütün müslümanlar mesuliyet altına girmiş olur. Bir kısmı yaparsa
diğerlerinden mesuliyet düşer.

Ölmek üzere olan bir müslümanı -onun için eziyet değilse- kıbleye karşı sağ tarafına
çevirmek sünnettir. Yüzü mümkün olduğu kadar kıbleye gelmek üzere başı
yükseltilerek kıbleye doğru arka üzeri yatırmak da caizdir. Kelime-i tevhidi telkin
etmek sünnettir. Fakat "Sen de oku" diyerek zorlamamak gerekir. Telkin, tevbeyi de
içine alacak şekilde:

"Allah' dan mağfiret diler ve ona tevbe ederim ki, ondan başka hak ma-bud yoktur, O
diridir, kayyumdur" denebilir. Bir hadis-i şerifte "Son sözü la ilahe illallah olan kimse

01

cennete girer" buyurulmuştur.

Akrabasının, arkadaşlarının, komşularının ölmek üzere olan kimsenin yanında
bulunması müstehabdır. Telkin, kıbleye çevirme gibi vazifeleri yerine getirirler,
hastaya su verirler.

Yine ölmek üzere olan birisinin yanında Yasin ve Ra'd sûrelerinin okunması da
müstehaptı-r.

Hasta ölünce ağzı kapatılır, çenesi bağlanırve gözleri yumulur. Bunları yaparken
"Allah'ın ismini zikir ile ve Rasulullah'm milleti üzerine (ölmüş olsun) Ya ilahi işini
kolaşlaştır, ilerisini kolaylaştır, onu cemalinle mesut et. Yöneldiği âlemi çıktığı
âlemden hayırlı kıl" denir.

Sonra ölünün üzerine bir örtü çekilir. Yanında güzel koku bulundurulup tütsü yakılır.
Şişmemesi için karnının üzerine demir parçası, ayna gibi bir şey konur. Elleri
yanlarına uzatılır, göğsüne konmaz. Yıkanmadıkça yanında Kur'ân okunması
mekruhtur. Yanında, cünüp, hayız ve nifas halinde olan kimse bulunamaz. Yıkanması

m

ve defni için mümkün olduğu kadar acele edilir.
Cenazelerin Yıkanması (Gasledilmesi):

Ölü teneşir üzerine ayakları kıbleye doğru gelmek üzere arka üstü yatırılır. Etrafı
tütsülenir. Göbeğinden dizlerine kadar olan avret mahalli örtüldükten sonra elbisesi
çıkarılır.

Cenaze yıkayan, yıkama (gasl) farizasını yerine getirmeye niyet etmeli, besmele ile
başlamalı ve gasl bitinceye kadar "Ey rahman, ölü için mağfiretini dilerim" demelidir.
Yıkayıcı önce eline bez sararak örtünün altından avret yerini yıkar, sonra abdest aldırır
yüzünü yıkar, yalnız dudaklarının içini, burun deliklerini, göbek çukurunu siler,sonra
elleriyle kollarını yıkar, başını meshedip ayaklarını yıkar. Küçük çocuğa bu şekilde



abdest aldırmak gerekmez.

Üzerine ılık su dökülür. Başı ve varsa sakalı sabunlu su ile yıkanır. Sol tarafına
çevrilerek sağ tarafı bir defa sonra sağ tarafına çevrilerek sol tarafı da bir defa yıkanır.
Bu şekilde sağ ve sol tarafları üçer defa yıkanır. Sonra ölü oturtularak karnı ezilir bir
şey çıkarsa sadece o yıkanır.

Cenazeyi yıkamak için su bulunmadığı vakit teyemmüm ettirilir. Cenaze yıkandıktan
sonra kurulanıp kefenlenir.

Ölüyü kendisine en yakın birisi veya ahlâkı en iyi olan ve cenaze yıkamasını bilen
birisi yıkamalıdır. Erkeği erkek, kadım kadın yıkar. Bir kadın kocasını yıkayabilir.

Fakat, Hanefi mezhebine göre koca karısını yıkayamaz.

Cenazelerin Kefenlenmesi:

Erkeğin kefeni yensiz, yakasız, dikişsiz bir gömlek bir don ve eteklik bir de sargı
yerini tutan üç kat bezdir. Gömlek boyundan ayağa kadar olur. Baş ve ayak tarafından
düğümlenir.

Kadının kefeni bunlara ilâve olarak bir baş örtüsü, bir de göğüs örtüsü olmak üzere
beş kattır. Sünnet olun kefen budur. Kefenlendikten sonra cenaze namazı kılmabilir.

141

Cenaze Namazı:

Cenaze namazı aslında ölü için duadır ve farz-ı kifayedir. Şartı niyettir. Bu niyette
ölünün erkek, kadın, kız veya oğlan çocuğu olduğu belirtilir. Cenaze namazında
cemaat şart değildir. Bununla birlikte cemaatin üç saf olması daha sevaphdır. Namazı
kıldıracak imam da imamlık şartlarının bulunması lazımdır. Bütün namazlarda şart
olan taharet, setr-i avret (avret yerini örtmek) istikbal-i kıble (kıbleye yönelmek)
niyetten başka cenaze namazı için altı şart daha vardır:

1. Ölünün müslüman olması,

2. Ölünün temiz olması, yıkanıp kefenlenmiş olması,

3. Cemaatin önüne konmuş olması,

4. ölünün tamamı, bedenin çoğu 4eya hiç olmazsa baş ile beraber yarısının mevcut
olması. Buna uymayan ölüler bir beze sarılarak namaz kılınmadan gömülür.

5. Namazı kılan kimsenin özürsüz olarak binekli veya oturur olmaması.

6. Cenazenin yere konmuş olması. Namaz kılınmanın mekruh olduğu üç vakitten
başka her zaman cenaze namazı kılınır.

Cenaze namazının rükünleri, dört tekbir ile kıyamdır. Kur'ân okumak, rüku ve secde
yoktur.

Cenaze namazı şu şekilde kılınır: İmam, ölünün göğsü hizasına durur.
Cenaze namazının başına yetişmeyen kimse hemen iftitah tekbirini alıp imama uyar.
Diğer tekbirleri imam ile birlikte alarak geçirmiş olduğu tekbirleri imam selam
verdikten sonra ye cenaze kalkmadan önce birbiri ardına kaza eder. Cenaze namazı
dört tekbirden ibarettir, ilk tekbirde eller kaldırılır, ondan sonraki tekbirlerde
kaldırılmaz, ilk tekbirden sonra Allah Teâlâ'-ya hamd olarak "sübhaneke" okunur.
İkinci tekbirden sonra Hz. Peygambere selatü selam = (Allahümme salli ve



Allahümme barik) getirilir. Üçüncü tekbirden sonra namaz kılan cenaze duasını veya
Fatiha gibi kolayına gelen bir âyeti okur. Dördüncü tekbirin akabinde de selam verilir.
Iİ1

Cenaze Duası Şudur:

(Namazın üçüncü tekbirinden sonra okunur.

"Allah'ım, bizim dirimizi, ölümüzü, burada bulunanımızı, bulunmayanımızı,
küçüğümüzü, büyüğümüzü, erkeğimizi, kadınımızı, yarlığa, affet. Allah'ım içimizde
yaşattıklarını müslüman olarak yaşat, öldürdüklerini de mü'min olarak öldür. Özellikle
bu ölüye cennet kokusu, istirahat, af ve rıza nasib et.

Allah'ım bu ölü iyilik işlemişse onun mükâfatını artır, kötülük işlemişse, ondan vazgeç
onu affet ona emniyet, müjde, kerem ve yüksek mertebe ver. Ey merhametlilerin en
[61

merhametlisi."

Çocuğun namazında üçüncü tekbirden sonra:

' [21

diye dua edilir.

Cenaze namazında kıraat ve tahiyyata oturmak diye bir şey yoktur.
Doğan bir çocuktan ses duyulursa ismi konulur. Yıkanır ve namazı kılınır. Ses

[81

duyulmazsa bir beze sarılarak gömülür, namazı kılınmaz.

Düşüğe, ölü doğan çocuğa namaz kılınmaz. Sadece ad takılarak yıkanır ve bir beze
sarılarak gömülür. Doğar doğmaz ölen çocuk ise yıkanır ve namazı kılınır. İntihar
eden, idam olunan kimseler yıkanır, kefenlenir namazı da kılınır. Anne veya baba
katilinin, öldürülen yol kesici ve eşkiyanm namazı kılınmaz. Cenaze namazını

[91

kabristanda kılmak mekruhtur.
Cenazeleri Kabre Götürmek:

Cenaze taşımak ibâbettir. Tabutu dört tarafından dört adamın omuzlaması sünnettir.
Evvela tabutun sol ön ve arka tarafından, sonra sağ Ön ve arka tarafından omuzlanır.
Böylece dört tarafından onar adım götürülmüş olur. Hz. Peygamber: "Bir kimse
cenazeyi kırk adım götürürse, din kardeşine ait vazifesini yerine getirmiş olur,

[îoı

kendisinin kırk büyük günahı affolunur. " buyurmuştur.

Cenaze biraz acele götürülmelidir. Arkasından yürümek Önünde yürümekten daha
sevaptır. Cenazeyi gündüz gömmek müstehabtır. Cenaze kabre konulacağı zaman, bir
kaç kişi cenazeyi tabuttan alarak Kıbleye doğru kabre indirip, sağ tarafına yatırılır.
Yatırırken: "Bismillâhi ve billahi ve alâ milleti rasûlillah" denir. Kefen baş ve ayak
tarafından çözülür. Kadını kabre kendi mahreminin indirmesi daha iyidir. Bundan
sonra kabir örtülerek Yasin, Tebareke, îhlas, Muavvizeteyn, Fatiha okunur. Daha
sonra herkes işine gücüne dağılır. Cemaatten birisi cenazeye telkin vermek üzere bir
miktar kalır.

Ölü gömüldükten sonra, ölünün hısım ve yakınlarına baş sağlığı dilemek müstehabdır.



Bunun müddeti üç gündür. Hz. Peygamber bir yakınını kaybeden müslümanı teselli
etmenin büyük sevabı olduğunu bildirmiştir. Müslümanların ölülerini hayırla anmak
onların iyi yanlarını konuşmak, fenalıklarını söylemekten kaçınmak müslümanlarm
vazifesidir. Zira bir hadis-i şerifte "ölülerinizin güzel hallerini yadediniz, kötülüklerini

LİU

söylemekten çekininiz," buyurulmuştur.

Yüzünün kararması gibi Ölüde hasıl olan kötü halleri söylemekte, -fasık birisi olarak

£121

tanınmamak şartıyla- gıybetten sayılır.
1. Günahlara Keffâret Olan Hastalıklar
3089... Amir er-Rami'den demiştir ki:

Ben memleketimizde idim. Birdenbire bizim için bayrakların ve sancakların dikilmiş
olduğunu gördüm (ve) "Bu da nedir?" dedim. "Bu Rasûlullah (s.a)'in sancağıdır"
dediler. Bunun üzerine (Rasûlullah'm) yanma vardım. Bir ağacın altında kendisi için
serilen bir elbisenin üzerinde oturuyordu. Sahabileri etrafına toplanmışlardı. Ben de
onlar (in arasm)a oturdum. Rasûlullah (s. a) hastalıklardan bahsediyordu. Bu sırada...
"Bir mü'mine hastalık isabet eder, sonra Allah bu mü'mini o hastalıktan kurtarırsa o,
hastalık, bu mü'minin günahlarına keffâret, ileride (başına) gelecek işler hakkında ona
bir öğüt olur. (Fakat) bir münafık hastalanır da sonra iyileşecek olursa, tıpkı
sahihlerinin bağlayıp da sonra salıverdiği bir deve gibi olur. Kendisini niçin bağladık-
larım da bilmez, niçin saldıklarını da bilmez." buyurdu. Bunun üzerine orada
bulunanlardan bir adam:

"Ey Allah'ın Rasûlül (Bu sözünü ettiğin) hastalıklar da nedir? Vallahi ben (hayatta) hiç
hastalanmadım" dedi. Peygamber (s. a) de:

"Sen yanımızdan kalk. (git) Çünkü sen bizden değilsin" (Kâmil bir mü'minin özelliği
bela ve musibetlere maruz kalmaktır. Sen bizim derdimizi anlayamazsın) dedi. Biz
(Hz. Peygamberin) yanında (böyle sohbet etmekte) iken oraya (elinin) üzerinde elbise
olan bir adam çıkageldi. Elinde bir şey (daha) vardı (ve elbise o şeyin) üzerine sarıl-
mıştı. O zat:

"Ey Allah'ın Rasûlü: Ben seni görünce (huzuruna gelmek üzere) sana (doğru)
yöneldim. (Gelirken) ağaçlan sık olan bir yere uğradım. Orada (birtakım) kuş yavrusu
sesleri işittim. Onları alıp elbisemin içine koydum. Bunun üzerine anneleri gelip
başımın üstünde dolaş (maya başla)dı. Ben de onun için elbisemi yavruların üzerinden
kaldırdım. Bunun üzerine anneleri yavruların üzerine kondu. Bende hepsini (birden)
elbisemin içine sardım, işte şu yanımdakiler onlardır" dedi. (Hz. Peygamber de):
"Onları (yere) bırak!" buyurdu. (Adam da) Onları (yere) bırakıverdi. Anneleri ise
(yine) onlardan ayrılmadı. Bunun üzerine Rasû-lullah (s.a)(orada bulunan)
sahabilerine (şu):

"Yavruların annesinin yavrularına olan şefkatine hayret ediyor musunuz?" diye sordu.
(Onlar da):

"Evet ya Rasûlullah" cevabım verdiler. (Hz. Peygamber de):

"Beni hak (din) ile gönderen Zata yenlin olsun ki, Allah kullarına yavrularına karşı
şefkatini gördüğünüz şu yavruların annesinden daha merhametlidir. Onları geri götür
ve anneleri ile birliktelerken kendilerini yakaladığın yere koy." (o zat da) onları geri



[İÜ

götürdü.
Açıklama

Rasûl-ü Zişan Efendimiz, sahabilerinin başına gelen hastalık ve musibetlerin
hikmetinden şikayette bulunmadan bunlara sabretmenin ahiretteki sevabından ve
Allah'a ait küçük büyük bütün günahlara keffaret olacağından bahsederken, orada
bulunanlardan biri söze karışarak kendisinin hiç hastalanmadığını ve hastalığın ne
olduğunu bilmediğini söylemiş, Hz. Peygamber de "Sen (bela ve musibetlere
tahammül eden ve bu sayede kemale eren kâmil mü'minlerin yoluna ve onların sohbe-
tine tamamen yabancısın" buyurarak onu meclisten uzaklaştırmak suretiyle ona
kalbinin katılığım tevbe ve taata daha çok devam ederek bu durumdan kurtulması
gerektiğini unutmayacağı bir şekilde hatırlatmıştır. Eğer Rasûl-ü Zîşan Efendimiz o
kimseye o mecliste kalması ve musibetlerin müzminlere olan faydasıyla ilgili sohbeti
dinlemesi için izin verseydi, o kimse bu sohbetten bir şey anlamayacağı ve istifade
edemeyeceği gibi hem de konuşulanları yadırgayacak ve dolayısıyla zarar görecekti.
Netice olarak mevzumuzu teşktil eden bu hadis-i şerifte, Allah'ın tnü'-min kullarına
karşı çok merhametli olduğu, onu bu dünyadaki günahlarından temizlemek ve
cennetine sokmak için, günahlarına keffaret olacak hastalık ve musibetlere maruz
bıraktığı ifade edilmektedir.

Kâmil mü'minler, bunu bildikleri için Allah'tan gelen tüm musibetleri rıza ile
karşılarlar ve bu sayede varsa günahları affedilir, yoksa cennetteki makamları yükselir.
Gafil mü'minler ise, bu hikmeti bilmedikleri için başlarına gelen musibetleri kullara
şikayet ederek bu sevaba ermekten mahrum kalırlar. Sahibi tarafından bir süre
bağlandıktan sonra bırakılıvereri devenin hali ne ise, hastalıklar ve musibetler,
karşısında kâfirlerin hali de odur. Bu hususta duygusuzluk, basiretsizlik, şuursuzluk
yönünden deve ile kâfir arasında bir fark yoktur. İkiside başlarına gelen bu sıkıntıdan
bir ibret dersi ve bir manâ çıkaramazlar. Sadece yiyecek ve içecek gibi dünya
nazlarından mahrum kaldıklarına üzülürler.

Her ne kadar, senedinde kimliği meçhul iki tane ravi bulunduğu için, bu hadis-i şerif
zayıfsa da şu hadis-i şerifler mana itibarıyla onu takviye ettiklerinden, zayıflıktan
kurtulup hasen dereceye yükselmiştir:

1. "Mü'min rüzgarların bir yandan bir yana sallayıp bazan yere yatırıp bazan da
doğrulttuğu yeşil ekine benzer. Münafık da dimdik ayakta duran, kendisine hiçbir
arıza gelmeyen, fakat (vakti gelince) birdenbire kökünden koparılıp sökülen pirinç

£14]

fidanı gibidir."

2. "Aziz ve Celil olan Allah melaikelere emredip gidiniz, falanca kulumun üzerine
belâ ve musibetleri dökünüz, der. Onlar da gidip o kulun üzerine bela ve musibetleri
dökerler. Bunun üzerine o kul Allah'a şükretmeye başlar. Melekler Allah'a dönüp
gördüklerini anlatırlar. "Haydin geri gidiniz. Ben o kulumun yalvarıp yakarmasından

[151

hoşlanıyorum" buyurur"

3. "Mü'min olan kişiye yorgunluktan, hastalıktan, meraktan, mahrum-luktan, gamdan,
ezadan, hatta kendisine batan bir dikenden mütevellid herhangi bir musibet



[161

gelmeyedursun, ille cenâb-ı hak bunlar sebebiyle onun günahlarını yarlığar."

4. "İnsanlar içinde belası en çetin olanlar peygamberlerdir. Onlardan sonra da efdalden
efdale teveccüh eder. Kişi dininin derecesine göre belala-nır. Artık dininde selabet (ve
kuvvet) varsa belası çetinledir. Dininde yufkalık (za'f) varsa o da dini mikdarmca
ibtila görür. Bu suretle kula ait bela yeryüzünde üzerinde hiçbir günah kalmayarak

un

yürüyeceği bir zamana kadar devam eder, gider."

5. Kendisini sar'a tutan bir kız Rasûlullah (s.a)'e gelerek:

"Ey Allah'ın Rasûlü: Benim için dua et de kurtulayım." dedi. Rasûl-ü Ekrem de:
"Eğer dilersen dua edeyim de bu hastalıktan kurtul. Fakat dilersen sabret de hesaba
çekilmeden cennete gir." buyurdu. Kadın da "Dünyada bu hastalığa sabreder ahirette
hesaba çekilmeden cennete girerim." dedi.

6. "Kul cennete Allah'ın kendisi için hazırladığı makama erişecek bir amel
işleyemezse, Allah onun bedenine, veya malına veya çoluk çocuğuna bir musibet

£18]

verir. Kulda ona sabretmek suretiyle cennetteki makamına eriştirir. Netice olarak
hastalık ve musibetler, mü'minler için bir nimet, münafıklar için büyük sıkıntıdır.
Çünkü günahkâr mü'minlerin günahlarına keffaret olur, salih mü'minlerin de
cennetteki makamını yükseltir. Nitekim Cenâb-Hak Kur'ân-ı Kerîminde "Sîzi çarpan
her musibet, kendi ellerinizin (ihtiyarınızın) işleyip kazandığı (günahlar) yüzündendir.

119]

Bununla beraber (Allah) birçoğunu da affeder." (de musibete uğratmaz) buyurarak
bu gerçeğe işaret etmiştir.

tbn Ata der ki: "Kim başına gelen fitnelerin, musibetlerin kendi kusurundan neş'et
ettiğini, bununla beraber mevlasmm bunlardan birçoğunu af-vetmiş bulunduğunu
bilmezse onun, Rabbmm kendisine olan ihsanı hakkındaki nazar ve teemmülü cidden
kıttır." (Muhammed bin Hamid) de şöyle demiştir: "Kul her zaman günahtan hali
kalmaz. Onun taatı içindeki akisleri ise masiyet yolundaki günahlardan daha çoktur.
Zira masiyet günahı bir cihettendir. Taat günahı birçok cihetlerdendir. Allah kulunu
türlü türlü musibetlerle günâhlardan temizler, tâ ki kıyamet gününde onun yükünü
hafifletmiş olsun. Yoksa onun afvi, rahmeti olmasaydı kul daha ilk adımda helaka
[201

uğrardı.

3090... İbrahim b. Mehdi'nin sahabi olan dedesinden (rivayet olur-muştur) dedi ki ben:
Rasûlullah (s.a)'i (şöyle) derken işittim:

"Bir kul kendisi için (cennette) hazırlanmış olan makama ameliyle erişemeyecekse,
Allah onun bedenine veya malına veya çoluk çocuğuna bir bela verir." (de bu belaya
sabrı sebebiyle o makama eriştirilir.)

Ebû Dâvûd der ki: (Ravi İbn Nüfeyl rivayetine devamla şunları) ilave etti "Sonra
(Allah) 6 kulu bu musibete sabretmeye muvafak kılar. " (metnin buraya kadar olan
kısmından sonra (hadisin her iki (ravi) si de birleş (erek şu cümleyi rivayet et) tiler.



"Nihayet (Allah) o kulu kendi katından hazırlamış olan makama eriştirir.



Açıklama



Bir önceki hadis-i şerif üzerinde yapmış olduğumuz açıklama bu hadis-i şerif için de

1221

geçerli olduğundan burada yeni bir şerhe lüzum görmedik.

Salih Amel Sahibi Kişiyi Yolculuk Veya Hastalığın Bu Amellerinden Alıkoyması
1231

3091... Ebû Musa demiştir ki:

Ben Peygamber (s.a)*i defalarca şöyle buyururken işittim:

"Bir kul salih amel (1er işlemeye devam) ederken, hastalık ya da yolculuk (gibi bir
engel çıkarak) kendisim bu amel (1er) den alıkoyacak olursa sıhhatli ve mukim iken

[241

işlemiş olduğu salih (amel) in aynısı (yine işliyormuş gibi) kendisine yazılır.
Açıklama

Sıhhatli ve mukim iken güzel ameller işlerken hastalanan ya da meşru bir yolculuğa
çıkan bir kimse bu hastalığı veya yolculuğu sebebiyle işlemekte olduğu güzel amelleri
işlemeye muvaffak olamazsa, daha önce işlemiş olduğu amellerin sevabı yine eksiksiz
olarak yazılmaya devam eder. Çünkü o kimse bu amelleri işlemeye azimli idi. Şayet
hastalık veya yolculuk engel olmasaydı o amelleri işleyecekti. Bu mevzuda gelen
hadis-i şerifleri pek çoktur. Bunlardan bazılarının meali şöyledir.

1. "Gece namazına devam ettiği halde uykusunun ya da bir rahatsızlığın baskın
gelmesiyle buna muvaffak olamayan bir kul yoktur ki, kılamadığı gece namazlarının

[251

sevabı yazılmış olmasın. Ve uykusu da kendisine sadaka olmasın."

2. "Yüce Allah jnjislüman bir kulu (nu) bedenine verdiği bir bela ile imtihan edecek
olurşg, (görevli olan meleğe bu kulunun) daha önce işlemekte olduğu salih amellerin
aynısını (yine) işliyormuş gibi yaz (maya devam et) diye emreder, (o melek de bu
emri derhal yerine getirir.) Eğer Allah bu kuluna şifa verecek olursa onu (n
günahlarını) yıkar (günahsız bir hale getirir. )Eğer canını alırsa onu(n günahlarını)

[261

bağışlar ve rahmetine eriştirir.

3. "Mü'minin (kendisine isabet eden) bir hastalığa sabretmemesi şaşılacak bir şeydir.
Eğer o bu hastalıktan dolayı elde edeceği mükâfaatı bilseydi ömür boyu hasta kalmayı

[271

arzu ederdi."

4. "Bir kulun bedenine bir musibet gelecek olursa aziz ve celil olan Allah o kulu (n
amellerini) kaydeden meleklere emredip şimdi bu kuluma sıhhatli m anında benim
emrimde iken gece ve gündür işlemekte olduğu amellerin en hayırlısını yaz (maya

[281

devam edin) buyurur".

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifle şerhi sadedinde meallerini sunduğumuz
hadis- şerifler, meşru bir özür sebebiyle cemaate devam etmek, ya da cihada gitmek
gibi hayırlı işlerden geri kalan bir kimsenin bu mazereti sebebiyle, aynen o Hayırlı işi



yapmış gibi sevap alacağına delalet ettikleri gibi "Bu durumda olan bir kimsenin
mazereti onu sadece o hayırdan geri kalmanın vebaj inden kurtarır, ona sevap

[291

kazandırmaz " diyen kimselerin bu iddialarını da reddederler.

İM

Kadınları Ziyaret Etmek

3092... Ümmü'l-Ala'dan demiştir ki: Rasûlullah (s.a) beni hasta iken ziyaret etti ve
"Ey Ümm'l-Ala sana müjde (1er olsun) çünkü ateşin altın ve gümüşün paslarım

[311

giderdiği gibi bîr müslümanm hastalığı da onun günahlarını giderir " buyurdu.
Açıklama

Münzirî'nin hasen olarak nitelendirdiği bu hadis-i şerif, şu hükümleri içine almaktadır:

1. Erkeklerin hasta kadınları ziyaret etmeleri caizdir. Fakat bu ziyaretin caiz olması
mutlak değildir. Ancak bu cevaz o kadınla yabancı bir erkeğin yalnızca başbaşa
kalmamaları ve tesettüre tam manasıyla riayet gibi şartların gerçekleşmesine bağlıdır.
Bu şartların gerçekleşmemesi halinde bu ziyaret haram olur.

2. Ziyaretçinin hastaya, hastalığının günahlarına keffaret olacağını hatırlatması
ziyaretin adabmdandır. Çünkü bu hatırlatma hastanın gönlüne rahatlık verir ve
kendisine teselli eder.

3. Kaza ve kadere teslim olmak gerekir.

4. Hastalıklar hastanın günahlarına kefferat olur.

Bu mevzuda rivayet edilmiş olan hadis-i şeriflerin meali şöyledir: a) Şeddad b. Evs,
arkadaşıyla birlikte bir hastayı ziyaret ettiği zaman ona "Bu sabah nasılsın?" diye
sorduklarında "Bu sabah Allah'ın nimeti üzerimdedir" diye cevap verdi. Şeddad da
sana müjde (1er olsun. Çünkü hastalıklar) Günahlara keffarettir. Hataları siler. Çünkü
ben Rasûlullah (s.a)'i "Aziz ve Celil olan Allah (bir müslüman hastalandığı zaman
meleklerine şöyle) buyurur. Ben bir mü'min kulumu (hastalıkla) imtihan ettiğimde (o
kulum) bana hamdedecek olursa, o (kulum) yatağından anasından doğduğu günkü gibi
bütün günahlardan arınmış olarak tertemiz kalkar (ey meleklerim) bu kulumu
(ibadetlerine devam etmekten) ben alıkoydum ve onun başına bu imtihanı ben
getirdim. Binaenaleyh, sağlığında (ibadetlerine) karşılık olarak onun için yazmış
olduğunuz sevapların aynısını şimdi de yazınız, buyurur" derken işittim, diye cevap
[321

verdi.

b) Bir defasında Rasûlullah (s.a)'m huzurunda hummadan bahsedildi. (Orada bulunan)
bir adam da hummaya sövdü. Bunun üzerine peygam-ber(s.a.s) (adama)...
"Hummaya sövme. Çünkü ateş, demirin pasını giderdiği gibi humma (hastalığı) da

[33J

günahları giderir " buyurdu.

c) Bir gün peygambe/. (s.a) beraberinde Ebû Hûreyre olduğu halde humma (sıtma)
ateşinin şiddetinden dolayı hastalanan bir kimsevi ziyaret etti ve hastaya:

"Sana müjdeler olsun çünkü yüce Allah buyuruyor ki: Humma benim ateşinidir. Ben
onu mü'min kuluma dünyada musallat ediyorum ki o kulıf-mun ahiretteki ateşten payı



[341

(dünyada çektiği humma ateşi) olsun 1 1 buyurdu.



3093... Âişe (r.a)'dan demiştir ki: (Ben Rasûlullah (s.a)'e hitaben) "-Ey Allah'ın
Rasûlü, ben Kur'ân'da en şiddetli olan âyeti biliyorum" dedim.
"O hangi ayettir ey Âişe" diye sordu (Ben de)

"Yüce Allah'ın ...kötülük yapan cezasını çeker sözüdür." diye cevap verdim. (Bunun
üzerine)

"Ey Âişe! Bir mü'mine bir musibet -yahut da bir diken- isabet eder (o kul da buna
sabreder) se (bu musibete sabretmesi) onun (istemiş olduğu) amellerinin (kendisince)
en çirkin (1er) ine karşılık olur (da hesaba çekilmez. Kıyamet gününde günahlarından
dolayı) hesaba çekilen kimse (1er) ise (mutlaka) azab görür" buyurdu.(Aişe de):

[351

"Allah (Kur'ân-ı Kerîm' inde) o kolay bir hesaba çekilecek." buyurulmuyor mu?
diye sordu.
Rasûl-ü Ekrem de:

"O (amellerin Allah'ın huzuruna) arzedilmesidir. (Kulun günahlardan hesaba
çekilmesi değildir) Ey Âişe! İnceden inceye hesaba çekilen kimse (mutlaka) azaba
uğratılır/' buyurdu.

Ebû Dâvûd der ki: Bu rivayet îbn Beşşar'indir (Beşşar bu hadisi) "Bize (bunu) îbn

[36]

EbîMüleyke haber verdi" diyerek (tahdis sigasıyla) rivayet etti.
Açıklama

137]

Hz. Aişe (r.a.) "Kim kötülük yaparsa cezasını çeker." meâlindeki âyet-i kerîmenin
metninde bulunan " =kim" kelimesinin mü'min, münafık ve kâfir tüm insanları içine
alan genel kapsamlı bir kelime oluşuna ve nekre olan " = kötülük" kelimesinin de
şarttan sonra gelmiş olduğuna dikkat ederek, bu âyet-i kerimeden mü'min olsun, kafir
olsun her insanın, işlemiş olduğu günahların tümünden ceza göreceği, hiçbirinin
bağışlanamayacağı manâsını çıkarmıştır. Gerçekten de âyet-i kerimenin zahirinden
anlaşılması gereken budur. Çünkü " o* " kelimesi, bir şart edatıdır ve genel kapsamlı
bir kelimedir. Şarttan sonra gelen nekre kelimeler de genellik kazanır ve dolayısıyla
kapsamları genelleşir. Bu kaideden hareket edince, âyet-i kerimeden "büyük ya da
küçük herhangi bir günah işleyen herhangi bir kimsenin mutlaka bu günahın cezasını
çekeceği ve bu kimsenin başına gelen musibetlerin veya çekmiş olduğu hastalıkların
onu bu cezadan kurtaramayacağı" manası çıkar.

Fakat Hz. Peygamber, Hz. Aişe'nin bu anlayışının yanlış olduğunu ve Allah'ın lutfu
keremiyle hastalıklara ve belalara maruz kalan kulların çektikleri bu sıkıntıların
sabretmeleri halinde günahlarına keffaret olacağını haber vermiştir. Nitekim Rasûl-ü
Zîşan Efendimizin şu hadisleri de bu gerçeğe ışık tutmaktadır.

[38]

"Her kim kötülük işlerse onun sebebiyle ceza görür." âyet-i kerimesi inince
müslümaniara pek şiddetli te'sir etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a): "Orta yolu tutun,
doğruyu arayın. Müslümanm başına gelen her musibette bir keffaret vardır Hatta



[39]

vücudundan sıyrılan her sıyrıkta veya batan her dikende bile."

Ebû Bekir es-Sıddık (r.a)'den demiştir ki: Peygamber (s.a)'in yanında idim ve ona şu
ayet indirildi. "Bir kötülük işleyen onun cezasını çekecek ve kendisine Al h'dan başka

1401

dost veya yardımcı bulamayacaktır."
Bunun üzerine Rasûlullah (s. a):

"Ey Ebû Bekir, bana indirilen bir âyeti sana okuyayım mı?" buyurdu. Ben de :
"Evet ya Rasûlullah dedim. (Hz. Ebû Bekir sözlerine şöyle devam etti) "Sonra Rasûl-ü
Ekrem o âyeti bana okuttu ve ben farkında olmadan belimde bir burkulma hissederek
gerildim. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a):
"Neyin var ya Ebâ Bekr?" diye sordu. (Ben de)

"Ey Allah'ın Rasûlü babam ve anam (varım yoğum) uğrunda feda olsun, hangimiz
kötülük yapmamıştır. Ve biz yaptıklarımızla cezalandırılacağız? dedim. Bunun üzerine
Rasûlullah (s. a) (şöyle) buyurdu:

"Sana ve (diğer) mü'minlere gelince, Ey Ebû Bekir, sizler bu kötülüğün cezasını
dünyada çekeceksiniz ve neticede Allah'a günahsız olarak kavuşacaksınız. Ötekiler
(kâfirler) ise bu kötülükler onlar için birikecek ve neticede bunun cezasını kıyamet

[411

gününde çekeceklerdir. Ancak İmam Tirmizi bu hadis hakkında: "Bu hadis
garibdir. İsnadında söylenti vardır." demiştir.

Bu mevzuda Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste şu mealdedir: "Kafir, bîr hayır işlediği
vakit, onun sebebiyle kendisine dünyadan bir nimet verilir. Mü'mine gelince, şüphesiz
Allah onun hasenatını ahirette biriktirir, laatmdan dolayı dünyada da akabinde rızık
[421

verir.

Yine Müslim'den rivayet edilen bir başka hadis-i şerifin meali de şöyledir: "Şüphesiz
ki Allah, hiçbir mü'mine işlediği hayrı mükâfatsız bırakmaz. O hayır sebebiyle, hem
dünyada dilediği verilir, hem de ahirette mükafatlandırılır.

Kâfire gelince, dünyada Allah için yaptığı hayırlar karşılığında ona rızık verilir.

[431

Ahirete vardığında onun kendisiyle mükâfatlandıracağı bir hayrı yoktur."
Hasan-ı Basri (r.a) Müslim'in rivayet ettiği bu ikinci hadis-i şerife bakarak "Kötülük

[441

yapan cezasını çeker..." âyet-i kerimesinin kâfirler hakkında inmiş olduğunu,
binaenaleyh onların işlemiş oldukları büyük küçük tüm günahlardan hesaba çekilerek
azaba uğratılacaklarını, mü'minlerinse Allah'tan korkuları sebebiyle, gözlerinde
büyütmüş oldukları küçük günahlardan hesaba çekilmeyeceklerini, fakat ihlasları
sayesinde Allah katında en güzel bir iyilik mertebesine ulaşan salih amellerinin
mükafatım göreceklerini söylemiştir. Nitekim bu âyetin "... ve kendisine Aİlah'dan

[451

başka ne dost ne de yardımcı bulamaz..." anlamındaki devamı da Hasan-ı Basri
(r.a)'nin bu görüşünü desteklemektedir. Çünkü Ahirette mü'minlerin dostları ve
yardımcıları bulunacağına göre; âyet-i kerimede kasdedilen kimselerin kâfirler olması
icabeder. Alimlerden bazılarına göre, bu âyet-i kerime, mü'min veya kâfir günah
işleyen tüm insanlar hakkında inmiştir. Nitekim İbn Abbas'dan rivayet olunduğuna
göre, bu âyet-i kerime inince, müslümanlar bu âyetin.hükmünü çok ağır bularak Hz.



Peygambere gelip "Ey Allah'ın Rasûlü, senden başka günahtan sakınmaya hangimizin
gücü yeter ki? Her günahtan dolayı cezaya çarptırılmamız nasıl olacak?" diye
sormuşlar. Hz. Peygamber de:

"Bir iyilik yapana, on sevap yazılır. Bu on sevabın bir tanesi bir günahı karşılar. Bir
günah bir sevabı azaltınca geriye dokuz sevap kalır. Bir kötülüğüne karşılık bir günah
bîr iyiliğine karşılık on sevap aldığı halde günahları sevabından daha ağır gelen
kimseye yazıklar olsun" buyurmuştur.

Bilindiği gibi ahirette günah ve sevaplar karşilaştırılır.Günaru ağır gelen cehenneme,
sevabı ağır gelen de cennete gider.

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif ve benzerleri, bir müslümana isabet eden hastalık
ve musibet gibi sıkıntıların onun günahlarına keffaret olacağını ifade ettiklerinden
âlimler hastalık ve musibetlerin günahlara keffaret olacağında ittifak etmişlerdir.
Alimlerin Çoğunluğuna göre, bu sıkıntılar günahsız olması halinde sahibinin amel

[46]

defterine sevap olarak yazılır ve derecesini de yükseltir. Ancak sözü geçen
mü'minin bu sıkıntılarının günahlarına keffaret olabilmesi için kendisinin bu belalara
sabretmesi ve şikayetçi olmaması gerekir. Aksi takdirde bu sıkıntılar onun günahlarına

[471

keffaret olmaları bir yana günahlarına yenilerinin ilavesine sebep olurlar.
Metinde geçen " = kötü" kelimesi birisi Zümer sûresinin otuz-beşinci diğeri de
Fussilet sûresinin kırkyedinci âyetinde olmak üzere, Kur'ân-ı Kerîm'de iki yerde
geçmekte ve sahip oldukları hassasiyet sebebiyle mü'min-lerin korku ve haşyetten

1481

gözlerinde büyüttükleri zelle anlamında kullanılmaktadır. Bu bakımdan biz bu
kelimenin geçtiği cümleyi tercüme ederken bu cümleye parantez içerisinde bir
"kendisince" kelimesini ilave ederek bu manâya işaret ettik.

Nitekim Bezlü'l Mechud yazarı da musibetlerle affedilen günahların küçük günahlar
olduğunu kaydetmiştir. Fakat burada geçen " îpi " kelimesiyle büyük günahların
kasdedilmiş olması da mümkündür. Çünkü bu kelimeyle küçük günahların
kasdedilmiş olduğa kabul edilse bile, Hz Aişe'den gelen "kul başına gelen musibetler
ve sıkıntılar sayesinde körük ateşinden çıkan kırmızı altın gibi (günah kirlerinden
arınmış olarak) çıkar." anlamındaki hadis-i şerifle Beyhakî'nin rivayet ettiği "başağrısı
ve üzüntüler mü'-mine gelmeye devam ederler. Nihayet mü'm in bunlar sayesinde
beyaz bir gümüş gibi (tertemiz) kalır." anlamındaki hadis bu sıkıntıların, mü'minin bü-

[491

yük günahlarına da keffaret olduklarını ifade etmektedir.

Netice olarak kelimesiyle büyük günahların kasdedilmiş olduğu kabul edilirse, o
zaman ilgili cümleye: "amellerinin en çirkinlerine bile karşılık olur. Küçük günahlar
ise evleviyyetle affedilmiş olur" manası vermek gerekir.

Aslında mevzumuzu teşkil eden bu hadisin bab başlığıyla bir ilgisi olmadığından, bu

[50]

hadisin yeri burası değildir. Bir önceki ba'ıda zikredilmesi gerekirdi.
Bazı Hükümler

1. Mü'minin başına gelen musibetler onun günahla-rina Keffarettır.

2. Kıyamet gününde inceden inceye hesaba çekilen bir kimse mutlaka azab görür.



Kadı Iyaz'a göre, "azab görür'* cümlesinin iki manâsı vardır:

a) Hesabın derinleştirilmesi, günahların ortaya dökülerek kulun onlardan dolayı
bekletilmesidir. Kul için bu bir azab sayılır.

b) Cehenneme sev kedi lmesidir. Nevevî'ye göre, sahih olan bu ikinci manâdır.

nu

3. "O kolay bir hesaba çekilecektir." âyet-i kerimesİndeki kolay hesaptan maksat,
kulun inceden inceye hesaba çekilmesi değil, amellerinin ortaya dökülmesidir. Kulun
amellerinin ortaya dökülmesi, onun için kolay bir hesaptır. Çünkü bunda kendisine
bunları niçin yaptığına dair bir soru yoktur. Sadece günahları ortaya dökülür Allah da
onların hesabını sormadan bağışlar ve sahibini de cennete koyar. Taberanî'nin Hz.
Aişe'den rivayet ettiği bir hadis-i şeriften anlaşıldığına göre, bu şekilde hesap görenler,
sevapları günahlarından fazla olanlar ya da şefaata mazhar olanlardır. Nitekim bir
hadis-i şerifte, Rasûlullah Efendimiz şöyle buyuruyor:

"Kıyamet günü mü'min Rabbi (Azze ve Celle) ne yaklaşacak o derece ki, üzerine
Allah affını indirecek ve ona günahlarını itiraf ettirecektir. Kendisine (filan günahını)
biliyor musun? diye soracak. Mü'min, "Ey Rabbim, biliyorum diyecek, yüce Allah
onu ben dünyada sana örtbas etmiştim. İşte bugün de onu sana bağışlıyorum" diyecek.

£521

Bunun üzerine kendisine iyiliklerinin sahifesi verilecektir."

153J

Hastaları Ziyaret Etmek

3094... Üsame b. Zeyd'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a) Abdullah b. Übeyyi ölümüne
sebep olan hastalığı sırasında, ziyarete gitti. Yanma girince onda (bulunan) ölüm
(alametlerin)i tanıdı ve:

"Ben seni yahudileri sevmekten nehyetmiştim" buyurdu, (O da): "Sus! Esad b. Zürare
onlara buğzetti de ne oldu?" (ölümüne mani olabildi mi?) dedi (Abdullah b. Ubeyy)
ölünce oğlu.Hz. Peygambere gelip "Ey Allah'ın peygamberi gerçekten Abdullah b.
Übeyy öldü. Sen (kendi) gömleğini bana ver (ir misin?) Onu onunla kefenleyeyim?"

[54]

dedi. Rasûlullah (s. a) de gömleğini çıkarıp ona verdi.
Açıklama

Taberî ile Abdürrezzak'm rivayetlerine göre, Rasûl-ü Zişan Efendimiz İbn Übeyy'in
yanma, İbn Übeyy kendisini çağırdığından dolayı gitmiştir. İbn Übey Hz.
Peygamberin kendisi için istiğfarda bulunmasını rica ediyordu.

Metinden de anlaşıldığı gibi Rasûl-ü Ekrem, İbn Übeyy'in yanma varınca ona,
yahudilere karşı beslediği sevginin kendisini münafıklığa ittiğini den ebedî hayatının
mahvolup gittiğini hatırlattığı halde, aklı gözünde olduğu için şu dünya hayatından
başka bir hayatı anlamaktan ve gerçek saadeti idrakten aciz olan Abdullah bu ihtarla
intibaha gelmeyip "Esad b. Zürare yahudilere buğzetti de ne oldu, bu buğzu kendisini
ölmekten kurtarabildi mi?" diye karşılık'vererek basiretsizliğini ortaya koyduktan
sonra

"Yâ Rasûlullah! Bu kınama zamanı değildir. Bu ölümdür. Şayet ölürsem beni
yıkamaya gel. Hem bana teninedeğen gömleğini verde beni onunla kefenle, namazımı



kıl, benim için istiğfar et" dedi. Rasûl-ü Ekrem de onun dediklerini yaptı.

Oysa Hz. Peygamberin bu ihtardan maksadı onu azarlamak değil, sadece onun

intibaha gelip tevbe etmesine vesile olmaktı.

Abdullah b. Übeyy'in Rasûl-ü Ekremin ihtarına Hz. Esad b. Zürare'yi misal göstererek
cevap vermesinin sebebi, Hz. Esad'm Medine'ye ilk hicret eden ve yahudilere karşı
nefret ve kini herkesçe bilinen bir müslüman olmasıdır. Siyer kitaplarının kaydettiğine
göre, Hz. Esad kendi kabilesi olan Neccar oğullarının başkanı idi ve Rasûl-ü Ekrem
Medine'ye gelmeden önce Medine'de ilk cuma namazı kılan kimse de Hz. Esad'dı.
Abdullah b. Übeyy ölünce oğlu Abdullah gelip Hz. Peygamberden gömleğini
kendisine vermesini rica etti. Bu gömleği babasına kefen yapmak istediğini bildirdi.
Rasûl-ü Zîşan Efendimiz de onun bu ricasını kabul etti.

İbn Übeyy'in oğlunun adı "Habbab" idi. Taberî'nin eş-Şabi'den rivayet ettiği bir
hadiste bildirildiğine göre, Abdullah b. Übeyy komaya girince oğlu Habbab Hz.
Peygambere gelerek "Ey Allah'ın peygamberi babam komaya girdi. Ölümü esnasında
onun yanında bulunmanı ve cenaze namazını kılıvermeni arzu ediyorum." demiş. Hz.
Peygamber de: "-Senin ismin nedir?" diye sormuş o da "Habbab" deyince Rasûl-ü
Ekrem "Hayır senin ismin Abdullah' dır." buyurmuş, bundan sonra da onun ismi
"Abdullah" olmuştur. Kendisi Bedir savaşı dahi! Hz. Peygamberin bütün savaklarına
katılmıştır. Bir ara babasının Hz. Peygamber hakkında ağzını bozup ileri geri laflar
sarfettiğini duyunca, Hz. Peygambere varıp babasını öldürmek için izin istemişti. Hz.
Peygamber buna izin vermediği gibi, tam tersine babasına son derece iyi davranmasını
tavsiye etti. Bunun üzerine babasına sağlığında ve Ölümünden sonra iyilik yapmaya
devam etti. Hatta ona iyilik yapmakta insanların en başta geleni oldu.
İbn Übeyy ölünce ailesi onu acele techîz edip, Peygamber (s. a) gelmeden
defnetmişlerdİ. Rasûlullah (s. a) gelince ona verdiği sözü yerine getirmek için onu
kabrinden çıkartarak namazını kıldı. Bunun üzerine Allah (c.c) "Onlardan ölen bir

[551

kimsenin üzerine ebediyyen namaz kılma. Kabrinin başına da dikilme." âyet-i
kerimesini indirdi.

Hz. Peygamberin kendi gömleğini münafıkların reisi olan Abdullah b. Übeyy'e kefen
yapılmak üzere İbn Übeyy'in oğluna vermesinin hikmeti üzerinde beş görüş ileri
sürülmüştür:

1. Hz. Peygamber, İbn Übeyy'in oğlu Abdullah'ı çok sevdiği için, onun hatırına
gömleğini vermiştir.

2. Hz. Peygamber' den bir şey istenince olma/ demezdi, ilinde olanı vermek âdetiydi.

3. Bedir savaşında Hz. Abbas esir edildiği sırada üzerinde elbise yoktu. O zaman İbn
Übeyy Hz. Abbas'a bir gömlek vermişti. Rasûl-ü Ekrem de buna karşılık olmak üzere
kendi gömleğini İbn Übeyy'e verdi. Bu suretle ona olan borcunu Ödemiş oldu.

4. Bu gömleği verdiği sırada, yukarıda mealini sunduğumu kâfirlerin namazını kılmayı
yasaklayan tevbe sûresinin 84. âyeti henüz nazil olmamıştı.

5. İbn Übeyy'in kabilesini İslâm'a ısındırmak İçin vermiştir. Nitekim Hz. Peygamber
bu gömleği verdikten sonra "Benim gömleğim şüphesiz Allah katında ona bir fayda
verecek değildir. Ama ben bu sebeple onun kabilesinden birçok kimselerin İslâm'a
gireceğini ümid ediyorum" buyurmuş ve gerçekten de bu hadiseden sonra Hazrec
kabilesinden bin kişi İslâm'a girmiştir.

Her ne kadar mevzuumuzu teşkil eden bu Ebû Dâvûd hadisinde Hz. Peygamberin
gömleğini İbn Übeyy'in oğluna daha İbn Übeyy kabre konmadan verdiğini ifade



ederken, bazı rivayetlerde İbn Übeyy kabirden çıkarıldıktan sonra gömleğini ona

£561

giydirdiği ifade edilmekte ise de bu durum iki rivayet arasında bir çelişki
bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü gerçekte Hz. Peygamberin bu gömleği, ona kabre
konmadan önce giydirilmiştir. Fakat ikinci rivayetin ravisi Hz. Peygamber İbn Übeyy'i
kabirden çıkarttığı zaman onun üzerindeki gömleğin, o anda giydirildiğini zannetmiş,

£521

rivayetler arasındaki farklılık buradan doğmuştur.
Bazı Hükümler

1. Gömlekten kefen yap.labilir

2. Bir ihtiyaç veya maslahattan dolayı cenazeyi ka-
birden çıkarmak caizdir.

3. Rasûl-ü Zîşan Efendimiz en büyük düşmanlarının ricasını bite kabul edecek kadar
yüksek bir ahlâka sahiptir.

4. Münafık hakkında İslâmî hükümler icra edilir.

5. Ölüm haberini vermek caizdir.

6. Salihlerin eşyasını teberrüken kullanmak caizdir.

[581

7. Bir müslümanm bir münafığı ziyaret etmesi caizdir.

2. Müslümanların İdaresi Altında Yaşayan Kâfirler (Zimmiler) Hastalandıkları
Zaman Ziyaret Etmenin Hükmü

3095... Enes'den (rivayet olunduğuna göre) yahudilerden bir çocuk hastalanmış,
Peygamber (s. a) de onu ziyaret için yanma varıp başucuna oturmuş, ona "müslüman
ol*' diye telkinde bulunmuş. Bunun üzerine (çocuk) başucunda bulunan babasına bir
göz atmış (babası da) ona (haydi) "Ebu'l-Kasım'a itaat et" deyince müslüman olmuş.
Peygamber (s. a) de "Benim vasıtamla bu çocuğu ateşten kurtaran Allah'a hamdolsun"

[59]

diye, şükrederek (ayağa) kalk (ip oradan aynl)mış.
Açıklama

Buhârî'nin rivayetine göre, bu çocuk Hz. Peygambere hizmet ediyordu. İsmi Abdül-
Kuddus idi.

Nesai'in rivayetine göre, sözü geçen çocuk, babasının da teşvik ettiğini görünce
"Eşhedü en la ilahe illallah ve enne muhammed Rasulullah" diyerek İslam dairesine
girmiş ve müslüman olarak can vermiştir. Ancak adı geçen çocuğun aslında buluğa
ermiş bir genç olduğu halde burada kendisinden mecazen çocuk diye bahsedilmiş

' [601
olması da mümkündür.

Bazı Hükümler



1. Müslümanların idaresi altında yaşayan ve zimmi denilen enl-i kitabın hastalarını



ziyaret etmek caizdir. Çünkü, bunda İslâm'ın yüksek ahlakını izhar ve onları İslama
ısındırma imkânı vardır.

2. Bir müslümanm, bir kâfiri hizmetçi olarak kullanması caizdir.

3. Kitab ehli, İslâm dinine girmekle mükelleftirler. Çünkü Rasût-ü Ekrem, sözü geçen
yahudi çocuğunun İslama girmesiyle onun ateşten kurtulmuş olduğunu söyleyerek
Allah'a şükretti. Eğer ehl-İ kitap, İslama girmekle mükellef olmasalardı, bu çocuk
yahudi olarak kalmasından dolayı cehennemlik olmazdı.

4. Çocuklara İslâmı arzedip onları İslâm dairesine girmeye ve İslâm dairesinde
kalmaya teşvik etmek caizdir. Mümeyyiz çocuklar şehadet getirmekle İslama girmiş
sayılırlar.

5. Küfür üzerine ölen mümeyyiz kâfir çocuklar, cehennemliktir. Ancak bunun aksini
ifade eden deliller de mevcut olduğundan İmam Ebû Hanife (r.a) bu mevzuda sükutu
tercih etmiştir. Bu mevzu sünnet bölümünde ayrıntılı olarak tekrar ele alınacaktır,
inşaallah.

Ancak çocukla ilgili bütün bu hükümler, bu çocuğun buluğ çağma ermediği kabul
edilerek çıkarılmıştır. Eğer bu çocuğun ergenlik çağında olduğu kabul edilirse, o

[61]

zaman bu hadisten bu hükümler çıkartılamaz.

1621

Hastaları Ziyarete Yaya Olarak Gitmek
3096... Cabir'den demiştir ki:

"Rasûlullah (s. a), hastalandığım zaman katıra ve (ya) ata binmeden (gelir) beni ziyaret
[63]

ederdi.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, hastaları yaya olarak ziyaret etmenin binitli olarak ziyaret etmekten

[64]

daha faziletli olduğunu ifade etmektedir.

3. Hastayı (Abdestli Olarak) Ziyaret Etmenin Fazileti

3097... Enes b. Malik'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a) şöyle buyurdu:

"Kim güzelce bir abdest alır da (sevabını) Allah'dan umarak (hasta olan) bir mü'min

kardeşini ziyaret ederse, cehennemden yetmiş ha-

rif (sürecek bir) mesafe (kadar) uzaklaştırılır." (Bu hadisi Enes'den nakleden Sabit,
rivayetine devam ederek şunları) söyledi: (Ben Enes'e)
"Ey Ebû Hamza hartf nedir?" dedim. O da
"Yıldır" cevabını verdi.

Ebû Dâvûd der ki: (Başkaları rivayet etmeyip de) sadece Basrahlartn rivayet
ettiklerinden biri de kişinin bir hastayı abdestli olarak ziyaret etmesine dair (olan bu
[65]

hadistir.



Açıklama



Metinde geçen harif kelimesi, sözlükte "sonbahar" anlamına gelir. Burada ise kül-cüz
alakasıyla mecazen "yıl" anlamında kullanılmıştır.

Hasta bir mUslümanı, abdestli olarak ziyaret eden bir kimsenin cehennemden yetmiş
sene sürecek kadar uzaklaştırılmasından maksat, gerçek manada uzunluk ölçüleriyle
ölçülebilecek ve yetmiş sene sürecek bir uzaklık olabilir. Cehennemden bu kadar
uzaklaştırılmış olan kimse de artık cehennem ateşinin tesirinden kurtulmuş olur. Fakat
bu sözün kinaye yoluyla cehennemden kurtulup cennete girmek anlamında kullanılmış
olması da mümkündür.

Hastayı abdestli olarak ziyaret etmenin faziletiyle ilgili olan bu hadisi sadece
Basrahlar rivayet etmişlerdir. Bunlar el-Fazl b. Belhem, Sabit el-Benani ve Enes b.
Malik'dir. Bilindifi gibi, bu şekilde sadece bir memleket halkı tarafından rivayet edilen
hadislere garib hadis ismi verilir. Bu hadiste olduğu gibi bu şekildeki garib hadislerin

[661

ravileri güvenilir kimseler olunca hadisin sıhhatine bir zarar gelmez.
Bazı Hükümler

1. Hasta ziyaret etmek isteyen bir kimsenin abdest alması mustehabdır.

2. Müslüman bir hastayı ziyaret etmenin fazileti büyüktür.

3. Bütün işlerde olduğu gibi, sadece Allah rızası için yapılan hasta ziyaretlerinin ecri

1621

de kat kat verilir.

3098... Ali (b. Ebî Talib)'den demiştir ki: Geceleyin bir hastayı ziyaret eden kimseyle
birlikte mutlaka yetmiş bin melek (daha yola) çıkar. (Bu melekler) sabaha kadar o
ziyaretçi için (Allah'dan) af dilerler ve (ayrıca) onun için cennette hazırlanmış

£681

meyveler vardır.
Açıklama

Metinde geçen sabah; gece yarısından gündüzün ortasına kadar olan süre, mesa (gece)
kelimesi de öğle vaktinden gecenin yarısına kadar olan süre anlamında kullanılmıştır.
Bu hadis-i şerifte, vadedüen mükâfatlar, hastayı sadece Allah rızası için ziyaret
edenler içindir. Hastayı zenginliğinden veya şahsi nüfuzundan dolayı, ya da gösteriş
için ziyaret edenlerin bu mükâfattan bir nasibleri yoktur.

Bu mevzuda Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şu mealdedir: "Ebû
Musa el-Eş'ari, Hasan b. Ali'yi hastalığında ziyaret etmiştir. Ali ona:
"Hasta ziyareti için mi geldin, yoksa görüşüp konuşmak maksadıyla mı geldin?" diye
sordu. O da:

"Hasta ziyareti için geldim" deyince:

"Bir müslüman müslüman bir hastayı ziyarete çıkınca kendisiyle birlikte yetmiş bin
[691

melek daha çıkar." dedi. Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şu mealdedir:



"Said bin Ilaka el-Kufî'den rivayet edilmiştir; dedi ki: Ali (r.a) elimden tuttu ve "Yürü
bizimle beraber (oğlum) Hüseyin'e ıyadetde bulunalım." dedi. Ebû Musa'yı Hüseyin
(r.a)'in yanında bulduk. Ali:

"Ey Ebû Musa" dedi. "Iyadete (hastayı ziyarete) mi geldin, yoksa (mutlak) ziyaret
midir kasdm?" Ebu Musa

"Hayır, aksine hastayı ziyarete geldim" dedi. Bunun üzerine Ali dedi ki:
"Rasûlullah (s.a)'den işittim, şöyle buyurdu. "Bir müsiüman, bir müs-Iumana
sabahleyin iyadette bulunursa behemehal yetmiş bin melek, akşam oluncaya dek onun
için istiğfar ederler ve şayet akşamleyin iyadette bulunursa, behemehal yetmiş bin
melek sabah oluncaya kadar onun için istiğfar ederler ve kendisi için cennette bir
mergzar (bahçe) vardır."

Bu hadis garib-h»sendir. Ali'den müteaddit verililerden rivayet edilmiştir. Kimi
mevkuf olarak rivayet ederek onu ref etmemiş (Rasul-i Ekrem'e çıkaramamıştır. Ebû

[701

Fahite'nin adı Said b. Ilaka'dır.

3099... Hz. Ali, Peygamber (s. a) (bir önceki hadisin bir de) manasını rivayet etmiştir.
Fakat (bu rivayetinde bir önceki hadisin metninde bulunan) harif (kelimesin)i
zikretmemiştir.

(Ebû Dâvud der ki: Bu hadisi, Şu 'benin rivayet ettiği şekilde Mansur da el-Hakem

[Zil

'den (mevkuf olarak) rivayet etmiştir.
Açıklama

Bilindiği bir hadisi mana olarak rivayet etmek demek, değişik fakat aynı manaya gelen
lafızlarla rivayet etmek demektir.

Bir önceki hadis-i şerif, Hz. Ali, Peygamber (s.a)'den bir de onunla aynı manaya gelen
fakat kelimeleri değişik olan cümlelerle rivayet etmiştir. İşte bu rivayet şekli hadisin
mana olarak rivayetine bir misaldir. Bu hadisin sözü geçen bu rivayetlerinin her ikisi
de mevkuftur. Bir başka ifadeyle Hz.Peygambere ulaşmayıp bir sahabi olan Hz; Ali'de
kalmaktadır. Her ne kadar bu hadisi Hakim Hz. Peygambere kadar ulaşan merfu bir
senetle rivayet etmişse de, onun rivayetinde sadece "Müslüman bir hastayı ziyaret
eden bir müslümanla birlikte yetmişbin meleğin daha bulunduğu" ifade edilmekte, o
ziyaretçinin cennet meyveleri arasında gezindiğinden bahsedilmemektedir.
Bu hadis4 şerifi Beyhaki ile İmam Ahmed şu manaya gelen lafızlarla rivayet
etmişlerdir: "Bir kimse hasta olan bir müsiüman kardeşini ziyaret ederse, oturuncaya
kadar cennet bahçelerinin meyveleri arasında gezinmiş olur. Oturunca kendisini
Allah'ın rahmeti sarar. Eğer sabah ziyaret etmişse akşama kadar yetmiş bin melek
onun için Allah' dan af dilerler. Eğer akşam ziyaret etmişse, yetmiş bin melek sabaha

1221

kadar onun adına Allah' dan af dilerler."

Bu hadisi, İbn Mace de zayıf bir senetle şu manaya gelen cümlelerle rivayet etmiştir:
"Hasta ziyaretçisi olarak müsiüman kardeşinin yanma varan bir kimse, hastanın
yanında oturuncaya kadar cennet meyvelerini kopara kopara cennet bahçeleri içinde
[731

yürümüş olur."



Hurfe: Aslında "dalından koparılmış meyve" demektir. Bu kelimenin "yol" manasına
geldiğini söyleyenler de vardır. Eğer bu kelimenin burada, dalından koparılmış meyve
anlamında kullanıldığı kabul edilirse, hadis-i şerifte "Hasta ziyaretine giden bir
kimsenin kazanmış olduğu sevabın dallarından koparılıp bir yere yığılan meyvelere
benzetildiği" anlaşılır. Fakat "yol" manasında kullanıldığı kabul edilirse, o zaman
"Hasta ziyaret eden bir müslümamn hastanın yanma varıncaya kadarki yürüyüşünün
cennet yolunda yapılmış bir gezintiye benzetildiği" anlaşılır. Hakim de bu hadis-i
şerifi, Müslim ve Buhârî'nin şartlarına uygun olarak ve şu manaya gelen lafızlarla
rivayet etmiştir. "Rasûlullah (s. a) buyurdu ki: "Kim bir hastayı geceleyin ziyaret
ederse, beraberinde kendisi için Allah'dan af dileyen yetmiş bin melek daha çıkar.
Sabaha kadar onun adına Allah'dan af dilerler ve kendisi için cennette toplanmış
meyveler vardır. Kim de bir hastayı sabahleyin ziyaret edecek olursa beraberinde
kendisi için akşama kadar Allah'dan af dileyecek yetmiş bin melek bulunur. Ve onun

[74]

için cennette derilmiş meyveler vardır."

3100... Ebû Ca'fer Abdullah b. Nafi'den demiştir ki: el-Hasen b. Ali'nin kölesi Nafı
dedi ki: Ebû Musa Hasan b. Ali'yi hasta iken ziyarete geldi.

Ebû Dâvud der ki: (Daha sonra Ebu Ca'fer 3098 numaralı) Şu'be hadisinin manasını
rivayet etti. Yanlışlıkla bu hadisi Ati (r.a) Peygamber (s.aj'den rivayet etmiş gibi

gösterilmiştir.

Açıklama

Her ne kadar musannif Ebû Dâvud 3099 numaralı hadisin Hz. Ali b. Ebû Talib
senediyle Hz. Peygamberden rivayet edilmesinin sahih olmadığını söylemişse de
aslında bu söz doğru değildir. Çünkü bu hadisin Hz. Peygamberden (merfuan) rivayeti
Hz. Ali'den (mevkufen) rivayetinden daha fazladır. Fakat musannif bu hadisin merfu
olarak gelen rivayetlerinin sahih olduğunu kabul etmiyor. Ona göre merfu rivayetler
sahih değildir.

Fakat sözü geçen merfu rivayetlerin musannıfa göre, sahih olmaması, musannifin
dışındaki hadis ulemasının yanında da sahih olmamasını gerektirmez. Nitekim İmam

1261.

Ahmed (r.a) bu hadisi merfu olarak rivayet ettiği gibi İbn Hibban da Sahihinde bu
hadisi merfu olarak rivayet etmiştir. Hakim en-Nisabûrî'de, bu hadisin merfu olarak
rivayet edildiği senetlerin sahih olduğunu söylemiştir. Ayrıca bu hadisi îbn Mace ile

1221

Tirmizî de merfu olarak rivayet etmişlerdir.
4. Bir Hastayı Defalarca Ziyaret Etmek
3101... Aişe'den demiştir ki;

Sa'd b. Muaz; Hendek (savaşı) günü bir adamın kolundaki can damarına attığı bir okla
yaralanmıştı. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) onu (sık sık ve daha) yakından ziyaret

1281

edebilmek için mescitte onun üstüne bir çadır kur(dur)du.



Açıklama



Sa'd b. Muaz b. en-Nu'man b. tmrü'l-Kays b. Zeyd el-Ensari, Musa b. Umeyr'in
delaletiyle müslüman olmuştur. Bedir mücahidlerinin ve ensarm en ileri
gelenlerindendi. Muhacirler arasında Ebû Bekr es-Sıddık'm makamı ne ise, ensar
arasında Hz. Sa'd'm makamı da o idi. Hendek savaşında, Kureyş kafilesinden Hıbban
b. Arika el-Amiri'nin attığı bir ok ile kolundan yaralanmış ve bu yaranın tedavisi
epeyce uzun sürmüştü. Yara iyileşmeye başladığı bir sırada, deşilmiş fakat bu deşme
onun şehadetine sebep olmuştur.

Hıbban b. Anka, oku attığı sırada araplarm adetine uyarak Al sana Benim de İbnü'l-
Areka olduğumu bil,demişti.Hz. Sa'd da -yahut bir rivayete göre Fahr-i Alem
Efendimiz- Allah yüzünü cehennemde terletsin,buyurmuşlardır."Arıka" "ter" mana-
sına gelen kökünden geldiği için "müşakele" tarzında böyle dua buyurmuştur.
Hendek savaşı, sırasında Benû Kureyza yahudileri müslümanlarla olan dostluk
antlaşmasını bozup İslâm düşmanlarıyla anlaşarak onları devamlı olarak müslümanlar
üzerine kışkırtıp müslümanlara çeşitli zararlar vermeyi başarmışlardı. Savaş
müslümanlarm lehine ve kâfirlerin aleyhine sonuçlandığından, Benû Kureyza da
mağlub duruma düşüp kayıtsız şartsız teslime razı olmuştu. Kureyza oğullan daha
önce Evs kabilesinin dostu olduklarından, harp sırasındaki ihanetlerine, verilecek
hüküm için hakim olarak Evslile-rin reisi olan Sa'd b. Muaz'm görevlendirilmesini
istediler. Hz. Sa'd ise erkeklerin kati, mallarının taksim, çocuklarıyla kadınlarının da
esir edilmelerine hüküm ettikten sonra, ilahi rahmete kavuştu. Rasul-ü Zişan
Efendimiz bu hükümden dolayı Sa'd'e "Yemin olsun ki Allah'ın yedi kat semavat üze-
rindeki hükmüne muvafık olarak hüküm verdin. Bunun böyle olacağını seher vakti
melek gelip hana haber vermişti." buyurdu. Rivayete göre, yarası epeyce iyileştiği bir
sırada, hatta Benû Kureyza hakkında hakemlik yapma görevi kendisine verildiği
günden önceki gazada şöyle dua etmiş: "İlahi sen bilirsin ki, Rasûlünü tekzib eden,
vatanından çıkaran, kavm kadar kendilerine harp ve cihad etmek istediğim hiç kimse
yoktur. İlahi öyle zannediyorum ki, bizimle onların arasında artık edilecek harp
kalmamıştır. Şayet Ku-reyş ile başka bir harbimiz daha kaldıysa senin yolunda onlarla
cihad edebilmem için ömrümü uzat. Bir de Benû Kureyza'dan intikam alarak mü'-
minlerin gözlerini aydinlatmadıkca canımı alma." Hz. Sa'd'm bu duası dergah-ı ilahide
makbul olmuş, Allah onu bu isteklerine kavuşturmuştur.

Siyer ve hadis kitaplarında açıklandığına göre, Fahr-i Kâinat Efendimiz, Sa'd'm vefatı
esnasında yanında bulunmamışlar. Fakat vefatından hemen sonra, Cebrail
aleyhisselam gelip "Ey Muhammed, bu salih kul kimdir ki, ruhunun bedeninden çıkıp
alem-i ervaha yükselmesi için semanın bütün kapıları açıldı ve kudümünden dolayı arş
titredi." demiş, bunun üzerine Rasûlullah (s. a) eteklerini sürükleyerek acele Sa'd'm

[79]

yanma çıkmış fakat onu ruhunu teslim etmiş olarak bulmuştur.

Hicretin beşinci senesinde vefat eden, Hz. Sa'dm cenazesi, omuzlarda taşınmaya
başlayınca münafıklar "Bu cenaze amma da hafifmiş ha" demeye başlamışlar. Bunun
üzerine Peygamber (s.a) de "Onu melaikeler taşıyorlar" buyurmuştur. Bir hadisi

mm

şerifinde de, "onun ölümünden arş titredi." demiştir.

Metinde geçen Ekhal; kelimesi kolda bulunan bir damardır. Bu damar kesildiği



zaman, sahibi ölünceye kadar kanı durmazmış. Bu bakımdan İmam Halim, bu damarın
candamarı olduğunu söylemiştir. Bu damarın vücudun her organında bir bölümü
bulunduğu koldaki bölümüne "ekhal" sirttakine "ebher" uyluktakîhe "nesa" ismi
verildiği söylenir. Hz. Sa'd kol damarından yaralanınca Rasûl-ü Ekrem Efendimiz,
yarayı ateşle dağlamış, bunun üzerine kanı kesilmiş ama bu sefer de eli şişmiş. Rasûl-
ü Zişan Efendimiz bunu görünce, yarayı tekrar dağlamış, fakat eli yine şişmiş Hz. Sa'd
bu durumu görünce "Benû Kureyza'dan intikam alındığını görmeden canını almaması
için Allah'a dua etmiş. Bu dua üzerine kanı kesilmiş. Benû Kurayza hakkında
hükmünü verip de erkeklerinin kati, kadın ve çocuklarının esir, mallarının da taksim
edildiğini görünceye kadar bir damla bile kam akma-mıştır. Hz. Peygamber de "Bu
hükmünle Allah'ın hükmüne uygun bir hüküm vermiş oldun" buyurarak onu taltif
etmiştir.

Kurayza oğullarının, nüfusu dörtbin kişi kadardı. Hz. Sa'd'm hükmü İle katledildiler.

[81]

Öldürme işi sona erince Hz. Sa'd'm damarı çatladı ve bununla hayatı sona erdi.
Bazı Hükümler

1. Bir hastayı defalarca ziyaret etmek caizdir. Bilhassa hasta bunu arzu ettiği zaman,
bu ziyareti tekrarlamak daha da önem kazanır. Nitekim Rasûl-ü Zişan Efendimizin Hz.
Sa'd' için mescidde özel bir çadır hazırlatmaktan maksadı da onu sık sık ziyaret
etmekti.

[821

2. Mescidde hastaya bakmak ve mescidde çadır kurmak caizdir.
5. Bir Kimseyi Göz Ağrısından Dolayı Ziyaret Etmek

3102... Zeyd b. Erkam'dan demiştir ki: "Gözlerimde bulunan bir ağrıdan dolayı

[83]

Rasûlullah (s. a) beni ziyaret etti."
Açıklama

Buhârî, bu hadisi "el-edebü'l-müfred" isimli eserinde şu ma-naya gelen lafızlarla
rivayet etmiştir: "Gözüm ağrıdı da Peygamber (s.a) beni ziyarete geldi, sonra
"Ey Zeyd şayet gözün tamamen kaybolsa ne yaparsın?" buyurdu. Ben de
"Sabrederim, Allah'dan sevap beklerim" dedim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
"Eğer gözün kaybolur da sonra sabredersen ve Allah'dan sevap umarsan, senin sevabın

[841

cennet olur."

Mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvud hadisi ile şerhi sadedinde meallerini sunduğumuz
hadis-i şerif ve benzerleri, göz ağrısından rahatsız olan bir hastayı ziyaret etmenin caiz
olduğunu ifade etmektedir. Binaenaleyh halk arasında yaygın olan "göz ve diş ağrısı
ile çıbandan rahatsız olan bir kimseyi ziyaret etmenin sünnete aykırı olduğu" kanaati
doğru değildir. Her ne kadar Taberânî ile Beyhâkî "üç hasta vardır ki, onlar ziyaret
edilmez. Göz ağrısından hasta olan, çıbandan rahatsız olan, bir de diş ağrısından
rahatsız olan" anlamında bir hadis rivayet etmişlerse de, bu hadis delil olma



nitelisinden uzaktır. Çünkü Beyhâkî'nin açıkladığı gibi, bu hadis merfu değildir.
Yahya b. Kesir'e ait mevkuf bir hadistir. Şayet bu hadisin Hz. Peygambere kadar varan
merfu bir hadis olduğu kabul edilse, o zaman bu hadisin sözü geçen hastaları ziyaret
etmenin yasak olduğu anlamına değil, bu hastaları ziyaretin kuvvetli bir sünnet
olmadığı anlamına geldiği kabul edilir. Çünkü bu hastaları ziyaretin meşru olduğuna

£851

dair pek çok hadis-i şerif vardır.

6. Tâûn'dan Dolayı (Bir Memleketten) Çık(Ip Git)Mak

3103... Abdurrahman b. Avf dedi ki: Ben Rasûlullah (s.a)'ı (şöyle) derken işittim.
"Bir yerde taun (bulunduğun)u işitirseniz oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde
zuhur edecek olursa ondan yani, taundan kaçarak (bulunduğunuz yerden dışarı)
[M

çıkmaymız"
Açıklama

Taun: Vücudun dirsek, koltuk, el, parmak gibi yerlerinde çıkan ve şiddetli ağrılara
şişkinliklere sebep olan yaralardır.

Yaranın etrafı yeşil veya menekşe renginde olur. Hastada kalp çarpıntısı ve kusmak
gibi belirtiler görünür.

Veba: Bazılarına göre taundur. Muhakkik ulemaya göre ise, yeryüzünün bir tarafında
alışılmışın tersine zuhur ederek pek çok insanı etkileyen bir hastalıktır. Başka
zamanlarda hastalıklar muhtelif olduğu halde, vebada yalnız bir nevi olur. Bu zevata
göre, taunla veba arasında umum ve husus alâkası vardır. Her taun vebadır. Fakat her
veba taun değildir. Bu hadislerde taunun Beni İsrail'e azab olarak gönderildiği
bildirilmektedir. Müslümanlar için ise rahmettir. Nevevî: "Taun bu ümmet için bir
rahmet ve şe-hadettir. Buhari ile Müslim'in rivayet ettikleri bir hadisde:
"Taundan ölen şehiddir." denildiği gibi, başka bir'hadistede:

"Taun bir azab idi. Allah onu dilediğinin üzerine gönderirdi. Nihayet onu müzminlere
rahmet yaptı. Eğer bir kul tauna tutulur da bulunduğu yerde sabrederek bekler,
Allah'ın takdirinden başka kendisine bir şey isabet etmeyeceğini bilirse, o kimseye
şehid ecri kadar sevab verilir" Duyurulmuştur" diyor.

Hadis-i şerifteki riczden murad, da azabdır. Ravi ricz mi yoksa azab mı denildiğinde
ve keza Beni tsraile mi yoksa sizden Öncekilere mi buyurul-duğunda şüphe etmiştir.
Bu rivayetlerde, taun hastalığı zuhur eden yere girmek ve taundan kaçmak için o
yerden çıkmak, yasak edilmektedir. Kaçmak için değil de arızî bir sebeple o yerden
çıkmakta beis yoktur. Cumhuru ulemanın kavli budur. Hatta Hz. Aişe (r.anha);
"Taundan kaçmak, harbden kaçmak gibidir" demiştir. Alimlerden bazıları, taun
hastalığı bulunan yere girmeyi de ondan kaçmak için o yerden çıkmayı da caiz
görmüşlerdir. Bu kavil Hz. Ömer ile Ebû Musa el-Eş'ari, Mesruk ve Esved İbn el-
Hilal'den rivayet olunmuştur. Hatta Amr b. As'm: "Bu azabdan geçitlere, vadilere ve
4ağ tepelerine kaçın" dediği rivayet olunur. Bunlar hadisteki nehyi te'vil ederek:
"RasûlüUah (s. a) taunlu beldeye girip çıkmayı mukadder olmayan bir şey başa gelir
korkusuyla yasak etmemiştir. Lakin fitne çıkmasın, halk o yere gelen kimsenin
helakini gelişine, kaçanın selametini de kaçışma bağlamasın diye nehiy



buyurmuştur..." derler.

Nevevî diyor ki: "Sahih olan yukarda arzettiğimiz gibi, taun zuhur eden yere girmenin
ve taundan kaçmak için o yerden çıkmanın men edilmesidir. Çünkü sahih hadislerin
zahiri bunu gösterir."

Taundan kaçmak için değil de herhangi bir iş veya meşguliyetle o yerden dışarı

[871

çıkmak, bütün ulemaya göre caizdir.

Netice olarak, bu hadis-i şerifin birinci cümlesi, taunun zuhur ettiği yere dışarıdan
gelinerek hastalık alınmasını önleyici, ikinci cümlesi de hastalığın zuhur ettiği
bölgeden etrafa yayılmasını durdurucudur. Binaenaleyh bu iki cümlede emredilen
bugünün tıp dilindeki "karantina" uygulamasından başka bir şey değildir.
Çünkü karantinanın bugünkü tarifi şudur: Bulaşıcı bir hastalığın bulaşmasına maruz
kalmış olan veya maruz kaldığından şüphe edilen insan veya evcil hayvanların,
hastalığın en uzun kuluçka dönemi boyunca böyle olmayanlarla temasını önlemek için
hareket serbestliğinin smırlandırılmasıdır" Gerçekten bugünün tıbbmda veba
hastalığından korunmak için vebalı hastalara izolasyon ve karantina mutlak surette
tatbik edilmelidir.

Vebalı hasta ve şüpheli şahısların bulaşık yerden ayrılmasına müsaade edilmez.
Bulaşık bölgeden gelen yolcuların da doğrudan doğruya memleket içine girmesine izin
verilmez. Milton diyor ki: "Vebadan korunma kemirici hayvanlarla ve pirelerle

£881

mücadele tedbirleri almakla ve hastanın kati surette tecriti ile olur.
7. Ziyaret Sırasında Hastaya Şifa Bulması İçin Dua Etmek

3104... Aişe binti Sa'ddan (rivayet olunduğuna göre) Babası (şöyle) demiştir;
Mekke'de hastalanmıştım. Peygamber (s. a) beni ziyarete geldi. Ve elini alnıma koydu.
Sonra göğsümü ve karnımı sıvazlayıp:

[891

"Ey Allah'ım Sa'da şifa ver ve onun hicretini tamamla" diye dua etti.
Açıklama

Hz. Peygamberin ziyaretine giderek şifa bulması için dua ettiği zat Sa'd b. Ebi Vakkas
(r.a) dır. Rasul-ü Ekreminziya-ret esnasında elini onun alnına koyup göğsünü
sıvazlaması, ona yalnızlığını, rahatsızlığını unutturmak ve hastalığının şiddetini
anlamak içindir.

Hz. Sa'd'm bu rahatsızlığı haccetü'l-veda'ya yani hicretin onuncu yılma rastlar.
Rasul-ü Zlşan Efendimizin şifa bulması için, Hz. Sa'd'a dua ettikten sonra, ayrıca bir
de "Onun hicretini tamamla" diye dua etmesinin sebebi, onun hicret ettiği yerde
(Mekke'de) vefat etmesinin, hicretinin kemaline noksanlık getirmesi endişesidir. Bu
sebeple Hz. Peygamber onun Mekke'de değil Medine'de vefat etmesini arzu ediyordu.
Ashab-ı kiram hicret edilen bir yerde ölmenin hicretin kemaline eksiklik getireceğini
bildiklerinden, hicret ettikleri yere tekrar dönmekten çekinirlerdi.
Cenab-ı Allah Hz. Peygamberin; Hz. Sa'd için yaptığı bu duayı kabul edip ona şifa
verdi. Hz. Sa'd bu hastalıktan sonra hicretin ellibeşinci senesine kadar yaşadı. Irak'ın



[901

fethinden sonra o yıl rahmeti Rahman'a kavuştu.
Bazı Hükümler

1. Bir hastayı ziyaret eden kimsenin elini hastanın alnına koyup karnım ve göğsünü
sıvazlaması mustehaptır. Ancak ziyaret için hastanın alnına elini koyması, göğsünü ve
karnım sıvazlamasının cevazı hastanın ziyaretçiye haram olmaması şartına bağlıdır.

£911

2. Ziyaret esnasında hastanın ismini anarak ona dua etmek müstehabtır.

3105... Ebû Musael-Eş'ari'den demiştir ki: Rasülüllah (s.a) (şöyle) buyurdu: "- Açı
doyurunuz, hastayı ziyaret ediniz, esiri hürriyetine kavuşturunuz." (Ravi) Süfyan

[92]

(metinde geçen) âni (kelimesi) esir (anlamına gehnekte) dir. Dedi.
Açıklama

ama Metinde geçen "açı doyurunuz'* emrinin hükmü, içinde buUmulan şartlara göre
değişir. Eğer, aç olan kimsenin açlığı, hayatını veya şuurunu kaybetmek gibi zaruret
derecesine varmamışsa, onu doyurmak menduptur. Eğer açlığı zaruret derecesine
varmış ve bu durum birden fazla kişilerce biliniyor ise, onu doyurmak, bilen kimseler
üzerine farz-ı kifayedir. Fakat aç olan kimsenin bu dereceye varan açlığını sadece bir
kişi biliyorsa, onu doyurmak bilen kimse üzerine farz-ı ayn olur.
Hasta ziyareti de cemiyette karşılıklı sevgi ve saygının doğup gelişmesine ve hastanın
bir an için bile olsa acısını unutup rahatlamasına sebep olur. Hasta ziyareti emrinin
hükmü; âlimler arasında ihtilaflıdır. Alimlerden bir kısmı, onun farz-ı kifaye olduğunu
söylerken, bir kısmı da sünneti müekkede olduğunu söylemişlerdir. Ulemanın büyük
çoğunluğu bunun sünnet-i müekkede olduğu görüşündedir. Ed-Dâvudî ise, farz-ı
kifaye olduğunu iddia etmiştir. Bu mevzuda itimad edilen görüş, âlimlerin büyük
çoğunluğunun (cumhurun) görüşüdür. Ancak, eğer ziyaretin terki ve onun ihtiyaçlarını
temin etmenin ihmali, hastanın helakine sebep olacaksa, o zaman onu ziyaret farz-ı
ayn olur.

Metinde geçen "elânî" kelimesi; Ravi, Süfyan-ı Sevri'nin de açıkladığı üzere "esir"
demektir. Ancak burada kasdedilen "müslüman esirdir" Binaenaleyh hadisi şerifte
gerek mal karşılığında gerekse savaşarak müslüman esirlerin kafir elinden
kurtarılmaları emredilmektedir. Cumhura (ulemanın büyük çoğunluğuna) göre bu
emrin hükmü farz-ı kifayedir. Alimlerden bazılarının görüşüne göre, bu esirlerin
kurtarılması için, beytülmalden de yardım ayrılabilir. Zulme uğrayarak hapse atılan

I93J

kimseler hakkındaki hüküm de böyledir.
8. Ziyaret Esnasında Hastaya Dua Etmek

3106... îbn Abbas'dan (rivayet olunduğuna göre) Peygamber (s.a.) (şöyle)
buyurmuştur: "-Her kim eceli gelmedik bir hastayı ziyaret eder de onun yanında iken
yedi defa



Ulu Allah ve arşın yüce Rabbinden sana şifa vermesini dilerim." diye dua ederse Allah

[941

o hastayı kesinlikle bu hastalıktan kurtarır."



Açıklama

Ecel: Hayatın sonu, ölüm için tayin ve takdir edilmiş vakit demektir. Ehli sünnete göre

[951

ecel, Allah tarafından ezelde tesbit edilmiş olup ne öne alınır ne de sonraya kalır.
Ecel geldi mi ölüm de gelir. Olağandışı ölümler ecelin öne alındığı manasına
gelmediği gibi, tersi de ecelin tehir edildiğini göstermez. Çünkü Allah o kimsenin ne
zaman ne için öleceğini daha önceden bildiği için ecelini de bu bilgisine göre tesbit et-

£961

miştir.

Arş: Taht, çatı, tavan gibi anlamlara gelir. Kur'an-ı Kerim ve hadislerde anlatıldığına
göre, arş yedi semanın ve kürsinin üzerinde bulunur. Bunların hepsini kuşatır. Kur'an-ı
Kerim de Allah'ın arşın sahibi ve Rabbi olduğu belirtilir. "Allah yüce arşın sahibidir.

£921

"Allah gökleri ve yeri altı günde yaratmış ve sonra onun emri arş üzerinde
£981 [99]
hükümran olmuştur." "Alem yaratılmadan önce arşı su üstünde idi." "Allah

um

arş üstünde istiva etmiş, onun emri ve hükmü arşı kaplamıştır."

Ehl-i sünnet âlimleri, Allah'ın arş üzerine istiva etmesinden, orada oturmasının ve
mekâna muhtaç bulunmasının gerekmeyeceğini söyleyerek, bu gibi ifadeleri
müteşabih saymışlar ve te'vili cihetine gitmişlerdir. Buna göre, arş; "Allah'ın mutlak
hüküm verme ve yürütme gücünün ifadesidir. Arş Allah'ın kudret ve saltanatının

üoıl

tecelli yeridir. O, bir manâda bütün kâinatı ifade etmektedir.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Yedi semanın kürsideki durumu, bir halkanın
içine atılmış yedi para gibidir. Arşa göre, kürsi de büyük bir sahraya atılmış demir

' £1021
halka gibidir."

Bazı Hükümler

1. Hasta zivareti meşrudur.

2. Eceli gelen kimse ölümden kaçıp kurtulamaz.

3. Allah ve Rasûlünün öğrettiği dualar şifa gibidir. Okundukları zaman müşkülen

£103]

açarlar.

3107... (Abdullah) îbn Amr (b. As) dan demiştir ki: Peygamber (s. a) (şöyle) buyurdu:
"Bir adam bir hastayı ziyarete geldiği zaman:

Ey Allahım (bu) kuluna şifa ver. Senin (nzan) için düşman (lann) la savaşır ve cenaze
(namazı kılma) ya gider." diye dua etsin.

(Ebû Dâvûd der ki: Şeyhim İbnü 's-Serh (bu hadisin ikinci cümlesini bana



£1041

"namaza" (gider şeklinde) rivayet etti.



Açıklama

Hazreti Fahr-i Kainat Efendimiz, bizlere Öğretmiş olduğu bu hasta ziyareti duasında,
cihad ile cenaze namazı yanyana zikredilmektedir. Çünkü Allah'ın sana hastalık
vermesinin hikmeti, ya onun günahlarını bu hastalık sebebiyle affetmek ya cennetteki
derecesini yükseltmek ya da ona ölümü hatırlatmaktır. Kişinin sıhhatli iken cihad
etmiş ve cenaze namazına gitmesiyle, bu hususlar gerçekleşmiş olur. Fakat cihaddan,
cenaze namazından ve benzeri güzel amellerden uzak duran kimseler, tamamen
gaflete düştükleri zaman Allah isterse onları bu durumdan kurtarmak için hastalıklar
verir. Cihadla cenaze namazı, netice itibariyle aynı gayeye hizmet ettiklerinden Hz.
Peygamber, bu duada ikisini bir arada zikretmiştir. Tıbî'ye göre, bu duada cihadla
cenaze namazına gitmenin bir arada zikredilmesinin sebebi, cihadın Allah
düşmanlarına felaket ve azab getirmesine karşılık„cenaze namazının Allah dostlarına
rahmet eriştirmesidir. Musannif Ebu Davud'un talikteki ifadesine göre, her ne kadar
şeyhi Yezid b. Halid bu duanın ikinci cümlesini "cenazeye gider" şeklinde rivayet
etmişse de diğer şeyhi İbnü's-serah yani Ahmed b. Amr b. Abdullah, bu cümleyi "na-

[105]

maza gider" şeklinde rivayet etmiştir.
Bazı Hükümler

1. Hastaları ziyaret etmek ve ziyaret esnasında onlara şifa bulmaları için dua etmek
meşrudur.

[106]

2. Cihad etmek, cenaze namazı kılmak ve cenazeyi uğurlamak çok faziletlidir.
9. Ölümü Temenni Etmek İyi Değildir

3108... Enes b. Malik'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a) (şöyle) buyurdu:
(Sizden) bîriniz kendisine gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü istemesin. Fakat: "Ey
Allahım hayat benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat. Benim için ölüm daha

[1071

hayırlı olduğu zaman da canımı al" desin"
Açıklama

Bir müslümanm kendisine isabet eden hastalık, fakirlik gibi bir sıkıntıdan dolayı
ölümü temenni etmesi, o müslümanm Allah'ın kaza ve kaderine rıza göstermeyip
şikayette bulunması anlamına gelir.

Fakat dini hayata gelen bir felaketten dolayı, Allah'a hakkıyla kulluk yapamamaktan
acze düşerek ölümü temenni etmek ise caizdir. Nitekim Hz. Ömer b. el-Hattab,
ihtiyarlayıp da kulluk görevlerini yapmakta acze düşünce "Ey Allah'ım, yaşlandım,
kuvvetten düştüm. Ülkem (İslam hudutları) genişledi. Eksik, fazla haksızlık yapıp



Liosı

kusur işlemeden canımı al" diye dua etmiştir. Binaenaleyh, kişinin mutlak olarak
ölümü temenni etmesi caiz değildir. Ancak hayatında, dünyaya ve ahirete hayırlı
olduğu sürece hayatta kalması, dünyaya ve ahirete zararlı hale gelince hayatının sona
ermesi için temennide bulunması, ya da dua etmesi caizdir.

Kişinin güzel amellerinin günahlarından, çok olduğu, fitne ve fesattan uzak kaldığı
yılları, hayatının hayırlı dönemleridir. Fakat günahlarının sevabından daha çok olduğu
zamanları, hayatının şerli olan yıllarıdır. İnsanın ileride nasıl bir hayat süreceği kendisi
için meçhul olduğundan, eğer ölüm temennisinde bulunulacaksa, Allah'ın ilmine
teslim olarak hadiste öğretildiği şekilde temenni etmesi gerekir.
Rasûl-u Zişan Efendimizin vefatı esnasında:

"Ey A İlahım beni Refık-i A'Ia'ya eriştir." diye dua etmesi, mevzumu-zu teşkil eden
hadis-i şerife aykırı değildir. Çünkü Hz. Peygamber Efendimizin bu sözü, bir ölüm
temennisi değildir. Sadece o gün vefat edeceğini kesinlikle bildiğinden Refik-i Alaya
erişmek için yaptığı temenniden ibarettir.

Esasen, onun hem dünya hem de ahiret için kamil manada bir hayata sahip ve bu
hayatın vefatına kadar bu şekilde süreceği kesin iken ölüm temennisinde bulunması
[1091

düşünülemez.
Bazı Hükümler

1. Dünyevi bir sıkıntıdan dolayı ölümü temenni etmek caiz değildir.

2. Bir kulun dua ederken duaların en hayırlısını seçmesi gerekir.

3. İstikballe ilgili olarak yapılan dualarda kesin bir istekte bulunmayıp, işi Allah'a

[İM

havale ederek, hayırlı olanı halk etmesini talebetmek gerekir.

3109... Enes b. Malik'den (rivayet olunduğuna göre) Peygamber (s. a):

"Hiçbiriniz ölümü asla temenni etmesin" buyurmuştur. (Katade bu hadisi Enes b.

Malikten rivayet etmiş ve bu hadisin) hemen arkasından da (bir önceki hadisin

um

sonundaki duanın) aynısını nakletmiştir.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, şu manâya gelen lafızlarla Buhârî ve Müslim tarafından da rivayet
edilmiştir. "Biriniz başına gelen bir zarardan dolayı ölümü asla temenni etmesin. Eğer
mutlak temenni edecekse; Allah'ım benim için hayat hayırlı ise beni yaşat, vefat daha

[mı

hayırlı ise beni öldür, desin." Bir önceki hadisin şerhinde yapmış olduğumuz
açıklama, bu hadis için de geçerli olduğundan daha fazla açıklama yapmaya gerek

E1131

görmüyoruz.



10. Ansızın Ölmek



3110... Peygamber (s.a)'in sahabilerinden birisi olan Ubeydb. Ha-lid es-Sülemi'den
(rivayet olunmuştur).

Musannif Ebû Dâvud diyor ki: Şeyhim Müsedded, bu hadisi bana) bir defasında
(merfu olarak) Peygamber (s.a)'den diye, sonra bir defasında da (mevkuf olarak)
Ubeyd'den diye rivayet etti.

(Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem ya da Ubeyd): "Ansızın ölmek (Allah'ın ruhu)

[114]

öfke ile almasıdır" buyurdu.
Açıklama

İbn Ebî Şeybe'nin Müsannefmde Aişe ve Abdullah b. Mes'ud (r.a)Man tahric edilen
bir hadisi şerifte "Ansızın ölüm, mü'm in için rahatlık, facir ve fasık için de gazap
alametidir" buyurulmuştur. Ahmed b. Hatibe! '-in Müsned'inde Rasûl-ü Ekremin
yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarın yanından geçerken süratlenip "Ansızın ölümden

£115]

hoşlanmam" buyurduğu rivayet edilmektedir. Bu haberlerin arasını telif için
sarih, İbn Battal "Ani ölüm vasiyyet etme imkanı bırakmadığı ve ahiret hazırlığı için
tevbe ve istiğfar gibi güzel amellere fırsat vermediği için iyi görülmemiştir. Yoksa
aslında ani ölüm çirkin değildir. Hatta ahiret için hazırlıklı bir mü'min için iyi bir so-

E1161

nuçtur."

Hattabî'nin de ifade ettiği gibi, her ne kadar mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif,
Ubeydullah b. Halid es-Sülemi'den mevkuf olarak rivayet edilmişse de, bu hadisin
mevkuf oluşu hadisin sıhhatine zarar vermez. Çünkü bu mevzu, bir ictihad meselesi
olmayıp doğrudan doğruya Hz. Peygamberin açıklamasıyla anlaşılabilecek bir mesele
olduğundan bu sözün-Hz. Ubeyd b. Halid'in kendi şahsi görüşünü yansıttığı
düşünülemez.

Ayrıca Hafız Münzirî bu hadisin ravilerinin güvenilir kimseler olduğunu söylemiştir.
017]

11. Taun Hastalığından Ölen Kimsenin Fazileti

3111... Cabir b. Atik (in Atik b. el-Harise) bildirdiğine göre, Rasülullah (s. a) (bir gün)
Abdullah b. Sabit'i hasta iken ziyarete gelmiş te onu baygın bir halde bulmuş, bunun
üzerine Rasülullah ona seslenmiş (fakat o baygın olduğu için) karşılık ver(e)memiş.
Bunun üzerine Rasülullah (s. a)

"İnnalillahi ve inna ileyhi raciun. Ey Ebu'r-Rabi biz(im) senin yanında (yapabilecek
bir şeyimiz yok. Çünkü Allah'ın kaza ve kaderine) mağlub olduk" dedi. Bunun üzerine
kadınlar feryad edip ağlaş-tılar. tbn Atik de onları susturmaya çalıştı. Derken
Rasülullah (s.a) "Onları (kendi hallerine) bırak. (Çünkü sesleri fazla çıkmıyor. Fakat
vacib olunca) hiçbir kadın ağlamasın" buyurdu. (Orada bulunanlar) "Ey Allah'ın
Rasûlü vacib olmak nedir?" dediler. "Ölmektir" buyurdu. (O sırada Abdullah b.
Sabit' in) kızkardeşi (onun hakkında ey kardeşim):

"Ben senin şehit olacağını ümidediyordum. Çünkü sen (ahiret için) gereken
ihtiyaçlarını hazırlamıştın." diye söylenmeye başladı. Rasülullah (s.a) de



"Aziz ve celil olan Allah ona niyyeti ölçüsünde şehid sevabı verecektir, (buyurdu ve)
siz neyi şehitlik sayıyorsunuz?" diye sordu. (Onlar da).

"Allah yolunda öldürülmeyi" dediler. Rasûlullah (s.a)'da "Allah yolunda
öldürülmekten başka yedi (tane daha) şehidlik vardır. Taundan ölen şehiddir.
Boğularak ölen şehiddir. Karın ağrısıyla ölen şehiddir. Yanarak ölen şehiddir. Göçük

Iİİ81

altında kalarak ölen şehiddir. Doğum üzerine ölen şehiddir." buyurdu.
Açıklama

İbn Mâce'nin Sünen'inde Hz. Peygamberin, şehidlerin sayısıyla ilgili olan bu sözü, Hz.
Cabir b. Atik b. Kays'ı hastalığı esnasında ziyarete gittiği zaman söylediği ifade
019]

edilmektedir.

İbn Mâce'nin bu rivayeti de gözönünde bulundurulursa, Hz. Peygamberin şehidlerle
ilgili olan bu hadisi hem Cabir' in hem de Abdullah b. Sa-bit'in hastalığı esnasında
söylemiş olduğu anlaşılır. Menhel yazarına göre; Hz. Peygamberin Hz. Abdullah b.
Sabit'in komaya girmesinden dolayı ağlaşan kadınları susturmaya çalışan Abdullah b.
Atik'e "Onları (kendi hallerine) bırak (fakat Abdullah) ölünce onların hiçbirisi
ağlamasın" buyurması, bir kimsenin komaya girmesiyle yakınlarının ağlamalarının
caiz olduğunu fakat öldükten sonra, ağlamalarının caiz olmadığını ifade eder. Fakat
âlimlerden bu görüşte olan hiçbir kimse olmadığı gibi, bu görüş bilhassa bu kitabın
yirmidokuzuncu babında bulunan hadis-i şeriflere aykırıdır. Bu sebeple biz Rasûl-ü
Ekremin o sırada ağlaşan kadınları susturmaya çalışan Abdullah b. Atik'e engel
oluşunu fazla yüksek olmayan bir sesle ağlamalarıyla açıklayan Bezlü'l-Mechud
yazarının görüşünü ..ercin ettik ve tercümede de parantez içerisinde bu görüşe işaret
ettik. Nitekim sözü geçen babda bulunan "Musibet zamanında saçını başını yolan,

£120]

yüksek sesle bağmp çağıran elbisesini yakan kimse bizden değildir." mealindeki
hadiste Müslim tarafından rivayet edilen "Rasûlullah vaveylacı saçını yolan ve

£121]

yakasını paçasını yırtan kadınlardan beridir." mealindeki hadisi şeriften anlaşılan
da budur.

Rasûl-ü Zişan Efendimizin Hz. Abdullah b. Sabit'i ziyareti esnasında orada bulunan
cemaat sadece Allah yolunda savaşırken hayatını kaybeden kimselerin şehid
olacaklarını zannediyorlardı.

Hz. Peygamber şehidliğin sadece savaşırken ölmekten ibaret olmadığını ifade
buyurup, bunun dışında yedi çeşit daha şehitlik bulunduğunu açıklamıştır.
Şeyh Muhammed Zekeriyya Kandehlevi Bezlü'l-Mechûd üzerine yaptığı talikte,
şehidliğin burada sayılan sekiz çeşit ölümden ibaret olmayıp aslında elli (50)'den fazla

£1221

şehitlik bulunduğunu ifade etmektedir.

Bu mevzuda Hanefi fukahasmdan İbn Abidin şunları söylüyor: Veremden ölen
şehiddir, verem akciğer hastalığıdır. Bu hastalıktan beden erimeye ve sararmaya
başlar. Gurbette ölen, düşerek veya humma ile ölen, ailesi, malı ve canı uğrunda
savaşırken ölen, zulümle ölen, namuslu ve gizli olmak şartıyla aşktan ölen de şehiddir.
Velevki kötüsü haram olsun şiddetli öksürükten, yırtıcı hayvanın parçalamasından,



sultanın zulmen hapis etmesinden dayaktan ölenlerle gizlenerek Ölen, akrep ve yılan
sokmasından ölen, şer'i ilimler okunurken ölen, sevabına müezzinlik yaparken ölenler,
keza doğru iş görenler, tacirler, çoluk çocuğunun rızkını kazanan kimseyi ve köleleri
arasında Allah'ın emrini icra edip onları helal lokma ile doyuranı Allah Tealâ kıyamet
gününde muhakkak şehidlerle beraber ve onların derecelerinde haşr edecektir. Seferde
deniz tutup kusacağı kalkan ve kusan kimseye de şehid sevabı vardır. Kıskançlığa
sabır edene şehid sevabı vardır.

Her gün yirmibeş defa"Yarabbi bana ölümde ve ölümden sonra bereket ver" deyip
sonra döşeğinde ölen kimseye Allah şehid ecri verir. Kuşluk namazını kılarak her
aydan üç gün oruç tutan ve vitir namazını seferde hazarda terketmeyen kimseye şehid
ecri yazılır. Rasûlullah "Ümmetimin fesadı zamanında benim sünnetime sarılana şehid
ecri vardır." buyurur. Hastalığında kırk defa: diyerek ölen kimseye şehid sevabı
verilir. Düzelirse affedilmiş olarak düzelir.

"Abdestle yatıp ölen kimse ile, iyi geçinerek yaşayan şehid olarak ölür."
Bu hadisi Deylemî rivayet etmiştir. Peygamber (s.a)'e yüz kere salavat getiren de
öyledir. Bunu Taberânî rivayet etmiştir. "Bir kimse gerçekten Allah yolunda ölmeyi
ister de ölürse Allah ona şehid sevabı verir." Bu hadisi Hakim ve başkaları rivayet
etmiştir. "Bir kimse müslüman şehirlerinden birine yiyecek celbederse şehid sevabı
kazanır." Bu hadisi Deylemî rivayet etmiştir. Yukarıda geçtiği vecihle Cuma günü
ölen de öyledir.

İmam Hasan'a karla yıkanarak soğuk alan ve ölen kimsenin hükmü sorulmuş da, "Hey
gidi şehidlik" cevabım vermiştir. Tirmizî'nin Ma'kîl b. Ye-sar'dan rivayet ettiği bir
hadiste Hz. Ma'kîl şöyle demiştir. Rasûlullah (s. a): "Bir kimse sabahladığı vakit üç
defa Euzubîllahi's-semîıl alimi Mine'ş-şeytani'r-Râcim der de Haşır sûresinin
sonundan üç âyet okursa, Allah ona yetmiş bir melek vekil eder. Bunlar ona akşama
kadar salat eylerler. O gün ölürse şehit gider. Bu âyetleri gecelediği zaman okursa,
sabah laymcaya kadar yine bu vaziyette olur" buyurdular. Bu suretle şehitlerin sayısı
kırkı geçmiştir. Bazıları bunları elliye çıkarmışlardır. Rahmeti onları manzum olarak
Q23I

zikir etmiştir.

Metinde şehid olduğu ifade edilen kimseler şunlardır:

1. Allah yolunda hayatını kaybeden kimse

2. el -Mat'un: 3103 numaralı hadisi şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi Taun denilen
veba hastalığından ölen kimse.

3. el-Ğarık: İstemeyerek suya düşüp boğulan kimsedir.

4. Sahibü-zatilcenb: Zatülcenb denilen hastalıktan ölen kimsedir. Za-tülcenb insanın
özellikle yan taraflarında birtakım yaralar şeklinde kendini gösteren bir hastalıktır.
İbnü'l-Esİr, en-Nihaye isimli eserinde bu hastalık hakkında şunları söylüyor:
"Zatülcenb, insanın yan kısımlarının iç taraflarında meydana gelen büyükçe bir
yaradır. Zamanla bu yara patlar ve sahibinin ölümüne sebep olur. Bu hastalığa tutulan
kimselerin kurtulması çok zordur. Pek az kişi bu hastalığın pençesinden kurtulabilir.
Bu hastalığın belirtileri devamlı bir sıtma ve nefes darlığıdır. Daha ziyade kadınlarda
görülür.

5. el-Mebtûn: Suya kanmama ve ishal gibi karın ağrısı hastalıklarından biriyle ölen
kimse.

6. Cim: Mecmu yani toplam demektir. Burada kasdedilen gebeliktir. Bakirelik
manâsına da gelir. Binaenaleyh hamile iken vefat eden kadın şehiddir.



7. Sahibu'I-Harik: Yanarak Ölen kimse

8. Göçük altında kalarak ölen kimse.

Bu sekiz sınıf insanın hepsi de şehiddir. Yalnız bunların içerisinde en faziletli olanlar
birinci sınıfa giren i Allah yolunda hayatlarını kaybedenlerdir. Diğerleri ise ölümleri
esnasında çekmiş oldukları tahammül edilmez acı ve meşakkatlerden dolayı Allah
yolunda savaşırken öldürülen şehitlerin eriştiği bazı keramet ve faziletlere erişirlerse
de, her hususta onlara denk olamazlar. Allah yolunda savaşırken öldürülenlerin
cenazeleri yıkanmaz, Hanefilere göre, üzerlerine namaz kılmış ve şehid oldukları
kesinleşmiş olanlar elbiseleriyle gömülürler. Diğer mezhep imamlarına göre, onların
üzerine namaz* kılınmaz. Bu sekiz sınıfa şehid denmesinin sebebi, Allah'ın cennette
kendilerine görünmesi, rahmet meleklerinin onun cenazesinde hazır bulunmaları ve
ruhunu cennete götürmeleridir. Bu kimseler kabir azabına maruz kalmadan hemen
ölür Ölmez cennete giderler ve orada Allah'ın kendileri için hazırlamış olduğu
nimetlere şahid olurlar. İşte bu gibi sebeplerden dolayı onlara şehid denmiştir. Allah
yolunda öldürülenlerin dışındaki şehitler, şehid sevabına ka-vuşmuşlarsa da bunlar
hakkında dünyada şehid muamelesi yapılmaz. Bunların cenazeleri yıkanır, namazları
kılınır teçhiz ve tekfinleri yapılır. Şehidler üç kısımdır:

1. Dünya ve ahiret şehidi: Bunlar Allah yolunda savaşırken kâfirler tarafından
Öldürülen kimselerdir. Bunlara dünyada şehid muamelesi yapılır.

2. Ahiret şehidi: Bunlar birinci maddenin dışında kalan diğer yedi sınıf şehidlerdir.
Bunlara dünyada şehid muamelesi yapılmaz.

3. Dünya şehidi: Bunlar münafık olduğu halde müslümanlar safında savaşırken

£1241

öldürülenlerdir. Bunlara da dünyada şehid muamelesi yapılır.
Bazı Hükümler

1. Hasta ziyareti meşrudur.

2. Hastanın hayatından umıt kesilince "inna lıllahı ve inna ileyhi raciun" okumak
meşrudur.

3. Vefat etmek üzere olan kişi, hakkında onu öven sözler söyleyip, onun imrenilecek
bir hayat sürdüğünü ifade etmek caizdir.

4. Bir kimsenin komaya girmesiyle, yakınlarının haddi aşacak kadar yüksek olmayan
orta yükseklikte bir sesle ağlaması caizdir.

5. Bir kimsenin vefatından sonra haddi aşacak derecede vüksek bir sesle ağlamak
yasaktır.

6. Kişi hayırlı niyetlerinden dolayı da sevap alır. İsterse bu niyyetlerini tatbik
mevkiine koymuş olmasın.

7. Metinde zikredilen sekiz sebebden biriyle ölen kimselerin Allah katındaki faziletleri

[1251

çok büyüktür.

11261

11-12. Öleceği Anlaşılan Hastanın Tırnakları Kesilir Ve Eteği Tıraş Edilir

3112... Ebû Hüreyre'den demiştir ki: el-Haris b. Amir b. Nevfel oğulları Hubeyb'i
Kureyşlilere köle olarak sattılar. (Çünkü) Hubeyb Bedir (savaşı) günü (Mekkeli



müşriklerden) el-Haris b. Amir'i öldürmüştü. (O vakit) Hubeyb Kureyşlilerin yanında
esir olarak kaldı. (Ku-reyşliler, saygı gösterdikleri haram aylar çıkınca) onu öldürmeye
karar verdiler. (Bunu anlayan Hubeyb) kasık kıllarını kazımak için Ha-ris'in (Zeyneb
ismindeki) kızından Ödünç olarak bir ustura istedi (Zey-neb de) ona ödünç olarak (bir
ustura) verdi. Derken (Zeyneb'in) gafil bulunduğu bir sırada küçük*oğlu (Ebu Huseyn
b. el-Haris b. Nevfel b. Abdi Menaf, Hubeyb'in yanma) gitti (ve Zeyneb) onu elinde
ustura olduğu halde yalnız başına (Hubeyb'in) dizinde (otururken) buldu ve
(Hubeyb'in çocuğu öldürerek intikam almasından) korktu. (Hubeyb) ondaki bu
korkuyu anlayıp (kadına) "Çocuğu öldürürüm diye mi korkuyorsun? (korkma) ben
bunu yapmam" dedi.

Ebû Dâvud der ki: Bu hadiseyi Şuayb b. Ebû Hamza Zühri'den rivayet etti. Dedi ki:
Bana Ubeydullah b. lyazfm) haber verdifğine göre), "Haris'in kızı fZeyneb)
Kureyşlilerin Hubeyb'i Öldürmeye karar verdikleri sırada (Hubeyb'in) kendisinden

£127]

ödünç olarak bir ustura istediğini Ubeydullah'a haber vermiş."
Açıklama

Harisoğullannm Hz. Hubeyb'i köle olarak satın almalarının sebebi şudur: (Uhud
muharebesinden sonra Adal ve Kare kabileleri Peygamber Efendimize adamlar
göndererek müslümanlığı kabul ettiklerini ve binaenaleyh İslâm mürşitlerine muhtaç
olduklarını bildirmeleri üzerine) Rasûl-i Ekrem Efendimiz (onlara) on zat gönderip
bunların üzerine (Medineli) Asım b. Sabit (r.a)*i memur etti. Bunlar Mekke ile Usafa
arasındaki Hudal mahalline vardıkları zaman, müşrikler tarafından Beni lihyan denilen
Huzeyl kabilesine haber verilmişti. Lihyaniler de yüze yakın tîr-endaz asker
gönderdiler. Bunlar müslümanları takibe koyuldular. Asım ile maiy-yetindekiler,
bunları hissedince yüksek bir yere sığmdılarsa da tîr-endazlar onların etrafını
çevirdiler ve: Bize itaat edip teslim olun, hiçbirinizi öldürmeyeceğimize söz veriyoruz,
dediler. Bunun üzerine Asım:

Ey Kavm! Ben müşriklerin zimmetine iltica edemem dedi ve:

"İlahi! Halimizden peygamberin (s.a)'i haberdar et..., diye dua etti. Müşrikler
Müslümanlar üzerine ok yağdırdılar. Asım'ı (ve maiyetindekilerden altı zatı)
öldürdüler. Bunlardan Hubeyb, Zeyd b. ed-Desine, Abdullah b. Tarık müşriklerin
sözlerine inanarak teslim oldular. Bu suretle bunları ele geçirdikten sonra, yay
telleriyle ellerini sımsıkı bağlamaya kalkışınca üçüncü zat (Abdullah b. Tarık): tşte
bize birinci gadr budur. Vallahi size teslim olmam, bu şehidler benim için bir
numunedir, dedi. Bunun üzerine onu sürükleyip tazyik ettilerse de onlarla gitmekten
imtina ettiği için onu da şehid ettiler. Hubeyb ile Zeyd b. ed-Desine'yi Mekke'ye
götürüp Bedir vak'asm-dan sonra onları Mekke'de sattılar. Bedir gazvesinde Hubeyb
tarafından babası öldürülmüş bulunan Haris b. Amir b. Nevfel b. Abdi Menaf oğulları
Hubeyb'i satın aldılar.

O vakit Hubeyb, Haris'in oğulları yanında esir kalmıştı. (Kureyşîlerce riâyeti lazım
gelen eşhür-u hurum çıkınca) Hubeyb'i öldürmeye karar verdiler. O vakit Hubeyb,
kasık kıllarını kazımak için Haris'in kızlarından (Uk-be'nin hemşiresi) Zeyneb'den
emanet bir ustura aldı. Zeyneb'in gafil bulunduğu bir zamanda çocuğu, Hubeyb'in
yanma yaklaştı. Zeynep Hubeyb'i çocuğunu dizinin üstüne oturtmuş, usturada elinde
olduğu halde görünce (intikam almak için çocuğu boğazlar diye) telaş etmiş, çok



korkmuştu. Kadının telaşını sezen Hubeyb ona: "Çocuğu öldürürüm diye mi
korkuyorsun? Korkma ben bunu yapmam." dedi.

Kadın şöyle anlatıyor: Vallahi (ömrümde) Hubeyb'den daha hayırlı bir esir görmedim.
Hatta zincir ile bağlı olduğu halde bir salkım üzüm yediğini gördüm. O esnada ise
Mekke'de zaten üzüm yoktu. Bu da Hubeyb'e Allah tarafından verilmiş bir rızk idi.
Öldürmek için, onu Harem-i şerifin haricindeki Hıll (tenim)e çıkardıklarında Hubeyb:
İki rek'at namaz kılmak için bana müsaade ediniz, dedi. Bıraktılar, iki rek'at namaz
kıldı ve sonra: Vallahi eğer hakkımda ölümden korktu da namazım onun için uzatıyor,
diye zannetmeyecek olsaydınız, namazımı daha ziyade uzatırdım, dedi ve: "İlahi!
Bunların hepsini mahvet, birer birer bunların canını al da hiç birini sağ bırakma." diye
dua ettikten sonra şu iki beyti okudu:

"Müslüman olarak öldürüldükten sonra, ne suretle ölürsem öleyim, ehemmiyet
vermem. Bunların hepsi zat-ı kibriya uğrundadır. O isterse bu tarumar olan vücudumu
feyzine eriştirir."

O zamandan beri idam olunacak her müslümanm iki rek'at namaz kılması müstahsen
bir adet olmuştur.

Rasul-i Ekrem Efendimiz Vahy-i ilahi ile Hubeyb'in uğradığı musibeti günü gününe
Ashabına haber vermişti.

Asım b. Sabit Hazretlerinin katlolunduğunu haber alan Kureyş'den bazıları cesedinden
onu tanıtacak bir parça getirtmek üzere, şehidin yanma adam gönderdiler. Çünkü
Asım b. Sabit hazretleri Bedir'de Kureyş'in ileri gelenlerinden birini (Ukbe b. Ebî
Muayt'ı katletmişti. Cenabı Hak'km Asım'ı hıfzu himaye için arı nev'inden kara bir
bulut halinde gönderdiği mahlukların müdafaaları karşısında yanma bile

[1281

sokulmadıklarından onun naşmdan bir şey kesip götürmeye kadir olamadılar."
Bazı Hükümler

1. Öleceğini anlayan bir kimsenin kasığındaki kılları kazıması meşrudur. Her ne kadar
Hz. Hubayb in bu fiili sadece kendi görüşünün bir tezahürü gibi bir durum varsa da,
aslında Buhârî'nin rivayetine göre, Hz. Hubayb, Cebrail Aleyhisselam onun bu fiilini
Hz. Peygambere bildirmiştir. Hz. Peygamber de Hz. Hubeyb'e dua etmiştir.

2. Öleceğini anlayan kimsenin tırnaklarım kesmesi meşrudur. Musannif Ebü Dâvud

£1291

hadis-i şeriften kıyas yoluyla bu hükmü çıkarmıştır.

12-13. Ölürken Allah'a (Güvenerek) Hüsnü Zanda Bulunmak Müstehabtır
3113... Cabir b. Abdullah'dan demiştir ki:

Ben Rasûlullah (s.a)M; ölümünden üç (gün) önce (şöyle) derken işittim:

£1301

"(Sizden) Biriniz Allah'a hüsnü zan etmekten başka bir halde ölmesin."
Açıklama

Şafiî âlimlerinden Nevevî'nin Şeriıü'l-Mühezzeb isimli eserin-deki açıklamasında,
Allah'a hüsnü zan beslemek "Allah'ın kıyamet gününde mü'm in kulları için



hazırladığı nimetlerini, onun merhametini, va'dini, affını, keremini bildiren âyetleri ve
sahih hadisleri düşünerek, onun kendisine merhamet ve lütufla muamele edeceğini
ummak" demektir. Nitekim yüce Allah bir hadisi kudsisinde: "Ben kuluma bana olan

[131]

zannma göre muamele ederim" buyuruyor. Ulemanın büyük çoğunluğuna göre,
mevzumuzu teşkil eden hadis-i şeriften kasdedi-len manâ budur.
Ancak Hattâbî Cumhurun bu görüşünden ayrılarak bu"... Hadis-i şerife güzel amel
işleyiniz ki, Rabbmıza olan zannmız da güzelleşsin. Güzel ameller işleyenin Rabbine
karşı olan zannı da güzelleşir. Kötü ameller işleyen kimsenin Rabbine olan zannı da
kötüleşir-" diye manâ vermiştir. Gerçekten Hattâbî'nin bu te'vili yabana atılamaz.
Çünkü salih ameller imanı artırır, kalbi nurlandırır, şeytanın hilelerini bozar. Neticede
sahibine Allah'ın rahmeti için ümit verir. Allah'a karşı hüsnü zan besletir. Nitekim bir
hadiste "Allah'a en büyük hüznü zannm ona güzelce ibadette bulunmak olduğu"
[132]

bildiriliyor.

RafTye göre, bu hadis-i şerifte tevbeye ve her türlü zulmü terke teşvik vardır. Çünkü,
her türlü zulmü terkedip hakkıyla tevbe eden bir kimsenin kalbinde Allah'a karşı

[133]

hüsnü zan doğar ve onun rahmetine karşı içinde ümit ışıkları belirir.

13-14. Ölüm Vakti Yaklaşınca Hastaya Temiz (V e Güzel) Elbiseler Giydirmek
Müstehabdır

3114... Ebû Said el-Hudri'den (rivayet edildiğine göre kendisine ölüm yaklaşınca yeni
elbiseler isteyip onları giymiş, sonra (şöyle) demiştir: "Ben Rasûlullah(s.a)'i,(kişi)

[134]

ölürken üzerinde bulunan elbiseler içerisinde diriltilir- derken işittim."
Açıklama

Hz. Ebû Said el-Hudri, bu hadis-i şerifin zahiriyle amel ederek ölümünden önce yeni
elbiselerini giyinmiş ve yeni elbiseleri içerisinde hayata gözlerini kapamıştır. Çünkü
hadis-i şerifin zahirinden anlaşılan, manâya göre, kişi ölürken üzerinde bulunan
elbiseler içerisinde diriltilerek kabrinden kalkacaktır.

Bu manâ "Ey insanlar, hiç şüphe yok ki siz Allah(m huzurund)a yalınayak, çıplak ve

Iİ351

sünnetsiz olarak hasredileceksiniz." mealindeki hadis-i şerife aykırı değildir.
Çünkü ba's (dirilip kabirden kalkma) ile haşr (arasat meydarımda toplanma) ayrı ayrı
şeylerdir. Binaenaleyh, insanlar ölürken giyinmiş oldukları elbiseler içerisinde
kabirlerinden kalkacaklar, fakat arasat meydanında çıplak olarak toplanacaklardır.
Muhakkik hadis âlimleri ise, mevzu m uzu teşkil eden ve bu hadis-i şerifte geçen
"siyab = elbiseler" kelimesine amel manâsı vermişler ve "İnsan iyi veya kötü hangi
ameli işleyerek ölürse, mezarından kalkarken de o ameli işleyerek kalkar."
demişlerdir. Gerçekten de Araplar, bir kimsenin iyiliğini, temizliğini ve ayıplardan
uzak olduğunu ifade etmek istedikleri zaman; "Falan kimse temiz elbiselidir" derler.
Bir kimsenin kötülüğünü ifade edecekleri zaman da "Falan kimsenin elbiseleri
kirlidir." tabirini kullanırlar. Nitekim Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'-inde "Elbiseni



[1361

temizle" buyruğuyla güzel ameller yapmayı emretmiştir. Her ne kadar bazıları
sözkonusu siyab, kelimesine "kefen" manâsı vermişlerse de, bu manânın hiç bir
dayanağı yoktur. Çünkü burada ölmeden önce giyilecek olan elbise söz konusudur,
kefense Öldükten sonra giyilir. Bu bakımdan bu görüş Aynî ve Harevî gibi muhakkik

Iİ371

âlimler tarafından reddedilmiştir.

14-15. Hasta Ölürken Yanında Söylenmesi Müstehab Olan Sözler
3115... Ümmü Seleme'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a):

"Ölen kimsenin yanında bulunduğunuz zaman, hayır söyleyin. Çünkü melekler sizin
söylediklerinize -amin- derler." buyurdu.
Ebû Seleme vefat edince ben:

"Ey Allah'ın Rasûlü (şimdi) ne diyeyim?" diye sordum.

"Ey Allah'ım, onu affet, bana onun arkasından güzel bir bedel ihsan eyle, de."
buyurdu. (Hz. Ümmü Seleme sözlerine devam ederek şunları) söyledi: (Ben de o
şekilde dua ettim). Bunun üzerine Yüce Allah onun yerine bana Muhammed (s.a)*i
£1381

ihsan etti."
Açıklama

Metinde geçen "Ölen kimsenin yanma vardığınız zaman" anlamındaki cümle, Müslim
ile Tirmizî'nin Sünenlerinde "hastanın veya ölen kimsenin yanında bulunursanız"
manâsına gelen lafızlarla rivayet edilirken, NesâTnin Sünen'inde "Bir hastanın
yanında bulunursanız..." manâsına gelen sözlerle rivayet edilmiştir.
Bu rivayetler arasında hiçbir çelişki yoktur. Çünkü Peygamber Efendimiz, ölen bir
kimsenin yanma varıldığında olduğu gibi, ölmek üzere olan bir kimsenin yanma
varıldığı zamanda, hayırlı sözler söylenmesini teşvik ederek onların yanında
söylenecek hayırlı sözlere ve dualara meleklerin amin diyeceklerini haber vermiştir.
Hz. Peygamberin ölen veya ölmek üzere bulunan kimseler hakkındaki bu emrine
uymak müstehabdır. Her ne kadar mutlak emir farziyyet ifade ederse de buradaki:
"Çünkü melekler sizin söylediklerinize amin derler." sözüyle hayır söz söylemekten
maksadın, sadece meleklerin bu dualarına erişmekten ibaret olduğu açıklandığından,
bu emre uymanın farz değil, müstehab olduğu anlaşılır.

"Onlar hakkında hayır söyleyiniz" cümlesinin "Onlar hakkında sadece hayır
söyleyiniz, sakın kötü söz söylemeyiniz." anlamında kullanılıp bu cümleden asıl
maksadın "Onlar hakkında kötü söz söylemeyi nehyetmek olduğu" da düşünülebilir.
Nitekim "Ölülerinizin iyiliklerini anınız, onların kötülüklerini anmaktan kaçınınız."
anlamındaki 4900 numaralı hadis-i şerif de bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Ayrıca
"Çünkü melekler, sizin sözlerinize amin derler" cümlesinden esas maksadın;
"Ziyaretçilerin hastaların ya da ölülerin yanındaki sözlerinin tesbit edildiğini, ölülerin
kesinlikle bu duaların mükaafatmı göreceklerini ifade etmek*' olduğu da
£1391

düşünülebilir.



Bazı Hükümler



1. Hasta veya ölü yanma varan kimsenin ona hayır dua etmesi ve onun için istiğfarda
bulunması müstehabdır.

2. Hastalan ziyaret eden kimselerle birlikte melekler de gezerler, onların dualarına
amin derler.

3. Hz. Ümmü Seleme, bu ümmetin en faziletli hanımlarından ve müminlerin
annelerinden biridir.

Mü'minlerin annesi Ümmü Seleme, Hz. Peygamberin halasının oğlu ve süt kardeşi
Abdullah b. Abdilesed*le evli idi. Hz. Abdullah şehid olunca, Hz. Peygamberin ailesi
olmak şerefine nail oldu.

Bu mevzuda kendisinden nakledilen bir hadis-i şerif şu mealdedir: Ben Rasûlullah
(s.a)'m şöyle dediğini duydum: "- Hangi kula bir musibet gelir de -inna lillahi ve inna
ileyhi raciun- Allah'ım bu musibetimden dolayı beni mükafatlandır. Bana ondan daha
hayırlısını ver, derse. Muhakkak bu musibetinden dolayı Allah onu mükafatlandırır ve
ona eskisinden daha hayırlı bir sonuç bahşeder" (Ümmü Seleme) dedi ki, Ebû Seleme
vefat edince, ben Rasûlullah (s.a)'in bana öğrettiklerini söyledim. Bunun üzerine Allah

[1401

bana Ebû SelemeMen daha hayırlı birini, Allah'ın Rasûlünü verdi.

15-16.(Hastanın Yanında La İlahe İllallah Sözünü Söyleyerek) Telkinde
Bulunmak

3116... Muaz b. CebePden (rivayet olunduğuna göre), Rasûlullah (s. a) (şöyle)
buyurmuştur:

EMİ]

"Son sözü la ilahe illallah- olan kimse cennete gir(meyi hak et)miştir."
Açıklama

Hadis-i şerifte, "Dünyada son sözü la ilahe illallah olan bir kimsenin cennete girmiş
olduğu" bildirilmektedir.

Araplar, ileride olacağı kesinlikle bilinen hadiseler hakkında "ileride kesinlikle böyle
olacaktır" diyecekleri yerde oldu derler. Bir başka ifadeyle bir hadisenin kesinlikle
meydana geleceğim ifade edebilmek için, istikbal siğası (gelecek zaman kipi) yerine
mazi (geçmiş zaman) sığası kullanırlar. Binaenaleyh, metinde geçen cennete girdi"
cümlesi "kesinlikle cennete girecektir. Çünkü cennete girmeyi hak etmiştir."
anlamında kullanılmıştır. Biz tercümede parantez içerisine ilave ettiğimiz kelimelerle
bu manâya işaret ettik.

Bilindiği gibi, bazen söz arasında herkesçe bijinen bir sözü ifade etmek istediğimiz
zaman, bu sözün sadece baş tarafını söylemekle yetiniriz. Çünkü baş tarafını
hatırlatmakla sözün tümünün hatırlanacağını biliriz. Mesela İh-las sûresinin tümünü
ifade etmek istediğimiz zaman deriz. Ayetü'l-kürsiyi ifade etmek için de "Allahü la
ilahe illa hu..." deriz.

İşte burada da La ilahe illallah sözüyle bu cümlenin tamamı olan "La ilahe illallah
Muhammedün Rasûlullah" sözü kasdedilmiş olması ihtimali vardır. Nitekim Hafız tbn
Hacer "La ilahe illallahü" cümlesiyle "Eşbedii en la ilahe illallah ve eşhedü enne



Muhammeden abdiihü ve Rasûlüh" cümlesinin kasdedildiğini, binaenaleyh ölürken
sadece La ilahe illallah demenin cennete girmek için yeterli olamayacağını, hadis-i
şerifteki müjdeye erişebilmek için, son sözün bu cümlenin tamamı olması gerektiğini
söylemiştir. Eğer sadece la İlahe illallah demekle cennete girilseydi ehli kitabın
tümünün cennetlik olması gerekirdi. Çünkü onlar bu kelimeyi söylerler,
"Muhammeden Rasûlullah" cümlesini söylemezler. Fakat İbn Abidin mü'minlere
sadece "la ilahe illallah sözünü telkin etmenin yeterli olduğunu kâfirlere ise bu cümle-
nin tümünü telkin etmek gerektiğini, çünkü kâfirlerin sadece la ilahe illallah demekle

[1421

müslüman olamayacaklarını söylemiştir. Münavi'ye göre, Ölürken bu kelimeyi
söylemenin önemi, bu kimsenin dünyanın bütün lezzetlerinden kesilmiş, bütün
şehvani arzularından uzaklaşmış olmasından ve dilinden dökülen sözlerinin tam bir
sıdk ve ihlas ifadesi olmasından ileri gelir. Sıhhatli kişilerin hepsinde bu durum
yoktur. Fakat sıhhatli iken nefsini riyazete tabi tutan kulların sözleri de ölmek üzere

[143]

bulunan kimselerin sözleri gibidir."

Her ne kadar bu hadisin senedinde çeşitli tenkitlere uğramış olan Salih b. Ebî Arib
varsa da, bu hadis Müslim'in rivayet ettiği "Her kim Allah' dan başka ilah olmadığını

£1441

bilerek ölürse cennete girer." hadisiyle takviye edilmiştir.

Ancak şurasını ifade etmek isteriz ki, metinde geçen "Cennete gir(meyi hak et)miştir"
sözünden maksat "Her muvahhid müslüman ya affa uğrayarak derhal, ya da cezasını

[145]

çektikten sonra cennete girecek" demektir.
Bazı Hükümler

1. La ilane illallah sözünü fazlaca söylemek gerekir.

2. Bu kelimeyi, özellikle Ölmek üzere bulunan, hastaların yanında söyleyerek, ona

[146]

telkinde bulunmak müstehabdır.

3117... Yahya b. Umare dedi ki: Ben Ebû Said el-Hudri'yi Rasûlullah (s. a)

[147]

"Ölülerinize La ilahe illallah (sözünü) telkin ediniz." buyurdu, derken işittim.
Açıklama

Telkin: Tekrarlanması için, söz söylemek demektir. Bu hadis-i şerifte ölmek üzere
olan bir kimsenin, yanında onun da söylemesi için, "La ilahe illallah" kelimesini
söylemek tasvip edilmektedir. Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız
gibi, hadis-i şerifte telkini istenen "la ilahe illallah" sözüyle bu cümlenin tümü olan "la
ilahe illallah Mu-hammedün RasûluUah" cümlesi veya "eşhedü en la ilahe illallah ve
eşhedü enne Muhammedeh abdühü ve rasûlüh" cümlesi kasdedilmiş ve sözü kısaltmak
için sadece "la ilahe illallah" cümlesiyle yetinilmiş olması ihtimali varsa da, tbn
Abidin'e göre mü'minlere sadece la ilahe illallah cümlesini telkin etmek yeterlidir.
Kâfirlere ise bu cümlenin tamamını telkin etmek gerekir. Çünkü kafir, bu cümlenin



[1481

tümünü-söylemedikçe müslüman olamaz.

Metinde geçen "mevta = ölüler" sözüyle ölmek üzere olan hastalar kas-dedilmiştir.
Nitekim bu babda rivayet edilmiş olan çeşitli hadis-i şeriflerle İbn Hibban'm şu
rivayeti de bu gerçeği isbatlamaktadır: "Ölülerinize kelime-i tevhidi telkin ediniz.
Çünkü öleceği zaman bu sözü söyleyen her müslümanı Allah cehennem ateşinden
kurtarır."

Buna göre, "ölmek üzere bulunan bir hastanın yanında sadece kelime-i şehadet
okunmak suretiyle ona bu kelimeleri tekrarlaması hatırlatılmalı "fakat sen de söyle"
gibi bu sözler sarfedilerek ısrar etmekten kaçınılmalıdır. Çünkü, hasta son nefesinde
en sıkıntılı anlarını yaşar. Binaenaleyh o anda, ona kelime-i tevhid okuması için
ısrarda bulunmak, onun sıkıntısını iyice artırabileceği gibi, Allah korusun bir anda
iman halinin tamamen olumsuz yönde değişmesine bile sebep olabilir. Bu bakımdan
onun yanında kelime-i tevhidi veya şehadeteyni sadece okumakla yetinmek ve
ısrardan kaçınmak gerekir. Bütün mezhep imamları, Ölüm döşeğinde bulunan
hastalara, bu telkinin yapılabileceğini hükmetmişlerdir. Maliki âlimlerinin meşhur
olan görüşleri de böyledir.

Şafiî âlimlerinden İmam Nevevî, Müslim Şerhinde, bu mevzuda şunları kaydetmiştir.
"Alimler, metinde geçen telkin ediniz emrinin "Farziyyet değil nedb ifade ettiğinde
ittifak etmişlerdir. Yalnız hastanın yanında sık sık şehadet getirmeyi ve bunu hastaya
söyletmeye çalışmayı mekruh görmüşlerdir. Çünkü, hastanın çektiği sıkıntının
şiddetinden bu ısrarlar karşısında canı sıkılıp uygun olmayan bir cevap vermesi
mümkündür. Bu bakımdan hasta bir defa şehadet getirdi mi. Bir daha tekrarlatmaya
çalışılmamalıdır. Fakat hasta şehadet getirdikten sonra konuşacak olursa son sözünün
kelime-i tevhid olmasını sağlamak için yanında tekrar şehadet getirilir."
Cumhura göre, ölmek üzere olan hastalara bu telkini yapmak mendup-tur. Hadisin
zahiri, bu telkinin farz olmasını gerektirdiğinden âlimlerden bazıları, onun farz
olduğuna hükmetmişlerdir.

Aliyyü'l-Kari'nin ifadesine göre, Malikilerden bazıları bu telkinin farz olduğunu
söylemişlerdir.

Definden sonraki telkine gelince, Şâfiîler metinde geçen "mevtakum = ölüleriniz"
kelimesinin zahirine ve bazı sahabe ve Tabiu'nun telkin yaptığını ifade eden zayıf
£1491

hadislere bakarak telkinin müstehab olduğunu söylemişlerdir. Şâfıîlere göre,
ölünün başucuna oturularak yapılan bu telkin, şu lafızlardan ibarettir.
Hanefılere göre, metinde geçen telkini ölmek üzere olan hastalara değil, kabre konulan
ölülere yapılır. Çünkü metinde telkinin ölmek üzere olan hastalara değil, ölülere
yapılması emredilmektedir. Metinde geçen "mevtaküm = ölüleriniz" kelimesini
"ölmek üzere olan hastalarınız" diye te'vil etmek için bir sebep veya karine mevcut
değildir. Bu bakımdan sözkonusu kelimeye ehl-i sünnet velcemaat, hiç te'vil etmeden
"ölüleriniz" manâsı verirler. Onu tevil edenlerse Mutezilelerdir.

Bu mevzuda İbn Abidin şunları söylüyor: "Ehl-i Sünnete göre, "ölülerinize la ilahe
illallahı telkin edin" sözü hakikatine hamledilmiştir... Bazıları telkin yapılır
demişlerdir. Delilleri rivayet ettiğimiz hadistir. Bir takımları telkin yapılmayacağını,
bazıları da emir edilmediği gibi, yasak da edilemeyeceğini söylemişlerdir. Birinci

11501

kavlin delilini gösterdiğine bakılırsa onu tercih ettiği anlaşılıyor.



Maliki âlimlerinden İbnü'l-Hacc, el-Kurtubi gibi bazı ilim adamları, Ölüyü kabre
koyduktan sonra, telkin yapmanın müstehab olmadığını söylemişlerdir. Zerruk ise er-
Risale üzerine yazmış olduğu, şerhte İbn Urfe'nin, ölüye telkin yapmayı caiz
görmediğini İzzüddin'in de bu görüşte, olduğunu ve ölüye telkinde bulunmayı bid'at
saydığını, ancak ölmek üzere olan kimseler için telkini caiz gördüğünü ifade etmiştir.
Menhel yazarının açıklamasına göre, bu görüş son derece güzel ve isabetlidir. Çünkü
seleften ölüye telkinde bulunan tek bir kişiyi dahi göstermek mümkün değildir.
Metinde geçen telkin kelimesi, ölmek üzere bulunan kimse hakkında hakikat, ölü
hakkında ise mecaz olarak kullanılır. îbn Hibban da bu görüştedir. Nitekim
Beyhâkî'nin Şuabü'l-İman isimli eserinde rivayet ettiği şu hadis-i şerifte bu görüşü
te'yid etmektedir: "Çocuklarınıza ilk sözünüz la ilahe illallah olsun, ölürken de onlara
la ilahe illallah sözünü telkin ediniz."
Hanbeli âlimlerinin pek çoğu da bu görüştedir.

Büyük müctehid ve hadis bilgini Ahmed b. Hanbel'e telkini sorduklarında şu cevabı
vermiştir: "Ebu'l-Muğire vefat edince, Şamlılar bunu yaptılar, bunlardan başka telkin
yapan birisini görmedim."

[151]

Bu mesele 3221 nolu hadisi şerifte tekrar ele alınacaktır, inşaallah.
16-17. Ölünün Gözlerini Yumdurmak
3118... Ümmü Seleme'den demiştir ki:

Rasûlullah (s.a) (hayatını kaybeden) Ebû Seleme'nin yanma girdi (onun) gözü açık
kalmıştı (Efendimiz onun) gözünü kapadı. Derken onun ailesinden bazı kimseler
feryat etmeye başladılar. Bunun üzerine (Hz. Peyamber):

"Kendinize hayırdan başka dua etmeyin. Çünkü melekler söylediklerinize dua eder"
buyurdu. Sonra (ona şöyle) dua etti: "Allah -im Ebû Seleme'yi bağışla, derecesini
hidayete erenler(in dereceleri) arasına yükselt. Arkasında kalanları için de sen ona
halef ol bizi de onu da affet (ey) Alemlerin Rabbİ, onun kabrini genişlet ve orada
kendisine nur halket."

Ebû Dâvud der ki: Ölünün gözlerini yumdurmak, ruhun çıkmasından sonra olur. Ben
Muhammed b., Muhammed b. en-Nu 'man el-MakrVnin (şöyle) dedi(ğini) işittim: Ben
Abid bir kimse olan Ebû Mey-sere'yi (şöyle) derken işittim. Ben Muallim (olan)
Cafer'in gözlerini ölmeden önce yumdurmuştum. (Kendisi) abid bir adamdı. Onu
öldüğü geceden kısa bir süre sonra rüyamda (bana şöyle) derken işittim: "Bana en ağır

£1521

gelen şey senin ben ölmeden önce gözlerimi yumdurman oldu."
Açıklama

Metinde geçen Şekka besarühü cümlesi, gözleri bir noktaya dikilip kaldı, anlamına
gelir. Bu bakımdan bu cümledeki "besar" kelimesini "şekka" fiilinin faili olarak merfu
okumak mümkün olduğu gibi, bu cümleye "gözünü bir noktaya dikti" manâsı vererek
"besar" kelimesini mafuliyyet üzere mensub okumak da mümkündür.
Peygamber Efendimiz, Hz. Ebû Seleme'nin öldükten sonra, gözlerinin açık kaldığını
görünce, bunun sebebini söyle açıklamıştır: "Gerçekten ruh kab/edildiği vakit göz de



053]

onu takib eder." Bu sözleriyle "ruh cesedden ayrılınca göz arkasından bakarak
onu takib eder" demek istemiştir. Metinde geçen kelimesi Müslim'in rivâyetinde
"feryad etti" şeklinde rivayet edilmişse de, manâ itibariyle bir fark yoktur.
Hadis-i şerifte "vay helak oldum, mahvoldum" gibi cahiliyye döneminde kullanılan
sözler sarfederek bağırıp çağırmaların şer olduğu açıklanmış, bu şekil şerli duaların
yerine 'allahümme ecirna fı musibetina vehlufna hayran minha veğfır lena ve razına bi
Kâdake ve Kaderike' gibi hayırlı duaların yapılması tavsiye edilmiş ve ölünün yanında
yapılan dualara meleklerin amin dediği, meleklerin dualarının da müstecab olduğu
açıklanmıştır.

Tîbî'ye göre, ölünün yanında feryadü figan etmek suretiyle onu rahat-, sız etmek

£1541

"nefislerinizi öldürmeyiniz" âyetinin yasağı içerisine girebilir,

Metinde geçen "Hidayete erenler" sözünden maksat; Allah'ın kendilerine nimetini

ihsan ettiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerdir,

"Arkasında kalanları için de sen on hayırlı halef ol"-cümlesiyle kasde-dilen manâ
şudur: "Ey Allah'ım sen geride kalan çocukları ve torunları için onun halifesi ol,
onların rızıklarmı ve hayatlarını tekeffül et." Ölen bir kimsenin gözlerini yumdurma
mevzuunda İbn Abidin şunları kaydetmiştir: Bir kimse öldüğü zaman çenesi bağlanır
ve güzelleştirmek için gözleri yumdurulur. Gözlerini yumduran kimse; "Bismillah! ve
ala milleti Rasulillahi Allahümme yessir aleyhi emrahii ve sehhil aleyhi ma'bedatii
veesidhü btlikaike vecal maharaceileyhi hayran m i m m a harace anhü = Allah'ın adı
ile ve Ra-sûlullah'm dini üzere ya rabbi bunun işini kolaylaştır. Sonunu asan eyle ve
sana kavuşmakla kendisini bahtiyar kıl, varacağı yeri çıktığı yerden daha hayırlı eyle"
[1551

der.

Bazı Hükümler

1. Ölen kimsenin gözlerini yumdurmak müstehabdır.

2. Ölen kimsenin yanında, onun çoluk çocuğunun dünya ve ahireti için hayırlı duada
bulunmak müstehabdır.

3. Ruhlar cesedlerde bulunan latif cisimlerdir. Onların vücuttan çıkmasıyla hayat sona

[1561

erer.

17-18. (Musibete Uğrayınca) Inna Lillahi Ve Inna İleyhi Raciun Demek

3119... Ümmü Seleme'den (rivayet edildiğine göre), Rasûlullah (s. a) (şöyle)
buyurmuştur:

"Birinize bir musebet geldiği zaman inna lillahi ve inna ileyhi raciun. -Allahümme

[1571

indeke ahtesibii musibeti feacirini fiha ve ebdil li biha hayran minha- desin."
Açıklama

Hadis-i şerifte, başına musibet gelen bir kimsenin metindeki "Biz Allah içiniz ve biz



ona döneceğiz. Ey Allahım (bu) musibetimin ecrini senden bekliyorum. Onun
karşılığında bana ecir ver. Bana bu bela karşılığında ondan daha hayırlısını "er"
anlamına gelen duayı okuması tavsiye edilmektedir.

Nitekim Yüce Rabbimiz Kur'ân-ı Kerim'inde "Ki onlara bir bela eriştiği zaman,-biz

£1581

Allah içiniz ve biz ona döneceğiz- derler." buyurarak musibet zamanında bu
duayı okumak suretiyle kendisine sığınanları övmüştür. İmam Ahmed'in rivayet
ettiğine göre, Ümmü Seleme (r.a) şöyle demiş: Bir gün Ebû Seleme Rasûlullah (s.a)'m
yanından geldi ve dedi ki: "Ben Rasû-lullah'tan öyle bir söz işittim ki, bundan dolayı
sevinçle doldum. Rasûlullah buyurdu ki: "Müslümanlardan herhangi bir kişiye bir
musibet isabet ettiğinde o esnada "inna lillahi ve inna ileyhi Raciun" der ve sonra,
Allah im bu musibetten dolayı bana mükafat ver, bana ondan daha hayırlı bir sonuç
çıkar, derse, mutlaka bu istediği kendisinin olur." Ümmü Seleme dedi ki: Ben bunu
Ebû Seleme'den sakladım Ebû Seleme vefat edince "înna üllah ve inna ileyhi raciun"
dedim. Sonra Allahım musibetimden dolayı beni mükafatlandır ve bana ondan daha
hayırlı bir sonuç çıkar, dedim. Sonra kendi kendime benim için Ebû Seleme'den daha
hayırlı kim olacak? dedim, lddet sürem bitince Rasûlullah (s. a) bir deriyi tabakladığım
sırada benden izin istedi. Ben de elimi tabaklamak için sürdüğüm şeyden yıkayarak
kendisine izin verdim. Rasûlullah'a kılıfı lif olan bir minder serdim. Rasûlullah onun
üzerine oturdu ve beni kendisi için istedi. Sözünü bitirince dedim ki.
Ey Allah'ın Rasûlü, istediğin neden olmasın? Ne var ki ben çok onurlu bir kadınım,
benden Allah'ın beni azablandırmasma vesile olacak bir şey duymandan korkarım.
Ben yaşlanmış bir kadınım ve çoluk çocuk sahibiyim. Rasûlullah buyurdu ki;
"Söz konusu ettiğin onura gelince; Allah ilerde onu senin üzerinden alacaktır.
Zikrettiğin yaşlılığa gelince, senin yaşlılığın gibi ben de yaşlandım. Bahsettiğin çoluk-
çocuğa gelince, senin ailen benim ailemdir. Ümmü Seleme der ki: Ben Rasûlullah
(s.a)'a teslim oldum. Böylece Rasûlullah (s.a) benimle evlendi. Ümmü Seleme daha
sonra dedi ki: Allah Teâlâ bana Ebü Seleme'den daha hayırlı birisini, Rasûlullah (s.a)'ı
£159]

verdi.

18-19. Ölünün Üstü Örtülür

3120... Aişe'den (rivayet edildiğine göre) Peygamber (s.a) vefat ettiği zaman, (üzeri)

"£1601

Hibera (denilen bir Yemen kumaşı) ile örtülmüştür.
Açıklama

"Hibera:" Pamuktan ya da ketenden yapılmış çizgili Yemen kumaşlarına verilen bir
isimdir. Çoğulu "Hiber" ve "hıberat" şekillerinde gelir. Bu kelime bazan "Sevbün
hiberatün" şeklinde sıfat olarak bazan da "sevbü hıberatin" şeklinde isim tamlaması
olarak kullanılır.

Hadis-i şerif, vefat eden kimsenin üzerini bir örtüyle örtmenin müste-hab olduğuna
delalet etmektedir.

Bu mevzuda İmam Nevevî diyor ki: "Vefat eden bir kimsenin üstünün örtüleceği
hususunda âlimler ittifak etmişlerdir. Çünkü bu örtü, o kimsenin vefatı ile cesedinde



meydana gelecek çirkin manzaraları ve avret mahallini gizler.'* Bizim âlimlerimize
göre, sözkonusu örtünün baştarafı toplanarak cenazenin başının altına, ayak ucu da
cenazenin ayaklarının altına konularak açılması Önlenir. Cenazenin kokmaması için

£1611

de elbiseleri çıkarıldıktan sonra örtülür.

19-20. Ölmek Üzere Olan Bir Kimsenin Yanında (Kur' ân) Okumak

3121... Ma'kıl b. Yesar'dan (rivayet olunduğuna göre) Peygamber (s. a) "ölülerinizin

[İM

üzerine yasin okuyun." buyurmuştur. Bu (lafız ravi) İbnü'l-Ala'nm lafzıdır.
Açıklama

Metinde geçen "mevtâküm = ölüleriniz" kelimesinden mak-sat, ölmek üzere bulunan
hastalardır.

Nitekim Hanefi âlimlerinden İbn Abidin de şöyle diyor: "Yanında yasin okumak
menduptur. Çünkü Peygamber (s. a) "Ölülerinizin üzerine yasini okuyun,"
buyurmuştur. İbn Hibban bundan murad ölmek üzere bulunan kimsedir,
1163]

demiştir."

Bu mevzuda îbn Ebû'd-Dünya ile Deylemi'nin rivayet ettikleri merfu bir hadis de şu
mealdedir: "Ölmek üzere olan hiç bir hasta yoktur ki, üzerine yasin okunsun da Allah
onun Ölümünü kolaylaştırmasın." Ölmek üzere olan bir kimse, ölü hükmünde
olduğundan hadis-i şerifte ölmek üzere olan kimselerden ölüler diye bahsedilmiştir.
Ölmek üzere bulunan kimse kuvvetini kaybedip zayıf düşmüş ve bütün kalbiyle de
Allah'a yönelmiştir. İşte böyle bir anda yasin sûresi okununca bunu işiten hastanın dini
esaslara olan inancı artar ve özellikle bu sûrede anlatılan Kıyamet halleriyle ünsiyet
ederek rahatlar.

Ölmek üzere olan hastalara yasin okunmasının hikmeti hakkında et-Tibî şunları
söylüyor: "Bu sûrede imana davet, geçmiş milletlerin halleri, kaderin isbatı, kulların
fiillerinin Allah'a dayandığı tevhidin isbatı, şirkin reddi, kıyamet alametleri, Öldükten
sonra dirilme, haşr, arasat meydanında toplanma, hesap, ceza gibi birçok dini esaslar
ve önemli meseleler vardır. İşte ölmek üzere bulunan bir hastanın başında yasin
okunmasının hikmeti sûrenin bu gibi mevzuları içerisinde toplamış olmasıdır."
Müteahhirin âlimlerinden bazıları, mevzumuzu teşkil eden bu hadisin zahirine
sarılarak, yasin sûresinin cenaze üzerine ölümden sonra ve definden önce
okunabileceğini söylerken, diğer bir kısmı da îbn Adiyy'in Ebû Bekr (r.a)'den rivayet
ettiği; "Kim anne ve babasının ya da bunlardan birinin kabrini cuma günü ziyaret

£1641

ederek orada yasin okursa, Allah mutlaka o kabirde yatan kimseyi bağışlar."
mealindeki hadise dayanarak "Yasinin cenaze üzerine Ölümden sonra, definden önce
de sonra da okunabileceğini" söylemişlerdir.

Hanefi âlimlerinden îbn Abidin, "Ama bizim alimlerimiz öldükten sonra, yıkanmcaya
kadar yanında Kur' ân okumayı mekruh saymışlardır." cümlesini naklettikten sonra
"Mümteka'mn ölünün yanında Kur'in okunabileceğini ifade eden sözü ölmezden
önceye hamledilmiştir. Kaldırılmaktan murat da ruhun kaldırılması olduğuna işarette



bulunmuştur." diyerek hasta öldükten sonra yıkanmcaya kadar yanında Kur'ân

Lİ651 ^

okumanın mekruh olduğunu ifade etmiştir.

Yasin sûresinin fazileti hakkında, bazı hadisler varsa da bunların hepsi de sıhhatleri
yönünden tenkid edilmiştir. Bunlardan bazılarının meali şöyledir "Herşeyin bir kalbi
vardır. Kur'ân'm kalbi de yasindir. Her kim yasin sûresini okursa, Allah ona bu sûreyi

£1661

okuması sebebiyle Kur'ân'ı on kere okumuş kadar sevap yazar." Tirmizî, bu
hadisin garip olduğunu, Süyutî de zayıf olduğunu söylemiştir. "Kim bir gecede

Iİ62I

Allah'ın rızasını dileyerek yasin okuyacak olursa (günahları) bağışlanır" "Kim
Allah'ın rızasını dileyerek yasin okursa, geçmiş günâhları affedilir, onu ölülerinizin

11681

yanında da okuyunuz. Kim yasini bir defa okursa, Kur'an-ı iki defa okumuş gibi
£1691

olur." Bu hadislerin birisinde yasin okuyan, Kur'an-ı on defa okumuş gibi sevap
alır denirken, diğer birinde iki defa okumuş gibi sevap alır denilmesi bu hadisler
arasında bir çelişki bulunduğunu göstermez. Çünkü bu sevab, okuyan kimsenin o
andaki samimiyet, ihlas ve diğer ruhî hallerine ve içinde bulunulan zaman ve mekana
göre değişebilir. Şevkanî "Bütün bu rivayetler biribirlerini takviye ettiğinden bunlarla

[1701

amel etmek faydalıdır" diyor.
Bazı Hükümler

Hadis, Yasin sûresinin okunmasının faziletine, Ölüm döşeğine düşen hastanın başında
okunmasının, matlub olduğuna, ikinci yoruma göre, definden önce ve sonra ölünün
yanında okunmasının matlub olduğuna ve gerek hasta gerek ölünün okunan Yasin
sûresinden yararlandıklarına delâlet eder.

ölünün dua ve sadakadan da faydalandığı hususunda âlimlerin ittifakı vardır. Cumhura
göre, kişinin yaptığı nafile ibadetin sevabını bir ölüye veya diriye vermesi caizdir.
Yapılan ibadet; namaz, oruç, hac, sadaka, Kur'ân okumak ve başka ibadetler olabilir.
İbadeti yapan kişinin sevabından hiç bir şey noksan olmaksızın ölü bundan yararlanır.
İmam EbU Hanife ve Ahmed b. Hanbel de bununla hükmeden âlimlerdendirler.
Cumhurun delillerinden birisi, Taberanî ve Beyhakî'nin İbn Ömer (r.a)'den merfu
olarak rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir: "Sizden birisi, nafile bir sadaka vereceği
zaman, sevabım baba ve annesine bağışlasın. Çünkü bu takdirde onlara sevap verilir.
Kendisinin sevabîft$an bir şey eksilmez."

Diğer bir delil: Ahmed, Müslim, Nesâî ve Ibn Mace'nin Ebû Hüreyre (r.a)'den rivayet
ettikleri şu mealdeki hadistir:

"Bir adam Peygamber (s.a)'e: Babam öldü. Vasiyet de etmedi. Onun yerine benim

ımj

sadaka vermem ona yarar mı? diye sordu. Efendimiz (s. a) "Evet" buyurdu.
Allah: "Rabbim bunlar beni küçükken nasıl acıyıp yetiştirdilerse sen de bunlara öyle
£172]

acı." âyetinde baba ve anneye dua etmeyi emretmiş ve "Melekler Rablerini hamd



[173]

İle teşbih ederler. Yerdekiler içinde mağfiret ederler. âyetinde meleklerin
mü'minler için istiğfar ettiklerini haber vermiştir. Keza, "Arşı taşıyanlar ve onun

£1741

çevresinde bulunanlar, rablerini överek teşbih ederler." âyeti Hamele-i Arş
meleklerinin müzminlere istiğfar ettiklerini bildirir.

Bir kısmı yukarıya alman deliller, başkasının amelinden yarar sağlanabildiğini

1175]

kesinlikle bildirirler. "Ve şüphesiz insan ancak çalıştığına erişecektir." âyeti
yukarıdaki delillere aykırı değildir. Çünkü mü'min hayırlı bir amel işleyip sevabını bir
mü'min kardeşine bağışladığı zaman, sevab bağışlanana ulaşır. Artık bağışlanan
kendisi işlemiş gibi olur. Diğer taraftan bu âyet, bir kısmı yukarıda zikredilen deliller
muvacehesinde hususileşmiştir.

İkrime'den rivayet edildiğine göre, bu âyet Musa (Aleyhisselam) ve İbrahim
(Aleyhisselam)'m kavimlerine mahsustur. Ümmet-i Muhammed ise, birbirinin
amelinden yararlanır. Çünkü mezkûr deliller bunu gerektirir. Ayrıca Buhârî ve
Müslim'in İbn Abbas (r.a)'dan rivayet ettikleri bir hadiste me-alen şöyle buyuruluyor:
"Bir adam Peygamber (s.a)'e:

Kızkardeşim Hacc yapmayı adadı ve adağını yerine getirmeden öldü, dedi. Peygamber
(s.a):

"Eğer kardeşinin boynunda bir borç olsaydı, sen onun yerine borcunu ödeyecek

miydin?** diye sordu.

Adam: Evet diye cevap verdi. Efendimiz:

"O halde kardeşinin Allah Teâlâ'ya ait borcunu öde. O, ödenmeye daha layıktır"
£1761

buyurdu."

Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mace*nin rivayet ettikleri şu mealdeki
hadis de ayrı bir delildir:

"İnsan öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak üç şeyden kesilmez: Sadaka-i cariye, yararlı

£177]

ilim ve ona dua eden salih bir evlat."

Bazıları; "Mezkûr delillere ters düştüğü sanılan âyetteki insan kelimesi ile kâfir kişi
kastedilmiştir." demişlerdir. Buna göre, âyetin yorumu şudur: Kâfir kişi için
amelinden başka hiç bir hayır yoktur. O, işlediği hayra karşılık dünyada bol rızık ve

£1281

sağlık gibi nimetlere kavuşturulur. Ahirette, onun için hiç bir hayır yoktur.
Okunan Kur'ân'dan Ölü Yararlanır Mı?

Menhel yazarı, yukarıdaki bilgileri verdikten sonra bu hususta şöyle der: "Okunan
Kur'ân'm sevabının Ölüye ulaşması hakkında alimler arasında ihtilaf olmuştur:
1. Eğer ücretsiz olarak okunursa, tmam Ebû Hanife arkadaşları ve Ahmed b. Hanbel'e
göre ölü yararlanır. Zeylaî, el-Kenz'in Şerhinde: "başkasının yerine hac yapmak
hususunda Ehl-i sünnet mezhebine göre; namaz, oruç, hac, sadaka, Kur'ân okumak,
zikirler gibi her türlü nafile hayırların sevabının başkasına bağışlanması caizdir. Bu
sevap, ölüye ulaşır ve ölü ondan yararlanır," demiştir.

Mu'tezile mezhebine göre; kişi, amelinin sevabını başkasına bağışlayamaz. Bağişlasa



bile ilgiliye ulaşmaz ve menfaat sağlamaz. Delilleri de:
JT791 '

âyetidir. Bu âyetin delil olmadığı yukarda be-
lirtildi.

İmam Malik ve Şafiî'den meşhur rivayete göre Kur'ân okumanın sevabı, ölüye
ulaşmaz. Fakat İmam Malik ve Şafiî'nin bazı arkadaşlarının seçtikleri kavle göre,
kıraatin sevabı ölüye ulaşır. Ancak okuyucunun kıraatim bir dua ile ölüye bağışlaması
gerekir. Nevevî de el-Ezkar'da: Alimler duanın ölülere yararlı olduğuna ve sevabının
onlara ulaştığına icma etmişlerdir. Bunların delilleri, bu hükmü ifade eden meşhur
âyetler ve meşhur hadislerdir. Bunlardan birisi:

"Ve onlardan sonra gelenler: Ey Rabbimiz! Bize ve bizden önce iman eden

[İM

kardeşlerimize mağfiret eyle, derler." âyetidir. Peygamber (s.a)'in:
"Allahim, Bakiü'l-Garkad (mezarlığı) halkına mağfiret eyle" hadisi ile; 3201 numaralı
"Allahım, bizim dirimize ve ölümüze mağfiret eyle." mealindeki hadis-i şerifte bu
konudaki delillerdendirler. Alimler, Kur'ân okuma sevabının başkasına ulaşması
hususunda, itjtilaf etmişlerdir. Şafiî'nin meşhur kavli ile bir cemaatın kavline göre
ulaşmaz. Ahmed b. Hanbel ile alimlerden bir cemmat ve Şafiî'nin arkadaşlarından bir
cemaat ulaşır, demişlerdir. En iyisi okuyucu kıraatini bitirince Allahım, okuduğum
Kur'ân'm sevabını falan kişiye ulaştır, şeklinde dua etmesidir.

2. Ücret karşılığında okumaya gelince, Hanefî ve Hanbeli alimlerine göre, bunda
sevap yoktur. Ücret alan da veren de günah işlemiş olur.

Şafiî ve Maliki alimlerine göre, Kur'ân okumak karşılığında ücret almak caizdir.
Bunların delili, Buhârî'nin îbn Abbas (r.a)'den rivayet ettiği Peygamber (s.a.)'in şu
hadisidir: "Karşılığında ücret aldığınız şeylerin ücret almaya en liyakatli olanı Allah'ın

[181] " ' [182]

kitabmdadır" mealindeki hadis-î şeriftir.

Ancak Şafiî ve Malikilerin delilim teşkil eden bu hadis-i şerif, mutlak olduğundan,
Kur'ân okuma karşılığında ücret almanın caiz olmadığını savunan âlimler, bu hadisteki
cevazın sadece rukye (okuma ile tedavi)*ye ait olduğunu söyleyerek bu mevzudaki

[İ83J

hadislerin arasını te'lif etmişlerdir.

20-21. Musibet Geldiği Zaman Oturmak

3122... Aişe'den demiştir ki:

Zeyd b. Harise ile Ca'fer ve Abdullah öldürüldükleri zaman, Rasûlullah (s. a) mescide
oturdu, üzüntü(sü) yüzünden anlaşılıyordu. Bu hadisi Amre vasıtasıyla Hz. Aişe'den
nakleden Yahya b. Sfaid, rivâye-tine devam ederek Hz. Zeyd, Ca'fer ve Abdullah'ın

£184]

ölümü ile ilgili olayı anlattı.
Açıklama

Hz. Zeyd ile Ca'fer ve Abdullah b. Revaha (r.a) hazretlerinin ölümüne ve Fahr-i
Kâinat Efendimizin son derece üzülmesine sebep olan hadise Mute muharebesidir.
Bilindiği gibi Mute; Şam sınırlarında Belka köylerinden bir köy, Şam meşreflerinden



(yaylalarından) bir yayla olup kılıçların en iyisi orada yapılır ve orada yapılan kılıca

da oraya izafetle meşarif yapısı kılıç denir. Mute Belka yakınındadır. Beytü'l-
Makdis'e (Kudüs'e) iki merhaleliktir.

Mute, Kudüs'ün güneyinde bir yer ismidir. Bizanslılarla müslümanlarm yaptığı ilk
harp burada olmuştur.

Hz. Peygamber, hükümdarları İslama davet ettiği sırada, Busra emiri Şurahbile'de
ashabtan Hars b. Umeyr'i elçi olarak göndermişti. Fakat Şu-rahbil bütün insanî ve
diplomatik kaideleri bir tarafa bırakarak Hars'ı şehit ettirdi.

Hicretin sekizinci yılı idi. (Miladi 629) Bu saldırıya çok üzülen Hz. Peygamber hemen
üç bin kişilik bir ordu hazırlayarak kumandanlığına Zeyd b. Harise'yi getirdi. Sonra:
"Savaşta şayet Zeyd şehid olursa kumandayı Cafer alsın, Cafer de şehid düşerse,
orduya Abdullah b. Revaha kumanda etsin" buyurdu. Sonra orduyu geçirmek için

£186]

Medine'nin dışındaki Seniyyetu'lveda tepesine kadar gitti.
Abdullah B. Revaha'nın Ağlaması:

Abdullah b. Revaha, yanındaki kumandan arkadaşları ile birlikte vedalaştıklan sırada
ağladı.

Ona "Ey Revaha'nın oğlu. Ne için ağlıyorsun?" diye sordular. Abdullah b. Revaha
"Vallahi ben ne dünya sevgisinden ne de sizleri özleyeceğimden ağlıyor değilimdir.
Fakat ben yüce Allah'ın kitabından, "İçinizden cehenneme uğramayacak yoktur. Bu

£187]

Rabbmin yapmayı üzerine vacip ve gerekli kıldığı bir gerçektir." âyetine okurken
Rasülullah (s.a)'dan işitmişimdir.

Cehenneme uğradıktan sonra oradan nasıl geri döneceğimi bilmiyorum ve bunun için
ağlıyorum" dedi.

Müslümanlar, "Allah sizin yardımcınız olsun. Sizleri her tehlikeden korusun. Sağ
salim bize geri çevirsin." dediler.
Abdullah b. Revaha ise onlara:

"Fakat ben Rahman olan Allah'dan yarhğanarak kanları fışkırtıp köpürten bir kılıç
darbesiyle, yahut ciğer ve barsakları kasıp kavuran bir kargı saplamasıyla şehid olmak
isterim ki, kabrime uğrayanlar (Allah bu savaşçıya doğru yolu göstermiş o da doğru

£188]

yolu bulmuştur) desinler." mealli beyitleri okudu.

Üç bin kişilik İslâm ordusu, karşılarında yüz bin kişilik bir düşman kuvveti buldu.
Bizans İmparatoru Heraklius, ayrıca yüz bin kişilik bir kuvveti daha yedekte tutarak
ŞurahbiPin yardımına koşmuştu. İlk hücumda İslâm kumandanı Zeyd şehid oldu.
Onun ardından Hz. Peygamberin yeğeni Ca'-fer ve ensardan Abdullah b. Revaha
başkumandanlığı alıp biribirleri ardınca şehid düştüler. Müslümanlar ümitsizliğe
kapılmadan derhal Allanın kılıcı Halid b. Velid'i kumandan tayin ettiler. Halid dağılan
kuvvetleri topladı. Askerlerin yerlerini değiştirerek tekrar hücuma geçti. Düşmana
kayıp verdirdi ve hemen düzenli bir şekilde geri çekilerek Medine'ye döndü. Düşman
İslâm ordusunu takip edemedi.

Hz. Peygamber Medine Mescidinde, zaman ve mesafe mefhumunu aşarak harbin
safhalarını ve kumandanlarının şehid oluşlarını gözlerinden yaşlar akarak anlatmıştı.



Diğer taraftan Hz. Peygamber orduya deniz yoluyla takviye birlikler de göndermişti.
£189]



Bazı Hükümler

1. Bir musibet gelince mescide gidip orada oturmak caizdir.

2. Başına musibet gelen bir kimse peygamber (s.a)'e uyup feryad-u figan etmekten,

[İM

saçını başım yolmaktan üstünü başını yırtmaktan kaçınmalıdır.

21-22. Yakını Ölen Bir Kimseyi Teselli Vermek İçin Ziyaret Etmek (Ta'ziye)

3123... Abdullah b. Amr b. el-As'dan demiştir ki:

Rasûlullah (s.a)'le bir ölüyü kabre koymuştuk. (Bu işi) bitirince Rasûlullah (s. a)
(oradan) ayrıldı. Kendisiyle birlikte biz de ayrıldık. Bir kapının karşısına varınca
(orada) durdu. Bir de baktık ki karşısında bir kadın var. O kadını tanıdığını zannettim.
(Oysa tanıyamamış ancak) kadın (kendisine doğru) yürüyünce bir de baktı ki Fatıma
(aleyhisselam) imiş. Ona

"Ey Fatıma, seni evinden çıkaran (sebep) nedir?" diye sordu. Oda

"Ey Allah'ın Rasûlü şu ev halkına geldim, onlara Ölüleri için rahmet okudum." Yahut

da "sabır tavsiye ettim" cevabını verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a):

"Herhalde onlarla birlikte kabristana da gittin" buyurdu. (Hz. Fatıma da)

"Allah korusun, gerçekten ben seni, bu mevzudaki söylediklerini söylerken dinle(miş)

tim" dedi (Hz. Peygamber de):

"Eğer sen onlarla birlikte oraya gitmiş olsaydın" buyurdu ve bu mevzuda (çok) şiddetli
tehdidde bulundu. (Ravi Mufaddal) dedi ki:

Ben Rabia'ya (metinde geçen) "Elkiidâ"yı sordum da zannedersem "kabirler" diye

ÜM

cevap verdi.
Açıklama

Metinde geçen "O kadını tanıdığını zannettim" anlamına gelen cümle Nesâî'nin
nüshalarında üç şekilde bulunmaktadır.

1. Kadın, Rasûlullah'm kendisini tanıyamadığını zannetti, şeklinde

2. Rasûlullah'm o kadını tanıyamadığı zannediliyordu.

3. Biz, Rasûlullah'm o kadını tanıyamadığını zannediyorduk.

Her ne kadar Rasûl-ü Zişan Efendimizin kadınların kabir ziyareti hakkındaki şiddetli
tehditlerinin nasıl olduğu metinde açıklanmışsa da, Nesâî'nin rivayetinde bu tehdit şu
manaya gelen lafızlarla açıklanmıştır: "Eğer onlarla beraber kabristana gitseydin
babanın dedesinden önce cenneti göremezdin."
Bu mevzuda İmam Nesâî Süneninde şu görüşlere yer veriyor:

Bu hadiste kadınların cenaze ile beraber kabristana gitmeleri meselesi mevzubahis
ediliyor. Kadınları cenaze ile mezarlığa gitmekten nehyeden daha başka hadisler de
vardır. Fakat sahih isnadlara dayanmadığı iddia edilmiştir. Alimlerin bu husustaki
görüşleri de farklıdır. Bu hususta en kuvvetli ictihad tenzihen mekruh olduğudur.



Bazıları Rasûlullah (s.a)'tn son sözlerinin "bir daha cennet yüzü göremezsin" manasına
geldiği kanaatindedirler. Fakat bu doğru değildir. Bir kadının, cenaze ile beraber
kabristana gitmesi, ebediyyen cehennemde kalmayı mucib küfür olamaz. Rasûlullah
(s.a)'m "Eğer onlarla beraber kabristana gitseydin, babanın dedesinden önce cennet
yüzü göremezdin." buyurması, bu fiilin sahibinin azab görmesine sebep olacak büyük
günahlardan olduğunu gösterir. Ehl-i sünnet âlimleri, Rasûlullah'm günahı kebair
işleyenler hakkında "Onlar cennete giremezler." Hadisini hiç azab görmeden ilk önce
cennete girenlerle beraber giremezler diye te'vü ediyorlar. Yukarıdaki hadisde de bu
kastedilerek "Cennete ilk girenlerle beraber cenneti göremezdin. Daha önce işlediğin
bu günah sebebiyle azab olunurdun." buyuruluyor. Hadisteki babanın dedesi kelimesi
ile Abdülmutta-lib kasdedilİyor.

Abdülmuttalib ise, ehl-i fetrettendir. Fukaha nezdinde Fetret; Hz. isa ile Hz.
Muhammed (s. a) arasında geçen zamandır. Fetret döneminde yaşayanların durumu
muhteliftir. Şöyle ki, bir kısmı ne müşrik ne de muvahhit olmayıp, kendisi için bir
şeriat ve din icad etmeyenlerdir. Bunların ehl-i din ve İslâm oldukları kabul olunur.
Üçüncü grub ise şirki kabul edenlerdir. Rasûiullah (s.a)'m ecdadına gelince, onlardan
hiç biri müşrik değildir. Zira Rasûiullah (s. a) "Ben mütemadiyen teiniz babaların
sulbünden, temiz anaların rahmine nakloluna geldim." buyuruyor. Kur'ân'da ise

£1921

"Şüphesiz ki müşrikler necistir." buyurulduğuna göre ecdad-ı nebi müşrik
[1931

değildir.

Bazı Hükümler

1. Cenazeyi kabre kadar uğurlayıp, defnedilinceye kadar başında bulunmak
müstehabdır

2. Bir kadının, başsağlığı dilemek için komşularına veya eşe-dosta gitmesi caizdir.

3. Kadının cenazeyi kabre kadar takibetmesi caiz değildir.

4. Ölünün yakınlarına başsağlığı dilemek müstehabtır.

Esasen ta'ziye: Sözlükte "sabrettirmek, sabra teşvik etmek" demektir. Yakınını
kaybetmek gibi bir musibete uğrayan kimseye sabretmesini, Allah'ın sabrına karşı ecir
vereceğini, hepimizin Allah'a ait olduğumuzu ve tekrar ona döneceğimizi söylemekle,
bu vazife yerine getirilmiş olur. Taziye memleketimizde "Başınız sağolsun, Allah
geride kalanlara ömür versin. Allah ecir, sabır versin" gibi sözlerle yapılır.
Aynı şehirde bulunanlar için, ta'ziye müddeti üçgündür. Üç günden ziyade ta'ziye
yapılamaz. Çünkü bu acının tazelenmesine sebep olur. Ancak başka yerde bulunanlar

[İM

üç gün tahdidine tabi değillerdir.

Başsağlığı dilemenin fazileti hakkında pek çok hadis-i şerif vardır. Bunlardan
bazılarının meali şöyledir: "Bir musibetten dolayı din kardeşine ta'-ziyette bulunan bir
kimseye, yüce Allah, kıyamet gününde mutlaka keramet elbiselerinden bir elbise
[1951

giydirecektir." "Başına musibet gelen kimseye taziyene bulunana musibete

Lİ961

uğrayan kimsenin sevabı kadar sevab vardır."

Rasûl-ü Zişan Efendimiz, ta'ziye için belli bir sınır koymamıştır. Bu hususta



kendisinden nakledilen çeşitli rivayetler vardır. Bunlardan bazılarının meali şöyledir:
"Peygamber (s.a)'in yanında idik. Bir ara kızlarından birisi haber göndererek
Rasûiullah (s.a)'ı çağırdı ve kendisinin bir çocuğunun yahut bir oğlunun vefat etmek
üzere olduğunu ona haber verdi. Bunun üzerine Peygamber (s. a) gönderilen zata:
"Dön de ona haber ver ki; Allah'ın aldığı da verdiği de kendisinindir. O'nun n ezdin de
herşeyin belli bir eceli vardır. O'na söyle de sabretsin ve sevap umsun." buyurdular.
Müteakiben elçi, Rasûlü Ekrem'in kızının yanma gitti geldi ve "O yemin etti. Mutlaka
yanma gelmeliymişsin" dedi. Bunun üzerine Peygamber (s. a) kalktı, onunla beraber
Sa'd b. Ubade ile Muaz b. Cebel de kalktılar. Ben de yanlarına takıldım, çocuğu
peygamber (s.a)'e arz ettiler. Can çekişiyordu. Sanki canı eski bir tulum içindeydi.
(Bunu görünce) Rasûiullah (s.a)'m gözlerinden yaşlar boşandı. Said kendisine:
Bu ne ya Rasûiullah? dedi. Rasûiullah (s. a) de:

"Bu bir rahmettir. Allah onu kullarının kalplerine tevdi buyurmuştur. Allah ancak

£197]

merhametli olan kullarına rahmet eyler/' buyurdu.

"Rahman ve rahim olan Allah'ın ismiyle. Allah'ın Rasûl-ü Muhammed'-den Muaz b.
Cebel'e; Allah'ın selamı üzerine olsun. Kendisinden başka mabud-i hakiki bulunmayan
Allah'a hamdolsun. Gelelim mevzuya (oğlunu kaybettiğinden dolayı) Allah, sana
büyük ecir versin, sabır ilham etsin. Sana da bize de şükür nasibetsin. Muhakkak ki
mallarımız da canlarımız da aile ve çocuklarımız da Aziz ve Celil olan Allah'ın bize
ihsan ettiği nimetlerinden ve muayyen bir müddete kadar elimizde kalacak olan
emanetlerin-dendir. Bize bu nimetleri verdikten sonra üzerimize şükrü ve bizi bunlarla
denediği zamanda sabretmeyi farz kılmıştır. İşte oğlun da Allah'ın seni kendisiyle
mutlu kıldığı bu emanetlerden biri idi. Şimdi karşılığında bol ecir, mağfiret, rahmet ve
hidayet vermek üzere onu senden aldı. Eğer bu ecire erişmek istiyorsan sabret. Yoksa
arkasından ağlayıp sızlayarak sabırsızlık göstermen ecrini yok eder de sonunda pişman
olursun. Şunu iyi bil ki sabrı ter-kederek Feryadü figan etmek hiç bir şeyi geri
getirmez. Hiçbir üzüntüyü gideremez. Başımıza gelecek olan gelecektir.
[198]

Vesselam." Rasûiullah (s. a) bir adama ta'ziye için ziyaret etti de, Allah sana

£1991

merhamet etsin ve ecir ihsan etsin, dedi."

Rasûiullah (s. a) vefat edince, melekler geldiler. Sahabiler bu meleklerin seslerini
işitiyorlar, fakat kendilerini göremiyorlardı. Melekler -esselamü aleyküm, Allah
katında her musibet için bir sabır ve kaybedilen her şeyin yerini dolduracak bir bedel
vardır. Allah'a güveniniz ve ondan ümit kesmeyiniz. Gerçek, mahrum sevabdan
mahrum kalan kişidir. Selam ve Allah'ın rahmeti sizin üzerinize olsun, diyerek

r2001

başsağlığı dilediler.

Enes (r.a) dedi ki: Rasûiullah (s.a)'m ruhu kabzedilince ashab-ı kiram etrafında
toplanıp ağlaşmaya başladılar.

Bu sırada kırmızı vebeyaza çalan sarı sakallı iri ve güzel yüzlü bir adam gelip, ashabın
omuzlarına basarak yürüdü ve ağlamaya başladı. Sonra onlara dönerek şöyle dedi:
"Allah katında her musibet için bir teselli.ve kaybedilen herşey için onun yerini
tutacak bir karşılık vardır. Binaenaleyh, bütün kalbinizle O'na dönünüz. O'na rağbet
ediniz. Başımıza gelen her belada Allah'ın nazarı üstünüzdedir. Siz de gözünüzü
O'ndan ayırmayınız. Musibete uğrayan kişi (Allah'ın yardımından mahrum kaldığı



için) ıslah olmayan ve Allah'dan uzaklaşan kişidir, dedi. Bunun üzerine ashabın bir
kısmı diğerlerine -bu adamı tanıyor musunuz?- diye sordular. Hz. Ebû Bekir ile Ali de

[2011

"Evet bu Rasûlullah (s.a)'in kardeşi Hızırdır" diye cevap verdiler.
Başsağlığı Dileme (Taziye)'nin Müddeti

1. Malikilerle Hanelilere ve İmam Ahmed (r.a)'le Şafiî âlimlerinin cumhuruna göre,
ta'ziyenin süresi, definden önce başlar definden sonra üç gün devam eder.
Binaenaleyh, ta'ziyenin bu süre içerisinde yapılması müstehab-dır. Bu süre dolduktan
sonra taziyede bulunmak ise mekruhtur. Çünkü taziyeden maksat cenazenin
yakınlarını teselli edip kalplerini rahatlatmaktır. Definden üç gün sonra yapılan
taziyeler ise, onların yaralarını deşip dertlerini tazelemeden başka bir işe
yaramayacağı cihetle taziyenin gayesine aykırıdır. Nitekim Rasûlullah (s. a) şöyle
buyurmuştur: "Allah'a ve Rasûlüne iman eden, bir kadının üç günden fazla yas tutması

\202^

caiz değildir. Ancak kocası için dört ay on gün yas tutabilir. Ancak ölüm

f2031

vukubulduğu sırada başka yerde bulunanlar, üç gün tahdidine tabi değillerdir. Bu
durumda olan kimseler için, bu süre onların gelmesine kadar devam eder. Taberi,
onlar için bu süre bulundukları yerden gelmelerinden sonra üç gün daha devam eder,
demiştir. Ölümün vukubulduğu sırada hasta olduğu için taziyede bulunamayan ve
vefat haberini sonradan işitenler de bu hükme girerler. Şâfıîlerden bazılarına göre de,
taziye için belli bir süre yoktur. İmam Nevevî'nin Şerhu'l-Mühezzeb' deki
açıklamasına göre, İmamü'l-Haremeyn de taziye için belli bir süre olmadığını,
taziyeden maksat, sabır tavsiye etmek olduğuna göre, bunun hayat boyu

f2041

yapılabileceğini söylemiş, Ebu'l Abbas da kesinlikle bu görüşü benimsemiştir.
Yakını Ölen Bir Kimsenin Gidip Mescitte Oturması

Yakını ölen bir kimsenin, taziyet için gelen ziyaretçileri kabul etmek maksadıyla,
mescidde veya bir evde beklemeleri mevzuunda âlimler ihtilaf etmişlerdir.
Hanbeli âlimleri ile Şafiî âlimleri kadınların ya da erkeklerin bu maksatla evlerde veya
mescidlerde toplanıp ziyaretçi beklemeleri mekruhtur. Bilakis onlar, cenazenin
defninden sonra işlerini görmek üzere gitmeleri gereken yerlere giderler. Bu arada
karşılarından gelen kimselerin taziyelerini kabul ederler. Alimler Rasul-ü Ekrem'in
Hz. Zeyd ile Ca'fer ve Abdullah (r.a)'in ölüm haberini alınca, mescide gidip
oturduğunu ifade eden ve mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi hakkında da, "Bu
hadis-i şerifte, Rasûl-ü Ek-remin ziyaretçilerinin taziyesini kabul etmek üzere mescide
gittiğine dair bir ifade yoktur. Hz. Peygamber oraya tamamen ayrı bir maksatla
gitmiştir." derler.

Nitekim İmam Şafiî, el-Umm isimli eserinde şöyle diyor: "Ben taziye için özel
toplantı yerlerinin tahsis edilmesini mekruh görüyorum, isterse orada feryad-ü figan
bulunmasın. Çünkü bu gibi toplantılar üzüntüleri yeniler ve cenaze sahiplerine külfet
getirir."

Hanbeli âlimlerinden Abdullah b. Kudame'nin el-Muğni isimli eserindeki



açıklamasına göre, Ebû'l-Hattab taziyeleri kabul için, belli bir yerde toplanmayı
mekruh gördüğü gibi, İbn Akil de ruh çıktığı andan itibaren, taziye için bir yerde
toplanmanın mekruh olduğunu söylemiştir.

Hanefi âlimlerine göre, cenaze defnedildikten sonra, erkeklerin taziye için gelen
ziyaretçileri kabul etmek maksadıyla, üç gün süre ile mescidin dışında bir yerde
toplanmaları caizdir. Hafız Zeylâî'nin Kenz Şerhinde açıkladığı gibi, ancak Hanefi
âlimlerine göre, bu toplantıların caiz olabilmesi için neşe ve sevinç günlerine mahsus
olan evleri güzel sergilerle ve yemek sofra-larıyla donatmak gibi hareketlerden
kaçınmak gerekir.

İbn Abidin, (r.a) Hanefi mezhebinin bu mevzudaki görüşlerini şöyle ifade ediyor:
"Musibet zamanında, erkeklerin üç gün oturmasına izin verilmiştir. Kadınlar katiyyen
oturmazlar. Mescidde oturmak ise, mekruhtur... Ancak İmdatta beyan olunduğuna
göre, müteahhirin âlimlerimizden birçokları, cenaze sahiplerinin evinde toplanmak
mekruhtur. Onun dahi evinde oturarak taziye için gelenleri beklemesi mekruhtur.
Bilakis iş bitip, halk cenazeyi definden döndükten sonra, dağılmahdırlar. Herkes işine

[2051

gitmeli, ev sahibi de kendi işine bakmalıdır, demişlerdi." Bu mevzuda, Menhel
yazarı Muham-med Mahmut el-Hattab şöyle diyor: "Bu meseledeki ihtilaflar,
içerisinde mün-kerat bulunmayan taziye meclisleri hakkındadır. İçerisinde münkerat
bulunan taziye meclislerinin caiz olmadığında ise ittifak vardır. Zâmammızdaki taziye
meclisleri münkerattan hali değildir. Günümüzdeki taziye meclislerinde görülen
münkerattan bazıları şunlardır:

Taziye için cenaze evinde toplanıldığı zaman, genellikle belli bir ücret karşılığında
Kur'ân-ı Kerim okutulmaktadır.

Bazan şehirlerde, bu meclislerde izdiham çok fazla olduğundan halk dışarıya
taşmakta, yolları işgal etmekte ve seyr-ü seferi aksatmaktadır.

Çoğu zaman da ölünün ruhuna Kur'ân-ı Kerim okunurken mecliste bulunanların bir
kısmı gürültü etmekte, ya da çay, kahve, sigara içmekle meşgul olup Kur'ân-ı Kerim'e
saygısızlık yapmaktadır. Meclise sonradan gelen kimselerin mecliste bulunanları gayri
tslâmi sözlerle selamlamaları da bu münkerat arasında görülen hususlardandır.
Bilindiği gibi bunların hepsi münke-rattandır. Resûlu Zişan Efendimizin ve ashabının
yoluna aykırıdır. Özellikle Kur'ân-ı Kerim'in pislikten hali olmayan yollarda okunması
ve sigara içilmesi bu münkeratm en başta gelenlerindendir. Melaikeyi kiram ve akl-ı
selim sahibi her insan bunlardan rahatsız olur. Nitekim Yüce Allah Kur'ân-ı
Kerim'inde "Kur'fln okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size rahmet
r2061

edilsin." "Kur'ân'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri(nin) üzerinde kilitler mi
r2071

var?" buyurarak, rahmet ve ihsanının her tarafı sarması için Kur'ân-ı Kerim'in
edeb ve huşu ile okunup dinlenmesi ve tefekkür edilmesi gerektiğini, açıkça
bildirmiştir. Tevrat'ta şu manaya gelen hikmetli ve ibretli bir ibare mevcuttur: "Ey
kulum sen benden hiç haya etmez misin ki, sen yolda giderken eline arkadaşından bir
mektup geçecek olsa, onu daha dikkatli okuyup en iyi bir şekilde anlayabilmek için bir
tara/a çekilir bütün dikkatinle harf harf gözden geçirirsin. Oysa bu kitap benim
kitabımdır. Ben onu sana dikkatlice gözden geçirmen için indirdim. Orada maksadımı
ayrıntılı bir şekilde açıkladım, enine boyuna iyice düşünüp anlayasm diye. Bazı sözleri
kaç defa tekrarladım. Halbuki sen ondan yüz çeviriyorsun ve ona arkadaşından gelen



bir mektup kadar bile değer vermiyorsun. Ey kulum, bir arkadaşın senin yanma geldiği
zaman yüzünle tamamen ona dönüyorsun, kulağını ona verip kalbini ona çeviriyorsun.
Eğer bu sırada bir başkası konuşup seni meşgul etmek istese, hemen ona engel olup
arkadaşını dinlemeye devam ediyorsun.

Oysa şimdi sana ben konuşuyorum, sense benden yüz çeviriyorsun, kalbini ve gönlünü
başka tarafa veriyorsun. Beni arkadaşından daha önemsiz mi görüyorsun?"
Taziye meclislerinde işlenen münkeratm en önemlilerinden biri de, sigara içmektir.
Kur'ân okunurken sigara içmenin kesinlikle haram olması bir yana, aslında bu
meclislerin dışında bile olsa sigara içmek başlı başına bir günahtır. Çünkü doktorlann
verdikleri bilgiye göre, sigara sağlığa zararlıdır. Sağlığa zararlı olan bir maddeyi
almanın haramlığmda ise âlimler ittifak etmiştir. Ayrıca sigara içildiği zaman içmeyen
kimselere zarar verir. Özellikle namaz kılman yerlerde bu durum ayrı bir önem
kazanır. Çünkü melekler sigaradan rahatsız olurlar. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle
buyuruluyor: "Soğan ya da sarımsak yiyen bir kimse bizden ve bizim meclisimizden

[2081

uzak dursun. Evinde otursun." Şurası muhakkak ki sigaranın kokusu soğan ve
sarımsağın kokusundan hiç de aşağı değildir.

Bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor: "Gerçekten insanın rahatsız olduğu

f2091

şeyden melekler de rahatsız olurlar." Taberanî'nin el-Mu'cemu'l-Evsat isimli
eserinde Hz. Enes'den, hasen bir senetle, rivayet ettiği merfu bir hadiste de "Kim bir
müslümana eziyet ederse, bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet edense Allah'a eziyet
etmiş olur." buyurulmaktadır.

Ayrıca sigara içmekte büyük bir israf vardır. İsrafın haramlığı ise, ak-len ve dinen
sabittir. Bu bakımdan fıkıh âlimlerinin ileri gelenlerinden pek çoğu, sigaranın haram
olduğuna fetva vermişlerdir. Nitekim Maliki âlimlerinden eş- Şeyh Mustafa el-
Bülaki'ye "Bizim evimize bir fıkıh alimi geldi ve orada Kur'ân okuyan ve sigara içen
bir toplulukla karşılaştı. Onları Kur'ân okurken sigara içmekten men etti. Onlar da
onun bu sözlerine uyup tevbe ettiler ve bir daha bu işi yapmayacaklarına dair yemin
ettiler. Kısa bir süre sonra Maliki âlimlerinden olduğunu iddia eden başka bir adam
geldi ve biraz önceki sigara içmeyi yasaklayan kişiye atıp savurdu, öfkelendi onu ya-
lanladı ve oradakilerin hepsine sigara içirtti. Bunların hangisi haklıdır? diye bir soru
soruldu. O da şu cevabı verdi:

"Sigara mevzuunda eski ilim adamlarımızdan bir söz nakledilmiş değildir. Çünkü
onların devrinde sigara yoktu. Sigaranın Mısır'da ortaya çıkması âlimlerden el-
Lekkani ve el-Echuri'nin hayatta bulundukları zamana rastlar. Bu iki alimden
elrLekkani sigaranın haramlığma fetva vermiş ve bu fetvayı eş-Şeyh Salim es-
Senhurî*ye nisbet etmiştir. Ayrıca sigaranın haram olduğuna dair bir de kitap
yazmıştır. el-Haraşî de bu mevzuda ona tabi olmuştur. Diğer bir cemaatte sigaranın
israfa sebep olduğundan hareket ederek yine onun haram olduğuna hükmetmişlerdir.
Sigaranın Mısır'da ortaya çıktığı sıralarda hayatta olan diğer alim el-Echuri ise, onun
haram olmadığına fetva vermiş ve bu hususta bir de kitap yazmış, bu kitapta sigaranın
haram olduğunu söyleyen kimselerin sözlerini reddetmiştir. Sigara mübtelası olanların
bir kısmı da, bu görüşü benimsemişlerdir. Fakat şurası bir gerçektir ki, sigaranın
haramlığım ifade eden deliller daha kuvvetlidir. Helal olduğuna dair söylenen sözlerin
ise, hiçbir delil ve dayanağı yoktur.

Bu mevzudaki bütün bu münakaşalar, mecsitler ve meclisler dışında içilen sigaralar



hakkındadır. Müslümanların toplandığı meclislerde ya da mescitlerde içilen sigaraların
haramlığmda ise, hiçbir ihtilaf yoktur. Bilakis buralarda sigara içmenin haram
olduğunda âlimler ittifak etmişlerdir. Çünkü sigara da (özellikle içmeyenleri rahatsız
eden) çirkin bir koku vardır, el-Mecmu isimli eserin Cuma bölümünde kendisinde
çirkin koku bulunan bir şeyi mes-cid veya meclislerde içmenin haram olduğu ifade
edilmektedir. Bu yasak Kur'-ân okunan meclislerde daha da önem kazanır. Çünkü
Kur'ân-ı Kerim okunurken sigara içmek, Allah'ın kitabına saygısızlıktan başka bir şey
değildir. Bu gerçeği kabul etmeyen kimselerin, kabü-i hitab olmayan inatçı ve katı
kalpli kimseler olduğunda şüphe yoktur. Binaenaleyh sizin evinize gelip de Kur'ân
meclisinde sigara içmenin haram olduğuna fetva veren kimse, bu fetvasında isabet
etmiştir. Allah onu cennetle mükâfatlandırsın. Onu yalanlayan diğer adamsa, bizzat
kendisi yalancıdır. Eğer bu adam unutkanlığı veya yanılması sebebiyle mazur
sayılabilecek bir durumu yoksa, yani bunu bile bile yapmışsa sapıktır. Başkalarını hak
yoldan saptırıcıdır. Dini meseleleri bu şekilde hafife almaktan Allah'a sığınırız. Allah
en iyisini bilendir."

Allame el-Acebi el-Halebi el-Hanefi, Tenvirü'l-Ebsar şerhi *ed-Durrul-Muhtar
şerhinde "el-etime" bölümünde ed-Durrul-Muhtar, müellifinin sigaranın haram
olduğuna dair sözlerini naklettikten sonra, şöyle diyor: "Biz sigaranın haram olduğunu
şimdiye kadar bir misli görülmemiş özel bir risalemizde kitap, sünnet, icma ve kıyasın
ışığında açıkladık. Orada aksini savunan kimselerin sözlerini kesin delillerle
reddettik." Bu risaleyi şu şekilde özetlemek mümkündür: "Günümüzde sigara Allah'ın
korunduğu kimselerin dışında herkesi sarmıştır. Halbuki sigara içmek, diğer dinlerde
bile bid'-at ve münker bir fiil sayılmaktadır. İmam el-Hafni şeyhlerinin birinden
Kur'ân-ı Kerim meclisinde sigara içen bir kimsenin suihatime ile gitmesinden
korkulacağını nakletmiştir. Gerçekte günümüzde tütün biri sigara, diğeri de pipo
şeklinde olmak üzere, iki şekilde içilmektedir. Her iki şekliyle de, tütün muhakkik ilim
adamlarının tahkikince sıhhat'e zararlı bir maddedir. İrfan sahiplerine göre, sıhhata
zararlı bir maddenin haramlığmda şüphe yoktur. Allame şeyh el-Haskafı ed-Durru'l-
Muhtar isimli eserinin "el-etime" bölümünde, Şam'da 1015 senesinde ortaya çıkan
tütünün içilmesinin haram olduğunu ve İmam Ahmed'in Sahih senedle Hz. Ümmü
Seleme'den naklettiği Rasûlullah (s. a): "Her sarhoşluk veren ya da zayıflık ve vücuda

mm

kırgınlık getiren herşeyi yasaklamıştır." anlamındaki hadisin buna delalet ettiğini
söylemiştir.

Şeyh el-Haskafı'nin bildirdiğine göre, Şeyh En-Necm, sigaranın bir veya iki defa
içilmesi büyük günahlardan sayılmasa bile, bunu devamlı ve ısrarla içmenin büyük
günah sayılması gerektiğini, çünkü küçük günahların ısrarlı ve devamlı işlenmeleri
halinde büyük günaha dönüşeceklerini, bir günahı üç defa yapmanın ısrar olduğunu,
ayrıca ululemr nehyettiği için de sigaranın haram sayılması gerektiğini ifade etmiştir.
Allame Tahtâvi'de ed-Durrul Muhtar'm haşiyesinde: "Bu mevzuda Hane filerle
Şafıîlerin aynı görüşü paylaştıklarını, ululemr (Halife) tarafından yasaklandığı için,
sigaranın haram olduğunu ve bu hükmün muteber fıkıh kitaplarının pek çoğunda yazılı
olduğunu" açıklamıştır.

Gerçekten sigaranın sıhhate zararlı olduğunu pek çok doktor, haram olduğunu da pek
çok fıkıh alimi haber vermiştir.

Şayet bazılarının ic$ia ettiği gibi, sigaranın haram olmayıp mekruh olduğu kabul
edilse bile, mekruhtan kaçınmayanların cahillerden ve dini meselelerde gevşeklik



gösterenlerden başkaları olmadığını unutmamak gerekir. Akıllı kişiye gereken, dini
meselelerde ihtiyatlı hareket etmektir. Çünkü mekruhu işlemek insanı haram işlemeye
götürür bu sebeple Rasûl-ü Zişan Efendimiz "... Kim şüpheli şeylerden kaçınırsa
dinini ve ırzını korumuş olur. Kim de şüpheli şeylerin içine girecek olursa, bir koru
etrafında hayvanlarını otlatan bir çobanın hayvanlarını orada otlatacağı zamanın yakın

izm

olduğu gibi o kimsenin de harama düşeceği gün yakındır." buyurmuştur.
Rasul-ü Zişan Efendimiz diğer bir hadisi şeriflerinde de "Size neyi nehyetmişsem
ondan (kesinlikle) kaçınınız. (Fakat) size neyi emretmişsem onu gücünüz yettiği kadar
12121

yapınız." buyurmuştur. Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, yasaklanan bir şeyden
ne pahasına olursa olsun, derhal ve kesinlikle kaçınmak icabetmektedir. Emrin
kapsamı içerisine hem farz, hem vacib hem de mendup girdiği gibi, nehyin kapsamı
içerisine de hem haram hem mekruh girer. Bu bakımdan mendupları emrin mekruhları
da nehyin dışında imiş gibi düşünmek son derece yanlıştır. Şurasını da unutmamak
lazımdır ki küçük günahları hafife almak, büyük günahları işlemek kadar tehlikelidir.
Çünkü bu durumda olan kimselerin bu hallerinden kurtulmaları pek az görülmüştür.
Böyle kimseler işlemiş olduğu günahı basit görmektedir. Nitekim İslâm âlimleri
"istiğfar ile büyük günahlardan eser kalmaz. Hepsi affolur. Fakat İsrar ile de küçük
günah diye birşey kalmaz. Hepsi büyük günah olur" buyurmuşlardır. Kurtuluş yolunda
ilerlemek isteyen bir kimseye yaraşan, şehvani arzulardan ve şüpheli işlerden
tamamen uzaklaşıp ve daha önce yaptığı bu gibi fiillerden dolayı da tevbe ve istiğfar
etmektir.

İmam Şar' anî (r.a)de el-Minenü'l-Kübra isimli eserinde bu mevzuda şöy le diyor:
"İhtiyatlı olmak, mekruhlardan haramdan sakınır gibi sakınmayı, sünnetlere de farzlar
gibi sarılmayı gerektirir. Çünkü Allah'ın emirlerine ve yasaklarına karşı saygının
gereği budur. Allah'ın rahmeti üzerine olsun şeyhim. Aliyyül Havass hazretlerini şöyle
derken işitmiştim: Kulun Allah'a karşı marifeti arttıkça Allah'ın emirlerine ve
yasaklarına karşı titizliği de artar. Allah'dan uzaklaştıkça da Allah'ın emirlerine ve
yasaklarına karşı ilgisi azalır ve zayıflar. Timurtaşî'nin eseri olan Tenvirü'I-Ebsar
isimli meşhur Hanefî fıkıh kitabında açıklandığı üzere îmam Muhammed'e göre, "Her
mekruh haramdır. Bid'atta böyledir. îmam Ebû Hanîfe ile îmam Ebû Yusuf a göre ise
mekruh, harama yakındır Bid'atta böyledir.

Taziye için yapılan toplantılarda işlenen münkerattan biri de, cenazenin yakınlarının
taziye için gelen halka ölünün arta kalan mallarından ziyafet çekmeleridir. Çoğu
zaman bu mallarda yetim hakkı bulunduğundan, bu ziyafetlerde yetim hakkı yenmekte
ve dolayısıyla büyük günah işlenmektedir. Ayrıca buradaki harcamaların israf
derecesine vardığı da meselenin başka bir yönüdür.

Bütün bu günahları işlerken güdülen gaye, gösteriş, şan ve şöhretten başka bir şey
değildir. Bu gibi işleri yapanlara, bu işlerden vazgeçmeleri söylenince "Biz bu işi
yapmazsak halk bizi ayıplar" diye cevap verirler. İşte onların bu cevabı gayelerinin
Allah'ın rızası olmayıp sadece gösteriş olduğunu ispatlamaya yeter.
Maliki âlimlerinden Şeyh Derdîr'e bu mevzu sorulunca, şu cevabı vermiştir: "Eğer
cenazenin varisleri, içerisinde yetim yoksa cenaze evinde cenazenin arta kalan
malından verilen ziyafet için toplanmak bid'attir, mekruhtur. Fakat eğer cenazenin
varisleri içerisinde yetim varsa, böyle bir ziyafet için toplanmak haramdır."
Nitekim Maliki âlimlerinden eş-Şeyh Muhammed Alişe, ortakların veya ortak



olmayan kimselerin ya da misafirlerin vasisi olmayan bir yetimin malından ziyafet
veya tasadduk yoluyla yemelerinin veya hayvanlarını kullanmalarının, hükmü soruldu
da şöyle cevap verdi:

Ortakların veya ortak olmayan kimselerin yetim malını ziyafet ya da sadaka yoluyla
yemeleri, caiz olmadığı gibi, babasının sağlığmdaki gibi gelen ziyaretçilerin onun
malından yiyip içmeleri veya hayvanlarını kullanmaları da caiz değildir. Bu
şekillerden biriyle yetim malı yemek büyük günahlardandır.

Bu günahı işleyenlerin vebalden kurtulmak için yedikleri yemeklerin veya aldıkları
sadakaların mislini ya da kıymetini geri vermeleri icabeder. Ancak bayram, düğün ve
sünnet günlerinde, bir yetim tarafından israfa varmayacak şekilde verilen ve vasi
tarafından da davet edilen bir ziyafetten yemek caizdir. Bunun dışında yetim malı
yemek haramdır. Nitekim yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'inde "zulüm ile öksüzlerin

12131

mallarını yiyenler, karınlarına sadece ateş doldurmaktadırlar." buyurarak bu
gerçeği haber vermiştir.

Hanefi âlimleri de Ölünün sevab niyyetiyle arkasından yemek ziyafeti verilmesini,
Kur'ân okutulup Kur'ân okuyan kimselere para verilmesini vasiyyet etmesini, insanları
yüzüstü cehenneme sürükleyen batıl ve bid'at işlerden saymışlardır.
Hanbeli uleması da, cenaze sahiplerinin definden sonra yemek vermesinin mekruh
olduğunu ifade etmişler. îmam Ahmed (r.a) de'cahiliyye adetlerinden olduğunu

[2141

söyleyerek bunu şiddetle reddetmiştir.

22-23. Sabır (Felaketin İlk) Darbe(Sin)De (Olmalıdır)

3124... Enes'den demiştir ki:

Peygamber (s. a) çocuğu (nun ölümü) üzerine ağlamakta olan bir kadına rastladı (ve
ona):

"Allah'tan kork, sabret" buyurdu. Bunun Üzerine kadın: (Elbette):
"Sen benim felaketime önem vermezsin" karşılığını verince kendisine "Bu peygamber
(s.a) denildi (kadın) hemen (yola düşüp) peygamber (s.a)'e vardı.Kapısmda (birtakım)
kapıcılar (aradı fakat) bulamadı (Çünkü Rasûl-ü ekrem kapısında kapıcı
bulundurmuyordu. Rasûl-ü Ekrem dışarı çıkınca (kadın)

"Ey Allah'ın Rasûlü ben seni tanı(ya)mamıştım" dedi. (Rasûl-ü Zişan Efendimiz de)
"Kâmil sabır (felaketin) ilk darbe (sin) de -Yahut da darbenin başında- olur" buyurdu.
1215]

Açıklama

Sabr: Sözlükte, sıkıntılara tahammül etmek, sızlanmamak, dayanmak, kendini tutmak
anlamlarına gelir. Tasavvuf erbabına göre, sabır: Nefsi, iyi olmayan işlerden alakoyan,
nefsin salahı ve kıvamı kendisiyle mümkün olan bir huydur. Said b. Cübeyr (r.a) sabrı
"kulun kendisine gelen musibetlerin Allah'dan geldiğini itiraf edip, ecir ve sevabını
Allah' dan beklemesidir" diye tarif etmiştir. Sabır

1. Musibetlere karşı sabır,

2. Taatm yüklediği zorluklara karşı sabır,



3. Günah işleme arzusuna karşı gösterilecek sabır olmak üzere üç kısma ayrılır.
Rasûl-ü Zişan Efendimizin sözü geçen kadına, Allah' dan korkup sabretmesini tavsiye
etme lüzumunu hissetmesi, kadının yüksek sesle feryadü figan ederek ağlamasından
ileri gelmiş olabilir. Aslında, bu kadına sabır tavsiye etmek istediği halde, birdenbire
sabırdan söz etmemiş önce "Allah'dan kork" diyerek onu sabra hazırlamış, ondan
sonra "sabret" diyerek sabır tavsiyesinde bulunmuştur. Yahya İbn Kesir' in mürsel
olarak rivayet ettiği "Rasû-lullah (s. a) hoşuna gitmeyen bir ağıt işitti ve "ey kadın,
Allah'ın gazabından kork. Feryad ü figanı bırak, sabırsızlık yapma ki ecre nail olasın."
buyurdu. Mealindeki hadis-i şerifte Hz. Peygamberin kadını yüksek sesle ağlarken
gördüğünden dolayı, bu tavsiyede bulunmuş olabileceği ihtimalini
kuvvetlendirmektedir. Sözü geçen kadın Hz. Peygamberin bu tavsiyesine "Sen benim
felaketime önem vermezsin" dedikten sonra, kendisine bu tavsiyeyi yapan kimsenin
Rasûlullah (s. a) olduğunu öğrenince "içine ölüm sancısı gibi bir şey çökmüş bunun

[216}

üzerine Rasûlullah (s.a)'in kapısına gelmişse de orada kapıcı falan bulamamış.
Çünkü fahr-i kâinat Efendimiz maddi imkanı müsaid olduğu halde kapısında kapıcı
bulundurmazdı.

Kadın, kendisini tanıyamadığını söyleyerek Hz. Peygambere sarfettiği sözden dolayı
Özür dilemek isteyince Hz. Peygamber kadına öfkelenmediğini, Allah rızası
sözkonusu olmadan hiç bir şeye kızmadığını bildirmek ve kâmil manada ecir ve sevabı
olan sabrın felaketin ilk başa geldiği anda gösterilecek sabır olduğunu, felaketin
üzerinden bir süre geçtikten sonra, insan biraz teselli bulacağı için bundan gösterilecek
sabrın, ecir ve sevabının az olduğunu açıklamak için üslubu hakim tarzıyla "Sabır

[2171

musibetin ilk başa geldiği andadır" buyurmuştur.
Bazı Hükümler

1. Rasulü Zişan Efendimiz, son derece mütevazi, ca-nülere karşı son derece
merhametli, felaketzedelere fevkalade hoşgörü sahibi idi.

2. Allah Rasûlü, iyiliği tavsiye edip, kötülükten sakındırmak hususunda son derece
titizdi. Bu görevi yapmaktan hiç bir zaman geri durmazdı.

3. Devlet başkanlarının kapılarında muhafız bulundurmaları uygun değildir. Nitekim
İmam Şafiî ve başkaları bu görüştedirler. Bazı ilim adamlarına göre, lüzum hasıl
olduğu zaman, kapıda muhafız bulundurmak caizdir. Fakat kapıda lüzumlu lüzumsuz,
devamlı olarak, muhafız bulundurmanın mekruh olduğunda âlimler ittifak etmişlerdir.
Fakat bazı hallerde kapıda muhafız bulundurmak haram olur. Nitekim "Allah her kime
insanların işlerini görmek üzere idarecilik verir de o kimse insanlarla kendisi arasına
bir perde koyacak olursa Allahu Teâlâ da kıyamet günü o kimse ile kendi arasına bir

[218]

perde koyar." anlamındaki hadisi şerifte bunu açıkça ifade etmektedir.

4. Allah'dan gelen bir musibet karşısında sabretmeyip feryadü figan etmek
yasaklanmıştır.

5. Verilen nasihati sabırla ve can kulağıyla dinlemek gerekir.

6. Bir kimsenin tanımadığı bir şahsa hitab ederek ve şahsını kasdetmeyerek yaptığı
konuşmadan dolayı suçlanamaz. Bu bakımdan bazı ilim adamları, bir kimsenin karısı
Hind'i zannederek bir kadına "Ey Hind sen benden boşsun" dese de sonra bu kadının



[2191

Amre isimli karısı olduğunu anlasa Amre boş olmaz, demişlerdir.



23-24. Ölüye Ağlamak

3125... Üsame b. Zeyd'den demiştir ki:

Rasûlullah (s.a)'in bir kızı "Oğlum ya da kızım can vermek üzeredir (acele) yanımıza
gel" diye kendisine elçi gönderdi. (O sırada) Sa'd ile ben de yanında (idik)
zannedersem, Übeyy de (orada idi) Hz. Peygamber de (elçiye) "Ona söyle, Allah'ın
aldığı da verdiği de kendisinindir. Onun yanında her şey(in) belli bir zamana kadar
(ömrü vardır)* 1 dedi ve (kızma) selam göndererek elçiyi uğurladı. Kısa bir süre sonra
(kızı, Hz. Peygambere gelmesi için yemin vererek tekrar) elçi gönderdi. Bunun
üzerine (Hz. Peygamber) onun yanma vardı. Çocuk hem Rasûlullah (s.a)'in kucağına
kondu. Çocuk can çekiştiriyordu. Rasûlullah (s.a)'in gözlerinden yaşlar boşandı. Sa'd
kendisine; "Bu ne ya Rasûlullah" dedi. (Rasûl-ü Zişan Efendimiz de): "Bu, bir rah-
mettir. Allah onu kullarının kalplerine koymuştur. Allah, ancak merhametli olan

r2201

kullarına rahmet eyler." Buyurdu.
Açıklama

İbn Ebî Şeybe'nin rivayetinde açıklandığı üzere, çocuğu ölmek üzere iken Hz.
Peygamberi çağıran Rasûl-ü Zişan Efendimizin kızı ve Ebûl-As b- Er-Rebi'in zevcesi
Hz. Zeyneb'dir.

Buhârî ve Müslim'in rivayetlerinde Hz. Zeyneb'in gönderdiği haberci Hz.
Peygamber'in huzuruna geldiği zaman, orada Üsame b. Zeyd'le birlikte Sa'd b. Ubade,
Muaz b. Cebel, Ubeyy b. Ka'b da hazır bulunuyorlardı.

Ravi, Usame b. Zeyd veya bu hadisi ondan rivayet eden Ebû Osman, Hz. Zeyneb'in
can çekiştiren çocuğunun oğlan mı, yoksa kız mı olduğunu kesin bir şekilde
hatırlayamadığı için ilgili cümleyi "oğlum ya da kızım" şeklinde şüpheli bir ifade ile
nakletmiştir. Binaenaleyh buradaki şek ifadesi Hz. Zeyneb'e ait değil, raviye aittir.
Hafız Ibn Hacer'in açıklamasına göre, sözü geçen çocuk Hz. Zeyneb'in Ebû'l-As'dan
olan Ümame isimli kızı idi. Nitekim Taberanî'nin el-MıTcemu'l-Kebir isimli eserinde,
rivayet edilen bir hadis-i şerifte sözü geçen çocuğun Ümame olduğu açıklanmıştır.
Her ne kadar Buhârî'nin rivayetinde Hz. Zeyneb'in bir oğlunun can çekiştirdiği
sözkonusu ediliyorsa da, bu iki hadis arasında bir çelişki yoktur. Çünkü her iki hadiste
anlatılan olaylar ayrı ayrı olaylardır.

Hanefi âlimlerinden Aynî ise, "Siyer âlimlerinden Hz. Zeyneb'in kızı Ümame'nin Hz.
Peygamberin vefatından sonra uzun süre yaşayıp Hz. Fatı-ma'nm vefatından sonra,
Hz. Ali ile evlendiğinde ve Hz. Ali'nin vefatından sonra da dul kaldığında ittifak
ettiklerini söyleyerek, bu çocuğun Hz. Zeyneb'in Ebû'l-As'dan olan Ali ismindeki oğlu
olduğunu söylemiştir. Fakat hadiste çocuğun bu hastalıktan vefat ettiğine dair bir ifade
olmadığından Hafız tbn Hacer'in görüşünü reddetmek mümkün değildir.
Metinde geçen "Allah'ın aldığı da verdiği de kendinindir" cümlesinden maksat
"Allah'ın almayı dilediği şey, daha önce vermiş olduğu şeydir. Binaenaleyh eğer Allah
onu alacak olursa, daha önce yine kendisine ait olan hir şeyi almış olur. Onun verdiği
bir şeyi geri almasından dolayı sabırsızlık göstermek, bağırıp çağırmak doğru değildir.



Emanet sahibinin emanetini geri almasından daha tabii ne olabilir? demektir. Her ne
kadar aslında Allah'ın çocuğu vermesi, almasından daha önce olduğundan sözkonusu
cümlede, vermenin almadan önce zikredilmesi gerekir idiyse de, alma zamanı Rasûl-ü
Eklemin bu sözü söylediği zamana rastladığı için "alma" kelimesi "verme"
kelimesinden önce zikredilmiştir.

Allah Rasûlü, teslimiyeti icabı, Hz. Zeyneb'in ilk davetine icabet etmek istememişse
de, Hz. Zeyneb babasının bereketiyle çocuğun şifa bulacağını ümid ederek çağırmakta
ısrar edince, Hz. Peygamber ikinci davete icabet etmeyi uygun görmüş ve kızının
yanma gitmiştir. Hz. Peygamberin ilk davete, düğün yemeğinin dışındaki davetlere
icabet etmenin vacib olmadığını vurgulamak için gitmemiş olması ihtimali de vardır.
Hz. Peygamberin bu teslimiyetinden dolayı Allah, sözü geçen çocuğu bu hastalıktan
kurtarmış daha sonra uzun seneler onu yaşatmış nihayet bu çocuk Hz. Fatıma'nm
vefatından sonra Hz. Ali'nin hanımı olmuştur.

Sessiz bir şekilde ağlayıp gözyaşı dökmenin de haram olduğunu zanneden Hz. Sa'd,
Rasûl-ü Ekremin ağlayıp gözyaşı dökmesini görünce bunu yadırgayarak "Bu da
nedir?" sorusunu sormaktan kendisini alamadı. "Bu göz yaşlarmımn Allah'ın
kullarının kalplerine yerleştirdiği acıma duygusunun bir eseri ve neticesi olduğunu
feryadü figan etmeden, bu şekilde gözyaşı dökmekte bir sakınca olmadığını, ancak
sabırsızlık göstererek feryadu figanla ağlamanın sakıncalı olduğunu, az veya çok

[22U

merhamet eden kullara Allah'ın da merhamet edeceğini" ifade buyurdu.
Bazı Hükümler

1. Fazilet sahibi kimselerin, ölüm döşeğinde olan kim-selerm yanma gitmeleri
meşrudur. Çünkü onların duası bereketiyle hastanın şifa bulması umulur.

2. Fazilet sahibi kişilerin, gelmesini sağlamak için onlara yemin vermek caiz, bu
yemine riayet etmek te müstehabdır.

3. Elçiyle bir haber gönderirken Önce selam götürmesini hatırlatıp, götüreceği haberi
ondan sonra bildirmek müstehabdır.

4. Hasta sahiplerine, hastasını kaybetmeden önce teselli vermek ve sabır tavsiye etmek
meşrudur.

5. Küçük bile olsalar, hastaları ziyaret etmek de meşrudur.

6. Cenaze sahiplerinin sessizce ağlamaları caizdir.

7. Büyüklerin dine aykırı gibi görünen hareketlerinin manasım kendilerine sormak
caizdir.

\222^

8. Allah'ın yaratıklarına karşı, şefkatli ve merhametli davranmak icabeder.

3126... Enes b. Malik'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a):
"Bu gece bir oğlum oldu. Ona babam İbrahim'in ismini verdim"
buyurdu. (Daha sonra Hz. Enes) hadisi (n geri kalan kısmını da) rivayet etti. (Hz. Enes
rivayetine devamla şöyle) dedi: "Ben (bir süre sonra) o çocuğu Rasûlullah (s.a)'in
huzurunda can verirken gördüm. (O sırada) Rasûlullah (s.a)'in gözlerinden yaş boşandı
da (şöyle) buyurdu: "Göz yaşarır, kalp üzülür, fakat biz Rabbimizin razı olacağı söz-
lerden başkasını söylemeyiz. Ey İbrahim biz senin (ölümün)le gerçekten



T2231

üzgünüz."



Açıklama

Metinde sözkonusu edilen çocuk, Hz. Peygamberin Hz. Mariye'den doğan oğludur.
Hz. Peygamber, ona İbrahim ismini vermişti. Siyer âlimlerinin verdikleri bilgilere
göre, Hz. İbrahim, hicretin sekizinci senesi zilhicce ayında dünyaya gelmiştir. Annesi
onu dünyaya getirirken Rasûlullah (s.a)'in azatlı kölesi Selma da ona ebelik yapmıştı.
Çocuk dünyaya gelince, Hz. Selma bunu Ebü Rafı'a bildirdi. Ebû Rafı de gidip Hz.
Peygamberi müjdeledi. Bu habere çok sevinen Hz. Peygamber, Hz. Ebû Ra-fı'a bir
köle hediye etti. Çocuğu da süt analık yapması için, bir rivayete göre, "Ebû Seyf

f2241

denilen demircinin karısı Ümmü Seyf e verdi" Diğer bir rivayete göre ise, el-
Münzir'in kızı ve el-Bera b. Evs'in karısı Ümmü Bür-de'ye vermiştir. Rasûlullah gider,

12251

onu sık sık ziyaret ederdi.

Hz. Enes'in bu rivayetinin kalan kısmı Müslim'in Sahihinde şu cümlelerle
noktalanıyor: "Sonra (Hz. Peygamber çocuğu) Ebû Seyf denilen demircinin karısı
Ümmü Seyf e verdi. Çocuğu getirmeye gitti. Ben de kendisini takip ettim Ebû Seyf e
vardık. Kendisi körüğünü üfürüyordu. Ev dumanla dolmuştu. Ben Rasûlullah'm
önünde sür'atle yürüyerek:

T2261

"Ey Ebû Seyf, Dur! Rasûlullah (s. a) geldi" dedim. O da durdu."

Buhârî'nin rivayetinde "Hz. İbrahim'in ölümü üzerine Rasûlü Zişan Efendimizin

gözlerinden yaş boşanınca, Hz. Abdurrahman b. Avf in bunu yadırgayarak

"Ya Rasûlullah sen de (ağlıyorsun) ha" dediği, fahri kâinat Efendimizin de

"Bu senin bende müşahade ettiğin hal, çocuğa karşı kalbimdeki incelikten doğan bir

acıma hissidir, senin zannettiğin gibi bir tahammülsüzlük ve sabırsızlık değildir."

buyurduğu ifade edilmektedir.

Hafız İbn Hacer'in Fethu'l-Bari'de açıkladığına göre, Hz. Abdurrahman tbn Avf,
Rasûl-ü Ekremin gözyaşı döktüğünü görünce, "Ya Rasûlullah! Başkalarını nehyettiğin
halde kendin ağlıyor musun?" demiş de, Hz. Fahr-i kâinat "Ben sadece şu iki ahmak
sesten nehyettim. Birisi: Oyun, eğlence ve şeytanın çalgısından çıkan ses, diğeri de bir
musibetten dolayı yüzü tırmalayıp yaka yırtıp, şeytan çığlığı atılarak çıkartılan sestir"
cevabını vermiştir.

Bütün bu rivayetlerden anlaşılıyor ki, Hz. ibrahim'in ölümü üzerine Rasûl-ü Ekrem'in
gözyaşı dökmesi, insan tabiatının icabı olan bir haldir, insan tabiatına tam anlamıyla
uygun bir özelliğe sahib olan tslâm dini, insanları bu gibi beşeri hallerden sorumlu
f2271

tutmamıştır.
Bazı Hükümler

1. Son nefesinde bulunan bir hastanın yanında bulunmak meşrudur.

2. Küçüklere karşı merhametli ve şefkatli olmak gerekir.

3. Bir kimsenin Allah'ın kaza ve kaderine teslimiyet göstermesi şartıyla üzüntüsünü



dile getirmesi veya gözyaşıyla ifade etmesi meşrudur.

4. Merhamet duygusuyla bezenip, katı kalplilikten uzaklaşmak için çalışmak
övülmüştür. Sevdiği bir kimsenin ölümüne ağlamamak, katı kalplilik alametidir.

Bu mevzuda herkese hakkı olan kalbi alakayı göstermek adalettir. Çocuklarından veya
dostlarından birini kaybeden kimsenin, o anda gülmesinin adaletle bir ilgisi yoktur.
Bilakis bu tutum, bir zulüm alametidir.

Bu mevzuda Bezlü'l Mechud üzerine bir talik yazan Muhammed Zekeriyya b. Yahya
el-Kandehlevi şöyle diyor:

"Bana göre bir kimsenin yakınlarının ölümü karşısındaki davranışlarını içinde
bulunduğu halet-i ruhiyeye göre değerlendirmek gerekir. Mesela yakınını kaybeden
bir kimsenin bunu sevinçle ve gülerek karşılaması, eğer kalp katılığından
kaynaklanıyorsa bu davranış mezmumdur, çirkindir. Fakat eğer Allah'ın takdirine tam
teslimiyetten neşet ediyorsa, o zaman bu tutum gözyaşı dökmekten daha faziletlidir.
Hz. Peygamberin, oğlu İbrahim'in vefatını, gözyaşlarıyla karşılaması, haşa Allah'ın
kaza ve kaderine tesiimiyet sizliğin den değil, sadece yakınlarından birinin ölümü
karşısında, sessizce gözyaşı dökmenin ve içten üzülmenin caiz olduğunu göstermek
içindir. Kalpteki üzüntü, zahirde alametleri görülmeden bilinemeyeceğinden Rasûl-ü
Ekrem bunu sözüyle ve gözyaşlarıyla izhar etmiştir. Öğretme fiilinin fazileti ise her-
kesçe malumdur. Binaenaleyh ölüm karşısında ağlamak, müstehab değil caizdir.

f2281

Hanefî âlimlerinin görüşü de budur.

f2291

5. Ruhsatlarla ameli terkedip azimetle amel etmek caizdir.
24-25. (Ölüm Karşısında) Yüksek Sesle Ağlamak
3127... Ümmü Atiyye'den demiştir ki:

f2301

Rasûlullah (s. a) bizi (ölüm karşısında) yüksek sesle ağlamaktan nehyetmiştir."
Açıklama

Niyaha: Türkcede ağıt demektir. Bu hadis-i şerif ölü için onun iyiliklerini saya saya
yüksek sesle ağlamanın haram olduğunu ifade etmektedir. Günahlardan dolayı
ağlamaksa ibadettir. Ölüm karşısında feryadü figan ederek ağlamanın yasak olduğuna
dair pek çok hadis-i şerif vardır. Peygamber (s. a) kadınlardan bey'at aldığı zaman
(ölüm karşısında), feryad-ü figan etmemeleri için de bey'at almıştı. Kadınlar Ey
Allah'ın Rasûlü biz cahiliyyet devrinde ağıtlara iştirak ederdik, şimdi de iştirak ede-
bilir miyiz?" diye sordular da (Hz. Fahr-i Kâinat) islâm'da ağıtlara katılmak yoktur,

[23U ..

buyurdu. "Ümmetimde cahiliyyet adetlerinden kalma dört şey vardır ki onları
terk edemezler. (Bunlar) Asaleti ile öğünme, neseblere ta'n, yıldızlara yağmur isteme
ve ağıttır.

Yasçılık eden kadın, ölmeden önce tevbe etmezse kıyamet gününde üzerinde

f2321

katrandan bir elbise ve uyuzlu bir gömlek olduğu halde (kabrinden) kaldırılır."

"Ölü üzerine feyradû figan etmek, cahiliyyet devrinin adetidir. Gerçekten ölü üzerine



feryada figan eden bir kadın, tevbe etmeden ölürse,, üzerinde katrandan bir gömlek ve

f2331

onun üstünde de ateşten bir gömlek bulunduğu halde kıyamet günü diriltilir."
Bu mevzuda Müslim'in rivayet ettiği şu hadis-i şerif, ölü üzerine feryadü figanın
yasaklanmasının geçirdiği safhaları açıklama yönünde, ayrı bir önem taşır: "Ey
peygamber! Sana mü'min kadınlar gelerek Allah'a şirk koşmayacaklarına... ve sana asi

[2341 '

olmayacaklarına söz verirlerse, onlarla bey'atlas." âyeti nazil olunca Rasûlullah
(s.a)'m kadınlardan aldığı bey'atta fer-yadü figanla ağlamamak da vardı. Ben:
"Ya Rasûlullah, yalnız fülan oğulları ailesine yapılacak ağıt müstesna, çünkü onlar
cahiliyye döneminde benim ağıtıma katılmışlardı. Binaenaleyh benim de onların
ağıtına katılmam gerekir. Öyle değil mi?" dedim. Bunun üzerine Rasûlulah (s. a)

[235]

"Peki filan oğullarına yapılacak ağıt müstesna olsun." buyurdu.

Müslim'in bu hadisi hakkında İmam Nevevî, "Bu hadis, ölüm karşısında sesli bir
şekilde ağlama konusunda sadece Hz. Ümmü Atıyye'ye ruhsat verildiğine
hamledilmiştir. Sari hazretleri hadisin umum manasından dilediğini tahsis edebilir."
[2361

diyor. İmam Nevevî'nin bu sözüne itiraz edenler olmuştur.
Ölüm karşısında yüksek sesle ağlamaya izin veren bu gibi hadis-i şeriflere bakarak,
Malikilerden bazıları ölüm karşısında feryadü figanla ağlamanın caiz olduğuna kail
olmuş: "Haram olan niyfiha, cahili yet devrindeki gibi başını saçını yolarak
yapılandır." demişlerse de, doğrusu niyâha, yani ölünün arkasından bağıra çağıra, yas
tutup ağlamak, mutlak surette haramdır. Alimlerin yolu budur.

Aynî diyor ki: "Bu hususta en güzel ve en doğru cevap şudur: Niyâha hususundaki
nehiy, evvela tenzih için varid olmuştur. Bilahare kadınların Peygamber (s.a)'e
beyatları tamam olunca niyâha haram kılınmıştır. Şu halde hadislerde zikri geçen
kadınlara verilen izin, birinci hale tesadüf etmiş, demektir. Sonra niyâha haram

f2371

kılınmış ve bu hususta bir çok hadislerde şiddetli tehditler varid olmuştur."
3128... Ebu Said Hudri'den demiştir ki:

Rasûlullah (s. a) ölünün iyiliklerini saya saya yüksek sesle ağlayan kadm(lar)a ve (onu)

f2381

dinleyen kadm(lar)a lanet etmiştir.
Açıklama

Niyâha ölünün iyiliklerini saya saya yüksek sesle ağlayan kadın demektir. Herhangi
bir dünya malının elden kaçırılması üzerine yüksek sesle ağlamaya da nevh veya
niyahat denilir. Müstemia ise bu ağıdı dinleyen kadın demektir.
Bu hadis-i şerifte, sadece ölüler üzerine ağlayan kadınlardan bahsedilerek, erkeklerden
hiç söz edilmemesi, erkeklerin ölü üzerine ağlamasının caiz olduğu anlamına gelmez.
Bu ağıdm erkeklerden daha ziyade kadınlarda görülmesinden dolayı sadece ölü
üzerine ağlayan kadınlardan bahsedilmekle yetinilmiş, ayrıca erkeklerden bahsetmeye
lüzum görülmemiştir.

Ayrıca Nâiha kelimesinin sonundaki yuvarlak ta'nm müenneslik ta'sı olmayıp



mübalağa ta'sı olması, binaenaleyh bu kelimenin "ağlayan kadın" anlamına gelmeyip,
hem kadına hem de erkeğe şamil olmak üzere "çok ağlayan kimse" anlamına gelmiş
olması ihtimali de vardır. Bu ihtimale göre, ölüm karşısında kendini tutamayarak
birazcık ağlayanlar, bu hadisin şümulü içerisine girmezler.

Lanet: Kelimesi ise Allah'ın rahmetinden kovulmak ve uzak olmak anlamına gelir.
Binaenaleyh ölü üzerine ağlamak büyük günahlardandır. Bu fiili işleyen kimseler,
büyük günah işlemiş olurlar ve Allah'ın rahmetinden mahrum kalırlar. Bu ağıda
isteyerek kulak veren kadınlar da bu günaha ve mahrumiyete iştirak etmiş olurlar.
Ancak senedinde Muhammed b. el-Hasen b. Atıy-ye el-Avfı' ile babası ve dedesi

r2391

olduğundan bu hadis zayıftır. Çünkü bu ravilerin üçü de zayıftır.
3129... îbn Ömer'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a):

"Şüphesiz ki ölü, aile halkının kendisine ağlamasından dolayı azab görür." buyurdu.
Bu (hadis Hz.) Aişe'ye anlatılınca Ibn Ömer'i kasdederek (Bu sözü nakleden kişi)
"Yanılmıştır, çünkü Peygamber (s. a) bir kabre uğradı da gerçekten şunun sahibi (küfrü
sebebiyle) azab görmekte aile halkı da kendisine ağlamaktadır, buyurdu." dedi. Sonra

[240]

"Hiçbir günahkâr başkasının günahını çekmez." (mealindeki âyet-i kerimeyi)
okudu (Ravi Hennad Hz.Aişe'nin bu sözünü) Ebu Muaviye'den (Hz. Peygamber) "Bir

12411

yahudinin kabrine uğradı" (şeklinde) rivayet etti.
Açıklama

Bu hadis-i şerifin zahirine göre, ölü aile halkının ağlamasm-dan dolayı azab görür.
Ashab-ı kiramdan tabiinden ve tebe-i tabiinden bir cemaat böyle demişlerdir. Hz.
Ömer b. Hattab ile oğlu Abdullah (r.a) bu görüştedirler. Daha sonraki âlimlerin büyük
çoğunluğu ise, bu hadisin manasını te'vil yoluna gitmişler ve te'vilinde de ihtilafa
düşmüşlerdir. Şafiî âlimlerinden İbrahim el-Harbî ile el-Müzenî ve yine Şafiî âlimle-
rinden diğer bir kısım ilim adamları, bu hadisi "sağlığında, ölünce kendisi için
ağlamasını vasiyet eden bir kimse, aile halkının ağlamasından dolayı azab görür"
şeklinde te'vil etmişlerdir.

Hanefî âlimlerinden Ebû Leys es-Semerkandî de "Genellikle âlimlerin bu hadisi bu
şekilde tevil ettiklerini" söylemişti:

İmam Nevevî de Müslim Şerhinde Cumhur ulemasının bu görüşte olduğunu ve sahih
olan görüşün de bu olduğunu söylemiştir.

Bu görüşte olan ulemaya göre, ölü sağlığında bu vasiyyeti yapmakla bu azabı hak
etmiştir. Sağlıklarında böyle bir vasiyette bulunmayan kimseler ise, yakınlarının
ağlamasından dolayı muazzeb olmayacaklardır. Nitekim "Hiçbir günahkar başkasının

f2421

günah yükünü taşımaz." mealindeki âyet-i kerimede buna delalet etmektedir.
Dâvûd Zahiri ile ulemadan bir cemaat de, "ölü sağlığında aile halkını ölüye yüksek
sesle ağlamaktan nehyetmeyi ihmal ettiği için, kendisi Ölünce onların ağlamasından
dolayı azab görür" demişlerdir.

Şevkânî'nin Neylü'l-Evtar'da açıklandığına göre, Ibnü'l-Mürabıt; "Eğer bir kimse ölü
üzerine yüksek sesle ağlamanın yasakhğmı bildiği ve aile halkının da kendi ölümü için



bu fiili işleyeceklerini tahmin ettiği halde, onları bu hususta ikaz edip bu işin haram
olduğunu onlara anlatmazsa, öldüğünde onların ağlamasından dolayı azab görür.**
İbn Hazm'e ve diğer bir cemaate göre ise, ölünün azab görmesine sebep olan ağıttan
maksat aile halkının o kimsenin sağlığında yapmış olduğu bazı zulümleri, işlediği
günahları ve ölçüsüz tasarrufları yüzünden ağlamalarıdır. Bu görüşte olan ilim
adamlarına göre şu "Rasülullah (s. a) gerçekten Allah gözyaşı dökme sebebiyle veya
kalbin hüzün duyması sebebiyle herhangi bir kimseye azab etmez dedi. Sonra diline
işaret ederek -fakat işte şunun yüzünden azab eder veya merhamet eder-
[243]

buyurdu." mealindeki hadis-i şerifte bu gerçeğe delalet etmektedir.
ismaüTye göre "Araplar cahiliyye döneminde ani baskınlarla halkı öldürür veya esir
ederler, ellerindeki malları da gasbederlerdi. İçlerinden birisi ölünce de onun
sağlığında yapmış olduğu bu kötülükleri meziyetmiş gibi, bir bir sayarak ağlarlardı,
işte onların iyilik diye saydığı bu fiiller, din nazarında çirkin şeyler olduğundan bunlar
sayıldıkça bunları işiten ölü azab duyar."

Bazılarına göre de, bu ağıtlarla ölünün azab görmesinden maksat, me-laikelerin ölüyü
yakınlarının ağlamasından dolayı azarlamasıdır. Çünkü bu kimse sağlığında onlara bu
işin yasakhğmı öğretmemiştir. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in Ebû Musa'dan rivayet
ettiği şu hadisi şerif te buna delalet etmektedir: "Ölü yakınlarının ağlamasıyla azab
görür. Ağıtçı kadın:

Vay benim koruyucum, vay benim yardımcım, vay benim giydiricim, diye feryada
başlayınca ölü:

Sen bu kimsenin koruyucu, yardımcısı ve giydiricisi misin? diye sorguya çekilir." Şu
hadisi şerifte bu gerçeği ifade etmektedir: "Herhangi bir kişi ölür de ağlayıcıları
kalkıp, vah desteğimiz, vah efendimiz veya buna benzer bir şeyder (de ağlar) ise,
kesinlikle o ölünün başına iki melek dikilir ve onu yumruklayarak, sen böyle mi idin?
f2441

derler"

Bu mevzuda Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadisi şerifte şu mealdedir: "Abdullah b.
Revaha (Ölüm yatağında iken) bayılmıştı. Kızkardeşi Amr'e -vay sığmağım?- diye
feryada başladı. Hz. Abdullah kendine gelince, (kızkarde-şine hitaben)- sen ne

[2451

söylemişsen hepsi için bana- demek sen böylemiydin diye bir soru yöneltildi."
Mütekadimin âlimlerinden Ebû Cafer et-Taberî ve Kadı Iyaz ile müteahhirin
âlimlerden bir cemaat da "Ölünün yakınlarının ağlaması yüzünden azab göreceğini"
söylemişlerdir.

Delilleri ise îbn Ebî Şeybe ile Taberanî'nin Kayle binti Mahreme'den rivayet ettikleri
şu hadis-i şeriftir:

"Ey Allah'ın Rasûlü, ben bir çocuk dünyaya getirdim, seninle birlikte Rebze'de
(düşmana karşı) savaştı. Sonra kendisine hastalık isabet etti de öldü. Bunun üzerine
bana bir ağlamak geldi, dedim. Rasülullah (s. a) de: "Sizden birine dünyada sevdiği
kişiyle güzelce arkadaşlık edip, ölünce de inna lillahi ve inna ileyhi raciun demesi zor
mu geliyor. Allah'a yemin ederim ki sizden biriniz, ağlayınca bu ağıttan ölen dostu da
rahatsız olur. Ey Allah'ın kullan ölülerinize azab etmeyiniz."

Taberanî'nin Sahih bir senetle Ebû Hureyre'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şu
mealdedir: "Gerçekten kulların amelleri ahirete intikal eden akrabalarına arz edilir."
Hafız îbn Hacer bu görüşlerin arasım şöyle telif etmiştir: Bu mesele şahısların



durumuna göre değişir. Adeti ölüm karşısında feryadü figan etmek olan bir kimse
ölünce, yakınlarının ağlamaları için vasiyyet etmişse, o kimse yakınlarının bu
ağıdmdan dolayı azab gördüğü gibi zalim olan bir kimse de yakınlarının dünyadaki bu
çirkin amellerini saya saya ağlamalarından dolayı azab görür. Keza kendi ölümüne
yakınlarının feryadü figan ederek ağlayacaklarını bilen bir kimse, eğer sağlığında
onları bu konuda ikaz etmeyi ihmal ederek ve onların bu hareketinden hoşlanarak
Ölürse, onların ağıtlarından dolayı azab görür. Fakat onları ikaz etmeyi ihmal etmiş
olmakla beraber sağlığında onların bu hareketinden hoşlanmamışsa azab görmez.
Fakat ihmalinden dolayı azarlanır. Onların bu hallerinden hoşlanmayan bir kişi sağ-
lığında onları gerektiği şekilde ikaz ettiği halde onlar, bunu yine de yüksek sesle
ağlayacak olurlarsa, ölü bunların Allah'ın razı olmadığı bir işi yapmalarını görmekten
dolayı yine rahatsız olur.

[246]

Hz. Aişe "Hiçbir günahkâr başkasının günahını çekmez." mealindeki âyeti delil
getirerek mevzumuzu teşkil eden İbn Ömer hadisini reddetmiş ve Hz. İbn Ömer'in
yanıldığını söylemiştir. Nitekim Hz-. Ebü Hüreyre Ebû Hamid ile Şafiî âlimlerinden
bir cemaat bu görüşü benimsemiştir. Fakat Hz. İbn Ömer'den pek çok sahabî de bu
hadisi rivayet ederek ölünün yakınlarının ağlamasıyla azab göreceğine kesinlikle
hükmetmişlerdir. Ömer b. Hattab ile Ebû Musa el-Eş'ari ve el-Muğire b. Şu'be (r.a)
bunlardandır.

Hadisin bazı rivayetlerinde "ailesinin ağlaması sebebiyle" buyurulması: "Başkalarının
ağlaması azaba sebeb olmaz" manasına alınmamalıdır. Zira bu söz kayd-ı ihtirazı
değil, kayd-ı ekseri'dir. Yani ekseriyyetle ölenin arkasından aile efradı ağladığı için
f2471

zikredilmiştir.

3130... Yezid b. Evs'den demiştir ki:

Ebû Musa, ağır (hasta) iken yanma girmiştim. Karısı ağlamaya başladı. Yahut ta
ağlamaya yeltendi. Bunun üzerine (Ebû Musa) ona "Sen Rasûlullah (s.a)'i ve (bu
mevzuda) söylediklerini duymadın mı? dedi. (Karısı) evet (duydum) dedi (ve) ağıdı
kesti. (Bu hadisi Yezid ve Evs'den rivayet eden İbrahim dedi ki:) Ebû Musa ölünce,
Yezid (bana) dedi ki: (Ebû Musa öldükten sonra ben o) kadınla karşılaştım ve
kendisine "Ebû Musa'nın Rasûlullah'in sözünü işitmedin mi- diye sana (söylediği) ve
(işitince) sustuğun sözü neydi?" dedim.

Rasûlullah: "saç yolan (musibet karşısında) feryad eden ve yaka yırtan bizden

f2481

değildir." buyurdu diye cevap verdi.
Açıklama

Metinde geçen "Bizden değildir" sözünün zahiri manası, "Bizim dinimizden değildir."
demekse de buradaki manası "Bizim mükemmel yolumuzdan ve sünnetimize
uyanlardan değildir." demektir. Bir başka ifadeyle bu sözle, "Musibet karşısında saçını
başını yolup, fer-yadü figan edip yakasını paçasını yırtan kimseler, bizim mükemmel
sünnetimize, kâmil yolumuza uyan kimseler değildir." denmek istenmiştir. Bu gibi
davranışlarda bulunanları, ağır bir dille tenkid etmek ve şiddetli bir şekilde azarlamak
için "Bizden değildir." cümlesi kullanılmıştır. Nitekim çocuğunu azarlamak isteyen bir



baba da ben senden değilim sen de benden değilsin" der. Bu sözüyle çocuğunun kendi
yolunda olmadığını ifade etmek ister.

Binaenaleyh bu gibi hareketler de bulunan bir kimse, İslamiyete uymayan bir
davranışta bulunmuş olursa da dinden çıkmış olmaz. Fakat haram olduğunu öğrendiği
halde helal olduğuna inanarak, ya da Allah'ın kaza ve kaderine isyan gayesiyle bu gibi
davranışlarda bulunan bir kimse İslâm dininden çıkmış olur.

İbn Münir'e göre, bu gibi davranışlarda bulunanları te'dip için onlardan yüz çevirip bu
hallerinden vazgeçinceye kadar kendileriyle konuşmamak icab eder. Ebû Süfyan (r.a)
de bu hadisin gönüllerdeki etkisinin daha şiddetli olması için "Bizden değildir"
cümlesini zahiri manası üzerinde bırakıp tevili yoluna gidilmemesini tavsiye ederdi.

\249]

Hafız İbn Hacer "Bizden değildir" cümlesini "Ben (ondan) beriyim" cümlesiyle
tefsir etmiş ve "Beri kelimesi; birşeyden ayrılmak, anlamına geldiğine göre, bu
cümlede sözü geçen davranışları yapan bir kimsenin Hz. Peygamberin şefaatmdan
mahrum kalacağı tehdidi vardır" demiştir.

Buhârî ile Müslim'in bu mevzuda rivayet ettikleri hadisin tamamı şu mealdedir: "Ebû
Musa ağır bir şekilde hastalandı ve bayıldı. Başı kadınlardan birinin kucağında idi.
Kadınlardan biri bir çığlık attı. Fakat Ebû Musa ona bir şey söyleyemedi. Ayıldığı
vakit "Rasûlullah (s.a)'in beri olduğu bir şeyden ben de beriyim. Rasûlullah (s. a)

[2501

vaveylacı, saçını yolan ve elbisesini yırtan kadınlardan beri idi" dedi.

3131... (Hz. Peygamberle) biatlaşan kadınlardan olan bir kadından (rivayet
olunmuştur) ki: Rasûlullah (s.a)'in iyilikte (kendisine itaat edeceğimize dair) bizden
aldığı söz içerisinde, iyilikte kendisine isyan etmeyeceğimize (özellikle musibet
karşısında) ytizü(müzü) tırmalamayacağımıza, vah vah diye feryad etmeyeceğimize,
yaka(mızı) yırtmayacağımıza, saç(larımızı) dağıtmayacağımıza dair aldığı (söz) de
[251] ^ '

vardı.
Açıklama

Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi, metinde zikredilen fiiller, İslâm'ın
çirkin gördüğü ve yasakladığı işlerdir. Bu hadisi rivayet eden kadının kimliği
hakkında, hadis âlimleri bir açıklama yapmamışlar, sadece sahabiye olduğunu
söylemekle yetinmişlerdir. Bilindiği gibi sahabi olan bir ravinin kimliğinin
bilinmemesi, bu hadisin sıhhatine bir zarar vermez. Bu söz alma hadisesine Kur'ân-ı
Kerim' de şöyle işaret ediliyor: "Ey Peygamber, inanmış kadınlar sana gelip Allah'a hiç
bir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldür-
memeleri, elleriyle ayaklan arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, iyi bir işte sana

[252]

karşı gelmsfneleri hususunda sana biat ederlerse onların biatlarmı al..."
Bu hadisi şerif, sözü geçen fiillerin haram olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca bu
fiillerin haram olduğunu ifade eden daha pek çok hadis-i şerif vardır. Bunlardan
bazıları şu mealdedir: "Yanaklarına vuran veya yakalarını yırtan yahut da cahiliyyet

[253]

davetiyle çağıran bizden değildir."



Rasûlullah (s. a) yüzünü tırmalayıp derisini yırtan kadına, yakasını yırtan kadına,

[2541

mahvoldum, helak oldum diye bağırıp çağıran kadına lanet etmiştir."
25-26. Ölünün Aile Halkı İçin Yemek Hazırlamak
3132... Abdullah b. Cafer'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a):

"Caferin (ev) halkına yemek hazırlayınız. Çünkü onlar (in ba-şm)a kendilerini meşgul

[2551

eden bir iş gelmiştir." Buyurdu.
Açıklama

Hz. Peygamber bu sözü hicretin sekizinci senesinde vukua gelen Muta muharebesinde,
Hz. Cafer'in şehid olduğu haberini aldığı zaman söylemiştir. Bilindiği gibi, sözü geçen
savaşta Hz. Cafer'le birlikte Hz. Abdullah b. Revaha ile Zeyd b. Harise de şehid
olmuşlardı. Bir kimse vefat ettiği zaman, o kimsenin ev halkı beşeriyetleri icabı son
derece üzgün ve zihinleri meşgul olacağından, kendileri için yemek hazırlamayı
düşünemedikleri gibi, açlıklarını bile fark edemezler. Bu bakımdan fahr-i kâinat
Efendimiz, ölen kimsenin komşularına ve yakınlarına ölünün aile efradı için yemek
hazırlamalarını emretmiştir.

1. Hanefilere göre; İbnü'l-Hümam Fethü'l-Kadir isimli eserinde, ölünün ev halkı için,
komşularının ve yakınlarının onlara geceli gündüzlü yetecek kadar, bir günlük yemek
hazırlamalarının müstehab olduğunu söylemiştir. Hattâbî'nin açıklamasına göre, imam
Şafiî de bu görüştedir. Fakat ölünün aile efradı tarafından halka ziyafet verilmesi
mekruhtur. Çünkü, ziyafetler sevinç ve neşe günleri için meşru kılınmıştır. Böylesi
matem günlerinde ziyafet vermek, ziyafetin gayesine aykırıdır ve bid'attır. Nitekim bir
hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: "Biz ölünün ailesi yanında toplanmayı ve onların
yemek hazırlamasını onun üzerine feryadü figan ederek ağlamaya denk (bir günah)

[256]

sacdık."

2. Malikilere göre, ölünün ev halkına yemek ikram etmek menduptur. Çünkü onlar
yemek hazırlayamazlar. Fakat ölünün ailesi, feryadü figan ederek ağlamakla meşgul
iseler, onlara yemek ikram etmek haramdır.

3. HanbeUIere göre, üç günlük taziye müddeti içerisinde, ölünün ev halkına yemek
göndermek sünnettir. Fakat ev halkının yanında taziye için toplanan kimselere yemek
göndermek mekruh olur. Çünkü orada toplanmak mekruh olduğundan onlara yemek
göndermek mekruha yardımcı olmak anlamına gelir. İmam Ahmed (r.a) taziye için ölü
evinde toplanmanın cahiliyye adeti olduğunu söyleyerek bu toplantıya şiddetle karşı
çıkmıştır.

4. Şâfıîlere göre; ölünün komşularının, ölünün aile efradına bir gün ve bir gece
yetecek kadar yemek hazırlayıp bunu yemeleri için onlara ısrarda bulunmalarının
müstehab olduğunu, fakat öiü için feryad eden ev halkına yemek hazırlamanın ise
haram olduğunu söylemişlerdir. Çünkü onlara yemek ikram etmek günaha yardımcı
olmak demektir. Ayrıca ölünün ev halkının yemek yapıp halkı davet etmeleri de
mekruhtur. Bu husustaki delilleri biraz önce tercümesini sunduğumuz İbn Mace'nin
rivayet ettiği hadis-i şeriftir, eş- Şeyh Zekeriyya el-Ensari'ye göre, bu hadis-i şerif



taziye için ölü evinde toplanan kimselere, ölünün ev halkının yemek ikram etmesinin,
kerahet ve bid'a-tin de ötesinde haram olduğuna delalet etmektedir. Fakat uzaktan
gelip de geceyi ölü evinde geçirmek mecburiyetinde kalan kimselere, ölünün ev halkı
tarafından yemek hazırlaması varisler arasında yetim bulunmaması şartıyla caizdir.
Varisler arasında yetim bulunması halinde, ziyaretçilere yemek İkram etmek, köy ya

[2571

da mahalle halkına düşer.
26-27. Şehid(ler) Yıkanır (Mı?)
3133... Cabir'den demiştir ki:

(Bir savaş esnasında müslümanlardan) birinin göğsüne veya boğazına bir ok atıldı
(aldığı yarayla) hemen öldü. Bunun üzerine elbisesiyle beraber, olduğu gibi

12581

(yıkanmadan) gömüldü. Biz de Rasûlullal (s. a) ile beraberdik.
Açıklama

Allah yolunda savaşırken ölen bir kimsenin yıkanmadan elbisesiyle gömüleceğini
söyleyenlerin delilini teşkil eden, bu hadisi şerifte sözkonusu edilen hadisenin hangi
tarihte, hangi savaşta olduğu ve aldığı yaranın tesiriyle şehid olan sahabinin kimliği
konusunda hadis sarihleri bir açıklama yapmamışlardır.

Metnin sonunda bulunan "Biz de Rasûlullah (s.a)'in yanında idik" cümlesi şehid olan

zatın üzerindeki elbiseyle yıkanmadan toprağa verilişinin Rasûl-ü Ekremin emriyle

olduğunu ve dolayısıyla bu hadisin merfu olduğunu ifade etmektedir.

Şehid kelimesinin feilün vezninde ismi fail anlamına gelen bir sıfat-ı mü-şebbehe

olması ihtimali vardır. Bu ihtimale göre "şehid" kelimesi, şahid anlamına gelir.

Ölürken Allah'ın rahmetini bizzat gördüğü ve Rabbi katında diri olduğu için bu ismi

almıştır.

Bu kelimenin ism-i meful anlamında kullanılmış olan feilün vezninde bir sıfatı
müşebbehe olması ihtimali de vardır.

Bu ihtimale göre, cennetlik olduğuna melekler tarafından şahidlik edildiği için bu ismi
almıştır. Gerçekten melekler ona ikram için onun cenazesine gelirler ve o kişinin
cennetlik olduğuna şahidlik ederler.

Şafiî âlimlerine göre; şehid, düşmanla savaşırken ve savaş devam ederken ölen
kimsedir. Savaş halinde ölen bir kimsenin şehid sayılabilmesi için düşman tarafından
öldürülmüş olmasıyla, yanlışlık eseri olarak bir müslü-manm silahıyla veya kendi
silahının geri tepmesiyle ölmüş olması arasında bir fark olmadığı gibi, attan düşerek
ölmesiyle, müslümanlarm ya da düşmanın hayvanlarından birinin tekmesi veya
çiğnenmesiyle ölmesi arasında da bir fark yoktur.

Keza kendisine isabet eden bir ok ya da mermi ile ölen bir müslüman, bu okun bir
müslüman tarafından mı yoksa kâfir tarafından mı atıldığı bilinmesi yine şehid
sayıldığı gibi, harp devam ederken, savaş meydanında Ölü olarak bulunan bir
müslüman ölüm sebebi bilinemese yine şehid sayılır. Bu hususta üzerinde kan
bulunması ile bulunmaması arasında da bir fark yoktur.

Savaş meydanında aldığı bir yarayla derhal ölen bir kimse, şehid olduğu gibi, biraz
yaşadıktan sonra, hayatını kaybeden kişi de şehid sayılır. Aldığı yaradan bir süre sonra



ölen kimsenin şehid sayılabilmesi hususunda, aldığı yaradan sonra bir şeyler yiyip
içmiş olmasıyla, yiyip içmemiş olması arasında da bir fark olmadığı gibi, ölen
müslümanm kadın, erkek, hür, köle, çocuk, salih ya da fasik olup olmaması da
sözkonusu değildir.

Savaş sona erdikten sonra, savaş meydanında yarı canlı olarak bulunan bir kimsenin
hareketleri, eğer can çekiştiren bir kimsenin hareketleri ise, bu kimse ittifakla şehid
sayılır. Fakat hareketleri iyileşme ve canlanma belirtileri taşıyorsa, ölünce bu kimsenin
şehid sayılmayacağı ittifakla kabul edilmiştir.
Şehidler yıkanmadan elbiseleriyle gömülürler.

Maliki alimleri ile Hanbeli alimleri de, şehidlik mevzuunda aynen Şafiîler gibi
düşünmektedirler.

Ancak Hanbetilere göre; savaş ülkesinde kendi kendine eceliyle veya kendi kılıcının
geri tepmesiyle ölen kimselerle, savaş meydanında üzerinde kan izleri olmadan, ölü
olarak bulunan, kimselerle, yaralı olarak bulunduktan sonra başka bir yere taşınıp ta
orada yiyip içen, yahut uyuyan veya abdest bozan, ya da konuşan veya aksıran veya
örfen uzun sayılabilecek bir süre yaşayan, sonra ölen bir kimse, şehid sayılırsa da,
yıkanmadan ve elbisesiyle birlikte gömülemez. Bu kimsenin toprağa verilmeden önce
yıkanması, üzerine namaz kılınması farzdır. Yine Hanbelilere göre, savaş haricinde
düşmanın eline geçerek, hedef yapılarak öldürülen bir kimse şehid sayıldığı gibi,

[2591

zulme uğrayarak ölen kimse de şehiddir.

Hanefılerc göre; şehid, Allah yolunda yapılan bir muharebe esnasında öldürülen, veya
eşkiyalar ya da yol kesiciler ile savaşırken haksız yere öldürülen, baliğ ve tahir
bulunan herhangi bir müslimdir. Bu hem dünya, hem de ahiret ahkamı itibariyle şehid
olduğundan kendisine "şehid-i hükmi" denir. Bir de "şehid-i hakiki" vardır ki, bu da
garik (suda boğulan), harik (yanan) veya garib olarak ölen veya tahsil yolunda veya,
zatü'l-cenb gibi bir hastalık neticesinde terk-i hayat eden, herhangi bir müslümandır.
Bunlar şehid sevabına nail olacakları cihetle yalnız ahiret ahkâmınca şehid sayılırlar.

r2601

Fakat dünya ahkâmınca şehid sayılmazlar.
Şehidler:

1. Dünya şehidi,

2. Ahiret şehidi,

3. Hem dünya, hem ahiret şehidi olmak üzere üç kısma ayrılır. Bunların üçüncüsüne
kâmil şehid denir. Birincisi, sadece dünyevi hüküm itibariyle, ikincisi de yalnız
ahirette verilecek ecir itibariyle şehidler kısmına katılmıştır. Şehid-i kamil ile dünya
şehidinin yıkanmadan üzerlerine namazları kılınabilmesi için altı şart vardır: a) Akıl b)
Buluğ c) Hades-i ekberden (cünüblükten) temizlik, d) Haksız yere öldürülmek e)
Ölüm muharebe dışında meydana gelmiş ise onun kasden yapılmış olması, mürtes
olmamak yani aldığı darbeden sonra tedavi, yeme, içme gibi şeylerle araya fasıla

[261] ' f2621

girmiş olmamak. Ahiret şehidi ise her halükarda yıkanır.

3134... Ibn Abbas'dan demiştir ki:

Rasûlullah (s. a) Uhud şehidlerinin (silahı, zırh gibi) demir(ler)in ve (kürk gibi) deri
(den yapılmış madde)lerin üzerlerinden soyularak kanları ve elbiseleriyle defn



[263]

edilmelerim emretti."



Açıklama

Bu hadis-i şerifte Allah yolunda savaşırken vefat eden bir kimsenin, yıkanmadan
kanıyla birlikte gömüleceğini söyleyenlerin delilidir. Allah yolunda savaşırken vefat
eden kimselerin yıkanmadan üzerlerindeki kanla gömülmelerinin hikmetini Rasûl-ü
Zişan Efendimiz şöyle açıklamıştır: "Onları yıkamayınız. Çünkü (onların Allah
yolunda savaşırken aldıkları) her yara ve (bu yaralardan akan) her kan kıyamet

[2641

gününde misk gibi kokacaktır." Yine mevzumuzu teşkil eden bu Ebû Dâvûd
hadisinde ifade edilen diğer bir husus da, Rasûl-ü Zişan Efendimizin Uhud şehitleri
defnedilmeden önce üzerlerinde bulunan deriden ve demirden mamul eşyaların
soyulup çıkartılmasını emretmesidir.

Hanefi âlimleri, bu hadise ve imam Ali (k.v)'İn "Şehidin üzerinden sarık, mest, fes
gibi giysiler çıkartılır" mealindeki sözünü esas alarak; "şehidin üzerinde sadece kefen
vazifesi görecek giysiler bırakılır, diğerleri çıkartılır. Kürk, sarık, silah gibi eşyalar ise
süslenmek, soğuktan ya da düşmandan korunmak için dirilere lazım olan ihtiyaç
maddeleridir. Ölülerin buna ihtiyacı yoktur" demişlerdir.

Şâfıîler ise bu mevzuda "Onları giysileriyle ve kanlarıyla beraber defnediniz. Çünkü
kıyamet gününde damarlarından kan renginde, fakat misk gibi kokan bir kan fışkırır
olduğu halde dirileceklerdir " hadisine dayanarak şehidlerin üzerinden sözü gecen

1265]

eşyalardan hiç birini çıkarmazlar demişlerdir. Hanefi âlimlerinden îbn Abidin,
Hanefi âlimlerinin bu mevzudaki görüşünü şöyle özetliyor: "Kefen olmaya yaramayan
şeyler, gocuk, pamuk dolgulu elbise, külah, mest, silah ve zırh gibi eşyadır. Don
bunlardan değildir. En muvafık kavle göre, o çıkarılmaz. Nitekim Hindiyye'de de

f2661

Hinduvani'den naklen böyle denilmiştir."

3135... Enes b. Malik'(in) haber verdiğine göre, Uhud şehidleri yıkanmadan ve

12671

üzerlerine namaz kılınmadan kanlarıyla gömülmüşlerdir."
Açıklama

Bu hadis-i şerif, harp meydanında savaşırken şehid olan bir kimsenin, cünub bile olsa
yıkanmadan ve üzerine namaz kılınmadan defnedileceğini söyleyen Maliki âlimleri ile
Şafiî âlimlerinden bir kısmının ve Ata, Nehai, Süleyman b. Musa, el-Leys, Yahya el-
Ensarî, İbnü'l-Münzir, Ebû Sevr gibi mütekaddiminden olan ilim adamlarının delilidir.
Bu görüşte olan âlimler bu mevzudaki görüşlerine ayrıca Cabir (r.a)'den rivayet edilen
"Peygamber (s. a) Bedir şehidlerini yıkanmadan ve üzerlerine namaz kılınmadan,

r2681

kanlarıyla defnedilmesini emretti" Hanbeli âlimlerine göre, şehid, yıkanmadan
ve üzerine namaz kılınmadan defnedilir. Fakat, eğer cünüb iken şehid olmuşsa yıkanır.
Şafiî ulemasından bazıları da bu mevzuda Hanbeliler gibi düşünmektedirler. Delilleri



ise, lbn İshak'm el-Meğazi İsimli eserinde nakletmiş olduğu şu hadis-i şeriftir:
"Hanzala b. er-Rahib Uhud'-da şehid edilmişti. Bunun üzerine Peygamber (s. a)
"Hanzalamn bu hali nedir? Ben onu melekler yıkarken gördüm" buyurdu. Orada
bulunanlar da "O karısıyla cima etmişti. Sonra savaş ilanını işitince yıkanmadan
savaşa çıkmıştı" cevabını verdiler. Sözü geçen alimlere göre, cünüblük-ten dola, ı
yıkanmak farz olduğundan ve ölmekle cünüblük zail olmayacağından dolayı, cünüb
iken şehid olan bir kimseyi kabre koymadan önce yıkamak da farzdır.
O şehidin üzerine namaz kılınıp kılmmayacağı mevzuunda İmam Ahmed'den iki görüş
rivayet edilmiştir.Bu görüşlerin en sahih olanı, kılmmaya-cağma dair olan görüştür, el-
Hallal ise İmam Ahmed'in diğer görüşünü tercih ederek kılınacağını söylemiştir.
Hanbeli âlimlerinden îbn Kudame, el-Muğni isimli eserinde İmam Ah-med (r.a)'in bu
mevzudaki görüşüne temas ederek şu neticeye ulaşıyor: "imam Ahmed'in bu
mevzudaki görüşünü şehid üzerine namaz kılmak farz değildir, müstehabdır" şeklinde
özetlemek mümkündür.

îbn Müseyyeb ile Hasan-ı Basri'ye göre ise, şehid yıkanır ve üzerine namaz kılınır.
Çünkü cenazeyi yıkamak ademoğluna bir ikramdır. Şehid ise bu keramete daha
layıktır.

imam Ebû Hanİfe ile ashabına ve imam Sevri, el-Müzenî, Hasan-ı Bas-ri İbn
Müseyyeb gibi bazı imamlara göre ise, şehid yıkanmadan üzerine namaz kılındıktan
sonra defnedilir. Ancak imam Ebû Hanife (r.a); Eğer şehid cünub iken ölmüş veya
sabi yahut da deli idiyse üzerine namaz kılmadan önce yıkanması icabeder. Delilleri
ise Beyhaki'nin mürsel ve bu mevzuda rivayet edilen hadislerin en sahihi kaydıyla Ebû
Malik el-Ğıfari'den rivayet ettiği "Peygamber (s. a) Uhut şehidleri üzerine onar onar
yetmiş defa namaz kılmıştır" mealindeki hadisi şeriftir.

el-Hılafiyyat isimli eserde açıklandığına göre, İmam Şâfü bu hadisi kusurlu bulmuş ve
"zaten Uhud şehidlerinin tümü yetmiş kişiden ibaretti. Hz. Peygamber onların
namazını onar kişilik gruplar halinde kıldırdıysa, nasıl olmuşta yetmiş defa namaz
kılmış" diyerek bu görüşü reddetmiştir. Menhel yazarı da bu mevzuda İmam Şafiî

12691

(r.a)'in görüşünü tercih etmiştir.

Hanefî ulemasından el-Kâsânî'nin Bedayiü's- Sanayi isimli eserinde açıklandığına
göre, Beyhaki'nin Hz. Peygamberin Uhud şehitleri üzerine yetmiş defa namaz
kıldığına dair rivayet ettiği hadis sahihtir. Cabir (r.aî'in Hz. Peygamberin Uhud
şehidleri üzerine namaz kılmadığına dair rivayet ettiği hadis zayıftır. Çünkü o gün
Cabir (r.a)'in babası da şehid olmuştu. Onu Medine'ye nasıl götürebileceğini
anlayabilmek için Medine'ye gitmişti. Hz. Peygamber şehitlerin namazını Hz. Cabir
Medine'de iken kıldığından, Hz. Cabir'in bundan haberi olmadı. Bu yüzden de orada
bulunup da Rasûl-ü Ekrem'in Uhut şehitleri üzerine Cenaze namazı kıldığım görenler,

F2701

gördüklerini naklettiler, görmeyenler de kıhnmadığmı zannettiler.
Bu mevzuda Halebi Münye şerhinde şöyle der: "Hz. Peygamberin Uhut şehitlerinin
üzerine namaz kıldığına dair rivayet edilmiş olan hadislerden her-birinin sıhhat

1271]

derecesine yükselmediğini kabul etsek bile, hasen derecesinden aşağıya düşmez.

3136... Enes b. Malik'den -mana olarak- (rivayet edildiğine göre), Rasûlullah (s. a)
(Uhud savaşı sona erdikten sonra bazı) organları kesilmiş halde (yatan) Hamza'nm



(cesedi) yanma vardı. (Hz. Ham-za'yı o halde görünce) "Eğer (Hamzanm kardeşi)
Safıyye içinde bir üzüntü hissetmeyecek olsaydı, Hamza'yı kurtlar, kuşlar yesin de kı-
yamet günü onların karınlarından hasredilsin diye (defnetmeden) bırakırdım" buyurdu.
Elbise azdı. (Buna karşılık) ölü çoktu, (da bu yüzden) Bir, iki üç şehid (birden) bir
elbise içerisine kondular. (Ravi) Kuteybe (bu hadise şu sözleri de) ilave etti: "Sonra
bir kabre defnedildiler. Rasûlullah (s. a) -Kur'ân'ı -(ezberlemiş olma) bakımından bun-
ların hangisi daha ileridedir? diye soruyor. Kur'ân'ı ezberlemiş olma yönünde daha

f2721

ileride olanı Kıbleye doğru Öne geçiriyordu."
Açıklama

Bu hadisi şerifte müslümanlarm ellerinde ve üzerlerinde ke-fen olmaya elverişli, yeteri
kadar elbise veya kumaş bulunmadığından Hz. Peygamber, şehidlerin bir kısmını
ikişer üçer kişilik gruplar halinde bir kefen içine koyarak defnettiği ifade
buyurulmaktadır.

Bezlü'I-Mechud yazarının ifade ettiğine göre, Rasûl-ü Ekrem'in iki veya üç şehidi bir
kefene koyması, büyükçe bir kefeni ikiye ya da üçe bölüp her parçaya bir şehidi
sarması şeklinde olabileceği gibi, zaruretten dolayı iki veya üç şehidi birden bir kefene
sarması şeklinde de olabilir. Ancak Aliyyü' Kari'nin açıklamasına göre, birden fazla
şehidin bir kefen içerisine konma sının caiz olabilmesi için, tenlerinin birbirine temas
etmemesi gerekir. Bir kefeı içerisine konan birden fazla şehidin vücutlarının birbirine
teması önleneme yeceğinden et-Tîbî metinde geçen "iki veya üç şehid bir elbise
içerisini kondular'* cümlesini bir kabre kondular şeklinde te'vil etmiştir. Hanefî âlim
lerinden İbn Abidin de zaruretten dolayı birden fazla cenazeyi bir kabre koymak
caizdir. Ancak bu kabrin iki kabir hükmüne gelmesi için aralarına toprak yığılır veya
kerpiç konulur demiştir. Buhârî sarihlerinden Bedrüddin el- Aynî ile el-Kastâlânî de bu
meseleyi genişçe açıklamışlardır. ez-Zürkanî ise el-Muvaıta üzerine yazdığı şerhte,
birden fazla cenazeyi bir kabre koymanın caiz olduğunu, kesin bir dille ifade etmiştir.
Hattâbî ise, zaruret sebebiyle birden fazla ölünün bir kabre konması caiz olduğu gibi
bir kefene konmasının da caiz olduğunu ifade etmiş, fakat metinde geçen "iki veya üç
şehid bir elbise içerisine kondular" cümlesine, "şehidlerden her birisi ayrı bir elbise
içerisinde olduğu halde bir kabre konmuştur." manasını vermiştir. Nitekim kabre
koyarken Kur'ân'ı daha iyi bileni kıbleye daha yakın koymak istemesi de onların ayrı
ayrı kefenlere sarılı olduklarını gösterir. Çünkü, eğer onları bir kefene koymuş olsaydı,
onların Kur'ân'ı hangisinin daha iyi bildiğini anlamak için sorduğu bu soruyu kabre
koyarken değil, kefene koyarken sorardı. Cenazesinin defni ölünün yaşayanlar
üzerindeki haklarından biri olduğu halde, Hz. Peygamberin onu defnetmek istememesi
Hz. Hamza'nm tüm vücudunun Allah yolunda harcanmasını ve bu sayede ecir ve
faziletinin doruk noktaya ulaşmasını temin etmek gayesine matuftur. Rasûl-ü Zişan
Efendimiz, işte bu düşünceyle Hz. Hamza*nm hak yolunda serilen cesedinin çeşitli
hayvanlar tarafından yenilip kıyamet gününde, o hayvanların karınlarından
haşredilmesini temenni etmiş, ayrıca müşriklerin yaptıkları işkencelerin ona hiçbir
zarar vermediğini de göstermek istemiştir. Fakat onun bu şekilde bırakılmasının halası
Safıyye'yi üzeceğini bildiği için bundan vazgeçmiştir.

Hz. Peygamberin amcası ve sütkardeşi Hz. Hamza, Hz. Peygamberin
Peygamberliğinin üçüncü senesinde müslüman olmuş, en tehlikeli anlarda Hz.



Peygamberi ve diğer müslümanları müşriklerden korumuştur. Bedir savaşında
destanlaşan kahramanlıklar göstermiş ve Uhud savaşında Vahşi'nin kurduğu pusuya
düşerek şehid olmuştur. Buhârî'nin rivayetinde Hz. Ham-za'nm şehadeti şöyle
anlatılıyor: "Ubeydullah b. Adiy b. Hıyar'dan rivayet edildiğine göre, Ubeydullah
(Hazreti Hamza'nm katili) Vahşiye. - Bize Hamza'nm katlini anlatır mısın?- diye
sordu. O da: Evet diyerek şöyle anlattı: Hamza, Bedir harbinde Tuayme b. Adiy b.
Hıyar'ı öldürmüştü. Efendim olan Cübeyr b. Mut'im bana: Eğer amcam Tuayme'ye
bedel Hamza'yı öldürürsen sen hürsün, dedi. Vahşi der ki: Ayneyn yılı halk Medine'ye
sefere çıkınca Ayneyn Uhud dağı canibinde bir dağdır. Bununla Uhud arasında bir
vadi vardır. Ben de halk ile beraber harbe çıktım. Harb nizamında sıralandığımızda
(Kureyş tarafından) Siba çıktı. Cenk edecek mübariz istedi. Buna karşı
Abdülmuttalib'in oğlu Hamza çıktı. Ey Siba, "muhalefet etmek mi istersin? dedi.
Vahşi der ki: Sonra Hamza, Siba üzerine yürüdü. Herif dünkü gün gibi (yok) oldu.
(Vahşi sözüne devam ederek) dedi ki: Bu sırada ben Ham-za'yi vurmak için bir taş
arkasına gizlendim ve bana yaklaşınca harbemi (kısa mızrağımı) ona attım ve
mızrağımı Hamza'nm kasığına yerleştirdim. Mızrak Hamza'nm ta iki uyluk üstünün
arasından çıkmıştı. İşte bu.mızrak Hamza'-yı olduğu yere çökertti (öldü). Mekkeliler
harbden dönerken ben de onlarla beraber geri döndüm. Ve Mekke'de İslâm dini
yayılmcaya kadar orada oturdum. (Mekke'nin fethi üzerine) Taife kaçıp gitmiştim. O
sırada Taifliler (toptan müslüman olduklarını arzetmek üzere) Rasûlullah (s.a)'e bir
heyet gönderdiler. Bana da (korkma git) Rasûlullah elçiyi ürkütmez dediler.
Ben de heyetle beraber yola çıktım. Ta Rasûlullah (s.a)'in huzuruna kadar vardım.
Rasûlullah beni görünce:
Sen Vahşi inisin? buyurdu. Ben:
Evet dedim. Rasûlullah, iki defa;
Hamza'yi sen mi katletmiştin? buyurdu.
Bu iş size erişen haber veçhile oldu, dedim. Rasûlullah.

Yüzünü benden saklamaya gücün yeter mi? buyurdu. Vahşi dedi ki/ Ben de hemen
huzardan çıktım. Rasûlullah vefat edip de (Ebû Bekir zamanında) Museylemetü'l-
Kezzab çıkınca (kendi kendime) tam sırasıdır, muhakkak ben Müseyleme'ye karşı
çıkarım. Umarım ki, ben Müseyleme'yi tepelerim de bu hizmetimle Hamza'ya karşı
irtikab ettiğim cinayeti karşılarım! dedim. Ve Müseyleme üzerine sevk olunan ordu ile
hareket ettim. Bu muharebede galib, mağlub olan oldu. Bir de ne göreyim? Yıkık bir
duvarın karaltısında bir kişinin (Müseyleme'nin) durduğunu gördüm. Herifi sanki
esmer bir deve (benzi kül gibi) başının saçı dağınık bir halde. Vahşi der ki: Hemen
(Hamza'yı vurduğum) harbemi attım. Onun iki memesi arasına yerleştirdim. (Bir halde
ki:) Harbem herifin ta iki küreği arasından çıktı. Bunun üzerine ensardan bir kişi

f2731

maktule doğru koştu ve başına bir kılıç darbesi indirdi.

Bezzar ve Taberânî'nin Hz. Ebû Hüreyre'den zayıf bir senedle rivayet ettikleri bir
hadis-i şerifte açıklandığına göre, "Hz. Peygamber, Hz. Ham-za'nm cesedini burun ve
kulakları kesik bir halde görünce - Eğer geride kalanlar üzülmeseydi seni kabre
koymaz bu halinde bırakırdım da nihayet kıyamet günü seni yiyen muhtelif
hayvanların karınlarından haşredilirdin- demiş ve sonra kâfirlerin Hz. Hamza'ya
yaptıkları muamelenin aynısını onlardan yetmiş kişiye yapacağına dair yemin etmiş,
fakat bu esnada "Eğeı bir topluluğa azab edecekseniz, size yapılan azabın eşiyle azab



T2741

edin. Ams sabredersen, andolsun ki o sabredenler için daha iyidir." âyet-i
kerimesi inmiş de bu sözünü yerine getirmekten vazgeçip yeminine keffaret
[2751

vermiş."

Bazı Hükümler

1. Zaruretten dolayı, birden fazla kimseyi bir kefene koymak caizdir.

2. Zaruretten dolayı, birden fazla cenazeyi bir kabre defnetmek caizdir.

[2761

3. Kur'ân hafızalarının fazileti çok büyüktür.

3137... Enes (r.a)'den (rivayet edildiğine göre), Peygamber (s. a) Hamza'nm organları
kesilmiş bir halde (yatan cesedinin) yanma varmış ve ondan başka (Uhud) şehidleri

f2771

(nin hiçbiri) üzerine namaz kılmamıştır.
Açıklama

Darekutnî metinde geçen "Ondan başka Uhud şehidlerinin hiçbiri üzerine namaz
kılmadı" sözünün zayıf olduğunu, aksini ifade eden rivayetlerin buna tercih edildiğini
ifade etmiştir. Yine Hafız Darekuöıî'nin açıklamasına göre, Tirmizî Kitabü'l-ilel isimli
eserinde bu hadisin senedini sıhhat derecesini tmam Buhârî'ye sorduğunu îırıam
Buhârî'-nin de ravi Usame'nin bu rivayetinde yanılmış olduğunu söylediğini ifade
etmiştir.

Bilindiği gibi Musannif Ebû Dâvûd bu mevzuda Hz. Zeyd b. Üsame'den üç hadis
rivayet etmiştir. Bunlardan birincisi Hz. Peygamberin Uhud şehidlerinden istisnasız
hiçbirinin üzerine namaz kılmadığını ifade eden 3135 numaralı hadis-i şerif ikincisi,
Hz. Peygamberin Uhud şehidleri üzerine namaz kılıp kılmadığına temas etmeyen 3136
numaralı hadis-i şerif, biri de mev-zumuzu teşkil eden bu 3137 numaralı hadis-i
şeriftir. Hafız İbn Hacer bu rivayetlerden 3136 numaralı hadisi bir numara sonra
mealini sunacağımız

3138 numaralı hadis-i şerife muvafık olduğu için 3135 ve 3137 numaralı hadislere
tercih etmiştir. Çünkü 3138 numaralı hadisi şerif basendir.

Biz mezheb imamlarının bu mevzudaki görüşlerini 3135 numaralı hadisin şerhinde

f2781

açıkladığımız için burada tekrara lüzum görmüyoruz.

3138... Cabir b. Abdullah (şunları) anlatmıştır: Rasûlullah (s.a) Uhud şehidlerinden iki
kişiyi bir kabire yerleştiriyordu. Ve (bize) "Bunların hangisi Kur'ân'ı daha çok
öğrenmiş?" diye soruyordu. (Bu) iki (şer) kişiden birine işaret edilince, onu kabirde
(kıble tarafına doğru) öne geçiriyordu ve "Kıyamet günü ben bunlara şahitlik
edeceğim" bu-yuruyordu ve (şehidlerin) yıkanmadan kanlarıyla defnedilmelerini em-
f2791

rediyordu.



3139... Şu (bir numara önceki) hadis-i şerif mana olarak el-Leys'den de (rivayet
olunmuştur. Ancak bir öncekinden farklı olarak Leys) Uhud şehidlerinden iki kişiyi

[2801

bir elbise içerisine yerleştirdi" demiştir.
Açıklama

Her ne kadar bu hadis-i şerifin zahirinden, Rasûl-ü Zişan Efendimizin, Uhud savaşı
şehidlerini ikişer ikişer bir elbiseye sardığı anlaşılıyorsa da, buradaki bir elbise sözüyle
kefen değil, kabir kasdedilmiş olabilir. Çünkü 3136 numaralı hadisi şerifin şerhinde de
açıkladığımız gibi- eğer Rasûl-ü Zişan Efendimiz bu şehidlerin ikisini birden bir kefe-
ne koymuş olsaydı bu iki şehidden Kur'ân-i Kerim'i daha iyi bileni, kabrin kıble
tarafına doğru öne almak için sorduğu "bunların hangisi Kur'ân-ı Kerim'i daha fazla
bilir?" sorusunu, kabre koyarken değil, kefene koyarken sorardı. Bu soruyu kefene
koyarken değil de kabre koyarken sorması, onları ayrı ayrı kefenlediğini, fakat ikisini
birden bir kabre koyduğunu Kur'ân-ı Kerim'i daha iyi bileni de kıbleye doğru öne

[2811

geçirdiğini gösterir.

27-28. Cenaze Yıkanırken Üzeri Örtülür

3140... Ali (k.v)'den (rivayet olunduğuna göre), Peygamber (s. a) "uyluğunu açma,

f2821

dirinin de ölünün de uyluğuna bakma" buyurmuştur.
Açıklama

Bilindiği gibi, insan vücudunda başkası (namahrem) tarafm-dan görülmemesi için

gizlenmesi gereken yerlere avret veya avret mahalli (yeri) denir.

Rasûl-ü Zişan Efendimiz, bu hadis-i şerifte Hz. Ali'ye uyluğun da avretten sayıldığını,

binaenaleyh, uyluklarını kendi mahremi dışında birisine göstermesinin haram

olduğunu ve dirinin avret mahalline bakmakla, ölünün avret mahalline bakmanın

haramhk cihetinden hiçbir farkı bulunmadığını, ifade buyurmuştur.

Bu hadis-i şerife bakarak, İmam Malik ile İmam Şafiî İmam Ebû Hanîfe ve İmam

Ahmed, uyluğun avret mahallinden olduğuna hükmetmişlerdir.

Hanefi ulemasından Bedrü'ddin Aynî'nin açıklamasına göre, Musannif Ebû Dâvûd

f2831

mevzumuzu teşkil eden bu hadisin münker olduğunu söylemiştir.
3141... Abbad b. Abdullah b. ez-Zübeyr'den demiştir ki:

Aişe'yi (şöyle) derken işittim: (ashab-ı kiram) Peygamber (s.a)'i (n cenazesini)
yıkamak istedikleri zaman "vallahi (diğer) ölülerimizi soyduğumuz gibi Rasûlullah
(s.a)'in de elbiselerini soysak mı, yoksa onu elbiseleri üzerinde iken mi yıkasak?" diye
konuşmaya başladılar. (Bu mevzuda) ihtilafa düştükleri sırada, Allah onlara bir uyku
verdi. (Bu uyku) netice(sin)de içlerinden çenesi göğsünde olmayan (uyumayan) bir
kimse kalmadı. Sonra kim olduğunu bilmedikleri bir kimse (içinde) bulundukları ev(in
bir köşesin)den onlara (hitaben) "Peygamber (s.a)'i elbiseleri üzerinde iken, yıkayınız"



diye seslendi. Bunun üzerine kalkıp Rasûlullah (s.a)'i elbisesi üzerinde olduğu halde
gömleğin(in) üzerinden su dökmek suretiyle ve vücudunu (Hz. Peygamberin üze-
rindeki ve) ellerinin altındaki gömlekle ovarak yıkadılar, (sonraları Hz. Aişe "Şimdiki
bildiğimi daha önce bilgeydim (emir verirdim de) onu hanımlarından başkası
f2841

yıkamazdı" derdi.
Açıklama

İbn Mace, bu hadis-i şerifi şu manaya gelen lafızlarla rivayet etmiştir: "Ashab-ı Kiram
vefat eden peygamber (s.a)'i yıkamaya başlayacakları sırada (evin) dahil(in)den birisi
onlara (hitaben) Rasûlullah (s.a)'in gömleğini soymayınız diye seslendi.
Aslında hadis-i şerifte anlatıldığı şekilde gaibden gelen bir sesle amel etmek caiz
değildir. Rasûl-ü Ek rem in cenazesini yıkamak üzere gelen ashabın kendilerine arız
olan uyku esnasında duydukları bu ses, onlara sadece Rasûl-ü Ekremin elbiseleri
çıkarılmadan yıkanacağına dair bilgilerini hatırlatma görevi yapmıştır. Bu sesi duyan
ashab-ı kiram derhal eski bilgilerini hatırlamışlar ve Hz. Peygamberi elbiselerini
soymadan yıkamışlardır. Binaenaleyh, ashab bu meselede gaibden duydukları bir sesle
değil, Rasûl-ü Ekremden öğrendikleri eski bilgileriyle amel etmişlerdir. Bu bilgilerine
dayanarak elbisesini üzerinden çıkarmadan gömleğinin üzerine su döküp altına
geçirerek ve vücudunu, üzerindeki gömlekle ovarak yıkamışlardır. Çünkü cenazenin
avret mahalline çıplak elle dokunmak haramdır.

Her ne kadar Beyhâkî'nin rivayetinde Hz. Peygamberin cesedini Hz. Ali'nin eline
aldığı bir paçavra ile gömleğin altını ovarak yıkadığı ifade ediliyorsa da, bu iki rivayet
arasında bir çelişki yoktu. Çünkü Hz. Ali eline aldığı bezle sadece Rasûl-ü Ekremin
avret mahallini yıkamıştır. Vücudu şerifinin kalan kısmını ise, gömleğinin üzerinden
yıkamıştır. Nitekim şu hadis-i şerif bu gerçeği açık bir şekilde ifade etmektedir: "Ali
(r.a) Peygamber (s.a)'i yıkadığı zaman (diğer) ölü(ler) de aradığı (idrar ve gaitayı)
onda aradı da bulamadı ve -babam sana feda olsun sen çok temizsin, diri iken temizdin

[2851

ölü iken de temizsin- dedi." Beyhâkî'nin rivayetinden anlaşıldığına göre, Hz. Ali
Peygamber Efendimizi, "sidr" denilen Trabzon hurmasına benzer bir ağacın
yapraklanyla karıştırılmış ve "ğurs" denilen kuyudan getirilmiş bir suyla üç defa
yıkamıştır. Bu kuyu Sa'd b. Hayseme'ye aitti ve Hz. Peygamber sağlığında bu
kuyunun suyundan içerdi. Cenazenin alt kısmını Hz. Ali üst tarafını Fazl b. Abbas
yıkadı. Suyu da Hz. Abbas döktü. Ahmed b. Han-bel'in rivayetinden anlaşıldığına
göre, Hz. Peygamberi yıkayanlar arasında yukarıda ismi geçenlerden başka, Üsame b.
Zeyd, Kasım ve Efendimizin azatlı kölesi Salih de vardı. Hz. Abbas, Fazl ve Kasım,
cenazeyi sağa sola çevirerek Hz. Ali'ye yardım ediyorlardı. Üsame b. Zeyd ile Salih de
su döküyorlardı. Hz. Ali de Rasûl-ü Ekremin cesedinde diğer ölülerde rastlanan nahoş
durumlardan hiçbirini görmediği için "Annem babam sana feda olsun sen ölüyken de
diriyken de ne kadar temizsin.** diyordu. Bezzar ile Beyhâkî'nin rivayetlerine göre,
Rasûl-ü Zişan Efendimiz Hz. Ali'ye "Beni senden başkası yıkamasın. Çünkü benim
avretimi gören kimsenin gözleri kör olur" buyurmuştur. Menhel yazarının
açıklamasına göre, Hz. Peygamber Hz. Ali'nin avret mahalline bakmamak
hususundaki titizliğini bildiği için, Hz. Ali'ye tahsis ettiği düşünülebilir.
Metinde geçen "Şimdiki bildiğimi daha önce bilmiş olsaydım (emir verirdim de Hz.



Peygamber'in) cenazesini hanımlarından başkası yıkamazdı." cümlesi Hz. Peygamber
vefat ettiği sırada Hz. Aişe'nin, ölen bir kimsenin, karısının iddet süresi içerisinde
nikâh bağlarının devam ettiğini bilmediğini, fakat bunun sonradan bir başkasından
veyahut da şu hadis üzerindeki yaptığı kıyastan öğrendiğini anlıyoruz. "Rasûlullah
(s. a) Baki'den döndü, beni basımdaki ağrıdan hasta olarak buldu. Ben o esnada: Vay
başım! diyordum. O, Ey Aişe! Bilakis ben vay başım demeliyim, buyurdu. Sonra:
Ya Aişe, eğer sen benden önce ölmüş olsan da başında durup seni yıkasam, seni
kefenlesem ve senin cenaze namazını kıldırıp seni defnetsem, sana hiçbir şey zarar
f2861

vermez, buyurdu."

Ancak Ulema bu konuda ihtilaf etmişlerdir. Şöyle ki:

1. imam Malik ile Şafiî ve arkadaşları eşlerin birbirinin cenazesini yıkamalarını caiz
görmüşlerdir. Ahmed'in meşhur kavli de budur. Erkeğin hanımının cenazesini
yıkamasının delili, bundan sonra gelen hadistir. Kadmin eşinin cenazesini yıkamasının
delili de mevzumuzu teşkil eden bu hadistir.

Beyhâkî ve Darekutnî'nin Esma bnt Umeys (r.anh)'den rivayet ettiklerine göre,
Peygamber (s.a)*in kızı Fatıma (r. anh) vasiyet ederek kocası Ali (r.a)
tarafmdanyıkanılmasmıistemiş ve Ali (r.a) ile Esma (r.anh) onu yıkamışlardır.
Keza Aişe (r.anh)'dan rivayet edildiğine göre, Ebû Bekir (r.a) vefat edeceği zaman,
hanımı Esma bint Umeys (r.anh) tarafından yıkatılmasmı vasiyet etmiş, Esma (r.anh)
zayıf olduğu için Abdurrahman (r.a) ona yardım etmiştir.

2. Ahmed'den bir rivayete göre eşlerin, birbirlerinin cenazelerini yıkamaları yasaktır.
Kendisinden yapılan diğer bir rivayete göre, kadının eşinin cenazesini yıkaması
caizdir. Fakat erkeğin hanımının cenazesini yıkaması caiz değildir. Ebû Hanife ve
Sevrî'nin kavli de budur. Onların gösterdikleri gerekçe şudur. Kadının ölümü,
kızkardeşi ile evlenmeyi mubah kılan bir ayrılıktır. Keza, ölümü ile kocası ondan
başka dört kadınla evlenebilir. Baldız ile veya dört kadınla evlenmesi için erkeğin,
eşinin ölümünden sonra, bir süre beklemesi mecburiyeti yoktur. Bütün bu durumlar,

r2871

erkeğin ölen hanımıy-la irtibatının kesildiğini gösterir. Artık erkeğin ölen eşine
bakması ve elini dokundurması haramdır. Fakat kocası ölen kadının iddeti bitmedikçe

T2881

kocası ile olan evlilik bağı tamamen kopmuş sayılmaz. Bunun için yıkayabilir.
Bu âlimler, bundan sonra gelen "Eğer sen benden önce ölmüş olsan da senin başında
durup seni yıkasam, seni kefenlesem ve senin cenaze namazını kıldırıp seni defnet
sem, sana hiç bir şey zarar vermez." buyurdu, mealindeki hadisi, Peygamber (s.a)'e
mahsus olarak yorumlamışlar, yine bu alimlere göre, Peygamber bu sözüyle Aişe
(r.anh)'yı bizzat yıkamayı değil de yıkama tedbirini yüklenmeyi kastetmiş de olabilir.
Ali (r.a)'in Fatıma (r.anh)'yı yıkamasına gelince, Ibn Mesud (r.a) buna karşı çıkmıştır.
f2891

28-29. Ölü Nasıl Yıkanır

3142... Ümmü Atıyye'den demiştir ki:

Rasûlullah (s. a) kızı vefat ettiği sırada yanımıza geldi ve "Onu su ve sidr'le üç (defa)
yahut beş (defa) hatta lüzum görürseniz daha fazla yıkayınız. Sonuncu da kafur yahut



bir parça kafur da katın. Yıkamayı bitirdiğinizde bana bildirin" buyurdu. (Yıkama
işini) bitirdiğimizi kendisine haber verdik. Bize (kendi) Peştemalini verdi. Ve "Bunu
ona iç gömleği yapın" buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: (Metinde geçen ve "peştemalini" manasına gelen "hak vehû"
kelimesi) (İmamı) Malik'ten (yine aynı manaya gelen) "izarahu " (şeklinde rivayet
olunmuştur.) Müsedded (metinde geçen) "yanımıza geldi" (cümlesini) rivayet
r2901

etmemiştir.
Açıklama

Metinde gecen "Kızı vefat ettiği sırada Rasûlullah (s. a) yanımıza geldi" cümlesi
Buhârî'nin Sahih'inde "Biz kızım yıkarken (Rasûlullah (s.a) yanımıza geldi" şeklinde
rivayet edilmiştir. Aslında bu iki rivayet arasında bir fark yoktur. Çünkü mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şerifteki, sözü geçen cümlenin "Rasûlullah (s.a) kızı vefat ettiği
sırada yıkayıcı kadınlar, kızını yıkamaya başladıkları sırada yanımıza geldi" an-
lamında kullanılmış olması ihtimali vardır. Cümleye bu şekilde mana verildiği
takdirde, iki hadis arasında hiç bir fark kalmaz. Müslim'in rivayetinde açıklandığı
üzere, burada vefatı sözkonusu edilen kızından maksat hicretin sekizinci senesinde

1291]

vefat eden Hz. Zeyneb'dir." Her ne kadar, İbn Mace'nin rivayetinde burada vefatı
söz konusu edilen Rasul-ü Ekremin kızından maksadın Hz. Ümmü Gülsüm olduğu
\292^

ifade ediliyorsa da bu iki rivayet arasında bir çelişki yoktur. Çünkü İbn Abdil
Berr'in kesin bir dille ifade ettiği gibi, bu hadisleri rivayet eden Ümmü Atıyye kadınla-
rın cenazelerini yıkamakla görevli bir kadındı. Bu bakımdan hem Hz. Zeyneb'in hem
de Hz. Ümmü Gülsüm'ün cenazelerini yıkamış ve her ikisinin cenazesini yıkarken de
Hz. Peygamber onun yanma gelmiş olabilir. Bu bakımdan İbn Mace'nin rivayetinde
anlatılan hadise ile mevzumuzu teşkil eden hadise, iki ayrı olaydır. Menhel yazarının
açıklamasına göre, Ümmü Atıyye (r.a) Hz. Zeyneb'i gaslederken yanında Esma binti
Umeys ile Leylâ binf Kanif de vardı. Nitekim 3157 numaralı hadisi şerifte de bu
husus açıklanmaktadır.

NesaTnin rivayetinde açıklandığı üzere, sözü geçen kadınlar, Hz. Zeyneb'i Rasûl-ü
Zişan Efendimizin emriyle yıkamışlardır.

Rasûlullah (s.a)'in cenazeyi üç veya beş lüzum görüldüğü takdirde daha fazla
yıkamalarını emir buyurması: Ya en az üç defa yıkanması lüzumuna, yahut "tek aded"
yıkamanın müstehab olduğuna işaret içindir.

Tek aded yıkamanın son haddi yedidir. Nitekim bir rivayette "yedi" olduğu tasrih

f2931

buyurulmuştur. Yalnız Ebû Davud'un bir rivayetinde "Yedi defa yahut lüzum
görürsen daha fazla yıka" buyurulmuştur. Bundan da: Tek olmak şartıyla yediden
fazla yıkamanın müstehab olduğu hükmü çıkarılmıştır. Çünkü fazla yıkamak, daha
fazla temizliğe sebeb olur.

İmam Ahmed b. Hanbel, yediden fazla yıkamayı mekruh görmüştür.
İbn Abdilber dahi: "Yediden fazla yıkanacağına kail olan kimse bilmiyorum" demiştir.
Marudî ise, yediden fazla yıkamayı israf sayar. İbnü'l-Münzîr: "İşittim ki su vurulunca
ölünün cesedi gevşermiş. Onun için ben yediden ziyade yıkanmasını münasip



görmem" demektedir.

Sîdr: Nebg ağacı demektir. Eskiden bu ağacın yaprakları temizlikte sabun yerine
kullanılırmış. Mamafih Tîybî'nin rivayetine göre, her yıkayışta suya "sidr" katmak
icab etmez. Müstehab olan, ilk yıkayışta sidr kullanmaktır.

İbn Tîh, cenaze yıkarken sidr kullanmanın sünnet olduğunu, bu hususta "Hıtmî"

denilen otun da aynı vazifeyi gördüğünü; bunlar bulunmadığı takdirde onların yerine

"Üsnan" gibi güzel kokulu nebatlar kullanılacağını söylemiştir.

Avamın yaptığı gibi, sidr yaprağını suya atmanın bir manası yoktur.

İmam Ahmed b. Hanbel, bunu doğru bulmamış ve kabul etmemiştir. Meyyİt'in

cesedini sidrle ovarak, üzerine su dökmek de böyledir.

Alimlerden bazıları, her yıkayışta suyla beraber sidr kullanılacağına kail olmuşlardır.
İmam Ahmed' in mezhebinde budur. Çünkü Rasûlullah (s.a)'i yıkarken üç defa gusül
tekrar edilmiş; üçünde de su ile beraber sidr kullanılmıştır.

Son defada suya "kafur" katılmasının hikmeti: Kafur, cismi katılaştır-dığı, onun
kokusundan sinekler kaçtığı içindir. Ayrıca onu kullanmak me-laikeye ikram sayılır.
Hadisde ravi Rasûlullah (s. a)* in kafur mu yoksa kafurdan bir parça mı dediğinden
şüphe etmiştir.

Rasûlullah (s.a)'in sırtındaki elbisesini vererek, kızının vücuduna sarılmasını emir
buyurması, asar-ı şerifesi ile teberrük olunmak içindir. Bunu bütün işler bittikten sonra
vermesi, elbise cesetten cesede geçerken araya fasıla girmemesi içindir. Sulananın

f2941

eserleri ile teberrük hususunda asıl olan budur.
Bazı Hükümler

1. Ölüvü yıkamak farz"ı Gayedir.

2. Oluyu en az uç defa olmak üzere tek sayılarda yıkamak müstehabdır.

3. Ölüyü yıkamak için hazırlanan suya, sidr ve benzeri maddeler karıştırmak
müstehabdır.

4. Ölünün şon yıkanışında suya yeteri kadar kafur veya benzeri güzel kokular
karıştırmak müstehabdır.

[2951

5. Salihlerin elbiselerinden, teberrük maksadıyla kefen yapmak caizdir.
3143... Ümmü Atıyye'den demiştir ki:

Biz (Hz. Peygamber kızı Ümmü Gülsüm vefat ettiği zaman) saçını taradık (ve) üç
[296]

örgü (yaptık)

3144... Ümmü Atıyye'den demiştir ki:

"Biz (Hz. Peygamberin kızı Ümmü Gülsüm, vefat ettiği zaman) başmı(n saçlarını) Üç
Örgü yaptık. Sonra bunları başının arka kısmına attık. Bunların birisini ön tarafı(nm
arka kısmı)na (diğer ikisini de) alnının (sağ ve sol) uçları(nm arka kısmı)na (gelecek
f2971

şekilde) bıraktık.



Açıklama



Asr-ı saadette, vefat eden kadınları yıkama görevini yürüten Hz. Ümmü Atıyye, Hz.
Peygamberin kızı Hz. Ümmü Gülsüm'in cenazesini de yıkamış ve yıkarken saçlarının
daha iyi temizlenmesini ve aralarına suyun daha iyi nüfuzunu sağlamak için, onları
taramış, yıkama işi sona erdikten sonra da birisi başının ön kısmında, ikisi de alnının
sağ ve sol taraflarında olmak üzere, bu saçlardan üç örgü yapıp üçünü de arka tarafına
bırakmıştır.

Hanbeli ve Şafiî âlimleri bu hadis-i şerifle amel ederek, ölen bir kadının saçlarını
tarayıp onları üç Örgü halinde örmenin müstehâb olduğunu söylemişlerdir. Malikilerin
mutemed olan görüşleri de budur.

Hanefi imam Evzâî'ye göre, ölen bir kadının saçları taranmaz, fakat iki örgü halinde
göğsüne ve gömleğinin Üstüne konur. Bu görüşte olan âlimlere göre, Abdürrezzak'm
Musannaf mda rivayet edilen bir hadisi şerifte Hz. Aişe'nin vefat eden bir kadının
saçlarını taramakta olan kimseleri bundan men etmesi, ölen bir kadının saçlarını
taramanın caiz olmadığına delalet eder, saç taramak aslında bir süsleme işidir. Ölünün
buna ihtiyacı yoktur. Hz. Ümmü Atiyye'nin Hz. Ümmü Gülsüm'û, saçlarını taraması
sadece Kurtubf-nin de ifade ettiği gibi, Ölüye yapılan muamelede, şer'i bir izin
olmadan içtihada dayanan bir tatbikatta bulunmak caiz değildir. Kadının saçlarının

f2981

taranacağına dair nas mevcut değildir.

3145... Ümmü Atiyye'den (rivayet edildiğine göre) Rasûlullah (s.a) (kızım yıkayacak
olan) kadınlara, kızının yıkanması hakkında "Bun(u yıkamayla sağdan ve abdest

f2991

yerlerinden başlayın." buyurmuştur.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte cenazeyi yıkamaya cenazenin sağ tarafm-dan ve abdest
organlanndan başlanması emredilmektedir. Atıf harflerinden olan "vav" harfi mutlak
cem ifade ettiğinden cenaze yıkayacak olan kimsenin cenazeyi yıkamaya ölünün hem
sağ tarafından, hem de abdest organlarından başlamaya riayet etmesi nıüstehabdır.
İbn Hacer'in de ifade ettiği gibi, yıkamaya cenazenin sağ tarafından başlamakla bu
emir yerine getirilmiş olur. tbn Münir ise, bu cümleyi açıklarken: "Abdest aldırırken
önce sağdaki abdest organlarından başlandığı gibi vücudun diğer kısımlarını yıkarken
de yine sağ taraflarından başlar" demiştir.

Ölüye abdest aldırmanın hikmeti ise, ona mü'minlerin alameti olan ab-desti son bir
defa daha aldırarak, onun müslümanlığım bir defa daha izhar etmek ve abdest
organlarının ahirette daha çok parlamasını sağlamaktır.

Şafiî âlimleriyle Maliki âlimleri bu hadisin zahirine sarılarak ve dirilere kıyas ederek
ölüyü yıkarken ağzına ve burnuna su vermenin müstehâb olduğunu ve ağzını kolayca
yıkayıp karnına su kaçmaması için de, başını yavaşça öne eğmenin müstehâb
olduğunu söylemişlerdir. Sözü geçen âlimlere göre, temiz bir bezle ölünün dişlerini ve
burnunu sıvazlamak da müstehabdır.

Hanefî âlimleriyle Hanbeli âlimlerine göre, Ölünün ağzına ve burnuna su verilmez.
Çünkü abdest uzuvlarından maksat Kur'ân-ı Kerim'de zikredilen el, yüz, baş, ayaktır.
Ağız ve burunsa bunlardan değildir. Ancak sözü geçen mezbeh imamlarından



bazılarına göre, yıkayıcının parmaklarına bir bez dolayıp ölünün dişlerini, dudaklarını
burun deliklerini sıvazlaması müstehabdır.

Bütün bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, ölünün tüm vücudunu bir defa yıkamak
farzdır. Fakat ihtiyaca göre; üç, beş, yedi veya ihtiyaca göre daha fazla ve tek sayıda
yıkamak ve hazırlanan suya sidr karıştırmak, son yıkayışta da yeteri kadar karıştırmak,
yıkamaya başlarken ölünün avret mahallini önünden ve arkasından bir bez parçasıyla

DOOl

yıkamak, sonra sağ tarafından başlayarak abdest aldırmak sünnettir.

3146... Şu 3142 numaralı hadisin bir benzeri (yine) Ümmü Atiyye (r.a)'dan (rivayet
olunmuştur. Ancak Ümmü Atiyye rahmetullahi aleyh) bu hadise ilave olarak (şu
sözleri de) rivayet etmiştir: Yahut da (lüzum) görürseniz (onu) yedi (defa) veya

mu

bundan daha fazla (tek sayıda yıkayınız)
Açıklama

Musannif Ebû Davud'un 3142 numarada bir benzeri geçen bu hadisi, burada tekrar
zikretmekten maksadı bu hadiste 3142 numaralı hadisten fazla olarak "Yahut da lüzum
görürseniz (onu) yedi (defa) veya bundan daha fazla" (sayıda yıkayınız) cümlesinin de
bulunduğunu ifade etmektedir. 3142 numaralı hadiste ise sadece "Onu üç (defa) veya
beş (defa) ya da (lüzum) görürseniz, bundan daha fazla (sayıda) yıkayınız" sözleriyle
yetinilmiştir. Bu ifade ise, ölünün icabında altı defa yıkanabileceği gibi yanlış bir
kanaatin doğmasına da müsaittir. Oysa mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte ise,
"beşten daha çok" ifadesi yerine "yedi defa" kaydının kullanılmış olması ölüyü altı
defa yıkamanın sünnete uygun olmadığını müstehab olan yıkamanın üç, beş, yedi gibi
tek sayılarda yıkamak olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Şâfıî âlimlerinden el-Maverdi cenazeyi yedi defadan fazla yıkamanın israf olduğunu
söylerken, İbnü'l-Münzir en uygun olan yıkamanın cenazenin kendisini salmcaya
kadar yıkamak olduğunu îbn Abdil-berr de "Cenazenin yediden fazla
yıkanabileceğim" caiz gören bir tek kimse dahi tanımadığını söylemiştir. Ancak
mevzumuzu teşkil eden, bu hadis-i şerif, onların bu görüşünü reddetmektedir. Her ne
kadar Hafız îbn Hacer, cenazenin yediden fazla sayıda yıkanabileceğine dair Ebû
Davud'un bu rivayetinden başka bir rivayet bulunmadığını söylemişse de Bezi ve
Avnu'l-mabud yazarları bu sözü reddetmişlerdir.

Hanefi âlimlerinden îbn Abidin bu mevzuda şunları söylemektedir: "Sünnet vehcile
yıkamak, bütün cesedi kaplamak şartıyla üç defa yıkamakla olur. Ama bundan ziyade
veya noksan yapması da caizdir. Yani ihtiyaç duyulursa yapılabilir. Lakin tek sayı ile
yıkamak gerekir. Bu Kerhî'nin Muhtasar Şerhinde beyan olunmuştur. (Münye şerhi)
caizdir tabirinden murat, sahih olur, demektir. Ama hacet yoksa mekruhtur. Çünkü

r3021

ziyade israf, noksan da taklil (eksik bırakmak) olur.

3147... Muhammed b. Sîrîn'den (rivayet olunduğuna göre) kendisi (cenaze) yıkamayı
Ümmü Atıyye'den öğrenmiştir. (Kendisi cenazeyi) iki (defa) sidrle (karıştırılmış

r3031

suyla) üçüncü(sünde) de su ve kafurla yıkardı.



Açıklama



Bu hadis-i şerif "Ölüyü ilk iki yıkayışta sidr karıştırılmış suyla yıkamak, üçüncüde de
kafur ve su kullanmak evladır." diyen, Hanefi âlimlerinin delilim teşkil etmektedir.
Hanefilerin bu mevzudaki görüşü, tbn Abidin Haşiyesinde şöyle ifade edilmektedir:
"Fethul Kadir" de şöyle denilmiştir: Evla olan Hidayeden anlaşıldığı vecihle ilk ikisini
sidrle yıkamaktır. Zira Ebû Dâvüd'da sahih bir senetle rivayet olunduğuna göre, Üm-

OM

mü Atiyye iki defa sidrle üçüncüde su ve kafurla yıkanır demiştir."
Hanbeli ve Hanefi fukahasma göre, önce su, sidrle karıştırılır, bunun köpüğüyle
ölünün başı ve sakalı yıkanır, kalanıyla da bedeni yıkanır, sonra da üzerine temiz su
dökülür. İşte bu muameleyle ölü bir defa yıkanmış olur. ikinci yıkayışta bu şekilde
olur. Üçüncü yıkayış ise su ve kafurla olur.

Şafii âlimlerinden tbn Hacer ise, birinci yıkamanın saf su ile, ikincisinin sidr
karıştırılmış su ile, üçüncüsünün de kafur karıştırılmış su ile olacağım söylemiştir. Mâl
i kilere göre, birinci yıkama saf su ile, ikinci yıkama sidr karıştırılmış suyla, yahut da
birinci sidr karıştırılmış suyla ikinci saf suyla, üçüncüsü ise kafurla karışık suyla olur.
Şâfıîlere göre ise, birincide ölüyü sidrle karıştırılmış suyla; ikincide saf suyla

r3051

sonuncuda ise, biraz kafur karıştırılmış suyla yıkamak müstehabdır.
29-30. (Ölüyü) Kefen (Lemek)

3148... Cabir b. Abdullah (in) haber verdiği (ğine göre) bir gün Peygamber (s.a.) hutbe
okumuş, (ve bu hutbesinde) ashabmdan'bir adamın vefat ederek yetersiz bir kefene
sarıldığını, geceleyin kabre konulduğunu anlatmış ve bir kimsenin namazı kılınmadan
geceleyin kabre konmasını yasaklamış, ancak insanın buna mecbur kalmasını müstes-
na kılmış ve: "Biriniz (din) kardeşini kefenlediği zaman, kefenini güzel yapsın"
[3061

buyurmuştur.
Açıklama

Bu hadisi şerifte yasaklanmak istenen, namazı kılınmış olan bir ölünün geceleyin
defnedilmesidir. Namaz kılınmayan bir Ölünün ise geceleyin gömülmesinin yasak
olduğu gibi, gündüzün defnedilmesinin de yasak olduğu bilinen bir gerçektir.
Binaenaleyh, bu hadis-i şeriften "namazı kılınmayan bir ölünün geceleyin kabre
konulmasının yasak olup da gündüzün defnedilmesinin caiz olduğu" manâsını
çıkarmak doğru değildir.

Merhum Ahmed Davudoğlu, bu hadis-i şerifi açıklarken şu görüşlere yer vermiştir:
"Geceleyin cenaze defnedilmesinin nehiy Duyurulması, bazılarına göre: Geceleyin onu
teşyî'e ve namazını kılmaya pek az kimseler gelebileceği içindir. Gündüzün
defnedilîrse, bittabi cemaat kalabalık olur. Ulemâdan bazıları, ashab-ı kiram işe
yarayacak kefenlik bulamadıkları için cenazelerini geceleyin defnedebildiklerini
söylemişlerdir. Zira karanlık olduğu için geceleyin kefenin iyisi kötüsü seçilemez.
Hadis-i şerifin evvel ile ahiri bu kavli te'yid etmektedir. Onun için Kadî İyaz: "Her iki



illet sahihtir. Zahire bakılırsa, Peygamber (s. a) bunların ikisini de kastetmiştir.
Nitekim âlimlerden bunu söyleyenler vardır." diyor. Kadî Iyaz'm iki Ulet'den muradı:
Geceleyin cenazeye iştirak edenlerin azlığı ile, işe yarayacak kefenlik
bulunamamasıdır.

Rasûlullah (s.a)'in mecburiyet halini istisna etmesi, zaruret halinde geceleyin cenaze
defninde beis olmadığım gösterir. Bu mes'ele âlimler arasında itilaflıdır.
Hasan-ı Basrî bu hadise istidlal ederek geceleyin cenaze defnini mekruh görmüştür.
Yalnız zaruret hali müstesnadır.

Cumhur ulema'ya göre: Geceleyin cenaze defni mekruh değildir. Delilleri Hz. Ebû
Bekir ile Selef*den bir cemaatın geceleyin defnedilmeleri ve buna kimsenin itiraz
etmemesidir. Delilleri de: Mescid-i Mebevi'yi süpürüp temizleyen zatın geceleyin
defnedildiğini bildiren hadistir. Mezkûr hadiste Rasûlullah (s.a)'in o zatı sorduğu,
ashab-ı kiramın: "O geceleyin vefat etti de, biz de geceleyin defnettik." cevabını
verdikleri, bunun üzerine: "Bana da haber etsey diniz ya...!" buyurduğu; ashabın
karanlıktan dolayı haber veremedikleri için, özür beyan ettikleri bildiriliyor.
Rasûlullah (s. a), ashâb'a bir şey dememiş, yaptıklarına itirazda bulunmamıştır. Şayet
geceleyin cenaze defni mekruh olsaydı bunu beyan ederdi.

Cumhur, mevzubahis hadis için: "Bu hadisdeki neyh, sırf geceleyin cenaze defnetmek
için değil, cenaze namazı kılmmadığı içindir. Yani geceleyin cenaze defnini ya namazı
kılmmadığı için, yahut namaz kılanların adedi az olacağı veya kefen hususuna
ihtimam gösterilemeyeceğindendir. Bunların hepsinden dolayı nehy buyurmuş olması
da ihtimal dahilindendir.

Kerahet vakitlerine gelince: Güneş doğarken, zevalde iken ve batarken cenaze namazı

kılmak ve cenaze defnetmek alimler arasında ihtilaflı bir mes'eledir.

Hanefilerle, Leys'e göreKerahet vakitlerinde cenaze namazı kılmak ve cenazeyi

defnetmek mekruhdur. Şafiî'lere göre; mekruh değildir. Meğer ki hiç bir sebep yokken

bu işi bile bile kerahet vaktine bırakmış ola. O takdirde mekruh işlemiş olur.

tmam Mâlik'ten rivayet olunduğuna göre, kerahet vakitlerinde cenaze namazı

kılınamaz. Ancak bir zaruret karşısında kılmabilir.

Alimlerin beyanına göre: Kefen mes'elesine ihtimam göstermek ve kefeni güzel
yapmaktan murad: "Kefenin en nefis ve pahalı kumaştan yapılması" değil, temizliği,
kesafeti ve vücudu örtmesidir. Zira pahalı kumaştan kefenlik yapmak israftır. Bütün
işlerin en hayırlısı, ortası olduğuna göre, kefenliği de orta kumaştan seçmek, en doğru
bir harekettir. Bir kimsenin sağlığında giydiği elbisesi, hangi nevi kumaştan ise,
kefenliği de o nev'iden olmalıdır. Çok pahalıya malolmak veya pek ucuza indirmek
r3071

doğru değildir.

Menhel yazarı, hadis-i şerifte geçen kefenle ilgili açıklamaları şu ifadelerle Özetliyor.
Kefenler, kumaşların en temizinden, beyazından seçilmeli, cenazeyi örtmeye yetecek
miktarda ve hayatta iken, giyilmesi mubah olan cinsten olmalıdır. Buna göre pamuk,
yün, keten kıl gibi derilerin kullanılması mubah maddelerden yapılan kumaşlardan
kefen biçmek caizse de, erkekler için kullanılması haram olan ipek kumaştan kefen
yapmak caiz değildir. Kadınlar için ipekten kefen yapmanın mekruh olduğunu
söyleyenler olduğu gibi, haram olduğunu söyleyenler de vardır. İpekten kefen
yapmanın pahalıya mal olduğu ve dolayısıyla israfa kaçtığı düşünülürse, kadına ipek
kumaştan kefen yapmanın haram olduğu görüşünün daha isabetli olduğu anlaşılır.
İmam Nevevî, kefenin kalite ölçülerinin tesbitinde ölünün sağlığmdaki halinin esas



alınmasını, zengin bir kimsenin kefeninin üstün kaliteli kumaşlardan, orta halli bir
kimsenin kefeninin orta kalitedeki kumaşlardan, fakir kimselerin kefenlerinin de mali

[3081

durumlarıyla mütenasib kumaşlardan hazırlanmasını söylemiştir.
Bazı Hükümler

1. Zaruret olmadıkça ölüyü geceleyin defnetmek mekruhtur.

2. Cenaze namazımda cemaatin çok olması iyidir.

3. Kefenin evsafını haiz kumaşlardan ve yeteri kadar uzunluk ve genişlikte olması

r3091

müstehabdır.

3149... Aişe'den demiştir ki:

Peygamber (s. a) (vefat edince cesedi) Hibera (denilen bir yemen) kumaşıyla örtüldü,

£3101

sonra (o kumaş) vücudundan soyulup çıkarıldı.
Açıklama

Hibera; Ketenden ya da pamuktan mamul, çizgili bir yemen kumaşıdır.

Hz. Peygamber, vefat edince vücudunun gözlerden korunması için üzeri "Hibera"

denilen kumaşla örtülmüştür.

Müslim'in Hz. Aişe'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte: "Bu kumaşın Abdullah b. Ebû
Bekir'e ait olduğu, sonra bu kumaşın, Hz. Peygamber'in mübarek vücudundan
kaldırılarak cesedinin üç adet pamuklu yemen kumaşı içerisine konduğu ve bunlar
arasında gömlek, sarık bulunmadığı, sonra Abdullah'ın bu (hibera denilen) kumaşı
kendisine kefen yapmak üzere aldığı, fakat bu fikrinden vazgeçerek onu tasadduk

EMU

ettiği" ifade edilmektedir.

Hz. Peygamber'in üzerine örtülen ve Hibera denilen kumaşın, sonradan üzerinden
kaldırılmasının hikmeti bu kumaşın O'na kefen olmaya müsait olmayışıdır.
Hanefî âlimlerinden Bedruddin el-Aynî'ye göre, bu kumaş Hz. Peygamber yıkandıktan
sonra vücudunu kurutmak için örtülmüştü. Rasûlü Ekrem'in mübarek vücudu,
kuruduktan sonra kaldırıldı ve üç beyaz kumaştan meydana gelen kefenine kondu. Bu

13121

hadisin bir kısmı 3120 numaralı ha di s-i şerifte geçmişti.
Bazı Hükümler

1. Ölüyü yıkamaya götürürken üzerini örtmek meşrudur.

2. Ölünün vücuduna örtülen kumaşın bir ucu ölünün başının altına diğer ucu
ayaklarının altına gelecek şekilde örtülmesinde titizlik gösterilmelidir.

3. Cesedin kokmasına meydan vermemek için ölür ölmez üzerindeki elbiseler

1313]

çıkarılmalı ve arkasından da üzeri bir kumaşla güzelce örtülmelidir.



3150... Cabir'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a):

"Sizden birisi vefat ettiği zaman (ailesi sadece az bir malî) imkâna sahib olursa onu bir

13141

hibera kumaşıyla kefenleyiversin."
Açıklama

Bu hadis-i şerif, ölünün ailesinin fakir olup da onu sünnet veçhile kefenlemeye güç
yetirememesi halinde, kefen olma vasfını haiz tek bir kumaş içine sarıp
defnetmesinin caiz olduğunu ifade etmektedir. Bilindiği gibi buna zaruret kefeni denir.
Bu bakımdan kefenlemede tek bir kumaşla yetinme yoluna ancak zaruret halinde
gidilir. Merhum fbn Abidin'in de ifade buyurduğu gibi, "zaruretler kendi
mikdarlarmca takdir olunduklarından, zarurete düşen kimse ne kadar kumaş

13151 '

bulabilirse o kadarını kefen yapmakla yetinir." Zaruret hali dışında erkekler ve
kadınlar için kullanılacak kefenlerin miktarları, adetleri ve özellikleri aşağıdaki hadis-i

[3161

şeriflerin şerhlerinde tekrar ele alınacaktır.

3151... Aişe (r.a) dedi ki: Rasûlullah (s.a) üç (adet) beyaz Yemen kumaşı İle

[3171

kefenlendi. Bunların arasında gömlek ve sarık yoktu.
Açıklama

Hz. Fahr-i âlem sağlığında beyaz elbise giymeyi ve kefenleri beyaz kumaşlardan
yapmayı tavsiye ettiği için, ashab-ı kiram kendisini beyaz bir kefen içine
koymuşlardır. Rasûlü Zîşan Efendimizin beyaz elbise ve beyaz kefenlerin fazileti
hakkındaki hadislerinden biri, şu mealdedir: "Beyaz elbise giyiniz. Çünkü beyaz elbise
giysilerinizin en yarar-lılarmdandir. Ölülerinizi de beyaz kumaşlarla
[3181

kefenleyiniz"

1. Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif "erkekler için sünnet olan kefen, (ihramlı
iken ölen kimse hariç) ölünün tüm vücudunu kaplayan üç sargıdan oluşur. Efdal olan
bunlar arasında gömlek ve sarığın bulunmamasıdır. Fakat bunların arasında gömlek ve
sarık bulunmasında da bir kerahet yoktur. Çünkü Hz. Peygamber, kefen olarak

[3191

kullanılması için kendi gömleğini Abdullah b. Übeyy b. Selul'a vermiştir. diyen
Şafıîlerin delilidir. Üç adet kumaştan meydana gelen kefene, bir gömlek ile bir sarık
ilave etmekte kerahet olmadığını söyleyen Şafıîlerin bu konudaki dayandıkları
delillerinden biri de Beyhakî'nin rivayet ettiği şu mealdeki hadis-i şeriftir: "İbn Ömer
aile fertlerini beş parça kumaşla kefenleyerek defnederdi." Binaenaleyh insanın
sağlığında giydiği yeterli elbise sayısı iki don, iki gömlek, aba ve sarıktan ibaret olmak
üzere beş parçadan ibaret olduğundan, beş parçadan fazla sayıda kefen hazırlamak
israf ve dolayısıyla haram olur.

2. Han beliler ise bu hadisin zahirine sarılarak "erkeğin sünnet olan kefeni üç sargıdan
ibarettir ve buna bir adet daha kefen ilave etmek mekruhtur" derler. Onlara göre



ölünün bir gömlek, bir eteklik, bir de sargı ile kefenlenerek defnedilmesi de kerahetsiz
olarak caizdir. Çünkü Peygamber Efendimiz Abdullah b. Übeyy b. Selul'u kendi

[320]

gömleğiyle kefenleyerek defnetmiştir.

3. Mâlikîlere göre, mendup olan kefen bir gömlek iki sargı bir peşte-mal, bir de yüze
doğru sarkan bir zira uzunluğunda ucu bulunan bir sarıktan ibarettir.

Ölünün kefenleri arasında bîr de gömlek bulunmasının sünnetten olduğunu söyleyen
Malikiler ve onlar gibi düşünen diğer fıkıh âlimleri, metinde geçen "Bunların arasında
gömlek ve sarık yoktu" cümlesine "Bunlar arasında gömlek ile sarık, asıl kefen olarak
değil, asıl kefene ilave olarak bulunuyorlardı." manâsım vermişlerdir. Ancak Hafız
Irakî hadisin zahirine aykırı olduğu gerekçesiyle bu tevili reddetmiştir.

4. Hanefflere göre sünnet olan kefen bir İzar bir sargı ve iki omuzdan ayaklara kadar
uzanan bir gömlekten ibarettir. Bu mevzuda tbn Abidin şunları kaydetmiştir: "Erkeğin
kefeni için sünnet, izar, gömlek ve sargıdır. Esah olan kavle göre, ölüye sarık sarmak
mekruhtur. Müteahhirin âlimler eşraf ile âlimlere sarık sarılmasını iyi görmüşlerdir.
Bu Üç parçadan ziyade yapmakta bir beis yoktur. Kuhistanî ise, ölüye sarık sarmanın
müstehab olduğunu söylemiştir."

tzar: Tepeden tırnağa cesedi saran parçadır.

Gömlek: Boğazdan ayaklara kadar yakasız ve kolsuz giydirilen bir elbisedir.
Sargı: Cenazeyi sarmak için kullanılan izardan daha uzun parçadır. Üst ve alt

[3211

kısımlarından bağlanır.

Her ne kadar mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte, erkeğin sünnet kefenleri
içerisinde bir de gömlek olduğunu söyleyen Hanefıler için bir mesned yoksa da,
Hanefılerin bu meseledeki delilini "Rasûlullah (s. a) vefat ederken üzerinde bulunan
gömlekle kefenlendi" mealindeki 3153 numaralı hadis-i şerifle İbn Adiyy*in el-Kâmil
isimli eserindeki Cabir b. Semure*den rivayet ettiği aynı mealdeki hadisi şerif teşkil
f3221

etmektedir.

3152... (Bir önceki hadisin) bir benzeri de (Kuteybe b. Said, Hafs'. b. Gıyas, Hişam b.
Urve, Urve yoluyla yine hazret-i) Aişe'den (rivayet edilmiştir. Şu farkla ki Hafs b.
Ğıyâs bir önceki hadisten fazla olarak bu rivayete) "ketenden" (kelimesini) ilave et
(mek suretiyle bir önceki hadis-i şerifte zikredilen Hz. Peygamberin kefenlerinin -
ketenden-olduğunu ifade et)miştir. (Bu hadisi Hz. Aişe'den nakleden Urve, rivayetine
devam ederek) dedi ki; (Halkın, -Hz. Peygamber) "iki elbise ile bir Yemen kumaşı
içinde kefenlendi." (ğine dair) sözleri, vHz.) Ai-şe'ye anlatıldı da (Hz. Aişe)
"Gerçekten bir Yemen kumaşı getiril(miş)ti. Fakat (ashabı kiram) onu reddettiler ve

f3231

Hz. Peygamber'i onunla kefenlemediler." cevabını verdi.

3153... İbn Abbas'dan demiştir ki: "Rasûluilah (s. a) (birisi) iki kumaştan ibaret olan bir
elbise ve (diğeri de) içerisinde vefat ettiği gömleği (olmak üzere) üç Necran kumaşıyla
kefenlendi."

Ebû Dâvûd der ki: (Bu hadisin râviierinden) Osman (b. EbtŞey-be, Rasûlullah (s. a) 'in
birisi) kırmızı bir elbise ve (diğeri de) içerisinde vefat ettiği gömleği olmak üzere üç



[324]

kumaş içerisinde (vefat ettiğini) rivayet etti.



Açıklama

Rasûlü Zişan Efendimizin kefenini teşkil eden kumaşların sayısı ve özellikleri
hakkında çeşitli hadisler rivayet edilmiştir. Ancak bu rivayetler arasındaki farklar,
sadece kelimelere aittir. Netice itibariyle bu rivayetler arasında esaslı bir fark yoktur.
Mesela 3152 numaralı hadis-i şerifte Rasûli Ekremin biri Yemen kumaşı olmak üzere
üç kumaşla kef«ilendiğinden bahsedilirken 3153 numaralı hadis-i şerifte üç Necran
kumaşı içerisinde kefenlendiğini ifade edilmekte, 3149 numaralı hadis ile 3150
numaralı hadislerde ise, sadece bir Yemen kumaşıyla kefenlendiği kaydedilmektedir.
Bu farklı rivayetler hakkında imam. Tirmizî "Peygamber (s.a)'in kefeni hakkında
muhtelif rivayetler gelmiş ve Hz. Ai-şe'nin rivayet ettiği hadis bu mevzuda rivayet

' £325]

edilen hadislerin en sahihidir." diyerek yukarıda mealini sunduğumuz 3151
numaralı hadisin bu mevzu-daki hadislerin en sahihi olduğunu açıklamıştır.
Bütün bu açıklamaları ve 3152 numaralı hadis-i şerifteki açıklamayı göz önünde
bulundurursak "Rasûlü Zîşan Efendimizin ketenden mamul üç parça Yemen
kumaşıyla kefenlenmiş olduğunu" söyleyebiliriz. Fahr-i Kainat Efendimizin vefatı
esnasında üzerinde bulunan gömlekle kefenlendiğini ifade eden ve ölünün kefenleri
arasında bir de gömlek bulunmasının müstehab olduğunu söyleyen bazı Hanefılerle,
Malikilerin ve zeyd b. Ali ile el-Müeyyed bil-lah'm delilini teşkil eden 1353 numaralı
hadis aksi görüşte olanlarca zayıftır. Çünkü sözü geçen hadisin senedinde Yezid b. Ebî
Ziyad vardır. Bu.ravi hadis ulemasmca tenkid edilmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber'in
vefatı esnasında giymekte olduğu gömleğe sarılarak yıkanıp defnedildiğini
kabuletmek çok zordur. İki kumaştan meydana gelmiş bir elbise içerisinde
kefenlendiği ifadesi ise son derece yanlıştır. Nitekim şu hadis-i şerif bu yanlışı açıkça
ortaya koymaktadır. "Rasûlullah (s.a) Sehuliyye denilen pamuklu üç parça beyaz
Yemen bezi içine kefenlendi. Bunların içinde sarık yoktu. Hülleye gelince; bunun
Rasûullah (s.a.)'e kefen yapmak için satın alınıp alınmadığında halk şüpheye
düştüğünden hülle (elbise) terk olundu ve Rasûlullah (s.a) beyaz pamuklu üç sehuliyye
bezi içine kefenlendi. Hülleyi Abdullah b. Ebû Bekir aldı ve:
"Ben bu huüeyi kendime kefen yapmak için muhafaza edeceğim." dedi. Sonradan:
"Buna aziz ve celil olan Allah Peygamberi için razı olsaydı, O'na kefen yapardı."

£3261

diyerek hülleyi sattı; parasını da tasadduk etti."

Nitekim İmam Nevevî de Hz. Peygamberdin iki kumaştan oluşan bir hülle (elbise)
içerisinde kefenlendiğini ifade eden 3513 nolu hadisin zayıf olduğunu, çünkü
senedinde Yezid b. Ebî Ziyad bulunduğunu, dolayısıyla bu hadisin delil olma

T3271

niteliğinden mahrum olduğunu söylemiştir.

30-31. Haddinden Fazla Pahalı Kefen Kullanmak Mekruhtur

3154... Ali b. Ebû Talib (r.a) den demiştir ki:

Kefen (seçmek) te pahalıcıhğa sapmayınız. Çünkü ben Rasûlullah (s.a)'i



"Kefen hususunda pahalıcılık yapmayınız. Çünkü o, çabuk soyulur." derken işidim.
f3281



Açıklama

Kefen seÇerken, gerek kefenin sayısı, gerek ölçüleri ve gerekse fıatı hususunda Hz.
Peygamberin ve ashabının tatbikatını gözönünde bulundurmak, lükse kaçan ve
sahibine ağır külfetler yükleyen pahalı kumaşlar seçmekten kaçınmak gerekir. Çünkü
Rasûlü Zîşan Efendimizin tabiriyle, kefen ölünün vücudunda çok kısa bir zamanda
eskir ve lime lime olarak soyulup gider. Nitekim bir hadis-i şerifte buyurulduğu Üzere
"Ebû Bekir (r.a) vefat ederken kendi üzerinde bulunan zaferanla lekelenmiş bir
elbiseye bakarak -şu elbisemi yıkayın ve O'na iki elbise daha katın da beni onlarla
kefenleyin- demiştir." Hz. Aişe de kendisine O eskidir deyince,

"Şüphesiz yeniyi giymeye diri ölüden daha layıktır. O (kefen) ancak bedenden akan

f3291

irin ve sarı sular içindir.** cevabını vermiştir.

Binaenaleyh, erkekler için sünnet olan kefen; lifafe, izar ve kamisten ibarettir. İşte bu
üç parça bezin, temiz olmak şartıyla yeni veya kullanılmış olması arasında bir fark
f33Q1

olmadığı gibi sünnet olan bu kumaşların seçiminde pahalı kumaşlardan

kaçınmaktır.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifin, "Biriniz kardeşini kefenlediği zaman,
kefenini güzel yapsın." mealindeki 3148 numaralı hadis-i şerifle, Deylemî'nin rivayet
ettiği "cenazelerinizin kefenini güzel yapın: Zira onlar biribirlerine onunla iftihar
ederler ve kabirlerinde birbirlerini onunla ziyaret ederler." mealindeki hadis-i şerif
arasında bir çelişki yoktur. Çünkü kefenin güzel olmasından maksat, pahalı olması
değil, temiz ve hayatta giyilebilen kumaşlar cinsinden olması ondan daha pahalı ve
daha düşük olmayıp orta kalitede bir bezden olmasıdır ki bu da dinin koymuş olduğu
ölçüleri aşmamakla gerçekleşir.

Ancak mevzumuzu teşkil eden bu hadisin senedinde Amr b. Hişam el-Cenbî vardır.
Bu râvinin güvenilir bir râvi olup olmadığı hakkında ihtilaf vardır. Sonra Sabi ile Hz.
Ali arasında bulunması gereken ravi de atlanmıştır. Bu bakımdan bu hadis munkati'
dir. Çünkü Darekutnî'nin açıklamasına göre Sa'bi Hz. Ali'den bir hadisten başka bir

[3311

hadis işitmemiştir. O hadiste bu hadis değildir.
3155... Habbab (b. Eret')ten demiştir ki:

Mus'ab b. Umeyr Uhut (savaşı) günü şehid edilmişti. (Üzerinde) alaca yünlü kaftandan
başka (bir şeyi-de) yoktu. Başını örttüğümüz zaman, ayaklan dışarıda kalıyor,
ayaklarını örttüğümüz zaman da başı dışarıda kalıyordu. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a)

T3321

"Başım örtünüz, ayaklarının üzerine de (biraz) izhîr koyunuz" buyurdu.



Açıklama



İzhir; Hicaz'da biten ve kuruyımca beyazlaşan hoş kokulu meşhur bir ottur.
Bu hadis-i şerif, ölünün bütün vücudunu örtecek büyüklükte bir kefen bulunamadığı
zaman, mevcut kefenle öncelikle ölünün baş tarafını örtmek gerektiğine, geri kalan
kısmımnsa izhir otuyla örtüleceğine delalet etmektedir. Çünkü baş taraf, aşağı taraftan
daha faziletlidir. .

İmam Nevevî'nin açıklamasına göre, eğer mevcut kefen, Cenazenin başı ile birlikte
avret mahallini Örtmeye kâfi gelmiyorsa, onunla sadece avret mahalli örtülür. Çünkü
ölünün avret mahallini örtmekte, dirinin avret mahallini Örtmek gibi farzdır. Ona
bakmak ve dokunmak haramdır.

Yine bu hadis-i şerif, ölünün tüm bedenini örtmenin farz olmayıp sadece avret
mahallini örtmenin farz olduğuna delalet etmektedir. Çünkü cenazenin bedeninin
tümünü Örtmek, farz olsaydı, Hz. Habbab'm vücudunun tümü örtülür, ayak tarafı açık
bırakılmazdı. Her ne kadar ashab-ı kiramın fakru zaruret içinde olup ve güçleri
yetmediği için, Hz. Habbab'ı bu şekilde defnetmiş oldukları akla gelirse de, "ölünün
tüm bedenini örtmenin farz olması halinde mutlaka bu farzı yerine getirmenin bir
çaresini bulmaya çalışacaklarını ve bunu gerçekleştireceklerini de unutmamak gerekir.
Bilindiği gibi Hanefilere göre, ölünün tüm vücudu avret değildir. Onun avret mahalli
sağlığmdaki avret mahallinden ibarettir.

Ayrıca bu hadis-i şerif, ashab-ı kiramın ne derece fakir olduklarını açıkça ifade
etmektedir. Bilindiği gibi fakru zarurete sabretmek insanı "ebrar" derecesine yükseltir.
D331

Hazreti Mus'ab Bin Umeyr (r.a)

Namı ve Nesebi:

İsmi: Mus'ab, Künyesi: Muhammed, babası: Umeyr, validesi Hannes bt. Malik,
Nesebi: Mus'ab b. Umeyr b. Haşim b. Abdimenaf b. Abduddar b. Kusay el-Kureşî...
islâmiyet i Kabulü:

Mus'ab, gerçekten yüzü kadar kalbi de berrak, zevk sahibi ve akıllı bir gençti. O
yaratılıştan putlara karşı nefret doluydu. Bunun içindir ki, Mekke'de tevhid daveti
yükselir yükselmez, bu davet onun kulağına varmış, temiz kalbinde akisler yapmıştı.
Osman b. Talha'yı ibadet ederken gören Mus'-ab, doğruca Erkam'm evine, Allah
Rasûlü'nün huzuruna koşmuş ve müslü-man olmuştu. Böylece içinde bulunduğu refah
ve saadeti bir anda.feda etmişti...
Allah Rasûlü'nün Göz Yaşları:

Allah Rasûlü, Mekke'den çıkarak Küba'ya geldiğinde, Medineli Müslümanlar
kendisini karşılamaya gelmişlerdi. Bu sırada, belinde bir koyun pos-tuyla yarı çıplak
bir vaziyette Hazreti Mus'ab gelmişti. Ayaklan çıplaktı. Onu bu durumda gören Allah
Rasûlü, onun Mekkede yaşadığı hayatı düşünerek üzülmüş ve mübarek gözlerinden
yaşlar akıtmıştı...

Hazreti Mus'ab'm Teçhiz ve Tekfini:

Allah Rasûlü, Hz. Mus'ab'm şehid olduğunu haber aldığı zaman şu âyet-i kerimeyi
okumuşlardı: "Mü'minler içinde öyle kimseler vardır ki, Allah'a karşı bütün

£3341

taahhütlerini samimiyetle yerine getirmişlerdi..."
Hazret-i Mus'âb'm Fazilet ve Kemali:



Hazreti Mus'ab, son derece zeki, fasih ve beliğ bir zattı. Onun Medine'de İslâmiyet'i
yayma ve telkin hususunda gösterdiği liyakat ve elde ettiği başarı, fazilet ve kemalinin
en büyük burhanıdır. Bundan başka şehit olduğu ana kadar Kur'ân-i Kerîm'in bütün
âyetlerini ezberinde tutardı.
Hazret-i Mus'ab'ıjı Ahlâkı:

Hazret-i Mus'ab'm hayatı, onun ne kadar yüksek ve temiz ahlak sahibi olduğunu
gösterir. O, kendi arzu ve isteği ile kabul ettiği bir inanç için hayatının bütün debdebe
ve saltanatını feda etmiş; eza ve cefalara uğramayı hoş görmüş, Habeş diyarına kadar
gitmiş, her yerde ve zamanda İslâm'ı yaymakla meşgul olmuş ve nihayet bu dava
uğrunda canını feda etmişti.

Hazret-i Mus'ab'm İslâmiyet'ten önceki haliyle sonraki halini mukayese edecek
olursak onun ne denli bir mücahid olduğu hemen ortaya çıkar. Bu büyük mücahit,
karanlık gözlere ışık verecek, en mutaassıp ve donmuş kafalara nur akıtacak, hurafeler
mahşeri olan beyinlere hidayet huzmeleri ulaştıracak, kin,düşmanlık ve intikam
hislerinin mahzeni olan ruhlara hakiki insanlığın zevkini tattıracak bir insandı. Bu
yolda insan tahammülünün üstünde bir sabırla yürüyen bu büyük mücahit, her felaket

T3351

ve her mihnete göğüs gererek, zaferlerin en büyüğünü kazanmıştı.
Hazreti Habbab Bin Eret (r.a.)

İsmi: Habbab, künyesi: Ebû Abdullah idi. Nesebi şöyledir: Habbab b. Eret, b. Cendele,
b. Saad, b. Huzeyme, b. Ka'b b. Saad, b. Zeyd, Menat, b. Temim.
Cahiliyyet devrinde Mekke'de köle olarak satılmıştı,
îslâmiyeti Kabulü:

Hz. Habbab, İslâm'ın ilk günlerinde islâmiyetle şereflenmişti. Rasûl-i EİWi, Zeyd b.
Erkam'm hanesinde kaldığı zaman, Hz. Habbab islâmiyet şeref ve saadetine mazhar
olmuştu. Bu şerefe erenlerin arasında altıncı şahıs idi.
Gazaları:

Hz. Habbab, Medine'ye geldikten sonra ömrünün sonuna kadar bütün savaşlara iştirak
etmişti.

Hastalığı ve Vefatı

Hicretin 37. senesinde Kufe'de hastalandı. Tedavi fayda vermedi. Vefat etti. Son
nefeslerinde Hz. Hamza'yı hatırlamış, onun gibi şahadet kefeni giymediğine
üzülmüştü. Halk hastalığında ziyaretine gelmişti. Hz. Habbab ölümden korkmadığını
söylemiş: "Dünyada iyi yaptı isem mükâfatını göreceğim, iyilik yapmamış isem
Cenâb-ı Hak gafur, rahimdir" demişti.

Yine bir gün, mükâfatını dünyadayken aldığını, bunun için dünyadan hiç bir nasip
almadan Bedir'de şehit olanlara imrendiğini söylemişti. İpekten kefenini göstererek:
"Hamza'ya Uhud'da kefen bulamamıştık" diye ağlamıştı.
Serveti ve Maişeti:

Hz. Habbab, cahiliyyet devrinden kurtulup İslâm devrine girdikten sonra kılıcının
kuvveti ile geçimini temin ederdi. Önceleri maişet hususunda hayli sıkıntı çekmişti.
Fakat sonra Cenâb-ı Hâk'km inayeti ile vaziyeti düzelmiş, iş, güç sahibi olmuş, bir
miktar da servet edinmişti. Nitekim vefatında 40.000 dirhem miras
bırakmıştı.
Fazilet ve Kemali:



Hz. Habbab, Rasûl-i Ekrem'in hal ve fiillerini araştırıp soruşturur ona göre hareket
ederdi. İbadet ve harekatında bilmediği her şeyi Rasûl-i Ekrem'den sorup öğrenmeye
çalışırdı. Bir defa Rasûl-i Ekrem'e yatsı namazı hakkında bir sual sormuştu; Rasûl-i
Ekrem» anlatmıştı. Ertesi gün unutmuş, yine gelip sormuştu. Resûl-i Ekrem "Bu
namaz, ümit ve korku namazıdır. Bu namazda Cenab-ı Hak'dan üç şey dua edilirse hiç
olmazsa ikisi kabul edilir." buyurmuşlardır.
Hadis Rivayetleri:

Rivayet ettiği hadislerin yekunu 3 3 'dür. Bunlardan üçü müttefekuna-leyh, ikisi

f3361

Buhari'de, biri Müslim'de ayrıca rivayet olunmuştur.

3156... Ubade b. Samit'ten (rivayet olunduğuna göre) Rasûlüllah (s.a.)
"Kefen'in hayırlısı hülledir. Kurban (lığ) in en hayırlısı da boynuzlu koçtur."
f3371

buyurmuştur.
Açıklama

Hülle: Yemen kumaşından dokunmuş, iki parçadan müteşekkil elbise demektir. Aynı
cins kumaştan dikilmiş olan ve iki parçadan oluşan elbiseyede hülle denir.
Binaenaleyh bir elbiseye hülle denilebilmesi için iki parçadan oluşması ve her iki
parçanmdaraynı cins kumaştan dikilmiş olması gerekir. Bu hadis-i şerifte hüllenin en
hayırlı kefen olarak nitelendirilmesi bir parçadan ibaret olan kefene nisbetledir. Üç
parçadan oluşan bir kefense elbette hülleden daha hayırlıdır.

Hadisi Şerifte, zaruret olmadıkça bir parçadan oluşan kefenle yetinmenin uygun
olmadığı kasdedilmiş olması, kuvvetle muhtemeldir.

Hernekadar bazıları, en hayırlı ve faziletli kefenin Yemen kumaşından yapılan kefen
olduğunu söylemişlerse de, bir hadis-i şerifte, açıklandığı üzere "en hayırlı kefen

f3381

beyaz elbiseden yapılan kefendir" O gün için halka temini en kolay olan
kefenliğin Yemen kumaşından yapılan hülle olduğu için Rasûl-i Ekrem'in kefenlik
olarak hülleyi tavsiye etmiş olduğu ve yine bu düşünceyle onun en hayırlı kefenlik
olduğunu söylemiş olması da mümkündür. Rasûl-ü Zîşan Efendimizin boynuzlu
koçun en hayırlı kurbanlık olduğunu söylemesi ise, genellikle boynuzlu koçların daha

f3391

etli olmalarıyla açıklanabilir.
31-32. Kadın (ların) Kefeni

3157... Leyla Kanif es-Sekafı dedi ki: "Rasûlüllah (s.a)'in kızı Ümmü Gülsüm vefat
ettiği zaman, onu yıkayan kadının yanında ben de vardım. Rasûlüllah (s.a)'m bize
verdiği ilk (kefenlik) peştemal, sonra gömlek, sonra başörtüsü sonra dâ çarşaf oldu.
(Hz. Ümmü Gülsüm) Bu elbiselerden sonra başka bir elbisenin içine daha sarıldı. (Biz
Hz.. Ümmü Gülsüm'ü yıkarken) Rasûlüllah (s.a) yanında (Hz. Ümmü Gülsüm'ün)
kefeni olduğu halde, kapının yanında oturuyordu. Ve onları bize parça parça
13401

veriyordu.



Açıklama



1. Her ne kadar burada Hz. Peygamberin vefat ettiğinden bahsedilen kızının Ümmü
Gülsüm olduğu anlatılıyorsa da 3142 nolu hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, Hz.
Peygamberin burada söz konusu edilen kızı Hz. Ümmü Gülsüm değil, Hz. Zeynep'tir.
Bu hadis-i şerif kadının kefenini izar, gömlek, baş örtüsü, milhafe ve düre ta'bir edilen
iki sargıdan ibaret olmak üzere, beş kat halinde hazırlamanın müstehab olduğuna
delalet etmektedir. Nitekim Hanbeliler ile Şafiîler bu görüştedirler. Bilindiği gibi
sargıların tüm vücudu örtecek büyüklükte olması gerekir.

2. Mâlikilere göre ise, kadın için müstehab olan kefen izar, gömlek, başörtüsü ve dört
sargı olmak üzere yedi parçadan meydana gelmir.

Maliki ulemasına göre, hadis-i şerifte geçen kefenle ilgili sayılar kayıtlayıcı ve
sınırlandırıcı bir manâ ifade etmemekte, sadece kadının kefeni meselesinde adet
bakımından bir genişlik bulunduğunu ve dolayısıyla hadiste sayılan kefenlerden daha
fazla kefen kullanmanın caiz olduğunu ifade etmektedir.

3. Hanefıiere göre kadın için sünnet olan kefen yensiz, yakasız, dikişsiz bir gömlek,
tepeden tırnağa bütün cesedi saran bir izar (don). İzardan daha uzun olan alt ve üst
kısımlarından bağlanan bir sargı, baş örtüsü ve göğüs örtüsü olmak üzere beş parçadan
meydana gelir. Bu suretle Hanefi alimleri mevzumuzu teşkil eden hadise uygun olarak
kadının sünnet olan kefenini beş adet olarak belirlemişlerdir. Ancak iki lifâfenin
birinin başa diğerinin de göğüse ait olduğunu söylemişlerdir.

Bu meseleyi şu şekilde özetleyebiliriz:

1. Cenazeyi kefenlemek meşrudur.

2. Bütün bedeni örten bir kefenden fazla kefen kullanmanın cazi olduğunda ittifak
olduğu gibi, birden fazla kefen kullanmanın vacib olduğunu iddia eden bir ilim adamı
da yoktur.

3. Kadınlar için müstehab olan kefen sayısının beş veya yedi, erkekler için de üç veya
beş adet olabileceğine dâir görüşler vardır.

imam Nevevî'ye göre, ölünün kefeni kendi malından temin edilir. Eğer kendi malı
yoksa, nafakası kimin üzerine düşüyorsa kefen o kimsenin malından temin edilir. Eğer
o kimsenin de malı yoksa, hazineden temin edilir. Hazinede de yeterli mal yoksa, bu
kefeni temin etmek bütün müslamanlara farz olur. Bu durumda devlet başkanı bu
masrafı müslümanlarm zenginlerine dağıtarak onlardan te'min eder.
Ancak Hanefi imamlarından Ebû Yusuf (r.a) kadının malı olsa bile onun kefeninin

[34U

kocasının malından te'min edileceğini söylemiştir.
32-33. Ölüye Misk Sürmek

3158... Ebû Said el-Hudrî'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a)

[342]

"Kokularınızın en güzeli misktir" buyurdu.
Açıklama

Bu hadis-i şerifin vürûduna sebep; ölüyü miskle kokulamanm sünnet olduğunu bilen



ashab-ı kiramın fahr-i kâinat Efendimize yönelttikleri "ölüyü kokulamak için en güzel
koku hangisidir?" şeklindeki bir soru olması ihtimali kuvvetlidir. Nesaî'nin rivayetinde
"Misk kokularınızın en güzelindendir" buyurulması da Rasûl-ü Zîşan Efendimiz, bu
sözü söylemeden önce kendisine "kokuların hangisi güzeldir?" şeklinde bir soru
sorulmuş olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Musannif Ebû Dâvûd'la Tirmizî ve
Nesaî bu meselede böyle düşündükleri için, bu hadisi cenaze bölümüne
yerleştirmişledir. Binaenaleyh Hz. Fahr-İ Kâinat Efendimiz "kokularınızın en güzeli
misktir." buyurmakla "ölülerinizi miskle kokulaymız" demek istemiştir. Çünkü
melekler cenazenin etrafında hazır olduklarından ölüden çıkması muhtemel olan pis
kokulardan rahatsız olabilirler. Cenaze miskle kokulandığı zaman, pu pis kokular
kaybolacağından, meleklerin rahatsız olaması tehlikesi ortadan kalkmış olur. Nitekim
Abdur-rezzak'm Musannaf mda rivayet edildiği üzere Selman-ı Farisî (r.a) ölmeden
önce karısına bir misk emanet ederek "öldüğüm zaman beni bununla kokulaymız!
Çünkü o zaman benim yanıma Allah'ın yaratıklarından yemeyen ve içmeyen bir
cemaat gelecektir. Onlar bu miskin kokusunu duymuş olurlar!" demiştir. Ebû Bekir b.
Ebî Şeybe de Hz. Enes'in bu maksatla Rasûl-ü Zîşan Efendimizin güzel misklerle

[343]

kokulanmış saçlarını sakladığını rivayet etmektedir.
Bazı Hükümler

1. Kokuların en güzel misktir.

2. Misk temiz olduğundan cilde ve elbiseye sürülebilir. Bu mevzuda ilim adamları
ittifat etmişlerdir. Şiilerin miskin temiz olmadığına dair naklettikleri haberlerin asılsız
olduğu âlimlerin icmaı ve sahih hadislerin delaletiyle merduttur. Bu bakımdan Şiilerin

[344]

bu görüşleri kaideyi bozmayan bir istisna teşkil etmektedir.

33-34. Cenazeyi Definde Acele Etmek (Sebepsiz) Bekletmek, Mekruhtur

3159... Husayn b. Vahvah'dan (rivayet olunduğuna) göre;

Talha Ibnü'1-Bera hastalanmış. Bunun üzerine Peygamber (s. a) ziyaret etmek üzere
yanma varmış da:

"Talha'yi, ölüm kendisine yaklaşmış halde görüyorum. (Öle cek olursa) bunu bana
habir veriniz. (Teçhiz ve tekfin işlerinde de) acele ediniz. Çünkü bir müslümamn leşini

[3451

(cesedini) (ev) halkı arasında bekletmek gerekmez." buyurmuş.
Açıklama

İnsan cesedi bir yerde bir süre kalınca, bozulmaya ve kokmaya başlar. Onun kokması
etrafındaki kişilerin ondan nefret edip kaçmasına sebep olur ki, bu ölünün kalanlar
üzerinde bıraktığı sevgi ve saygıyı kaldırır.

Aslında "leş" kelimesi ölmüş hayvanların cesetleri hakkında kullanıldığı halde, Hz.
Fahr-i Kainatın müslümanlarm cesetleri hakkında bu kelimeyi kullanması, uzun süre
bekletilen insan cesetlerinin de leş gibi koku neşredeceğini anlatmak ve cenazeyi evde
bekletmekten onları sakındırmak içindir. Binaenaleyh Hz. Peygamberin bu ta'birinde



[346]

ölünün pis olduğuna dair bir delâlet yoktur.



Bazı Hükümler

1. Hasta ziyaret etmek müstehabdır.

2. Halkın gerekli ilgiyi göstermesi ve cenaze namazına iştirak etmesi için, bir
kimsenin öldüğünü ilan etmek müstehabdır.

3. Cenazeyi bekletmeden, en kısa zamanda defnetmek için aceie etmek müstehabdır.

4. Cenazenin saygınlığını korumak, onun insanların nefretini mucib hallere düşmesine
meydan vermemeye gayret etmek müstehabdır.

5. El Beğavî bu hadisi Said b. Osman el-Belva'dan başka kimsenin rivayet etmediğini

13471

bu bakımdan bu hadisin garib olduğunu söylemiştir.
34-35. Cenaze Yıkamaktan Dolayı Gusl Etmek

3160... Aişe (r.a.) dan (rivayet olunduğuna göre), Peygamber (s.a) dört (şey) den
dolayı gusledermiş,

[3481

1. Cünüplükten, 2. Cuma günü (gelince) 3. Kan aldırmaktan, 4. Ölü yıkamaktan.
Açıklama

Bu hadis-i şerifle ilgili gerekli açıklama, daha önce geçtiği için burada tekrardan

[3491

kaçınarak okuyucularımızı 348 numaralı hadis-i şerifin şerhine havale ediyoruz.

3161... Ebû Hüreyre'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a) "Cenaze yıkayan gusletsin, onu
taşıyan da abdest alsın."

T35Q1

buyurmuştur.
Açıklama

Hadis-i Şerifin zahirinden anlaşılan, cenaze yıkayan bir kimsenin gusletmesinin,
cenaze taşıyan bir kimsenin de abdest almasının farz oluşudur. İmamiyye mezhebi
mensupları bu hadisin zahirine sarılarak "cenaze yıkayan bir kimsenin gusletmesi
cenaze taşıyan bir kimsenin de abdest alması farzdır." demişlerdir. Hz. Ali (k.v) ile
Hz. Ebû Hürey-re (r.a) de bu görüştedirler.

İmam Malik ile İmam Ahmed'e ve Şafıîlere göre, cenaze yıkayan bir kimsenin
gusletmesi, cenaze taşıyan bir kimsenin de abdest alması müstehabdır. Sözü geçen bu
mezhep imamlarına ve mensuplarına göre, metinde geçen "gusletsin ve abdest alsın"
emirleri vücub için değil, istihbab içindir. Çünkü Darekutnî ile Hakim'in İbn Abbas
(r.a) den rivayet ettikleri "bir cenazeyi yıkamanızdan dolayı gusletmeniz gerekmez.
Çünkü sizin ölünüz pis değildir. Sadece ellerinizi yıkamanız yeter." mealindeki hadis,



sözü geçen emirlerin istihbab ifade ettiklerine delalet etmektedir. Darekutnî ile
Hakim'in rivayet ettikleri bu hadis-i şerifin bir benzerini de Beyhaki rivayet etmiş ve
İbn Hacer de bunun hasen olduğunu söylemiştir.

Hafız İbn Hacer et-Telhis isimli eserinde de el-Hatib'in îbn Ömer'den naklettiği, "Biz
cenazeyi yıkardık, yıkama bittikten sonra kimimiz yıkanırdı, kimimiz de yıkanmazdi."
mealindeki hadisin senedi hakkında sahihtir demiştir. Hafız ibn Hacer İmam Malik'in
ivayet ettiği "Umeys'in kızı Esma, Hz. Ebû Bekir vefat ettiği zaman, O'nu yıkadı.
Daha sonra da orada bulunan muhacirlere:

Ben oruçluyum hava da çok soğuk acaba yıkanmam gerekir mi? diye sordu onlar da:

[351]

Hayır! diye cevap verdiler. mealindeki hadis hakkında da "Hz. Ebû Bekir'in
vefatı büyük bir hadisedir. Böylesine büyük bir hadisede muhacirlerle birlikte ensarm
ileri gelenlerinin tümünün de hazır bulunduğundan şüphe edilemez. Müslümanların
ileri gelenlerinin tümünün bulunduğu bir mecliste, cenaze yıkamakla ilgili bir farzı
bilen bir kişinin bulunmaması düşünülemez. Eğer cenaze yıkayan kimseye gusl lazım
gelseydi, o mecliste mutlaka bunu bilen bir kişi çıkardı." demiştir.
Bu mevzuda Hattâbî de şöyle diyor: "Ben cenaze yıkayan bir kimseye gusül, cenaze
taşıyan bir kimseye de abdest lazım geldiğini söyleyen hiçbir fıkıh alimine
rastlamadım. Cenaze yıkayanın gusletmesi, cenazeyi taşıyanın da abdest almasıyla
ilgili emirlerin farziyyet için değil de, istihbab için olması mümkündür.
Bu mevzudaki gasletsin emrinin üzerinde pislik bulunan bir ölüyü yıkayıp da, ölünün
cesedinden üzerine bir pislik sıçrayan, bu pisliğin neresine isabet ettiğini tesbit
edemediği için, vücudunun tümünü yıkaması icabeden kimselere ait olması ihtimali
vardır. Abdest alsın emrinin de "ölüyü yıkamayan kimse, cenaze namazına
yetişebilmek için abdestli bulunsun" şeklinde te'vil etmek de mümkündür."
Her ne kadar el-Hattâbî "Ben -cenaze yıkayan bir kimseye yıkanmak cenaze taşıyan
bir kimseye de abdest almak farz olur- diyen bir fıkıh alimine .astlamadım." demişse
de yukarıda zikrettiğimiz gibi, başta Hz. Ali ite Hz. Ebû Hüreyre olmak üzere, bu
görüşte olan ilim adamları da vardır.

İmam Ebû Hanife (r.a) ile taraftarlarına ve el-Leys'e göre, cenazeyi yıkamaktan dolayı

£352]

yıkanmak ne farzdır ne de sünnettir. Ancak abdest almak menduptur. Bu
mevzuda gelen hadislerdeki "gusletsin" sözünden maksat, yıkanmak değil, sadece
elleri yıkamaktır. Hattâbî'nin açıklamasına göre, bu hadisin senedi tenkid edilmiştir.
İbn Kattan da hadisin ravisi Amr b. Umeyr'in halinin meçhul olduğunu söylerken
İmam Tirmizî, bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Bu da İmam Tirmizi'nin bu
hadisin sıhhati hakkında Hattâbî'nin bilmediği bazı bilgilere sahip olduğunu gösterir.

f3531

Bu hadis hakkında 348 nolu hadisin şerhinde de açıklama vardır.

3162... Ebû Hureyre (r.a) Peygamber (s.a)'den (bir önceki hadisin bir de) manasını
(rivayet etmiştir).

Ebû Davûd der ki: Bu hadis, neshedilmiştir. Ahmed b. HanbeVe, ölü yıkamadan
dolayı gusletme(nin hükmü) sorulduğunda "Ona abdest (almak) yeter" diye cevab
verdiğini (bizzat ağzından) işittim. (Ravi) Ebû Salih bu hadis(in senedin)e kendisiyle
Ebû Hureyre arasına (bir başka raviyi) yani Zaide'nin azatlı kölesi îshak'ı sokmuştur.
3160 numaralı Mus'ab hadisi ise zayıftır. (Çünkü) onda kendisiyle amel edil(e)meyen



[354]

bir özellik vardır.



Açıklama

Bir önceki Amr b. Umeyr'in Ebû Hureyre'den rivayet ettiği hadisi, mana olarak Ebû
Hureyre'den bir de Zaide'nin azatlı kölesi İshak rivayet etmiştir.

Musannif Ebû Davud'a göre, "Aynı manaya gelen iki ayrı lafızlarla rivayet edilen bu
hadislerin hükmü neshedilmiştir. İmam Ahmed'in "Ona abdest (almak) yeter" sözü
O'nun da bu görüşte olduğunu gösterir."

Her ne kadar mevzumuzu teşkil eden bu hadisin senedinde Ebû salih ile Ebû Hureyre
arasında Zaide 1in azatlı kölesi İshak bulunuyorsa da, Tirmizî ile İbn Mace ve
Beyhakî'nin Sünen'indeki senedlerinde Ebû Salih ile Ebû Hureyre (r.a) arasında ishak
yoktur.

Musannif Ebû Dâvûd hadisin senedindeki bu farklılığa temas etmekle, bu hadisin aynı
zamanda zayıf olduğuna işaret etmek istemektedir.

Yine Musannif talikte geçen "Mus'ab hadisi ise zayıftır..." sözüyle de 3160. numaralı
Mus'ab hadisinde kendisiyle amel edilmesi mümkün olma-van bir özellik
bulunduğundan, mevzumuzu teşkil eden Ebû Hureyre hadisini takviye
edemeyeceğine, dolayısıyla mevzumuzu teşkil eden hadisin zayıflıktan
kurtulamayacağına, dikkati çekmek istemektedir.

Ölüyü yıkayan kimsenin yıkanması, taşıyan kimsenin de abdest alması gerektiğine
dair gelen hadisler konusunda Ali b. el-Medini ile İmam Ahmed "Bu babda gelen
hadislerin hiçbiri sahih değildir" demişlerdir. El-Hakim ile İbnül Münzir de aynı
görüştedirler. Fakat Hafız İbn Hacer "Bu hadisleri Tirmizî'nin hasen, îbn Hibbân'm
sahih saydığını Darekutnî'nin de bunları güvenilir ravilerden oluşan bir senetle rivavet
ettiğini ve İbn Hazm'm da bu hadislerin sahih olduğuna inandığını" söylemiştir.
İmam Şafiî ise el-Ümm isimli eserinde, bu hadislerin sıhhatine inana-madiği için
onlarla amel edemediğini ifade buyurmuştur.

Fakat M enhel yazarı, bu hadislerin zayıf tarikle de olsa, pek çok yollardan rivayet
edildiklerini,'dolayısıyla bunların zayıflıktan kurtularak hasen derecesine
yükseldiklerini, binaenaleyh İmam Nevevî'nin İmam Tirmizî'yi bu hadise hasen dediği
için tenkid etmesinin doğru olmadığını, söyledikten sonra, bu hadisle amel etmenin
müstehab olduğunu ifade ederek bu meselede ileri sürülen delillerin arasını telif etme
yoluna gitmiş ve Neyl-ül Evtar sahibi Şevkani'nin de bu görüşte olmakla beraber,
sadece elleri yıkamakla da bu hadisle amelin gerçekleşebileceğine ihtimal verdiğini
kaydetmiştir.

Bu mevzuya İmam Tirmizî'nin şu sözleriyle son veriyoruz: "Bu hadis Ebû
Hureyre'den mevkuf olarak da rivayet edildi. İlim adamları, cenazeyi yıkayan kişi
hakkında ihtilaf ettiler. Peygamber (s.a)'in ashabından ve sonrakilerden bazı ilim
adamları, "Cenazeyi yıkadığı vakit gusül alması gerekir" diyorlar. Kimi de,"abdest
almalıdır" diyor. Malik b. Enes, "Cenazeyi yıkamak sebebiyle yıkanmayı müstehab
görüyorum; bunun vacip olduğu kanaatinde değilim" dedi. Şafiî de böyle söylüyor.
Ahmed ise şöyle demektedir: "Cenazeyi yıkayan kişiye yıkanmak vacip olmadığı
ümidindeyim; ab-deste gelince, bu hususta söylenenlerin en azı abdesttir." İshak,
"abdest mutlaka gereklidir" diyor. Abdullah b. El-Mübarek'den de şöyle dediği rivayet



T3551

edildi: "Cenaze yıkamak yüzünden ne yıkanır ne de abdest alır!"



35-36. Ölüyü Öpmek

3163... Aişe (r.a) dan demiştir ki:

Rasûlullah (s.a)'ı ölmüş olan Osman b. Maz'ım'u öperken gördüm. Hatta (gözlerinden)
f3561

yaşlar akıyordu.
Açıklama

Bu hadıs-ı şerif, ölüyü öpmenin caiz olduğuna ve ölüye sessizce ağlamanın meşru
luguna delalet etmektedir. Tirmizi bu hadisin hasen-sahih olduğunu söylemiştir.
Metinde geçen: "Hatta (gözlerinden) yaşlar akıyordu." sözü, Fahr-i Kâinat
Efendimizin Osman b. Maz'un için pekçok ağladığından kinayedir. Bey-hakî'nin
Süneninde bu hadis "Rasûlullah (s. a) ölmüş olan Osman b. Maz'-un'un yanma girdi,
yüzünü açtı, sonra üzerine kapanıp onu öptü ve ağladı. Hatta ben gözyaşlarının

[3571

yanağına akmakta olduğunu gördüm." anlamına gelen lafızla rivayet edilmiştir.
Osman b. Maz'un (r.a):

İsmi, Osman, Künyesi, Ebû Said, babası Maz'un, validesi Sahile b inti Elabes, Nesebi,
Osman b. Maz'un b. Habib b. Vehb İbn Huzafe b. Cümh b. Amr b. el-Cümhî. İbn
İshak'a göre, İslâmiyete ilk girenlerin ondördün-cüsüdür.

Hz. Osman b. Maz'un ailesi ile birlikte Habeşistan'a hicret edenler arasında idi.
Bilahare kendilerine bütün Kureyş'in müslüman olduğu şayiası erişince, Mekke'ye
dönmüşlerdi. Fakat Mekke'ye yaklaştıkları sırada aldıkları haberlerin yanlış olduğunu
ve Mekke'ye açıktan açığa girdikleri takdirde müthiş husumetlerle karşılaşacaklarını
ve en şiddetli intikamlara maruz kalacaklarını anlamışlar, bu yüzden herbirisi
müşriklerden bir dostuna iltica ederek onun himayesinde şehre girmeye mecbur
olmuşlardı. Hz. Osman b. Maz'un da ancak Velid b. Muğire'nin himayesini te'min
ettikten sonra, Mekke'ye girebilmişti. Fakat daha sonra bir müşrikin himayesinde
Mekke'ye girmenin ağırlığı altında ezilmeye başladığından "bir müşrik'in himayesine
lüzum hissetmediğini, Allah'ın himayesinin kendisine kâfi geleceğini" ilave ederek
kendini bir müşrik'in minnet ve esaretinden kurtardı.

Rasûl-ü Ekrem'in süt kardeşi olan Hz. Osman b. Maz'un bütün hayatını Allah yoluna
vakfetmek, tam bir zühd içinde yaşamak isteyen bir zattı. Hatta bunun için bütün
şehvani kuvvetlerini ta'diî etmek istemişti. Fakat Ra-sûlü Ekrem buna izin vermedi.
Rasûlü Ekrem buna muvafakat etmiş olsaydı, ashabdan birçokları bu hareketi
takibedecekti.

Hz. Osman Bedir savaşında hasta idi, tedavisine gayret edilmekle beraber iyileşemedi.

f3581

Hicretten otuz ay sonra ebediyyet âlemeni göç etti. Muhacirlerden Medine'de

[359]

vefat eden ve Baki' mezarlığına defnedilen ilk zat O'-dur. Rahmetullahi aleyh.



36-37. (Ölüyü) Geceleyin Defnetmek



3164... Cabir b. Abdillah demiştir ki:

(Medine'de) halk mezarlıkta (yanmakta olan) bir ışık görmüşlerdi. Işığın yanma
vardıkları zaman, bir de ne görsünler (yeni kazılmış) bir kabrin içinde Rasûlullah (s. a)
var. Ve "Arkadaşınızı bana veriniz." (de onu kabre koyayım) diyor. Bir de baktılar ki
(Rasûlullah (s.a)'in kabre koymak istediği adam) sesini yükselterek Kur'ân (okjumak)

r3601

la (tanınan) adamdır.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, cenazeyi geceleyin kabre koymanın caiz olduğuna delalet etmektedir.
Halef ve selef âlimlerinin cum huru bu hadis-i şerife dayanarak cenazeyi gece
defnetmenin caiz olduğunu söylemişlerdir. Cumhur ulemaya göre, Buhari'nin Hz.

[3611

Aişe'den rivayet ettiği "Gerçekten, Rasûlullah (s. a) geceleyin defnedildi."
mealindeki hadis-i şerifle, İbn Mâce'nin rivayet ettiği "Rasûlullah (s.a)'m ziyaret ettiği
bir adam geceleyin vefat etti de, onu geceleyin defnettiler. Sabah' olunca onun ölü-
münü Peygamber (s.a)'e haber verdiler. (Efendimiz de)

Bana (geceleyin) haber vermenizden sizi alıkoyan ne idi? buyurdu. Dediler ki;
Gece idi, karanlık vardı. Seni meşakkate sokmak istemedik. Bunun üzerine

[362]

(Efendimiz) adamın kabrine vararak üzerine namaz kıldı." meâlindeki hadis-i
şerif de cenazeyi geceleyin defnetmenin caiz olduğuna delalet etmektedirler. Çünkü,
eğer cenazeyi geceleyin defnetmek caiz olmasaydı, Hz. Peygamber onların bu
hareketini tasvib etmezdi. Oysa Hz.Peygamber onların cenazeyi geceleyin
defnetmelerini değil, sadece geceleyin o kimsenin öldüğünü kendisine
bildirmediklerini tenkit etmiştir.

Bu görüşte olan cumhurun diğer bir delilleri de Buhari'nin rivayet ettiği Hz. Ebû
Bekr'in geceleyin defnedildiğine dair hadistir. Cumhur'a göre, Hz. Ebû Bekr'in
geceleyin defnedilmesine hiç bir şahabının itiraz etmemesi "geceleyin ölüyü
defnetmenin caiz olduğu hakkında sahabenin icma etmesi" an—lamına gelir.
Hasan-i Basri ile Said b.el-Müseyyeb'e göre, cenazeyi geceleyin defnetmek
mekruhtur.

İbn Hazm'e göre, zaruret olmadıkça ölüyü geceleyin "defnetmek caiz değildir.
Ölüyü. geceleyin defnetmenin caiz olmadığını söyleyen, sözü geçen âlimlerin delilleri
ise 3148 numaralı hadis-i şeriftir. Cumhur'a göre ise; Rasûl-ü Ekrem'in ölen bir
kimseyi zaruret olmadıkça geceleyin defnetmeyi yasakladığını ifade eden 3148
numaralı hadis-i şerifte kasdedilen ölüyü geceleyin defnetmeyi yasaklamak değil,
gündüzün defnedilmesi halinde onun namazına daha çok kimsenin iştirak edeceğine
dikkati çekmektir. Yahut 3148 numaralı hadiste, geceleyin defnedilmesi Hz.
Peygamber tarafından tenkid edildiğinden bahsedilen kimse geceleyin, namazı
kılınmadan ya da kalitesi düşük bir kefenle gömülmüştür de Hz. Peygamber onun
geceleyin gömülmesini bu yüzden tenkid etmiştir. Yahut da bu tenkid sözü geçen
sebeplerin tümünden kaynaklanmıştır. Menhel yazarının da ifade ettiği gibi, bu



mevzuda cumhurun delilleri ve dolayısıyla görüşleri daha kuvvetli ve isabetli görün-
mektedir.

Hz. Peygamberdin son derece mütevazi olduğuna da delalet eden ve mevzumuzu
teşkil eden bu hadis-i şerif, Tirmizî'nin Sünen'inde şu manâya gelen lâfızlarla rivayet
edilmiştir: "İbn Abbas (r.a)'dan rivayet edilmiştir. Ra-sûlullah (s. a) geceleyin kabre
indi. Kendisi için bir kandil yakıldı ve Rasûlü Ekrem, ölüyü kıble tarafından alarak -
Allah sana rahmet etsin! Gerçekten sen, Allah korkusundan devamlı olarak inleyen ve
bol bol Kur'ân okuyan bir kişi idin- buyurdu ve ölünün üzerine dört defa tekbir
getirdi."

Ebû Naim el-İsfehanî'nin açıklamasına göre, bu hadiste geceleyin gömüldüğünden

f3631

bahsedilen zat "Abdullah zül Bicadeyn" isminde bir sahabidir.

37-38. Ölüyü (Vetat Ettiği) Memleketten Başka Memlekete Götürme (Nin
Kerahati)

3165... Cabir (b. Abdullah)'dan demiştir ki:

"Biz Uhud (savaşı) günü ölüleri gömmek için (düştükleri yerlerden alıp Medine'ye)
taşımıştık. Bunun üzerine Peygamber (s.a)'in bir dellalı gelip "Rasûlullah (s. a) size
Ölüleri öldükleri yerlere gömmenizi emrediyor." dedi. Biz de o ölüleri (eski yerlerine)

[3641

iade ettik.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, şehidlerin şehid edildikleri yerlerden başka yere taşınmalarının caiz
olmadığını, şehid edildikleri yerlere gömülmeleri gerektiğine delalet etmektedir.
Alimler böyle hüküm vermişler. Ve buradaki emrin farziyyet ifade ettiğini başka bir
yere taşımanmsa, haram olduğunu söylemişlerdir.

Menhel yazarının açıklamasına göre, ölünün vefat ettiği yere gömülmesiyle ilgili emir
Uhud şehidlerine ait özel bir emir olup Uhut savaşından sonraki şehidlere şumülü
yoktur. Çünkü Hz. Cabir'in Uhut'ta şehid edilen babası Abdullah'ı vefatından altı ay
sonra Uhut'tan Medine'ye getirerek "el-Bakî" mezarlığına defnettiği rivayet edilmiştir.
Tıybî'ye göre ise "Eğer zaruret varsa taşınır, yoksa taşınmaz. Çünkü Amr b. el-Cemûh
ile Abdullah b. Amr isminde iki sahabi bir kabre defne-dilmişlerdi. Kabirlerini sel
basınca oradan (başka bir yere nakledilmek üzere) çıkarıldılar. Cesedleri sanki daha
dün gömülmüş gibi idi. Hiç bozulmamıştı. Bunlardan yaralı olarak gömülen kişinin eli
aynen kabre konulurkenfti gibi yarasını tutuyordu. Elini yarasının üstünden çektilerse
de bırakınca gidip yine yarayı tutmaya devam etti. Sözü geçen bu iki sahabinin
Uhud'da şehid edilmeleriyle mezarlarından başka bir yere nakli arasına kırkaltı (46)
sene geçmişti."

Şehid olmayan kişileri gömülmelerinden önce, öldükleri yerden götürüp başka bir yere
gömmenin caiz olduğunda ise icma vardır. Bunları öldükleri bir memleketten diğer bir
memlekete götürmek ise ihtilaflıdır. Şöyle ki:

1. Malikilere göre: Kokma ve çürüme gibi bir tehlike bulunmaması şartıyla, bir
ölünün defnedilmeden önce başka bir memlekete götürülüp defnedilmesinde bir
sakınca olmadığı gibi, sular altında kalma, yırtıcı hayvanlar tarafından yenme



tehlikesinin doğması ya da bir başka beldeye taşınması halinde oranın bereketinden
yararlanmasının ümit edilmesi veya yakınlarının kolayca ziyaret imkânını bulması gibi
bir maslahat varsa, defnedildikten sonra bile, başka bir memlekete götürülmesinde bir
sakınca yoktur. Yeterki taşınırken, kokma ve çürüyüp dağılma gibi, ölünün hürmetini
ihlâl edecek bir tehlike olmasın.

Çünkü İmam Mâlik (r.a)'m rivayet ettiği bir hadis-i şerifte "Sa'd b. Ebî Vakkas ile Sa'd
b. Zeyd'in Akik denilen yerde vefat ettikten sonra Medine'ye götürülüp ve orada

r3651

defnedildikleri" ifade edilmektedir. Yine Mâlikîlere göre, ölünün kuruyan

kemiklerinin kırılması, onun hürmetini ihlâl eden durumlardandır.

2. Şâfiîlere göre: Ölüyü bir yerden bir yere taşımak, onu bir nevi hürmetinin izalesi
tehlikesine maruz bırakmak ve aynı zamanda defni geciktirmektir. Bu bakımdan
cenazeyi bulunduğu memleketten başka bir memlekete taşımak haramdır. Diğer bir
kavle göre ise mekruhtur. Ancak Mekke, Medine, Mescid-i Aksa gibi, mukaddes
beldelere yakın bir memlekette vefat eden bir kimsenin bu beldelere naklinde bir
sakınca yoktur.

Yine Şafiî âlimlerine göre; eğer sünni bir kimse küfür diyarında ölür de kabrini
gizlemek mümkün olmazsa, İslâm diyarına nakledilir. Aynı şekilde dârü'l-harpte vefat
eden devlet reisi de İslâm ülkesine nakledilir. Fakat defnedilmişlerse nakledilmezler.
Çünkü definden sonra nakil haramdır.

3. Hanbelilere göre: Şehidin dışındaki cenazeleri, şerefli bir memlekete gömmek,
müstakil bir kabre koymak, salihlere komşu yapmak gibi, iyi niyetlerle bir beldeden
diğer bir beldeye götürmekte bir sakınca olmadığı gibi, bu hususta ölünün taşınmadan
önce defnedilmiş olmasıyla, defnedilmemiş olması arasında da bir fark yoktur. Yeter
ki nakil esnasında cesedin çürüyüp dağılmasından emin olunabilsin. Bu husustaki
delilleri ise biraz önce tercümesini sunduğumuz İmam Malik'in Muvatta'mda rivayet
ettiği hadisi şeriftir.

4. Hanefîlerin bu meseledeki görüşlerini şöyle özetleyebiliriz: "Defin edilmezden
önce, cenazeyi başka yere nakletmek bazılarına göre mutlak surette caizdir. Bir
takımları, sefer müddetinden aşağı bir yere nak ledilebileceğini söylemişlerdir. İmam
Muhammed, bunu bir veya iki mil di ye kayıtlamıştır. Çünkü bir yerin kabristanı çok
defa bu mesafeye ulaşır. Onur için fazlası mekruhtur. Nehir sahibi, Ikdü'l-Ferid'den
naklen, "zahir olar budur." demiştir. Definden sonra nakli ise, mutlak surette caiz
değildir Fethu'l-Kadir'de şöyle denilmiştir: "Bütün âlimler ittifak etmişlerdir ki, biı
kadın evde yok iken oğlu ölür de kadının memleketinden başka bir yere de fin edilirse,
kadın sabır edemeyip naklini istediği takdirde bunu yapamaz Bazı müteehhirinin şaz
olanlarının buna cevaz vermesine kulak asılmaz. Haz reti Yakup ve Yusuf (as.)'m,
ecdadının yanında olsun diye, Mısır'dan Şam'f nakledilmeleri ise, bizden öncekilerin
şeriatıdır. Bunun bizim için de şeriaı olması için şartlar tamam değildir." (Bu ifade

f3661

kısaltılarak alınmıştır.)

38-39. Cenaze Üzerine Saf Bağlama Saflar(In Tertibi Ve Sayısı)
3166... Malik b. Hübeyre'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a):

"Üzerine müslümanlardan (oluşan) üç saff (lık bir cemaatin) namaz kıldığı bir
müslüman ölüye (bu namaz Allah'ın cennet ve mağfiretini) vacib kılar" buyurdu.



(Ravi Mersed b. Abdullah el-Yezenî rivayetine devamla) dedi ki; Mâlik (b. Hubeyre)
cenaze için (namaz kılmaya gelen) halkı az bulduğu zaman -bu hadisten dolayı- onları

£3671

üç safa ayırırdı.
Açıklama

Aslında Allahu Teâlâ üzerine hiç bir şey vacib değildir. O, herşeye kadirdir. İstediğini
yapar, yaptığı hiçbir şeyden kimseye karşı sorumlu değildir. Fakat sırf. lütuf ve fazlı
ile verdiği va'dlerden de dönmez.

Bu itibarla biz "üç saflık bir cemaatin namazını kıldığı bir müslümanm, kesinlikle
cenneti ve Allah'ın mağfiretini kazandığına" inanırız. Bu inancımız, Sadece Allah'ın
üç saflık müslüman cemaatin, cenaze namazını kıldığı bir mü'mini affedip cennetine
koyacağına dair olan va'dine güvenimizden kaynaklandığı için, bu inancımızla Allah
Teâlâ üzerine bir şeyin vacip .olmadığına dair inancımız arasında bir çelişki yoktur.
f3681

Bazı Hükümler

1. Cenaze üzerine namaz kılan cemaatin çok olması iyidir.

2. Cenaze namazı kılacak cemaat az bile olsa onları üç safa ayırmak müstehabdır.
"Hatta cemaat yedi kişiden ibaret bile olsa biri imam olup, diğer altı kişinin üçü

[3691

birinci, iki kişisi ikinci ve tek kişi de sonuncu olmak üzere üç saf doldurulur."

3. Üzerine üç saflık müslüman cemaatin namaz kıldığı bir müslüman inşaallah

r3701

cennetliktir.

39-40. Kadınların (Yürüyerek Kabre Kadar), Cenazeleri Takip Etmeleri
3167... Ümmü Atıyye'den demiştir ki:

"Biz (kadınlar) cenazenin arkasından gitmekten nehyolunduk. (Ancak bu mesele)

[3711

üzerimize kesin bir şekilde haram kılınmadı.
Açıklama

Hz. Peygamber'in bu yasağı kadınlara bizzat kendinin koymuş olması ihtimali
bulunduğu gibi, bir elçi aracılığıyla koymuş olması ihtimali de vardır. Nitekim
Beyhakî'nin Ümmü Atıyye (r.a)'dan rivayet ettiği bir hadisi şerifte, "Rasûlü Ekrem'in
Medine'ye geldikten sonra; kadınların bir araya toplanmalarını emredip, Hz. Ömer'i
göndererek onları cenazenin ardından gitmekten menetmesini emrettiği" ifade
edilmektedir. Hz..Ümmü Atıyye'ye göre, mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifteki
"kadınların cenazenin arkasından gitmeleriyle ilgili yasak" kesin bir yasak olmayıp
ancak kerahat-i tenzihiyye ifade eden bir yasaktır. Çünkü, her ne kadar Rasülü Ekrem
Efendimiz, kadınların cenazenin ardından gitmesini yasaklamışsa da, bunun kesinlikle



yasak olduğunu te'kid edici bir açıklamada bulunmamıştır. Halbuki Hz. Peygamber
diğer yasakların yasak olduğunu açıkladıktan sonra, bir de onların haramhğım te'yid
eden beyanlarda bulunurdu.

Hz. Ümmü Atıyye'nin Hz. Peygamber'in bu yasağının tahrim ifade ettiğini, başka
karinelerden sezmiş olması da mümkündür. Kerahet-i tenzihiyye ifade ettiğine dair bir
karinesi bulunmayan yasaklar ise, kesinlikle hürmet ifade eder.

İmam Kurtubi'ye göre de mevzumuzu teşkil eden Ümmü Atıyye hadi-sindeki nehy
tahrimiyye değil, tenzihiyye ifade etmektedir. Çünkü Ebû Hu-reyre'den rivayet edilen
"Hz. Peygamber, Hz. Ömer'in bir cenaze merasiminde ağlayan bir kadını azarladığını

r3721

görünce -onu bırak ya Ömer! Çünkü göz yaş dökücüdür- buyurmuştur."
mealindeki hadis-i şerif buna delalet etmektedir.

Dâvûdî'ye göre, metinde geçen "Cenazenin arkasından gitmekten nehyolunduk" sözü,
kadınların cenazeyi uğurlamak için arkasından gitmelerinin haram olduğunu ifade
eder. Çünkü nehyde aslolan tahrimdir. Buradaki nehyin hükmünü haramhktan çıkarıp
kerahat-i tenzihiyyeye hamlettirecek bir karine yoktur.

Metinde geçen "üzerimize -kesin bir şekilde- haram kılınmadı." cümlesi ise; "ta'ziye
için ölünün yakınlarına gitmemiz bize haram kılınmadı." anlamında kullanılmıştır.
Davûdî'nin bu sözü 3123 numaralı hadis-i şerife uygun olmakla beraber, mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şerifin zahirine aykırıdır.

Hadisin zahirinden, kadınların cenazeyi takib etmelerinin mekruh olduğu
anlaşılmaktadır. Bu mevzuda Şafıîlerin görüşü de budur. İbnü'l-Münzir'den; İbn
Mes'ud ile İbn Ömer, Ebû Ümame, Hz. Aişe, Mesruk, Hasan-ı Basri, En-Nehâî, Evzâî,
İmam Ahmed, İshak ve es-Sevri'nin de bu görüşte oldukları rivayet edilmiştir.
İbn Hazm ile Ebu'd-Derda, Zührî ve Rabia ise, ka dmlarm cenazeyi takibetmelerinin
caiz olduğunu söylemişlerdir.

Malikilere göre, erkeklerin şehvet duymayacakları derecede yaşlı bir kadınla, babasını
veya annesini, kocasını, oğlunu veyahut kardeşini kaybedip te fitneye sebep
olmasından korkulmayan genç bir kadının cenazeyi ta'ki-betmesinde bir sakınca
yoktur. Fakat fitneye sebep olmasından korkulan genç kadınların cenazeyi
takibetmeleri ise mutlak surette haramdır.

Hanefilere göre, kadınların cenazeyi takibetmeleri keraheti tahrimiyye ile mekruhtur.
Çünkü bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz, cenazeyi ta-kibeden kadınlara hitaben

f3731

"sevab kazanarak değil, günaha girmiş olarak dönün" buyurmuştur.
Hanefi âlimlerinden İbn Abidin, Hanefi mezhebinin görüşüne delil olarak İbn
Mâce'nin bu hadisini zikrettikten sonra şöyle diyor: Bu hadisi İbn Mâce zayıf bir
senetle rivayet etmiştir. Lakin zamanın değişmesiyle meydana gelen yeniliğin manâsı,
bunu te'yid etmektedir. Bu yeniliğe Hz. Aişe şu sözleriyle işaret etmiştir. "Rasülullah
(s. a) kendisinden sonra kadınların ne modalar çıkardıklarını görse idi, Beni İsrail'in
kadınları menedildiği gibi mutlaka onları menederdi." Bu onun zamanındaki kadınlar
hakkında söylenmiştir. Ya zamanımızın kadınlarına ne demeli? Sahihayn'da Ümmü
Atıy-ye'den rivayet olunan "Biz cenazelerin peşinden gitmekten men olunduk, ama
kati olarak bize yasak edilmedi." Yani "Bu nehy tenzih içindir" hadisine gelince, bu
hadis o zamana mahsus olması gerekir. O zaman kadınları mescid ve bayramlara

[374]

çıkmaları mubah idi."



İmam Nevevî de cumhur ulemanın kadınları cenazenin peşinden gitmeyi
menettiklerini, Kâdî Iyaz'dan nakletmiştir.

Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki: Kadınların cenazenin peşinden gidip
gitmeyecekleriyle ilgili ihtilaf, örtünmeye dikkat edip, süslenmeksizin ve ağlayıp
sızlamaksizm cenazeyi takibeden Hz. Peygamber devrindeki kadınlar hakkındadır. Bu
hususlara dikkat etmeyen kadınların cenazenin peşinden gitmelerinin haram

[375]

olduğunda ittifak vardır.

40-41. Cenaze Namazı (Kılma)Nın (Ve Uğurlamanın) Fazileti

3168... Ebû Hüreyre Hz. Peygamberden naklen demiştir ki: '-Kim cenazeye uya (rak
musallaya kadar gide)r de, üzerine namaz kılarsa ona bir kırat (ağırlığınca sevap)
vardır. Kim (namazdan sonra da) ona uyar (ak kabrine kadar gidip, defni) sona
erinceye kadar (başında durursa), ona en küçüğü Uhud dağı kadar -veyahut da birisi

[376]

Uhud dağı kadar- (olan) iki kırat (ağırlığında sevap) vardır."
Açıklama

Metinde geçen kelimesi, aslında bir şeyin arkasından gitmek anlamına gelir. Fakat
Buharı'nm rivayetinde Rasulu

Ekrem Efendimizin "cenazenin arkasından yürümekle önünden, sağından veya

r3771

solundan yürümek arasında bir fark olmadığını" açıkladığı ifade edildiğinden biz
bu kelimeyi tercüme ederken, cenazenin dört cihetine de şâmil olmak üzere "kim
cenazeye uya(rak musallaya kadar gider)se" diye tercüme ettik. Nitekim bu kelimenin
Buharî'nin Sahih'inde "uğurladı" şeklinde geçmesi de bu kelimenin cenazenin dört
cihetine de şâmil olarak kullanılmış olduğunu göstermektedir.

Menhel yazarının açıklamasına göre, "üzerine namaz kılarsa" cümlesinin başında
bulunan "fa" burada tertib ve ta'kib ifade etmediğinden, hem cenazeyi evinden itibaren
musallaya kadar uğurlayıp da namazını kılınca terkedip giden, hem de cenazeyi
evinden itibaren musallaya kadar uğurlamadığı halde, cenaze namazına iştirak edip
kabre kadar uğurlayan kimselerin bu sevaba erişecekleri anlaşılmaktadır. Her ne kadar
hadisin zahirinden anlaşılan manâ bu ise de, ileride mealini sunacağımız 3169
numaralı hadis, bu sevabın cenazeyi evinden itibaren musallaya kadar uğurlayıp, sonra
namazını da kılan kimselere ait olduğunu açıkça ifade etmektedir. Bu mevzuda Hafız
İbn Hacer de şöyle diyor: Her ne kadar, Müslim'in Sahih'inde "Her kim cenaze ile

f3781

birlikte onun evinden çıkar da namazını kılarsa..." buyurularak bu sevabı
cenazeyi evinden itibaren musallaya kadar uğurlamakla birlikte namazını da kılan
kimseye ait olduğu açıklanıyor ve İmam Ahmed'-in Ebû Said el-Hudrî (r.a)'den rivayet
ettiği bir hadis-i şerifte de bu manâ te'yid ediliyorsa da, benim anladığım manâya göre,
sadece cenaze namazım kılan kimseler bu sevaba nail olurlar. Çünkü namazdan önce
cenazeyi yıkamak, kefenlemek, musallaya götürmek gibi işlerin hepsi, namaz İçin bir
hazırlık ve vesile mahiyetindedir. Bütün bunları yapmaktan maksat, cenaze namazının
kılınmasını sağlamaktır. Bu bakımdan asıl gaye olan cenaze namazını kılan kimse, bu



sevaba erişir. Fakat sadece cenaze namazı kılmakla yetinen kimsenin kazandığı sevab,
hem cenaze namazı kılıp hem de cenazeyi uğurlayan kimsenin sevabına nisbetle daha
aşağı olur. Nitekim Müslim'in rivayet ettiği "Her kim bir cenazenin namazını kılar da

f3791

ardından gitmezse, o kimseye bir kırat (sevap) vardır." mealindeki hadis-i şerifle
İmam Ah-med'in Ebû Hüreyre (r.a)'den rivayet ettiği aynı mealdeki hadis-i şerifte sa-
dece cenaze namazını kılmakla yetinip, onu uğurlamaya katılmayan kimselerin de bu
sevaba erişeceklerini ifade etmektedir.

Muhibbu't-Taberi ve bazı kimselere göre, bu sevaba erişebilmek için, sadece cenaze
namazını kılmak yetmez. Cenaze namazını kılmakla beraber, cenazeyi ya evinden
musallaya ya da musalladan kabre kadar uğurlamak da gerekir. Her ne kadar
mütekaddimin âlimlerden bir kısmı, metinde geçen "Kim ona uyarak kabrine kadar
gidip defni bitinceye kadar başında bulunursa 1' anlamına gelen, cümlenin zahirinden
"cenazeyi kabre kadar uğurlayıp da gömülünceye kadar yanında duran bir kimsenin,
sadece bu uğurlama işinden dolayı iki kırat sevap alacağı, namaza iştirakinden dolayı
aldığı kıratın bunun dışında olduğu" hükmünü çıkarmışlarsada Buhari ve Müslim'in
Ebû Hüreyre'den rivayet ettikleri "Kim sevabına inanarak bir müslümanm cenazesini
uğurlar ve namazını kılıp defnedilinceye kadar yanında durursa iki kırat sevapla döner.
Kim de sadece cenaze namazını kılıp defnedilmesini beklemeden dönerse bir kırat
T3801

sevapla döner." mealindeki hadis-i şerifte, cenaze namazında bulunan kimseye
bir kırat ve defnedilinceye kadar yanında bulunan kimseye de bir kırat sevap verilir.
Her ikisini de yapan kimseye ise iki sevap verilir buyurmuştur.

Mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinin zahirinden ise "cenaze namazını kılana
bir kırat, onu kabre kadar uğurlayıp defnedilinceye kadar yanında duran kimseye de
iki kırat sevap verileceği" manâsı anlaşılmaktadır.

Bu iki hadisin arasını şu şekilde te'lif etmek mümkündür. Ebû Dâvûd hadisinde
"Cenazeyi kabre kadar uğurlayıp da defnedilinceye kadar yanında duran kişiye
verileceği" va'dedilen iki kırat sevaba cenaze namazının sevabı da dahildir. Bir başka
ifade ile bu iki kırat sevabı sadece cenazeyi kabre kadar uğurlayıp gömülünceye kadar
yanında durmanın sevabı değil, cenaze namazıyla birlikte onu uğurlayıp kabre
konuncaya kadar yanında bulunmanın sevabıdır. Bu hadis:

"Her kim yatsıyı cemaatla kılarsa, gecenin yarısını namazla geçirmiş gibi olur ve kim

£3811

sabah namazını cemaatle kılarsa bütün gece namaz kılmış gibi olur." hadisine
benzer. Nasıl ki burada sabah namazını kılan kimse tüm geceyi ihya etmiş olur
sözüyle sabah namazıyla birlikte yatsı yi da kılan kimse kasdediliyorsa, mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şerifte de "cenazeyi kabre kadar uğurlayıp gömülünceye kadar
başında duran kimse" sözüyle de cenaze namazını kılıp cenazeyi defnedilinceye kadar
takibeden kimse kasdedilmektedir.

Ancak cenazeyi musalladan kabre kadar uğurlayan bir kimsenin bu bir kırat
değerindeki sevabı kazanabilmesi için mevzuumuzu teşkil eden hadise göre, cenaze
kabre konuncaya kadar yanında bulunması gerekmektedir. Nitekim "Cenaze kabre

f3821

konuncaya kadar onun arkasından gidene de" mealindeki hadisi şerifle

Tirmizî'nin rivayet ettiği "... Her kim cenazeyi takibederse ona iki kırat (ecir)



T3831

vardır..." mealindeki hadisi şerif bunu ifade ederlerken Ebû Avane'nin

rivayetinde de bu sevaba erişebilmek için, ölünün üzerinin toprakla kapatılmasına
kadar beklemek gerektiği ifade edilmektedir. Bu mevzudaki en açık rivayet budur. Bu
kayıt sadece ölünün kabre indirilmesinin bu sevaba erişmek için yeterli olduğunu ifade
eden hadisleri de kayıtlamaktadır. Şevkanî de Neylü'I-Evtar isimli eserinde böyle
demiştir.

Metinde geçen kırat kelimesi burada nasip manâsında kullanılmıştır. Aslında kırat, bir
dirhemin onikide biri (1/12) gibi küçük bir miktara tekabül eder. Fakat burada bu
manada kullanılmayıp çok büyük bir pay anlamında kullanıldığını açıklamak için
Rasûl-ü Zîşan Efendimiz bir kıratın, hakkında: "O, bir dağdır kî o bizi sever biz de onu
[3841

severiz." buyurduğu Uhud dağına benzetmiştir. Bu sözü işiten mü'niinler Uhud
büyüklüğündeki kıratın ne kadar büyük olduğunu ve cenazeyi uğurlayan, namazım
kılan kimsenin sevabının büyüklüğünü ve buna kıyasla da onu yıkayıp kefenleyen
kimsenin ecrini derhal anlarlar. Nitekim Bezzar'm Ebû Hüreyre'den merfuan rivayet
ettiği bir hadis-i şerifte de "Cenaze evine gelen kimseye bir kırat, onu uğurlayana bir
kırat, namazını kılana bir kırat, defn edilinceye kadar yanında durana bir kırat (sevap)
vardır." buyurulmuştur. Bu da gösteriyor ki, her ne kadar hadis-i şerifte cenaze
merasimi ile ilgili fiiller içerisinde gaye olmaları sebebiyle, sadece cenaze namazıyla
cenazeyi uğurlamaktan bahsedilmekle yetinilmişse de, aslında cenaze için yapılan
diğer hizmetlerin her biri, içinde meşakkati ve hizmet eden kimsenin ihlası nisbetinde

f3851

büyük sevaplar vardır.
Bazı Hükümler

1. Bir müslümanm cenazesi, Allah yanında çok muhteremdir.

2. Vefat ettiği andan itibaren defnedilinceye kadar, cenazeye gerekli hizmetlerde
bulunmak çok faziletlidir.

3. Allah Teala'nm cenazeye hizmet edenlere bol sevap vadetmesi, aslında cenazeye

r3861

olan fazlu ihsanmm.büyüklüğünü gösterir.

3169... Amir b. Sa'd b. Ebî Vakkas'dan (rivayet olunduğuna göre); Kendisi (bir gün)
İbn Ömer b. el-Hattab'm yanında iken (meclislerine içinde bulundukları) evin sahibi
Habbab çıkagelmiş ve "Ey Ömer'in oğlu Abdullah! Ebû Hüreyre'nin söylediğini
işitmiyor musun? (güya) o Rasûlüllah (s.a)ı kim cenazeyle birlikte (cenazenin) evin-
den çıkarak onu musallaya kadar uğurlar) da, üzerine namaz kılarsa..." (Habbab Ebû
Hüreyre'den duyduğu bu hadisin bundan sonraki kısmında bir önceki) Süfyan
hadisinin manasını nakletmiş. Bunun üzerine İbn Ömer, Hz. Aişe'ye (Ebû Hüreyre'nin
bu hadisini sormak üzere birini) göndermiş, (Hz. Aişe'de) "Ebû Hüreyre doğru

r3871

söylemiş" demiştir.



Açıklama



Müslim'in diğer bir rivayetinde de, İbn Ömer (r.a) Hz. Habbab'in "Ebû Hüreyre'nin ne
söylediğini işitmiyor musun?" sorusu karşısında" Artık Ebû Hüreyre de bize hadis

[3881

rivayet etmekte çok oluyor" demekten kendini alamamıştır. Kirmanî'ye göre Hz.
İbn Ömer'in Hz. Ebû Hüreyre hakkındaki "Ö da çok oluyor, ileri gidiyor." sözü Hz.
Ebû Hüreyre'nin sevapların çokluğunu ifade etmesiyle ilgilidir, ya da çok hadis
rivayeti ile ilgilidir. Hz. İbn Ömer, bu sözüyle katiyyen Hz. Ebû Hüreyre'nin
sorumsuzca hadis rivayet ettiğini kasdetmiş ya da, Hz. Ebû Hüreyre'nin böyle bir
sorumsuzluk ve laubalilik içerisinde hadis rivayet edebilecek seciyyede bir kimse
olduğunu ima etmiş olamaz. Sadece çok hadis rivayet ettiği için, bu babda rivayet
ettiği hadislerde hasbelbeşer bir hata yapmış olmasından korktuğunu ifade etmiştir.
Bu mevzuda merhum Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih isimli kıymetli eserinde şunları
kaydediyor:

Said İbn Mansur'un rivayetine göre, Ebû Hüreyre meseleden haberdar olunca, İbn
Ömer'e gelmiş, bu defa birlikte Hz. Aişe'nin huzuruna gitmişlerdir. İbn Ömer Hazreti
Aişe'ye hitap ederek:

Ey ümmül mü'minin! Allah sizden sorar, siz Rasûlüllah'tarr böyle bir şey söylediğini
işittiniz mi? diye mucibi ihtilaf olan meseleyi takrir eder. Hazreti Aişe:
Allahu alem işittim, diye cevab verir.

Velid'in rivayetinde bu hadisenin şöyle bir mabadi de bildirilmiştir: Bunun üzerine
Ebû Hüreyre İbn Ömer'e şöyle demiştir:

Beni, Rasûlüllah'tan ne badiyyede ağaçgarsı, ne de çarşıda alış veriş meşgul
etmemiştir. Benim bütün işim gücüm Rasûlüllah'in verdiği bir lokmayı yemek, ne
bildirirse onu bellemek idi. İbn Ömer de:

Biz de Rasûlüllah (s.a)'in huzurunu ihtiyar ettik. Bize de Rasûlüllah, hadisi şerifelerini
bildirdi, diye mukabele etmiştir.

İbn Ömer (r.a) ashab-i kiramın en mümtaz ilmi simalarından birisi idi. Makasıdı şer'i
ile nassları ve Nebiyyi Zişanm, edebî üslubunu tamamiyle kavramış bir vaziyette
bulunuyordu. Fıkha intisabı olmayan her sahabenin rivayetleri gibi Ebû Hüreyre'nin
rivayetlerini de pederi Hz. Ömer gibi tahkik ve muhakeme etmek mevkiinde idi.
Ahkâmı diniyyenin zabtu nakli hususunun küçük, büyük her türlü şüphelerden beraet
ve masuniyyeti kendisi için dini bir vazife idi. Tekrar ediyoruz, İbn Ömer'in bu
hareketi Ebû Hüreyre hakkında bir şüpheye mebni değil idi. Ashab-ı Kiramın hepsi
ehl-i sıdk ve adildi. İbn Ömer'in en sonra yüksek bir edebi zarafetle: Öyle ise biz, bir
çok kıratları zayi ettik, demesi de son derece insaflı olduğunu gösterir. Bu telmihe
nazaran îbn Ömer hazretlerini Ebû Hüreyre hadisi hakkında da tahkika sevkeden belki

f3891

de bu kırat kelimesidir.

3170... İbn Abbas'dan demiştir ki: Ben Rasûlüllah (s.a)'i (şöyle) derken işittim:
"Hiçbir müslüman yoktur ki: Ölünce (şöyle) üzerine Allah'a hiçbir şeyi ortak
koşmayan kırk kişi (namaz) kılsın da, Allah onların bu müslüman hakkındaki

r3901

şefaatlarım (dualarını) kabul etmesin".



Açıklama



Bu hadis-i şerifte kırk kişinin ihlaslı bir şekilde, bir müslümanm cenaze namazını
kılmaları neticesinde, Allah (c.c) hazretlerinin onların cenaze namazını kıldıkları
müslüman kardeşlen hakkında yaptıkları duaları kabul edeceği ifade buyurulmaktadır.
Dolayısıyla bu hadis-i şerif cenaze namazı kılacak cemaatin en az kırk kişi olmasının
müstehabliğma delalet etmektedir. Aliyy-ül-Kari'nin açıklamasına göre, kırk kişinin
duasının kabul edilmesinin hikmeti, "kırk kişilik müslüman bir cemaatin içerisinde

£3911

mutlaka bir velinin bulunmasıdır".

Bu hadis-i şerif, Müslim'in rivayet ettiği "Hiçbir cenaze yoktur ki, namazını m ü si ii
m anlardan yüz kişiye erişen bir cemaat kılarak, hepsi ona şefaat dilesinler de,

f3921

kendilerine o kimse hakkında şefaata izin verilmesin." mealindeki hadis-i şerifle
üç saflık bir cemaatin üzerine namaz kıldığı bir cenazenin günahlarının affedilip
cennete gireceğini ifade eden 3167 numaralı hadise aykırı değildir. Çünkü Nevevî'nin
de açıkladığı gibi, "ihtimalki Peygamber Efendimize önce bir cenaze üzerine namaz
kılan yüz kişinin cenaze hakkındaki dualarının kabul edileceği bildirilmiş, o da bunu
ümmetine haber vermiştir. Fakat bir süre sonra cenaze üzerine namaz kılan kırk kişilik
bir cemaatin o cenaze hakkındaki dualarının kabul edileceği kendisine bildirilince
ümmetine bunu da haber vermiş, daha sonra da kendisine sayıları az bile olsa üç saflık
bir cemaatin namazını kıldıkları bir cenaze hakkındaki dualarının kabul edilecekleri
haber verilince, ümmetine bu müjdeyi de eriştirmiştir."

Kâdî Iyaz, bu mevzu ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır: "Cenaze üzerine namaz
kıldıkları için, dualarının kabul edileceği vadedilen cemaatin sayısı hakkında değişik
rakamlar ortaya koyan bu hadis-i şerifler, çeşitli zamanlarda sorular soran kimselere
cevap olmak üzere varid olmuş, Rasûli Ekrem herkese sualine göre cevap vermiştir."
Hadis-i şeriflerde zikredilen sözkonusu rakamların farklı oluşu hakkında şöyle
diyenler de olmuştur: "Bu söz mefhumu adettir. Usulü fıkıh âlimlerinin büyük
çoğunluğuna göre, mefhumu adet mu'teber değildir. Bu bakımdan bir hadis-i şerifte
yüz kişinin duasının kabul edileceğinden bahsedilmesi, yüz kişiden daha az sayıda bir
cemaatin duasının kabul edilemeyeceği anlamına gelmeyeceği gibi, kırk kişinin
duasının kabul edileceğinden bahsedilmesi de sayıları kırk kişiden az olan üç saflık bir
cemaatin de, o cenaze hakkındaki dualarının kabul edilemeyeceği anlamına gelmez.

f3931

Binaenaleyh bu mevzuda gelen hadislerin hepsiyle amel edilebilir."

41-42. Cenazenin Ateşle Uğurlanması (Caiz Midir?)

3171... Ebû Hüreyre'den (rivayet olunduğuna göre) Peygamber (s. a);
"Sesle ve ateşle cenazenin peşinden gidilemez." buyurmuştur.

(Bu hadisi musannif Ebû Davud'a rivayet eden) Harun (b. Abdullah bu rivayetine)

13941

şunları da ekledi: "Cenazenin önünde de yürünmez."
Açıklama

Feryad-u figan ederek cenazenin peşinden gitmek mutlak surette caiz olmadığı gibi,
meşaleler ve benzeri ateşlerle cenazenin peşinden gitmek de caiz değildir.



Bu mevzuda Hanefi fıkıh kitaplarından el-Bedayi isimli eserde şöyle deniyor:
Peygamber (s. a), bir cenaze kabre götürülürken bir kadının elinde bulunan bir
buhurdanlıkla cenazeyi takib ettiğini görünce, onu azarladı ve kovdu, kadın da oradan
uzaklaşarak, ileride bulunan tepelerin arkasına saklandı. Ebû Hüreyre (r.a) de ölmeden
önce "Benim arkamdan buhurdanlık taşımayınız. Çünkü bu ehl-i kitabın
adetlerindendir. Onlara benzemek çirkin bir iştir." diye vasiyyette bulundu.
Bu hadislerdeki yasağın şumülü içerisine 3127 numaralı hadiste söz konusu edilen
ölünün arkasından yüksek sesle ağlamak girdiği gibi, yüksek sesle Kur'an okuyarak,
zikrederek, davul veya boru çalarak, cenazeyi takibetmek de girmektedir.
Taberânî'nin Zeyd b. Erkam'dan rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: "Gerçekten Allah üç yerde sükut etmeyi sever. Kur'an okunurken, harb
edilirken ve cenazenin yanında iken." İbn Mace'nin Ebû Bürde'den rivayet ettiğine
göre, Ebû Musa (r.a) ölümü yaklaşınca "Beni buhurdanlıklarla takip etmeyiniz." diye
vasiyyet etmiş. Etrafında bulunanlar da ona: "Bu hususta (Hz. Peygamberden) bir şey
mi işittin?" demişler. O da: "Evet Rasûlüllah (s.a)'den işitmiştim" karşılığını vermiş.
Hz. Aişe (r.a) ile Ubade b. es-Samit, Ebû Hureyre, Ebû Sâid-el-Hudri ve Esma bint

[395]

Ebû Bekr (r.a) in de bu şekilde vasiyyette bulundukları rivayet olunmuştur.
Bazı Hükümler

1. Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif, cenazeyi kabre götürürken onu
buhurdanlık, meşale gibi ateşlerle uğurlamanın meşru olmadığına delalet etmektedir.
Çünkü bu putperestlerin adetlerindendir.

2. Cenaze götürürken yüksek sesle Kur'an okumak, veya zikretmek caiz değildir. Tüm
halef ve selef imamları bu görüştedirler. Dört mezhebin imamı da bunun caiz
olmadığında ittifak etmişleridir.

a) Bu mevzuda Hanefılerin "ed-Dürrü'l -Muhtar" isimli eserinde ve İbn Abidin
Haşiyesi'nde şöyle deniyor: "Nitekim cenazede yüksek sesle zikirde bulunmak, veya
Kur'an okumak da mekruhtur. Bazıları bu kerahatm tahri-mi, bazıları da tenzihi
olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Bahir'de Gaye'den naklen böyle denilmiştir. Yine
orada Gaye'den naklen şöyle denilmiştir: "Cenazenin arkasından gidenin uzun zaman
susması gerekir." Aynı eserde Za-hiriye'den naklen de şunlar söylenmiştir: "Eğer
Allah Tealayı zikretmek isterse, onu içinden zikreder. Çünkü Allah Teala hazretleri "O
haddi tecavüz edenleri (yani sesli dua edenleri) sevmez." buyurmuştur". İbrahim
Nehâî'den rivayet olunduğuna göre, kendisi cenaze ile beraber giden bir kimsenin
"Bunun için afv dileyin ki Allah sizi de afvetsin!" demesini mekruh sayarmış.

Ben derim ki: Dua ve zikir hakkında hüküm bu olunca, şu zamanda ortaya çıkan

[396]

musikiye ne buyurursun."

b) Şafiî mezhebinin bu mevzudaki görüşlerini de İmam Nevevî şöyle ifade ediyor:
"Bil ki, cenaze ile yürümek sırasında doğru ve beğenilen hal, selefin yaptığı gibi
susmak ve sükut etmektir. Bu esnada kıraat, zikir ve başka şeylerle ses yükseltilmez.
Bundaki hikmet açıktır. Çünkü sükunet, hayalin arınarak daha çok işlemesine ve bu
anda, istenen bir gaye olan tefekkürün toparlanarak bütünü ile cenazeye dair hususlar
üzerinde düşünmesine daha çok yarar. Hak ve doğru olan budur. Cenaze merasiminde



bu sükuneti ihlal ederek başka şeyler yapanların çokluğuna aldanma. Ebû Ali Fudayl
İbn Iyad (r.a) şu manada bir söz söyledi: "Hidayet yollarında yürü. Yolcuların azlığı
sana zarar vermez ve sapıklık yollarından sakın. Helak onların çokluğuna aldanma."
Beyhakî'in Sünen'inden yaptığımız rivayetler de bu söylediğim sükuneti gerektirir.
Cenaze üzerine temtıyt (aşın nağme) ile okumak ve sözü mevzuundan çıkarmak gibi
Şam'da cahillerin yaptıkları şeyler, alimlerin ittifakı ile haramdır. Bu hareketlerin
çirkinliğini, ağır haram oluşunu ve yapabildiği halde bunları önlemeyenin
fasıklaştığım Adabü'l-Kurra isimli kitabımda söyleyip izah ettim. Yardım Allah'dan
T3971

dilenir."

c) Maliki âlimlerden İbnü'l-Hak el-Medhal isimli eserinde yüksek sesle zikr ederek ve
Kur'an okuyarak cenaze uğurlamanın meşru olmadığını ifade ettikten sonra sözü kendi
zamanında bu işi ücretle yapan ve âdet haline getiren kimselere intikal ettirmiş ve
bunları şiddetli şekilde tenkit etmiştir.

d) Hanbelilere göre de cenazenin yanında feryadu figan etmek, yüksek sesle Kur'an
okumak veya zikretmek ve cenazeyi meşale ve buhurdanlıklarla uğurlamak
mekruhtur. Cahiliyye adetlerindendir. Halktan bazılarının da halka hitaben "kardeşiniz
için istiğfar ediniz." gibi sözler sarfetmesi İmam Ahmcd (r.a) e göre bidattir. Ebû Hafs
ise bu gibi hareketlerin haram olduğunu söylemiştir.

4. Cenazenin önünde yürümek mekruhtur. Nitekim Hanefi âlimleri metnin sonunda
bulunan "cenazenin önünde yürünmez" cümlesine dayanarak, bu hükme varmışlar ve
"cenazenin .arkasından yürümek menduptur. Zira cenaze metbudur. Bu emir vücub
değil, nedb içindir. Bu hususta icma' vardır." demişler ve Hz. Ali'nin "Cenazeyi önüne
koy, gözünü ondan ayırma; çünkü o ancak bir meviza, bir hatıra ve bir ibrettir."

r3981

dediğini söylemişlerdir.

f3991

Biz bu meseleyi 49 numaralı babta yine ele alacağız inşallahu Teala.
42-43. Cenaze İçin Ayağa Kalkmak

3172... Amir b. Rabia'dan (rivayet edilen bir hadisi şerifte) Peygamber (s. a) şöyle
buyurmuştur:

"Bir cenazeyi gördüğünüz zaman, ayağa kalkınız. Sizi (geçip) geride bırakmcaya ya

r4001

da yere konuncaya kadar (ayakta durunuz.")
Açıklama

Bu hadis-i şerifte, bir yerde otururken oradan bir cenazenin geçmekte olduğunu gören
kimselerin, hemen ayağa kaıkmalan ve cenaze yanlarından geçip gidinceye kadar,
yahutta onları geride bırakmadan önce omuzlardan indirilip yere konuncaya kadar,
ayakta durmaları emredilmektedir.

Metinde geçen "Cenazenin sizi geçip geride bırakması" tabiri mecazdır. Bu sözle
cenazeyi taşıyanlar kasdedilmiştir. Nitekim şu hadis-i şerifler; bu tabirle kasdedilen
kimsenin cenaze olmayıp cenazeyi taşıyan kimseler olduğunu açıkça ortaya
koymaktadır:



1. "Sizin biriniz bir cenaze gördüğünde onunla gitmek istemezse (cenaze ilerleyip)
cenazeden geri kalana kadar, yahut cenaze (yi götürenler) o kimseyi geride bırakana
kadar, yahut o kimseyi geride bırakmazdan evvel cenaze yere indirilene kadar kıyam



etsin."

2. "Biriniz cenazeyi gördü mü, şayet onun arkasından gitmiyorsa, gördüğü andan

r4021

itibaren, geçinceye kadar ayağa kalksın."

3. "Sizden biriniz bir cenaze namazı kılıp ta cenaze ile gitmezse cenaze kendisinden
uzaklaşınca oturabilir. Eğer cenaze ile giderse o zaman cenaze yere indirilmedikçe

[403]

oturmasın."

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte otururken yanından bir cenaze geçmekte
olduğunu gören bir kimsenin ayağa kalkmasının meşru olduğu ifade edilmektedir.
Ancak bu ayağa kalkış ölüyü ta'zim için değildir. Ölümün dehşetli ve korkunç bir
hadise olduğunu ortaya koymak içindir.

Hz. İbn Ömer'le İbn Mes'ud, Ebû Musa el-Eşarî, Ebû Mes'ud el-Bedrî, Kays b. Sa'd,
Sehl b. Hanif, el-Misver b. Mahreme, el-Hasan b. Aliyy, Ka-tade, İbn Şîrîn, en-Nehâî,
Şa'bî, Salim b. Abdullah ve Malikilerden İbn Ha-bib ile İbn Macişun bu görüştedirler.
Delilleri ise, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifle bir numara sonra tercümesini
sunacağımız hadis-i şeriftir.

İmam Malik (r.a) ile Ebû Hanife ve Şafiî (r.a) hazretlerine göre cenaze için ayağa
kalkmak İslâmm ilk yıllarında meşru iken, sonradan neshedilmiştir. Delilleri ise,
ileride tercümelerini sunacağımız 3175 ve 3176 numaralı hadis-i şeriflerdir.
Ancak Menhel yazarının açıklamasına göre, "Bu iki hadis cenaze için ayağa
kalkılmasmı emreden ve mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifi ve ben-
zerlerinijıeshedebilecek nitelikte değillerd... Çünkü bu hadislerden 3175 numaralı
hadis fiilî bir hadistir. Bilindiği gibi fiilî hadis, bu ümmete has bir hükmü ihtiva eden
kavli bir hadisi neshedemez. 3176 numaralı hadis-i şerif zayıf olduğundan sahih
hadislerle sabit bir hükmü neshedemez- Her ne kadar İmam Ahmed'in Müsned'inde:
"Hz. Peygamber bize cenaze geçerken oturmamızı emretti." diye bir rivayet varsa da,
bu cümle aynı hadisi rivayet eden Müslim'in kitabında bulunmadığı gibi, Tirmizî'nin
rivayetinde ve 3175 numaralı hadiste de yoktur.

Eğer 3176 numaralı hadisin sahihliğini kabul etsek bile, bu hadisin, kendisiyle çelişen
hadisleri neshettiği söylenemez. Çünkü, bu hadis-i şerifle, kendisine aykırı gibi
görünen hadis-i şeriflerin arasını te'lif etmek mümkündür. Bilindiği gibi, tearuz
halinde bulunan iki hadisin arasını telif mümkün iken, birinin diğerini neshetmesi
düşünülemez. Burada ise, hadislerdeki ayağa kalkmakla ilgili emirleri nedbe,
(mendupluk) oturmakla ilgili emirleri de cevaza hamlederek, bu hadislerin arasını te'lif
etmek mümkündür. Binaenaleyh cenaze için ayağa kalkmayı neshettiği iddia edilen
3175 numaralı Hz. Ali hadisinde, bizzat oturmayı emreden sözlü bir ifade
bulunmadığından, bu hadisin kendisine aykırı gibi görünen hadisleri neshettiği
söylenemez. Nitekim İmam Nevevî ile İbn Hazm da bu görüştedirler."
Ancak bilindiği gibi Cumhur ulema cenaze için ayağa kalkılmasmı emreden hadis-i
şeriflerin neshedildiği görüşündedirler. Kıymetli ilim adamlarımızdan merhum Kâmil
Miras Efendi, Tecrid-i Sarih isimli eserinde, cumhurun bu görüşünün isabetine işaret
ederek, Buhari'nin rivayet ettiği şu hadis-i şerifin bu görüşün isabetine delalet ettiğini



söylüyor: "Makburî demiştir ki: Biz bir cenazede bulunduk. Ebû Hüreyre (r.a)
Mervan'm elinden tuttu. Cenaze (omuzdan yere) konulmazdan evvel oturdular. Bunun
üzerine Ebû Sa-id el-Hudrî (r.a) geldi. Mervan'm elinden tuttu ve -Kalk Vallahi şu
adam (Ebû Hüreyre) bilir ki Nebî (s. a) bizi cenaze omuzdan yere indirilmedikçe otur-

r4041

maktan nehyederdi- dedi. Ebû Hüreyre de Said doğru söylüyor, diye tasdik etti."
Merhum Kâmil Miras daha sonra şu görüşlere yer veriyor: "
(İzahı)
ile meşgul
bulunduğumuz 650 numaralı Ebû Said Makbûrî hadisi de cenaze geçerken kıyamın
mensuh olduğunu iddia edenler için müstakil bîr delil olabilir. Tavzih' te deniliyor ki:
Ebû Said Makburî hadisinde bildirildiği üzere Ebû Hüreyre ile Mervan'm oturmaları
bu cenaze geçerken kıyamın vacib olmadığına pekala bir delildir. Çünkü ashab
arasında kıyam bir adeti cariye olsaydı, bunlar oturmayacaklardı. Yalnız bu Makburî
hadisinde bir cihet hatırlan işgal ediyor ki, Ebû Hüreyre cenaze geçerken kıyamın
mensuh ve ter-kediîerek geride kalmış bir adet olduğuna kani ise, neden Ebû Saidi
Hudrî'-yi: Doğru söylüyorsun diye tasdik etmiştir?

Bu şüpheyi de sarih Aynî şöyle kaldırıyor: Ebû Hüreyre'nin Ebû Said Hudrî'yi tasdik
etmesi, Rasûlü Ekremin vaktiyle cenaze geçerken oturmaktan nehyettiğini bildiğinden
dolayı doğru söylüyorsun, diye geçmiş zamana aid olan kıyam hükmünü tasdik
etmiştir. Aynı zamanda Ebû Hüreyre, Nebi (a.s)'m muahharen oturduğu ve bu
oturmaktan nehyin mensuh ve metruk olduğunu da biliyordu. Bundan dolayı da

[405J

oturmuştu. Ve belki Ebû Said'in bu itirazına rağmen kalkmamıştı."

3173... Ebû Said el-Hudrî'den (rivayet olunduğuna göre), Rasûlüllah (s. a)

"Bir cenazenin arkasından gittiğiniz zaman, o cenaze (yere) konuluncaya kadar

oturmayınız." buyurmuştur.

Ebû Dâvûd der ki: Bu hadisi (bir de) es-Sevri Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû
Hüreyre'den rivayet etmiştir. Bu rivayette Ebû Hüreyre (cenaze yere) "konuncaya
kadar" (oturmayınız!) demiştir.

Bir de bu hadisi Ebû Muaviye Süheyl'den (rivayet etmiş ve bu rivayette Süheyl)
"kabre konuncaya kadar" demiştir. (Ancak) Süfyan (es-Sevrî) Ebû Muaviye'den daha
r4061

belleyişlidir.
Açıklama

Metinde geçen cenazenin konulmasından ne kasdedildiği hususunda gelen rivayetler
muhteliftir.Bazı rivayetlerde "yere konuluncaya kadar" bazılarında da "Kabre
indirilinceye kadar" denilmiştir. Talikten de anlaşıldığı gibi, mevzumuzu teşkil eden
bu hadis-i şerifi Süfyan Sevrî ile Ebû Muaviye de rivayet etmişlerdir. "Yere konma"
rivayetini Süfyan Sevrî "Kabre indirme" rivayetini de Ebû Muaviye nakletmiştir. An-
cak musannif Ebû Dâvûd, ta'lik te "Süfyan Sevri Ebû Muaviye'den daha belleyişlidir."
sözüyle Süfyan Sevrî'nin rivayetini Ebû Muaviye'nin rivayetine tercih ettiğini
açıkladığından, biz de tercümemizde musannif Ebû Davud'un bu tercihine uyarak
parantez içerisine "yere" kaydını koyduk ve söz konusu cümleyi "Cenaze (yere)
konuncaya kadar", şeklinde tercüme ettik.

Binaenaleyh, bu hadis-i şerif, cenazeyi kabre kadar uğurlamak üzere peşinden giden



kimselerin kabre vardıklarında, cenaze yere konuncaya, yahutta kabre indilinceye
kadar oturmayip ayakta durmalarının mendup olduğuna delalet etmektedir. Hz. İbn
Ömer'le Hz. Ebû Hüreyre, İbn Zübeyr, Ebû Sa-id el-Hudrî, Ebû Musa el-Eşârî, el-
Evzâî, Ebû Hanife ve ashabı, İmam Ah-med ve İshak (r.a) bu görüştedirler. Nitekim
İbn Ebî Şeybe'nin rivayet ettiği "Ashab-ı Kiram cenaze; halkın omuzlarından yere
indirilinceye kadar oturmayı çirkin karşılardı." anlamındaki hadis-i şerifle, Nesaî'nin
rivayet ettiği "Biz Rasûlüllah'ı hazır bulunduğu hiçbir cenazede yere konmadan

r4071

oturduğunu asla görmedik." anlamındaki hadis-i şerif ve bir önceki hadis-i şe-
rifte, bu görüşü desteklemektedir. Cenazeyi yere koymadan oturmanın sakıncası
"cenazeyi uğurlamanın gayesine aykırılığından ileri gelmektedir. Çünkü cenazeyi
uğurlamak aslında cenazenin defnine önem vermek ve onun hakkına son derece riayet
etmektir."

Cenaze yere konmadan oturmak ise, bu hususlara hiç önem vermemek anlamına gelir.
Urve b. Zübeyr ile Said b. el-Müseyyeb, el-Esved, Malik ve Şafiî'ye göre, cenazeyi
yere koymadan önce oturmakta bir sakınca yoktur.

Hanefi âlimlerinden İbn Abidin de bu mevzuda şunları söylüyor: "Cenaze yere
konmadan oturmak yasak edilmiştir. Nitekim Sirac'da böyle beyan edilmiştir. Nehir' de
ise; bunun muktezası, buradaki kerahetin kerahet-i tahrimi olmasıdır,
denilmiştir.

Remli: Cenazeyi omuzlardan yere koyduktan sonra ayağa kalkmak da mekruhtur.
Nitekim Haniye ile İnaye'de de böyle denilmiştir.

Muhit'te ise, bunun aksi ifade edilerek şöyle denilmiştir: "Efdal olan, kabrin üzerine
toprağı tesviye etmeden oturmamalıdır." Bahir sahibi, birinci, kavlin evla olduğunu
söylemiştir. Zira Bedayi'de şöyle denilmiştir: "Cenazeyi yere koyduktan sonra
oturmakta bir beis yoktur. Çünkü Ubade b. Samit'ten rivayet olduğuna göre,
Peygamber (s.a.v) meyyit lahde konulmadıkça oturmazmiş. Bir defa Ashabı ile
birlikte bir kabrin başında ayakta dururken, bir yahudi (gelerek) ölülerimizi biz de
böyle yaparız, demiş. Bunun üzerine Peygamber (s. a. s) oturmuş ve ashabına, "Bunlara
muhalefet edin!" buyurmuşlardır. Yani ayağa kalkmak hususunda demek istemişler.
Onun için mekruh olmuştur. Bunun muktezası kerahet-i tahrimiyedir." Bu söz hacet ve

r4081

zaruret bulunmamakla kayıtlıdır.
3174... Cabir b. Abdullah (r.a) dedi ki:

"Biz peygamber (s. a) in yanında idik. O sırada yanımızdan bir cenaze geçti de (Hz.
Peygamber onu görünce) hemen ayağa kalktı (ona uyarak biz de ayağa kalkıp) onu
omuzlamak için (tabuta doğru) yürüdük. Bir de baktık ki, yahudi cenazesiymiş. Bunun
üzerine;

Ey Allah'ın Rasulü bu bir yahudi cenazesiymiş- dedik. (Rasul-ü Ekrem de):
"Ölüm korkunç (ve ibret alınacak) bir hadisedir, bîr cenaze görünce hemen ayağa

[4091

kalkınız." buyurdu.
Açıklama



Bu hadis-i şerif, bir cenazenin geçmekte olduğu görülünce, ayağa kalkmanın



meşruluğunu, bir gayr-i muslinim cenazesine bile ayağa kalkılabileceğini ifade
etmektedir.

Buharî'nin rivayetinde, cenazeyi görmek ayağa kalkmak için bir sebep olarak
[4101

gösterilirken Ebû Dâvûd, Nesaî, Müslim ve İbn Mace'nin rivayetinde "ölümün
korkunçluğu ve ibret alınacak bir hadise oluşu" ayağa kalkmanın sebebi olarak
gösterilmiştir.

Bu bakımdan, ölüm ibretli bir hadise olduğu için ibret alma hususunda kâfirin
cenazesiyle, müslimin cenazesi arasında bir fark olmadığından, her İnsanın cenazesi
için ayağa kalkmak intibaha vesile olabilir.

Sehl b. Hanif ile Kays b. Sa'd'm rivayetlerine göre, "Peygamber (s.a.) in yanından bir
cenaze geçmiş. Rasûlüllah (s.a) buna ayağa kalktığında, bunun bir yahudi cenazesi
olduğu kendisine bildirilmiş, Rasûlüllah da -Bu da (yaşayıp ölen) bir insan değil mi?-
I4JÜJ

cevabını vermiş."

Ahmed b. Hanbel'in Abdullah b. As'dan rivayet ettiği bir hadis-i şerif de şu mealdedir:
"...Evet kâfir cenazesine de ayağa kalkınız. Çünkü siz (aslında) o kâfir cenazesine
kalkmıyorsunuz. Ancak ruhları kabzeden yüce Allah'a ta'zim ederek ayağa
kalkıyorsunuz."

Hakim de, Enes b. Malik'ten şu mealde bir hadis-i şerif rivayet etmiştir: "Rasûlüllah
(s.a)'in yanından bir cenaze geçti de, hemen ayağa kalktı. (Oradakiler) Ey Allanın
Rasûlü, bu bir yahudi cenazesidir, deyince -Ben melekler için ayağa kalktım- cevabını
verdi."

Tahavî'nin Abdullah b. Şehbera'dan naklen rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şu
mealdedir: "Biz, Ali (r.a) ile bir cenazeyi intizar edip otururken, yanımızdan başka bir
cenaze geçti. Biz ayağa kalktık. Ali (r.a): Sizi bu cenazeye hangi bilgi ve duygunuz
kaldırıyor diye sordu. Dedik ki:

Biz ne biliyorsak ancak siz ashabı Muhammed (s.a)'den duyduklarımıza,
gördüklerimize medyunuz. Hz. Ali;
Duyduğunuz nedir ki, diye sordu. Biz de:

Ebû Musa, Rasûlüllah (s.a)'in "Yanınızdan bir cenaze geçtiğinde müslim olsun, yahudi
olsun veya hıristiyan olsun ayağa kalkınız. Çünkü siz ona değil, onun yanındaki
meleklere kalkıyorsunuz" buyurduğunu söylüyor, diye cevap verdik.
Ahmed b. Hanbel'in el-Hasen b. Ali'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Hz.
Peygamber'in yanından geçen bir yahudi cenazesini görünce ayağa kalkması onun
kokusundan rahatsız oluşuna bağlanırken, Taberî ile Beyha-kî'nin el-Hasen' den rivayet
ettiği bir hadiste de Hz. Peygamberin yahudinin başının kendilerinden daha
yukarılarda bulunmasına tahammül edemediği için ayağa kalktığı ifade edilmektedir.
Ancak, Hz. Peygamberin ayağa kalkmasını yahudinin kokusundan ve onun başının
yukarılarda olmasından rahatsız olmasına bağlayan son iki hadis sıhhat yönünden daha
önceki hadisler derecesinde olmadıklarından ve bu hadisler Hz. Peygamberin kendi
sözü olmayıp, sadece ravilerin kanaatlerini yansıttıklarından, kendilerinden önce
geçen ve Hz. Peygamberin yahudi cenazesine ayağa kalkışını Allah'a ta'zim, meleklere
saygı ve cenazeden ibret alma gibi sebeplere bağlayan hadisler karşısında, nazarı
itibara alınacak 'bir önemi haiz değillerdir.

Bu ayağa kalkışı, Allah'a ta'zim, meleklere saygı ve ölümden ibret gibi sebeplere
bağlayan hadisler arasında ise bir çelişki yoktur. Çünkü bunların hepsi neticede



[412]

Allah'ın emrine ta'zim noktasında birleşirler.



3175... Ali b. Ebû Talib'den (rivayet edildiğine göre); "Peygamber (s.a) (önceleri)

14131

cenaze(ler) için ayağa kalkmış (ondan sonraları oturmuştur.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, cenaze geçerken ayağa kalkmanın neshedildiğini söyleyen, cumhur
ulemanın delilidir. Biz bu mevzudaki görüşleri ve delillerin münakaşasını 3172
numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımızdan, burada tekrara lüzum görmüyoruz.
[414]

3176... Ubade b. es-Samit'ten demiştir ki:

Rasûlüllah (s.a) cenaze kabre konuncaya kadar ayakta dururdu. (Birgün) bir yahudi
alimi kendisine uğrayıp -(Ya Muhammed) biz (de) böyle yaparız- dedi. Bundan sonra
Peygamber (s.a) (cenaze için ayakr ta durmayı terkedip) oturdu ve (bize);

14151

"(Siz de) oturunuz, yahudilere muhalefet ediniz! buyurdu."
Açıklama

Rasul-i Zişan Efendimizin İslâm'ın ilk yıllarında, katılmış olduğu cenaze teşyılermde
cenaze kabre konuncaya kadar ayakta dururken, sonraları kendisine bir yahudi
aliminin, yahudilerinde böyle yaptığını haber vermesi üzerine, yahudilere muhalefet
için bu tatbikattan vazgeçip sahabilere de vazgeçmelerini ve cenaze kabre indirilirken
oturmalarını emrettiğini ifade eden bu hadis-i şerif, cenaze kabre indirilinceye kadar
ayakta durmanın neshedildiğini söyleyen Urve b. Zübeyr ile Said b. el:Müseyyeb, el-
Esved, İmam Malik ve Şafii'nin delilidir.

Fakat bu hadis-i şerif, senedinde Ebu'l-Esbat, Abdullah b. Süleyman ve babası
Süleyman gibi zayıf raviler bulunduğu için, delil olma niteliğinden uzaktır.
Cenaze, kabre konuncaya kadar ayakta durmayı emreden 3173 numaralı hadis-i
şerifse, bu hadis-i şeriften daha kuvvetli ve sağlamdır.

Biz bu mevzudaki görüşleri ve delillerin münakaşasını sözü geçen hadis-i şerifin

I1İ61

şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.
43-44. Cenazeyi Uğurlarken (Bir Hayvana Ve Bir Şeye) Binmek
3177... Sevban'dan (rivayet olunduğuna göre);

Rasûlüllah (s.a) bir cenazenin yanında iken (kendisine) bir hayvan getirilmiş te ona
binmeyi kabul etmemiş (Cenazeyi defnetme işini) bitirince bir başka hayvan getirilmiş
de ona binmiştir. (İlk getirilen hayvana binmediği halde ikinci hayvana binişinin
sebebi) kendisine sorulunca da (şöyle) cevap vermiştir:

"Gerçekten (cenaze ile birlikte) melekler de yürüyordu. Melekler yürürken ben



(hayvana) binecek değilim. (Fakat cenazenin kabre konmasını müteakip melekler

[417]

gidince (hayvana) bin (mekte bir sakınca görme) dim."



Açıklama

Rasûl-üZîşan Efendimiz bir cenazeyi uğurlarken, binmesi için kendisine bir hayvan
getirilince bunu kabul etmemiş fakat dönüşte binmesi için kendisine getirilen hayvana
binmiştir. Giderken hayvana binmeyi red ettiği halde, dönüşte binmeyi kabul edişinin
hikmeti sorulunca "Giderken bizimle birlikte cenazeyi yaya olarak takibeden görevli
bir çok melek vardı onlar yaya olarak yürürken benim hayvana binmem mümkün
olmadığı için ona binmeyi reddettim. Cenazenin defninden sonra melekler
dağıldığından hayvana binmekte bir sakınca kalmadığı için de ona bindim" cevabını
vermiştir.

Bu hadis-i şerif, Tirmizî ile İbn Mace'nin Sünen'Ierinde "Allah'ın melekleri yaya
olarak yürürlerken, siz hayvana binmekten utanmıyor musunuz?" anlamına gelen

[418]

lâfızlarla rivayet edilmiştir.

3178... Cabir b. Semure demiştir ki: Peygamber (s. a) İbn Dahdah'm cenaze namazını
kıl(dir) mışti. (o namazda) biz de vardık. (Namazdan) sonra (cenaze kabre
götürülürken binmesi için kendisine) bir at getirildi de (ata binmedi orada) bekletti.
Nihayet (dönüşte ona) bindi ve atı şaha kaldırmaya başladı. Biz de etrafında
[4191

koşuyorduk.
Açıklama

İbn Dahdah'm ismi kesin bir şekilde bilinmiyor. Bazıları ise, ondan. Ebû Da'hdah diye
bahsetmektedirler.

Görülüyor ki, Hz. Peygamber ölüyü kabre götürürken yaya gitmeyi tercih etmiş,
binmesi için kendisine getirilen hayvana binmeyi kabul etmemiş ona ancak dönüşte
binmiştir.

Nitekim Tirmizî'nin Sünen'indeki "Rasülullah (s. a) İbn Dahdah'm cenazesi ardınca
yaya yürüdü ve (dönüşte) at üzerinde döndü." mealindeki hadis-i şerifle Müslim'in
rivayet ettiği "Peygamber (s.a)'e çıplak bir at getirdiler de İbn Dahhah'm cenazesinden
dönerken ona bindi. Biz de Rasülullah (s.a)'in etrafında yürüyorduk." anlamındaki
hadis-i şerif bu gerçeği ifade etmektedir.

Bu mevzuda Müslim'in rivayet ettiği diğer bir hadis-i şerif de şu mealdedir: Rasülullah
(s. a) İbn Dahhah'm cenaze namazını kıldı. Sonra kendisine çıplak bir at getirildi. Atı
bir adam tutarak Rasülullah (s. a) bindi, derken at şahlanmaya başladı. Biz de onu
takibediyor, arkasından koşuyorduk. Bu arada cemaatten biri şunları söyledi:
"Peygamber (s. a) -Çenette İbn Dahdah için asılmış nice hurma salkımları vardır-
f4201

buyurdu."

Nevevî'nin açıklamasına göre, ashab-ı kiramın, Rasûlullah'm İbn Deh-dah hakkında
buyurduğu "İbn Dahdah için cennette asılmış nice hurma salkımı vardır" sözünü



aralarında konuşmalarının sebebi şudur:

"Bir yetim Hz. Ebû Lübabe ile bir hurmalık hakkında davaya düşmüş, Rasülullah (s. a)
da Ebû Lübabe'ye hurmalığı yetime vermesini tavsiye etmiş, fakat "Bu hurmalığa
karşılık çenette sana hurma salkim(lar)ı var" dediği halde, Ebû Lübabe buna razı
olmamış ve yetim ağlamış. O zaman Ebû Dahdah bunu işiterek Ebû Lübabe'ye kendi
bahçesini vermek suretiyle hurmalığı ondan satın almış, sonra Peygamber (s.a)'e:
Ben bu bahçeyi bu yetime verirsem, bana da çenette hurma var mı? diye sormuş
Rasülullah (s. a) de:

"Evet Ebû Dahdah için de çenette nice hurma salkımları vardır." buyurmuş. İşte
cemaattan bir zat bu hadiseyi hatırlayarak Ebû Dahhah'm cenazesinden dönüşte

1421]

arkadaşlarına bahsetmiştir.
Bazı Hükümler

1. Cenazeyi yürüyerek uğurlamakmüstehab, bir hayvana veya bir vasıtaya binerek
uğurlamak mekruhtur.

İmam Malik ile İmam Şafiî ve Ahmed b Hanbel (r.a) bu görüştedirler. Mezkûr mezheb
imamlarına göre, özür sahibi bir kimsenin cenazeyi binitli olarak uğurlamasında bir
sakınca yoktur.

Hanefılere göre, cenazeyi uğurlarken cenazenin önünde bir vasıtayla yürümek
mekruhsa da, arkasından bir vasıtayla yürümekte bir sakınca yoktur.
Nitekim ileride tercümesini sunacağımız 3 1 80 numaralı hadis-i şerif de Hanefılerin bu
görüşüne bir delil teşkil etmektedir.

Hanefi âlimlerine göre, 3177 numaralı hadisin şerhinde meallerini sunduğumuz
cenazeyi hayvan üzerinde takibederek uğurlamayı yasaklayan hadisi şerifler, Rasûlü
Ekrem'in bulunması sebebiyle meleklerin katıldığı cenazelere ya da özel olarak İbn
Dahdah'm cenazesine ait özellik arzeden hadislerdir. Çünkü bu melaikelerin herkesin
cenazesine katılması gerekmez.

Cumhur ulemaya göre ise 3180 numaralı hadiste cenazenin arkasından bir vasıtaya
binerek yürümeye verilen izin bu şekilde yürümenin haram olmadığı anlamına gelen
bir izindir. Binaenaleyh, bu izin cenazeyi arkadan bir vasıta üzerinde takibederek
uğurlamanın haram olmadığı anlamına gelirse de, mekruh olmadığı anlamına gelmez.

2. Cenazeyi defnettikten sonra, bir vasıtayla dönmek caizdir.

3. Büyüklere, binmeleri için, hayvan hazırlamak, binerken yardım etmek mubahtır.
f4221

44-45. Cenazenin Önünde Yürümek

3179... (Salim'in) babasından demiştir ki: Peygamber (s. a) Ebû Bekir ve Ömer (r.a) yi

[423]

cenazenin önünde yaya olarak yürürlerken gördüm.
Açıklama

Bu hadis-i şerif cenazeyi uğurlarken önünde yürümenin müs-tehab olduğunu söyleyen



İbn Ömer'le el-Hasen b. Ali, Ebû Katade, Ebû Hureyre, İbnü'z-Zübeyr, el-Kasım b.
Muhammed, Salim, İbn Ebû Leyla, ez-Zührî, Şafiî, Malik ve Ahmed (r.a)'in delilidir.
Bu görüşte olan âlimlere göre, cenazeyi uğurlamakta olan bir kimse, onun şefaatçisi
durumundadır. Şefaatçinin şefaatta bulunduğu kimsenin önünde olması gerekir.
İmam Ebû Hanife ile taraftarları, İmam Evzaî ve İshak ise cenazeyi uğurlarken
arkasından yürümesinin önünden yürümekden daha faziletli olduğunu söylemişlerdir.
Delilleri ise "Cenazenin önünde yürünmez" anlamındaki 3171 numaralı Ebû Hüreyre
hadisi ile Hakim'in Ebû Ümame'den naklettiği "Rasûlullan (s. a) oğlu İbrahim'in
cenazesinin arkasında sessizce yürüdü" anlamındaki hadis-i şeriftir. Bu görüşte olan

f4241

âlimlere göre "Rasûlullah (s. a) bize cenazeye tabi olmamızı emretti" mealindeki
hadis-i şerif de cenazenin arkasında yürümenin daha faziletli olduğuna delalet eder.
Bu hadis-i şerifte cenazeye tabi olmak emredilmektedir. Cenazeye tabi olmaksa
önünde değil arkasında yürümekle gerçekleşir ve ayrıca sözü geçen âlimlere göre,
mev-zumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinde ifade edilen, Hz. Peygamberle Ebû
Bekir ve Ömer'in cenazenin arkasında yürümesi, cenazenin önünden yürümenin
faziletine delalet etmez. Sadece cenazenin önünden yürümeninde caiz olduğuna
delalet eder.

Nitekim Ebû Ca'fer et-Tahavî'nin rivayet ettiği hadis-i şerifte ifade edildiğine göre,
"Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir cenazenin önünde Hz. Ali de arkasında yürürmüş. Bunun
sebebi Hz. Ali'ye sorulunca, onlar cenazenin arkasında yürümenin önünde
yürümekten, farz namazlarının nafilelere üstünlüğü kadar üstün olduğunu bilirler.
Fakat (cenazenin arkasında yürümenin de caiz olduğunu öğretmek ve) halka kolaylık
sağlamak için, önde yürürler, cevabını vermiştir."

Hz. Ali'nin bu açıklamasından anlaşıldığına göre, halk cenazenin önünden yürümenin
caiz olmadığını zannediyordu. Bu yüzden de hepsi cenazenin arkasından yürüdüğü
için izdiham oluyor, yollar daralıyor ve yürüme zorlaşıyordu. Hz. Ebû Bekir'le. Hz.
Ömer halka her ne kadar cenazenin arkasından yürümek daha faziletli ise de, önde
yürümenin de caiz olduğunu halka öğretmek ve cenazeleri uğurlarken meydana gelen
sıkışıklıktan onları kurtarmak için cenazenin Önünden yürümüşlerdir.
Bezlü'l-Mechud yazarının açıklamasına göre, cenazeyi kabre götürürken ne tarafında
yürümenin daha faziletli olduğu mevzuunda beş görüş vardır.

1. Yaya olsun binitli olsun kişinin cenazenin önünden yürümesi mutlak surette daha
faziletlidirjmam Şafiî (r.a) bu görüştedir.

2. Yayaların önden yürümesi, binitlilerin de arkadan yürümesi daha faziletlidir. İmam
Ahmed ile İmam Malik (r.a) bu görüştedirler.

3. İster binitli, ister yaya olsun, cenazeyi uğurlayan bir kimsenin cenazesin arkasından
yürümesi daha faziletlidir. Hanefi âlimleri, bu görüştedirler.

4. Kişi muhayyerdir. Dilerse cenazenin önünden, dilerse arkasından gider. İmam Sevrî
bu görüştedir.

5. Eğer cenazede kadınlar varsa önden yürümek, kadınlar yoksa arkadan yürümek
daha faziletlidir. İmam Efaû Hanife (r.a) bu görüştedir.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadisin senedinde geçen Salim'in babasından maksad, Hz.
Abdullah b. Ömer'dir. Hz. Salim'i hürriyetine Hz. Abdullah b. Ömer kavuşturduğu için
Hz. Salim onun aile fertleri arasına girmiş, bu yüzden de Hz. Abdullah'ın oğlu olarak
[4251

anılmıştır.



3180... Ziyad (in) Peygamber (s.a)'e kadar ulaştırdığı merru bir hadiste Hz. Peygamber
Efendimiz şöyle) buyuruyor:

"Binitli, cenazenin arkasında yürür, yaya ise (cenazenin) önünden ve arkasından ona
yakın olarak sağından ve (ya) solundan yürüyebilir. Düşük üzerine namaz kılınır anne

[4261

ve babası için de (Allah'-dan) mağfiret ve rahmet istenir."
Açıklama

Bu hadis-i şerif, cenazeyi kabre götürürken bir vasıtaya binmenin caiz olduğuna
delalet etmektedir. Fakat bu cevaz, bir cenazeyi kabre kadar uğurlayabilmek için
kesinlikle bir vasıtaya binmeye muhtaç olan kişiler içindir. Çünkü Hz. Peygamberin
bir cenazeyi kabre götürürken binmesi için kendisine takdim edilen bir hayvana
binmeyi kabul etmediğini ifade eden 3177 ve 3178 numaralı hadis-i şerifler buna
delalet etmektedir. 3177 ve 3178 numaralı hadisi şeriflerdeki cenazeyi uğurlamaya bir
vasıtayla gitmekle ilgili yasak, cenazeyi uğurlarken özürsüz olarak vasıtaya binmeye
ait olduğuna göre, bu hadislerle mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif arasında bir
çelişki yoktur. Çünkü sözü geçen hadislerdeki yasak, cenazeyi uğurlarken mazeretsiz
olarak vasıtaya binmekle ilgilidir. Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifteki cevaz ise,
mazereti olan kimselerle ilgilidir.

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerife dayanarak, Maliki âlimleri ile Hanefi, Hanbeli
âlimleri ve cumhur ulema cenazeyi uğurlarken mazeretinden dolayı bir vasıtaya
binmek durumunda kalan bir kimsenin cenazeyi arkadan ta'kibetmesinin daha
faziletli olduğunu söylemişlerdi.

Şafiî âlimlerine göre, efdal olan binitli kimselerin de yayalar gibi cenazenin
arkasından yürümeleridir. Fakat mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifin zahiri Şafıîlerin
aleyhine bir delildir.

Süfyan-ı Sevrî (r.a) de bu hadisin zahirine dayanarak cenazeyi uğurlamaya çıkan
kimsenin cenazenin dört tarafında da yürüyebileceğini söylemiştir.
Buraya kadar anlattığımız meseleleri şöylece özetlememiz mümkündür:

1. Cenazeyi uğurlarken mazeretsiz olarak bir vasıtaya binmek mekruhtur.

2. Cenazeyi uğurlarken dört tarafında da yürümek caiz olmakla beraber, önünde
yürümenin mi yoksa arkasında yürümenin mi daha faziletli olduğu mezheb imamları
arasında ihtilaflıdır.

İbn Hazm'a göre, binitli olan kimseler, cenazenin arkasında yürürler, yayalarsa
cenazenin istedikleri tarafından yürüyecebilirler. Fakat arkasından yürümeleri daha
iyidir.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif, ayrıca düşük çocuk üzerine namaz kılmanın
meşruluğuna delalet etmektedir. Nitekim İmam-ı Ahmed ile Dâvud Zahiri bu hadisin
zahirine sarılarak doğunca ister ağlayıp ta ölsün isterse tamamen ölü olarak dünyaya
gelsin, düşük üzerine namaz kılınması gerektiğine hükmetmişlerdir. Bu görüş , Hz.
İbn Ömer'le İbn el-Müseyyeb ve İbn Şîrîn' den de rivayet olunmuştur.
İmam Ebû Hanife ile taraftarları, İmam Malik, el-Evzaî ve Şafiî (r.a)'e göre, düşük
doğunca, sesi işitildikten sonra Ölürse, cenaze namazı kılınır, fakat tamamen ölü
olarak dünyaya gelir de hiç sesi işitilmezse namazı kılınmaz. Çünkü "Çocuk canlı



T4271

olarak dünyaya gelmedikçe, ona cenaze namazı kılınmaz." meâlideki hadis-i
şerif buna delalet eder.

Çocuğun sesinin duyulmasından veya ağlamasından maksat, aksırıp, tıksırması,
bağırıp-çağırması gibi hayat belirtilerinden birinin onda görülmesidir.
Her ne kadar Tirmizî'nin bu rivayetinin senedinde çeşitli yönlerden tenkide uğrayan
İsmail b. Müslim el-Mekkî varsa da aslında bu hadisi şerif Nesai, İbn Hibban ve
Hakim tarafından da rivayet edilerek takviye edilmiştir. İbn Mace, bu hadisi şu
manâya gelen lafızlarla rivayet etmiştir: "Çocuk doğarken istihlal ettiği (hayat belirtisi

f4281

gösterdiği) zaman üzerine cenaze namazı kılınır ve (kendisi) mirasçı da olur."
Bazı Hükümler

1. Cenazeyi kabre götürürken bir vasıta üzerinde bulunan kimselerin cenazenin
ardından yürümeleri onunde ya da sağında veya solunda yürümelerinden daha
faziletlidir.

2. Cenazeyi kabre götürürken, onu yaya olarak takibeden kişiler, cenazenin dört
tarafından da yürüyebilirler.

3. Düşük üzerine cenaze namazı kılınır, anne ve babası için rahmet ve mağfiret dilenir.
f4291

45-46. Cenazeyi (Defnetmekte) Acele Etmek

3181... Ebû Hüreyre'den (rivayet olunduğuna göre) Peygamber (s. a) (şöyle)
buyurmuştur:

"Cenazeyi (kabre) süratli götürünüz, eğer cenaze salih (bir kişi) ise (önünde) hayır
(vardır) onu hayra eriştirmiş olursunuz. Eğer cenaze böyle (salih bir kişi) değilse, şer

[430]

(bir kişi) dir. (Definde acele etmekle) onu omuzlarınızdan atmış olursunuz."
Açıklama

Hadis-i şerifteki "süratli götürünüz" emrinden murat, hızlı hızlı yürümek değil, oluye
zarar vermeyecek, taşıyanları ve uğurlayanları meşekkata sokmayacak derecede
mu'tedil bir yürüyüştür. Nitekim Ebû Bekre'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte
Rasûlü Ekremle saha-bilerinin cenazeleri mutedil bir yürüyüşle götürdükleri ifade

[431] „

edilmektedir. Alimlerden bazılarına göre, VCenazeyi kabre süratle götürmek"
demek, onun öldüğü kesinlikle anlaşıldıktan sonra, hiç beklemeden ve vakit geçir-
meden, hemen tekfin ve teçhizine başlamak demektir.

Fakat birinci görüşün daha isabetli olduğu bir gerçektir. Çünkü Tabe-ranî'nin rivayet
ettiği "sizden birisi öldüğü zaman onu bekletmeyiniz, acele olarak kabrine götürünüz."
mealindeki hadisi şerifle Said el-Hudrî'den "Cenaze tabuta konulup da, adamlar
omuzlarına aldıklarında, eğer o adam salih bir kişi ise -beni bir an. önce (mükafatıma)
götürün. Beni bir an önce götürün- der. Eğer kötü bir kişi ise -Eyvah! Beni nereye



götürüyorsunuz?" der. Bu sesi insandan başka herşey duyar. Eğer insanlar duysalardı,
[432]

bayılıp düşerlerdi. anlamına gelen lafızlarla rivayet edilen hadis, birinci görüşün
daha isabetli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Metinde geçen kelimesindeki cemi müzekker muhatab (çoğul, ikinci şahıs) zamiri

[433]

cenazeyi kabre götürme görevinin erkeklere ait olduğuna delalet etmektedir.
Bazı Hükümler

1. Cenazeyi kabre götürürken, ölüye zarar verecek dereceye varmamak şartıyla biraz
suratlı yürümek mustehabdır. Hanbelî âlimlerinden İbn Kudame'nin açıklamasına
göre, bu mevzuda âlimler ittifak etmiştir. Ancak îbn Hazm, cenazeyi götürürken bu şe-
kilde acele etmenin farz olduğunu söylemekle şaz bir görüş ortaya koymuştun Gerçi;
"İbn Abbas ile birlikte Şerifte Peygamber (s.a)'in zevcesi Mey-mune'nin cenazesinde
bulunduk. İbn Abbas: Bu kadın Peygamber (s.a)'in zevcesidir, Şimdi tabutunu

1434]

kaldırdığınız zaman sarsmayın, sallamayın, hoş tutun..." anlamındaki hadisi
şeriften selef-i salihinin bazılarının cenazeyi süratli taşımayı kerih gördükleri
anlaşılıyorsa da, onların bu meseledeki muhalefetleri cenazenin zarar görmesine sebep
olabilecek derecedeki süratli yürüyüşlerle ilgilidir.

2. Bir kimsenin öldüğü kesinlikle anlaşılır anlaşılmaz, acele olarak defn işlerine
başlamak müstehabdır.

3. Salihlerin sohbetine rağbet etmek, zararlı kimselerin sohbetinden de kaçınmak

[4351

gerekir.

3182... (Uyeyne b. Abdirrahman'm) babasından (rivayet olunduğna göre), kendisi
Osman b. Ebi'l-As'm cenazesinde bulunmuştur. (Kendisi bunu şöyle anlatıyor):
Biz (cenazeyi götürürken) yavaş yavaş yürüyorduk. Derken Ebû Bekre (arkamızdan
yetişip) bize katıldı ve kamçısını kaldırıp "Ben Rasûlullah (s. a) ile birlikte bizi

1436]

(cenazeleri götürürken) biraz süratlice yürürken gördüm." dedi.
Açıklama

Bu hadisi şerif, cenazeyi kabre götürürken koşar adımla mutad yürüyüş arasında bir
süratle, daha doğrusu normal yürüyüşten biraz daha süratli bir şekilde, yürümenin
müstehab olduğuna delalet etmektedir.

Çünkü metinde geçen "Remel" kelimesi omuzları oynatacak şekilde, fakat koşmadan
biraz süratlice yürümek demektir. Rasûlü Zişan Efendimizin ve ashabı kiramın
cenazeleri uğurlarken takibettikleri yürüyüş tarzı olarak, hadisi şerifte cenazeyi
götürenlerin uymaları istenen yürüyüş tarzı budur.

İbn Ebî Şeybe'nin Abdullah b. Ömer'den tahric ettiği bir hadis-i şerifte açıklandığı
üzere, Hz. Ömer Hz. Abdullah'a kendisi ölünce cenazesini taşırken bu şekilde
yürümesini ve cenazenin önünde melekler, arkasında da ademoğulları bulunduğu için



[437]

cenazenin arkasından yürümesini vasiyyet etmiştir.

3183... Şu (bir numara önce) hadisi (Halid b. Haris ile İsa b. Yunus da) Uyeyne (b.
Abdirrahman) dan (naklettiler ve bir önceki hadisi şerifte anlatılan hadisenin)
Abdurrahman b. Semure'nin cenazesinde (meydana geldiğini ve Uyeyne b.
Abdurrahman'm; Ebû Bekre sünneti terketmelerinden dolayı tehdid için elindeki)

14381

kamçıyruzatarak ka-tırıyla halkın üzerine yürüdü dedi(ğini) söylemişlerdir.
Açıklama

Bu hadis, Nesaî'nin Sünen'İnde şu manâya gelen lâfızlarla rivayet edilmiştir:
"Abdurrahman b. Semure'nin cenazesinde bulundum. Ziyad, tabutun önünden
yürüyordu. Abdurrahman'm yakınlarından erkekler ve köleleri ise (tabutun önünde)
tabuta doğru dönüp gerisin geri gidiyorlardı ve "Yavaş yavaş (götürün) Allah ecrinizi
artırsın" diyorlardı ve ağır ağır yürüyorlardı. Bİz Mirbed yolunda iken Ebû Bekre,
katırıyla bize yetişti, onların yaptıklarını görünce katırıyla üzerlerine gitti. Kırbacıyla,
onlara işaret ederek:

"Açılın, Ebu'l-Kasım'ı şereflendirene yemin olsun ki, biz Rasûlullah (s. a) ile

14391

beraberken cenazeyi süratle götürdük." dedi. Bunun üzerine sıkışıklık dağıldı.
3184... İbn Mes'ud'dan demiştir ki:

Peygamber (s.a)'e cenazeyle yürümeyi sorduk, şöyle buyurdu: "Koşmanın altında
(mutedil bir süratle yürünür. Böyle yürümekle) eğer (ölen kimse) hayırlı (birisiyse)onu
hayra (eriştirmekte) acele etmiş olunur. Eğer böyle değilse (varsın) cehennem halkı
(bizden biran önce) uzak (laşıp, gitsin). Cenaze arkasından gidilendir, (kendisi)
arkadan giden değildir. (Cenazenin)önünden giden onunla beraber bulunmuş
[440]

olmaz."

Ebû Dâvûd der ki: Bu ravi (yani) Yahya İbn Abdullah zayıftır, Yahya el-Câbir
(denilen kimse) de odur ve Kûfelidir. Ebû Mâcide (ise) Basra'lıdır. Bu Ebû Mâcide

[4411

(nin kimliği) ise meçhuldür.
Açıklama

Cenazeyi kabre götürürken normal yürüyüşten biraz daha süratli adımlarla, fakat
koşmadan, götürmek müstehabdır. Cenazeyi bu şekilde biraz süratlice götürmekle;
eğer o cenaze hayırlı bir kimse ise, bir an önce kendisini bekleyen hayra erişmiş olur.
Eğer hayırsız bir kimse ise, müslümanlar onu bir an önce kendilerinden uzaklaştırmış
olurlar.

Metinde geçen kelimesini biz "uzaklaşıp gitsin" diye tercüme ettik. Fakat bu

\442^

kelimenin "haksızlık yapan kavim yok olsun" mealindeki âyeti kerimedeki gibi
beddua olarak kullanılmış olması da mümkündür. O zaman bu cümleye "cehennem



halkı yok olsun!" manâsı vermek mümkündür.

Cenazeyi kabre götürürken arkasında yürümenin, sağında, solunda veya önnüde
yürümekten daha faziletli olduğunu söyleyenlerin delilini teşkil eden bu hadis-i şerif,
zayıftır. Çünkü Yahya b. Abdullah ile Ebû Macide vardır. Bilindiği gibi bu ravilerin

14431

her ikisi de zayıftır.
Bazı Hükümler

1. Bir meseleyi bilmeyen kişi, onu bir bilene sormalıdır.

2. Cenazeyi kabre götürürken normal bir süratle götürmek ve arkasından yürümek
gerekir. Cenazenin önünden yürüyen kimse, arkasından yürüyen kimse kadar sevap

f4441

alamaz.

46-47. İmam, İntihar Eden Bir Kimsenin Namazını Kılar Mı?
3185... Câbir b. Semure dedi ki:

Bir adam hastalanmıştı. Bir süre sonra onun hakkında feryad-ü figan yükselmeye
başladı. Bunun üzerine (o hastanın) komşusu, Ra-sûlullah (s.a)'a gelip:
(Ey Allah'ın Rasûlü) O (adam) öldü, dedi. (Hz. Peygamber de): "Ne biliyorsun?'*
dedi. (O kimse de);

Ben onu (ölmüş halde) gördüm, dedi. Rasûlullah (s. a) de:

"O kimse ölmedi" dedi. (Adam da) döndü (gitti). Derken (hastanın evinden tekrar)
onun için feryad-ü figanlar yükseldi. Bunun üzerine (hastanın komşusu tekrar)
Rasûlullah (s.a)'e geldi ve:

Ey Allah'ın Rasûlü o kimse gerçekten öldü, dedi. Peygamber (s. a) de:

"O ölmedi" buyurdu. (Adam tekrar) döndü (gitti. Fakat) (evden yine) o kimse için

ağlanıp sızlandığı işitilmeye başlandı. O sırada (hastanın) karısı (dışarı çıkıp o adama)

Rasûlullah (s.a)'e git ve (komşunun intihar ettiğini) kendisine haber ver dedi; (o adam

da):

Ey Allah'ım, sen ona Ia'net et! dedi. Sonra (bu) adam gitti ve o kimseyi yanındaki
mızrak demiri ile kendisini öldürmüş halde gördü. Ve hemen Peygamber (s.a)'e varıp
onun öldüğünü kendisine bildirdi. (Rasûl-ü Zîşan Efendimiz)
"Ne biliyorsun?" (dedi) O da:

Onu yanındaki mızrak demiriyle kendini öldürmüş halde gördüm, cevabını verdi.
(Rasûl-i Zîşan Efendimiz tekrar):
"Sen onu gördün mü?" diye sordu (o adam da):
Evet, cevabını verdi. (Bunun üzerine Peygamber Efendimiz):

[445]

"Öyleyse ben onun namazını kılmam!" buyurdu.
Açıklama

Mişkas: Okun ucuna takılan ve temren ismi verilen sivri demirdir.

Hadis-i şerifte intihar ettiğinden ve intihar ettiği için de Hz. Peygamber'in, namazım

kılmadığından bahsedilen şahsın kimliği, kesin olarak tes-bit edilememiştir.



Ancak bu kimsenin intihar sebebi, İbn Mace'nin Sünen'inde şöyle anlatılıyor.
"Peygamber (s.a)'in ashabından bir adam yaralandı. Yara ona eziyet verdi. Bunun
üzerine yaralı, okların demir kısımlarının bulunduğu yere yavaş yavaş giderek
bunlarla kendini boğazladı. Peygamber (s. a) onun üzerine (cenaze) namaz(ı)
\446^

kılmadı."

Mevzumuzu teşkil eden bu hadisi şerife dayanarak Ömer b. Abdülaziz ile İmam-ı
Evzâî intihar eden bir kimsenin cenaze namazının kılmmadığma hükmetmişlerdir.
İmam Ebû Hanife ile İmam Mâlik, Şafiî ve cumhur ulema ise, "intihar eden bir
kimsenin cenaze namazı kılınır." demişlerdir.

İmam Ahmed'e göre, intihar eden kimsenin cenaze namazını devlet reisi kılmaz, fakat
başkaları kılar. Rasûl-ü Zîşan Efendimiz, intihar eden adama bir ceza olarak ve
başkalarını da intihardan men etmek için, onun namazını kılmamıştır. Nitekim halka
bir ibret teşkil etmesi için Rasûl-ü Ekrem'in bir borçlunun cenaze namazını kılmadığı,
fakat başkalarının kılmasına da mani olmadığı Nesaî'nin Sünen' inde rivayet edilmiştir.
f4471

Darekutnî'nin müteaddit yollardan rivayet ettiğine göre, Rasûlü Zîşan Efendimiz "La
ilahe illallah diyen herkesin arkasında namaz kılınız ve la ilahe illallah diyen herkesin
cenaze namazını kılınız" buyurmuştur.

Ancak İmam Ebü Hanife (r.a), İslâm devletine karşı isyan edenleri ve yol kesenleri bu
hükmün dışında bırakarak onların cenaze namazının kılınamayacağını söylemiştir.
f4481

47-48. Had Cezasından Dolayı Öldürülen Bir Kimsenin Cenaze Namazı Kılınır
Mı?

3186... Ebû Berze el-Eslemi'den demiştir ki:

Rasûlullah (s. a) Maiz b. Malik'in cenaze namazını kılmamış ve (fakat başkalarını)

f4491

onun cenaze namazını kılmaktan nehyetmemiştir.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte, Hz. Peygamberin huzuruna gelerek zina ettiğini itiraf eden Maiz'in
cenaze namazını kılmadığı ifade edilirken, Müslim ile Buhari'nin bazı rivayetlerinde
1450]

Hz. Peygamberin Maiz'in cenaze namazını kılıp kılmadığı hususunda bir
açıklama bulunmamaktadır.

[451]

Buhari'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise, Hz. Peygamberin Maiz'in cenaze
namazını kıldığı ve onun hakkında hayır dua ettiği ifade ediliyor. Hafız İbn Hacer'in
de açıkladığı gibi, her ne kadar Mahmud b. Gay-lan'm Abdürrezzak'tan rivayet ettiği
bu hadisi şerifte, Hz. Peygamber'in Maiz'in cenaze namazını kıldığı ifade ediliyorsa
da, başta Muhammed b. Yahya ez-Züheylî olmak üzere, pek çok raviler, bu hadisin
tam aksine Hz. Peygamber'in, Maiz'in cenaze namazını kılmadığım ifade



etmektedirler.

Hafız Münzirî'ye göre, Abdürrezzak'tan bu hadisi sekiz kişi rivayet etmiş, hiç birisi de
Hz. Peygamber'in Maiz'in cenaze namazını kıldığından bahsetmemiş, bilakis onun
cenaze namazını kılmadığını nakletmişlerdir.

Menhel yazarının tesbitine göre* Mahmud b. Gaylan'm Hz. Peygamber'in Maiz'in
cenaze namazını kıldığına dair rivayet ettiği hadise aykırı olarak rivayette bulunan
râvilerin sayısı, ondan fazladır. Bunların bir kısmı Mahmud b. Gaylan'm bu
rivayetinin doğru olmadığını açıkça söylemişler, bir kısmı da sükut etmişlerdir.
Beyhakî ise, şöyle der: "Abdürrezzak'm arkadaşlarının Hz. Peygaber'-in Maiz'in
cenaze namazını kılmadığı hususunda icma etmiş olmaları, bunun aksini ifade eden
Mahmud b. Gaylan'm rivayet ettiği hadisin hatalı olduğunu gösterir." Ayrıca ez-
Zührî'nin ashabı da Hz. Peygamber'in Maiz'-in cenaze namazını kılmadığı hususunda
ittifak etmişlerdir. Her ne kadar bütün bunlar, Mahmud b. Gaylan'm bu rivayetinin şaz
bir rivayet olduğunu gösterirse, de, usulü hadisde rivayetine güvenilir bir ravinin
rivayet ettiği bir hadis-i şerifte diğer rivayetlere nisbetle fazla ve onlara aykırı olarak
gelen bir rivayetin makbul olduğuna hükmedilir. Buna göre, sözkonusu hadisin, diğer
tariklerden gelen rivayetinde bulunmayıp da Mahmud b. Gaylan'm rivayetinde
bulunan "Hz. Peygamber'in Maiz'in cenazesini kıldığı" ifadesinin bu rivayet hakkında
sükut eden râvilerin rivayetine tercih edilmesi gerekir. Bu fazlalığa itiraz eden
kimselerin rivayetine gelince, bu hadis-i şerifle onların arasını şu şekilde te'lif etmek
mümkündür: Hz. Peygamberin, Maiz'in cenaze namazını kılmadığını ifade eden
hadisler, Maiz'in recmedil-diği günle ilgilidir. Gerçekten o gün, Hz. Peygamber
Maiz'in cenaze namazını kilmamıştır.-Hz. Peygamber'in Maiz'in cenaze namazını
kıldığından bahseden Mahmud b. Gaylan hadisi ise, Maiz'in recmedildiği günü
takibeden günle ilgilidir. Çünkü Hz. Peygamber onun namazını recmedildiğinin ertesi
günü kılmıştır.

Nitekim Abdürrezzak'm Ebû Umame b. Sehl b. Haniften rivayet ettiği bir hadisi
şerifte, Rasûlü Zîşan Efendimizin Hz. Maiz recmedildikten bir gün sonra ashabı
kirama "Arkadaşınızın namazını küm" diye emir buyurduğu ve kendisininde onun
namazını kıldığı ifade edilmektedir.

Eğer bu rivayetlerin arasını bu şekilde te'lif mümkün olmasa, o zaman Mahmud b.
Gaylan'm rivayetini diğerlerine tercih etmek gerekir. Çünkü Mahmud b. Gaylan'm
rivayeti sahihtir.

Mevzumuzu teşkil eden ve Mahmud b. Gaylan'm rivayetine aykırı düşen hadis ise,
isnadında kimliği meçhul şahıslar bulunduğu için zayıftır.

[4521

Müslim'in rivayet ettiği bir hadisi şerifle ileride tercümesini sunacağımız 4440
numaralı hadisi şerif de Mahmud b. Gaylan'm bu rivayetini te-yid etmektedir.
Binaenaleyh, bütün bu rivayetler Hz. Peygamber'in had cezasından ölen bir kimsenin
cenaze namazını kıldığını gösterir. Nitekim İmam Ahmed (r.a) de "Hainliklerinin
cezasını çekerek ölenlerle, intihar ederek ölenlerin dışında Hz. Peygamberin cenaze
namazını kılmadığı bir kimse bilmiyoruz" demiştir.

Had cezasından dolayı Ölen bir kimsenin cenaze namazının kılınıp kılmmayacağı
meselesinde fıkıh âlimlerinin görüşlerini şu şekilde özetleyebiliriz:
İmam Malik ile İmam Ahmed (r.a); halkın had cezasını gerektiren suçlan işlemeye
cesaret edememeleri için, devlet reisinin ve faziletli kişilerin had cezasından ölen
kimselerin cenaze namazlarını kılmalarının mekruh olduğuna, ancak devlet reisinin ve



faziletli kişilerin dışındakilerin had cezasından ölen kimselerin cenaze namazlarını
kılabileceklerine hükmetmişlerdir.

İmam Ebû Hanife (r.a) ile taraftarlarına ve İmam Şafiî (r.a)'ye göre, recmedilen bir
kimse yıkanır ve cenaze namazı kılınır. Cumhur ulemanın görüşü de budur. Kâdî Iyaz
âlimlerin tümünün had cezasından ya da recinden dolayı ölen yahut da intihar eden her
müslümanin cenaze namazının kılınacağı görüşünde olduğunu söylemiştir. Ulemanın
bu mevzudaki delilleri "... Yavaş ol yâ Halid! Nefsim elinde olan zata yemin ederim.
Bu kadın öyle bir tevbe etti ki, onu zulmen vergi alan bir kimse yapsaydı mutlak
affedilirdi buyurmuş, sonra kadının getirilmesini emrederek cenaze namazını kılmış ve
[453]

kadın defnedilmiş" mealindeki hadis-i şeriftir.

Her ne kadar İmam Zührî, recm cezasıyla cezalandırılan bir kimsenin cenaze
namazının kılınamayacağım söylemişse de, bu mevzuda gelen hadis-i şerifler onun bu

£4541

görüşünü reddetmektedirler.

48-49. Çocuğun Cenaze Namazını Kılmanın Hükmü
3187... Aişe (r.a)den (elemiştir) ki:

"Peygamber (s.a)'in oğlu İbrahim onsekiz aylıkken öldü de Ra-sûlullah (s. a) onun

[455]

cenaze namazını kılmadı."
Açıklama

Hadîs metninde geçen "Onun cenaze namazını kılmadı" sözüyle "Onun cemaatle
kılman cenaze namazına katılmadı" denmek istenmiş olması mümkündür. Hz.
Peygamber'in oğlu İbrahim'in başkaları tarafından cemaatle kılman cenaze namazına
iştirak etmemesi, daha sonra onun namazını tek başına kılmış olmasına mani değildir.
Çünkü bilindiği gibi oğlu İbrahim vefat ettiği zaman, güneş tutulmuştu. O sırada halk
Hz. İbrahim'in cenaze namazını kılarken Rasûlü Zîşan Efendimizin küsuf namazıyla
meşgul olması, bu yüzden de cenaze namazına yetişememiş olması ihtimali son derece
kuvvetlidir. Fakat cenaze namazı cemaatle kılındıktan sonra, Hz. Peygamber'in ayrıca
bir cenaze namazı daha kılmaması için hiç bir sebep yoktur.

Hattâbî'nin açıkladığına göre, âlimlerden bazıları, Hz. Peygamber'in oğlu İbrahim'in
cenaze namazına katılmamış olmasını "Şehitlerin cenaze namazından müstağni
oldukları gibi bir peygamber çocuğu olarak Hz. İbrahim de cenaze namazından
müstağni olduğundan, Hz. Peygamber'in oğlu İbrahim'in cenaze namazına
katılmaması çocukların cenaze namazı kılmma-yacağı anlamına gelmez. Bu Hz.
İbrahim'e ait özel bir durumdur." şeklinde te'vil etmek istemişlerse de, bu te'vile hiç
lüzum yoktur. Çünkü bir numara sonra tercümesini sunacağımız hadiste de ifade
edildiği gibi, Rasûl-ü Zîşan Efendimiz aslında oğlu İbrahim'in cenaze namazını kıldığı
bir gerçektir. Gerçi sözünü ettiğimiz hadis mürseldir fakat başka yollardan gelen
hadislerle takviye edildiği için zayıflıktan kurtulup hasen derecesine yükselmiştir.
14561



3188... el-Behiyy (Abdullah b. Beşşar) dedi ki: Peygamber (s.a)'in oğlu İbrahim vefat
edince, Rasûlullah (s. a) oturmak için ayrılan bir yerde onun cenaze namazını kıldı.
(Ebu Davud der ki: Ben (bu hadisi) Ya'kub b. ei-Ka'ka'a okudum. (O sırada
kendisine): {'İbnü"l Mübarek size Ata'dan (naklen) Peygamber (s.a)'in yetmiş günlük
iken (ölen) oğlu İbrahim'in cenazesini kıldığını haber verdi mi?" diye soruldu (da -

14571

evet- cevabını verdi).
Açıklama

Metinde geçen "el-mekaid" kelimesi, aslında çarşıda pazar-da halkın oturup sohbet
etmesi için ayrılmış özel yerler anlamına gelir. Burada kasdedilen ise Hz. Osman'ın
evinin yanında, yahut da Mescid-i Nebevi'nin yanında bulunan ve halkın oturup
sohbet etmesi ve ab-dest alması için ayrılan yerlerden birisidir.

Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, Hz. Peygamber, oğlu
İbrahim'in cenaze namazında bulunmamıştı. Çünkü o sırada güneş tutulması
olduğundan, kendisi küsuf namazı kılmakla meşguldü.

Durum böyleyken burada "Hz. Peygamber, oğlu İbrahim'in namazını kıldı" denilmesi,
bu iki hadis arasında bir çelişki bulunduğunu göstermez. Çünkü buradaki "kıldı"
kelimesi, "kılınması için emir verdi" anlamında kullanılmıştır. Bir başka ifadeyle Hz.
İbrahim'in cenaze namazının kılınmasını Hz. Peygamber emrettiği için bu namaz Hz.
Peygambere nisbet edilerek "Rasûllullah cenaze namazını kıldı" denmiştir. Ayrıca Hz.
Peygamber küsuf namazını bitirdikten sonra, oğlu İbrahim'in cenaze namazını
kendisinin ayrıca kıldığı ve metindeki "cenaze namazını kıldı" sözüyle kasdedilenin
bu namaz olduğu da düşünülebilir. Bu düşünceden hareket edince, bir önceki hadisin
şerhinde de açıkladığımız gibi, Hz. Peygamberin, oğlu İbrahim'in namazını
kılmadığını ifade eden bir önceki hadisle bu hadisin arası te'lif edilmiş olur. Bu telifin
mümkün olmadığı kabul edilirse, o zaman kaide icabı bu hadis, bir öncekine tercih
edilir. Çünkü bu hadis müsbettir. Bir önceki ise menfidir. Müsbet olan rivayetler,
menfi rivayetlere tercih edilir. Musannif Ebû Dâvûd, metnin sonuna ilave ettiği talikle
mevzumuzu teşkil eden ve Hz. Peygamberin oğlu İbrahim'in cenaze namazını
kıldığını ifade eden hadis-i şerifi takviye etmek istemiştir. Gerçekten İbn Mace'nin
rivayet ettiği Râsûlullah (s. a) oğlu İbrahim ölünce onun cenaze namazını kıldırdı ve

[4581

"Şüphesiz cennette onu emziren vardır" buyurdu mealindeki hadisi şerifle İmam
Ahmed'in Bera'dan rivayet ettiği "Râsûlullah (s. a) oğlu İbrahim'in cenaze namazını
[4591

kıldı" mealindeki ve Beyhakî'nin rivayet ettiği, yine aynı meâldekfhadis-i şerif
de mevzumuzu teşkil eden hadisi takviye etmektedirler. Beyhaki, bu hadisi takviye
eden daha pek çok haberler rivayet ettikten sonra, bu haberlerin mürsel olduklarını,
fakat birbirlerini takviye ettikleri için zayıflıktan çıkıp mevsul derecesine
yükseldiklerini, dolayısıyla "Hz. Peygamberin oğlu İbrahim'in cenaze namazını
kılmadığını" ifade eden hadis-i şeriflere tercih edilecek dereceye geldiklerini
söylemiştir.

Ancak mevzumuzu teşkil eden bu hadisin sonuna ilave edilen talikte, Hz. İbrahim'in
(70) yetmiş günlük iken öldüğü ifade edilmektedir. Oysa bir önceki Hz. Aişe
hadisinde, Hz. İbrahim'in onsekiz aylıkken öldüğü ifade edilmektedir. İbn Hazm'm da



ifade ettiği gibi, bu mevzuda Hz. Aişe'nin rivayeti daha sahih ve tercihe şayandır.

r4601

Çünkü Hz. Aişe'nin rivayetinde kesiklik yoktur. Senedi muttasıldır.
49-50. Cenaze Namazını Mescidde Kılmak
3189... Hz. Aişe (r.ha) dan demiştir ki:

"Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah (s. a) Süheyl b. Beyza'nm cenaze namazını

1461]

mescidden başka bir yerde kılmadı."
Açıklama

Hz. Aişe, Sa'd b. Ebî Vakkas'm cenaze namazının mescidde kılınması için emir verip
cenazeyi mescide getirttiği zaman orada bulunan sahabiler, cenaze namazını mescidde
kılmanın caiz olmadığını söyleyerek Hz. Aişe'nin bu hareketine karşı çıktılar. Bunun
üzerine Hz. Aişe, sözlerini yeminle te'yid ederek Hz. Peygamberin Süheyl'in cenaze
namazını mescidde kıldırdığını rivayet edip, onları bu hareketin doğruluğuna inan-
dırdı. Bu hadise Müslim'in Sahih'inde şöyle anlatılır: "Hz. Aişe (r.a) Sa'd b. Vakkas'm
cezanesinin mescide getirilerek namazının orada kılınmasını emretti. Fakat halk
kendisine itiraz ettiler. Bunun üzerine Hz. Aişe (r.a)- Bu insanlar Rasûlullah (s.a)'in
Süheyl b. Beyza'nm cenaze namazını mescidden başka bir yerde kılmadığını ne çabuk
14621

unuttular-, dedi."

Yine Müslim'in bu mevzudaki rivayet ettiği bir hadis-i şerif de şu mealdedir: "Sa'd b.
Ebî Vakkas vefat edince, Peygamber (s.a)'in zevceleri cenazesinin mescide
getirilmesini ve kendilerinin de cenaze namazını kılmak İstediklerini bildirmek için
haber gönderdiler. Cemaat da Öyle yaptı. Derken cenazeyi namazını kılmak için
ümmühat-ı mü'minin hücreleri önünde durdurdular ve peykelere bakan cenazeler
kapısından çıkardılar. Müteakiben halkın bunu ayıpladıklarını haber aldılar, halk:
Cenazeler mescide sokulmamalı idi, diyorlardı. Aişe bunu duyunca:
Şu insanlar bilmedikleri bir şeyi ayıplama hususunda ne de sürat gösterirler. Bir
cenazenin mescidden geçirilmesi hususunda bizi ayıplamışlar. Halbuki Rasûlullah
(s. a) Süheyl b. Bezda'nm cenaze namazını mescidin içinden başka bir yerde kılmadı
[463]

dedi.

Hz. Süheyl'in babası Vehb b. Rabia annesi de Da'd'dır. Beyza kelimesi annesinin
sıfatıdır.

Hz. Süheyl İslâm'a ilk girenlerden ve Habeşistan'a hicret edenlerdendir. Daha sonra
Mekke'ye dönmüş, orada müslümanlara yapılan işkencelerin devam etmekte olduğunu
görünce, Medine'ye hicret etmiş. Bedir savaşı başta olmak üzere, birçok savaşlarda

[464]

bulunmuş ve hicretin dokuzuncu yılında vefat etmiştir.
Bazı Hükümler

1. Bu hadis-i şerif, ölü insanın temiz olduğuna delildir. Nevevı: Bizim mezhebimize



[4651

göre, sahih olan kavil de budur" demektedir.

2. Hadis-i şerif "mescidde cenaze namazı kılınır" diyenlerin delillerin-dendir.
İbn Ebi'z-Zi'b, Ebû Hanife ve meşhur kavline göre İmam Malik "Mes-cidde cenaze
namazı kılınamaz" demişlerdir. Hanefi mezhebinih bu meseledeki görüşünü şu şekilde
özetlemek mümkündür: "Cenazeyi cami içine alarak namazını kılmak mekruhtur.
Kerahet-i tenzihiyedir. Çünkü cami ve mes-cidler beş vakit namaza bağlı şeyler için
bina edilmiştir. Fakat cemaatin bir kısmı hariçte (cenazenin olduğu yerde) diğer kısmı
camide bulunarak cenaze namazı kılmalarında bir kerahet olmadığı Şemsü'I-
Eimme'den naklen Tah-tavî'de bildirilmiştir. Şu halde esasen kerahet cenazenin

f4661

camiye alınarak kalmasmdadır."

Bu mevzuda İbn Abidin de şu görüşlere yer veriyor:

"Mescide cenaze namazına gelen bir kimse, onu cemaatle birlikte kılmazsa başka
yerde kılma imkanı yoktur. Bu suretle ömründe hiçbir cenaze namazı kılmaması lazım
gelir. Evet bazı yerlerde cenaze, mescidin dışında caddeye konur da namazı kılınır.
Bundan birçok kimselerin namazlarının bozulması lâzım gelir. Çünkü pislik
umumidir. Pislenen ayakkabılarını da çıkarmazlar. Halbuki biz, caddede kılmanın
mekruh olduğunu söylemiştik. Bir şey darahrsa genişler (bu bir kaidedir) şu halde
"kerahet-i tenzihiye ile mekruhtur." diye fetva vermek gerekir. Keraheti tenzihiye
evlanın hilafı manasınadır. Nitekim Muhakkik İbn Kemal bu kavli tercih etmiştir. Bu

[467]

söylediklerimiz özür olunca asla kerahet yoktur. Allah-u a'Iem." Bu mevzu bir

T4681

sonraki hadisin şerhinde tekrar ele alınacaktır.
3190... (Hz.) Aişe'den demiştir ki:

"Allah'a yemin olsun ki Rasûlullah (s. a) Beyza'nm iki oğlunun (yani) Süheyl ile

f4691

kardeşinin cenaze namazlarını mescitte kıldı."
Açıklama

Bu hadis-i şerif, cenaze namazını mescitte kılmanın caiz olduğunu söyleyen İmam
Şafiî ile İmam Ahmed, İshak ve Maliki âlimlerinden İbn Habib'in delilidir. İmam
Malik ile Ebû Bekr es-Sıddık, Ömer, Aişe ve Peygamber Efendimizin diğer
hanımlarının da bu görüşte oldukları rivayet edilmiştir. Fıkıh ulemasının pekçoğu da
bu görüştedir.

Nitekim Said b. Mansur'un rivayet ettiği, Hz. Ebû Bekr'Ie Ömer'in cenaze
namazlarının mescitte kılındığını ifade eden hadis-i şeriflerle İbn Ebî Şeybe'nin, Hz.
Ömer'in Ebû Bekir'in cenaze namazını mescidde kıldığını ifade eden hadis-i şerifler de
bu görüşü teyid etmektedir. İmam Ebû Hanife (r.a) ile İbn Zi'b ve İmam Malik'in
meşhur olan görüşüne göre cenaze namazını mescidde kılmak mekruhtur.
Delilleri ise "Cenaze namazını mescidde kılan kimseye bir şey yoktur." mealindeki
3191 numaralı hadisi şeriftir. Bu görüşte olan mezkur âlimlere göre, mescidler, farz
namazlar ile farz namazlara tabi olan namazları ve nafile namazları kılmak, zikretmek
ve ilim öğrenmek için yapılmışlardır. Cenazenin mescide sokulması ise mescidin
cenazeden çıkacak kan ve benzeri pisliklerle kirlenmesine yol açacağından, cenaze



namazının mescidde kılınması mekruhtur. Kudûrî şerhi, Lübab'da açıklandığına göre,
Hanelilere göre, cenaze namazının mescidde cemaatle kılınması mekruhtur.
Zahirürriva-ye'ye göre, bu mevzuda cenazenin mescid içinde olması ile dışında olması

r4701

arasında da bir fark yoktur.

Bu görüşte olan âlimlere göre, Rasûl-ü Zîşan Efendimizin el-Beyza (r.ha)' nm
oğullarının cenaze namazını mescidde kılması, özel bir olaydır. Bu bakımdan hükmü
tüm müslümanlara şâmil değildir. Çünkü Hz. Beyza'nm oğulları vefat ettikleri zaman,
Hz. Peygamber mescidde itikafta bulunuyordu.

İbn Abidin, bu gibi mazeretlerin bulunması halinde, cenaze namazını mescitte
kılmakta asla kerahet olmadığını söylerken, İmam Tahavî de cemaatin bir kısmının
mescidde bir kısmının da cenaze ile birlikte mescidin dışında bulunması halinde
bunun, caiz olduğunu şemsü'l-eimme'den iletmiştir. Nitekim bir önceki hadisin
şerhinde açıklamıştık.

Özürsüz olarak cenaze namazını mescidde kılmak mekruh olduğu halde, Hz.
Peygamberin bazı cenaze namazlarını mescidde kılması, bunun kerahetle caiz
olacağını öğretmek istemesiyle açıklanabilir. Nitekim Beyza'nm oğullarının cenaze
namazını da bu maksatla mescidde kılmaş olabilir. Binaenaleyh, Hz. Peygamber'in bu
cenaze namazlarını mescidde kılması bu namazların mekruh olmasına mani değildir.
Eğer cenaze namazını mescidde kılmak sünnet olsaydı, bu ashab-ı kiram arasında
yerleşmiş olacağından, onların Hz. Aişe'nin Hz. Sa'd b. Ebî Vakkas'm cenazesinin
mescidde kılınması isteğine karşı çıkmamaları gerekirdi. Ayrıca 3189 numaralı
hadisin şerhinde ifade ettiğimiz gibi, Hz. Aişe'-nin cenaze namazının mescitte
kılınmasının caiz olduğuna örnek olarak .sadece Hz. Beyza'nm oğullarını
gösterebilmiş olması da Hz. Peygamber devrinde cenaze namazlarının genellikle
mescid dışında kılındığını ve sünnet olan uygulamanın da bu olduğunu gösterir.
Hz. Ebû Bekir ile Ömer'in cenaze namazlarının mescidde kılındığına, dair olan
rivayetlere gelince, bu hadislerde cenazelerin mescidin içinde bulunduğuna dair bir
ifade yoktur. Cenazelerin dışarıya konularak namazlarının içeride kılınmış olması
ihtimali olduğu gibi, bu iki halife üzerine Hz. Peygamberin hanımlarının da namaz
kılmalarına imkân vermek için, özel olarak onların cenazelerini mescide sokup

[471]

namazlarının orada kılınmış olması ihtimali de mevcuttur.

3191... Ebû Hureyre'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a) (şöyle) buyurdu;

f4721

"Kim cenaze namazını mescidde kılarsa ona (günahtan) hiçbir şey yoktur."
Açıklama

Metinde gecen "Ona (cenaze namazını mescidde kılmasından dolayı günahtan) hiçbir
şey yoktur" cümlesi Süneni Ebû Dâvûd nüshalarının pek çoğunda "Onun için (sevap-
tan) hiç bir şey yoktur" şeklindedir. el-Hatib cümlenin bu şeklinin diğer şeklinden de
doğru ve asla uygun olduğunu söylemiştir. Nitekim İbn Mace'nin rivayeti de böyledir.
İbn Ebî Şeybe ise, bu cümleyi "Onun namazı yoktur'* şeklinde rivayet etmiştir.
Cümlenin rivayet edilen bu ikinci şekline göre, mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i
şerif, cenaze namazını mescidde kılmanın mekruh olduğunu söyleyen Hanefilerle



İmam Malik (r.a) ve İbn Ebi Zi'b'in delilidir.

Şafiî âlimlerinden İmam Nevevî ise, değişik nüshalarda değişik şekillerde bulunan
metnin son cümlesinin "Ona (günahtan) hiçbir şey yoktur" şeklindeki rivayetinin daha
doğru olduğunu söyleyerek bu hadisin cenaze namazını mescidde kılmanın caiz
olduğunu söyleyenlerin delili olduğunu söylemiştir.

Gerçekte bu hadisle ilgili tüm nüshalar ve rivayetler karşılaştırılırsa, söz-konusu
cümleyi şeklinde kaydeden nüshaların ve rivayetlerin çoğunlukta olduğu ve
nüshalarda bulunan kelimesinin şeklinde yazılması gerekirken yanlışlıkla şeklinde
yazıldığı ve bu hadisin bazı rivayetlerinde geçen kelimesinin demanâsmda kullanıldığı
anlaşılır.. Dolayısıyla sözü geçen nüshalar ve rivayetler arasındaki ihtilaf da kalkmış
olur.

Ancak bu hadisin senedinde Tev'eme'nin azatlı kölesi Salih vardır. Bu kimse güvenilir

[473]

bir ravi olmadığından bu hadis zayıftır.

50-51. Cenazeyi Güneş Doğarken Ya Da Batarken Gömmenin Hükmü
3192... Ukbe b. Amr dedi ki:

Üç vakit vardır ki, Rasûlullah (s. a) bizi o vakitlerde namaz kılmaktan veya ölülerimizi
defnetmekten nehyederdi:

1. Güneş doğmaya başladığından yükselinceye kadar,

2. (Güneş) tam gökyüzünün ortasında iken (batıya) meyledince-ye kadar,

3. Güneşin batmaya meylettiği andan batmasına kadar. (Ukbe son cümleyi bu şekilde

r4741

ifade etti) yahut da buna benzer bir şey söyledi.
Açıklama

Hadis-i şerifte geçen "Ölülerimizi defnetmekten" cümlesi âlimlerin çoğuna göre,
zahiri rhanâsmda kullanılmıştır. Bu manâya göre, ölüleri sözü geçen üç zamanda
kabre koymak caiz değildir. Bu manâ ile amel eden İbn Hazm, bu zamanda cenazeyi
defnetmenin haram, Hanbeliler de mekruh olduğunu söylemişlerdir. Ancak İbnü'I-
Mübarek ile Hanefılere ve Şafıilere.göre ise bu cümle burada "ölülerimiz üzerine
cenaze namazı kılmaktan" manâsında kullanılmıştır. Binaenaleyh bu hadis-i şerifte
yasaklanan bu üç zamanda cenaze defnetmek değil cenaze namazı kılmaktır.
Yine metinde geçen "Yükselinceye kadar" cümlesinden maksat ise 1277 numaralı
hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, güneşin göz kararıyla ufuk çizgisinden
bir mızrak boyu yükseldiği zamandır. Buna göre, güneşin doğmaya başladığı andan
itibaren güneşin ufukta göz kararıyla bir mızrak boyu yükselmesine kadar geçen süre
içerisinde; herhangi bir namazı kılmak ve cenazeyi defnetmek yasaklanmıştır. Aslında
güneşin bu noktaya geldiği an, yeryüzünde bulunduğumuz nokta ile güneş arasındaki
çizginin yerküresine göre beş derecelik bir açı teşkil ettiği andır. Bizim
memleketimize göre, güneşin doğmaya başladığı andan itibaren bu ana kadar geçen
zaman kırk ila elli dakika arasında değişen bir zamandır.

Güneşin gökyüzünün ortasına gelmesinden maksat, güneşin tam tepeye gelip de
herşeyin gölgesinin kaybolduğu zeval vaktidir. Metindeki bu cümleden ve bu cümleyi
takibeden "Batıya meyledinceye kadar" cümlesinden anlaşılıyor ki, Rasûl-ü Zîşan



Efendimiz, zeval vaktinden itibaren güneşin batıya meyledişine kadar geçen süre
içerisinde cenaze namazı kılmayı yasakladığı gibi, güneşin batmaya yaklaşıp da
sararmasından ve güneşin ışınları gözleri kamaştırmaz bir hale geldiği andan battığı

1425]

ana kadar geçen süre içerisinde cenaze namazı kılmayı da yasaklamıştır.
Bazı Hükümler

1. Metinde belirtilen üç vakitte cenaze namazı kılmak ve cenaze defnetmek yasaktır.
Ulema bu mevzuda ihtilaf etmiştir.

a) İmam Ahmed ile İshak, es-Sevrî, Ata, en-Nehâî ve el-Evzaî mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerife dayanarak sözkonusu vakitlerde cenaze namazı kılmanın mekruh
olduğunu söylemişlerdir.

Ibn Ömer (r.a)'in de bu görüşte olduğu rivayet edrilmiştir. Hanefi âlimleri de bu
görüştedir. Şu farkla ki Hanefilere göre, bu vakitlerden biri girdikten sonra, yıkanıp
kefenlenerek namazının kılınması için hazırlanmış olan bir cenazenin namazını kılıp
defnetmekte hiç bir kerahet yoktur.

b) Mâlikilere göre, güneş doğarken, batarken ve Cuma hutbesi okunurken, cenaze
namazı kılmak haramdır. Sabah namazından sonra güneşin doğmasına yakın bir
zamana kadar caizdir. Bundan sonra güneşin doğup bir mızrak boyu yükselmesine ve
ikindi namazından sonra güneşin batmasına kadar geçen süre içerisinde cenaze namazı
kılmak da mekruhtur.

c) Şafıîlere göre, sözü geçen kerahet vakitlerinde cenaze namazı kılmak mekruh
değildir. Ancak bu vakitler kasden seçilerek namaz bu vakitlere denk getirilirse, o
zaman mekruh olur. Hadisteki nehy bu şekilde kasden mekruh vakitlerde kılman
cenaze namazlarına aittir.

İbn Hazm da metinde belirtilen üç vakitte cenaze namazı kılmanın mekruh olduğu
görüşündedir. Ona göre, mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifteki nehy kasıtlı ve
özel olarak sözü geçen vakitlere denk getirilerek kılman nafile namazlara aittir.

2. Metinde açıklanan üç vakitte cenazeyi defnetmek yasaktır. Ancak âlimler, bu
yasağın hükmü üzerinde ihtilafa düşmüşlerdir.

Ibn Hazm, bu hadisin zahirine dayanarak ölüyü bu vakitlerden birinde defnetmenin
haram olduğunu söylerken, Hanbeliler, mekruh olduğunu, Ha-nefılerle, Şafiîler de
defn için bu vakitler kasden seçilmiş olmamak şartıyla caiz olduğunu söylemişlerdir.
Fakat ölünün daha fazla bekletilmesiyle çürüyüp dağılmasından korkulması halinde,
bu vakitlerde defnedilmesinin caiz olduğunda tüm âlimler ittifak etmişlerdir. Bu
mevzunun tamamı 1274 numaralı hadis-i şerifin şerhinde geçtiğinden okuyucularımız

[4761

oraya müracaat edebilirler.

52. Bir Kadın Cenazesiyle Erkek Cenazesi Birlikte Getirildikleri Zaman, Hangisi
İmama Daha Yakın Olarak Konur?

3193... el-Haris b. Nevfel'in azatlı kölesi Ammar'm haber verdiğine göre;
Kendisi (Ali b. Ebû Talib'in kızı ve Hz. Ömer'in eşi) Ümmü Gül-süm'le (Ümmü
Gülsüm'ün) oğlunun cenazesinde hazır bulunmuş. Çocuk, imam tarafına (Ümmü
Gülsüm de çocuğun arka tarafına) konmuş (Ammar sözlerine devam ederek şöyle



demiştir): Ben bu uygulamayı yadırgadım. Cemaatin içinde İbn Abbas'Ia Ebû Said el-
Hudrî, Ebu Katade ve Ebû Hureyre (r.a) de vardı. (Onlar): "Sünnet (olan) budur"
[4771

dediler.
Açıklama

Hz. Ümmi Gülsüm; Hz. Ali (k.v)'nin kızı Hz. Ömer (r.a)'in de zevcesi idi. Hz. Ömer'in
Zeyd ismindeki oğlu ondan dünyaya gelmişti. Hz. Ümmü Gülsüm'le oğlu Zeyd ikisi
bir anda vefat edip de hangisinin daha önce vefat ettiği anlaşılamadığından hiç biri
diğerine varis olamadı.

Hz. Ammar'm ifade ettiğine göre, Hz. Ümmü Gülsüm ile oğlu Zeyd namazlarının
kılınması için musallaya getirildikleri zaman çocuk imamdan tarafa, annesi de onun
arka tarafına konduğu için Hz. Ammar bu uygulamayı yadırgamış, kadının imam
cihetine, çocuğun da onun arkasına konması gerektiğini zannediyormuş. Fakat orada
bulunanlar bu uygulamanın sünnete uygun olduğunu ifade ederek, Hz. Ammar'm
kanaatinin doğru olmadığını ortaya koymuşlardır. Beyhakî'nin rivayetine göre, orada
hazır bulunan cemaat içerisinde ayrıca el-Hasen, Hüseyn, İbn Ömer ve Ebû Hurevre
olmak üzere seksene yakın sahabi vardı. Bu hadis-i şerif Nesaî'nin Sünen'-inde şu
manâya gelen lâfızlarla rivayet olunmuştur:

"Nafi (r.a)'den: İbn Ömer (r.a) dokuz cenazeye birden namaz kıldı. Erkekleri ön tarafa
-cemaat tarafına- kadınları da arka tarafa, kıble tarafına koydu. Onları tek bir sıra
olarak dizdi. Hz. Ömer b. Hattab'm zevcesi ve Ali (r.a)'nin kızı Ümmü Gülsüm ile
Zeyd adındaki oğlunun cenazesi de birlikte kondu. O gün İmam, Said b. el-As
T4781

idi..."

Bazı Hükümler

1. Bir erkek çocuk ile bir kadının cenaze namazları birlikte kılınmak istendiği zaman,
çocuğun cenazesi imam tarafında, kadının cenazesi de çocuğun kıble tarafına konur.
Alimlerin açıklamasına göre, buluğ çağma ermiş bir erkekle bir çocuk ve bir hünsa ve
bir de kadının cenazeleri birlikte kılınmak istenirse, imama en yakın buluğ çağma
gelen erkek konur. Onun arkasına çocuk, onun arkasına hünsa (erselik) onun arkasına
da kadın konur. İmam Şa'bi ile Said b. eP-Müseyyeb, Ata, en-Nehâî, ez-Zührî, Yahya
el-Ensarî, İmam Malik, Şafiî, es-Sevrî, Ahmed b. Hanbel, İshak ve Hanefi âlimleri bu
görüşte oldukları gibi, sahabe-i kiramdan Osman b. Afıfan, Ali, İbn Ömer, îbn Abbas,
el-Hasan, el-Hüseyin, Zeyd b. Sabit, Ebû Hüreyre, Ebû Said el-Hudrî (r.a) de bu
görüştedirler. Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif, bu görüşte olan âlimlerin delilidir.
Ancak Hasen-i Basri, Kasım b. Muhammed ve Salim b. Abdullah'a göre, musallada
kadın imamdan tarafa, erkekler de kıble tarafına konarak namazları kılınır. Ancak
bunların delili akıldır. Birinci görüşte olanların delili de sünnettir.

f4791

2. Birden fazla kişinin cenazesini birlikte kılmak caizdir.

51-53. İmam Namazını Kılacağı Cenazenin Ne Tarafında Durur?



3194... Nafi Ebû Galib'den demiştir ki:

Ben ağıl yolunda idim. Etrafında kalabalık cemaat bulunan bir cenaze geçti. Abdullah
b. Umeyr'in cenazesidir, dediler. Bunun üzerine ben de onun arkasından gitmeye
başladım. Bir de baktım, karşımıza üzerinde ince bir kaftan, başında da kendisini
güneşten koruyan bir bez bulunan at üzerinde bir adam çıkıverdi. "Bu kabile reisi de
kimdir?" diye sordum. "Enes b. Malik'dir" cevabını verdiler. Cenaze indirilince Enes
kalkıp cenaze namazını kıl (dır)dı. Ben de (hemen) arkasmdaydım. Benimle onun
arasında hiçbir şey yoktu. (Enes) cenazenin başı hizasında durup dört tekbir aldı.
(Namazı) ne uzattı ne de süratli kıldırdı. (Namaz bittikten) sonra oturmak istedi. (O
sırada kendisine);

Ey Ebû Hamza (şu cenaze) Kureyş'İi bir kadındır, (onun da namazını kildmver),
dediler. Kadını (Enes'e) yaklaştırdılar. (Cenazenin) üzerinde yeşil bir örtü vardı.
(Enes) kalktı, cenazenin kalçası hizasında durup aynen erkeğin namazını kıldığı
şekilde onun da namazını kıl(dır)dı, sonra oturdu. Derken el-Alâ b. Ziyad:
Ey Ebû Hamza! Rasûlullah (s. a) de cenaze namazını senin kıldırdığın gibi bu şekilde
dört tekbir alarak, erkeğin başı hizasında, kadinin da kalçası hizasında durarak mı
kıldırırdı? diye sordu. O da;

Evet, diye cevap verdi. (Bunun üzerine el-Alâ b. Ziyad):

Ey Ebû Hamza; sen Rasûlullah (s.a)'la birlikte savaşta bulundun mu? diye sordu. (O
da):

Evet, Huneyn'de onunla birlikte savaştım. Müşrikler gelip üzerimize saldırdılar.
Nihayet (biz hezimete uğrayıp) kaçmaya başlamıştık. Atlarımızın da arkamızdan
(hezimete uğrayıp kaçışmakta) olduklarını gördük. (Müşrik) askerleri içerisinde bir
adam vardı ki, üzerimize saldırıyor ve bizi kırıp geçiriyordu. DerkenAllah onları
bozguna uğrattı. (Ele geçirilen) düşman askerleri getiriliyordu. Müslüman kalmak
üzere Hz.. Peygambere söz veriyorlardı. (O sırada) Peygamber (s.a)'in sahabilerinden
bir adam "Üzerime nezr olsun, eğer Allah bugün bizi kırıp geçiren adamı buraya
getirecek olursa, onun boynunu vuracağım" dedi. (Bunu duyan) Rasûlullah (s. a) sükut
etti. (Derken sözü geçen) adam (müslüman askerler tarafından oraya) getirili-verdi.
(Adam) Rasûlullah (s.a)'i görünce:

"Ey Allah'ın Rasûlü, ben (küfürden kurtulup) Allah'a döndüm, dedi. Rasûlullah (s.a);
(o nezreden) adam, nezrim yerine getirsin diye o adamla biatlaşmaktan uzak durdu.
(Nezreden) kişi adamı öldürmek için Rasûlullah (s.a)'m kendisine emir vermesini
beklemeye başladı. O kimseyi (müslüman olduktan sonra öldürmek hususunda)
Rasûlullah (s.a)'den korkuyordu. Rasûlullah (s.a)"onun hiçbir şey yapamayacağını
anlayınca (müslüman olmak isteyen) adamla (müslüman olarak kalması için) biatlaştı.
Bunun üzerine (nezr eden) adam:
Ey Allah'ın Rasûlü, benim nezrim (ne olacak?) dedi.

"Ben denlinden beri sen nezrini yerine getiresin diye (onunla biatleşmekten) geri
durdum." buyurdu. (Adam da):

Ey Allah'ın Rasûlü, bana işaret etseydin ya! dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a):
"Hiç bir peygamber işaretle konuşmaz" buyurdu.

(Bu hadisin ravisi) Ebû Galib dedi ki: "Ben Enes'in (cenaze namazını kıldırırken)
kadının kalçalarının hizasında durmasmı(n sebebini ilim adamlarına sordum da bana -
çünkü (eskiden kadım gözlerinden korumak üzere üzerine örtülen) kubbe şeklindeki
örtüler yoktu. (Bu yüzden) imam onu cemaatten gizlemek üzere kalçalarının hizasında
dururdu. (Bu gün de onlara uymak için Hz. Enes kadının kalçaları hizasında durdu)-



diye cevap verdiler."

Ebû Dâvûd der ki: Peygamber (s.a)'in "Ben insanlar -Lâ ilahe illallah- deyinceye kadar
onlarla savaşmakla emrolımdum" (anlamındaki 2640 numaralı) hadisi, (mevzumuzu
teşkil eden) bu hadisin (bir müslümanm öldürmeyi nezrettiği bir müşriğin) "Ben (artık
küfürden) Allah'a döndüm" sözüyle (müslüman olduğunu ifade ettikten sonra da,
müslümanm) onu öldürerek nezri(ni) yerine getirebileceğini ifade eden) kısmını
r4801

neshetmiştir.
Açıklama

Sikke: İki koldan sıralanmış ağaçların arasında uzayıp giden.yol demektir. Mirbed;
"ağıl" demektir. Dolayısıyla bu iki kelime "ağıl yolu*' manâsına gelen bir tamlama
teşkil etmektedir. Bu isimle anılan biri Basra'da, diğeri de Medine'de iki yol vardır.
Enes b. Malik Basra'da ikâmet ettiğine göre, burada bu kelimeyle kasdedilen
Basra' daki ağıl yolu olması gerekir. Cenazesi söz konusu edilen Abdullah b..Umeyr'in
Ümmü Fazl'm azatlı kölesi Ebû Muhammed olması ihtimali olduğu gibi, Abdullah b.
Abbas (r.a) olması ihtimali de vardır. Sonradan getirilen kadının burada Ensarî olduğu
ifade edilirken, Tirmizî'nin rivayetinde Kureyşli olduğu ifade edildiğine bakılırsa,
onun hem Kureyş'li hem de E-nsari olduğu anlaşılır. Çünkü bu mümkündür.
Na'ş: Aslında boş tabut demekse de burada halkın gözünden gizlemek için kadınların
cenazelerrüzerine kubbe şeklinde örtülen kumaş, manâsına gelmektedir. İbn Abdil-
Berr'in açıklamasına göre, bu Örtü ilk defa Hz. Fa-tima (r.ah)'nm cenazesi üzerine
örtülmüştür.

Beyhakî'nin bir rivayetinde bu hadise şu mânaya gelen lafızlarla anlatılır. "Rasûlullah
(s. a) kızı Fatıma (bir gün Hz. Ebû Bekir'in kızı Esma'ya):

Ey Esma! Ben kadınlar vefat ettiği zaman onlara uygulanan muameleden
hoşlanmıyorum. Çünkü kadının üstüne sadece bir kumaş örtülüyor. O kumaş kadının
vücudunu dışarı aksettiriyor- dedi. Hz. Esma da:

Ey Rasûlullah'm kızı, ben sana bu hususta Habeşistan'daki bir uygulamayı göstereyim
mi?- dedi ve yaş hurma dalları getirterek onları yontup tabuta yerleştirdi. Üzerlerine
de bir kumaş örttü. (Bu kumaş kubbe şeklini almıştı.) Hz. Fatıma:
Bu ne kadar güzel, hem de cenazenin kadın cenazesi olduğunu simgeler (Ey Esma)
ben öldüğüm zaman beni Ali ile birlikte sen yıka. Yanıma başka hiçbir kimseyi
sokma- dedi. Hz. Fatıma vefat edince yânına Hz. Aişe girmek istediyse de Hz. Esma
içeri almadı. Hz. Aişe, Hz. Esma'yı Hz. Ebû Bekir'e şikayet etti. Hz. Ebû Bekir gelip
Hz. Esma'ya cenazenin üzerine niçin gelin hevdeci gibi bir kubbe yaptığını sorunca,
Hz. Esma bunu Hz. Fatıma'-nm vasiyyeti üzerine yaptığını ifade etti. Hz. Ebû Bekir
de:

Vasiyyeti yerine getir buyurdu."

Müslüman olduğunu, küfürden tevbe edip Allah'a döndüğünü ifade eden ve
müslümanlara çok zayiat verdiren kimse, müslüman olduğunu ifade ettiği halde, Hz.
Peygamber'in onun müslümanlığmı derhal kabul etmeyip de, onu öldürmek için
nezreden sahabinin nezrini yerine getirebilmesi için onu öldürmesini beklemesi
şüphesiz ki izahı gereken-bir meseledir. Meııhcl yazarının açıklamasına göre, Hz.
Peygamberin onun müslümanlığmı hemen kabul ve ilan etmeyişinin sebebi ağzından
"eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden rasûlullah" sözünün



işitilmemesidir. Yahutta bu nezir, o kimse müslüman olmadan önce yapıldığı için,
müslüman olduktan sonra da yerine getirilmesi gerekirdi. Çünkü o anda nezir
hakkında yürürlükte olan hüküm buydu. Rasûl-ü Ekrem bunun için beklemişti. Fakat,
Musannif Ebû Davud'un da ifade ettiği gibi, bu hüküm sonradan 2640 numaralı
hadisle neshedilmiştir.

İlim adamları, cenaze namazını kıldıracak olan imamın cenazenin ne tarafında
duracağı konusunda ihtilafa-düşmüşlerdir. Bu mevzudaki görüşleri şu şekilde
özetleyebiliriz:

1. Şafiîler, Dâvud, İbn Hazm ve hadis ehline göre erkeklerin başı hizasına kadmlarmsa
kalçaları hizasına durur.

2. Hanbeliler'e göre erkeğin göğsünün hizasına doğru durulur. Kadının ki birinci
görüşe göredir.

3. Hanefi alimlerine göre imam, erkeğin ve kadının göğüslerinin hizasına doğru durur.
Ebû Hanife ve Ebû Yusuf tan bir rivayete göre, erkeğin başının ve kadının kalçasının
hizasında durur. Tahavî bu kavli seçmiştir. Bu görüş, birinci görüşün aynıdır. Hanefi
mezhebinin bu meseledeki görüşünün izahı için bir numara sonraki hadisin şerhine
müracaat edilebilir.

4. Malikiler'e göre, imam. erkeğin kalçasının hizasına ve kadının omuzları hizasına
doğru durur.

Yukarıdaki ihtilaf efdaliyet ile ilgilidir. Aslında imam erkek veya kadın cenazenin

[4811

herhangi bir uzvunun hizasına doğru namaz kıldinrsa sahihtir.
Bazı Hükümler

1. Cenaze namazı kıldırırken, imamın, cenazenin tam ortası hizasında durması
müstehabdır.

2. Cenaze namazında alman tekbirlerin sayısı dörttür.

3. Esir edilen bir kâfiri müslüman olmadan önce devlet reisi isterse öldürür, isterse sağ
bırakır.

4. Müslüman olan bir esirin kanı dökülemez.

5. Bir kimsenin adakta bulunup adağını yerine getirmesi meşrudur.

6. Bir Peygamberin bildiğinin aksini söylemesi, ya da kaş göz işaretleriyle mecliste
bulunan bazı kimselere bir şeyler anlatıp bunu orada bulunan diğer kimselerden

f4821

gizlemeye çalışması caiz değildir.
3195... Semure b. Cündup'ten demiştir ki:

Peygamber (s.a)'in ardında, nifash iken vefat eden bir kadının (cenaze) namazını kıl
(mış)tım. (Peygamber Efendimiz) o kadının cenaze namazını kılmak için (tam) ortası
1483]

(hizası)na durdu.
Açıklama

Müslim ve Nesaî'nin rivayetlerinde açıklandığına göre hadis-i şerifte nifash ikeri vefat
ettiğinden bahsedilen kadın Ümmü



Ka'b'dır. Metinde geçen kelimesinden maksat ölünün kalçaları hizasıdır. Ancak Hanefî
âlimlerine göre, vücudun ortası göğüs olduğundan kelimesine "göğsü" manâsı
vermişlerdir. Çünkü göğüs vücudun ortasıdır. Esasen, baş ve ayaklar vücuddan
sayılamaz. Esas vücudu teşkil eden kısım, kasıklarla boyun kökü arasında kalan
kısımdır. Bu kısmın ortasının da göğüs olduğunda şüphe yoktur. Bu bakımdan hem
vücudun her tarafının namazdan payını eşit olarak alması için, hem de ilim ve hikmet
madeni olan kalbe yakın olmak için imam, cenaze namazını kılarken ölünün göğsü
hizasında durur.

Her ne kadar bir Önceki hadis-i şerifte, Enes b. Malikin erkeğin namazını kıldırırken
cenazenin baş tarafında, kadının cenazesini kıldırırken de, kalçaları tarafında durduğu
ifade ediliyorsa da, aslında bu farklılık ravinin yanılmasından ibarettir. Şöyle ki,
aslında Hz. Enes her iki cenazede de ölünün göğsü hizasına durmuştur. Fakat erkeğin
cenazesinde biraz baş tarafa doğru kadının cenazesinde de biraz kalça tarafına doğru
meylettiği için, ravi bu iki durumun biribirinden tamamen farklı olduğunu zannetmiş

[484]

ve kendi kanaatini rivayet etmiştir.
Bazı Hükümler

1. Nifastan ölen kadın, her ne kadar şehidse de, cenaze namazı kılınmadan kabre
konamaz. Cenaze namazı kılınmadan kabre konulup konulamayacağı hususunda
ihtilaf mevzuu olan şehid, savaşta ölen şehiddir. Nifasdan ölen kadınsa savaşta
ölmediğinden cenaze namazı kılınmadan kabre konamaz.

[4851

2. İmam, cenaze namazı kıldırırken, kadın cenazenin kalçaları hizasında durur.
52-54. Cenaze Namazı Kılarken Kaç Tekbir Alınır?

3196... (Ebû İshâk'm) Şa'bi'den (rivayetine göre);

Rasûlullah (s. a) (bir gün sahabilerinden bazılarıyla birlücte mezarlıkta gezinirken
toprağı) yaş olan bir kabre uğramış (ashabıyla birlikte) o kabrin önünde saf bağla(yıp
namaz kılmışlar. (Hz. Peygamber) bu kabir üzerine (namaz kılarken) dört (defa) tekbir
almış.

(Ebû İshak diyor ki): "Ben Şa'bi'ye; (bunu) sana kim söyledi?" diye sordum da:
"Güvenilir birisi (yani o anda) orada bulunan Abdullah b. Abbas (söyledi)" diye cevap
T4861

verdi.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte, birisi; kabre konulmuş olan cenaze üzerine cenaze namazı kılmanın
caiz olup olmayacağı, diğeri de cenaze namazında kaç tekbir alınacağı meselesi olmak
üzere, iki mesele söz-konusu edilmekte ve cenaze namazında dört tekbir alınacağı
ifade edilmektedir. Bunlardan kabre konulan bir cenazenin kabri üzerine yönelerek o
cenazenin namazını kılmanın caiz olup olmayacağı meselesi 3203 numaralı hadis-i
şerifin şerhinde açıklanacaktır.

İkinci meseleye gelince, mezheb imamlarından İmam Ebû Hanife ile İmam Malik,



Şafiî, Ahmed es-Sevrî, İbnü'l-Mübarek, İshak, İbn Ebî Evfa, Ata, Muhammed b. el-
Hanefıyye ve el-Evzâî ile ashab-ı kiram'dan Ömer b. el-Hattab, Abdullah b. Ömer,
Zeyd b. Sabit, Hasen b. Ali, el-Bcra b. Azib ve Ebû Hureyre'ye göre cenaze
namazında dört tekbir alınır. Delilleri ise, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifle 3194
numaralı hadisi şerif ve Buhârî ile Müslim'in Rasül-ü Ekrem'in Necaşi üzerine dört
tekbir alarak cenaze namazı kıldığına dair rivayet ettikleri hadis-i şerif ile ileride
meallerini sunacağımız 3204-3205 numaralı hadis-i şeriflerdir.

Tirmizî, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif hakkında, "İbn Abbas hadisi hasen
sahihtir. Peygamber (s.a)'in ashabından ve sonrakilerden ilim adamlarının çoğunun
ameli bu hadis üzerinedir." demiştir.

Bu mevzuyu Bezlü'I-Mechûd yazarının, Şevkânî'den naklettiği şu satırlarla
noktalıyoruz: "Kâdî Iyaz'm beyanına göre, sahabe-i kiram, cenaze namazında kaç
tekbir alınacağı konusunda İhtilafa düşmüş, "üç tekbirden dokuz tekbire kadar değişen
sayılarda tekbir alınabileceğine dair çeşitli görüşler ileri sürmüşlerse de, İbn Abdi'l-
Berr'in dediği gibi, sonradan dört tekbir alınacağında icma vaki olmuş. Fıkıh âlimleri
ile Bağdat, Basra, Küfe, Medine gibi meşhur kültür merkezlerindeki fetva ehli de bu
mevzuda ittifak etmişlerdir. Çünkü bu mevzuda gelen sahih hadislerden elde edilen
netice budur. Binaenaleyh bu görüşün dışında kalan şaz görüşlere iltifat edilmemelidir.
Önemli fıkıh merkezlerindeki fıkıh alimleri içerisinde cenaze namazmir beş tekbirle
kılmacığmı söyleyen sadece İbn Ebî Leyla vardır. Onun dışında bu âlimlerin hiçbirisi

r4871

cenaze namazmdaki tekbirlerin beş olduğunu söylememiştir."
3197... İbn Ebî Leyla'dan demiştir ki:

Zeyd: -Yani (Zeyd) ibn Erkam- bizim cenazelerimizin namazlarında dört tekbir alırdı.
(Bir gün, by- cenaze namazında) beş tekbir aldı. Bunu kendisine sordum da
"Rasûlullah (s. a) (böyle) beş tekbir alırdı" cevabını verdi.

Ebû Dâvûd der ki: (bu hadisi bana rivayet edenlerden) İbn el-Musanna'nm rivayetini

T4881

(Ebu Ve/id'in rivayetinden) daha sağlam ezberledim.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, cenaze namazını dört tekbirle kıldırmak caiz olduğu gibi, beş tekbirle
kıldırmanın da caiz olduğunu söyleyen Davud-u Zahiri'nin ve İbn Ebî Leyla'nın
delilidir.

Aslında İbn Ebî Leyla'nın Zeyd b. Erkam'a cenaze namazını niçin beş tekbirle
kıldırdığım sorması selef-i salihin arasında cenaze namazını dört tekbirle kılmanın
yaygın, beş tekbirle kılmanmsa, nadirattan olduğunu gösterir. Bu düşünceyle cumhur
ulema metinde geçen "Rasûlullah (s.a) beş tekbir alırdı" cümlesini "İslâm'ın ilk
yıllarında böyle beş tekbir alırdı. Sonradan devamlı surette dört tekbir almaya başladı
da, bu son uygulama halk arasında yerleşti." şeklinde anlamışlardır.
Musannif Ebû Davüd, metnin sonuna ilave ettiği talikle, bu hadisin kendisine iki
yoldan geldiğini bunlardan İbnu'l-Musanna yoluyla gelen rivayeti Ebû Velid et-
Tayalisî'den gelen rivayetten daha iyi bellediğini söylemekle İbnu'I-Müsenna'dan
gelen rivayetin diğerinden daha kuvvetli olduğunu ve buna daha çok güvendiğini ifade



T4891

etmek istemektedir.



53-55. Cenaze Namazında Ne Okunur?
3198... Talha b. Abdullah b. Avf dan demiştir ki:

"Ben İbn Abbas'Ia beraber cenaze namazı kıldım (Namazda) Fatiha't-ül-kitabı okudu

T4901

ve -bu sünettendir- dedi."
Açıklama

Bu hadis-i şerif, cenaze namazında Fatiha okumanın meşru-luğuna delalet etmektedir.
Ayrıca Hakim' in Cabir'den rivayet ettiği "Rasûlullah (s. a) bizim cenaze
namazlarımızda dört tekbir alır ve ilk tekbirden sonra Fatiha sûresini okurdu.' 1
mealindeki hadis-i şerifle îmam Şafiî'nin Ebû Ümame'den rivayet ettiği Peygamber
(s.a)'in sahabilerinden birisinin: "Cenaze namazında imamın, birinci tekbirden sonra
gizlice Fatiha okuması sünnettendir. Diğer tekbirlerden sonra Peygamber (s.a)'e sala-
vat getirir ve ihlasla dua eder. Fakat başka bir şey okumaz. Sonra gizlice içinden selam
verir." dediğini ifade eden hadis-i şerif de cenaze namazında Fatiha okumanın
meşruluğuna delalet etmektedir. el-Misver b. Mahreme ile el-Hadi, el-Kasım, el-
Müeyyedbillah bu hadis-i şeriflerle, Buhârî'nin Tarih'-inde Fudale b. Ebî Ümeyye'den
rivayet ettiği, "İmamın Hz. Ebû Bekir'le Hz. Ömer'in cenaze namazında Fatiha
sûresini okuduğunu" ifade eden hadis-i şerife dayanarak cenaze namazında Fatiha
sûresini okumanın meşru olduğunu söylemişlerdir.

İbn Mace'nin Ümmü Şüreyk'den rivayet ettiği "Rasûlullah (s. a) cenaze üzerinde

[49U

namaz kıldığımızda) Fatiha sûresini okumamızı emretti." mealindeki hadisle
Nesaî'nin rivayet ettiği Hz. Peygamberin cenaze namazında, Fatiha okuduğunu ifade
f4921

eden hadis-i şerif de bu görüşü te'yid etmektedir.

Mezheb imamlarının bu mevzudaki görüşlerini şöylece özetleyebiliriz:

1. Şâfiîler, yukarıda geçen hadis-i şeriflere dayanarak cenaze namazında Fatiha
okumanın farz olduğunu söylemişlerdir. Onlarca efdal olan Fati-ha'yı birinci tekbirden
sonra okumaktır. İkinci tekbirden sonra Peygamber (s.a)'e salavat getirmek farz
olduğu gibi, üçüncü tekbirden sonra ölüye dua etmek de farzdır. Dördüncü tekbirden
sonra ise kısa bir dua yapılıp selam verilir.

2. Hanbeliler de bu mevzuda Şâfiîler gibi düşünmektedirler. Ancak Han-belilere göre,
Fatiha'yl birinci tekbirden sonra okumanın hükmü farzdır.

İshak ile Davudu Zahiri de, cenaze namazında Fatiha okumanın farz olduğunu
söylemişlerdir.

İbn Münzir, İbn Mes'ud ile İbn Zübeyr ve Ubeyd b. Umeyr (r.a)'in de bu görüşte
olduklarım rivayet ediyor. Delilleri ise, yukarıda mealini sunduğumuz İbn Mace'nin
Ümmü Şüreyk'ten rivayet ettiği hadisle mevzumuzu teşkil eden hadisi şeriftir. Çünkü
her ne kadar mevzumuzu teşkil eden hadis mevkuf ise de sahabinin mevkufu, merfu
hükmündedir. Nitekim metinde geçen Hz. İbn Abbas'm "Bu sünnettendir" sözü bu
hadisin merfu olduğuna açıkça delalet etmektedir.



Bu görüşte olan halef ve selef âlimlerinin bu mevzudaki delillerinden biri de, daha
önce tercümesini sunduğumuz "Fatiha okumayan kimsenin namazı olmaz."
anlamındaki 822 numaralı hadis-i şeriftir. Sözü geçen âlimlere göre, bu hadis-İ şerif
cenaze namazı için de geçerlidir. Çünkü cenaze namazı da bir namazdır. Diğer
namazlarda olduğu gibi orda da kıyam ve kıraatin bulunması gerekir.
Ebû Hüreyre (r.a) ile Ebû Derda, İbn Mes'ud ve Enes (r.a) den rivayet edildiğine göre,
kendileri cenaze namazında ilk üç tekbirin her birisinden sonra Fatiha okurlar, dua
ederler, cenaze için istiğfar ederlermiş. Dördüncü tekbirden sonra ise, hiçbir şey
okumadan namazdan çıkarlarmış.

3. Tavus, Ata, ibn Sırın, İbn Cübeyr, es-Şabî, Mücahid, Hammad, es-Sevrfıse, cenaze
namazında Fatiha'nm okunmayacağı görüşündedirler. İbn Ömer'in de bu görüşte
olduğu rivayet edildiği gibi, Hanefi mezhebinin görüşü de budur. Hanefi alimlerine
göre, cenaze namazı dört tekbirle kılınır. Birinci tekbirden sonra, sübhaneke ikinci
tekbirden sonra salli barik duaları okunur. Üçüncü tekbirden sonra, ölü için dua edilir.
Dördüncü tekbirden sonra ise, iki tarafa selam verilerek namazdan çıkılır. Namaz
esnasında Kur'-an'dan bir sûre okumak niyyetiyle Fatiha okunamaz.

Hanefi ulemasından Tahavi'ye göre yukarıda geçen bazı hadisi şeriflerde ifade edilen
Rasûlü Ekrem Efendimizin cenaze namazında, Fatiha okuması da Kur'ân-i Kcrim'den
bir sûre okuma niyetiyle değil, sena kasdıyla olmuştur.

4. Malikilere göre: Cenaze namazında Kur'ân'dan bir sûre okumak niyetiyle Fatiha
okumak mekruhtur. Bunlara göre her tekbirden sonra Allah'a sena edip Peygamber
(s.a)'e salavat getirmek müstehabtır, dua okumak ta vaciptir.

Malikilerin, cenaze namazında Fatiha okumanın mekruh olduğuna dair delilleri,
İmam-ı Malik'in Nafî'den rivayet ettiği, "Abdullah İbn Ömer cenaze namazında,

[493]

Kur'ân'dan hiçbir şey okumazdı." mealindeki hadis-i şeriftir.

Bununla beraber Malikilere göre; cenaze namazı kılan kimsenin cenaze namazında

Kur'ân okumanın farz olduğunu söyleyen imamlara ters düşmemek gayesiyle Fatiha

okunmasında hiçbir kerâhat yoktur. Hatta bu maksatla Fatiha okumak müstehabdır.

[494]

54-56. Cenazeye Dua Etmek
3199... Ebû Hureyre'den; dedi ki:

Rasûlullah (s.a)'ı "Cenaze üzerine namaz kıldığınızda, ona ihlasla duâ ediniz."
[495]

buyururken işittim.
Açıklama

İhlas: Kalbin kinden, garazdan, eğrilikten ve zandan arınmış olmasıdır. Alemlerin
Efendisi sevgili Peygamberimizden İhlasın ne olduğu sorulunca "Rabbim Allah'dır

\496^

deyip, sonra da o emrolundu-ğun istikamette yürümendir" buyurmuştur.

Mevzûmuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, bir müslüman vefat ettiği zaman, Allah'ın

ona afv ve mağfiretle muamele etmesi için, içtenlikle dua etmek tavsiye edilmektedir.



Menhel yazarının ifade ettiği gibi vefat eden bir müslümana dua etme hususunda onun
günahkâr mı yoksa salih bir kişi mi olduğuna bakmamahdır. Çünkü günahkâr kişiler
duaya ve şefaata daha çok muhtaçdırlar. Bu bakımdan, sadece salih kullar için dua
edipte günahkârlardan bu duayı esirgemek doğru değildir. Esasen her cenaze duaya
muhtaçtır da onun için sağ kalanların önüne getirilmiştir.

Ölüye ihlasla dua etmek, insanın tüm dünyevî uğraşılarını içinden atıp, bütün
varlığıyla Allah'a yöneldikten sonra, içtenlikle ve huşu içerisinde yal-varmasıyla olur.
Metinde geçen "Ona ihlasla dua ediniz" cümlesine "duanızı ölüye tahsis ediniz"
şeklinde de manâ verilebilir, Şafiî ulemasının cumhuru bu cümleye bu şekilde manâ
vermişlerdir.

Fakat bu mevzuda gelen hadisler, bu duayı tüm müslümanlara teşmil etmenin caiz
olduğuna delâlet ettiğinden fıkıh ulemasının çoğunluğu cenaze duasını diğer
müslümanlara da teşmil etmenin caiz olduğunu söylemişlerdir. Dolayısıyla bu hadis,

f4971

Şâfıîlerin görüşü için yeterli bir delil sayılmaz.
Bazı Hükümler

1. Cenaze namazında cenaze için dua etmek meşrudur.

f4981

2. Duada önemli olan ıhlastır.

3200... Ali b. Şemmâh dedi ki: Ben Mervan'ı Ebû Hureyre'ye:

Sen Rasûlullah (a.s.)'i, cenaze namazında hangi duayı okurken işittin? diye sorarken
gördüm. (Ebu Hûreyre de) ona:

(Aramızda geçen bunca hadiseden sonra ve) benim (sana bunca kırıcı sözleri)
söylediğim halde (yine de bana geîip Hz. Peygamberin sünnetiyle ilgili soru
soruyorsun öyle) mi? karşılığını verdi. (Mervan da):

Evet! dedi. {Ravi Ali b. Şemmâh) dedi ki (Hz. Ebû Hureyre ile Mervan arasında
geçen) bu konuşmadan önce aralarında bir münakaşa olmuşdu."
Ebû Hureyre de ona: Rasûlullah (s. a):

"Ey Allah'ım (bu cenazenin) Rabbı Sensin onu Sen yarattın, onu İslam'a Sen eriştirdin.
Ruhunu Sen aldın. Gizlisini kapalısını bilen Sensin. Biz Saria (ona) şefaatçi olarak
geldik. Onu bağışla" diye dua ederdi-cevabmı verdi.

(Ebû Dâvud der ki-Şu'be, Ali b. Şemmah'a Osman b. Şemmas, demekle onun isminde
yanılmıştır. Ahmedb. İbrahim El-Mevsıli, Ahmed b. Hanbel'le konuşurken ona şöyle)
dediğini işittim: Ben Hammad b. Zeyd'le bir mecliste oturupta (onun) o mecliste
Abdü'l- Varis ile Ca'fer b. Süleyman'dan (hadis rivayet etmeyi) yasaklamadığını
f4991

görmedim).
Açıklama

Su hadis-i şerif cenaze namazında cenaze için dua etmenin meşruluğuna delalet
etmektedir.

Metinde ki "Benim (sana bunca kırıcı sözleri) söylediğim halde..." cümlesinde geçen
kelimesini şeklinde okumak ve bu cümleye "sen (bana bunca kırıcı sözleri) söylediğin



halde (yine de bana soru soruyorsun öyle)mi?" şeklinde manâ vermek te mümkündür.
Musannif Ebû Dâvud metnin sonuna ilave ettiği ta'Iikte "Bu hadisi Bey-haki'nin de
rivayet ettiğini ancak bu rivayette ravi Şu'be'nin Ali b. Şemmah'm isminden yanlışlıkla
Osman b. Şemmas diye bahsettiğini belirtiyor. Ayrıca Ahmed b. İbrahim'in Abdul-
Varis'i tenkid edip ondan hadis almayı yasakladığını belirtmekle de bu hadisin
ravilerinden Abd-ul Varis'in güvenilir bir ravi olmadığını, dolayısıyla bu hadisin zayıf
olduğunu söylemek istemiştir. Fakat Menhel yazarı "hadis ulemasından birçok kişinin
Abdul Varis'in güvenilir bir ravi olduğuna şahidlik ettiğini" belirtmekte ve bu hadisin
sahih olduğunu savunmaktadır. Menhel yazarına göre Hammad b. Zeyd'in Abdu'l-
Varis'ten hadis almayı yasaklamasının sebebi onun güvenilir bir ravi olmayışı değil

r5001

Kaderiyye mezhebinden oluşudur.

3201... Ebû Hureyre'den; dedi ki: Rasûlullah (s.a.s) bir cenaze namazı kıldırdı ve:
"Allahım, dirimizi - ölümüzü, küçüğümüz- büyüğümüzü, erkeğimizi- kadınımızı,
burada olanımızı, olmayanımızı, bağışla. Ey Allah'ım, bizden, yaşattığm iman üzerine
yaşat, öldürdüğünü de İslâm üzerine öldür. Ey Allah'ım! Bizi onun (ölümüne sabretme
ve cenazesinin defnine katlanma) ecrinden mahrum etme, ve on(ım vefatımdan sonra



bizi sapıttırma" diyerek dua etti.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, "cenaze namazında dua ederken duanın sadece ölüye tahsis edilmeyip
tüm müslümanları kapsayıcı olması gerekir" diyen cumhûr'un delilidir. Çünkü
görüldüğü gibi bu hadis-i şerifte cenaze namazı içerisinde yapılan dua sadece
cenazeye tahsis edilmeyip kadma-erkeğe, ölüye-diriye, büyüğe-küçüğe ve cenaze
namazında hazır bulunup - bulunmayan, kısacası tüm müslümanları kapsamına
almıştır. Mutlak lâfız kemaline masruf olduğundan metindeki iman kelimesiyle kâmil
iman, İslâm kelimesiyle de kâmil İslâm kasdedilmiştir. Bilindiği gibi, iman kalbin
tasdik etmesi, İslâm da diğer organların bu tasdike uygun olarak Allah'ın ve
Rasûlünün emirlerini yerine getirmesi demektir. Bu bakımdan kâmil iman ameli,
kâmil İslâm da imanı gerektirdiği için metinde arkaya arkaya gelen iki cümleden
birinde imân diğerinde İslâm zikredilmiştir. Ancak burada önce iman, sonra İslâm
zikredilirken, Tirmizî'nin ve daha başkalarının rivayetlerinde İslâm' imandan önce
zikredilmiştir.

İslâmm zahiri ve dünyada lâzım bir amel olması, imânın da kalbi bir amel olup
ölürken kendisine şiddetle ihtiyaç duyulması itibariyle Tirmizi'-nin bu rivayeti cenaze

[5021

duasının ruhuna daha uygun ve bu rivayet ulema yanında daha meşhurdur.
Bazı Hükümler

1. Cenaze namazında dua etmek meşrudur.

2. Cenaze duasını sadece oluye tahsis etmeyip tüm müslümanlan kapsayıcı biçimde
yapmak meşrudur.

3. Cenaze namazında cenaze duasını sesli olarak okumak caizdir. Çünkü Rasûlü Zîşan



Efendimiz bu duayı açıktan okumamış olsaydı. Ebû Hu-reyre onu işitemez ve bize
nakledemezdi. Cumhuru ulemaya göre bu duayı sesli olarak okumak caizse de gizli
olarak okumak müstehabdir. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in Câbir'den rivayet ettiği bir
hadis-i şerifte Hz. Ebû Bekir'le Hz. Ömer'in Hz. Peygamber'in cenaze namazında
cenaze duasını gizli okudukları ifade edilmektedir. Cumhuru ulemâya göre
mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte ve benzerlerinde ifade edildiği gibi Hz.
Peygamber'in bazı cenaze namazlarında duayı sesli yaptığı bir gerçektir. Fakat duayı
bu şekilde yapmaktan maksadı duanın sesli yapılmasını telkin etmek değil, ancak hal-

r5031

km duanın lafızlarını işitmesini ve öğrenmesini sağlamaktır.

3202... Vasile b. el-Eskâ'dan; demiştir ki: Rasûlullah (s. a) bize müslümanlardan bir
adamın cenaze namazını kıldırdı da onu (şu şekilde) dua ederken işittim:
"Ey Allâhim! Falanın oğlu falan senin emanetindedir. Onu kabir sıkıntısından koru."
(Bu son cümleyi) Abdurrahman (Musannif Ebû Davud'a şu lafızlarla) rivayet etti:
"Senin himayendedir ve selâmete götüren ipine sarılmıştır. Onu kabir sıkıntısından ve
cehennem azabından koru, sen sözünü yerine getiren ve hainde lâyık olansın. Onu

[504]

bağışla, ona acı. Çünkü sen affedici ve merhametlisin."
Açıklama

Metinde 2eçen "zimmet" kelimesi, emniyet, hıfz ve himaye manalarına gelir.
Habl kelimesiyle Kur'ân-ı Kerim kasdedilmiştir. Nitekim Hâkim'in Miis-tedrek'inde
"Kur'ân, Allah'ın sağlam ipidir" mealinde bir hadis-i şerif vardır. "Civar" kelimesi ise,
emniyet, "güven" anlamına gelir. Bu bakımdan tamlamasını "senin güvenli ipin"
şeklinde tercüme etmek mümkündür. Cümlenin topluca anlamı da şöyledir: "Falanın
oğlu senin himayendedir. (çünkü o) senin güvenli ipin Kur'ân'a sarılmıştır."
Habl kelimesinin burada istiare yoluyla and manâsında kullanılmış olduğunu
söyleyenler de vardır. O zaman terkibi kendisinden önceki kelimesinin tefsiri olur.
İbn-ül Esir Ennihâye isimli eserinde "Arap kabileleri yolculuğa çıkacakları zaman
düşmanlarının şerrinden emin olmak için her kabilenin reisinden bir ahid-nâme alırlar,
bu sayede emniyet içinde yolculuklarını sürdürürlerdi. îşte burada habl-û'l-civâr keli-
mesi ile kastedilen bu ahidnamedir" demekle civar kelimesinin ahd manâsına geldiğini
bu şekilde bir ahidnâmesi olan kimsenin emniyette olduğunu ifâde etmek istemiştir.
Hz. Peygamberin, sözü geçen duasmdaki kabir sıkıntısı Buhârî'nin sahih'inde şöyle
anlatılıyor: "Mü'min kul kabrine konulup ashâb ve yaram geri dönüp gittiklerinde -ki
meyyit bunlar yürürken ayakkabılarının sesini bile muhakkak işitir- ona (münker-nekir
adlı) iki melek gelir. Bunlar meyyiti oturturlar ve ona;

Hâ! Şu Muhammed (s. a) denilen kimse hakkında (ki kanaatin nedir?) Ne dersin? diye
sorarlar. O mü'min de: (samimi olarak) "Bildiğim ve size de bildirirfek istediğim
şudur ki, Muhammed (s. a) Allah'ın kulu ve Allah'ın Rasûlüdür" diye cevap verir.
Bunun üzerine melekler tarafından:

Ey mü'min! Cehennemdeki yerine bak! Allah Teâlâ bu azab yerini senin için
cennetten (yüce) bir makama tebdil eyledi denilir. Nebi (s. a) "O mü'min cehennem ve
cennetteki iki makamını birden görür." buyurmuştur. Fakat kâfir ve yahut münafık
olan meyyit (meleklerin bu sualine karşı):



Muhammed hakkında bir şey bilmiyorum. Halkın ona (peygamber) dedikleri bir sözü
(işitmiş) ben de halka uyup söylerdim, diye cevap verir. Bu iki melek tarafından bu
kâfir veya münafığa:

Hay sen anlamaz ve uymaz olaydın? denilir. Sonra bu kâfir veya münafığın iki kulağı
arasına demirden bir topuzla vurulur. O topuzu yiyen kâfir veya münafık şiddetli bir
sesle öyle bir bağırır ki, bu feryadı ins ve cinden başka bir ölüye yakın olan herşey
r5051

işitir."

Bazı Hükümler

1. Cenaze namazında ölü için okunan duayı halkın öğrenmesi için sesli olarak okumak
caizdir.

2. Namazda ölüye dua ederken eğer babası biliniyorsa hem babasının ismini hem de
kendi ismini zikrederek duayı ona tahsis etmek müstehabdir. Eğer babası bilinmiyorsa
erkek için "Allah'ım! Bu, senin kulundur ve senin kulunun oğludur." Kadın için de

r5061

"Allah'ım! Bu senin cariyendir ve cariyenin kızıdır" denir.
55-57. Kabir Üzerine Cenaze Namazı Kılmak (Caiz Midir?)

3203... Ebû Hureyre'den; (rivayet olunmuştur) demiştir ki: Siyah bir kadın -yahutta bir
erkek- mescidi süpürürdü. Peygamber (s. a) (bir gün) onu göremeyince (halka) sordu;
"öldü" denildi. Bunun üzerine (Peygamber (s.a):

" Bana haber verseydiniz ya!" dedi, (sonra): "Beni onun kabrine görürünüz" buyurdu.
(Oradakiler) kendisini (o zâtın) kabrine götürdüler, kabir üzerine cenaze namazı kıldı.
[507]

Açıklama

Mescidin kayyımlığını yaparken vefat eden zâtın siyah bir kadın mı, yoksa bir erkek
mi olduğu kesin değildir.

Bu meseledeki şüphe hadisin râvisi Sâbit'e yahut ta Ebû Râfı'e ait rivayetteki
tereddütten kaynaklanmaktadır. Buhârî'nin bir rivayetinde ölen zatın siyahi bir erkek

f5Q81

olması ihtimalinden bahsedilirken diğer bir rivayetinde erkeğin siyâhiliğinden
£5091

bahsedilmiyor. Buhârî'nin diğer bir rivayetinde, ravi Hammâd, bu zat'm

kesinlikle kadın olduğunu söylüyor, Beyha kî'nin rivayetinde bu kadının Ümmü
Mihcen olduğu, İbn Mendeh'in rivayetinde Harkaa olduğu söyleniyor. Bu
rivayetlerden vefat eden kişinin Har-kaa ismiyle anılan Ummü Mihcen ismiyle tanınan
bir kadın olduğu anlaşılmaktadır. Müslim'in rivayetinde şu ilâveler de vardır: "Galiba
sahâbiler bu kadını önemsememişler (de onun için öldüğünü Hz. Peygambere haber
vermemişlerdi). Ashab, (zatın) kabrini gösterdiler. O da kabrin üzerine cenaze
namazını kıldı. Sonra "Şüphesiz ki bu kabirler, sahipleri için karanlıklarla doludur.
Allah (azze ve celle) benim namazım sebebiyle kabirleri onlara aydınlatır" buyurdu."



Beyhaki'nin diğer bir rivayetinde de Rasûlü Ekreme cevap veren kimsenin Ebû Bekir
Sıddîk (r.a) olduğu ifade ediliyor.

Bu mevzuda rivayet edilen hadis-i şerifler cenaze namazında bulunmayan bir
kimsenin cenazenin kabrine giderek kabrin üzerine namaz kılmasının caiz olduğunu
ifâde etmektedir. İbn Sirin'le, Şâfıilerin görüşü de budur. Ancak bu müddetin ne kadar
devam ettiği mevzuunda ulema ihtilâfa düşmüştür. Bazıları "Rasûlullah (s. a)
(Medine'de) yok iken Sa'd'in annesi öldü ve gelince ona cenaze namazı kıldırdı.

[5101

Aradan bir ay geçmişti" mealindeki hadis-i şerifi delil getirerek bu sürenin bir ay
devam ettiğini söylemişlerdir. Hanbeliler de bu görüştedirler.

Bazılarına göre cenaze tamamen çürümedikçe kabri üzerine cenaze namazı kılmabilir.
Bazılarına göre ise, bu süre için bir sınır yoktur, her zaman kılmabilir. Çünkü cenaze
namazından maksat ölüye duadır. Dua için sınırlı bir süre düşünülemez.
İshâk'a göre bu süre, cenaze vukubulduğu zaman orada bulunamayıp ta başka bir
memlekette bulunan kimseler için bir ay, orada bulunduğu halde cenazeye
katılamayan kimseler için de üçgün devam eder.

Hanefilere göre ise, namazı kılınmadan defnedilen bir kimsenin, henüz cesedinin
çürüyüp dağılmadığma zann-ı galib hasıl olursa, onun kabri üzerine namaz kılınır.
Fakat cesedin çürüdüğüne kanaat getirilirse kabri üzerine asla namaz kılınamaz.
İmâm Ebû Yûsuf a göre definden sonra üç gün kabir üzerine namaz kılmabilir. Ancak
daha önce cenaze namazına katılan bir kimse o cenazenin kabri üzerine namaz
kılamaz. Fakat o cenazenin namazını kıldırma hakkı olan veli bundan müstesnadır. Bu
veli imamın arkasında cenaze namazını kıldıktan sonra gidip ayrıca o cenazenin kabri
üzerine namaz kılmabilir. Fakat bu namazı kılarken kendisine uyulup arkasında
cemaat olunamaz.

Malikiler'e göre ise: Namazı kılınmadan defnedilmiş olan bir cenazenin
dağılacağından korkulmazsa kabrinden çıkarılıp namazının kılınması farzdır. Eğer
kabirden çıkarırken vücudunun dağılacağından korkulmakla birlikte cesedin henüz
çürüyüp dağılmadığma hükmedilmişse kabri üzerine namaz kılınması yine farzdır.
Namazı kılanarak defnedilmiş olan bir cenazenin kabri üzerine namaz kılmaksa
mekruhtur.

Nehâi'ye göre kabir üzerine asla namaz kılınamaz. Bu görüş İmâm Mâ-lik'den de
rivayet olunmuştur. Bu görüşte olan ulemaya göre; Hz. Fahr-i Kâinat Efendimizin bazı
kimselerin kabri üzerine namaz kılması O'na mahsus özel bir durumdur. Ve "şüphesiz
ki bu kabirler, sahipleri için karanlıklarla doludur. Allah (azze ve celle) benim

mu

namazım sebebiyle kabirleri onlara aydınlatır. mealindeki hadiste geçen "Benim

namazım sebebiyle" anlamındaki lafızlar bu özelliğe delâlet etmektedirler.

Ancak kabir üzerine namaz kılmanın Hz. Peygamber'e ait özel bir durum olduğu

görüşü, "Bu durumun Hz. Peygamber'e ait özel bir durum olmadığı, Hz. Peygamberin

kabir üzerine cenaze namazı kılan ashabını bundan men etmemesinden

anlaşılmaktadır. Çünkü eğer bu, Hz. Peygamberdin sadece kendisine ait özel bir

durum olsaydı ashabını kabir üzerine namaz kılmaktan nehyederdi." denilerek

reddedilmiştir. Nitekim 3196 numaralı hadis-i şerif Hz. Peygamber'in ashabını kabir

üzerine namaz kılmaktan menetmediğini açıkça ifade etmektedir.

Ayrıca Şevkani'nin Neylü'l-Evtâr'da, Hafız İbn Hacer'den naklettiğine göre Müslim'in

Sahih'inde geçen ve kabir üzerine namaz kılmanın Hz. Peygamber'e ait özel bir durum



olduğunu söyleyenlerin delilini teşkil eden cümle Hz. Peygamber'in sözü değil râvi

£5121

Sabit tarafından bu hadise sokuşturulmuş (müdrec) bir cümledir.
Bazı Hükümler

1. Rasûlü Zişan Efendimiz son derece mütevazı idi.

2. Ümmetine son derece şefkatli idi. Onların dünyası ve ahireti ile ilgili işlerini ve
menfaatlerini devamlı gözetir, bu hususta elinden gelen maddi ve manevi yardımları
asla esirgemezdi.

3. Mescidlerin temizliğine son derece itina gösterirdi.

4. Definden önce cenaze namazına yetişen kimselerin o cenazenin kabri üzerine
namaz kılmaları caizdir.

[513]

5. Bir kimsenin ölümünü ilân etmek caizdir.

56-58. Küfür Diyarında Ölen Bir Müslümanın Cenaze Namazi
3204... Ebû Hüreyre'den (rivayet olunduğuna göre);

Rasûlullah (s. a) Necaşi(nin ölümü)nü o gün halka haber verdi. Sonra cemaati
musallaya çıkarıp, onları saf düzenine soktu. Dört tekbir al(arak cenaze namazım
[514]

kildir)dı.
Açıklama

Na'y: Bir kimsenin vefat ettiğini haber vermektir.

Necaşi: Habeş Meliklerine verilen unvandır. İbn İshak Sîre'-sinde "Bu Necaşi'nin ismi
Ashame'dir. Atıyye manasınadır." diyor. Eb'ul-Ferecde "Ashameb. Ebcerî'dir." demiş.
İbn EbîŞeybe'nin Musannef inde Sahme, diye zabdetilmiştir. Telvih'te ise, Habeşe
lisancılanmn hâ-i mu'ce-me ile (Ashame) şeklinde telaffuz ettikleri bildirilmiştir. İbn
Sa'din Taba-kat'mda, bu Necaşi'njn müslüman olması şöyle rivayet edilmiştir:
Rasûlullah (s. a) hicreti seniyyelerinin altıncı yılında Hudeybiyye'den avdet buyurup
yedinci hicret yılının Muharreminde "Amr İbn Ümeyye Damrî (r.a) ile bir mektup
gönderip İslama davet buyurmuştu. Necaşi, Resul-i Ekremin mektubunu hürmetle alıp
şöyle karşısına gözü önüne koymuş ve izharı hürmet ederek tahtından inip yer üzerine
oturmuş ve sonra müslüman olmuştur. Ve dini mübini İslâmı kabul ettiğini bir
mektubla Rasûl-i Ekreme arzetmiştir. Necaşi'ye Ca'fer İbn Ebî Talib (r.a) tarafından
talimi din edildiği de İbn Sa'd'in rivayatı cümlesindendir.

Necaşi'nin vefatı; Tebük seferinden dönüldüğü yedinci yılın Receb ayma tesadüf
etmişti. Sahih-i Müslim'de taraf-i risaletten kendisine mektub gönderilen Necaşi'nin
cenazesine namaz kıldığı Necaşi olmadığı zikrediliyor. Mektubun tarihi tahrir ve irsali
ile vefat tarihi arasında altı ay gibi kısa bir zaman geçmiş olması da, Müslim'in bu
rivayetini bir dereceye kadar te'yid edebilir. Fakat şârih Aynî, bu haber, bazı ravilerin
vehmidir, denildiğini haber veriyor. Caiz ki o ravi ikinci derecede bazı Habeşe

15151

Melikleriyle asıl meliki kebirden tabir etmiştir.



Metinde Necaşi'nin cenaze namazının musalla'da kılındığından bahsedilmesi İbn
Mace'nin, Necaşi'nin cenaze namazının Baki'de kılındığını ifade eden rivayetine aykırı
değildir. Çünkü Medine'de birisi Bathan denilen yerde bayram namazlarına, diğeri de
Garkad denilen yerde cenaze namazlarına ait olmak üzere iki musalla vardı. Bunlardan
birincisine "Baki el-Bathan" ikincisine de "Bakî el-Garkad" denilirdi. Bu bakımdan
mevzumuzu teşkil ederi bu hadis-i şerifteki "Musalla" kelimesiyle Baki ül-Bathan
denilen musalla kasdedildiği gibi, İbn Mace'nin rivayetindeki "Baki" kelimesiyle de
aynı musalla kasdedilmiştir. Her iki hadiste Bakî el-Garkad denilen musallanın
kasdedilmiş olması ihtimali de vardır.

Hadis-i şerif, başka bir memlekette ölen bir müslümana gıyabında cenaze namazı
kılmanın caiz olduğuna delalet etmekte ve Hz. Peygamber'in Habeşistan'da vefat eden
Necaşi'nin cenaze namazını Medine'de dört tekbirle kıldırdığını ifade etmektedir.
Başka bir ülkede vefat eden, bir müslümanm gıyabında cenaze namazını kılmanın caiz
olup olmadığı meselesindeki görüşleri şu şekilde özetleyebiliriz:

1. Hanefıler ile Malikiler: Gıyabî cenaze namazının kılınması meşru değildir, derler.
Bunlara göre, cenazenin defnedildiği beldede namazı kılınmış olsun, olmasın; o belde
namaz kılınmak istenen beldenin kıble yönünde olsun olmasın; farketmez. İbn Abdi'I-
Berr, alimlerinin ekserisinin böyle hükmettiklerini söylemişler. Bunlar bu hadise şöyle
cevap verirler: Peygamber (s.a)'in Necaşi (r.a)'nin namazını kıldırması, Peygamber
(s.a)'e mahsus bir şeydir. Necaşi (r.a)'in cenazesi Allah tarafından Peygamber (s. a)
önüne getirilmiş veya aradaki mesafe kaldırılarak Peygamber (s. a) Necaşi (r.a)'yi gör-
müş ve ölüm haberini ashabına verdiği gibi, definden önce namazım kıldır-mıştır.
Nasıl ki, Mi'rac olayını müteakip Mekke müşrikleri Mescid-i AkscT-nm şeklini tarif
etmeyi Peygamber (s.a)'e teklif edince Allah duvarı Mescid şekline sokmuştur. Bu
itibarla Necaşi (r.a)'nin namazı hazır olan cenazenin namazı gibidir.

Bu gruptaki alimler, Peygamber (s.a)'in Necaşi (r.a)'nin namazını kıldırması ile ilgili
başka cevaplar da vermişlerdir. el-Menhel'de bunlar izah edilmiştir.

2. Şafiî, Ahmed ve selefin cumhuruna göre, gıyabi cenaze namazını kılmak caizdir.
Kişinin ölüp defnedildiği beldede cenaze namazı kılınmış olsun, olmasın. Keza
defnedildiği şehir gıyabî namaz kılınacak şehrin kıble tarafında olsun olmasın
farketmez.

3. îbn Hibban; Cenazenin beldesi, namaz kılınacak şehrin kıble tarafından olduğu
zaman, gıyabî cenaze namazı kılmabilir, aksi takdirde kılınmaz, demiştir.

Hattâbî: Necaşi (r,a), Peygamber (s.a)'e inanan bir müslümandır. Fakat imanını gizli
tutuyordu. Kâfirler içerisinde öldüğünde, cenaze namazını kıldıracak kimse orada
yoktu. Bu sebeble Peygamber (s. a), onun namazını kildirmıştır. Peygamber (s.a)'in
onun namazının kıldırmasının sebebi, Allah bilir budur. Hal böyle olunca, bir
müslüman öldüğünde, cenaze namazı kılındıktan sonra, başka beldelerde bulunanlar,
onun namazım kıldırmazlar. Ancak onun namazının bir engel dolayısıyla kılmmadığı
bilinirse, mesafe ne kadar uzak da olsa, gıyabî namazım kılmak sünnettir. Kılındığında
kıbleye doğru durulur, demiştir. Takiyyü'd Din de Hattâbî gibi söylemiştir, el-Menhel
yazarı, onun da sözünü naklettikten sonra şöyle der: Bu söze itiraz edilir. Çünkü
tarihçilerin zikrettiklerine göre, Necaşi (r.a), Peygamber (s.a)'e altmış kişilik bir heyet
göndermiş, heyetin içinde oğlu Ezha da vardı. Yola çıkan heyet Peygamber (s.a)'in
yanma ulaşmadan denizde boğulmuşlardır. Necaşi (r.a) altmış kişilik bir hey' et
gönderir durumda iken, öldüğü zaman yanında hiç bir müslümanm kalmamış olması,
cidden akıldan uzaktır. Öleri kişinin bulunduğu beldede namazı kılmmadığı bilindiği



zaman, başka bel-dedekiler onun gıyabî namazını kılarlar, diyerek hadisin hükmünü
mesnedsiz olarak hususileştirmek doğru bir hareket değildir. Hattâbî ve Takiyyü'd-Din

[5161

bu duruma düşmüşlerdir.
Bazı Hükümler

1. Ölüm haberini vermek meşrudur. Ancak haber ve-rilışmm teçhiz, namaz, dua, defin
ve vasiyetleri yerine getirmek için olması gerekir. Ölümü ilan etmeyi yasakladığı

[5171

belirtilen hadislerde bahsedilen ise gurur veren ve riya kokusu gelen ölüm
ilanlarıdır.

2. Gıyabî cenaze namazını kılmak meşrudur. Bu hususta âlimlerin görüşleri yukarıda
anlatıldı.

3. Cenaze namazını mescidin dışında kılmak efdaldir.

£5181

4. Cenaze namazını dört tekbirle kılmak meşrudur.

3205... (Ebu Bürde'nin) babasından demiştir ki: "Rasûlullah (s. a) bize Necaşi'nin
ülkesine gitmemizi emretti. (Ebû Bürde'nin babası rivayetine devam ederek,
Necaşi'nin müslümanlığı kabul edişi ile ilgili) macerasını (şöyle) anlattı: "Necaşi: Ben
(Muhammed'in) Allah'ın Rasûlü (s. a) olduğuna şehadet ederim. O, Meryem'in oğlu
İsa'nın, (kendisinden sonra geleceğini) müjdelediği kimsedir. Eğer üzerimde meliklik

[519]

görevi olmasaydı, kendisine varır, ayakkabılarını taşırdım" dedi.
Açıklama

Ebû İshak, Amr b. Abdullah es-Sebîî'dir. Ebû Bürde'nin ismi, bazılarına göre Amir b.
Ebî Musa el-Eşarî'dir. Buna göre bu hadisin ravisi Ebû Musa el-Eşarî'dir.
Abdullah b.'Mes'ud, Necaşi'nin müslümanlıği kabul edişini şöyle anlatır: "Rasûlullah
(s. a) bizi Necaşi'ye gönderdi. Biz aşağı yukarı seksen kişi idik. içimizde Ca'fer,
Abdullah b. Urfuta, Osman b. Ma'zun ve Ebû Musa da vardı. Cemaat Necaşi'nin
ülkesine varınca, Kureyş onları istemek üzere Amr b. As'la İmare b. Velid'i
hediyelerle Necaşi'ye gönderdi. Bu iki elçi Necaşi'nin yanıma girince, ona secde edip
sağma soluna koşuşup:

"Bizim amcamızın oğullarından bir cemaat bizden ve dinimizden yüz çevirip sizin
ülkenize geldiler (onları lütfen bize geri veriniz) dediler. Necaşi de:
"Onlar şimdi neredeler?" diye sordu. Elçiler de:

"Senin ülkendedir" karşılığını verdiler. Necaşi onları huzuruna çağırtınca, Hz. Ca'fer
arkadaşlarına:

"Bugün sizin sözcünüz benim" dedi. Hepsi ona tabi olup Necaşi'nin sarayına gittiler.

(Hz. Ca'fer) Necaşi'ye selam verdi, secde etmedi. Necaşi'nin adamları Hz. Ca'fer'e:

"Sen niçin hükümdara secde etmiyorsun?" dediler. Hz. Ca'fer de:

"Biz Aziz ve Celil olan Allah 'dan başkasına secde etmeyiz." cevabını verdi. Necaşi

ona:

"Bu nasıl olur?" diye sorunca Hz. Ca'fer de:



"Alİah bize Rasülünü gönderdi. O da bize Allah'dan başkasına secde etmememizi,
namaz kılmamızı ve zekat vermemizi emretti." karşılığını verdi. (O sırada) Amr b. As
(söze karışıp Necaşi'ye hitaben):

"Onlar isa b. Meryem hakkında size muhalefet ediyorlar" deyince, Necaşi:

"Onlar Hz. İsa ve annesi hakkında ne diyorlar?" diye sordu. (Oradaki müslümanlar

da):

"Biz bu hususta Allah'ın dediğini deriz. (Allah'ın Hz. İsa hakkındaki sözü ise) şudur:
Hz. İsa Allah'ın kuludur. Ve Allah'ın, kendisine hiç bir erkeğin temas etmediği, sadece
Allah'a bağlı bir bakire olan Meryem'e ilka ettiği ruhudur" dediler. Bunun üzerine
Necaşi yerden bir çöp alıp:

"Ey Habeş'liler, ey keşişler, papazlar ve rahibler. Allaha yemin olsun ki, bunlar bizim
Hz. İsa hakkında söylediklerimize şu çöp kadarını bile, ilave etmiyorlar. Ey
müslümanlar, sizi ve yanından geldiğiniz zatı, tebrik ederim. Ben onun Allah'ın
Rasûlü olduğuna şehadet ediyorum. Zaten biz onu İncil'de bulmuştuk. O Rasülü,
Meryem oğlu İsa da müjdelemişti. Ey misafirler (ülkemde) istediğiniz yerde
kalabilirsiniz. Allah'a yemin olsun ki üzerimde hükümdarlık görevi olmasaydı, varır
onun ayakkabılarını taşır, ayaklarını yıkardım."

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif, Habeşistan kralı Necaşi'nin müslüman
olduğuna, bu sebeple de Hz. Peygamber'in onun gıyabında cenaze namazını kıldığına
[520]

delalet etmektedir.

57-59. Birden Fazla Ölüyü Bir Kabre Kovmak Ve Kabirlere Alamet Koymak
3206... El-Muttalib'den demiştir ki:

Osman b. Maz'un ölünce, cenazesi (evinden) çıkarılıp (Bakî mezarlığına) gömüldü.
Bunun üzerine Rasûlüllah (s. a) (ashabdan) birisine (büyükçe) bir taşı getirmesini emr
etti. (Fakat) taşı kaldırmaya (adamın) gücü yetmedi. Derken Rasûlüllah (s.a) adamın
yanma varıp kollarını sıvadı. (Bu hadisi rivayet eden) El-Muttalib dedi ki: Bu hadisi
bana Rasûlüllah (s.a)'dan nakleden kimse -Rasûlüilah (s.a)'iıl kollarını sıvadığı zaman
kollarının beyazlığını sanki (hâlâ) görüyor gibiyim-dedi. Sonra (Rasûl-i Zişan
efendimiz) o taşı kaldırıp (cenazenin) ba-şucuna koydu. Ve:

"Kardeşimin kabrini bu taşla tanırım ve ev halkından ölenleri de onun yanma defn
[52U

ederim." buyurdu.
Açıklama

Osman b. Maz un: Medine de vefat eden ve Bakı mezarlığına ilk konan muhacirdir.
Hakim'in, Abdullah b. Ebî Rafı yoluyla Ebû Rafı'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte
açıklandığına göre, Rasûl-i Zişan Efendimiz, ashabının cenazelerini defn için uygun
bir mezarlık tayin etmeyi arzu etmiş. Bu maksatla Medine çevresini dolaştıktan sonra
mezarlık için en uygun yer olarak Bakî'-yi seçmiş. Sonra buranın mezarlık olarak
kullanılması için emir vermiş. Buraya ilk defn edilen de Hz. Osman b. Maz 'un olmuş,
Hz. Peygamber onu bizzat kendi elleriyle kabre koymuş. Başı ucuna da (alamet
olarak) büyükçe bir taş dikerek -işte Osman'ın kabri budur- buyurmuş.
Bundan sonra muhacirlerden biri ölünce, Rasûlü Ekrem, onun da Hz. Osman'ın



bulunduğu kabre konmasını istermiş.

Hz. Osman b. Maz'un akran ve emsali arasında hiç içki içmemekle temayüz etmiş
kadri yüce bir zattı. Müslüman olduktan sonra, ağzına hiç içki koymadığı gibi,
Cahiliyye döneminde de içki içmemiş ve kendisine sunulan içki kadehlerini "Benden
aşağı olan kimseleri bana güldürecek olan bir şeyi içemem" diyerek reddetmiştir.
Hz. Peygamber "Ev halkından ölenleri de onun yanma defn ederim." buyurmakla
"Onun bulunduğu kabre defn ederim" demek istememiş, "Onun bulunduğu kabrin
çevresine defn edeceğini" anlatmak istemiştir. Çünkü Rasul-i Ekrem Efendimizin
bizzat kendi uygulamasına bakılınca bir kabrin sadece bir ölüye ait olduğu, o kabirde
bulunan cenaze iyice çürüyüp yok olmadıkça, oraya ikinci bir cenazeyi koymanın caiz
olmadığı, ancak ölülerin çokluğu ve her birisi için ayrı bir kabir tesis etmenin
imkansızlığı gibi, zaruret hallerinde birden fazla cenazenin bir kabre konulabileceği
anlaşılır. Bu meselede âlimler ittifak etmiştir. Nitekim 3136 numaralı hadisin şerhinde
açıklamıştık.

Hz. Peygamber, Hz. Osman b. Maz'un'u şereflendirmek için yahutta, Hz. Osman da
Kureyş'ten olduğu için, O'ndan "kardeşim" diye söz etmiştir. Kuvvetli olan görüşe
göre, Hz. Osman, süt kardeşi olduğu için ondan "kardeşim" diye bahsetmiştir.
Hz. Peygamber'in aile efradından Bakî mezarlığına ilk defnedilen kimse de oğlu Hz.
İbrahim'dir. Hz. İbrahim vefat edince Fahr-i Kâinat Efendimiz "Sen de hayırlı
selefimiz Osman'a katıl!" demiş, bunun üzerine Hz. İbrahim de oraya defnedilmiş-.

1522]

Aynı şekilde, Hz. Peygamber'in kızı Zeyneb de Bakî mezarlığına defnedilmiştir.
Bazı Hükümler

1. Kabirlerin kime ait olduğunun tanınması için başlarına taş dikmek caizdir. Fakat
günümüzde olduğu gibi, onu fes ve sarıkla ve benzeri şekillerle süslemek caiz değildir.

2. Yakın akrabaları birbirlerinin yakınma gömmek müstehabdır. Çünkü o zaman
hepsini birden ziyaret etmek kolayca mümkün olur ve kabirleri kaybolmaktan
kurtulur.

v Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif, mürseldir ve senedinde birçok hadis alimi

[523]

tarafından tenkide uğrayan Kesir b. Zeyd bulunduğu için zayıftır.

58-60. Mezar Kazan Kimse Kemik Bulunca Oradan Ayrılıp Mezarı Başka Bîr
Yerde Kazması Mı Gerekir?

3207... Hz. Aişe'den demiştir ki: Rasûlüllah (s. a):

[524]

"Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir." buyurmuştur.
Açıklama

Cesedine verilen bir zarardan dolayı ölü aynen sağlığmdaki gibi acı duyar. Bu sebeple
nasıl olsa ölmüştür, düşüncesiyle, ölünün cesedine zarar vermek herhangi bir organını
ya da kemiğini kırmak asla caiz değildir.

Hafız İbn Hacer el-Askalânî, İbn Ebî Şeybe'nin rivayet etmiş olduğu, "Mü'min'in



ölüsüne eziyet etmek, dirisine eziyet etmek gibidir" mealindeki hadis-i şerife bakarak
"mü'minin diri iken hoşlandığı şeylerden ölüsünün de hoşlanacağı" hükmüne
varmıştır.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, "mü'minin ölüsünün bir kemiğini kırmanın,
diri bir mü'minin kemiğini kırmak gibi haram olduğu " ifade edilmek istenmektedir.
Suyutî (r.a)'nin Derecatu's-Sııııd isimli Ebû Dâvud haşiyesinde açıkladığına göre, bu
hadis-i şerifin sebebi vurûdunu İbn Mes'ud, şöyle anlatmıştır:

"Bir gün Rasûlüllah (s. a) ile birlikte, bir cenazeyi defnetmek üzere çıkmıştık. Bir ara
Peygamber (s. a) kabrin kenarına oturdu, O sırada kabir kazıcı kimse kabirden ayak
veya kol kemiği çıkardı ve onu kırmak istedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s. a):
"Onu Kırma! Onu bu şekilde ölü iken kırman, aynen diri iken kırman gibidir. Fakat

[525] "

onu kabrin bir tarafına gömüver" buyurdu.
Bazı Hükümler

1. Kabir kazıcıların kabirden çıkan kemiklere karşı, aynen canlı kişilerin kemikleri
gibi dikkatli olmaları, onlara zarar vermekten sakınmaları, onları kırmadan toprağa
gömmeleri icabeder. Bu mevzuda zimmilerin kemikleri de müslümanlarm kemikleri
gibidir.

2. Müslüman ölüsü de dirisi gibi muhteremdir, ikram ve saygıya layıktır.

1526]

3. Ölü, cesedine verilen her zarardan diri gibi müteessir olur.

59-61. Kabrin Kıble Tarafına Boydan Boya Çukur Açmanın Hükmü

3208... İbn Abbas (r.a)'den demiştir ki: Rasûlüllah (s. a) şöyle buyurdu:

1527]

"Lahd bizim için, şakk da başkaları içindir."
Açıklama

Lahd; yahut luht, kabrin kıble tarafını cenazenin boyuna göre ve cenazeyi içine alacak
şekilde oymaktır. Cenaze buraya konduktan sonra üzeri kerpiçlerle örülür.
Lahd; aslında meyletmek anlamına gelir. Bu oyuk kıble tarafına doğru meylettiği için
bu ismi almıştır.

Şakk: Kabrin dibini ölüyü kapsayacak şekilde dere gibi oymaktır. Cenaze buraya
konduktan sonra dört tarafına kerpiçler konarak üzeri kapatılır.

Hadis-i şerifte, lahdin müslüman cenazelerine, şakk'm da gayr-i müs-limlerin ölülerine
mahsus olduğu ifade edilmektedir.

İbn Teymiyye'ye göre, bu hadis-i şerifte günlük hayatımızdaki davranışlarımızdan,
cenazeyi kabre koymaya varıncaya kadar, her türlü davranışlarımızda, ehl-i kitabın
alameti olan davranışlardan kaçınmamız gerektiğine işaret vardır.
Bazıları bu hadise "Şakk, daha önce geçen ümmetler içindi. Lahd ise Muhammed
ümmeti içindir." şeklinde mana verirken, bir kısmı da "Lahd, biz peygamberlere, şakk
da ümmetlere mahsustur." diye mana vermişlerdir. Her ne kadar bu hadis-i şerif,
cenazeyi lahde koymanın şakka koymaktan daha faziletli olduğuna delalet etmekte ise



de, hadis-i şerifte cenazeyi şakka koymanın caiz olmadığına dair bir delalet yoktur.
Hatta İbn Mace'nin rivayet ettiği şu hadisten cenazeyi şakka koymanın caiz olduğu
anlaşılıyor: "Peygamber (s. a) vefat ettiği zaman, Medine'de lahit kazıcı bir adamla,
şakk kazıcı diğer bir adam vardı. Sahabiler: Biz Rabbimizden hayırlısını dileyerek
ikisine de haber gönderelim. Hangisi sonra gelirse onu bırakırız, dediler. Ve ikisine de
haber gönderildi. Lahid kazıcısı önce geldi. Bunun üzerine sahabiler, Peygamber (s. a)

[5281

için lahit kazdılar." Bu hadis, Rasûlu Ekremin sağlığında şakk kazılıp içine
cenazelerin defnedilmesine izin verdiğini ifade eder. Bu mevzuda İmam Nevevî
Mühezzeb şerhinde "Alimler, cenazeleri lahde koymanın da, şakka koymanın da caiz
olduğunda ittifak etmişlerdir" demiştir. Ancak fıkıh âlimlerinin pekçoğuna göre, yerin
sert ve lahd kazmaya elverişli olması halinde, cenaze için lahd kazmak, yumuşak olup
lahde elverişli olmaması halinde de şakk hazırlamak daha faziletlidir.
Dehlevî'ye göre, eğer bu hadisteki "Iena = bizim için" kelimesindeki "nabiz"
zamirinden maksat müslümanlar, "liğayrma = başkaları için" kelimesinden maksat da
hıristiyan ve yahudilerse, o zaman cenazeler için "lahd" kazmanın daha faziletli ve
hatta "şakk" hazırlamanın mekruh olduğunda şüphe yoktur.

Fakat "liğayrina = başkaları için" kelimesinden maksat, geçmiş ümmetlerse, o zaman
bu hadiste sadece cenaze defnetmek için lahdin şakktan daha faziletli olduğuna işaret
vardır. Fakat bu takdirlerin hiçbirinde cenazeleri lahde koymanın vacib, şakka

15291

koymanın da yasak olduğuna dair bir işaret mevcut değildir.
Bazı Hükümler

1. Kabirleri hazırlarken lahd (saptırma) yapmak müstehabdır. Lahd, şakk'dan daha
faziletlidir.

2. Ehl-i kitabın sembolü olan işlerde, onlara uymak ya da benzemek yasaklanmıştır.

3. Cenazeleri, şakka defnetmek caizdir. Bilhassa yer yumuşak olduğu zaman hiçbir

r5301

sakınca yoktur.

60-62. Cenazeyi Defnetmek İçin Kabre Kaç Kişi Girebilir?
3209... Amir' den, demiştir ki;

Rasûlullah (s.a)'ı Ali ile el-Fazıl ve Üsame b. Zeyd yıkadılar. Kabrine de onlar
koydular. (Bu hadisin ravisi Amir es-Şa'bi rivayetine devamla şunları) söyledi: Bana
Murahhab ya da İbn Ebî Murahhab (Ali ile el-Fazl ve Üsame'nin) kendileriyle birlikte,
Abdurrahman'ı da (Hz. Peygamberin kabrine) soktuklarını ve Hz. Ali (defn işini)

£5311

bitirince; Kişiyfle ilgili defn işlerin)i ancak ailesi üstlenir dediğini haber verdi.
Açıklama

Bu hadis-i şerif, cenazeyi defn için kabrin içine birden fazla kışının girebileceğini
ifade etmektedir.

İbn Abdi'I-Berr'in açıklamasına göre, Hz. Peygamberin kabrinde Hz. Ali ve Hz.



Üsâme ile birlikte, Hz. Abdurrahman'm da bulunduğunu Amir es-Şa'bi'den başka
rivayet eden yoksa da, Amir güvenilir bir ravi olduğundan, bu hadis sahihtir. Hz.
Peygamberin defni sona erdikten sonra, Hz. Ali'nin "kişiyle ilgili defn işlerini sadece
aile halkı üstlenebilir" demesi kendinden daha yaşlı sahabiler varken kendisinin kabre
inmesinin sebebini ve başkalarının inmesine izin vermemekteki mazeretini açıklamak
içindir. Buna göre, kabre inmeye en layık olanlar cenazenin en yakın akrabalarıdır.
1532]

3210... Ebû Murahhab'dan demiştir ki:

"Abdurrahman b. Avf, Peygamber (s.a)'in kabrine indi. (Hz. Abdurrahman ile
arkadaşları, Rasûlü Zişan Efendimizi lahde yerleştirmek üzere kabre indikleri sırada

f5331

ben de orada idim. Şimdi) ben (hâlâ) onları dört kişi halinde görüyor gibiyim."
Açıklama

Bu hadis-i şerif, cenazeyi lahde yerleştirirken, lüzum hasıl olduğu zaman tek veya çift
sayıda yeteri kadar kişinin inmesinin caiz olduğunu ifade etmektedir. Nitekim Ebû
Bekir İbn Şeybe'nin rivayet ettiğine göre, İbrahim b. Nehâî "Kabre istediğin kadar
kişiyi indirebilirsin." diyerek kendisinin de bu görüşte olduğunu açıklamıştır. Hasan-ı
Basri'nin de "Kabre inenlerin sayısını tek veya çift olmasının önemi yoktur" dediği
rivayet olunmuştur.

Yine bu hadis-i şerif, cenazeyi lahde yerleştirirken, kabre inecek kimseleri cenazenin
yakın akrabalarından seçmenin müstehab olduğunu ifade etmektedir. Çünkü Hz.
Abdurrahman b. Avf, Kureyş kabilesinden olduğu için, Hz. Peygamberin
£534]

akrabasmdandır." Yine bu hadis-i şerif, cenazenin kadın olması halinde kabre
inecek kişinin gerek süt, gerekse neseb ve müsahere cihetiyle kendisine nikâh
düşmeyen kimselerden seçilmesinin de müstehab olduğuna delalet etmektedir.
Bu hadis-i şerifin bir benzeri de İbn Mace'nin Sünen'inde şu manâya gelen lafızlarla
rivayet olunmuştur: (Ashabı kiram) Rasûlullah (s. a) için mezar kazmak istedikleri
zaman, Ebû Ubeyde b. el-Cerrah (r.a)'m arkasına adam gönderdiler. Kendisi Mekke
halkı mezarı gibi şakk şeklinde mezar kazıyordu. Ebû Talha (r.a)'nm arkasına da adam
gönderdiler. O da Medine halkı için mezar kazıyordu. Kendisi mezarı lahit şeklinde
kazıyordu. Bunların ikisine de iki haberci göndererek: Allah'ım! Kendi Rasûlün için
(şakk ve lahit-ten) hayırlı olanı sen seç, dediler. Ebû Talha (r.a)'yı bulabildiler. O
getirildi. Ebû Ubeyde (r.a) bulunamadı. Bunun üzerine. Ebû Talha (r.a) Rasûlullah
(s.a.v) için lahit kazdı.

İbn Abbas (r.a) demiştir ki: Sahabiler salı günü Peygamber (s.a.v)'in teçhiz işini
bitirince, Efendimiz kendi odasında na'şı üzerine konuldu. Sonra erkek cemaat gruplar
halinde Rasûluİlah (s.a)'in yanma girip üzerine namaz kıldılar. Erkekler bitince
sahabiler, kadınları gruplar halinde odaya dahil ettiler. (Onlar da namazım kıldılar).
Kadınlar bitince ergenlik çağma gelmeyen çocukları (yine gruplar halinde) odaya
dahil ettiler. Peygamber (s.a.v)'in cenaze namazını cemaata imam olarak hiç kimse
kıldırmadı. (Herkes kendi başına kıldı.)

Müslümanlar, Peygamber (s. a) için kazılacak mezar yeri hususunda ihtilaf ettiler.



Bazıları: Kendi mescidinde defnedilsin, dediler. Bazıları: Ashabı yanında (Bakî'a)
defnedilsin dediler. Sonra Ebû Bekir (r.a) dedi ki:

Şüphesiz ben Rasülullah (s.a.v)'den işittim. Buyurdu ki: "Ölen her peygamber, ancak
öldüğü yere defnedilmiştir." İbn Abbas (r.a) demiştir ki: Bundan sonra üzerinde
Rasülullah (s.a)'in vefat ettiği yatağı kaldırdılar ve (orada) ona mezar kazdılar. Sonra
çarşamba gecesi, gece yarısında Efendimiz defnedildi. Onun mezarına Ali b. Ebî
Talib, el-Fadl b. Abbas, kardeşi Kuşem ve Rasülullah (s.a)'in mevlası (azatlı kölesi)
Şükran (r.a) indiler. Ebû Leyla künyeli Evs b. Havli (r.a), Ali b. Ebî Talib (r.a)'e:
Allah Teala hakkı için Rasülullah (s.a)'den bize payımızı vermeni senden diliyorum,
dedi. (Kabre inip hizmet etmek istedi.) Ali (r.a) ona:

(Kabre) in, diyerek izin verdi. Şükran (r.a), Rasülullah (s.a)'in hayatta iken zaman
zaman giydiği bir hırkasını eline almış idi. Onu kabre defnetti ve: Vallahi bu elbiseyi
senden sonra ilelebed hiç kimse giymeyecektir, dedi. Bu hırka Rasülullah (s. a) ile

f5351

beraber defnedildi."

61-63. Cenaze Kabre Ayak Ucu Tarafından İndirilir
3211... Ebû İshak'tan demiştir ki:

El-Haris; cenaze namazını Abdullah b. Yezid'in kıldırmasını vasiyet etmişti. (Bu
vasiyyete uyarak) onun cenaze namazını (Abdullah b. Yezid) kıldırdı. Sonra onu

T5361

kabrin ayak ucu tarafından kabre indirdi ve "Bu sünnettendir" dedi.
Açıklama

Kabrin ayak ucundan maksat, cenaze kabre konulunca kabrin, cenazenin ayak ucuna
gelen tarafıdır. Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, Abdullah b. Yezid (r.a)'e göre, sünnet
olan cenazeyi kabre kabrin ayakucu tarafından indirmektir. Bunun için tabut önce
cenazenin başı kabrin ayak ucuna gelecek şekilde omuzlardan yere indirilir. Sonra ce-
naze geri çekilerek kabre indirilir. Sonra yönü kıbleye getirilerek lahde yerleştirilip
üzeri kerpiçlerle örülür. Alimlerin bu mevzudaki görüşlerini şu şekilde özetlemek
mümkündür:

1. İmam Şafiî (r.a) ile İmam Malik ve İmam Ahmed (r.a) bu görüştedirler. Delilleri ise
Beyhakî ile İmam Şafiî'nin İbn Abbas'dan naklen rivayet

ettikleri "Rasülullah (s.a)'in baş tarafından geriye doğru çekilerek kabre in-dirildiği"ni
ifade eden hadis-i şeriftir.

İmam Şafiî, Hz. Ebû Bekr (r.a)'in de kabre bu şekilde indirildiğini ve Şafiî âlimleri
arasında bu mevzuda ihtilaf bulunmadığını söylemiştir. Ayrıca İbn Ömer'le Hz. Enes,
Abdullah b. Yezid, en-Nehaî, eş-Şa'bî'nin de bu görüşte oldukları rivayet olunmuştur..

2. Cenaze kabre ayaklan tarafından indirilir ve ileri doğru çekilir. Bir başka ifadeyle,
birinci görüşün tam aksine bir uygulama yapılır. Bu görüş İbn Ömer'le Hz. Enes
(r.a)'dan rivayet edilmiştir. Delilleri ise, İbn Şahin'in Kitabül-Cenaiz isimli eserinde
Rasûlullah'm "Cenaze kabre ayakları tarafından indirilerek ileri doğru çekilir"
buyurduğunu ifade eden ve Hz. Enes'-ten rivayet edilen hadis-i şerif ile İbn Ebû
Şeybe'nin Musannef inde İbn Si-rîn'den nakledilen, "Ben, Hz. Enes'le birlikte bir
cenaze merasiminde bulundum. Cenazenin getirilmesini istedi. (Cenaze getirilince)



onu ayaklan tarafından mezara indirdi" mealindeki hadis-i şeriftir.
3. Cenaze kabrin kıble tarafına konur ve yan tarafından kabre indirilir. İmam Ebû
Hanife (r.a) de bu görüştedir. Bu görüş Ali (k.v) ile oğlu Mu-hammed ve İshak b.
Râhûyeh'den de rivayet olunmuştur. Delilleri ise, "Rasûlullah (s. a) kabre indirileceği
zaman, kabrin kıble tarafından alınarak karşılandı ve na'şm üzerinden yavaşça çekilip
£5371

çıkarıldı." mealindeki hadis-i şeriftir. Ancak bu hadisin senedinde Atıyyetü'l-
Avfi vardır. Hadis ulemasından birçokları onun zayıf olduğunu söylemişlerdir. Ebû
Davud'un Mera-siTinde Rasûl-i Zişan Efendimizin kabre kıble tarafından
konulduğuna dair olan bir hadis de bu görüşü te'yid ettiği gibi, îbn Ebî Şeybe'nin
rivayet ettiği "Hz. Ali, Yezid b. el-Mükefkef i dört tekbirle kıble tarafından kabre
indirdi" mealindeki hadis de bu görüşü te'yid etmektedir. Ayrıca İbn Abbas'm kabre
dört tekbirle kıble tarafından konulduğunu ifade eden hadis-i şerifle Bey-hakî'nin
rivayet ettiği İbn Abbas'la, îbn Mes'ûd ve Bureyde'nin kabre kıble tarafından
konduğunu ifade eden hadisi şerif te bu görüşte olan âlimlerin delillerinden ise de
Beyhaki'ye göre, bu görüşe delalet eden hadislerin tümü zayıftır. Çünkü Rasûl-ü
EJtremin kabrinin kıble ciheti duvara bitişik olduğundan cenazeyi kabre oradan
indirmek mümkün değildir.

Bu mevzuda gelen, "Rasûlullah (s. a) geceleyin kabre indi, kendisi için bir kandil
yakıldı ve Rasûl-i Ekrem, ölüyü kıble tarafından alarak: Allah sana rahmet etsin! Sen,
Allah korkusundan devamlı inleyen ve bol bol Kur'-ân okuyan bîr kişi-idin! buyurdu.

r5381

Ve Ölüye dört defa tekbir getirdi." mealindeki hadis hakkında İmam Tirmizî,
"İbn Abbas'm hadisi "hasendir" demişse de Şafiî âlimlerinden İmam Nevevî Şerhul-
Mühezzeb isimli eserinde İmam Tirmizî'nin bu sözünü reddederek bu hadisin zayıf
olduğunu, çünkü senedinde, muhaddislerin zayıflığında ittifak ettikleri el-Haccac b.
Ertat'in bulunduğunu söylemiştir.

Mcnhel yazan, bu mevzuda şunları söylüyor: "Herhalde Tirmizî -hasendir- sözüyle bu
hadisin manâ itibariyle hasen olduğunu söylemek istemiştir. Çünkü bu hadisin manâsı
birçok yollardan rivayet edildiğinden zayıflıktan kurtulup hasen derecesine
yükselmiştir.

Aslında bu meseledeki ihtilaf fazilet cihetindendir. Cenazenin, kabrin şu veya bu
cihetinden konmasının caiz olup olmaması cihetinden değildir. Netice olarak şunu
söyleyebiliriz ki cenazeyi kabre kabrin ayak ucu tarafından koymak caiz olduğu gibi
kıble cihetinden koymak da caizdir. Ancak ayak ucu tarafından koymak daha
faziletlidir. Çünkü bu mevzuda gelen deliller daha kuvvetlidir.

Alimler cenaze kabre indirilirken onu gözlerden saklamak maksadıyla kabrin ağzına
bir örtü tutmanın caiz olup olmadığı hususunda da ihtilaf etmişlerdir. Şâfiîler kadın
olsun erkek olsun herhangi bir cenaze defnedilirken kabrin ağzına bir örtü tutmanın
müstehab olduğunu söylemişler ve Beyha-kî'nin rivayet ettiği, "Hz. Sa'd kabre
konurken Hz. Peygamberin onun kabrinin ağzına bir perde tuttuğunu" ifade eden
hadisi delil getirmişlerdir. Ancak Beyhakî bu hadisin zayıf olduğunu söylemiştir.
Binaenaleyh bu hadis delil olma niteliği taşımaktan uzaktır. Abdurrezzak da yine Sa'd
b. Muaz'm kabrinin ağzına bir perde tutulduğunu rivayet etmişse de bu hadisin de
senedinde kimliği meçhul bîr ravi bulunduğundan sahih değildir. Şayet bu hadislerin
sahih olduğu kabul edilse bile bu tatbikatın Hz. Sa'd b. Muaz'a ait özel bir tatbikat
olduğu söylenebilir. Çünkü Hz. Sa'd kabre konurken yaralı idi. Yarasındaki kokunun



yayılmaması için kabrine perde tutulmuş olması kuvvetle muhtemeldir.
İmam Ebû Hanife ile İmam Malik ve İmam Ahmed'e göre, kadınları defnederken
kabrin ağzına bir perde gererek onları gözlerden korumak caizse de, erkekler için bu
caiz değildir. Delilleri ise İbn Ebî Şeybe'nin Ebû İs-hak'tan rivayet ettiği: "Ben el-
Haris'in cenazesinde bulunmuştum. O sırada onun kabrine bir kumaş uzatıldı da onu
Abdullah b. Yezid hemen çekip aldı ve; bu kimsenin erkek olduğunu unutma, dedi"

£5391

anlamındaki hadis-i şeriftir. Bu görüş birinci görüşe tercih edilmiştir.
62-64. Cenaze Kabre İndirilirken Kabrin Yanında Nasıl Oturulur?
3212... el-Bera b. Azib'den (rivayet olunmuştur) dedi ki:

Rasûlullah (s. a) ile birlikte Ensardan bir adamın cenazesine gitmiştik. Kabre
vardığımızda henüz kabrin kazılması sona ermemişti. Bunun üzerine Peygamber (s. a)

[540]

kıbleye dönerek kabrin yanma oturdu. Onunla birlikte biz de oturduk.
Açıklama

Bu hadis-i şerif Nesaî'nin Sünen'inde şu manâya gelen lafılarla rivayet edilmiştir:
"Rasûlullah (s. a) ile birlikte bir cena-ze(yi defnetmek) için çıkmıştık. Kabre
vardığımızda, henüz kabrin kazılması sona ermemişti. Rasûlullah (s. a) oturdu. Biz de
başlarımızın üzerinde bir takım kuş(Iar) varmış gibi onun etrafına oturduk." Nesaî'nin
rivâyetindeki "Başlarımızın üzerinde kuş(lar) varmış gibi onun etrafında oturduk"
mealindeki cümle cenaze defnedilirken aranan sükunet, sessizlik ve edepten kinayedir.
Esasen ashab-ı kiram Rasûl-ü Zişan Efendimiz her meclisinde bu adaba riayet
ederlerdi. Bu mevzuda Mevlana Şıbli şunları kaydediyor:

"Hz. Peygamberin meclisi, hizmetçiler ve maiyet halkı ile çevrili bir saray değildi.
Hatta Peygamberin evinin kapısı bile yoktu. Fakat O'nun Peygamberlik vakarı
herkesin kalbine haşyet verirdi. O'nu gören her insan, kalbinde bir titreyiş hissederdi.
Hadis kitablarmm ifadesine göre halk, Peygamberin huzurunda o kadar sakin ve sessiz
otururlardı ki, insan cemaattan her birini, başına konan bir kuşu ürkütmek
istemiyormuş zannederdi. Rasûl-i Ekrem'in huzurunda söz söylemek isteyenlere söz
verilirken haseb ve neseb, servet ve nüfuz itibariyle elde ettikleri mevki değil, ancak
ilim ve fazilet itibariyle haiz oldukları liyakat nazar-ı itibare alınırdı. Rasûl-i Ekrem'in
adeti, önce muhtaç ve fakir olanları dinlemek, onların ihtiyaçlarını temin etmekti."
"Hz. Peygamber, hiç bir kimsenin sözünü kesmez, şayet söylenen sözler O'nu
memnun etmeyecek bir mahiyette ise bu sözleri ihmal ederdi. Bir mesele bahis
mevzuu olduğu zaman Rasûl-i Ekrem de fikrini ileri sürer, münakaşa veya müzakere
esnasında bir nükte söylenirse o da neş'elenir, o da bu nüktelere mukabele
[54i]

ederdi."

Bazı Hükümler

1. Cenazenin defninden önce kabrin yanında oturmak caizdir.

2. Kıbleye yönelerek oturmak müstehabdır.



£5421

3. Büyüklerin huzurunda edebli ve mütevazi oturmak müstehabdır.



63- 65. Cenaze Kabre Konurken Ona Dua Etmek
3213... îbn Ömer'den demiştir ki:

Ölü mezara konurken Peygamber (s. a) "Bismillahi ve ala sünnet-i Rasûlillahi = Ey
ölü, seni Allah'ın adıyla (bu kabre indiriyoruz), Ra-sûlullah'm yolu ve dini üzere (seni
teslim ediyoruz)" diye dua edermiş.

Ebû Dâvûd diyor ki: Bu hadisi bana birisi Muhammed b. Kesir, diğeri de Müslim b.
İbrahim olmak üzere iki kişi nakletti. Benim burada naklettiğim şu (lafızlar) Müslim
1543]

'in lafızlarıdır.
Açıklama

Ölüyü kabre koyarken Rasûl-ü Zişan Efendimiz, metinde geçen duayı okurdu çünj(a
bu duada Allah'ın ismi ve Rasûlullah'm sünneti kelimeleri geçmektedir. Bu kelimeler
ölü için birer muhkem kale hükmündedirler. Bu sayede ölü kabir ve azabından ve
korkusundan korunmuş olur.

Bu dua, hadis kitaplarında muhtelif şekillerde rivayet edilmiştir. Bunlardan bazıları
şöyledir: "Ölü kabre indirildiği zaman Hz. Peygamber "Bismillahi ve ala millet-i

[5441

Rasûlillah" diye dua ederdi.

"Rasûlullah (s. a) ölü mezara konduğu zaman bir defasında - Bismülahi ve billahi ve
ala milleti Rasûlillah- diye, bir defasında da - Bismillahi ve billahi ve ala sünnet-i

[545J

Rasûlilahi- diye dua etti."

Görülüyor ki bu rivayetlerde, şekil itibariyle küçük farklılıklar varsa da, aslında netice

15461

itibariyle aralarında bir fark yoktur, hepsi aynıdır.

64- 66. Müşrik Bir Akrabası Ölen Kimse (Onun Teçhiz Ve Tekftniyle
İlgilenmekle Mükellef Midir?)

3214... Ali (a.s)'dan demiştir ki: (Babam Ebû Talib ölünce) Peygamber (s.a)'e (vardım
ve):

Senin dalalette olan amcan öldü, dedim.

"Git babanı kabre koy! Sonra yanıma gelinceye kadar (kimseye bununla ilgili) bir söz
söyleme" buyurdu. Bunun üzerine gidip onu kabre koydum ve (Hz. Peygamberin)

£5471

yanma geldim. Bana yıkanmamı emretti. Ben de yıkandım. Bana dua etti.
Açıklama

Hadis-i şerifte Peygamberimizin küfür üzere öldüğünden bahsedilen amcasından
maksat Ebû Talib'dir. Asıl adı "Abdümenaf tır. Fakat künyesi ile meşhur olduğu için



"Ebû Talib" diye anılır.

Kendisi Peygamber Efendimizden 35 sene önce dünyaya gelmiştir. Hz. Peygamber
sekiz yaşında iken dedesi Abdülmuttalib'i kaybedince, Abdulmuttalib'in vasiyyeti
üzere onun bakımını amcası Ebû Talib üzerine aldı. Bu görevi en güzel bir şekilde
yerine getirdi.

Hz. Peygamber onun evinde kaldığı sürece, o evde daha önce hiç görülmedik bir
bereket hasıl olmaya başladı. Ebû Talib'in aile efradı topluca veya ayrı ayrı bir şey
yiyecek olurlarsa doymazlardı. Fakat Peygamberimizle birlikte yedikleri zaman
yiyecek az da olsa doy arlardı.

Bu sebeple Ebû Talib, bir şey yeneceği zaman aile efradına "durun, oğlum gelsin!"

[5481

der, Peygamberimiz gelince yenmeye başlanırdı.

Hz. Peygambere karşı kavmi zulme kalkıştıkları zaman, karşılarında en büyük engel
olarak da Ebû Talib'i buldukları gibi, Efendimiz Hz. Hatice ile evlenmeye karar
verdiği zaman da en büyük maddi desteği ondan görmüştü. Onun nişan merasimindeki
şu hitabesi bu evliliğe yaptığı maddi ve manevi desteği göstermek için kâfidir "...
Kardeşimin oğlu Muhammed b. Abdullah ki akrabanız olduğu malumunuzdur. Onunla
Kureyş'ten hiçbir genç tartılamaz, Ölçülemez! Bu, şeref ve asaletçe, akıl ve faziletçe
onların hepsinden üstün gelir! .

Gerçi malı azdır. Fakat, mal dediğin nedir ki? Geçici bir gölge, bir perde alınır verilir
iğreti bir şey!

Allah'a yemin ederim ki: Bundan sonra onun mertebesi daha çok büyüyecek, daha çok
yükselecek!

Şimdi O, sizden kızınız Hatice'yi zevceliğe istemekte, muaccel mehir olarak da oniki
ûkiye altın vermeyi teahhüd etmektedir."

Ebû Talib Peygamberliğin onuncu yılında hicretten üç yıl önce vefat ettiği zaman 78
yaşında idi,

Mevzumuzu teşkil eden bu hadisi şerif îbn Sa'd'm Tabakat'mda şu manâya gelen
lafızlarla rivayet olunmuştur:

"Hz. Ali dedi ki: Ebû Talib'in öldüğünü Peygamber (s.a)'e haber verdiğim zaman
Rasûlullah (s. a) ağladı. Sonra bana -git onu yıka, kefenle, sonra da kabre koy-
buyurdu. Ben de bu emri yerine getirip yanma döndüm. Bana - git yıkan- buyurdu.
Rasûlullah (s. a) evinden çıkmadan onun için günlerce istiğfara devam etti. Bunun
üzerine Cebrail (a. s) kendisine şu âyet-i kerimeyi indirdi. "Akraba biie olsalar
cehennemin halkı oldukları belli olduktan sonra (Allah'a) ortak koşanlar için mağfiret

[5491

dilemek, ne Peygamberin ne de inananların yapacağı bir iş değildir."
Bu mevzuda İbn Ebî Şeybe'nin Musannaf mda rivayet edilen bir hadis-i şerif de şu
mealdedir: "Hz. Ali (Hz. Peygamber'e hitaben: Ey Allah'ın Ra-sûlü) ihtiyar amcan
öldü. Onun hakkında ne (yapmamızı uygun) görüyorsun? diye sordu. Hz. Peygamber
de -Onu yıkayıp kabre koymanı istiyorum-dedi ve ona (cenazeyi yıkadıktan sonra)
kendisinin de yıkanmasını emretti."

Mevzumuzu teşkil eden hadisin zahirinden Peygamber (s.a)'in Ebû Talib'in
cenazesinin kabre taşınmasına iştirak etmediği anlaşıhyorsa da Beyha-kî'nin de
açıkladığı gibi Ebû Davud'un el-Merasil isimli eserinde Hz. Peygamberin amcası Ebû
Talib'in cenazesini uğurladığı ve yol boyunca Allah'tan ona af ve ihsan talebinde
bulunduğu, fakat defnedilirken kabri başında bulunmadığı rivayet edilmektedir.



Ancak Hz. Peygamberin, Ebû Talib'in yıkanmasına ve defnine iştirak etmediği, cenaze
namazının kılınmasını istemediği mevzuunda bütün rivayetler birleşmektedirler.
Hz. Peygamberin, Hz. Ali'ye babasını yıkadıktan sonra kendisinin de yıkanmasını
emretmesine gelince bunun iki sebebi olabilir:

1. Bir ölüyü yıkadığı için bunu istemiş olabilir.

2. Bir kâfiri yıkadığı için emretmiş olabilir. Çünkü Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'inde:

r5501

"Ey inananlar (Allah'a) ortak koşanlar pisliktir..." buyurmuştur.

"Bir ölüyü yıkayan kimse kendisi de yıkansın." mealindeki 3161 numaralı hadisin

genel hükmü gözönüne alınırsa, bir ölüyü yıkamış olduğu için bunu emrettiği anlaşılır.

[55U

Bazı Hükümler

1. Bir mü'minin yakın akrabalarından birisi öldüğü zaman onun yıkanması,
kefenlenmesi ve defnedilmesiyle ilgilenmesi gerekir. Hanefi âlimleriyle Şâfıîler bu
görüştedirler.

Malikilerle Hanbeliler'e göre ise cenazenin kokuşup parçalanacağından korkulmadığı
müddetçe bir müslümanm vefat eden kâfir akrabasının cenazesinin yıkanıp
kefenlenmesi ve defnedilmesi işini üzerine alamaz. Fakat böyle bir durum varsa o
zaman onu bir şeye sararak kabrine koyması üzerine farz olur. Çünkü Yüce Allah
Kur'ân-ı Kerim'inde: "Ey inananlar, Allah'ın gazabettiği kimselerle dostluk
[552]

etmeyin" buyurmuştur. Bir kâfiri yıkamak veya kefenlemek ona dostça muamele
etmek anlamına gelir. Bu bakımdan bir müslüman zaruret olmadıkça kâfir bir
cenazenin teçhiz ve tekfmiyle ilgilenemez.

2. Ebû Talib kâfir olarak ölmüştür. Bu sebeble Hz. Peygamber onun cenaze namazını
kılmamış ve namazının kılınması için de emir vermemiştir. Nitekim şu hadis-i şerifte
bu gerçeği açıkça ifade etmektedir: "Ebû Talib'in ölümü yaklaşınca Peygamber (s. a)
onun yanma geldi ve orada Ebû Cehl ile Abdullah b. Ebî Ümeyye el-Muğire'yi buldu.
Sonra, "Ey Amca! Allah'tan başka ilah yoktur de. Bu kelimeyi söyle ki onun sebebiyle
huzuru ilahide senin lehine şahitlik edeyim!" dedi.

Bunun üzerine Ebû Cehl ile Abdullah b. Ebî Ümeyye:

Ya Ebû Talib, Abdülmuttalib'in dininden dönmek mi istiyorsun? dediler. Rasûlullah
(s. a) o sözü amcasına arz etti durdu. Nihayet Ebû Talib onlara son söz olarak,
kendisinin Abdulmuttalib dini üzere bulunduğunu söyledi ve Allah'dan başka ilah
yoktur- demekten kaçındı. Rasûlullah (s. a) de: "Ey Amcacığım, vallahi senin hakkında
niyaz etmekten nehyolunmadığım müddetçe senin için mutlaka istiğfara devam
edeceğim." dedi. Hemen arkasından da Aziz ve Celil olan Allah şu âyeti celileyi
indirdi: "Müşriklerin cehennemlik oldukları kendilerince anlaşıldıktan sonra akraba

f5531

bile olsalar, Peygambere de mü'minlere de onlar için istiğfar etmek gerekmez."
Ayrıca Yüce Allah Ebû Talib hakkında (özel olarak) bir âyet-i kerime indirerek
Rasûlullah (s.a)'e: "Şüphesiz ki sen sevdiğine hidayet veremezsin. Ama Allah

£554]

dilediğine hidayet verir. Hem O, hidayete erecekleri daha iyi bilir." buyurdu.



T5551

Bu gerçeği açıkça ortaya koyan delillerden biri de şu hadis-i şeriftir: Hz. Abbas
(Hz. Peygambere): "Ey Allah'ın Rasûlü! Ebû Talib'e hiçbir faydan olabildi mi? Çünkü
o, (her zaman) seni korur ve senin namına düşmanlarına öfkelenirdi" diye sordu da
Rasûlullah (s. a):

"Evet (oldu) O cehennemin sığ bir yerindedir. Eğer ben olmasaydım, cehennemin en

f5561

derin yerinde olurdu." buyurdu.

Bu deliller mevcut iken, Şiilerin bazı zayıf hadisleri delil getirerek Ebû Talib'in
mü'min olarak öldüğünü isbata çalışmaları boşunadır. Bunların iddialarını isbat için
gösterdikleri kendilerince en kuvvetli delil İbn İshak'm, İbn Abbas (r.a)'dan rivayet
ettiği bir hadistir. Bu hadise göre, "Ebû Talib'in vefatı yaklaştığı zaman Rasûlullah
(s. a) kendisine "Lailahe illallah" demesini telkin etmiş, o da bundan imtina etmiş.
Fakat orada bulunan Abbas (r.a) Ebû Talib'in dudaklarının kıpırdadığını görerek ne
söylediğini dinlemiş ve Peygamber (s.a)'e dönerek: "Ey Kardeşimin oğlu! Allah'a
yemin olsun ki kardeşim Ebû Talib, senin emrettiğin kelimeyi söyledi" demiştir."
Hadis âlimlerinin değerlendirmelerine göre, Şiilerin delilini teşkil eden bu hadis,
senedinde ismi açıklanmayan bir ravi bulunduğu için zayıftır. Ayrıca yukarıda mealini
sunduğumuz Buhârî ve Müslim'in rivayet ettiği hadiste Hz. Abbas'm, Hz. Peygamber'e
yönelttiğinden bahsedilen, "Ey Allah'ın Rasû-lü Ebû Talib'e hiç faydan olabildi mi?"
sorusu da Şiilerin bu delilini çürütmektedir. Eğer Hz. Abbas Ebû Talib'in ölürken
kelime-i tevhidi söylediğini bizzat onun ağzından kendi kulaklarıyla işitmiş olsaydı.
Hz. Peygamber'e onun imanı hakkında böyle bir soru yöneltmek ihtiyacını duymazdı.
Şayet Şiilerin bu delillerinin sahihliği kabul edilse bile, aksini isbat eden hadisler hem
sayıca ondan daha çok hem de daha kuvvetli ve sağlamdır.

Yine siyer kitaplarının kaydettiği "Hz. Ebû Bekir (r.a)'in bir gün babası Ebû Kuhafe'yi
Kabe'de bulunan Rasûl-ü Ekremin huzuruna getirdiği ve Rasûlullah'm telkini ile Ebû
Kuhafe (r.a)'nin müslüman olması üzerine Hz. Ebû Bekir'in -Ey Allah'ın Rasûlü, seni
Hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki Ebû Talib iman etseydi daha çok memnun
olurdum- dediğine ait rivayetler de Ebû Talib'in küfr üzerine gittiğini isbatlayan
delillerdendir. Ebû Talib'in, bazı şiirlerinde Hz. Peygamberi ve dinini övmesine
gelince, bu Kureyş kâfirlerinin ileri gelenlerinden bazılarının Hz. Peygamberin hak
yolda olduğunu bildikleri halde inatları yüzünden onun dinine girmemekte diren-
melerine benzer. Nitekim Cenab-ı Hak Kureyş kâfirlerinin bu tutumunu Kur'ân-ı
Kerim' de şöyle açıklıyor: "Vicdanları on!arı(n doğruluğuna) kanaat getirdiği halde,

£5571

sırf haksızlık ve böbürlenme yüzünden onları inkâr ettiler..."

Ayrıca Ebû Talib'in "Eğer Kureyş'in beni ayıplayarak Ebû Talib'i buna ancak korku

r5581

şevketti demeyeceklerini bilseydim, seni mutlaka memnun ederdim." demesi de
onun Hz. Peygamberin hak yolda olduğunu bildiği halde gururundan dolayı iman

£5591

etmediğini gösterir.

65-67. Kabri Derince Kazmak



3215... Hişam b. Amir'den demiştir ki:



Ensar(dan bir topluluk) Uhud (Savaşı) günü Rasûlullah (s.a)'e gelerek: (Ey Allah'ın
Rasûlü, bir taraftan bazılarımız şehid olurken sağ kalan) biz(Ier)e de yara ve
yorgunluk isabet ediyor. (Bu şartlar altında ölülerimize kabir kazma hususunda) bize
ne emredersin? dediler. (Hz. Peygamber de):

"Kabir kazınız ve genişçe kazınız, (ölüleri) kabirler)e ikişer üçer (kişiler halinde)
koyunuz." buyurdu. (Bunun üzerine, kabre konurken) "Bunların hangisi (kıbleye
doğru) öne geçirilecek?" diye soruldu. (Efendimiz de):

"(Ezberinde) Kur'ân en çok olanları" (kıbleye doğru öne geçirilecektir) karşılığım
verdi (Ravi Hişam):

"Babam Amir o gün şehid edildi, iki kişinin arasına gömüldü" dedi. -Yahutta tek

r5601

(başına gömüldü) dedi.-
Açıklama

Bu hadis-i şerif, zaruret halinde birden fazla cenazeyi bir kabre defnetmenin caiz
olduğuna delalet etmektedir. Nitekim 3136numaralı hadis-i şerifin şerhinde de
açıklamıştık.

I56İI

Fakat zaruret olmadığı zaman birden fazla kişiyi bir kabre koymak mekruhtur.

Yine bu hadis-i şerifte, Kur'ân-ı Kerim'i hıfzeden kimselerin faziletine ve kabri

genişçe kazmanın müstehablığma işaret vardır.

Kabrin derinliğinin mikdarı ise, âlimler arasında ihtilaflıdır. Fıkıh ulemasının bu
meseledeki görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür:

1. Hanefıler 3216 numaralı hadiste geçen "kabri derince kazınız" emrine sarılarak
kabrin derince kazılmasının müstehab olduğuna hükmetmişlerdir. Hanefilerin bu
mevzudaki görüşlerini İbn Abidin (r.a) şöyle özetliyor: "Kabir yarım boy yahut göğüs
hizasına kadar kazılır. Bir boy kadar fazla kazılırsa daha iyidir. Nitekim Zahire'de
böyle denilmiştir. Bundan anlaşılır ki: En azı yarım boy, en çoğu bir boydur. Ortası
ikisinin arasıdır. Münye şerhi. . Kuhistani de: Kabrin uzunluğu meyyitin uzunluğu

£5621

kadar, genişliği de uzunluğunun yarısı kadar olur, demiştir."

2. Malikilere göre, en azı ölünün kokusuna mani olacak ve yırtıcı hayvanlardan
koruyabilecek derinliktir. Derinliğin azamisi için bir sınır yoktur. Bazı Ilanbcliler de
böyle demişlerdir.

3. Şafıîler'e ve Hanbeliler'in ekserisine göre derinliğin sınırı orta boylu bir adam
kabirde ayakta durup kollarını havaya kaldırdığı zaman parmak uçları yer seviyesine

f5631

denk gelecek miktardır. Ömer b. el-Hattab (r.a)'den de bu kavil rivayet edilmiştir.

3216... (Bir önceki hadisin) manâsı yine aynı senetle Humeyd b. Hilal'den (bir kere
daha rivayet edilmiştir. Şu farkla ki) bu hadise (Humeyd; kabri) "derince

[564]

kazınız" (sözünü) ilave etmiştir.



Açıklama



Bir önceki hadisin şerhindeki açıklamalar bu hadis-i şerif için de geçerli olduğundan,

r5651

burada açıklama yapmaya lüzum görmüyoruz.

3217... Şu (bir önceki hadis-i şerif) Sa'd b. Hişam b. Amir' den de (rivayet olunmuştur).
[5661



Açıklama

Bu hadis-ı şerif Nesai nm Sünen inde şu manaya gelen lafızlana rivayet edilmiştir: Sa
d b. Hışam b. Amir in babasından (rivayet olunmuştur). Dedi ki: Uhud savaşında,
müslümanlardan birçoğu şehid oldu. Bir kısmı da yaralandı. Rasûlullah (s. a): Çukur
kazınız, genişçe kazınız. (Sonra) iki veya üçünü bir kabre koyunuz. Kur'ân'ı en çok

£5671

ezberleyenlerini kıbleye doğru öne alınız, buyurdu.

3125 numaralı hadisle ilgili açıklamalar bu hadis-i şerif için de geçerli olduğundan
daha fazla malumat için okuyucularımız sözü geçen hadis-i şerifin şerhine müracaat
f5681

edebilirler.

66-68. Kabir(lerin Yüksekliğini Ver Seviyesine İndirmek
3218... Ebu Heyyac el-Esedi'den demiştir ki:

Ali (r.a) bana: "Rasûlullah (s.a)'in beni (yerden) yüksek hiçbir kabir bırakmayıp yer
seviyesine indirmem ve hiçbir heykel bırakmayıp kırıp dökmem için gönderdiği bir işe

[5691

ben de seni göndereyim mi?" dedi.
Açıklama

Hz. Peygamber Ali (k.v)'yi, haddinden fazla yükseltilmiş olan kabirleri yer seviyesine
indirmekle görevlendirmiş Hz. Ali de bu görevi yerine getirdiği gibi, Hz. Peygamberin
vefatından sonra da bu görevi unutmamış ve devamlı olarak yerine getirilmesi için
gereken gayreti göstermiş, kendisi bizzat bu görevi yerine getiremeyeceğini anladığı
zaman başkalarını görevlendirerek bu mesuliyetten kurtulmuştur.
İslâm âlimleri, Said b. Mansur'un Sünen'i ile Beyhakî'nin Sünen-i Kübra'smdaki Ca'fer
b. Muhammed'in babasından rivayet ettiği Rasûlullah (s.a)'in, oğlu İbrahim'in kabrinin
başına çakıl taşı koyduğuna ve kabrin seviyesini yer seviyesinden bir karış
yükselttiğine dair olan hadis-i şerife dayanarak, kabrin bilinmesi, kaybolup gitmekten
korunması ve ziyaretçiler tarafından sahibine rahmet okunmasına vesile olması için
yerden bir karış yükseltilmesinin müstehab olduğunda ittifak etmişlerdir. Ancak küfür
ülkesinde ölen kimselerin mezarları bu hükmün dışındadır. Kâfirlerin taarruzundan
korumak için onların kabirleri tanınmalarına yarayacak her türlü alametlerden
arındırılır ve yer seviyesiyle bir edilerek kâfirlerin dikkatlerinden gizlenir.
Günümüzdeki müslümanlarm bir kısmının kabirleri süslemekle ve büyük masraflar
karşılığında kubbeli ve görkemli kabirler inşa etmekle İslâmi ölçülerin dışına



çıktıklarında şüphe olmadığı gibi, sahiplerinin tanınması için kabirlerin başına dikilen
alametleri dahi sökme yoluna gidenlerin de İslâmi ölçüler içinde hareket
etmediklerinde şüphe yoktur.

Nitekim İmam Ahmed ile İmam Şafiî'nin ashabından bir kısmı ve İmam Malik
kabirleri müsaade edilen miktardan daha fazla yükseltmenin haram olduğunu
söylemişlerdir.

Hanefılere göre ise, kabrin kendi toprağı yerden en fazla bir karış yüksekliğinde sırt
halinde yükseltilir, düz olarak yığılmaz. Bir karıştan daha fazla yükseltilmesi

[5701

mekruhtur. Çünkü bu yükseklik bina hükmündedir.
Bazı Hükümler

1. Kabirlerin seviyesini bir karıştan fazla yükseltmek caiz değildir.

2. Kabrin üzerine canlıların heykel ve suretlerini çizmek haramdır.

3. Bu özelliği taşıyan Heykel ve suretleri mezarlardan söküp atmak farzdır.

Kabre yazı yazmaya gelince, İbn Abidin meşhur haşiyesinde bu mevzuda şu görüşlere
yer vermiştir:

"Yazı yazmakta da beis yoktur. Zira yazı yazmak gerçekten yasak edilmişse de
yazılabileceğine ameli icma vaki olmuştur. Hakim yazının yasaklandığını muhtelif
yollardan tesbit etmiş; sonra şunları söylemiştir: "Bu isnatlar sahihtir. Ama bunlarla
amel edilmemektedir. Çünkü, doğudan batıya kadar bütün müslüman imamlarının
kabirleri üzerine yazı yazılmıştır. Bu halefin seleften aldığı bir ameldir". Bu kavil Ebû
Davud'un güzel bir isnatla tahric ettiği şu hadisle kuvvet bulmaktadır: "Rasûlullah
(s. a) bir taş getirerek onu Osman b. Maz'un'un başı ucuna koydu. Ve "Bununla
kardeşimin kabrini tanıyacağım ve ailemden vefat edeni bunun yanma defnedeceğim"

1571]

buyurdular." Zira yazı, kabri tanımanın yoludur. Evet anlaşılıyor ki, bu ameli
icmain ruhsat yeri kısmen ona ihtiyaç duyulduğu zamandır. Nitekim Muhit'te buna şu
ibare ile işaret edilmiştir: "Kabrin eseri kayıp olmamak ve tahkir edilmemek için
yazıya ihtiyaç duyulursa bunda bir beis yoktur. Ama özürsüz yazı yazmak doğru
değildir." Hatta kabrin üzerine Kur'ân'dan veya şiirden yahut methiyeden bir şey

£5721

vazmak da mekruhtur. Bu ifade kısaltılarak Hilye'den alınmıştır. Bu konuda

[573]

2226 nolu hadisin şerhine de müracaat edilmesini tavsiye ederiz.
3219... Ebû Ali el-Hemedani dedi ki:

Biz Fudale b. Ubeyd'Ie beraber Rum diyarında Rodos (adasm)da idik. (O sırada) bir
arkadaşımız vefat etti. Bunun üzerine Fudâle emir vererek kabri düz yaptırdı. Sonra
(şöyle) dedi: "Ben, Rasûlullah (s.a)'i kabirlerin yer seviyesinde yapılmasını

[574]

emrederken işittim."

[5751

Ebû Dâvud der ki: Rodos (Ak) denizde bir adadır.



Açıklama



Rodos: Hz. Muaviye'nin saltanatı zamanında hicretin elliüçüncü (53) yılında
fedhedilmiş, fakat oğlu Yezid zamanında yine kâfirlerin eline geçmiştir. Daha sonra
hicretin 927. senesinde Sultan îl. Selim zamanında tekrar müslümanlarm eline
geçmişse de maalesef bugün Yunanistan'ın elindedir.

Hadis-i şerif kabirlerin yer seviyesinden yüksek yapılmasının caiz olmadığına delalet
etmektedir. Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi fıkıh âlimleri bu
mevzuda gelen hadis-i şeriflere dayanarak kabrin üstüne bir karış yüksekliğinde toprak

[5761

yığılmasında bir sakınca olmadığını söylemişlerdir.

3220... Kasım (b. Muhammed)'den demiştir ki: (Hz. Aişe'nin yanma girdim ve -Ey
anneciğim! Rasûlullah (s.a)'in kabrini bana açıp gösterseniz- diye rica ettim. Hz. Aişe
bana üç kabir gösterdi. (Bu kabirler) ne yüksekti ne de yer seviyesinde idi, yassı ve
basık idi ve zemini kırmızı çakılları ile kaplı idi.

(Musannif Ebû Davud'un talebelerinden) Ebû Ali (Lü'lüî ya da bir önceki hadisin
ravilerinden olan Ebu Ali el-Hemedani) dedi ki -Rasûlullah (s.a)'in (kıble cihetine
doğru) takdim edildiği baş ucunda Hz. Ebû Bekr(in), ayak ucunda da, başı Rasûlullah

[5771

(s.a)'in ayağı ucunda olmak üzere Ömer(in gömülü olduğu)- söylenir.
Açıklama

Bu hadis-i Şeride Hz. Peygamberin kıbleye doğru biraz ileriye konduğu, başı ucuna da
başı Hz. Peygamberin omuzları arasına gelecek şekilde Hz. Ebû Bekr'in konduğu,
ayak ucuna da, başı Hz. Peygamberin ayaklarına gelecek şekilde Hz. Ömer'in
konulmuş olduğu ifade edilmektedir.

Beyhakî ile Hakim'in İbn Ebî Füdeyk, Amr b. Osman, Kasım b. Mu-hammed
vasıtasıyla naklettikleri hadis-i şeriften anlaşılan da budur. Bu mevzuda kıymetli ilim
adamlarımızdan merhum Kamil Miras Efendi meşhur Tecrid-i Sarih Şerhî'nde şu
rivayetleri kaydetmiştir:

1. "Ömerb. Abdü'l-Aziz zamanında mescid-i saadetin tamiri sırasında kabri saadeti
gördüm. Zeminden dört parmak yüksekliğinde idi. Ebû Bekir'in kabri, kabr-i saadetin
arkasında idi. Ömer'in kabri de Ebû Bekr'in alt tarafında idi."

2. Amre de Hz. Aişe'nin şu tarifini rivayet etmiştir: Rasûl-i Ekrem baş tarafı garba
doğru defnedilmiştir. Ebû Bekir'in başı kadem-i saadetin yanma müsadiftir. Ömer'in
başı da zahr-i saadetin arkasına tesadüf etmiştir.

3. Nafı b. Abdurrahman b. Ebû Nuaym'm "Kabr-i Nebevi kıbleye müteveccih olarak
iki halifesinin kabirleri önündedir. Ebû Bekir'in kabri Rasûl-ü Ekremin iki omuzu
hizasına müsadiftir. Ömer'in kabri de Ebû Bekr'in iki omuzu hizasından başlar" dediği
rivayet edilmiştir.

Merhum Kâmil Miras sözlerine şöyle devam ediyor: "Muharrir aciz de bu babdaki
merviyyatm en sahihi bu rivayet olduğunu muhaddisinden bir zatın lisanından işittim.
İbn Akil, "Kabr-i Ebû Bekir, kabri saadetin ayak ucuna, Ömer'in kabri de Ebû Bekir'in
ayak ucuna müsadiftir" demiştir. Bu üç merkad-i mualla ve mubarekin vaziyeti
hakkındaki rivayetler arasında ehemmiyetli bir fark görmemek mümkün değildir.
Bunun yegane sebebi, tercemesi 655 rakamıyla geçen Aişe (r.a) hadisinde görüldüğü



üzere ashabı kiram tarafından kabr-i saadetin ibraz edilmemesi ve Hz. Aişe'nin kabr-i
saadetin mescid ittihaz edilmesinden endişe ederek mahfuz bulundurulması olsa
gerekir ki: Bu suretle Rasûlü Ekrem Efendimizin tevhid-i Bari namına per-verde

1578]

buyurdukları ali gaye ve arzuları tamamiyle tahakkuk etmiş bulunuyor."
Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerife dayanarak İmam Şafiî ile taraftarlarından
bazıları, el-Müeyyedbillah ve el-Kasim b. Muhammed kabrin üstünü düz bir çatı
halinde örtmenin deve hörgücü şeklinde örtmekten daha faziletli olduğunu
söylemişlerdir. Nitekim 3218 ve 3219 numaralı hadis-i şerifler de, bunların bu
mevzudaki delillerindendir.

İmam Ebû Hanife ile taraftarlarına, İmam Malik ile İmam Ahmed'e ve Şafiî
âlimlerinden Müzeni ile bazı Şâfıîlere göre ise, kabrin üstünü deve hörgücü şeklinde
yığarak örtmek düz bir satıh şeklinde örtmekten faziletlidir. Delilleri ise Buhârî'nin
Süfyan et-Temmar'dan Rasûlullah (s.a)'in kabrini deve hörgücü gibi yüksekçe

I579J

gördüğüne dair rivayettir.

Nitekim İbn Ebî Şeybe'nin Süfyan'dan rivayet ettiği bir hadis-i şerif te bu mealdedir.
Kabir üzerine toprağı deve hörgücü şeklinde yığmanın daha faziletli olduğunu
söyleyen fıkıh âlimlerine göre, kabrin düz bir satıh halinde örtülmesinin meşruluğunu
ifade eden bu babdaki hadisler, aslında kabrin bu şekilde örtülmesi gerektiğine açıkça
delalet etmezler. Ancak kabrin bu şekilde örtülmesinin cevazına delalet ihtimalleri
olmakla birlikte, kabrin haddinden fazla yükseltilen kısmını izale etmenin lüzumuna
delalet etmeleri ihtimalleri vardır. Bir de kabrin çakıl taşlarıyla kaplanmasının
cevazına delaletleri de mevcuttur.

Görülüyor ki kabrin üzerine, ağılan toprağın şu veya bu şekilde olması meselesindeki
ihtilaf asıl üzerinde değil fazilet üzerinde meydana gelen bir ihtilaftır. Asıl olan kabrin

r5801

tamamen yer seviyesinde düz olmaması ve bir karıştan fazla yükseltilmemesidir.
67-69. (Cenazeyi Defnettikten Sonra) Kabrin Yanında Ölü İçin İstiğfar Etmek
3221... Osman b. Affan'dan (r.a) demiştir ki:

Peygamber (s. a) cenazeyi defnetme işini bitirince, (cenazenin kabrinin) başında durup:
"Kardeşiniz için (Allah'dan) af dileyiniz. Onun için (kabir sualine cevap vermekte)
muvaffakiyet isteyiniz. Çünkü o, şu anda sorguya çekiliyor." buyurdu.

[58U

Ebû Dâvud der ki: Bahir, Reysan 'in oğludur.
Açıklama

Taberanî'nin Ebû Ümame'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Hz. Peygamberin
"Kardeşlerinizden biri vefat ettiğinde, üstünü toprakla örttüğünüz zaman biriniz onun
kabrinin başında dursun" buyurduğu ifade edilmektedir. Kabrin başında durmaktan
maksat, cenazenin başının üzerine basacak şekilde kabrin üzerine çıkmak değil, kabrin
ba-şucuna yakınca durmaktır. Çünkü şu hadis-i şerifle Hz. Peygamber kabirleri
çiğnemeyi yasaklamıştır: "And olsun ki: Bir ateş parçası veya bir kılıç üzerinde
yürümem ya da ayakkabımı ayağımla dikmem bir müslümanm kabri üzerinde



yürümemden bana daha sevimlidir. Ha kabirlerin ortasına abdest bozmuşum, ha

1582]

çarşının ortasına. Bence bunlar arasında (çirkinlik yönünden) bir fark yoktur."
Taberanî'nin Evsat-i Kebir'in'de hasen bir isnadla Abdullah b. Mes'ud'-dan rivayet
ettiği bir hadis-i şerif şu mealdedir: "Bir ateş parçası üzerine basmam bana bir
müslumanm kabrini çiğnememden daha sevimlidir,"

Metinde geçen "Onun için muvaffakiyet isteyiniz" cümlesinden maksat: "Onun kabir
sorularına yanılmadan başarıyla cevap verebilmesi için Allah'a dua ediniz." demektir.
Nitekim bu cümlenin hemen arkasından gelen "Çünkü o şu anda sorguya çekiliyor."
cümlesi de bu manâya delalet etmektedir.

Bilindiği gibi kabirde insana "Rabbinin kim olduğu, dini ve peygamberi" sorulur. Bu
mevzuda rivayet edilen bir hadis-i şerif şu mealdedir:

"Kul (ölüp de) kabre konulduğunda ve yakınları onu yalnız bıraktıklarında o,
gidenlerin ayakkabılarının seslerini duyar. Daha sonra iki melek gelir, onu oturturlar
ve ona: Muhammed (s. a) için:

"Şu adam hakkında ne dersin bakalım?" diye sorarlar. Eğer o kimse mü'minse:
"Şehadet ederim ki: O Allah'ın kulu ve Rasûlüdür" der. Bunun üzerine melekler
tarafından ona:

"Ey mü'mift, cehennemdeki yerine bak. Yüce Allah bunun yerine sana cennetten bir
makam verdi" denir. O da bu yerlerin ikisini birden görür. Fakat o kimse münafık
veya kâfirse (melekler tarafından ona):

"Bu adam hakkında (dünyada) ne diyordun?" diye sorulur. O da: "Onun hakkında bir
şey bilmiyorum. Halkın onun hakkında söylediklerini (onlara uyarak) ben de
söylüyordum" der. Bunun üzerine (Bu iki melek tarafından ona) "Hay anlamaz ve
uymaz olaydın " denilir. Sonra ona demirden çekiçlerle vurulur. O kimse öyle bir
feryad eder ki bu feryadı insanlar ve cinlerden başka ona yakın olan herşey
r5831

duyar."

Bazı haberlerde ifade edildiği üzere, kişinin sağlığında işlediği güzel ameller kendisini
kabir azabından kurtarır. Taberanî'nin Evsafında, İbn Hib-ban'm da Sahih'inde Ebû
Hureyre'den naklen rivayet ettikleri bir hadis-i şerif şu mealdedir: "Hz. Peygamber
(şöyle) buyurmuştur: Ölü kabre konulduğu zaman kabirden dönüp gitmekte olan
kimselerin ayak seslerini işitir. Eğer bu kişi mü'minse (hayatında kılmış olduğu)
namaz başına, (tutmuş olduğu) oruç sağma (vermiş olduğu) zekat soluna (nafile olarak
işlemiş olduğu) namaz, sadaka, insanlara iyilik gibi güzel ameller ise ayak ucuna
durur.

Bu kimseye baş tarafından yaklaşılmak istenir. O zaman (orada bulunan) namaz, "Bu
kişiye benim bulunduğum taraftan yaklaşmak için bir geçit yoktur" der. Sonra sağ
tarafından yaklaşılmak istenir. O zaman da oruç dile gelerek: "Bu kişiye benim
bulunduğum taraftan yaklaşılmak istenir. O zaman zekat dile gelerek "Bu kimseye
yaklaşmak için benim tarafımdan bir geçit yoktur." der. Sonra ayak tarafından
yaklaşılmak istenir. O zaman da nafile olarak işlediği sadaka, namaz ve halka iyilikte
bulunma gibi hayırlar dile gelerek "Benim bulunduğum tarafta bu adama yaklaşılacak
bir geçit yoktur" derler. O zaman bu adama "otur" denilir. Adam da oturur. O zaman
kendisine güneş batmaya yaklaşmış halde gösterilerek "Bu size (Peygamber olarak
gönderilen) kimsedir. Onun hakkında ne dersin ve nasıl şahitlik edersin" denir. O da
"Bırakın ben (ona) salavat getireyim" der. Ona "Sen bunu yaparsın. Sen şimdi bize



onun hakkında soracaklarımıza cevap ver." denir ve "Size gönderilen bu adam
hakkında ne diyorsun ve nasıl şa-hidlik edersin?" diye sorulur.

O da "O Muhammed'dir. Ben onun Allah'ın Rasûlü olduğuna ve bize Allah'dan
doğruyu getirdiğine şahitlik ederim." der. Bunun üzerine ona "Zaten sen bu inançla
yaşadın. Bu inançla öldün. İnşaallah bu inançla diriltileceksin." denir. Sonra ona
cennet kapılarından bir kapı açılır ve "İşte senin cennetteki makamın ve Allah'ın
cennette senin için hazırladığı yer burasıdır." denir. Sonra ona cehennem kapılarından
bir kapı açılır ve "İşte burası senin cehennemdeki kalacağın yerdi. Allah cehennemde
senin için burayı hazırlamıştı. Eğer Allah'a isyan etseydin burada kalacaktın." denir.
Adamın cennetteki yerine kavuşma arzusu ve sevinci daha da artar. Sonra kabri seksen
arşın genişler ve kabri nurla dolar. Sonra cesedi (toprak olup) ilk haline dönerken ruhu
da cennetteki ağaçlara konmuş olan kuş şeklindeki bahtiyar ruhların arasına konur.
Nitekim Yüce Allah "Allah, inananları, dünya hayatında da, ahirette de sağlam sözle
tesbit eder (o sözden asla ayrılmazlar, daima o tevhid sözüyle Allah'ın birliğini

[5841

haykırırlar.) Allah, zalimleri de saptırır ve Allah dilediğini yapar." buyruğuyla bu
gerçeği dile getirir.

Eğer bu kişi kâfir ise kendisine kabir sorusu sormak üzere baş tarafından veya
sağından veya solunda yahut da ayak ucunda kendisine yaklaşılmak istendiğinde
etrafında buna mani olacak hiç bir ameli bulunmaz ve kendisine kolayca yaklaşılarak
"otur" denir. Adam korkuyla oturur ve kendisine "Sizin içinizde Peygamber olarak
bulunan şahıs hakkında ne dersin ve hakkında nasıl şahitlik edersin?" diye sorulur. O
da "Hangi adam?" der ve ismini bilemez. Bunun üzerine "Muhammed'den
bahsediyoruz" denir.

Bu sefer o adam "Bilmiyorum. Ama halkın onun hakkında bir şeyler söylediğini
işitmiştim. Ben de onun hakkında (halka uyarak) onların dediğini demiştim." der.
Bunun üzerine kendisine "Zaten sen böyle yaşamış ve böyle ölmüştün. İnşaallah bu
şekilde diriltileceksin" denir. Sonra kendisine cehennemden bir kapı açılır ve "İşte
senin cehennemdeki yerin burasıdır. Allanın cehennemde senin için hazırladığı yer
burasıdır." denir. Adamın hayreti son derece artar. Sonra ona cennet kapılarından bir
kapı açılır ve "Eğer Allah'a itaat etseydin Allah'ın cennette senin için hazırladığı yer
burasıydı." denilir. Adamın hayreti daha da artar. Sonra kabir her tarafından daralarak
onu sıkmaya başlar. İşte yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerİm'inde "Ama kim beni anmaktan

r5851

yüz çevirirse onun için de dar bir geçim vardır." mealindeki âyeti kerimesinde
bahsettiği "dar bir geçim"den maksat budur. İnşaallah bu mevzu Sünnet bölümünün

f5861

"azab-ul-kabr" babında tekrar ele alınacaktır.
Bazı Hükümler

1. Cenazeyi defnettikten sonra kabrin başında durup cenaze için istiğfar etmek teşvik
edilmiştir.

2. Cenazeyi definden sonra kabri başında durup onun kabir sorusuna doğru cevap
vermeye muvaffak olması için dua etmek meşru kılınmıştır.

3. Ölü dirilerin duasından yararlanır.

4. Ölü kabirde, sorguya çekilmek üzere dirilir.



5. Kabir suali haktır.

15871

6. Kabir suali hemen defnden sonra başlar.



68-70. Kabrin Yanında Kurban Kesmek Mekruhtur
3222... Enes (r.a)'den demiştir ki:

Rasûlullah (s.a) "İslâm'da (kabrin etrafında kurban) kesmek (meşru) değildir."
buyurdu. (Bu hadisin ravilerinden) Abdurrezzak dedi ki: (Cahiliyye devrinde halk)

T5881

kabir(lerin) yanında ya sığır veya başka bir hayvan keserlerdi.
Açıklama

Akr: Devenin bacaklarını ayakta iken kesmek demektir. Daha sonra bu kurban kesme
anlamında kutlanılır olmuştur.

Cahiliyye döneminde halk; kurbanlarını, kabristanlarda veya ölü mezara götürüleceği
sırada, teneşir. tahtası altında kesmeyi adet edinmişlerdi.

Cahiliyye araplan bunu daha ziyade hayatında cömertliğiyle tanınan kimselerin
kabirleri etrafında yaparlardı. "Bu adam sağlığında cömert idi. Misafirleri doyururdu.
Bu cömertliğinin ölümünden sonra da devam ettiğini göstermek için biz onun kabrinin
yanında bu kurbanları kesip kurdun ve kuşun bu kurbanın etinden yemesini sağlıyor
ve onun hayatındaki cömertliğini bu şekilde mükâfatlandırıyoruz." derlerdi.
Hattâbî'nin açıklamasına göre, cahiliyye araplarmm ahiret hayatına inananları "Ölünün
geride bıraktığı devesi kurban edilecek olursa, o ölü kıyamet gününde binitli olarak
hasredilir. Eğer devesi kurban edilmezse yaya olarak hasredilir" derlerdi.
Bu mevzuda Menhei yazarı şunları söylüyor: "Günümüzde Mısır'da halk cenazeyi
uğurlarken kafesler içinde mezarlığa götürdükleri kuzuları defnden sonra keserek
etlerini yanlarında bulunan ekmeklerle birlikte halka dağıtmaktadırlar. Bu hareket bir
takım izdihamlara ve hatta kavgalara sebep olmaktadır. Bir takım haksızlıklara da
sebep olan bu hareket bid'attan başka bir şey değildir ve şu iki cihetten de sünnete
aykırıdır:

1. Çünkü bu iş İslâm'ın kaldırmış olduğu cahiliyye adetlerindendir.

2. Bu harekette riya, suma, başkalarına karşı üstünlük taslama vardır. Oysa hayır ve
hasenat işlerinde sünnet olan gizliliktir. Ayrıca sünnette ve selefi salihinin hayatında
kabristanda böyle bir ziyafet verildiği görülmemiştir. Hayır sünnete ve selefi salihine
uymakla gerçekleşir."

Türkiye'de bazı bölgelerde türbeler etrafında kurban kesmek de bu bid'atlardan biridir.
[589]

Bazı Hükümler

1. Kabristan'da veya herhangi bir kabrin yanında kurban kesmek haramdır.

£5901

2. Cahiliyye halkına benzemek yasaklanmıştır.



69-71. (Defnedildikten) Bir Süre Sonra Cenazenin Kabri Üzerine Namaz Kılma
(nın Hükmü)

3223... Ukbe b. Amir' den (rivayet olunduğuna göre);

Rasûlullah (s. a) bir gün (evinden) çıkıp (Unut şehitlerinin yattığı) kabristan'a varmış
ve Uhut şehitleri üzerine, cenazeye namaz kılar gibi namaz kılmış. Sonra geri
[591]

dönmüş."
Açıklama

Menhel yazarının açıklamasına göre, Hz. Peygamber Uhut şehıdlerme kıldığı bu
cenaze namazını, Uhut şehitleri defnedildikten sekiz sene sonra kılmıştır. Nitekim
3224 numaralı hadis-i şerifte de bu gerçek açıkça ifade edilmektedir.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif, "şehidler üzerine cenaze namazı kılmak
caizdir"diyenler ile "cenaze kabre konduktan sonra üzerine cenaze namazı kılmabilir"
diyenlerin hüccetidir. Ancak bazı fıkıh alimlerinin dediği gibi bu hadiste geçen "salâ'?
kelimesinin cenaze namazında okunan dua anlamında kullanılmış olması da
mümkündür. İbn Hibban da Sahih'inde bu görüşü savunmuştur.
Bu mevzuda İmam Nevevî de şunları söylüyor: "Bu hadis-i şerifte geçen "sala"
kelimesiyle kasdedilen cenaze namazı değil, cenaze duasıdır. Çünkü "cenazeye namaz
kılar gibi namaz kıldı" demek, adet-i veçhile "ölülere dua ettiği gibi dua etti."
demektir.

Söz konusu kelimeye dua manâsı verildiği takdirde bu hadis-i şerifte "Cenaze kabre
defnedildikten sonra kabri üzerine cenaze namazı kılanabilir" diyenlere bir dayanak
bulunamaz. Biz bu meseleyi 31 numaralı babda açıkladığımızdan burada tekrara

£5921

lüzum görmüyoruz.

3224... Şu (bir önceki) hadis, Yezid b. Ebî Habib'den (de rivayet olunmuştur.
Ancak Yezid burada bir önceki hadise ilâve olarak şunları da) rivayet etti: "Peygamber
(s. a) Unut şehidleri üzerine (kabre konmalarından) sekiz sene sonra ölülere ve dirilere

I593J

veda eder gibi namaz hldı."
Açıklama

Beyhakî'nin Sünen-i Kübra'smda bu hadis-i şerif şu manâya gelen kelimelerle rivayet
olunmuştur: "Rasûlullah (s. a) Uhud şehitlerine ölümlerinden sekiz sene sonra dirilere
ve ölülere veda edercesine bir namaz kıldı. Sonra (mescide gelip) minbere çıktı ve:
"Ben sizin önderinizim. Size (hak yolundaki hizmetlerinizden dolayı) şahitlik
edeceğim. Sizinle buluşacağımız yer (Kevser) havuz(u)dur. Ben şu bulunduğum
yerden o havzu görmekteyim. Ve emin olun ki ben sizin (tekrar) şirke düşeceğinizden
asla korkmuyorum. Fakat dünya için birbirinize düşeceğinizden korkuyorum." (Ravi
rivayetine devamla şunları) söyledi: Rasûlullah (s.a)'ı son görüşüm (bu) oldu."

I594J

Bu hadisle ilgili kısa açıklama için bir önceki hadisin şerhine müracaat edilebilir.



Bazı Hükümler



1. Ölümünden bir süre sonra şehid üzerine namaz kılmak caizdir.

2. Uhut şehidlerinin fazileti son derece büyüktür.

3. Ölümünün yaklaştığını anlayan bir devlet reisinin tebaasına dünya ve ahiret

£5951

saadetleriyle ilgili hususlarda nasihatta bulunması gerekir.
70-72. Kabir Üzerine Bina Yapmak
3225... Cabir (r.a) dedi ki:

Rasûlullah (s.a)'ı kabir(ler) üzerine oturulmasını, (kabirlerin) kireçlenmesini ve (kabir)

15961

üzerine bina yapılmasını yasaklarken işittim.
Açıklama

İbn Hazm bu hadisin zahirine sarılarak, buradaki yasağın hürmet ifade ettiğini,
dolayısıyla kabirleri kireçlemenin haram olduğunu söylemiştir.

Hanefılerle, Malikilere, Şâfıîlere ve İmam Ahmed'le Davud'u Zahirî'ye ve daha birçok
ilim adamına göre ise, buradaki yasak kerahet içindir, dolayısıyla kabirleri kireçlemek
mekruhtur.

Bu mevzuda Menhel yazarı şunları söylüyor: "Her ne kadar âlimlerin büyük
çoğunluğu bu hadis-i şerifteki yasağın hürmet ifade etmeyip, kerahet ifade ettiğini
söylemişlerse de, aslında ben hadisdeki bu yasağı asli manâsı olan haramlıktan çıkarıp
kerahete hamlettiren bir delile rastlamadım. Binaenaleyh kanaatimce buradaki yasağın
hükmü kerahet değil hürmettir. Öyle zannediyorum ki ölülerin kabirlere, baki
kalmaları için değil, bilakis çürümeleri için konuldukları hikmetine bağlı olarak,
kabirleri kireçlemek yasaklanmıştır. Çünkü kireç dünya meskenlerinin zinetidir.
Kabirdeki ölününse buna ihtiyacı yoktur."

Hadis-i şerifte kabir üzerine bina yapmanın yasak olduğu da ifade edilmektedir.
Turtuşî'nin ifadesine göre, kabir üzerine bina yapmak birisi taş veya benzer;
malzemelerle bina yapmak, diğeri de çadır ve benzeri malzemeleri kabrin üzerine
yerleştirmek suretiyle iki şekilde olur ki hadis-i şerifteki yasak her ikisine de şamildir.
Bu mevzuda fıkıh âlimlerinin görüşünü şu şekilde özetlemek mümkündür:

1. İbn Hazm bu hadis-i şerifin zahirine bakarak kabir üzerine bina yap-nanm haram
olduğunu söylemişlerdir. Şâfiîlerle, Hanbelilere göre ise, eğer nezar bu binayı yaptıran
kimsenin mülkü içerisinde bulunuyorsa o zaman ?u mekruh olur. Fakat, mezar, halkın
hayrına bağışlanmış bir arazi içerisinle bulunuyorsa o zaman haram olur.

2. Şafiî imamlarından Nevevî: "Bizim arkadaşlarımız umumi mezarlık üzerine yapılan
binanın yıkılması lazım geldiği hususunda ittifak etmişlerdir." diyor.

3. Hanefılere göre ise, eğer bu bina mezarı süslemek için yapılmışsa haramdır. Onu
takviye için yapılmışsa mekruhtur.

el-Ezhar isimli eserde; eğer mezar, bu binayı yaptıranın kendi mülkü içerisinde ise,
bina yaptırmak mekruh, kendi mülkü içerisinde değilse haram olur. Eğer bu bina,
mescitse yıkılması gerekir denilmektedir.



4. Malikilere göre ise, kabir üzerine yapılan bina veya gerilen bir çatı eğer ölünün
mülkünde ise veya başkasının mülkünde olup da sahibi tarafından kabir yapılması ve
üzerine bina inşa edilmesi için izin verilmişse veya bu bina gösteriş için yapılmamışsa,
kubbeli olmasa bile mekruhtur. Fakat ölüleri defn için vakfedilmiş, yani umuma ait
olan mezarlıkta bulunan bir kabir üzerine bina yapmak, yahutta her nerede olursa
olsun herhangi bir kabir üzerine gösteriş için bina yapmak haramdır. Çünkü bu hareket
hem başkalarının bu kabristandaki hakkını kısıtlamaktır, hem de Allah'ın yasaklamış
olduğu kibirlenme veya gösteriş için yapılmıştır.

Bu bina, mezarı bir takım zararlardan korumak için yapılmış bile olsa, yapılan bu işin
haramdan başka bir şey olmadığında Malikilerce ittifak vardır . Kabir üzerine
oturmanın hükmü bu mevzuya hasredilen 71-73. numaralı babda ele alınacaktır.
[597]

(İnşaallah)
Bazı Hükümler

1. Kabir üzerine oturmak yasaktır

2. Kabirleri kireçle sıvamak yasaklanmıştır.

15981

3. Kabir üzerine bina yapmak caiz değildir.

3226... Şu (bir önceki) hadis Müsedded ile Osman b. Ebî Şeybe, Hafs b. Gıyas, İbn
Cüreyc, Süleyman b. Musa, Ebû Zübeyr (yoluyla) Cabir'den (de rivayet olunmuştur).
[Ebû Dâvud der ki: (Ravi) Osman (b. Ebî Şeybe bu hadise ilâve olarak şu cümleyi)
rivayet etti: (Peygamber (s. a) kabir) üzerine (yapılan binanın yüksekliğini bir karıştan
fazla yapmayı ya da kabrin kendi toprağı üzerine dışarıdan toprak) ilâve etmeyi de
(yasaklamıştır). Süleyman b. Musa (ise bu hadise; kabir) üzerine yazı yazılmasını da
(yasakladı, cümlesini) ilâve etti, Müsedded (ise) rivayetinde (kabir) üzerine (yapılan
bina bir karıştan) fazla olamaz- (cümlesini) zikretmedi. Belki de Müsedded'in bu

[5991

cümlesi benim gözümden kaçmıştır.]
Açıklama

Her nekadar Musannif Ebû Dâvud "Hz. Peygamberin kabir üzerine yazı yazmayı
yasakladığını Süleyman b. Musa danbaşka rivayet eden olmamıştır" demişse de
aslında Hz. Peygamberin kabirler üzerine yazı yazmayı yasakladığını Hakim en-
Nisabûrî, Cabir'den; birisi, Hafs b. Gıyas, İbn Cüreyc, Ebû Zübeyr yoluyla diğeri de,
Ebû Muaviye, İbn Cüreyc, Ebû Zübeyr yoluyla olmak üzere, iki ayrı yolla rivayet
etmiştir. Bu hadis-i şerifte, bir önceki hadis-i şeriften fazla olarak, Fahr-i Kâinat
Efendimizin kabirler üzerine gerek ölünün ismini, gerekse ölüm tarihini, gerekse
Kur'ân'dan bir âyeti veya Allah'ın isimlerinden birini yazmayı yasakladığı ifade
edilmektedir. Mezheb imamlarından dördünün görüşü de budur. Binaenaleyh mezhep
imamlarının dördüne göre de, kabir üzerine bir takım yazılar yazmak, övünmeyi,
başkalarına üstünlük taslamayı adet edinmiş kişiler tarafından çıkarılmış bid'atten
başka bir şey değildir. Ancak Hanefi alimlerinden bazıları Rasûlü Zişan Efendimizin
Osman b. Maz'un'un kabrinin başına bir taş diktiğini ifade eden 3206 numaralı hadis-i



şerife kıyas ederek "Süsleme maksadıyla olmamak şartıyla ve kabrin bilinmesine
vesile olması için kabrin üzerine ölünün ismini yazmakta bir sakınca yoktur" demişler-
dir. Ancak bu hüküm hadisin genel hükmünü, kıyasla tahsis etmekten başka bir şey
değildir. Alimlerin büyük çoğunluğunun görüşüne aykırıdır.

Hakim'in "Amel bu hadis üzere değildir. Çünkü şarktan, garbe kadar müslümanlarm
imamlarının kabir taşlarının üzerinde yazılar vardır. Bu seleften halefe intikal eden bir
tatbikattan başka bir şey değildir" sözünü Zehebi "Herhalde, kabir taşları üzerine yazı
yazılmasına izin veren ilim adamları bu mevzudaki yasağı görmemişler ve bunu
yasaklayan hadisler onların eline geçmemiş olsa gerek. Bunun seleften halefe intikal
eden bir uygulama olduğu iddiası ise asla doğru olamaz. Çünkü sahabe ve tabiinden
birinin kabir üzerine yazı yazdırdığı görülmemiştir" diyerek reddetmiştir. Bu konuda

r6001

3218 nolu hadisin şerhine de müracaat edilmelidir.

3227... Ebû Hüreyre'den (rivayet olunduğuna göre); Rasülullah (s. a):
"Allah yahudilerin canını alsın! Peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler."
[60U

buyurmuştur.
Açıklama

Metinde geçen fiili "canını alsın" yahutta "belasını versin, lanet etsin" manasında
kullanılmıştır.Lanet ise Allah'ın rahmetinden uzaklaştırmaktır.

Bu hadis-i şerif, Müslim'in Sahihinde "Allah yahudilerle hristiyanlara la'net etsin.
Peygamberlerinin kabirlerini mescid yaptılar." şeklinde "lanet etsin" tabiriyle ve
yahudilerle birlikte hristiyanlarm da ismi zikredilerek rivayet edilmiştir. Bazı hadis
alimlerine göre, Rasûlü Zişan Efendimiz bâzan kabirleri mescid yapanları lanetlerken
yahudilerle hristiyanlan birlikte zikrettiği halde bazan sadece yahudileri zikretmesinin
sebebi, bu işi ilk defa yapanların yahudiler olmasıdır. Binaenaleyh yahudiler daha
zalim ve bu hususta daha müfrittirler.

Alimlerden bazıları bu hususta yahudilerle birlikte hristiyanlara da lanet
buyurulmasmı müşkil saymışlardır. Çünkü Hz. İsa ile Peygamberimiz Muhammed
Mustafa (s. a) arasında hristiyanlarm başka peygamberi yoktur.

İsa (a. s) ise diri olarak göğe çekildiği için zaten kabri yoktur. Binaenaleyh bu mes'ele
müşkildir. Bazıları bu müşkili halletmek için, hristiyanlarm Hz. İsa'dan başka bir
takını peygamberleri bulunduğunu, yalnız o peygamberlerin mürsei olmadıklarını
söylemişlerdir. Fakat bu cevap tatminkâr görülmemiştir. Bazıları: "Hadisten murad:
Peygamberlerle onlara tabi olanların büyükleridir. Yalnız hadisde tabi olanlar
zikredilmemişdir" derler. Bu takdirde hadisin manâsı şöyle olur: *'Allah yahudilerle,
hristiyanlan rahmetinden ırak eylesin! Çünkü onlar peygamberleri ile onlara tabi olan
bazı büyüklerin mezarlarını mescid ittihaz ettiler."

Müslim'in Cündeb tariki ile rivayet ettiği son hadis de bu kavli te'yid etmektedir.
Çünkü Cündeb hadisinde: "Yahudilerle, hristiyanlar peygamberlerinin ve salihlerinin
kabirlerini mescid ittihaz ederlerdi." buyurulmuş-tur. Bu hususda daha başka tevcih
yapanlar da bulunmuştur.

Rasülullah (s.a)'in: "Peygamberlerinin kabirlerini mescid ittihaz etliler." buyurması
mukadder bir suale cevabıdır. Sanki: "Yahudilerle hristiyanlara lanet etmenin sebebi



nedir?" diye sorulmuş da, bu.cevabı vermişdir. Ravinin: "Rasülullah (s. a) ümmetini
onların yaptıklarından sakındırmak için" sözü dahi bu kabildendir. Yani sanki raviye:
"Rasülullah (s.a)'in vefat ederken bu sözü söylemesinin hikmeti nedir?" diye sorulmuş
da bu cevabı vermiş gibidir.

Buradaki nehyin hikmeti bu işin zamanla tedricen putperestlik halini alması veya ona
benzemesi endişesidir.
Nevevî diyor ki:

"Alimler şunları söylemişlerdir: Peygamber (ş.a)'in kendi kabri ile başkalarının
kabirlerini mescid ittihaz etmekden nehy buyurması, kendisine ta'zim hususunda
gösterilecek mübalağadan ve bu sebeple vuku'a gelecek fitneden korktuğu içindir.
Çünkü mübalağalı ta'zim çok defa küfre müeddi olur. Nitekim geçmiş ümmetlerde hal
böyle olmuştur.'

Müslümanlar çoğalıp da Mescid-i Nebevî'nin büyütülmesine ihtiyaç görülünce
ümmehat-ı mü'minin ve bu meyanda Rasülullah (s. a) ile iki yar-ı kadimi Ebû Bekir ve
Ömer (r.a)'nm kabirlerini ihtiva eden Hz. Aişe'nin odası dahi mescidin içinde kaldı. Bu
hal karşısmda-ashab-ı kiram mezkur kabirlerin etrafına yüksek duvarlar çevirerek
kabirlerin mescidden görünmesini ve dolayısı ile avam tabakasının onlara karşı

r6021

dönerek namaz kılmalarını önlediler."
71-73. Kabir Üzerine Oturmak Mekruhtur

3228... Ebû Hüreyre'den demiştir ki: Rasülullah (s. a) (şöyle) buyurdu:
"Birinizin kor üstüne oturup da (o korun) elbisesini yakıp ta tenine kadar işlemesi,

r6031

kabir üstüne oturmasından daha hayırlıdır."
Açıklama

Abdest bozmak için olmayıp sadece dinlenmek maksadıyla bile olsa kabir üzerine
oturmak doğru değildir. Çünkü kabir üzerine oturmak, orada yatan müslümanin
hakkına riayet etmemek. ve onu rahatsız etmektir. Nitekim Said b. Mansur'un İbn
Mes'ud'dan rivayet ettiği bir haberde bu husus şöyle ifade buyuruluyor: "İbn Mes'ud'a
kabirleri çiğnemenin hükmü soruldu da (şöyle) cevap verdi: Bir mü'minin cesedine ha-
yatında yapılan işkence ile, ölümünden sonra yapılan işkence arasında bir fark
yoktur."

Bazıları bu hadis-i şerifte yasaklanmak istenen kabir üzerindeki oturmaktan maksadın
orada yas tutmak gayesiyle oturmak olduğunu söylemişlerdir. Metinde geçen "kabr"
kelimesinin nekre olması, kabir üzerine oturma yasağının sadece müslüman
kabirlerine mahsus olmayıp, zımmilerin kabrine de şamil olduğunu belirtmek içindir.
Bu "kabir" kelimesinin İbn Mâ-ce'nin Sünen'inde "müslüman kabri" şeklinde
mukayyed olarak rivayet edilmiş olması ise sözkonusu yasağın sadece müslüman
kabirlerine mahsus olduğunu ifade etmek için değil, kabrin şerefini ve saygıya layık
olduğunu ifade içindir. Binaenaleyh bu yasak hem müslüman kabirleri hem de zımmi
kabirleri için geçerlidir.

Kabir üzerine oturma yasağının hükmü âlimler arasında ihtilaflıdır. Bu mevzudaki,
görüşleri şu şekilde özetlemek mümkündür:



1. Zahiri âlimlerinden İbn Hazm, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifin zahirine
dayanarak kabir üzerinde oturmanın haram olduğunu söylemişlerdir.

2. Cumhur ulemaya göre, büyük yada küçük abdest bozmamak şartıyla kabir üzerine
oturmak haram değil, mekruhtur. Fakat abdest bozmak için kabir üzerine oturmanın
haram olduğunda ittifak vardır.

Cumhura göre, kabirler üzerinde yürümek ve onlara yaslanmak da hüküm bakımından
kabir üzerine oturmak gibidir. Çünkü İbn Mace'nin rivayet ettiği "Yemin olsun ki, bir
ateş parçası veya bir kılıç üzerinde yürümem yahut da ayakkabımı ayağımla dikmem

f6041

bana bir müslümanm kabri üzerinde yürümemden daha sevimlidir." mealindeki
hadis-i şerif kabir üzerinde yürümenin kerahetine delalet ettiği gibi Ahmed b.
Hanbel'in sahih senedle Amr İbn Hazm'dan rivayet ettiği "Rasûlullah (s. a) beni bir
kabre dayanmış halde görünce - Bu kabrin sahibine eziyet etme- buyurdu" mealindeki
hadis-i şerif de kabirlere dayanmanın kerahetine delalet eder. Ancak zaruret halinde
kabir üzerine oturmakta bir sakınca yoktur.

3. Malikilere göre, kabir üzerine oturmakta hiçbir sakınca yoktur. Delilleri ise "Ali b.

r6051

Ebi Talib mezarlara başını koyar ve üzerine uzanırdı" mealindeki hadis-i şeriftir.
Bu hadis-i şerifi sahih bir senetle Hanefi imamlarından Ebû Ca'fer et-Tahavî de
rivayet etmiştir.

Malikilerin bu mevzudaki delillerinden biri de Nafı'nin "İbn Ömer kabirler üzerine
otururdu" mealindeki sözüyle Ebû Ca'fer et-Tahavi'nin Muhammed b. Ka'b el-Kurazî
yoluyla Ebû Hureyre'den rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: "Rasûlullah (s.a) buyurdu ki:
Küçük veya büyük abdest bozmak için bir kabrin üzerine oturan kimse, ateş üzerine
oturan kimse gibidir."

Ebû Ca'fer et-Tahavi'nin açıkladığı gibi, İmam Malik bu hadis-i şeriflere dayanarak
"Büyük ya da küçük abdest bozmamak şartıyla kabirler üzerine oturmakta hiçbir
sakınca olmadığını" söylemiştir. Ancak Menhel yazarının beyanına göre, Maliki
mezhebinin meşhur olan görüşüne göre, üzerine tavan şeklinde yahut da deve hörgücü
şeklinde toprak yığılmış olup, önünden yol geçen ve ilk bakışta içinde cenaze
kemikleri bulunduğu anlaşılan bir kabrin üzerine oturmak mekruhtur. Bu özellikleri
taşımayan bir kabrin üzerine otufmakta ise bir sakınca yoktur.

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifteki kabirler üzerine oturmayla ilgili yasağı,
sadece kabirler üzerine abdest bozmak için oturmaya inhisar ettirmek asla doğru
değildir. Çünkü, kabirler üzerine abdest bozmak için oturmanın yasaklanmış olması,
kabirler üzerine başka bir maksatla oturmanın da yasaklanmış olmasına mani değildir.
Bu mevzuda gelen hadislerdeki hadislerin genel ifadeleri abdest bozmadan kabir
üzerine oturmanın da mekruh olduğunu ifade eder. Kabir üzerine abdest bozmak üzere
oturmanın mekruh olduğunu ifade eden hadislerse sözü geçen genel ifadeleri tahsis

r6061

etmeye elverişli değildir.

3229... Ebû Mersed el-Ganemi dedi ki: Rasûlullah (s.a) (şöyle) buyurdu:

16071

"Kabirlerin üzerine oturmayınız ve onlara doğru namaz kılmayınız."



Açıklama



Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, ölünün cesedine yapılacak bir
baskı aynen ölünün hayatında bedenine yapılan baskı gibi ızdırap verdiğinden
kabirleri çiğnemek ya da üzerlerine oturmak yasaklanmıştır.

Namazda, sadece Allah'ın hakkı olan ta'zim bulunduğundan, kabirlere karşı namaz
kılmak da yasaklanmıştır. Eğer ölüye tazim kasdı yoksa, kabre karşı namaz kılmak

r6081

haram olur tazim kasdıyla kılmaksa küfür olur.

72-74. Kabirler Arasında Ayakkabıyla Yürümenin Hükmü

3230... Cahiliyye devrinde ismi Zalim b. Ma'bed iken Rasûlullah (s. a) (in bulunduğu
Medine')ye hicret edince (Rasûlullah'm kendisine) "İsmin nedir?" diye sorması üzerine
"Zalim" cevabını veren (Bunun üzerine Rasûl-ü Ekremden) "Hayır sen Beşîr'sin"
cevabını alan Rasûlullah (s.a)'m azatlı kölesinden (rivayet olunmuştur). Dedi ki:
Ben Rasûlullah (s. a) ile birlikte yürürken (bir ara Rasûl-ü Ekrem) müşriklerin kabirleri
üzerine uğradı da üç defa "Bunlar daha önce çok hayır(lar)la karşılaştılar (da ondan
yüz çevirdiler)" buyurdu. Sonra müslümanlarm kabirlerine uğradı ve "Bunlar da çok
hayırlara eriştiler" buyurdu. Sonra Rasûlullah (s.a)'dan (bir) bakış (onlara doğru) bir
süre devam etti. Bir de baktık ki ayağında ayakkabıları ile kabirler arasında gezinen
bir adam karşımıza çıkıverdi. Bunun üzerine (Rasûîullah ona) "Ey, sibt (denilen
tabaklanmış sığır köselesin)den yapılmış ayakkabı giyen kimse, yazık sana (çabuk)
ayakkabılarını (ayağından çıkarıp) at." buyurdu. Adam Rasûlullah (s. a) tanıyınca

r6091

(hemen) onları çıkarıp attı.
Açıklama

Sıbtiyye: Selem ağacıyla tabaklanmış sibt denilen sığır derisinden yapılan ayakkabıya
denir. Sığır derisi, selem ağacıyla tabaklanınca kılları tamamen döküldüğü ya da
yumuşadığı için sibt ismini alır.

Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, kabirlere gösterilmesi gereken saygıyı Öğretmek ve
kabirler arasında, kabirlere saygıya aykırı olarak ayakkabılı olarak gezen kimseyi
kabirlere gereken saygıyı göstermesini sağlamak için ona ayakkabılarını çıkarmasını
emretmiştir. Fıkıh âlimlerinin bu mevzudaki görüşlerini şu şekilde özetlemek
mümkündür:

1. İmam Ahmed'le Şafiî âlimlerinden el-Havî yazan, mezarlıkta ayakkabı ile
yürümenin mekruh, ayağa pislik bulaşma diken batma korkusu, yerin ayakları yakacak
şekilde sıcak olması gibi zaruretler bulunmadıkça, mezarlığa girince ayakkabıları
çıkarmanın sünnet olduğunu söylemişlerdir.

2. Cumhura göre, mezarlıkta ayakkabı ile yürümenin hiçbir sakıncası yoktur. Delilleri
ise "Kul mezara konulup da arkadaşları geri döndükleri zaman arkadaşlarının
ayakkabılarının sesini duyar." mealindeki 3231 numaralı hadis-i şeriftir.

Cumhura göre, Rasûl-ü Zişan Efendimizin mezarlıkta gördüğü kişiye ayakkabılarını
çıkarmasını emretmekten maksadı, mezarlıkta ayakkabı giymenin sakıncalı olduğunu
belirtmek değildi. Sadece o kimse bu ayakkabılarla gurur ve kibire kapıldığı için
bunları çıkarmasını emretmişti. O günlerde bu ayakkabıları zenginler ve üstünlük



taslamak isteyen kimseler giyerlerdi. Bu yüzden Hz. Peygamber kabristana girerken
mütevazi bir kıyafetle girilmesini arzu ederdi.

Yine cumhur'a göre, Rasûl-ü Ekremin sözü geçen kimseye ayakkabılarını çıkarmasını
emretmesi, onların altında pislik bulunmasıyla ilgili de olabilir. Binaenaleyh eğer bu
adam mezarlığa mütevazi ve temiz bir ayakkabıyla girmiş olsaydı, Hz. Peygamber ona
ayakkabılarını çıkarmasını asla emretmezdi.

3. İbn Hazm'a göre, "Bir kimsenin sibtiyye denilen ayakkabılarla mezarlığa girmesi
helal değildir. Delili ise mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifle bir numara sonra
gelecek olan Enes hadisidir. Çünkü bu hadisler kıyamete kadar devam edecek bir
gerçeği haber vermektedir. Bilindiği gibi haberler de nesh olamaz."
Eğer İbn Hazm'm dediği gibi mezarlığa ayakkabıyla girmek gerçekten helal
olmasaydı, bu yasak ashab-ı kiram arasında yayılırdı. Ashab-ı Kiram arasında böyle
bir yasağın yaygınlığı söz konusu olmadığına göre, bu mevzuda delil bakımından en

£6101

kuvvetli ve tercihe şayan olan görüş cumhurun görüşüdür.

3231... Enes İbn Malik'den (rivayet edildiğine göre) Peygamber (s. a) (şöyle)
buyurmuştur:

"Gerçekten kul kabre konulup da arkadaşları kendisinden uzaklaşıp gittikleri sırada



onların ayakkabılarının seslerini işitir."
Açıklama

Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, mevzumuzu teşkil eden bu
hadis-i şerif mezarlıkta ayakkabı ile yürümenin caiz olduğunu söyleyen cumhurun
delilidir. Hattâbî cumhurun bu hadis-i şerifle ilgili görüşlerini açıklarken şunları
söylüyor:

"Hz. Enes'in rivayet ettiği bu hadis-i şerif, mezarlığı ziyaret etmek ve kabirler arasında
dolaşmak isteyen bir kimsenin ayakkabı giymesinin caiz olduğuna delalet etmektedir.
Fakat, Hz. Peygamberin sibtiyye denilen tabaklanmış deriden mamul ayakkabılarla
mezarlıkta dolaşan bir kimseye, bu ayakkabıları çıkarmasını, emrettiğini İfade eden
3230 numaralı hadise gelince, öyle zannediyorum ki Rasûl-i Ekrem Efendimizin o
kimseye ayakkabılarını çıkartmasının sebebi, sözü geçen deriden yapılan
ayakkabıların sahibine kibir ve gurur vermesidir. Çünkü bu ayakkabıları o zamanlar
zengin ve keyfine düşkün kimseler giyerlerdi. Rasûl-ü Ekrem o kimsenin kendisini
gurura kaptırmasını, tüm müslümanlarm kabre mütevazı elbiselerle ve huşu içinde

£6121

gelmelerini sağlamak için o ayakkabıları çıkarmasını emretmiştir."
Bazı Hükümler

1. Cenaze defnedilince ruh kendisine iade edilir.

[613]

2. Dinlerin duyduğu seslen cenaze de duyar.



73-75. Bir Hadiseden Dolayı Cenazeyi Kabrinden (Çıkarıp) Başka Bir Kabre



Nakletmek Caiz Midir?



3232... Cabir (r.a)'den, demiştir ki:

(Uhud savaşında şehid düşen) bir adam (yine orada şehid düşen) babamla birlikte (bir
kabre) defnedilmişti. Bu yüzden içimde bir rahatsızlık hasıl oldu. Bunun üzerine o
kimseyi (kabre konduğu günden) altı ay sonra (kabirden) çıkardım. Sakalından yere
gelen çok az sayıdaki kılların dışında onun cesedinden bozulmuş hiçbir şey görmedim.
1614]

Açıklama

Hz. Cabir'in babasıyla birlikte bir kabre defnedilen zat, Amr b. el-Cümuh b. Zeyd b.
Haram el-Ensarfdir. Çünkü bu zat, Hz. Cabir'in babası Abdullah b. Amr'm samimi
arkadaşı idi. Bu sebeple Hz. Peygamber, Uhud savaşında şehid düşen bu iki arkadaşın
bir kabre konulmalarını emretmiş ve bu emir üzerine de ikisi bir kabre defn
edilmişlerdi. Buhârî ile Nesâî'nin rivayetlerinde ifade edildiği üzere, Hz. Cabir za-
manla babasının bir kabre yalnız başına konulmayıp başka bir adamla beraber
defnedilmesinden rahatsızlık duymaya başlamış ve defnden altı ay sonra babasını o
kabirden çıkararak müstakil bir kabre nakletmiştir. İbn İshak'm el-Meğazi İsimli
eserinde Hz. Cabir'in babasının sözü geçen şehidle birlikte bir kabre konmasının Hz.
Peygamberin emriyle olduğundan bahsedilirken Hz. Cabir'in babası Abdullah'ı o
kabirden çıkarıp başka pir kabre taşımasını, Hz. Peygamberin emrine aykırı bir
hareket olarak değerlendirmek doğru olamaz. Çünkü Hz. Peygamber, Uhut şehidlerini
ikişer, üçer kişilik gruplar halinde defnederken, bunu isteyerek yapmamış, zaruretlerin
zorlamasıyla yapmıştır. O gün gömülmesi gereken şehid sayısı hayli kabarık olmasına
rağmen onları defnetmek için hazırlanmış kabir olmadığı gibi, sarmak için yeterli
kefen de yoktu. Bu sebeple onları ikişer, üçer kişilik gruplar halinde defnetmek
mecburiyeti hasıl oldu. Ancak zamanla şartlar değişti, bu zaruret ortadan kalktı, her
şehidi müstakil bir kabre koyma imkanı doğdu, dolayısıyla gruplar halinde defnedilen
şehitleri eski kabirlerinde tutmayı gerekli kılan hiç bir şey kalmadı. Eğer Hz.
Peygamber Uhut şehitlerini isteyerek bu şekilde gruplar halinde defnetmiş olsaydı o
zaman Hz. Cabir'in babasını eski kabrinden yeni bir kabre nakletmesi Hz.
Peygamberin emrine muhalefet sayılırdı. Fakat burada böyle bir durum yoktur.
Hz. Cabir'in ilk kabrine defnedilmesiyle ikinci kabrine defnedilmesi arasından altı ay
geçtiğini ifade eden ve mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifle, iki defin arasında

[6151 '

geçen sürenin 46 sene olduğunu ifade eden hadis arasında zahiren bir çelişki
görülüyorsa da aslında bunun önemi yoktur. Çünkü Muvatta'daki bu hadis
mevzumuzu teşkil eden hadis kadar sağlam olmadığından mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerif karşısında dikkate alınacak bir ehemmiyeti haiz değildir. Çünkü söz
konusu kabir nakledilme hadisesinin, Muvatta hadisinin ravisi Abdurrahman'm
kulağına erişmesi, hadiseden ne kadar zaman sonra olduğu meçhuldür. Bir hadiseyi
yıllarca sonra duyup da rivayet eden bir kimsenin rivâyetiyle bizzat hadisenin içinde

" £6161

yaşayan kimsenin rivayetinin bir tutulamayacağı muhakkaktır.



Bazı Hükümler



1. Çocukların babalarına hayatlarında ve vefatlanndan sonra ıyıhk etmeleri tavsiye
edilmiştir.

2. Toprak şehidlerin cesedini yemez.

3. Zaruret halinde birden fazla cenazeyi bir kabre defnetmek caizdir.

4. İhtiyaç duyulduğu zaman bir cesedi eski kabrinden çıkarıp yeni bir kabre defnetmek

[617]

de bir sakınca yoktur.

74-76. Ölünün İyiliklerini Anmanın Hükmü
3233... Ebû Hureyre'den demiştir ki;

(Halk) Rasûlullah (s.a)'in yanından bir cenaze geçirdiler (o sırada, orada bulunan bazı
kimseler) ölüyü hayırla andılar. Bunun üzerine (Rasûl-ü Ekrem Efendimiz):
"Vacib oldu" buyurdu. (Bir süre) sonra (halk Rasûl-ü Zişan Efendimizin yanından)
başka (bir cenaze daha) geçirdiler. (O sırada orada bulunan bazı kimseler) de bu ölüyü
şerle andılar. Bunun üzerine (Peygamber Efendimiz yine):

[618]

"Vacib oldu" dedi. Sonra "Siz(ler) birbirinize şahitlersiniz" buyurdu.
Açıklama

Bu hadis-i şerif Hakim'in Müstedrek'inde şu manâya gelen lafızlarla rivayet edilmiştir:
"Enes'den rivayet edilmiştir: Dedi ki: Ben (bir gün) Peygamber (s.a)'in yanında
oturuyordum. Oradan bir cenaze geçti. "Bu cenaze kimindir?" diye sordu. "Falan
kabileden falancanın cenazesidir. Allah'ı ve Rasûlünü (çok) severdi. Allah'a taat
yolunda çaba sarfederdi" dediler. (Onun cennete girmesi ve Allah'ın mağfiretine
erişmesi) "kesinleşti" buyurdu. (Sonra) yanından bir cenaze daha geçti. Rasûlullah
(s. a) "Bu cenaze kimindir?" diye sordu, (oradakiler) "Falan kabileden falancanın
cenazesidir. Allah'a ve Rasû-lüne (devamlı) buğz eder ve bu yolda çaba sarfederdi"
cevabını verdiler. Rasûlullah (s. a) de: (Cehenneme girmesi) "kesinleşti" buyurdu.
Ashab-ı Kiram "Ey Allah'ın Rasûlü cenaze ve ona yapılan sena hakkında ne
buyurursun? Birinci cenaze hayırla, ikincisi de şerle anıldı. Sen ikisi hakkında da
"kesinleşti" buyurdun, dediler. Rasûlullah (s. a) de:

"Evet ya Eba Bekir! Gerçekten Allah'ın birtakım melekleri vardır ki bunlar
Ademoğullarmm dilinde onda bulunan hayır ve şer (le) ri söylerler." buyurdu.
Metinde geçen "vecebe" kelimesi "sübut buldu, kesinlik kazandı" manâlarında
kullanılmıştır. Yoksa "farz oldu" manâsında kullanılmış değildir. Çünkü herhangi bir
kulu cennete veya cehenneme sokmayı Allah üzerine farz kılacak hiçbir kuvvet
yoktur. Aslında yüce Allah kullarını cennete veya cehenneme sokmaya mecbur
değildir. İstediğini adaletle cehenneme koyar, istediğini de lütfuyla cennete koyar. Bu
sebeple biz bu kelimeyi "kesinleşti" şeklinde tercüme ettik.

Hakim'in bu rivayetinde ashab-ı kiramın sözü geçen ölüler hakkında hayır ve şer
olarak sarf ettikleri sözler açıklanmıştır. Burada-, Rasûlullah (s. a), "Ölülerinizin

16191

iyiliklerini anınız, kötülüklerini anmayınız." "Bir arkadaşınız vefat ettiği zaman



T6201

onu (kendi haline) bırakınız, onun üzerine düşmeyiniz." buyurduğu fialde, nasıl
olmuş dayanmdan geçmekte olan bir cenazenin kötülüklerinin sayılmasına izin vermiş
diye bir soru akla gelebilir. Buna şöyle cevap verilmiştir:

Hz. Peygamberin kötülüklerinin zikredilmesini yasakladığı ölüler, kâfir, münafık,
günahları açıktan işleyen ve bi'dat ehli olmayan ölülerdir.

Bu özellikleri taşıyan ölülerin kötülüklerini zikretmekte bir sakınca yoktur. Çünkü bu
ölülerin kötülükleri arkalarından anılınca müslümanlar bundan ibret alır ve kendilerini
onların kötü akıbetinden korumak imkânı bulurlar. Nitekim "Ölülerinize
[62U

sövmeyiniz." mealindeki hadis-i şerifte geçen kelimesinin başında bulunan ve
ahd için olan "el" takısı, kötülüklerinin sayılması yasaklanan .ölülerin her ölü olmayıp,
belli ölüler olduğunu ortaya koyduğu gibi tercümesini sunduğumuz Tirmizî hadisinde
geçen "ölüleriniz", terkibindeki "mevta-ölüler" kelimesinin "kum = siz" kelimesine
izafe edilişi de bu ölülerin müslümanlarm ölüleri olduğunu ortaya koyar. Ayrıca
mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifin yukarıda tercümesini sunduğumuz hadis-i
şeriflerle tahsis edilmiş olduğu da söylenebilir. Cumhur ulemaya göre, bir fasıkm
ölmeden önce tevbe etmiş olması ihtimali mevcut olduğundan fasık bile olsa hiçbir
müslümanm ölümünden sonra kötülüklerini zikretmek caiz değildir.
Hz. Peygamberin, kötülüklerinin sayılmasına engel olmadığı cenaze yukarıda
tercümesini sunduğumuz Hakim'in rivayetinde açıklandığı üzere mü'min değil
münafık idi.

Metinde geçen "siz(ler) birbirinize şahitlersiniz" cümlesi Buhârî'nin Sa-hih'inde
"Sizler Allah'ın yeryüzündeki şahitlersiniz." manâsına gelen lafızlarla rivayet
olunmuştur. Bu cümle "Allah'ın mü'minlerin birbirleri hakkında yapacakları şahitliği
kabul edeceği" manâsına gelir. Ancak Allah'ın yeryüzünde şahidi olan kimselerin tüm
müslümanlar olmayıp sadece sahabiler olması ihtimali de vardır. Çünkü, sahabe-i
kiramın hepsi adaletli idi, her zaman doğruyu söylerler ve hikmetle konuşurlardı. Bu
bakımdan Allah'ın yeryüzünde şahidi olmaya en layık kimseler bunlardır. Onların
yolunda gidip onların sıfatını taşıyan takva sahibi müslümanlarm da aynen onlar gibi
Allah'ın yeryüzündeki şahidleri olduklarında şüphe yoktur. İslâm ulemasının bu
mevzuda itimad ettikleri görüş şudur: Allah'ın yeryüzünde şahidleri olan kimseler
müslümanlardan ehl-i fazl, ehl-i salah ve ehl-i emanet olan kimselerdir.
Müslümanların fasıklanna gelince, bunların dünyada fasıkları öğüp, salihleri
yerdikleri bilinen bir gerçek olduğundan, Allah'ın yeryüzündeki şahitleri olmaları
düşünülemez. Çünkü "Böyle sizi orta (ifrat ve tefrite düşmeyen herşeyde mutedil olan,
hak ve adaletten ayrılmayan) bir ümmet yaptık ki insanlara şahit olasınız, Peygamber

\622]

de size şahit olsun..." mealindeki âyet-i kerimede bu ümmet için şahitlik vasfı
olarak hak, adalet, ifrat ve tefritten uzak olma anlamlarına gelen 'Vasat = orta" özelliği
zikredilmiştir.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şeriften Hz. Peygamberin bu ümmeti tezkiye ettiği,
onların şahitliklerinin lehinde veya aleyhinde şahitlik yaptıkları kimseler için geçerli
ve makbul olduğu anlaşılmaktadır. Rasûl-ü Ekrem Efendimizin yanından geçmekte
olan bir cenazenin kötülüklerini sayan sahabileri "vecabet A kesinleşti" sözüyle tasdik
ettiği gibi diğer bir cenazenin iyiliklerini zikreden sahabileri de yine "vecebet =
kesinleşti" sözüyle tasdik etmesi de bunu ifade eder. Nitekim Rasûlullah (s.a):



"Herhangi bir müslüman ölür de dört kişi onun hakkında hayırla şahitlik ederse, Allah
onu cennete sokar." buyurdu. Biz de:

"Ey Allah'ın Rasûlü, üç kişi şahidlik ederse yine böyle midir?" diye sorduk. Rasûl-ü
Ekrem:

Üç kişi şahitlik ederse yine böyledir," buyurdu. Sonra iki kişi şahitlik ederse de böyle
midir? diye sorduk:

"İki kişi şahitlik ederse de böyledir" buyurdu. Bundan sonra biz, kendisinden bir

[623]

şahidin durumunu sormadık." mealindeki hadis-i şerif de bu gerçeği teyid
etmektedir.

Mirkat yazarının rivayet ettiği bir hadis-i şerif şu mealdedir: "Halk bir cenazenin
iyiliklerini dile getirdiler de o sırada Cebrail aleyhisselam gelip: Ey Muhammedi Ölen
bu arkadaşın halkın dedikleri gibi (iyi bir insan) değildi. Onun açıktan işlediği iyi
amelleri olduğu gibi gizlice işlediği kötü amelleri de vardı. Fakat Allah bu
arkadaşlarını bağışlayarak onları tasdik etti."

Mirkat yazarı bu hadis-i şerifi naklettikten sonra şu görüşlere yer veriyor: "Yüce Allah
insanlarla ilgili gerçekleri insanların diliyle açıklar bu- cenaze hakkında sadece
kendisinin bildiği bazı sırları da bu şekilde kullara söyletir. Binaenaleyh bu hadis-i
şerifte aslında cehennemlik olan bir kimsenin kulların lehindeki şehadetlerinden
dolayı, cennetlik olacağı cennetlik olan bir kimsenin de kulların aleyhinde şahitlik
etmelerinden dolayı cehennemlik olacağı ifade edilmek istenmiyor. Sadece kulların
cenaze hakkındaki lehte veya aleyhteki şahitliklerinin genellikle o kişinin
ahiretteki haline tercüman olduğu ve ona muvafık düştüğü ifade edilmek isteniyor.
Aslında halk genellikle sağlığında iyiliğim gördükleri kişilerin lehinde, kötülüğünü
gördükleri kişilerin de aleyhinde şahitlik ettikleri için onların bir cenaze hakkındaki

'16241
şahitlikleri genellikle gerçeğin ifadesinden başka bir şey değildir."
İmam Nevevî de bu mevzuda şöyle diyor: "Alimlerden bazıları, müslümanlarm
lehinde şahitlik ettiği bir cenazenin cennetlik olması hükmü bütün müslüman
cenazeleri için geçerlidir. Yüce Allah insanlara yahut insanların ekserisine ölen bir
kimsenin lehinde şehadet etmeyi ilham etmişse bu onun cennetlik olduğuna delildir.
Bu hususta onun amellerinin şöyle veya böyle olması arasında bir fark yoktur.
Amelleri cennetlik olmasını gerektirmese bile bu böyledir. Çünkü Allah fiillerinden
dolayı onu cezalandırmaya mecbur değildir. Binaenaleyh Allah halka bir cenaze
hakkında medhü senada bulunmayı ilham etti mi? Biz o kulun günahlarının
bağışlanacağım anlarız."

Hafız İbn Hacer, Fethu'l-Bari isimli eserinde İmam Ahmed'in Hz. Enes'-ten rivayet
ettiği "Müslüman bir kul Ölür de yakın komşularından dört kişi onun lehinde şahitlik
ederse Allahü Teâlâ onlara hitaben -Ben sizin (bu kulum hakkındaki) şahitliğinizi
kabul ettim. Onun bilmediğiniz günahlarım da bağışladım" mealindeki merfu hadisi,
ölünün lehine yapılan şahitliklerin kabul edileceğine dair bir delil olarak zikrettikten
sonra şöyle diyor: "Ölünün aleyhine yapılan şahitliklere gelince; bunlar, Allafi katında
her ölü için geçerli değildir. Sadece kötülükleri iyiliklerinden daha çok olan kimseler

^ [6251
için geçerlidir."



Bazı Hükümler



1. Ölünün ardından iyiliklerini veya kötülüklerini zikretmek caizdir.

2. Salih kulların lehinde şahitlik yaptığı ölüler cennetliktir. Ancak bu kişinin lehinde
yapılan şahitlikle cennetlik olabilmesi için şahitlik yapan kimselerin onun sağlığmdaki
amellerinin zahirine göre şahitlik etmeleri gerekir. Günümüzde halkın cenaze lehine
şahitlik etmelerini sağlamak amacıyla cenaze namazı kılındıktan sonra "Bu kişiyi nasıl
tanırsınız?" diye sorulması ve orada bulunan kimselerin de onun lehinde şahitlik
etmeleri meselesine gelince, eğer orada bulunan kişilerin bu şahitlikleri ölünün gerçek
haline uygun değilse bu şahitlik halkı yalancı şahitliğe sürükleyen bid'attan başka bir
şey değildir. Böyle bir şahitliği fasıklardan başkası yapmaz.

3. Salihlerin kendi bilgi ve kanaatlerine uygun olarak bir ölünün aleyhinde şahitlik

\626^

etmeleri o kimsenin cehennem azabına müstehak olduğuna delildir.

75-77. Kabir Ziyareti

3234... Ebû Hüreyre'den demiştir ki:

Rasûlullah (s. a) (ziyaret için) annesinin mezarına geldi de ağladı ve etrafmdakileri de
ağlattı. Sonra (şöyle) buyurdu:

"Onun için af dilemek üzere yüce Rabbimden izin istedim de bana izin vermedi.
Bunun üzerine kabrini ziyaret etmem için izin istedim. (Bu sefer) bana izin verdi.

[6271

Kabirleri (siz de) ziyaret ediniz. Çünkü bu (ziyaret) ölümü hatırlatır."
Açıklama

Hz. Peygamberin annesi, Amine binti Vehb b. Abdi Menaf b. Zühre, Peygamber (s. a)
altıyaşmda iken Mekke ile Medine arasındaki Ebva denilen yerde vefat etmiştir. Oğlu
Muhammed (s.a)'i dayıları olan Adiy b. en-Neccar oğullarını ziyaret için Mekke'den
Medine'ye getirmişti. Dönüşte sözü geçen yerde vefat etti.

Kadı lyaz'm açıkladığı gibi, Rasûl-ü Zişan Efendimiz annesinin kabrini ziyareti
sırasında onun azapta olduğunu gördüğünden dolayı ağlamış değildir. Sadece,
annesinin kendi peygamberlik günlerine yetişemediği ve peygamberliğini göremediği
için ağlamıştır.

Hz. Peygamber Efendimiz, annesHçin istiğfarda bulunmak üzere Cenab-i Hak'tan izin
istediği halde kendisine bu iznin verilmemiş olması annesinin küfür üzere öldüğü
anlamına gelmez. Belki de Hz. Amine fetret devrinde, bir başka ifadeyle insanları
hakka çağıran bir peygamber sesinin duyulmadığı bir devirde, yaşamış olması
sebebiyle, işlemiş olduğu günahlardan dolayı sorumlu tutulamayacağı için, onun
hakkında istiğfara lüzum olmadığından buna izin vermemiştir. Nitekim Cenabı Hak
İslam'ın ilk yıllarında Hz. Peygamberi, borçlu olarak ölen müslümanlann cenaze
namazını kılmaktan ve onlar için istiğfar etmekten de men etmişti. Fakat bu nehyin
sebebi borçlu olarak ölen kişilerin küfür üzere ölmeleri değildi. Gerçek şudur ki Hz.
Peygamberin duası makbul olduğundan borçlu olarak ölen bir kimse hakkında yapmış
olduğu bir dua hemen anında kabul edilip, hakkında dua ettiği kişinin de derhal bu
duadan faydalanması gerekirdi. Diğer taraftan borçlunun sevapları borcunu
ödeyinceye kadar kendisine fayda vermeyip belli bir yerde bekletilmesi de Anan'm



kanunudur. Böyle bir izin kendi kanununa aykırı düşeceği için Cenabı Hak Rasûlünün
borçlu olarak ölen kimselerin cenaze namazını kılmasına ve onlar için istiğfarda
bulunmasına izin vermemiştir. Binaenaleyh "Hz. Amine kâfir olarak öldüğü için
Cenabı Hak Rasûlünün onun hakkında istiğfarda bulunmasına izin vermemiştir" diyen
kimselerin sözlerinin asılsızlığı son derece açıktır.

Fahr-i Kâinat Efendimizin anne ve babasının cehennemlik olmayıp, cennetlik
olduklarına dair pek çok ilim adamı kıymetli eserler vücuda getirmişlerdir. Bunlar
arasında uslub itibariyle en güzeli Hafız Suyutî (r.a)'in Meslekü'I-Hunefa fı valideyi'l-
Mustafa sallallahü aleyhi ve sellem isimli eserdir.

Bu eserde Peygamber Efendimizin anne ve babasının küfür üzere ölmediklerine ve
cennetlik olduklarına dair pek çok hadis-i şerif zikredilmiştir. Bunlardan bazıları şu
mealdedir:

1. "Ben kendi sulbünden geldiğim şu sülaleye kadar Adem oğullarının en hayırlı

f6281

sülalesinden nesilden nesile intikal ederek gönderildim." Her ne kadar Hz.
Peygamberin dedeleri arasında Hz. İbrahim'in babası Azer gibi bir putperest varsa da
onun putperestliği Hz. Peygamberdin nuru Hz. İbrahim'in annesine intikal ettikten
sonra başlamıştır.

2. "Allah, İbrahim oğullarından İsmail'i seçti; İsmail oğullarından, Ki-nane oğullarını
seçti, Kinane oğullarından Kureyş'i seçti. Kureyş'ten Haşini oğullarını seçti. Haşim

[6291 '

oğullarından da beni seçti."

r6301

3. Müslim'in rivayet ettiği "... Benim babam da senin baban da cehennemdedir."
mealindeki hadis-i şerife gelince, bu hadisi Hammad b. Seleme, Sabit'ten rivayet
etmiştir. Ancak bunu Ma'mer b. Raşid de Sabit'ten rivayet etmiştir. Ma'mer'in
rivayetinde "Benim babam da şenin baban da cehennemdedir." cümlesi yoktur. Bu
cümlenin yerinde "Eğer bir kâfirin mezarına uğrayacak olursan onu cehennemle
müjdele" ibaresi bulunmaktadır. Hadis âlimlerince Hammad, zabt yönünden pek çok
tenkid edilmiş olmasına rağmen, Ma'mer hiç bir tenkide uğramamış ve rivayet ettiği
hadisler Bu-hârî ve Müslim tarafından tasvib edilmiştir. Binaenaleyh Hammad'm riva-
yetinin Ma'mer'in rivayeti karşısında hiçbir önemi yoktur. Nitekim bu hadisi Bezzar
ile Taberanî ve Beyhakî de Ma'mer'den rivayet etmişlerdir. Ayrıca İbn Mace de bu
hadisi Ma'mer'in lafızlarının aynı olan şu manâdaki lafızlarla rivayet etmiştir: "Bir
a'rabi Peygamber (s.a)'e gelerek:

Ya Rasûlullah, babam gerçekten yakınlarıyla gerektiği gibi ilgilenirdi. Şöyle idi, böyle
idi (diyerek babasını övdü ve:) babam nerededir? diye sordu, Efendimiz:
"Ateştedir" buyurdu. Abdullah (r.a) demiştir ki: Bana öyle geliyor ki; adam bu
cevaptan dolayı içlenerek:

Ya Rasûlullah, senin baban nerdedir? diye sordu. Rasûlullah (s. a): "Sen nerede bir
müşrikin kabrine uğrarsan onu ateşle müjdele" buyurdu. Abdullah (r.a) demiştir ki: Bu
a'rabi, bilahare müslüman oldu ve dedi ki: Rasûlullah (s.a) bana cidden yorucu bir
görev yükledi. Ben yanından geçip de onu cehennemle müjdelemediğim hiç bir kâfirin
[631]

kabri yoktur."

Bu da gösteriyor ki, Hammad'm rivâyetindeki "Benim babam da senin baban da
cehennemdedir" cümlesi hadisin aslında yoktur. Bu cümleyi Hammad b. Seleme,



Sabit'ten o da Enes b. Malik'ten rivayet etmiştir. Bu rivayeti de Müslim Sahih'ine
almıştır. Halbuki hadisi Ma'mer b. Reşid de Sabit'ten rivayet etmiştir ve Hammad b.
Seleme'ye muhalefet ederek bu cümleyi zikretmemiştir. Neticede kesinlikle şunu
öğrenmiş oluyoruz ki "Hammad rivayetinde, ravi kendi fehm ve idrakine göre hadisi

£6321

manâ cihetiyle naklederken hadiste tasarruf etmiştir,"

Kıymetli ilim adamlarımızdan merhum Kâmil Miras Efendi Tecrid-i Sarih isimli
eserinde bu mevzuyu incelerken Hz. Peygamberin anne ve babasının müşrik olmayıp
ehli necattan olduklarını isbat sadedinde şu delilleri zikrediyor:

r6331

1. "Biz elçi göndermedikçe (hiçbir kavme) azab edecek değiliz."

2. "Biz bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman onun varlıklılarına emir ederiz, orada
fısk yaparlar. Böylece o ülkeye söz(ümüz) hak olur. Biz de orayı darmadağın

£6341

ederiz,"

3. "Bu böyledir. Çünkü Rabbin halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helak edici

r6351

değildir."

4. "Kendi elleriyle yaptıkları (günahlar) yüzünden başlarına bir felaket geldiği zaman
"Ey Rabbimiz, bize bir elçi göndersen de âyetlerine uyup müzminlerden olsaydık"
diyecek olmasalardı (seni göndermezdik. Bu bahanelerine fırsat vermemek için seni

f6361

gönderdik)."

5. "Şayet onları ondan önce bir azab ile helak etseydik Rabbimiz, bize bir elçi
gönderseydin de böyle alçak ve rezil olmadan önce senin âyetlerine uysaydik,

[6371

derlerdi."

6. "Rabbin, şehirlerin anası (olan Mekke) de onlara âyetlerinizi okuyan bir elçi

f6381

göndermedikçe ülkeleri helak edici değildir..."

7. "İşte bu (Kur'ân) da mübarek kitaptır. Onu biz indirdik. Ona uyun ve (Allah'dan)
korkun ki size rahmet edilsin. (Onu size indirdik ki) -Kitap yalnız bizden önceki
topluluğa (yahudilerle hristiyanlara) indirildi. Biz ise onların okunmasından

[6391

habersizdik demeyesiniz."

8. "Bizim helak ettiğimiz her memleket halkının mutlaka uyarıcıları vardı. (Onlara)
ihtar (ederler, gidişlerinin nereye varacağını hatırlatırlardı). Biz zulmetmiş

r6401

değiliz."

9. "Onlar orada Rabbimiz bizi çıkar, (önce) yaptığımızdan başkasını yapalım? dîye
feryad ederler. (Biz de onlara) (Biz sizi) öğüt alacak olanın, öğüt alacağı kadar
yaşatmadık mı? Size uyarıcı da geldi (fakat inanmadınız). Öyle ise tadın (azabı).

[64İI

Zalimlerin yardımcısı yoktur, (cevabını veririz)."

Bütün bu âyeti kerimelerin fetret devrinde yaşayıp ölen bir kimsenin cehennemlik
olmayacağına Hz. Peygamberin anne ve babasının da fetret devrinde yaşayıp fetret
devrinde öldükleri için, cehennemlik olmamaları gerektiğine delalet ettiklerini



söyleyen merhum Kâmil Miras Efendi fetret devri hakkında da şu bilgileri veriyor:
"Zaman-ı fetret" nedir? Fukaha fetret deyince İsa aleyhisselam ile Rasül-ü Ekrem
arasındaki zamanı kasdederler. Bu altı yüz küsur sene zarfında gelip geçenlere ehl-i
fetret denilir. Ehl-i fetret üç kısımdır:

1. Cenabı Hakkın birliğini zekası ile düşünüp bulan ve bilen kimselerdir.Bunlardan bir
kısmı hiç. bir şeriate dahil olmamıştır. Kus İbn Saide, Zeyd İbn Amr İbn Nüfeyl gibi.
Bir kısmı bir şeriate dahil olmuştur. Tübba ve kavmi gibi.

2. Tevhidi, tebdil ve tağyir edip şirki kabul eden ve kendisi için bir şeriat uydurup
tahlil ve tahrimedenlerdir.Amr İbn Luhay gibi ki araplar arasında putperestliğin
vazııdir. Yukarıda izah olunduğu üzere bahire, şaibe, vasile, hâm gibi putları teşri
etmiştir. Arablardan cinlere, meleklere ibadet edenler vardı. Kız çocuklarını yüz karası
addedenler, diri diri toprağa gömenler bulunuyordu.

3. Ne müşrik ne de müvahhid olup bir peygamberin şeriatine dahil olmayan ve kendisi
için ne bir şeriat ne bir din icad ve ihtiyar etmeyip bütün ömrünü gafletle geçiren ve
zihni böyle metafizik düşüncelerden tamamiyle hali bulunan kimselerdir. Cahiliyyet
devrinde böyle üçüncü bir sınıf halk da vardı.

Ehl-i Fetret'in bu üç sınıf, halktan ikinci sınıfın ta'zib olunacakları küfürleri muktezası
muhakkaktır. Üçüncü sınıf, hakiki ehli fetrettir. Bunların da muazzeb olmadıkları
yukarıda asıllarını ve tercemelerini zikrettiğimiz nas-larm şehadetleri ile sabit bir
hakikattir.

Birinci kısımda zikrettiğim Kus îbn Saide ile Zeyd, ümmeti vahide olarak ba's
olunacaklardır. Tübba ve emsali hakkında ilmin vereceği hüküm de bunlardan devri
İslâmı idrak edip de müslüman olanlardan başka idrak edememiş bulunanların ehli din

16421

ve sahibi iman olduklarıdır.

Şu hadis-i şerif de, fetret devrinde yaşayan dört sınıf insanın ahirette imtihana tabi
tutulacaklarım, imtihanı kazananın cennete kazanamayanın da cehenneme gideceğini
ifade etmektedir:

"Dört sınıf insan vardır ki bunlar kıyamet gününde kendilerinin cehenneme gitmeye
müstehak olmadıklarını iddia ederler.

1. Hiçbir şey işitmeyen sağır,

2. Ahmak ve aklı kıt olan kimse,

3. Bunak,

4. Fetret devrinde ölenler. Sağır: Ya Rabbi gerçi ben devri İslâmı idrak ettim, fakat
müslümanlık nedir, ne gibi ahkâmı ihtiva eder? Benim için işitip öğrenmek mümkün
olmamıştır, der. Ahmak ve bön kimse de: Ya Rabbi, müslümanlık geldiğinde aklım kıt
idi. Çocuklar beni deve kığına tutarlardı, der. Bunak ihtiyar da: Ya Rabbi, gerçi ben
müslümanlık devrini idrak ettim. Fakat benim için onun ahkânlı aliyesini idrak ve
ihata etmek mümkün değil idi. Fetret zamanında vefat eden kimse de: Ya Rabbi benim
yaşadığım sırada müslümanlığı bana talim edecek bir peygamber gelmemiştir ki onun
ahkâmını öğrenip ona muti ve münkad olayım, der.

Sonra bu dört sınıf insanlar imtihan için cehenneme şevk olunur ve bunlara;
cehenneme giriniz! denilir. Bunlardan itaap edip girenlere cehennem bir berdü selam

[643]

olur. Cehenneme girmeyenler de cehenneme çekilirler."

Görülüyor ki, fetret devrinde yaşayıp ölen kimseler yukarıda da açıkladığımız gibi
akıllarıyla Allah'ın varlığını ve birliğini, gücünü, kudretini idrak etmeyip şirk



içerisinde ölüp gitmişlerse, ahiretteki itirazları kendilerini kurtaramayacaktır.
İçlerinde Fahreddin Razi gibi büyük İslâm mütefekkirlerinin de bulunduğu bazı ilim
adamları da Hz. Peygamber'in anne ve babasının cennetlik olduklarını, kâfir
ölmediklerini isbat hususunda ikinci bir yol takib etmişlerdir.

Bunlara göre, ne Hz. Muhammed'in ne de diğer peygamberlerin anne ve babaları
içerisinde bir kâfir vardır. Bu iddialarını çeşitli yönlerden isbat etmişlerdir.
Delillerinden birisi de, "O ki (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor secde

f6441

edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)." âyet-i kerimesidir. Bazı müfessirler;
bu âyet-i kerimeleri ta Hz. Adem ve Havva'dan Abdullah ve Amine (r.a)'ye gelinceye
kadar Hz. Muhammed'in nuru dedelerinden ninelerine intikal ede ede nihayet
Abdullah'dan Amine'ye gelmiş ve ondan da asıl sahibi olan fahr-i âlem Muhammed
Mustafa (s.a)'ya intikal etmiştir şeklinde anlamışlardır.

Bu tefsire göre, âyet-i kerimenin manası, "Habibim, Allah senin namaz kıldığını ve
bundan evvel de senin nurunun bir sacidden öbür sacide intikal ettiğini görür"
demektir. Bu tefsire göre Hz. Adem'den Abdullah'a gelinceye kadar babaları ve
dedeleri arasında Allah'a secde etmeyen, kimse yoktu. Her ne kadar H"z.
Peygamber'in dedelerinden Hz. İbrahim'in babası Azer'in putperest olduğu kesin ise
de, onun putperestliği alnındaki Hz. Mu-hammed'e ait olan nübüvvet nurunun Hz.
İbrahim'in annesine intikal ettikten sonraki zamana tesadüf ettiğinden bu gerçeği
değiştiremez ve Azer'in Hz. İbrahim'in babası olmayıp amcası olduğunu isbat için bir
te'vile de ihtiyaç bırakmaz.

Alimlerden bazıları da Hz. Peygamber'in anne ve babasının müşrik olmadığını isbat
için üçüncü bir yol takib etmiş ve Cenab-ı Hakk'm Hz. Peygamber'in anne ve babasını
vefatlarından sonra diriltip, iman etmelerini nasib ettiğine dair bazı zayıf haberleri
rivayet etmişlerdir. Hz. Amine'nin hayatta iken söylediği iddia edilen iman dolu
"şiirleri de bu iddialarına delil olarak göstermişlerse de bu rivayetlerde zayıflık
bulunduğundan nakletmeye lüzum görmüyoruz.
Bu mevzuda Hulvânî'nin Mevâkıb isimli eserinde şöyle deniyor:
"Rasûlullah (s.a)'in ebeveyninin (neûzü billah) küfürlerine hükmetmek, akıllı
kimseden olabilecek ağır bir zelledir. Böyle bir hükmün ağızdan kaçırılması küfre
kadar varır. Çünkü böyle bir söz sarfetmek Rasûl-i Ekrem'e eza vermektir.
Taberanî'nin rivayetine göre Ebû Cehl'in oğlu, İslâm bahadırlarından İkrime (r.a) bir
kere Nebi (s.a)'e gelip babasına sebbedildiğin-den bahisle şikâyet ettiğinde, Rasûl
(a.s): "Ölülere sebbii şetm ederek dirilere eza vermeyiniz" buyurmuştu. Hiç şüphesiz
ki Rasûlullah kabri şeriflerinde diridir, ümmetinin amelleri kendilerine arzolunur.
Nasıl ki İkrime (r.a), babası Tfakkmda cehennemlik denilmesinden sıkıntıya uğruyor
ve bu yasaklanıyorsa, Rasûl-i Ekrem Efendimizin yüksek hatırına riayet etmek daha
evlâdır ve vacibdir.

Bir keresinde de Ebû Leheb'in kızı Dürre denilmekle maruf olan Sebia (r.a) Rasûl-i
Ekrem'e gelmiş ve: Ya Rasûlallah, halk bana, "Ey cehennem odununun kızı" diye
çağırıyorlar, şeklinde şikâyet etmişti. Bunun üzerine Rasul-i Ekrem büyük bir
kızgınlıkla kalkıp: "Bazı kimselerin benim nesebimle uğraşmaya ne hakkı vardır?"
buyurmuş ve: "Kim ki benim nesebimle uğraşırsa emin olunuz ki o kimse bana eza

[6451

verir. Kim ki bana eza eder, o kimse Allah TeâJâ'ya eza verir." buyurmuştur.
Bu mevzuya Fahreddin Razi'nin şu sözleriyle son veriyoruz:



"Fahr-i Kâinat Efendimiz'in ana ve babalarının müşrik olmadıklarının bir delili de
Rasûl-i Ekrem'in; "Ben devamlı surette, temiz babaların sulbünden, temiz anaların
rahmine nakl oluna geldim" buyurmuş olmasıdır.

Yüce Allah Kur'ân-i Kerim'inde, "Ey inananlar, (Allah'a) ortak koşanlar
f6461

pisliktir." buyurarak müşriklerin pis olduğunu bildirdiğine ve Rasûl-i Zişan
Efendimiz'in sulbünden ve rahminden geldiği kimselerin de temiz kişiler olduğuna
göre, anneleri ve babalan arasında hiçbir müşriğin bulunmadığını kabul etmek icab
[6421

eder."

Bazı Hükümler

1. Kabir ziyareti meşrudur. İsterse mezarlık fetret devrinde ölen kişilere ait olsun.

2. Mezarlıkta ağlamak caizdir.

r6481

3. Hz. Peygamber, anne ve babasına son derece şefkatli idi.

3235... (İbn Büreyde'nin) babasından, demiştir ki: Rasûlullah (s. a): "Ben sizi kabir
ziyaretinden men etmiştim, artık onları ziyaret ediniz. Çünkü kabirleri ziyarette tezkire

f6491

(öğüt, ölümü hatırlatma ve ibret) vardır" buyurmuştur.
Açıklama

İslâm'ın ilk yılları, müslümanlarm cahiliye âdetlerinden yeni kurtulmaya çalıştıkları
bir dönem olduğu için Rasûl-i Zi-şan Efendimiz müslümanları kabir ziyareti
esnasındaki İslâm dışı davranışlardan korumak amacıyla, İslâm'ın onların kalplerine
ve içtimai hayatlarına yerleşip onlara tam manasıyla hâkim olmasına kadar kabir
ziyaretini yasaklamıştı. İslâmî hükümler onların hayatına iyice hâkim olduktan sonra,
kabir ziyareti için gereken âdab ve erkâna riayet etmek şartıyla, "İsteyen (kabirleri)

r6501

ziyaret etsin (fakat ziyaret esnasında sakın) kötü söz söylemeyiniz." buyurarak
bu yasağı kaldırmıştır.

Her ne kadar Zahiriyye imamlarından İbn Hazm, metinde geçen "... kabirleri ziyaret
ediniz..." emrinin farziyyet için olduğunu, binaenaleyh kabirleri ziyaret etmenin farz
olduğunu söylemişse de, cumhur bu emrin men-dupluk için olduğunu ve dolayısıyla
kabirleri ziyaret etmenin mendub olduğunu söylemiştir.

Bu hadis-i şerif İbn Mâce'nin Sünen' inde: "Ben sizi kabirleri ziyaretten menetmiştim.
Artık siz onları ziyaret ediniz. Çünkü şüphesiz kabir ziyareti insanı (kendisini)
dünyaya kaptırmaktan kurtarır ve âhireti hatırlatır." mealindeki lafızlarla; Hâkim'in
Enes'ten naklettiği hadiste de: "Kabirleri ziyaret ediniz, çünkü bu ziyaret kalpleri
inceltir, gözleri yaşartır ve âhireti hatırlatır. (Fakat ziyaretiniz esnasında) uygunsuz söz
söylemeyiniz." anlamına gelen lafızlarla rivayet edilmiştir.

Bütün bu hadis-i şerifler, kabir ziyaretinin meşruluğuna ve bunun Hz. Peygamber
tarafından teşvik edilmiş olduğuna delâlet etmektedir. İslâm âlimleri erkeklerin
kabirleri ziyaret etmesinin sünnet olduğunda ittifak etmişlerse de kadınların kabirleri



ziyaret etmelerinin hükmü üzerinde ihtilâfa düşmüşlerdir. İnşaallah bir sonraki hadis-i

[6512

şerifin şerhinde bu mevzuyu ele alacağız.
76-78. Kadınların Kabir Ziyareti
3236... îbn Abbas'dan, demiştir ki:

"Rasülullah (s. a) kabirleri ziyaret eden kadınlara, kabirleri mescid edinen ve oralarda

[652]

kandil yakanlara lanet etti."
Açıklama

Bir kimseye lanet etmek demek, o kimsenin Allah'ın rahmetinden kovulması için onun
hakkında beddua etmek demektir.

Rasûl-ü Zişan Efendimiz, kabir ziyaretine giden bazı kadınların ziyaret esnasında
cahiliyye âdetlerinin tesiriyle feryad-ü figân ettiklerini, yakalarım yırtıp yüzlerini
dövdüklerini, hatta oralarda süslü elbiseler içerisinde arz-ı endam ederek salma salma
gezip, kocalarının haklarına riayet etmediklerini görmüş ve onları bu çirkin
hareketlerinden alıkoymak için, böyle yapmaya devam eden kadınların Allah'ın
rahmetinden kovulmaları için beddua etmiştir.

Hz. Peygamber'in bu bedduasına hedef olanlar arasında, kabirlere saygı göstermek
gayesiyle oralarda mescidler yapan kimselerle, lüzumsuz yere kandiller yakıp israfa
yol açan kimseler de vardır. Bu hadis-i şerif; kadınların kabirleri ziyaret etmelerinin
haram olduğuna delâlet etmektedir.

Nitekim Şâfiîler, Mâlikîler ve Hanefilerden bazıları, bu hadis-i şerifi delil getirerek,
kadınların kabirleri ziyaret etmelerinin haram olduğunu söylemişlerdir. Şâfıîlerin
ekseriyyeti ile Hanefîlerin bazısı ise, yine bu hadis-i şerife dayanarak kadınların
mezarları ziyaret etmelerinin mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Hanbelîlerin meşhur olan görüşü de budur.

Hanbelîlere göre, daha önce tercümesini sunduğumuz 3167 numaralı hadis-i şerif,
mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifteki yasağın hükmünü ha-ramlıktan çıkarıp
kerahete çevirmiştir. Hanefî âlimlerin ekserisinin görüşüne göre, kadınların kabirleri
ziyaret etmeleri caizdir. Mâlikîler ile Ahmed b. Hanbel (r.a)'den rivayet edilen
görüşlerden biri de budur. Hanefî âlimlerinden merhum İbn Abidin meşhur
haşiyesinde bu mevzuda şu görüşlere yer veriyor:

"Bazıları kadınlara kabir ziyaretinin haram olduğunu söylemişlerdir. Doğru olan,
ruhsatın onlar hakkında da sübut bulmuş olmasıdır.

Miiiıye şârihi, kadınlara kabir ziyaretinin kesinlikle mekruh olduğuna kaildir.
Hayreddin Remlî diyor ki: "Eğer bu ziyaret, kadınların âdetleri vecihle gam ve kederi,
ağlamayı tazelemek için olursa caiz değildir. "Allah kabirleri ziyaret eden kadınlara
lanet etsin." hadisi bu manaya yorumlanır. İbret almak, ağlamadan rahmet dilemek,
sâlihlerin kabirlerini ziyaretle teberrükte bulunmak için ise ihtiyar kadınlar hakkında

f6531

beis yok, gençler hakkında mekruhtur."

Kabir ziyaretinin kadınlar için de caiz olduğunu söyleyen âlimlere göre; kadınların
ziyaretlerinin yasaklığı, kabirleri ziyaretin kadm-erkek herkese yasaklandığı ve bu



yasağın yürürlükte olup da ziyareti teşvik eden 3235 numaralı hadisin henüz varid
olmadığı dönemlere aittir. Ancak bu hadis varid olduktan sonra, kadınlar da erkeklerle
beraber, tağlîb yoluyla, "Fezûru = ziyaret ediniz" emrinin şümulüne girmişler ve bu
mevzuda erkeklerin tabi olduğu hükme girmişlerdir. Çünkü kadınlar erkeklerin bir
parçası olduğundan onlardan ayrı olarak düşünülemezler.

Gerçekten İbn Abdilberr'in Temlıîd isimli eserinde Abdullah b. Ebî Müleyke tarikiyle
Hz. Âişe'deri rivayet ettiği şu hadis-i şerif de bu görüşü teyid etmektedir: "Hz. Aişe
mezarlıktan dönüyordu. Kendisine:
Ey mü'minlerin annesi, nereden geliyorsun? diye sordum.
Kardeşim Abdurrahman'm kabrinden, cevabını verdi.
Rasûlullah (s. a) kabirleri ziyareti yasaklamamış mıydı? dedim.
Evet yasaklamıştı. Fakat sonradan kabir ziyaretini emretti, cevabını verdi."
Kadınların mezarları ziyaret etmelerinin caiz olduğunu söyleyen âlimlerin diğer
delilleri de, Müslim'in rivayet ettiği, "(Ey Aişe, mezarlığı ziyaret ettiğin zaman orada
yatanlara:) "Selâm, mii'min ve mü si umanlardan bu diyarda yatanlara (olsun)
[6541

de!" mealindeki hadis-i şerifle, daha önce mealini sunduğumuz 3124 numaralı
hadis-i şeriftir. Çünkü bu hadis-i şeriflerde Hz. Peygamber'in kadınları kabir
ziyaretinden menetmediği ifade ediliyor.

Bu mevzuda Menhel yazarı şunları söylüyor: "Kadınların kabirleri ziyaret etmelerini
yasaklayan delillerle, buna cevaz veren delillerin arasını şu şekilde te'lif etmek
mümkündür. Bu izin, İslâmî esas ve ölçülere göre kapanıp ibret almak üzere kabir
ziyaretine giden hanımlar içindir. Yasaklar ise, İslâmî tesettüre riayet etmeyen, ziyaret
esnasında bağırıp çağırmak, elbisesini yırtmak, yüzlerini darbelemek gibi hareketlerle,

f6551

İslâmî kuralları çiğneyen kadınlar içindir."

77-79. İnsan Mezarlığı Ziyaret Ederken Veya Oradan Geçerken Ne Der?

3237... Ebû Hureyre'den (rivayet olunduğuna göre), Rasûlullah (s.a) (bir gün)
mezarlığa gitmiş (oraya varınca):

f6561

"Selâm size ey mü'minler diyarı, iiışaallalı biz de size katılacağız" demiş.
Açıklama

Bu hadis-i şeriften, ölülere selâmın aynen dirilere verildiği gibi, "Es-selâmü aleyküm"
şeklinde verileceği anlaşılmaktadır. Aslında her hayırlı dua bu şekilde yapılır. Yani
önce dua kelimesi zikredilir, sonra kendisine dua edilen kimsenin ismi veya o ismin
yerini tutan kelime zikredilir. Nitekim şu âyet-i kerimelerde de böyle olmuştur:

[6521

1. "Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinize olsun, ey ev halkı."

f6581

2. "İlyas'a selâm olsun."

Selâm da hayırlı bir dua olduğundan bu şekilde verilmesi icab eder. Fakat beddualar
bunun aksinedir. Önce üzerine beddua yapılan şahsın ismi veya bu ismin yerini tutan
kelime zikredilir, sonra beddua için kullanılan kelime zikredilir: "Ta ceza gününe



1659]

kadar lanetim üzerindedir." âyet-i kerimesinde olduğu gibi. Bu hususta selâm
verilen kimsenin ölü olmasıyla diri olması arasında bir fark yoktur. İleride edeb
bölümünde gelecek olan "Aleykesselâm diye selâm verme, çünkü bu ölülerin
selâmıdır" mealindeki 4084 numaralı hadis bu gerçeğe aykırı değildir. Çünkü bu
hadiste ifade edilmek istenen şudur: "Aleykesselâm" kelimesi ölülerin kendi
aralarındaki selâmlarıdır. Esselâmü aleyküm kelimesi ise böyle değildir. Diriler;
ölülere de dirilere de selâm verirken bu kelimeyi kullanırlar.

Metinde geçen cümlesinin aslı, dîr. Fakat "ehl" kelimesi hazf edilmiştir. 'Dâr' kelimesi
ev, yurt, ülke gibi manâlara gelir, Arap dilinde meskun evlere dâr denildiği gibi,
harebelere de dar denilir. Hattâbî'nin de ifade ettiği gibi hadis-i şerif, mezarlığa da
"dâr" denilebileceğini ifade etmektedir.

Menhel yazarına göre, diriler evlerde toplandığı gibi, ölüler de mezarlarda
toplandığından, burada evlere benzetilerek mezara "dar = ev" denilmiştir.

[6601

"Her canlı ölümü tadacaktır." ilâhî hükmünce, her canlının ölüp kendinden önce
Ölenlere katılacağı halde hadis-i şerifte, "İnşaallah biz de size katılacağız." gibi,
Allah'ın Ölümü dilememesi ihtimali de varmış da, dilememesi halinde ölüm
olmayacakmış gibi bir ifade kullanılması; ölümün vuku bulmasının şüpheli olduğunu
anlatmak değil, sadece Allah ismini anarak bir berekete nail olmak içindir. "Allah
dilerse güven içinde (kiminiz) başlarınızı tıraş ederek ve (kiminiz saçlarınızı)

[661]

kısaltarak korkmadan Mescid-i Haranı'a gireceksiniz.," âyet-ı kerimesinde

olduğu gibi.

"İnşaallah" kelimesi burada cümleyi "Allah" lafzıyla süslemek için kullanılmış da
olabilir. Çünkü Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Kerim' inde: "Hiçbir şey için bunu yarın

f6621

yapacağım deme. Ancak Allah dilerse (yapacağım) de..." buyurarak her yapacağı
iş için "inşaallah" tabirini kullanmasını emretmiştir.

Ayrıca bu kelime, imanla ölmek kesin olmadığına işaret için kullanılmış da olabilir.
Hattâbî'ye göre; Rasül-ü Ekrem'in mezarlığı ziyareti sırasında yanında bazı münafıklar
da bulunuyordu. Onların iman edip mü'min olarak ölmeleri ve müslüman kabristanına
gömülmeleri son derece şüpheli idi. Rasûlü Zişan Efendimiz "inşaallah" kelimesiyle
onların bu şüpheli durumuna işaret etmek istemiş de olabilir.

Bu hadis-i şerif, mezarlığı ziyaret eden bir kimsenin ziyaret esnasında, "esselâmü
aleyküm dara kavmin mli'minîn ve inşaallahü biküm lâhikûıı" demesinin meşru
olduğunu ifade eder.

Kabir ziyareti esnasında bu cümleyi okumanın meşruluğuna delâlet eden daha pek çok
hadis-i şerif vardır. Bunlardan bazılarının meali şöyledir:

1. "Rasûlullah (s. a) kabristana çıktığımız vakit ne söyleyeceğimizi bize öğretirdi.
İçimizden birimiz: Selâm size ey bu diyarın mü'min ve müslim olan halkı! Bizler de

[6631

inşaallah size katılacağız, derdi."

2. "Ey bu kabirlerin sakinleri, Allah'ın selâmı üzerinize olsun. Allah bizi de sizi de afv

[6641

etsin. Siz, bizim selefimizsiniz; biz de yoldayız."

3. "Selâm size ey mü'minler diyarı. Size yarın verileceği va'd olunan şey verilmiştir.



Sizler bekletilmezsiniz. İnşaallah biz de size katılacağız. Allah'ım, Baki Ğarkafda

f6651

yatanlara mağfiret buyur."

4. "Hz. Aişe (bize): Size Peygamber (s.a)'den ve kendimden bir şeyler söyleyeyim mi?
dedi. Biz de, hay hay dedik. Bunun üzerine bize şunları söyledi;

Yanımda bulunduğu bir gece, Rasûlullah (s. a) (elbisesini) değişti, cüb-besini yere
koydu. Kaftanının bir tarafını döşeğinin üzerine yayarak uzandı. Çok geçmeden benim
uyuduğumu zannederek yavaşça cübbesini aldı, ayakkabılarını giydi ve kapıyı açarak
çıktı. Sonra yavaşça kapıyı kapadı. Ben, hemen entarimi başıma geçirdim, baş bezimi
sarındım, çarşafıma burundum sonra onun peşinden yola düştüm. Baki'a varınca
durdu, hem de epeyi durdu.

Sonra üç defa ellerini kaldırdı, sonra geri döndü. Ben de döndüm. O süratle yürüdü
ben de süratle yürüdüm, o eşkin gitti, ben de eşkin gittim, o koştu ben de koştum.
Neticede onu geçerek eve girdim. Ben yatar yatmaz o da girdi ve:
"Sana ne oluyor ya Aişe? Heyecanlanmışsın..." buyurdu. Ben:
Bir şey yok, dedim. Rasûlullah (s. a):

"Ya söylersin, yahut latîfül-habîr olan Allah bana mutlaka haber verir" dedi. Ben:

Ya Rasûlallah, anam babam sana feda olsun, dedim ve olanları kendisine haber

verdim,

"Ya! Önümde gördüğüm karaltı sen miydin?" dedi.

Evet, cevabını verdim. Bunun üzerine beni göğsümden öyle bir itti ki, canımı yaktı.
Sonra şunları söyledi:

"Allah ve Rasûlü sana zulüm mü edecekler sandın? İnsanlar neyi gizlerse gizlesin,
Allah onu bilir. (Rasûlullah sözüne devamla):

Senin gördüğün zaman bana Cibril geldi de nida etti. Ama nidasını senden gizledi.
Ben kendisine cevap verdim. Fakat ben de cevabımı senden gizledim. Sen soyunmuş
bir vaziyette iken yanma girecek değildi ya. Ben senin uyuduğunu zannettim de,
uyandırmak istemedim. Korkacağından şüphe ettim. Cibril şunları söyledi:
Rabbin, Baki'de yatanların yanma giderek onlar için istiğfarda bulunmanı sana
emrediyor. Ben:

Onlara ne diyeyim ya Rasûluliah? dedim. Peygamber (s.a):

"Selâm, mii'min ve müsliimanlardan bu diyarda yatanlara. Allah bizim geçmişlerimize
de geleceklerimize de rahmet eylesin. Bizler de inşaallah sizlere katılacağız, de
f6661

buyurdular,"

5. Aişe (r.a)'dan, şöyle demiştir:

Ben bir defa onu yani Peygamber (s.a)'i evde bulamadım da (aradım). Baktım ki Baki
mezarhğmdadır. Şöyle buyurdu:

"Selâm sizlere ey mü'min bir kavmin kabristan (halk)i, siz bizim için öncülersiniz ve
biz muhakkak size iltihak edeceğiz. Allah'ım, bizi onların sevabından mahrum etme ve

[6671

bizi onlardan sonra hak yoldan saptırma."

Meşru bir kabir ziyaretini İmam Nevevî şöyle tarif ediyor: ' 'Kabir ziyaretçisi; alçak
gönüllü, Allah'ın azametini düşünücü, kendisinden önce ölenlerden ibret alıcı olarak
ve Allah rızası için .nezarhğa gitmelidir. Kabrin yanma vardığı zaman sırtını kıbleye
verip yüzünü kabre döndürerek selâm verir ve dua eder. Hadislerde varid olan selâm
ve dua şeklini tercih etmelidir. Peygamber (s.a) Baki'a gittiği zaman yaptığı gibi, bir



özrü varsa oturmakta beis yoktur. Kabrin çevresinde tavaf etmek, kabir sahibinden

dilekte bulunmak sakıncalıdır."

Kabrin başında Kur' ân okumaya gelince:

1. Ebû Hanîfe, bu konuda sahih bir hadis bulunmadığı gerekçesiyle mekruh görmüşse
de Hanefi mezhebinin tercih edilen kavline göre Kur'ân okumak müstehabtır. Çünkü
bu konuda eserler vardır. Ziyaretçi bilhassa Yasin sûresini okumalıdır. Hanefilerin
Dürrü'l-Muhtar adlı fıkıh kitabında; kabir ziyaretinde Yasin sûresi okunur, denilmiştir.
İbn Abidin de bu sözle ilgili olarak: Çünkü, "Kabristana girip Yasin sûresini okuyan
olursa, Allah o gün için azabtaki ölülerin azabını hafifletir ve okuyucu için ölü
sayısınca hasenat olur." mealindeki hadis varid olmuştur, der.

el-Lübâb şerhinde: Ziyaretçi; Fatiha, Bakara'nm ilk sahifesini, Âyetü'I-Kürsî'yi,
Amene'r-Resûlu, Yasin, Mülk, Tekâsür sûrelerini ve oniki, onbir, yedi veya üç defa
İhlâs sûresini okur; sonra, Allah'ım şu okuduğumun sevabını falana veya şunlara
ulaştır diye dua eder, denilmiştir.

2. Şâfıîlere göre; ziyaretçinin Kur'ân okuması müstehabtır. Nevevî, el-Mecmu'da:
Ziyaretçinin kabristana selâm vermesi ziyaret ettiği Ölüye ve bütün kabristandakilere
dua etmesi, Kur'ân okuması ve sonra ölülere dua etmesi müstehabtır. Şafiî'nin bu
hususta nassı vardır. Arkadaşları da müttefı-kan te'yid etmişlerdir, demektedir.

3. Hanbelîlere göre, Kur'ân okunmalıdır. el-Mtığnî'de şöyle denilir: İmam Ahmed'den
rivayet edildiğine göre: "Kabristana girdiğin zaman üç defa Ayetü'l-Kürsî ve İhlâs
sûresini oku. Sonra de ki: Allah'ım, bunun sevabı şu kabristan ehlinedir." demiştir.
Ölülere; dua, istiğfar, sadaka ve hac gibi hayratın sevabının bağışlanmasında bir ihtilâf
bilemiyoruz. Ahmed; ölüye hayrın her çeşidi ulaşır. Çünkü bu hususta varid olan
nasslar vardır, demiştir.

4. Mâlikîlere göre, kabir üzerine Kur'ân okumak mekruhtur. Çünkü selefin böyle bir
tatbikatı yoktur. Selefin yaptığı şey, sadaka ve duadır. Mâli-kîlerin bazılarına göre,
Kur'ân okuyup sevabını ölüye bağışlamakta beis yoktur. İnşaallah ölüye sevab hasıl

f6681

olur.

78-80. İhramlı İken Ölen Bir Kimseye Nasıl Bir İşlem Yapılır?

3238... İbn Abbas'dan; dedi ki: Peygamber (s.a)'e, hayvanının yere çarpmasıyla
ihramlı iken boynu kırılıp ölen bir adam getirdiler. Bunun üzerine (Rasûlullah) şöyle
buyurdu:

"Onu (omuzunda ve eteğinde bulunan) iki elbisesi içerisinde kefenleyiniz, su ve sidrle
yıkayınız. (Sakın) başını örtmeyiniz. Çünkü Allah, kıyamet gününde onıHebbeyk
duası okuduğu halde diriltecektir."

Ebû Dâvûd dedi ki: Ben Ahmed b. HanbeVi (şöyle) derken işittim: "Bu hadiste beş
sünnet vardır: (Birincisi): "Onu iki elbisesi içerisinde kefenleyiniz. " Yani ölünün iki
elbisesi içerisinde iken kefenlenmesi. (İkincisi): "Onu su ve sidrle yıkayınız-" Yani
(suyla) her yıkayışta mutlaka sidrle (deyıkanması). (Üçüncüsü): "Başını örtmeyiniz".
(Dördüncüsü): "Ona koku yaklaştırmayınız. " (Beşincisi de): Kefenin (ölünün geride

f6691

bıraktığı) malların tümünden (yapılacak harcamayla temin edilir) olmasıdır. "



Açıklama



İhramlı iken vefat eden bir kimse, beline sardığı izar denilen eteklikle omuzuna aldığı
rida denilen peştemali içerisinde kabre konur. Kefen için bu iki elbise yeterlidir, başka
bir kefene ihtiyaç yoktur. Çünkü esasen ihram hali ölmekle sona ermediğinden,
ihramlı olarak ölen bir kimsenin ihramlıhğı devam eder. Dolayısıyla üzerine izar ve
ridanm dışında kefen ismiyle de olsa başka bir elbise giyemez, başı örtülemez. Çünkü
şehidler kıyamet gününde, şehİd edildiği andaki halleriyle Allah'ın huzuruna
gelecekleri gibi ihramlı iken vefat eden bir kimse de Allah'ın huzuruna ihramlı olarak
ve telbiye okuyarak gelecektir.
Hadisin zahirinden anlaşılan manâ budur.

İmam Şafiî ile İmam Ahmed ve İshak (r.a), bu hadis-i şerifin zahirine dayanarak,
ihramlı iken ölen bir kimsenin sadece izar ve rida ile kefenlene-ceğini, başka bir
kefene lüzum olmadığını söylemişlerdir. Hz. Osman, Hz. Ali, İbn Abbas, Atâ, Sevrî
ve İshak da bu görüştedirler.

İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik, Tâvûs ve Evzaî'ye göre ise, ihramlı kimse ölünce
ihramhlık hali sona erdiğinden aynen diğer cenazeler gibi kefenlenir, başı örtülür,
üzerine güzel kokular sürülebilir. Hz. Aişe ile İbn Ömer'in de bu görüşte oldukları
rivayet edilmiştir. Hatta İbn Ömer (r.a), oğlu Vakıd, ihramh iken ölünce onu diğer
cenazeler gibi kefenlemiş, başım ve yüzünü de kefenle örtmüş ve: "Ey Vakıd, eğer biz

[6701

ihramh olmasaydık seni hannût denilen güzel kokuyla kokulardık." demiştir.
Abdürrezzak'm Musannef inde hasen bir senedle rivayet edildiğine göre; "ihramh iken
ölen bir kimsenin başı örtülür mü?" diye Atâ'ya sorulmuş, Ata, "İbn Ömer örttü,
başkaları ise örtmedi" diye cevap vermiştir.

Alimlerden Tâvûs ile Hasan Basrî de ihramh iken vefat eden bir kimsenin
kefenlenirken başının örtüleceği görüşündedirler. Zahirî âlimlerinden İbn Hazm, Hz.
Aişe'den rivayet edilen: "Kişi öldüğü zaman ihramdan çıkmış olur." mealindeki sahih
bir hadisin mevcut olduğunu; binaenaleyh, ihramın da namaz ve oruç gibi bir ibadet
olduğu cihetle ölümle sona ermesi gerektiğini ve dolayısıyla ihramh iken ölen bir
kimsenin başının kapatılacağını ve cesedinin güzel kokularla kokulanacağını,
söylemiştir.

Bu görüşte olan âlimlere göre; ihramhyken ölen bir kimsenin ihramıyla birlikte, başı
kapatılmadan kabre konacağını ifade eden hadisin hükmü sadece adı geçen şahsa
aittir. Başkaları için geçerli değildir. Zira hadisteki: "Çünkü Allah kıyamet gününde
onu lebbeyk duası okur olduğu halde diriltecektir." cümlesi bunu ifade etmektedir. Bu
zatın haccı kabul edildiği için Hz. Peygamber onun hakkında özel bir muamele
yapmıştır. Daha sonra ihrama giren kişilerin haclarının Allah katında kabul edilip
edilmediğini biz bilemeyeceğimiz için bu muameleyi onlar için yapamayız.
Diğer taraftan; "İnsan ölünce sadakay-ı cariye, kendisinden faydalanılan ilim ve

I621J

kendisi için dua eden hayırlı bir evlattan başka, bütün amelleri kesilir."
mealindeki hadis-i şerifin hükmü gereğince, ihramh iken ölen kimsenin ihramhhk
halinin ölümle sona ermesi ve bu hususta diğer insanlardan bir farkı kalmaması
icabeder. Ayrıca, eğer ihramh iken ölen bir kimsenin ihramhhk hali ölümüyle sona
ermeseydi, Hz. Peygamber sözü geçen kimsenin cenazesinin sidrle yıkanmasını
emretmezdi. Çünkü ihramh bir kimsenin sidrle yıkanması caiz değildir.
Menhel yazan ise; mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifin hükmünün genel olduğunu



söylemiş ve bu görüşünü isbat için şu delilleri ileri sürmüştür:

Hadis-i şeriflerde asıl olan, hükümlerinin özel olmayıp genel oluşudur. Binaenaleyh
ihramlıyken ölen her insan kıyamet gününde telbiye okuyarak haşredilecektir.
Nitekim, "İhramh iken öleni ihram olarak giydiği iki parça ihram içinde su ve sidrle
yıkayınız. Onu (ihram olarak giydiği) iki'parça elbisesi ile kefenleyiniz. Ona koku
sürmeyiniz. Başını da örtmeyiniz. Çünkü o kıyamet gününde ihramlı olarak haşr
[672]

edilecektir." mealindeki hadis-i şerif de bunu ifade etmektedir. Hadisin bir şahıs
hakkında varid olması hükmünün umumiliğine mani değildir.

Aksini iddia edenlerin iddialarını isbat için, "İnsan ölünce üç şey hariç bütün amelleri
kesilir..." hadis-i şerifini delil göstermeleri de isabetli bir tutum değildir. Çünkü
cenazeyi kefenlemek ölünün amellerinden değil, dirilerin amelîerindendir.
Hele bunların, "Eğer ölen kimsenin ihramlı hali ölümüyle sona ermeseydi haccmm da
tamamlanması gerekirdi" demeleri son derece yersizdir. Çünkü bu hadis genel
kaidelere aykırı olarak gelmiştir. Bu gibi durumlarda asıl olan hadisin hükmüne itibar

[673]

etmek ve ona sarılmaktır.
Bazı Hükümler

1. îhramlı bir kimsenin su ve sidrle yıkanması caizdir, imam Şam ile Ata, Ibnu'l-
Munzır, Mucahıd ve Tâvûs bu görüştedirler. İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik ve
diğer bazı fıkıh âlimleri bunun mekruh olduğunu söylemişlerdir.

2. Kefen masrafı ölünün geriye bıraktığı malların tümünden karşılanır. Bir başka
ifadeyle, kefen masrafları karşılanmadan ölünün mirası üzerinde hiçbir tasarrufa
gidilemez. Hatta borçları dahi ödenemez.

3. İhramlı iken ölenin kefeni, üzerinde bulunan iki parça peştemalden ibarettir.

4. Kefen sayısının tek olması şart değildir. Sadece efdaldir.

5. İhramlı iken ölen kimsenin ihramlı hali hükmen bakidir.

6. îhramlı iken ölen bir kimse için dikişli kumaşlardan kefen biçilemez ve erkek ise
başı örtülemez.

[674]

7. îhramlı iken ölmenin fazileti çok büyüktür.

3239... (Şu bir önceki hadisin) bir benzen, (bir de Hammâd b. Zeyd, Amr b. Dînâr ile
Eyyûb es-Sahtiyanî, Saîd b. Cübeyr, vasıtasıyla yine) İbn Abbas'dan (rivayet
olunmuştur. Bu hadisi Hammâd şöyle) rivayet etti: "Onu (yani ihramhyken ölen
kimseyi) iki (parça) elbise ile kefenleyiniz."

Ebû Dâvûd dedi ki: Eyyûb (es-Sahtiyanî ise bu hadisi, onu ihram olarak giydiği) "İki
(parçadan oluşan) elbisesiyle kefenleyiniz" şeklinde; Amr (b. Dînâr ise), "İki
(parçadan oluşan) elbise ile (kefenleyiniz)" şeklinde rivayet etti. İbn Ubeyd (ise bu
hadisi), Eyyûb 'un da "İki (parça) elbise ile (kefenleyiniz)" diye rivayet etti (ğini);
Amr' (in ise, onu ihram olarak giydiği) "İki (parça) elbisesiyle (kefenleyiniz)" diye
rivayet ettiğini söyledi. Sadece Süleyman (b. Harb bu hadise şu cümleyi) eklemiştir:

[6751

"Onu hannût denilen kokuyla kokulamaymız."



Açıklama



Musannif Ebû Davud'a bir önceki hadisi, Süleyman b. Harb ile Muhammed b. Ubeyd
rivayet etmişlerdir. Ancak bunların rivayetleri lafız yönünden bir önceki hadisin aynısı
değildir. Sadece manâ yönünden bir önceki hadise benzemektedir.
Sözü geçen iki ravinin ikisi de bir defa aynen bir önceki hadisin ravileri-nin yaptıkları
gibi bu hadisi Hammâd, Amr b. Dînâr, Saîd b. Cübeyr kanalıyla İbn Abbas'tan; bir
defa da Hammâd, Eyyûb es-Sahtiyanî, Saîd b. Cübeyr kanalıyla yine İbn Abbas
(r.a)'dan rivayet etmişlerdir.

Ancak şurası var ki, Süleyman b. Harb'in Eyyub'tan gelen rivayeti: "İhramlı iken öleni
ihram olarak giydiği iki kat elbisesiyle kefenleyiniz." manâsını ifade ederken; Amr b.
Dinar'dan gelen rivayeti, "îhramlıyı iki kat olmak şartıyla herhangi bir elbiseyle
kefenleyiniz" manâsını ifade etmektedir. Çünkü Eyyub'dan gelen rivayetteki
"sevbeyn" kelimesi ihramlıya muzaf olarak "sevbeyhi- onun iki kat elbisesi" şeklinde
zikredilirken, Amr b. Dî-nâr'dan gelen rivayette bu kelime izafetsiz ve nekre olarak
"sevbeyn = 'iki kat elbise" şeklinde zikredilmiştir.

Bu hadisi Ebû Davud'a rivayet eden ikinci ravi Muhammed b. Ubeyd'in rivayetine
gelince; bunun naklettiği hadiste Süleyman b. Harb'in rivayetinin tersine olarak Eyyûb
kanalıyla gelen rivayette "sevbeyn" kelimesi izafetsiz ve nekre olarak zikredilirken
Amr b. Dînâr kanalıyla gelen rivayette ise bu kelime ihramlıya muzaf olarak
"sevbeyhi" şeklinde zikredilmiştir.

Bu hadisin sadece Süleyman b. Harb. 'den gelen rivayetinde, "Sakın ölünrn kefenini
"hannût" denilen güzel kokuyla kokularnayımz" anlamında bir cümle bulunmaktadır.
Fakat bu cümle bu hadisin başka yollardan gelen rivayetlerinde yoktur.
Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi, Hanefî âlimlerine göre ihramh iken
ölenin hükmü ile ihramsız iken ölenin hükmü arasında bir fark yoktur. Bu mevzuda
İbn Abidin (r.a) şöyle diyor: "İhramh ihramsız gibidir. Yani başı örtülür, kefenleri

[676]

kokulanır. Şâfü (r.a) buna muhaliftir."

3240... (Bir önceki, ihramh iken öleni) iki kat elbise içerisinde (kefenleyiniz
mealindeki) Süleyman (b. Harb hadisinin) manasını (Musannif Ebû Davud'a) bir de
Müsedded rivayet etmiştir. (Müsedded'e bu hadisi) Hammâd; Eyyûb (es-
Sahtiyanî)'den, (Eyyûb) Saîd b. Cü-beyr'den, (Saîd b. Cübeyr de) İbn Abbas'tan
(rivayet etmiştir).

Müsedded'in Hammâd'dan naklettiği bu hadiste "sevbeyn = iki kat elbise" kelimesi,
bir önceki hadiste geçen Muhammed b, Ubeyd'in, Eyyub es-Sahtiyanî' den yaptığı
rivayete uygun olarak nekre olarak zikredilmiştir. Bilindiği gibi, "sevbeyn"
kelimesinin bu şekilde nekre olarak zikredilmesiyle ihramlıya muzaf olarak
"sevbeyhi" şeklinde zikredilmesi arasında önemli fark vardır. Bu kelimeyi nekre
olarak zikreden rivayete itibar edildiği takdirde, ihramh olarak ölen kimsenin herhangi
bir iki kat elbise ile kefenlenebileceği hükmü ortaya çıkar. Fakat bu kelimenin
ihramhya muzaf olarak zikredildiği rivayete itibar edildiği takdirde; ihramh iken ölen
bir kimsenin sadece ihram olarak giydiği iki kat peştemal ile kefenlenebileceği, bunun
yerini hiçbir elbisenin veya kumaşın tutamayacağı hükmü ortaya çıkar. Biz fıkıh
âlimlerinin, ihramh iken ölen bir kimsenin nasıl kefenleneceği konusundaki
görüşlerini 3238 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum



[677]

görmüyoruz.

3241... îbn Abbas'dan; dedi ki: İhramlı bir adamı devesi yere atıp boynunu kırarak
öldürmüştü. Onu Rasûluliah (s.a)'a getirdiler. Bunun üzerine (Rasûlullah şöyle)
buyurdu;

"Onu yıkayınız ve başım örtmeden ve kentlisini güzel koku ile kokulmadan

£6281

kefenleyiniz. Çünkü o (kıyamet gününde)telbiye getirirken diriltilecektir."
Açıklama

Bu hadisle ilgili açıklama 3238 numaralı hadisin şerhinde geçtiğinden burada tekrara

£6791

lüzum görmüyoruz.



m

Buharı, iman 26, 40.

m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/433-434.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/434.

m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/434.

15]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/434-435.

[6]

Debbağoğlu Ahmed, Ansiklopedik Büyük tslâm İlmihali, 97-100.

m

Manası şöyledir: "Allahım onu bize işlenmiş ve saklanmış bir sevap kıl, şefaatçi yap, şefaati kabul olanlardan eyle."

m

Bak. Yeniçeri Celal, el-lhtiyar, 50-51.

12

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/435-436.

rıoı

Ebû Dâvud, cenaiz, 41.

LUI

Tirmlzi, cenaiz, 34.

[12]

Debbağoğlu Ahmed, Ansiklopedik Büyük İslâm İlmihali, 101.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/436-437.
[13]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/437-439.

[14]

Buhârî, merza 1; tevhid31; Müslim, münafıkin 59, 60; Darimî, rikak 36; Ahmed b. Hanbel, 11,523; III, 454, V,I42; VI,386.

[15]

Taberâni.

[16]

Buhârî, merza 3; Müslim, birr 36-38; Tirmizi, cenaiz 1; Muvatta, ayn 6; Ahmed b. Hanbel 1,441; 1 1 1,23; IV-23; VI,39, 42, 43, 160, 173, 175, 203,
215, 255,257, 278,279.

£1ZL

Tirmizi, zühd 57; İbn Mace, fıten 23; Darimî, rikak 67; Ahmed b. Hanbel 1,172, 174, 180, 185.

[18]

Ahmed b. Hanbel V.272.

LM

Şûra (42) 30.

[20]

Çantay H.B.Kur'ân-ı Hakim ve Meal-i Kerim , 1 1,840, 872.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/439-441.
[21]

Ahmed b. Hanbel V-272.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/441-442.



1221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/442.

[2H

Concordance'de bu baba numara verilmemiştir.

T241

Buhârî, cihâd 134; Nesâî, kıyamü' 1 -leyi 2; Ahmed b. Hanbel, VI-54.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/442-443.
[251

Nesâi, kıyamü' 1 -leyi 2.

[261

Ahmed b. Hanbel, 1 1 1-148, 238.

[221

Menhel, VI1I-219.

[2Ş1

Ahmed b. Hanbel 11-159.

[221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/443-444.

[301

Concordance'da bu baba numara verilmemiştir.

[31]

İbn Mace, tıb 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/444.
[321

Ahmed b. Hanbel, IV, 123.

[İH

Tirmizî, tıb 18.

[341

Tirmizî, tıb 35; İbn Mace, tıb 18, Ahmed b. Hanbel, 1 1,440.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/444-445.
[35]

İnşikak, (84), 8.

[361

Buharı, ilim 35, rikak 49, 51; Müslim, cenne 79; Tirmizî, tefsîr, 742; Ahmed b. Han-bel VI, 49, 91, 108, 167.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/445-446.
[37]

Nisa (4) 123.

[38]

Nisa, (4) 123.

[391

Müslim, Dirr 52; Tirmizî, tefsîr 4, 24; Ahmed b. Hanbel 1 1,248; VI,167.

[401

Nisa. (4), 123.

1411

Tirmizî tefsîr (4) 25.

[421

Müslim, sıfatu'l-münâfıkun, 57.

[43]

Müslim, sıfatu'l-münâfıkun, 56.

[44]

Nisa (4) 123.

[451

Nisa (4) 123.

[46J

Âlusi, Ruhu'l-Meani, Vl-152, 153.

1471

el-Meraği A. Mustafa, Tefsiru'l-Meragi, V.166,

[48]

Âlusi Ruhu'l-Meani, XXIV,4.

[4?J

Âlusi, Ruhu'l-Meani, VI, 152; 153.

[501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/446-449.

[511

İnşikak, (84) 8.

[521

Buhârî, tefsîr II, 4, edeb 20, tevhid 36; Müslim, tevbe 52.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/450.
[53]

Corcordance'de bu baba numara verilmemiştir.

[541

Buhârî, cenaiz 23, libas 8, tefsir 9, 12; Müslim, münafıkun 4; el-fedail 25; Tirmizî, tef-sîr 913; Nesâî, cenaiz 40; ibn Mace, cenaiz 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/450-45 1 .
[55]

Tevbe (4) 84.



156]

Müslim, münafıkun 2.

[5TL

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/451-453.

[581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/453.

[5£1

Buhârî, cenaiz 80, merza 11; Ahmed b. Hanbel III, 228, 280.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/453-454.
[601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/454.

[611

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/454-455.

[621

Concordance'de bu baba numara verilmemiştir.

[631

Buharı, cenaiz 2, nâfakat 1; Tirmizî, menakıb 36.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/455.
[641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/455.

[651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/455-456.

[661

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/456.

[671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/457.

[681

Ibn Mace, cenaiz 2; Tirmizî, cenaû 2, tıb 32; Ahmed b. Hanbef 1-91, 118, 121, 229.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/457.
[691

Ahmed b. Hanbel 1,121.

[701

Tirmizî, cenaiz 2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/457-458.
[711

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/458.

[721

Ahmed b. Hanbel, 1,81,91, 138.

[731

İbn Mace, cenaiz 2.

[741

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/458-459.

[751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/459-460.

[761

Ahmed b. Hanbel 1,138, V.376.

[721

İbn Mace, cenaiz 2; Tirmizî, cenaiz 2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/460.
[781

Buhârî, megazi 30; Müslim, cihad 65; Nesâî, mesacid 18; Ahmed b. Hanbel 1 1 1,3 13, 386, VI.56.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/460-461.
[721

Ahmed Naim, Tecrid-i sarih, 11,335,336 hadis no: 289.

[M

Buhârî, menakibu'l-ensar 12.

1811

Tirmizî, siyer 28; Darimî. siyer 65; Ahmed b. Hanbel 1 1 1,350.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/461-463.
[821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/463.

[831

Ahmed b. Hanbel IV.61, 375.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/463.
[841

Buhârî, el-Edebi'l-Müfred (Ahlâk Hadisleri), 542 (Çev. F. Yavuz).

[85J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/463-464.

[86J

Buhârî, tıb 30; Müslim, selam 92, 93, 94,98, 100; A hmed b. Hanbel, 1,178, 180, 186, 111,416, IV.177, 186, V-206, 208, 210, 373.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/464.
[871

Davudoglu A. Sahİh-İ Müslim, Terceme ve Şerhi, IX,655.



Denizkuşlan, Mahmud, Peygamberimiz ve Tıp, 70,72.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/465-466.
[M

Buhârî, merza 13; Müslim, vesaya S; Ahmed b. Hanbel 1,168-171.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/466-467.
1901

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/467.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/467.

[921

Buhârî, ahkâm 23, cihad 171, nikâh 71, et'ime 1, merza4; Darimî 26; Ahmed b. Han-bel IV. 394-406.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/467-468.
[931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/468.

[941

Tirmizî, tıb 32; Ahmed b. Hanbel, 1,375, 382, 414, 430.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/468-469.
[9Ş1

Yunus, 49, Münafıkûn, 63.

[961

Debbağoğlu Ahmed, Ansiklopedik Büyük İslam İlmihali, 133.

[971

Nemi, (27) 26.

[981

A'raf, (7) 54; Yunus, (10)/3.

[991

Hud, (11)7.
[İMİ

Taha, (20) 5; Secde (22) 4; Hadid, (57) 4.

[101]

Debbağoğlu Ahmed, Ansiklopedik Büyük İslâm İlmihali 58-59.

[1021

Islâmi Bilgiler Ansiklopedisi, Bergâh yayınlan 1981, 1, 239.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/469-470.
[103]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/470.

[104]

Ahmed b. Hanbel 11,172.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/470.
[105]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/470-471.

no6i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/471.

[107]

Buhârî, merza 19, davat 29; Müslim, zikir 10; Tirmizî, cenaiz 3, Zühd 31, 37; Nesâî, sehv 62, cenaiz 1, Ahmed b. Hanbel 1 1 1,101, 104, 171, 195,
208, 247, 281; V.264.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/471.
ri081

el-Muvatta, hudud 10.

[109]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/472.

[110]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/472.

rıııı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/472-473.

LÜH

Müslim, zikir, 10.

LÜ3]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/473.

£1141

Ahmed b. Hanbel 1 1 1,424; IV.219.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/473-474.
[115]

Ahmed b. Hanbel, 11,356.

LU6]

Miras Kamil, Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, IV, 762.

[117]

el-Benna AA, el-Fethurrabbani VII. 70, 71.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/474.
[118]

Nesâî, cihad 36, 48; Buhârî, cihad, 30; ezan 73; Müslim, imare 164,165; Tirmizi, cenaiz 65; İbn Mace, cihad 17; Darİmî, cihad 21, Muvatta,
cemaat 6; Ahmed b. Hanbel 1 1,31; III- 400, 401, 489; V-3I4, 317; VI-465, 466.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/474-476.



£1191

İbn Mace, cihad 17.

[120]

3 130 nolu hadis.

[121]

Müslim, İman 167;Nesâî, cenaiz 18, 20, 21; İbn Mâce, cenaiz 52; Ahmedb. Hanbel IV- 396, 397, 404, 405, 411, 416.

T1221

Bezlü'I-Mechud, XIV-5.

[123]

Davudoglu A., İbn Abidin, III, 523,524.

[124]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/476-479.

[125]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/479.

[126]

Bazı nüshalarda bu bâb başlığı yani: "Hasta (Gerektikçe) Tırnaklarını Keser ve Etçginî Tıraş Eder" şeklindedir.

[127]

Buhârî, el-meğazi 28.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/479-481.
[128]

Erdem Hasan Hüsnü, Riyazü's-Salih'in tercümesi, 1 1 1,99,101.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/48 1-482.

um

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/482.

[130]

Müslim, cenne 81; İbn Mâce, zühd 14.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/483.
[BU

Buhârî, tevhid 15, 35; Müslim, zikr 2, 19.

[132]

Tirmizi, davat 1 15; Ahmed b. Hanbel 11-297,304, 359, 408, 491.

[133]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/483-484.

[134]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/484.

[135]

Buhârî, sûre 8, 38; tefsir sûre (5), 14 (21), 2; Müslim, cennet 56; Tirmizi, kıyame 3, tefsir sûre (80), 2; Nesâî, cenaiz 118, 119; Ahmed b. Hanbel
1-223, 229, 235; III-495, Vl-53.
[136]

Müddessir, (74) 4.

[137]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/484-485.

[138]

Müslim, cenaiz 6; Tirmizi, cenaiz 7; Nesâî, cenaiz, 3; İbn Mâce, cenaiz 4;Muvatta, cenaiz 42; Ahmed b. Hanbel VI, 291-306.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/485-486.
[139]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/486.

ri401

Müslim, cenaze 3,5; Ahmedb. Hanbel VI-309, 313, 321.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/486-487.
[141]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/487.

[142]

Davudoğlu A, İbn Abidin, 1 1 1,395.

[143]

Münavî, FeyzüT-kadır, VI, 106.

[144]

Müslim, iman 43.

[145]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/487-489.

[1461

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/489.

[147]

Müslim, cenaiz, 1, 2; Tİrmizi, cenaiz 7; Nesâî, cenaiz 4; İbn Mâce, cenaiz 3; Ahmed b. Hanbel 1 1 1,2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/489.
[148]

Davudoğlu A, tbn Abidin, III, 395.

[1491

el-Benna Â.A, el-Fethu'r-Rabbani, VIII-, 65,66.

[150]

Davudoğlu A., İbn Abidin, III, 389,399.

[151]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/489-491.



[152]

Müslim, cenaiz 7, 8; İbn Mâce, cenaiz 6; Ahmed b. Hanbel VI. 297.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/492-493.
£153]

Müslim, cenaiz, 7.

[154]

Nisa, (4), 29.

£155]

Davudoğlu A, İbn Abidin, III, 400.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/493-494.
[156]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/494.

£157]

Müslim, cenaiz 3, 4; Tirmizi, da'vat 83; İbn Mace, cenaiz 55; Muvatta, cenaiz 42; Ah-med b. Hanbel IV, 27; VI, 309, 313, 321.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/494.
[158]

Bakara, (2), 156.

T1591

Karlığa Dr. Bekir, İbn Kesir Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, III-635.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/494-495.
[160]

Buhârî, libas 18; Müslim, cenaiz 45; Ahmed b. Hanbel VI, 153, 269.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/495-496.

ri6iı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/496.

£162]

İbn Mâce, cenaiz, 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/496-497.
[163]

Davudoğlu A, tbn Abidin, III, 397.

£164]

Camius-Sagir 11,178.

£165]

Davudoğlu A., ibn Abidin, III, 402,403.

£166]

Tirmizi, Şevabü'l-Kur'ân 7; Darimî, fedailü'l-Kur'ân, 21.

£167]

Süyuti el-Camiü's-Sagir, II, 184.

ri681

Beyhakî, Sevab'ül-Kur'ân.

£169]

Suyutî, el-Camiu's-Sagir, II, 1 84.

£1701

Şevkani, NeyliiT-Evtar, IV, 24.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/497-498.
£171]

Müslim, zekat 5 1 ; İbn Mâce, siyam 5 1 .

£172]

Isra, (9) 24.

£173]

Şura, (42), 5.

£174]

Mü'min, (40), 7.

£175]

Necin, (53), 39.

£176]

Buhârî, eyman 30.

£177]

Müslim, vasiyye 14; Ebû Dâvud, vesaya 14; Tirmizi, ahkâm 36; Nesâî, vesaya 8.

£178]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/498-500.

£179]

Necin, (53) 39.

£180]

Haşr, (59) 10.

£181]

Buhârî, tıb 34.

£182]

Hatiboğlu Haydar İbn Mace tercümesi, IV, 272; 277.

£183]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/500-501.

£184]

Buhârî, cenaiz 41; Müslim, cenaiz 30; Nesâî, cenaiz 14.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/501-502.



[185]

Koksal M. Asım, İslam Tarihi, VIII-47.

[186]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/502.

[187]

Meryem, (19), 71.

[188]

Koksal M. Asım, İslam Tarihi VIII-54.

[1891

Debbağoğlu A. Ansiklopedik Büyük İslam İlmihali, 430.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/502-503.
[190]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/503.

[191]

Nesaî, cenaiz. 27.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/503-505.
ri921

Tevbe, (9) 28.

[193]

Büyükçmar A. Muhtar, "Sünen ün-Nesâî," IV-420, 421.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/505-506.
[194]

Şevkani, Neylü'l-Evtar IV, 151, Ibn Kudame, el-Mugni, 1 1-405.

[195]

îbn Mace, cenaiz 56.

Ü96J

İbn Mace, cenaiz 56.

[197]

3 125 nolu hadis ve Müslim, cenaiz 1 1 .

[198]

Hakim'den naklen, Menhel, VIII, 266.

[199]

Menhel, VIII, 267.

r2ooı

Hakim'den naklen Menhel VIII, 267.

[2Pİİ

Hakim'den ve Şafiî'nin müsnedinden naklen, Menhel, VIII, 167.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/506-508.
r2021

Buhârî, cenaiz 31, hayız 12, talak 46, 49; Müslim, reda 125, 126, 129, 133; Ebû Dâ-vûd, talak 43, 36; Tirmizî, talak 18; Nesâî, talak 58, 59; İbn
Mace, talak 35; Darimî, talak 12,13; Muyatta, 101, 102; Ahmed b. Hanbel I, 37, 184, 249, 281, 282, 287, 324, 325, 326, 408, 426.
[203J

Şevkani, Neylü-evtar, IV, 151.

[2041

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/508.

1205]

Davudoğlu Ahtned, İbn Abidin, 1 1 1-499.

[2061

Araf, (7) 204.

T2071

Muhammed, (47) 24.

T2081

Buhârî, ezan 160, etime 49, itisam 64; Ebû Dâvüd, etime 40; Tirmizi, etime 13; Nesâî, mesacid, 16, 17, Ahmed b. Hanbel III, 65, 85, 374, 387,
397, 400, IV, 194.
T2091

Müslim, mesacid, 72, 74; Nesâi, mesacid 16; Ibn Mace, etime 59.

[210]

lbnü'1-Esir, en-Nihaye, III-408.

mu

Buhârî, iman, 39; Müslim, müsakat, 107; Ebû Dâvüd, büyü 3; İbn Mace, fıten 14; Darimî, büyü 1.

12121

Buhârî, itisam 2; Müslim, fezail 20; Nesâi, hacc 1; Ahmed b. Hanbel 1 1-258, 313, 448.

[2131

Nisa, (4) 10.

[214]

Mahmud Muhammed, el-Hattab, el-Menhel,VIII-266, 273.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/508-5 15.
[215]

Buhârî, cenaiz 32, 34, ahkâm 1 1; Müslim, cenaiz 14, 15; Tirmizi, cenaiz 13; Nesâİ, cenaiz 22, Ahmed b. Hanbel III-130, 143, 217.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/515-516.
[2161

Müslim, cenaiz 15.



[217]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/516-517.

[218]

2948 nolu hadis.

1219]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/517.

r2201

Buhârî, cenaiz 32, 43, merza 9, eyman 9, tevhid 2; Müslim cenaiz, 1 1; Nesâî, cenaiz, 13, 22; İbn Mace, cenaiz 53; Ahmed b. Hanbel 1-268, 273;
V-204, 205,207, VI-3.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/517-518.
1221]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/518-520.

T2221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/520.

1223]

Buharı, cenaiz 43; Müslim, fedail 62; İbn Mace, cenaiz 53; Ahmed b. Hanbe! 1 1 1-237, 250.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/520-521.
1224]

Müslim, fedait, 62.

[225]

Müslim, fedail, 62.

1226]

Müslim, fedail 63.

[227]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/521-522.

[2281

Halil Ahmed es-Seharenfûrî, Bezlü'l-Mechûd, XIV-93, 94.

[2291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/522.

1230]

Buhârî, cenaiz 46, tefsir sûre (60) 3, Ahkam, 49; Nesâî, zine 25; İbn Mace, cenaiz 51; Müslim cenaiz, 35; Ahmed b. Hanbel 1-87, 107, 121, 133,
150, 159; V-85.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/523.
I21H

Ahmed b. Hanbel III- 197.

T2321

Müslim, Cenaiz, 29, iman 121; Buhârî, menakibü'l-ensar 27; Tirmizî, cenaiz 23; Ahmed b. Hanbel 11-291, 337, 342, 343, 415, 441, 455, 496,
531; V-342-343.
T2331 _

İbn Mace, cenaiz 5 1 .

[234]

Müntehine, (60) 12.

1235]

Müslim, cenaiz 33.

1236]

Davudoğlu A. Sahih-i Müslim, terceme ve şerhi V-160.

[237]

Davudoğlu A. Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi V- 1 6 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/523-524.
[2381

Ahmed b. Hanbel 111-65.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/524-525.
r2391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/525.

[2401

İsra, (17), 15.

[241]

Buhârî, cenaiz 32, 33, 44, Megazi 8; Müslim, cenaiz 16, 18, 19, 22, 23, 25, 27, 28; Tilmizi, cenaiz 22, 24; Nesaî, cenaiz 13,15; ibn Mace, cenaiz
54, 58; Muvatta, cenaiz 37; Ahmed b. Hanbel, 1-36, 38, 41, 42, 45, 47, 54; 1 1-3 1, 38, 34; IV-437.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/525-526.
f2421

İsra, (17): 15.

[243]

Buhârî, cenaiz 44, talak 24; Müslim, cenaiz 12.

T2441

Tirmizî, cenaiz 24.

1245]

Buhârî, meğazi, 44.

[2461

İsra, (17) 15.

[247]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/526-529.

[248]

Müslim, iman 167; Nesâî, cenaiz 18, 20, 21; İbn Mace, cenaiz 52, Ahmed b. Hanbel IV-396, 397, 404, 405, 411, 416.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/529.
[2421

Müslim, iman 167.

[250]

Müslim, iman 167; Buhârî, cenaiz 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/529-530.
[25!]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/530-53 1 .

[252]

Müntehine, (60) 12.

[253]

Müslim, iman 165; İbn Mace, cenaiz 52.

T2541

tbn Mace, cenaiz 52.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/531.
[2551

Tirmizî, cenaiz 21; İbn Mace, cenaiz 59; Ahmed b. Hanbel VI, 380.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/531-532.
[2561

ibn Mace, cenaiz 60.

[2571

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/532-533.

[258]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/533.

[259]

Menhel, VIII,288,289.

[260]

Bitmen Ömer Nasuhi, Hukuku İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu 1 1 1 ,35 1 .

[261]

M. Zihni, Nimet-i İslâm, 489, 490.

[262]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/533-535.

[263]

ibn Mace, cenaiz 28; Muvatta, cihad 37.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/535-536.
[2641

Ahmed b. Hanbel, 111,299.

[265]

Bezlü'l-Mechud, XIV,102.

[266]

Davudoglu Ahmed, İbn Abidin, 1 1 1,519.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/536.
[267]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/537.

T2681

İbn Mace, cenaiz 28; Buhârî, cenaiz 73.

[2691

Menhel VIII.290.

T2701

Bezlü'l-Mechud, XIV, 103.

mu

Davudoğlu, A. İbn Abidin, 1 1 1,519.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/537-538.
[2721

Tirmizî, cenaiz 31; Ahmed b. Hanbel 1 1 1,128.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/539.
[273]

Miras Kâmil, Tecrid-i Sarih X,217 vd. Hadis no: 1585 Buhârî, el-Meğazi 23.

[274]

Nahl, (16) 126.

[275]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/539-542.

[2761

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/542.

[277]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/542.

[278]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/542-543.

[279]

Buhârî, cenaiz 75, 78, meğazi 26; Tirmizî; cenaiz 46; Nesâî, cenaiz 62; İbn Mace, cenaiz 28.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/543.
f2801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/543.



[281]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/544.

[282]

tbn Mace, cenaiz 8; Ahmed b. Hanbel 1,146.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/544.
f2831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/544-545.

[2841

tbn Mace, cenaiz, 10; Muvatta, cenaiz 27; Ahmed b. Hanbel 1 1,267.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/545-546.
[285].

tbn Mace, cenaiz 10.

[2861

tbn Mace, cenaiz 9.

[2Ş71

tbn Mace cenaiz, 9.

[2881

Hatipoglu Haydar, Sünen-i tbn Mace, IV,295.

[2891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/546-548.

12901

Buhârî, iman 21, cenaiz 13,15,18; nikâh 88, 89; Müslim, cenaiz 36, 40; Tirmizî, cena-iz 15; Nesâî, cenaiz, 32, 34, 36, tbn Mace, cenaiz 8;
Muvatta, cenaiz 2; Ahmed b. Hanbel V.84; VI.407, 408.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/548-549.
[291]

Müslim, cenaiz 40.

[292]

tbn Mace, cenaiz 8.

T2931

3 146 numaralı hadis.

J2241

Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim, V, 169,170.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/549-551.
[2951

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/55 1 .

[296J

Buhârî, cenaiz 9; Müslim, cenaiz 37; Nesâî, cenaiz, 30, 32, 35; tbn Mace, cenatz 8; Ahmed b. Hanbel V.84.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/551.
r2971

Buhâri, cenaiz 13, 14, 16; Müslim, cenaiz 41; Tirmizî, cenaiz 15; Nesâî, cenaiz 30, 35; Ahmed b. Hanbel VI.407, 408.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/551-552.
[2981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/552.

[2991

Buhârî, vudu 31; Müslim, cenaiz 42, 43; Tirmizî, cenaiz 15; Nesâî, cenaiz 31; Ibn Ma-ce, cenaiz 8; Ahmed b. Hanbel VI. 408.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/552.
r3001

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/553.

[301]

Buharı, cenaiz 13; Müslim, cenaiz 39; Nesâî, cenaiz 34.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/553-554.
[302]

Davudoğlu A., Ibn Abidin, Terceme ve şerhi, 1 1 1,410.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/554.
1303]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/555.

13041

Davudoğlu Ahmedlbn Abidin tercüme ve şerhi, III, 409.

1305]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/555.

r3061

Müslim, Cenâiz 49; Tirmizî, cenaiz 19; Nesaî, Cenaiz 37; tbn Mâce, cenaiz 12; Anmed b. Hanbel III- 295, 329, 349, 372.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/555-556.
1307]

Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim, Terceme ve Şerhi V, 181, 182.

[3081

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/556-558.

T3091

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/558.

I310J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/558.

[3111

Müslim, Cenaiz/46.



[312]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/558-559.

m 3i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/559.

I314J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/559.

m sı

Davudoğlu, Ahmed tbn Abidin tercüme ve şerhi III, 423.

[316]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/559-560.

[317]

Buharı, cenaiz 18, 19, 23, 24; Müslim, cenaiz 45, 46; Tirmizî, cenaiz 20; Nesaî, cenaiz 39; İbn Mace, cenaiz 11; Muvatta, cenaiz 5; Ahmed b.
Hanbel 1-94, 102, 222, 253, 313, VI-40, 132, 165, 192, 204, 214, 231, 262.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/560.

m sı

Tirmizî, cenaiz 20; tbn Mace, cenaiz 12.

[319]

3094 nolu hadis-i şerif.

T3201

3094 nolu hadis-i şerif.

[321]

Davudoğlu, Ahmed, İbn Abidin tercüme ve şerhi III, 419-420.

T3221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/560-561.

[323]

Nesaî, cenaiz 39; Tirmizî, cenaiz 20; İbn Mâce, cenaiz 11.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/562.
1324]

tbn Mace, cenaiz 1 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/562-563.
[325]

Tirmizî, cenaiz 20.

[326]

Müslim, cenaiz 46.

[3271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/563-564.

[328]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/564.

[3291

Buharı, cenaiz 94; Muvatta, cenaiz 6; Ahmed b. Hanbel VI-45, 132.

T3301

Miras Kâmil, Sahih-i Buhaıi terceme ve şerhi IV- 426, 427.

[3311

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/564-565.

[3321

Buhari, cenaiz 28, menakıb-ül-ensar, 45, Meğazi 17, 26, rikak 16; Müslim, cenaiz 44; Tirmizî, menakıb 53; Nesaî, cenaiz 40; Ahmed b. Hanbel
V-109, 112, VI- 395.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/565-566.
[333]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/566.

[334]

Ahzab (33),23.

[3351

Genceli Ali, Asrı Saadet 11-195,202.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/566-567.
[3361

Genceli Ali, Asrı saadet, II- 419,422.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/568-569.
[3371

tbn Mace, cenaiz 12.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/569.
[3381 _

tbn Mace, cenaiz 12; Tirmizî, cenaiz 20

T3391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/569.

[3401

Ahmed b. Hanbel VI, 380.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/7.
[3411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/8.

[3421

Müslim, elfazmineledeb 19; Tirmizî, cenâiz 16; Nesâi, cenâiz42; Ahmed b. Hanbel, III, 36, 40, 46, 62.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/9.



[343]
[344]
[345]
[346]
[347]
[348]
[342]
[350]



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/9.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/10.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/10.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/10-1 1 .

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/11.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/1 1.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/1 1.

Tirmizî, cenâiz 16; İbn Mace, cenâiz 8; Ahmed b. Hanbel 1 1-280, 433, 454, 472, IV-246.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/11-12.
F3511



Muvatta, cenâiz 3 .

[352]

Bilmen Ö. Nasuhi Büyük İslâm İlmihali, 81.

[353]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/12-13.

[354]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/13-14.

[3551

Mollamehmetoğlu Osman Zeki, Sünen-i Tirmizî, II- 200-20 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/14-15.
[356]

İbn Mace cenâiz 7; Tirmizî, cenâiz 13.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/15.
[357]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/16.

[3581

Genceli Ali, Asr-ı Saadet, II- 209,212.

[359]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/16.

f3601

Tirmizî, cenâiz 62; İbn Mace, cenâiz 30.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/17.
[361]

Buhari, cenâiz 55.

[3621

İbn Mace, cenâiz 32.

T3631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/17-18.

[364]

Tirmizi, cihad 38; Nesaî, cenâiz 83; İbn Mace, cenâiz 28; Darİmî, mukaddime 1; Ahmed b. Hanbel III-297.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/19.
[365]

Muvatta, cenâiz 3 1 .

[3661

Davudoğlu, A. İbn Abidin, III- 496.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/19-21.
[367]

Tirmizî, cenâiz 40; İbn Mace, cenâiz 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/21-22.
[368]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/22.

[3691

M. Zihni Efendi, Nimet-i İslâm, 472.

[370]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/22.

[371]

Buhari, cenâiz 29, İ'tisam 27; Müslim, cenâiz 34, 35; İbni Mâce, cenâiz 50; Ahmed b. Hanbel VI- 408.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/22-23.
[3721 _

İbn Mace, cenâiz 53.

[373]

İbn Mace, cenâiz 50.

[374]

Davudoğlu A. İbn Abidin, III- 480, 481.

[375]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/23-24.



T3761

Buharı, cenâiz 58, 59; Müslim, cenâiz 52, 57; Nesaî, cenâiz 54, 79; Tirmizî, cenâiz 49; İbn Mace, cenâiz 34; Ahmed b. Hanbel U- 2, 3, 31, 144,
233, 246, 280, 383, 475, 480, 498, 503, III- 20, IV-86, 294, V-57, 277, 282, 284.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/25.
[377]

Buharı, cenâiz 5 1 .

[3781

Müslim, cenâiz 56.

[379]

Müslim, cenâiz 53.

[3801

Müslim, cenâiz 54; Buharı, cenâiz 59.

[3811

Müslim, cenâiz 54; Buhari, cenâiz 59.

T3821

Müslim, cenâiz 52.

T3831

Molla Mehmedoğlu O.Z., Sünen-i Tirmizi Tercemesi, II- 230.

[3841

Buhari, i'tisam 16, cihad 16, 74, etime 28, zekât 54, enbiya 10; Müslim, fedail 10, hacc 462, 503, 544.

B851

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/25-28.

[3861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/28.

[3871

Müslim, cenâiz 56.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/28-29.
[388]

Müslim, cenaiz 55.

[3891

Kâmil Miras, Tecridi Sarih, IV, 588, 589, 590. Birinci baskı.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/29-30.
[3901

Müslim, cenâiz 59; Tirmizî, cenâiz 40; Nesaî, cenâiz 78; Ahmed b. Hanbel III- 266, VI- 32, 40, 97, 231.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/30.
[3911

Aliyyü'l-Kari, Mirkatü'l Mefalih, XXIV- 359.

[3921

Müslim, cenâiz 58.

[3931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/30-31.

[3941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/3 1-32.

[3951

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/32.

[3961

Davudoğlu Ahmed, İbn Abidîn, III-481, 482.

[3971

Duran Abdülhalık, el-Ezkar, 196.

[3981

Davudoğlu, A, ibn Abidin III- 480.

[3991

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/33-34.

1400]

Buhari, cenâiz 47, 48, 50; Müslim, cenâiz 73, 78; Tirmizî, cenâiz 51, 52; Nesaî, cenâiz 44, 45, 46, 80; İbn Mace, cenâiz 35; Ahmed b. Hanbel III-
25,41.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/34.
[4011

Miras Kâmil, Sahih-i Buhari Muhtasarı, IV- 556, Hadis No: 649.

[4021

Müslim, cenâiz 75.

[4031

Tahavi'den naklen Tecrid-i Sarih Tercümesi IV- 56), Birinci baskı.

[4041

Tecrid-i Sarih, IV- 558, Hadis No. 650.

[4051

Miras Kâmil, Tecrid-i Sarih IV- 566, 567.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/34-37.
[4061

Buhari, cenâiz 48; Tirmizî, cenâiz 35, 51; Nesaî, cenâiz 44, 45, 54; Ahmed b. Hanbei II- 2, 3, 16, III- 48, 51, 85, 97, IV- 294, V- 131, VI- 402.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/37.
[4071

Nesâi, cenâiz 45.



r4081

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/37-38.

1409]

Buharı, cenâiz, 50; Müslim, cenâiz 78; Nesaî, cenâiz 46; İbn Mace, cenâiz 35; Alvmedb. Hanbel II- 287, 343, III- 319, 335, 354.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/39.
[4101

Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih IV- hadis no 65 1 .

Kin

Buharı, cenâiz 50.

[412J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/39-40.

[4131

Müslim, cenâiz 83; Tinnizî, cenâiz 51; Nesaî, cenâiz 47; İbni Mace, cenâiz 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/41.
[4141

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/41.

[4151

Tirmizî, cenâiz 35; İbn Mace, cenâiz 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/41.
[416]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/42.

[4171

Tirmizî, cenâiz 28; İbn Mace, cenâiz 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/42-43.
[4181

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/43.

[4191

Müslim, cenâiz 89; Tirmizî, cenâiz 29.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/43.
[4201

Müslim, cenâiz, 89.

T4211

Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, V-238.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/43-44.
[4221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/44-45.

[4231

Tirmizi, cenâiz 26; Nesaî, cenâiz 56; İbn Mace, cenâiz 1,6; Muvatta, cenâiz 8; Ahmed b. Hanbel II- 8, 122.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/45.
[4241

Buhari, merza 4, cenâiz 2, mezalim 5, nikah 71, eşribe 28, libas 36, 45, edeb 126, istizan 80; Müslim, libas 2, selam 5, 6; Tirmizî, edeb 45.

[4251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/45-47.

[4261

Tirmizi, cenâiz 42; Nesaî, cenâiz 55, 56, 59 İbn Mace, cenâiz 15; Ahmed b. Hanbel IV-247, 248, 249, 252.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/47.
[4271

Tirmizi, cenâiz 43.

[4281

İbn Mace, cenâiz 26.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/47-48.
[429]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/49.

[4301

Buhari, cenâiz5I; Müslim, cenâiz 50-51; Nesaî, cenâiz 44; İbn Mace, cenâiz 15; Mu-vatta, cenâiz 58; Ahmed b. Hanbel II- 240, 280, 488.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/49.
[4311

3 1 82 no'lu hadis.

[432]

Buhari, cenâiz 50, 52, 90; Nesaî, cenâiz 44; Ahmed b. Hanbel III- 41, 58.

[433J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/49-50.

[434]

Buhari, nikâh 4; Müslim, rida 51; Ahmed b. Hanbel, I- 231, 348.

[435J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/50.

[4361

Nesaî, cenâiz 44; Ahmed b. Hanbel V-36, 37, 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/50-51.
[437]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/51.

[438]

Nesaî, cenâiz 44; Ahrned b. Hanbel, V- 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/51.



[439]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/52.

T4401

Tirmizi, cenâiz 27; Ahmed I, 395, 415, 419.

1441]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/52.

1442]

Hûd, (11)44.

1443]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/53.

T4441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/53.

1445]

Müslim, cenâiz 107; Nesaî, cenâiz 68; Tirmizî, cenâiz 69; İbn Mace, cenâiz 31; Ahmed b. Hanbel V- 78, 92, 94, 97.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/53-55.
[4461

tbn Mace, cenâiz 3 1 .

[447]

Nesai, cenâiz 67.

T4481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/55.

14421

Buhari, ahkâm 19, talak 11, hudud 22, 25, 28; Müslim, hudud 16, 22; Ebû Dâvûd, hudud 23; Tirmizî, hudud 5; Nesaî, cenâiz 63; Ahmed b.
Hanbel II- 453; III- 323.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/56.
1450]

Müslim, hudud 16; Buhari, hudud 28.

[451]

Buhari, hudud 25.

[452]

Müslim, hudud 23.

[453]

Müslim, hudud 23.

[454]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/56-58.

[455]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/58.

[456]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/59.

[457]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/59-60.
[458]^

tbn Mace, cenâiz 27.

[459]

Ahmed b. Hanbel IV- 283.

r4601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/60-61.

[4611

Müslim, cenâiz 99, 101; Tirmizî, cenâiz 44; Nesaî, cenâiz 70; İbn Mace, cenâiz 29.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/61.
[462]

Müslim, cenâiz 99.

[463]

Müslim, cenâiz 100.

T4641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/61-62.

[465]

Davudoğlu A., Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi V- 249.

[4661

Muhammed Zihni, Nimet-i İslâm, 475.

[467]

Davudoğlu Ahmedjbn Abidin Terceme ve Şerhi, III- 469.

T4681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/62-63.

[469]

Müslim, cenâiz 101.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/63.
[470]

Abdü'l-Gani el Ganimi, el-Lübâb, I- 133.

[471]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/63-64.
[472]^

İbn Mace cenâiz 29.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/65.



[473]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/65.

[474]

Müslim, salatü'l-müsafırin 293; Tirmizî, cenâiz 41; Nesaî, mevakıt 31, 34; cenâiz İbn Mace, cenâiz 30; Darimî, salat 142; Ahmed b. Hanbel IV-

152.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/66.
1475]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/66-67.

[476]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/67-68.

1477]

Nesai, cenâiz 75.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/68.
[478]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/69.

[479]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/69.

[480]

Tirmizî, cenâiz 45; İbn Mace, cenâiz 21.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/70-73.
[481]

Hatiboğiu Haydar, Sünen-i İbn Mace .Tercemesi, IV-393.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/73-74.
[482]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/74.

[483]

Buhari, cenâiz 63, 64; Müslim, cenâiz 87, 88, Tirmizi, cenâiz 45; İbn-i Mace, cenâiz: 21;'Ahmed b. Hanbel V-14, 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/75.
r4841

el-Kâsânî, Bedayiu's-Sanayi, 1-312.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/75.
[485]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/75-76.

T4861

Tirmizî, cenâiz 47; Buhari, cenâiz 67; Müslim, cenâiz 69.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/76.
[487]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/76-77.

[4881

Müslim, cenâiz 72; Termizî, cenâiz 37; Nesâi, cenâiz 76; İbn Mace, cenâiz 65; Ahnıcd b. Hanbel fV-367, 370, 371, 372, V-406.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/77-78.
f4891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/78.

[4901

Buhari, cenâiz 65; Tirmizî, cenâiz 39; Nesaî, cenâiz 77.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/78.
[491]

İbn Mace, cenâiz 22.

[492]

Nesâi, cenâiz 77.

[493]

Muvatta, cenâiz 20.

T4941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/79-80.

1495].

İbn Mâce, cenâiz 23.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/81.
[4961

Ahmed Rifat, Tasvir-i Ahlâk, 147.

[497]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/81-82.

T4981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/82.

[499]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/82-83.

[5001

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/83.

[5011

Tirmizi cenâiz 38; İbn Mâce, ceılSiz23; Ahmed b. Hanbel, II, 368; IV, 170, V, 299-308; Nesâî, cenâiz 177.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/83-84.
[5021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/84-85.

[503]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/85.



£5041 .

İbn Mâce, cenâiz 23.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/85-86.
f5051

Buhârî, cenâiz 67; Kamil Miras, Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 633 (Hadis no. 658).
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/86-87.

rso6i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/87.

1507]

Buhârî, sala, 72, cenâiz 5, 56, 67; Müslim cenâiz 71; İbn Mâce, cenâiz 37-32; Nesâi, cenâiz43, 76; Muvatta cenâiz 15; Ahmed b. Hanbel, II,
353,-388; III, 444; IV, 388; V, 406.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/87-88.
r5081

Buhârî, salâ, 72.

IŞ09]

Buhârî, cenâiz 5.

1510]

Tirmizi, cenâiz 47.

[511]

Müslim, cenâiz 71.

1512]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/88-89.

[513]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/90.

1514]

Buhari, cenâiz4, 5, 61, 65; menakib'ül-ensar 38; Müslim, cenâiz 63, 64; Nesai, cenâiz 27, 72, 76, 103; İbn Mace, cenâiz 33.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/90.
[515]

Miras, Kâmil, Tecrid-i Sarih, IV-384, 385, 1. Baskı..

[516]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/90-92.

fim

İbn Mace, cenâiz 14; Tirmizî, cenâiz 12; Ahmed b. Hanbel, V-385, 406.

[518]

Hatiboğlu Haydar, Sünen-i İbn Mace Tercemesi ve Şerhi, I V-385, 386.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/92-93.
[519]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/93.

[520]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/93-94.

[521]

İbn Mace, cenâiz 41.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/94-95.
[522]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/95-96.

[523]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/96.

[524]

İbn Mace, cenâiz 63; Muvatta, cenâiz45; Ahmed b. Hanbel VI-58, 100, 105, 169,200, 264.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/97.
[525]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/97.

[526]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/98.

[527]

Tirmizî, cenâiz 53; Nesaî, cenâiz 85; İbn Mace, cenâiz 39; Ahmed b. Hanbel IV-357, 359, 363.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/98.

[528].

İbn Mace, cenâiz 40.

[529]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/98-99.

[5301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/99.

[531]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/100.

[532]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/100.

[533]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/101.

[534]

Genceli Ali, Asr-ı Saadet, 1-400.

[535]

Bk. İbn Mace, cenâiz 65.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/101-102.



[536]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/102.

mızı

tbn Mace, cenâiz 38.

[5381

Bk. Tirmizî, cenâiz 62.

[539]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/102-105.

1540]

Ebû Dâvud, 24; Nesaî, cenâiz 81; İbn Mace, cenâiz 37; Ahmed b. Hanbel IV-287, 288, 297.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/105.
[54ü

Doğrul, Ömer Rıza, Asr-ı Saadet, 11-23.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/105-106.
[542]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/106.

[543]

Tirmizî, cenâiz 54; İbn Mace, cenâiz 38; Ahmed b. Hanbel 11-27, 40. V-254.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/106.
[544]

Bk. İbn Mace, cenâiz 38.

[545]

Bk. Tirmizî, cenâiz 54.

[546]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/107.

[547]

Nesaî, tahare 128, cenâiz 84.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/107.
[548]

Koksal M. Asım, İslam Tarihi, Mekke Devri, 73.

[549]

Tevbe, (9) 113.

[550]

Tevbe, (9), 28.

[551]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/108-109.

[552]

Mümtehine (60), 13.

[553]

Tevbe (9), 113.

[554]

Kasas, (28), 56.

T5551

Bk. Müslim, iman 39; Buhârî, cenâiz 81; tevbe 9/16.

T5561

Bk. Buhârî, menakib-ül-ensar 40, edeb 115; Müslim, iman 357, 358; Ahmed b. Han-bel 1-207, 210.

[557]

Nemi, (27), 14.

T5581

Müslim, iman 42.

T5591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/109-1 11.

r5601

Nesaî, cenâiz 86, 87; Tirmizî, cenâiz 46; İbn Mace, cenâiz 41.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/1 1 1-112.
[561]

Davudoğlu Ahmed, İbn Abidin Tercüme ve Şerhi, III-482.

15621

Bk. A.g.e. III-483-484.

[563]

Bk. Hatipoğlu Haydar, Siinen-i İbn Mace Tercüme ve Şerhi, IV-416.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/1 12-1 13.
[564]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/113.

T5651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/113.

[5661

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/113.

[567]

Bk. Nesâi, cenâiz 87.

T5681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/1 14.



[5691

Müslim, cenâiz 93; Tirmizî, cenâiz 56; Nesaî, cenâiz 99; Ahmed b. Hanbel 1-87, 96, 129, 138, 145.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/1 14.
1570]

Bk. el-Lübab Ii' 1 -Meydanî bihamiş-il cevhere e. I, 141; Davudoğlu A, İbn Abidin Tercüme ve Şerhi, III-489.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/1 14-1 15.
15711

Bk. Davudoğlu Ahmed, İbn Abidin, III, 492.

[572J

Bk. 3206 numaralı hadis.

[573]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/1 15-1 16.

[574]

Müslim, cenâiz 92; Nesaî cenâiz 99.

[575]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/1 16.

[576]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/1 16-117.

T5771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/117.

[5781

Miras Kâmil, Tecridi Sarih Tercümesi, IV- 773, 774, 1. Baskı.

[5791

Buhârî, cenâiz 96.

[5801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/117-1 19.

[5811

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/1 19.
[5821 _

tbn Mace, cenâiz 45.

[5831

Buhârî, cenâiz 68, 87; Müslim, cenne 70; Ebû Dâvud, sünne 24; Nesaî, cenâiz 108, 110; Ahmed b. Hanbel III- 126.

[5841

İbrahim, (14), 124, 27.

rsssı

Taha, (20), 124.

[5861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/1 19-122.

[5871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/122.

[5881

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/122-123.

[5891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/123.

[5901

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/123.

[5911

Buharı, cenâiz 73, Menâkıb 25, Meğazi 17, 27, Rıkak 7, 35; Müslim, fezail 30, 31; Nesaî, cenâiz 61; Ahmed b. Haribel IV-149, 153, 154.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/124.
[5921

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/124.

[5931

Buhârî, cenâiz 73, menakib 25, meğazi 17, 27, rikak 7, 35; Müslim, fedail 30, 31; Nesaî, cenâiz 61; Ahmed b. Hanbel IV-149, 153, 154.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/125.
[5941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/125.

[5951

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/125.

[5961

Müslim, cenâiz 95; Nesai, cenâiz 97, 98; Tirmm, cenâiz 58; İbn Mâce, cenâiz 43; Ah-med b. Hanbel III-332, 399.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/126.
[5971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/126-127.

[5981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/127.

[5991

Tirmizî, cenâiz 58; Nesaî, cenâiz 96; ibn Mâce, cenâiz 43.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/127-128.
[6001

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/128-129.

[6011

Buhârî, sala 48, cenâiz 62, 96, enbiya 50, megazi 83; Müslim, mesacid 19, 23; Nesaî, mesacid 13, cenâiz 106; Darimî, sala 120; Muvatta medine



17; Ahmed b. Hanbel I, 218, II, 260, 284, 285, 366,454,518, V, 184, 186, 204, VI, 34, 80, 121, 146, 229, 252.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/129.

1602]

Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim, IH, 374-375.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/129-130.
[603]

Müslim, cenâiz 96; Nesaî, cenâiz 105; tbn Mâce, cenâiz 45; Ahmed b. Hanbel 11-311, 389, 444, 528.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/131.
r6041

tbn Mâce, cenâiz 45.

r6051

Muvatta, cenâiz 34.

T6061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/131-133.

[607]

Müslim, cenâiz 97, 98; Tilmizi, cenâiz 57; Nesaî, kıble 11.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/133.
[6081

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/133.

[609]

Nesaî, cenâiz 107; tbn Mâce, cenâtz 46; Ahmed b. Hanbel V, 83, 84, 224.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/133-134.
[6101

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/134-135.

rem

Buhârî, cenâiz 68, 87; Müslim, cenâiz 70; Ebû Dâvud, sünne 24; Nesaî, cenâiz 108, 1 10; Ahmed b. Hanbel III, 126.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/135-136.
1612]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/136.

[613]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/136.

[6141

Buharı, cenâiz 78; Nesâî, cenâiz 93.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/136-137.
[6J5]

Muvatta, cihad 49.

[6161

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/137-138.

[612]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/138.

[6181

Buharı, cenâiz 86, şehâdât 6; Müslim, cenâiz 60; Tirmizî, cenâiz 63; Nesâî, cenâiz 50; tbn Mâce, cenâiz 20; Ahmed b. Hanbel I, 23, 30, 45, 46,
54, II, 261, 466, 470, 498, 528, III, 179, 186, 197, 211, 245, 286.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/138-139.
[6191

Tirmizî, cenâiz 34.

[6201

4899 numaralı hadis.

[6211

Buharı, cenâiz 96.

[622]

Bakara, (2), 143.

[6231

Buhârî, cenâiz 85, şehadat 6; Nesaî, cenâiz 50; Ahmed b. Hanbel I, 22, 30, 46.

[6241

Aliyyü'l-Karî, Mirkatü'l-Mefatih, 11-360.

[6251

tbn Hacer, Fethu'l-Bari, III, 474 Mısır 1959.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/139-142.
[6261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/142.

[627]

Müslim, cenâiz 108; Ebû Dâvud, edeb 128; Nesaî, cenâiz 101; İbn Mâce, cenâiz 48; Ahmed b. Hanbel 1 1-441.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/143.
[6281

Buhârî, menakıb 23; Ahmed b. Hanbel II, 373-417.

[6291

Tirmizî, menakıb, 1; Müslim, fedail 1; Ahmed b. Hanbel IV-107.

[6301

Müslim, iman 347; Sünen-i Ebû Dâvud 471 8 nolu hadis; Ahmed b. Hanbel III, 1 19, 268.

[6311

ibn Mâce, cenaiz 148.

[6321

Kâmil Miras, Saîıih-i Rııhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 685.



[633]

İsra, (17) 15.

[6341

İsra, (17) 16.

[6351

En'am, (7) 131.

T6361

Kasas, (17) 47.

[637]

Taha, (20) 134.

T6381

Kasas, (28) 59.

1639]

En'am (7), 155, 156.

T6401

Şuara, (26) 208, 209.

[64H

Fatır, (26) 17.

[6421

Tecrid-i Sarih, Kâmil Miras, IV, 693, 694 1. baskı.

[643]

Bk. Ahmed b. Hanbel, IV, 24.

T6441

Şuara, (26), 218, 219.

[645]

Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, 701.

T6461

Tevbe (9), 28.

[647]

Fahrü'r-Razî, Tefsirü'l-Kebir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/143-149.
r6481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/149.

[649]

Müslim, cenâİz 106, edahi 37; Ebû Dâvûd, eşribe 7; Tirmizî, cenâiz 7; Nesâî', cenâiz 100, dahâya 39, eşribe 40; İbn Mâce, cenâiz 47; Ahmed b.
Hanbel, 145, 452, III, 38, 63, 66, 237, 250, V, 350, 355-357, 359, 361.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/149-150.
r6501

Nesâî, cenâiz 100.

[651]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/150.

[652]

Tirmizî, salât 121, cenâiz 61; Nesâî, cenâiz 104; İbn Mâce, cenâiz 49; Ahmed b. Han-bel, I, 229, 287, 324, 337, II, 337, 356, III, 442, 443.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/151.
[653]

Davudoğlu A. İbn Abidin Tercüme ve Şerhi, III, 502.

[654]

Bk. Müslim, cenâiz 103.

[655]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/15 1-153.

[656]

Müslim, tahâre 39, cenâiz 103, 104; Nesâî, tahâre 109, cenâiz 103; İbn Mâce, cenâiz 36, zühd, 36; Ahmed b. Hanbel, II, 300, 375, 408, V, 353,
360, VI, 71, 76, 111, 180,221.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/153.
[6521

Hûd, (11)73.

[6581

Saffat, (37) 130.

[659]

Sâd, (38) 78.

[6601

Âl-i İmran, (3) 185.

T6611

Fetih, (48) 27.

[662]

Kehf, (18)23,24.

T6631

Müslim, cenâiz 104.

T6641

Tirmizî, cenâiz 59.

T6651

Müslim, cenâiz 102.

T6661

Müslim, cenâiz 103.



16621.

İbn Mâce, cenâiz 36.

T6681

Bk. Hatipoğlu Haydar, Süneni İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, IV, 400-40 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/153-157.
f6691

Buharî, sayd 20, 21, cenâiz 19-21; Müslim, hacc 93, 94, 96, 98, 100; Tirmizî, hac 103; Nesâî, cenâîz 41, hac 47, 97-99, 101; İbn Mâce, menâsik
89; Dârimî, menâsik 35; Ahmedb. Hanbel, I, 215, 221, 286, 328, 333, 346.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/157-158.
1670]

Muvatta, hac 13.

[671]

Bk. Müslim, vasıyye, 14; Tirmizî, ahkâm 36; Nesâî, vesâya 7; Ahmed b. Hanbel, 372.

[672J

Nesâî, cenâiz 4 1 .

[673]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/158-160.

[674]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/160.

[675]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/160-161.

[676]

Bk. Davudoğlu, A, İbn Abidin Tercemesi ve Şerhi, III, 424.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/161-162.
[6771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/162.

[678]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/162-163.

[679]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/163.



15. CİHAD BÖLÜMÜ

1. Hicret Ve Bâdiye (Çöl)De Yerleşim

2. Hicret Sona Ermiş Midir?

3. Şam'da Yerleşme(Nın Önemi)

4. Cihadın (Kıyamete Kadar) Devam Edeceği

5. Allah Yolunda Savaşmanın Sevabı

6. (İbâdet Maksadıyla) Seyahat Etmek Yasaklanmıştır

7. Allah Yolunda Savaştıktan Sonra Yurda Dönmenin Fazileti

8. Rum (Halkı Gibi Ehli Kitap Olan Milletler) İle Savaşmak (Ehli Kitap Olmayan) Diğer
Milletlerle Savaşmaktan Daha Faziletlidir

9. Deniz Araçlarına Binerek Savaşa Gitmek
Deniz Savaşının Fazileti

10. Kâfir Öldüren Kimsenin Üstünlüğü

11. Savaşa Giden Mücahidlerin Hanımları Savaşa Gitmeyen Erkeklere Haramdır

12. Ganimetsiz Olarak Dönen Bir Seriyye(Nin Fazileti)

13. Allah Yolunda Yapılan Zikrin Sevabının ,Kat Kat Olacağı

14. (Allah Yolunda) Savaşırken Hayatını Kaybedenler

15. Nöbet Tutmanın Fazileti

16. Azız Ve Celıl Olan Allah Yolunda Nöbet Tutmanın Fazileti

17. Allah Yolunda Savaşa Çıkmayı Bırakmanın Kerâhati

18. Müslümanların Toptan Harbe Çıkma Mükellefiyetlerinin Özel Bir Taife(Nin Harbe
Çıkmaması Emrinin Gelmesi) İle Yürürlükten Kaldırılması

19. Bir Mazeretten Dolayı Harbe Katılmama İzni

20. Cihada Denk Olabilen Amel

21. Cesurluk Ve Korkaklık

22. Kendinizi "Kendi Ellerinizle Tehlikeye Atmayın!" Âyet-1 Kerimesi

23. Atıcılık

24. Dünyalık Elde Etmek Ümidiyle Savaşan Kimse
Allah'ın Dinini Yaymak İçin Savaşan Kimse

25. Şehitliğin Fazileti

26. Şehid (Yetmiş Kişiye) Şefaat Edebilecektir

27. Şehidin Kabrinde Görülen Nur

28. Savaşa Gitmesi Gereken Bir Kimsenin Kendi Yerine Ücretle Başka Birini Göndermesi

29. Savaşa Çıkan Gazilerin Savaş İçin Yardım Almaları Caizdir

30. Hizmetinin Ücretini Alıv.Ak Üzere Savaşan Kimse

31. Anne Ve Babası Razı Olmadığı Halde Savaşa Çıkan Kimse

32. Savaşa Katılan Kadınlar

33. Zâlim Bir Yönetici Emrinde Harbetmek

34. İnsan Başkasının Hayvanına Binerek Savaşa Gidebilir

35. Hem Kazanmak Hem De Ganimet Elde Etmek İçin Savaşan Kimse

36. (Allah Rızası İçin) Kendini Feda Eden Kimse

37. Müslüman Olup Da Allah Yolunda Savaşırken (Hiç Namaz Kılmadan Ve Oruç
Tutmadan) Öldürülen Kimse

38. Kendi Silah(nın Kendine Dönmesi) İle Ölen Kimse

39. Düşmanla Karşılaşınca Dua Etmek

40. Yüce Allah'dan Şehidlik Dileyen Kimse

41. Atların Yele Ve Kuyruklarını Kesmenin Kerâhati

42. Atların Hangi Rengi Daha Çok Sevilir?
Atın Dişisine De "Feres" Denilebilir Mi?

43. Hoşa Gitmeyen Atlar

44. Hayvanlara Karşı Yerine Getirilmesi Emredilen Görevler
Yolculukta Bir Yerde Konaklamak

45. Atların Boynuna Yay İpi (Kiriş) Takmak

Atlara İyi Bakmak, Onları Harbe Hazır Bulundurmak Ve Onların Kaba Etlerini
Kaşağılamak



46. Hayvanların Boynuna Çan Takmak

47. Dışkı Yiyen Hayvana Binmek

48. İnsan, Sahip Olduğu Hayvanlara Özel İsimler Verebilir

49. Harbe Çıkılacağı Zaman "Ey Süvariler, Allah'ın Atlarına Bininiz" Diye Nida Etmek

50. Hayvanlara Lanet Etmek Yasaklanmıştır

51. Hayvanları Birbirine Kışkırtmak Ve Aralarını Kızıştırmak

52. Hayvanları Dağlayarak Damgalamak

Hayvanların Yüzünü Ateşle Damgalamak Ve Yüzlerine Vurmak Yasaktır

53. Eşekleri Kısraklara Çekmenin Keraheti

54. Bir Hayvana Üç Kişinin Binmesi

55. Hayvan Üzerinde Binili Olarak Beklemek

56. Yedek Hayvanlar

57. Yolculukta Hızlı Yürümek Ve Geceleyin Yol Üzerinde Konaklamaktan Sakınmak
Yolculuğu Geceleyin Yapmak

58. Hayvan Sahibi Hayvanının Ön Tarafına Binmeye Başkalarından Daha Layıktır

59. Harpte Hayvanların Topukları Üzerinde Bulunan Sinirleri Kesmenin Hükmü

60. Yarışta Kazanan Kimse İçin Ortaya Ödül Koymak

61. Yayalar Arasında Düzenlenen Koşular

62. Muhallil (Denilen) Yarışmacı Hakkında

63. Yarışta Atı Daha Hızlı Koşmaya Zorlamak Maksadıyla Atın Peşine Nâra Atan Ve
Çığlık Koparan Bîr Kimse Takmanın Hükmü

64. Kılıç Süslenebilir

65. Ok İle Mescide Girmenin Hükmü

66. Kınından Sıyrılmış Halde îken Kılıcın Alınıp Verilmesi Yasaktır

67. İki Parmak Arasında Gön Kesmek Yasaktır

68. Zırh Giymek

69. Bayraklar Ve Sancaklar

70. (Zayıf Atlar, Yada) Zayıf Atlılar Ve Aciz Kimseler Yüzüsuyu Hürmetine (Allah'tan
Düşmana Karşı) Zafer İstemek

71. Kişinin Parola Kullanması

72. Kişi Yolculuğa Çıktığı Zaman Nasıl Dua Eder?

73. Mücâhîdleri Uğurlarken Yapılacak Dua

74. İnsan (Bir Hayvana Veya Araca) Bindiği Zaman Nasıl Dua Eder?

75. Bir Yerde Konaklayan Kimse Hangi Duayı Okur?

76. Akşam ile Yatsı Arasında Yolculuk Yapmanın Kerahati

77. Hangî Gün Yolculuğa Çıkmak Müstehabdır

78. Erken Yola Çıkmanın Fazileti

79. Kişinin Yalnız Başına Yolculuk Yapması

80. Yolculuğa Çıkan Bir Topluluk İçlerinden Birini Başkan Seçer

81. Bir Kimsenin Yanında Bulunan Bir Mushafla Birlikte Düşman Ülkesine Yolculuk
Yapması

Ordu, Arkadaşlar Ve Müfrezelerde Müstehab Olan Şeyler

82. (Harbden Önce) Müşrikleri (İslama) Çağırmak

83. (Savaşta) Düşmanın Yurtlarını Yakmak

84. Casus Göndermek

85. Yolcu (Yolda) Rastladığı Hurmayı Yiyebilir, Ve Önüne Gelen (Temiz Hayvanların)
Sütünden İçebilir Mi?

Bir Kimsenin (Başkasına Ait Bir Bahçedeki Ağaçların Dallarından Ere) Düşenleri
Yiyebileceğini Söyleyenlerin Delili Olan Hadis)

86. Bir Kimse Herhangi Bir Sağmal Hayvanı Sahibinin İzni Olmadan Sağamaz Diyenlerin
Delili

87. (Allah'a, Rasûlüne Ve Ulü'l-Emre) İtaat Etmek

88. Yolculukta Askerin Toplanması Ve Yayılması İle İlgili Emirler

89. Düşmanla Karşılaşmayı Temenni Etmek Hoş Değildir

90. Düşmanla Karşılaşınca Nasıl Dua Edilir?



91. Savaştan Önce Müşrikleri İslama Davet Etmek

92. Harpte Hile Yapmak

93. Geceleyin Baskın Yapmak

94. Artçı Birlikleri Bulundurmanın Gereği

95. Müşriklerle Niçin Savaşılır?

Secdeye Sığınan Bir Kimseyi Öldürmek Yasaktır



15. CİHAD BÖLÜMÜ



Cihâd, gayret sarfetmek, son derece fazla çalışmak demektir. Terim olarak, Allah
yolunda savaşmaya "cihad" denilir.

Hanefi ulemasına göre, bir ıstılah olarak cihad, "kâfirleri hak din olan İslama
çağırmak, kabul etmeyenlere karşı malla canla savaşmak demektir. Sözü geçen

ulemaya göre cihadın bu şekilde anlaşılması şu âyet-i kerimelere dayanır.-^ "Gerek
hafif, gerek ağır olarak hep birlikte savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah

[21

yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. " J ~ l "Allah
müminlerden mallarını ve canlarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır.
Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu Allah'ın üzerine bir borçtur.
Gerek Tevratta, gerek İncil'de, gerek Kur'an'da (Allah, kendi yolunda çarpışanlara
cennet vereceğini va'detmiştir) Allah'dan daha çok ahdini yerine getiren kim

olabilir?"^ 1

Şafiî ulemasına göre ise Cihad "İslamm muzaffer olması için kafirlerle savaşmak"
[4]

demektir. J — 1 Görülüyor ki Hanefi ulemasının cihad tarifi ile Şâfiîlerin tarifi arasında
netice itibariyle bir fark yoktur. Diğer mezhep imamlarının tarifleri de Hanefi ve Şafiî

ulemasının tarifine yakındır.^

Bu manada cihad müslümanlara farz-ı kifayedir. Fakat seferberlik halinde farz-ı ayn

olur, dolayısıyla bütün müslümanlarm savaşa katılması gerekir.

Cihad, kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kur'ân-ı Kerim'de; "Allah'a ve âhirete

inanmayanlarla harbediniz..."^, "Müşriklerin sizinle toptan har-bettiklerı gibi siz de
[71

onlarla harbedin." J — 1 buyurulmuştur. Cihad, çocuk, kadın, kör ve kötürümlere farz
değildir. Fakat bir İslam ülkesine düşman hücum ettiği zaman bütün müslümanlara
düşmanı püskürtmek farz olur.

Müslümanların cihad sahasına atılmaları için şu üç şartın bulunması gerekir:

1. Düşman, İslama girmeleri için yapılan çağrıyı yahut cizye vermeyi reddetmiş
olmalıdır.

2. Müslümanlarla düşman arasında bir antlaşma bulunmamalıdır.

3. Müslümanlarda cihad için gerekli güç bulunmalıdır. Bu durumlar
bir araya geldiğinde cihadın farziyeti gerçekleşir.

Cihad harble olacağı gibi normal şartlarda mal, dil ve kalple de yapılır. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: "Mü'minler ancak ve ancak o kimselerdir ki Allah ve Rasûlüne iman
ederler, sonra da şüpheye düşmezler. Hak yolunda mallan ve canları ile cihad ederler.

İşte sadakat sahibi kimseler bunlardır. — Hz. Peygamber ise; "Müşriklerle

[9]

mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz. — ; "Allah benden evvel hiç bir
ümmete bir nebi göndermemiştir ki, o ümmet içinde kendisine yardımcı olan
havarilere, tesis ettiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine İtaat
eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil takip eder, yapmadıklarını
söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla eli ile fiilen mücâdele eden mü'mindir,
kalbi ile mücâhede eden mümindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da



olsa îmanları yoktur"^ — , "Şüphesiz ki mü'min kılıcı ve dili ile cihad eder."^ — ^
buyurmuştur.

Müslüman, kendi nefsiyle de cihad eden kimsedir. Nefsine karşı cihadı kazanamayan,
düşmanın karşısına çıkmak için kendisinde güç ve cesaret bulamaz. Hz. Peygamber
Tebük seferinden dönerken ashabına dönerek şöyle buyurmuştur: "Küçük cihaddan

[121

büyük cihada dönüyoruz. " J — 1 Bu hadisinde Hz. Peygamber en kalabalık bir ordu ile
katıldığı Tebük seferini "Küçük cihad" olarak vasıflandırırken nefse karşı verilecek
mücâdeleyi "büyük cihad" olarak nitelendirmektedir. "Hakiki mücâhid nefsine karşı

cihad açan kimsedir"^-'- hadisi de aynı manayı ifade etmektedir.^^
1. Hicret Ve Bâdiye (Çöl)De Yerleşim

2477. ...Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, bir bedevi, Peygamber
(s.a.)'e hicreti sormuş da Peygamber (s. a.);

"Yazık sana, hicret zor iştir. Senin develerin var mı?" buyurmuş. (O kimse de)
Evet diye cevap vermiş. (Bunun üzerine Hz. Peygamber);
"Peki onların zekatını veriyor musun?" buyurmuş. (O şahıs da);
Evet diye karşılık vermiş. (Rasülü Ekrem de).

"Sen şehirlerden uzakta (Allah'ın emirlerini yerine getirmeye) çalış. Allah senin
amelin(in sevabm)dan hiçbir şeyi zayi etmeyecektir." buyurmuştur.^ - ^



Açıklama

Metinde geçen; kelimesi eksiltmek, noksanlaştırmak, zayi etmek, manâlarına gelen
"vetr" kökünden gelmektedir. Nitekim bu kelime, "O sizin amellerinizi zayi

etmeyecektir."^^ mealindeki ayeti kerimede de bu manaları ifade etmektedir.
Veyh kelimesi acıma ve şefkat bildirir.kelimesi ise, azab ve gazâb ifâde eder.
Bihâr kelimesi, köyler ve şehirler mânâsına gelir. Metinde geçen kelimesiyle, halk
kitlelerinin yaşadığı yerleşim merkezlerinden uzak, ıssız dağbaşları kasdedilmiştir.

Hicret, küfür ülkesinden, islâm ülkesine göç etmek demektir.-'-^



Bazı Hükümler



1. Küfür diyarından İslam diyarına göç etmek niyetinde olduğu halde buna muvaffak
olamayan bir kimse hicret sevabına nail olur.

2. Hicret ancak gücü yeten kimselere düşen bir vecîbedir. Gücü ve imkânı olmayan

rı sı

kimseler hicret edemediklerinden dolayı mes'ul değillerdir. J — 1

2478. ...Mikdam b. Şureyh'm babası (Şureyh)'den; demiştir ki: Ben Aişe (r.anha)'ya
kırlara geziye çıkmayı sordum. (Şöyle) Cevap verdi; Rasûlullah (s.a.) şu kırlardaki sel
yataklarına geziye çıkardı. Bir defasında kır gezisine çıkmak istedi de bana (binilmesi)
yasak olan bir zekat devesi verip;

"Ey Aişe! (Buna) yumuşak davran. Şüphesiz ki, yumuşak davranmak hangi işte



bulunursa, mutlaka onu süsler. Bjrşeyden de alınırsa kesinlikle onu lekeler" buyurdu.
£191



Açıklama

Hz. Peygamber bazan şehirden uzaklaşarak kırlara, bayırlara çıkar oralarda kendini
dinleme imkanı bulur, kırların temiz havasını teneffüs eder, Cenab-ı Hakkın kudretinin
eserlerini görüp derin düşüncelere dalar, bu tabii güzelliklerin tadını çıkarırdı.
Hz. Aişe'nin ifadesinden anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber bir gün yine böyle bir
geziye çıkarken, Hz. Aişe'yi de beraberinde götürmek istemiş ve bu maksatla ona
zekat develerinden bir deve verip yolculuk esnasında bu deveye iyi muamele etmesini,
sert ve katı davranmamasını tavsiye etmişti.

Peygamber (s.a.)'in, Hz. Aişe'ye deveye merhametli davranmasını hatırlatmasının
sebebi şudur: Zekat develerine binmek yasak olduğu için o develer binilmeye alışkın
olmazlardı. Dolayısıyla kendilerine ilk defa binil-diği zaman bazı huysuzluklar
gösterirlerdi. Bu sebeple Hz. Aişe'ye, üzerine hiç binilmemiş olan bir deveye yumuşak
davranmasını hatırlatmak lüzumunu hüssetti.

Burada, "zekat develerine binmek yasak olduğu halde Hz. Peygamber nasıl olur da

Hz. Aişe'ye bir zekat devesi verir?" diye akla bir soru gelebilir.

Bezlu'l-Mechûd yazarı Şeyh Halil Ahmed bu soruya şöyle cevap veriyor:

"Aslında zekat develerine binmek yasaktır. Fakat bu deveyi Hz. Peygamber daha önce

zekat olarak Hz. Aişe'ye vermişti ve o deve Hz. Aişe'nin Özel malı olduğu için zekat

devesi olmaktan çıkmıştı. Hz. Aişe'nin malı olduğu halde zekat develerinin içinde

bulunuyordu." Bu hadis 4808 numarada tekrar edilmiştir.^^



Bazı Hükümler



1. Hz. Peygamberin hanımlarının zekat almaları ve zekat mallarını kullanmaları
caizdir.

[211

2. Yumuşaklık Övülmüş, sertlik ise yerümiştir. — 1



2. Hicret Sona Ermiş Midir?



2479. ...Muaviye (b. Ebi Süfyan)dan; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.)'ı; 'tevbe (vakti)
sona ermedikçe hicret (vakti) de sona ermez. Güneş battığı yerden doğmadıkça da

[221

tevbe sona ermez" buyururken işittim.- 1 — 1



Açıklama

Küfür ülkesinden İslam ülkesine göç etmek, müslüman-lar için kıyamete kadar devam
edecek olan dinî bir görevdir. Hadis-i şerifte hicretin, Allah'a dönmek ve O'na iman
etmek manalarına gelen tevbenin sona erdiği vakte kadar; tevbenin de; güneşin, ba-
tıdan doğuncaya kadar devam edeceğinden bahsedilmesi bunu ifade eder. Metinde
geçen "tevbe (vakti) sona ermez" anlamına gelen cümlede "...Ama Rabbinin bazı
(kıyamet) alametleri geldiği gün daha Önce inanmamış ya da imanında bir hayır



kazanmamış olan kimseye, artık inanması bir fayda sağlamaz."^ — ^ âyet-i kerimesine
bir işaret vardır. Nitekim bir başka hadis-i şerifte de şöyle Duyuruluyor: "...Güneş
battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğup da insanlar onu
görünce hepsi iman ederler. Fakat daha önce iman etmemiş olanlara o günkü imanları

asla fayda vermez.'^

Hadis ulemasından Hattâbî'nin beyânına göre, İslam'ın ilk yıllarında Allah yolunda
hicret mendup idi. Allah Teâiâ ve tekaddes hazretleri; "Allah yolunda hicret eden

[251

kimse, yeryüzünde gidecek çok yer bulur, bolluk bulur, — buyurarak müslümanları
Allah yolunda hicrete teşvik etti. Mekke müşriklerinin müslümanlara yaptıkları zulüm
son haddine erişince, cenab-ı Hak bu ayet-i kerimeyi indirerek onları hicrete teşvik etti
ve hicret eden kimselere genişlik ve bol rızık va'detti. Nihayet Hz. Peygamber
Medine'ye hicret edince müsİümanlarm bulundukları yerlerden Hz. Peygamberin bu-
lunduğu Medine'ye göç etmeleri, dinlerini peygamberlerinden öğrenip gerektiğinde
müsİümanlarm safına katılarak onlara yardımcı olmaları farz kılındı. Daha sonra
Mekke fethedilip de, Allah'ın emirlerini yerine getirmeye müsait bir ülke haline
gelince artık hicretin farziyyeti sona erip men-dupluğa dönüştü. Yani Mekke'nin
fethinden sonra müslümanlar için hicret farz olmaktan çıkıp mendup ve müstehab
oldu. Bu hadis-i şerifte kıyamete kadar devam edeceğinden bahsedilen hicretten
maksat, mendub olan hicrettir. Meseleyi bu şekilde ele alınca bu hadis-i şerifle bir
numara/sonra gelecek olan "Fetihden sonra hicret yoktur" anlamındaki hadisin arasını
uzlaştırmak mümkün olur. Bir başka ifadeyle, fetihten sonra yürürlükten kalkan,
hicretin farziyy etidir. Kıyamete kadar devam edecek olan ise, mendub iyy etidir.
Esasen bu iki hadisten, mevzumuzu teşkil eden Muaviye hadisinin senedi tenkid
edilmiştir. Bir numara sonra gelecek olan hadis ise, sahih ve muttasıl bir senetle

rivayet olunmuştur.^^

İbn Hacer el-Askalâni'ye göre ise, hicret iki türlüdür: Biri korku diyarından güven
diyarına hicret; diğeri küfür diyarından İslam diyarına hicrettir. Mekke'den
Habeşistan'a hicret ve Allah'ın Rasûlünün hicretinden önce Medine'ye göç, birinci tür
hicret idi. Hz. Peygamber'in Medine'ye yerleşmesinden sonra Medine'ye hicret ise,
ikinci tür hicrettendir. Ama Mekke fethedildikten sonra Mekke'den hicret kalkmıştır.
Küfür diyarından hicret ise, devam etmektedir. Abdullah b. Ömer'in de belirttiği üzere
dünyada küfür diyarı var olup kâfirlerle savaş sürdükçe küfür diyarından hicret de
devam edecektir. Nitekim Allah'ın elçisi (s. a.); "Düşmanla çar-pışıldığı sürece hicret
[271

devam eder. ,!J — 1 buyurmuştur. Bu hadise göre hicretin farz olduğu küfür diyarı,
savaşın sürdüğü, müslümamn baskı ve zulüm altında tutulup dinini açığa vuramadığı
ülkedir. Fakat müsİümanlarm dînî vecibelerini yapabildikleri İslam ülkeleriyle barış
veya ittifak antlaşması yapmış memleketlerden hicret etmek farz değildir. Çünkü
oralarda insan, dinini izhardan ve dininin gereklerim yerine getirmekten
korkmaz .Bugün en geniş anlamıyla özgürlüğün bulunduğu, herkesin inancında
tamamen serbest olduğu Avrupa ve Amerika'dan hicret etmek farz değildir. Ama
durum değişir, bu ülkeler müslümanlarla savaşa girer ve buralarda yaşayan
müslümanlar da onların ordularıyla beraber müslümanlara karşı savaşa zorlanırlarsa o

zaman oralardan İslâm diyarına hicret etmek farz olur.^^



Bazı Hükümler



1. Hicret kıyamete kadar devam edecektir.

2. Kıyamete kadar tevbe kapısı açıktır.

[291

3. Güneşin batıdan doğması kıyamet alâmetlerindendir. — 1

2480. ...îbn Abbas (r.a.)'dan; demiştir ki: Rasûlıülah (s.a.) Fetih (yani) Mekke'nin fethi
günü (şöyle) buyurdu; "(Artık) hicret yoktur. Fakat cihad ve niyet vardır. (Devlet

idarecileri tarafından) toptan cihada çağırıldığınızda cihada çıkınız.
Açıklama

Bir numara önceki hadis-i şerifin şerhinde de ifâde ettiğimiz gibi, Mekke
fethedildikten sonra, orası İslârn ülkesi haline geldiğinden ve insanlar kitleler halinde
Allah'ın dinine girmeye başladığından dolayı Mekke'den Medine'ye hicret etmenin
farziyyeti kalkmış ve hicretin yerini cihad ile cihad için niyyet almıştır. Binaenaleyh
Allah yolunda cihad maksadıyla bulunduğu yeri terketmek, kıyamete kadar meşru
kalacaktır.

Hafız îbn Hacer'in beyânına göre, islâmm ilk yıllarında hicretin farz kılmışının
hikmeti Mekke'de bulunan müstumanlarm oradaki kâfirlerin akıl almaz zulümlerine
maruz kalmalarıdır. Mekke kafirleri oradaki müs-İümanları dinlerinden döndürmek
için akla hayale gelmedik işkenceler uygulamaya başlayınca Allah Teâlâ zulme
uğrayan bu müslümanlar hakkında şu ayet-i kerimeyi indirmiştir: "Kendilerine yazık
eden kimselere, canlarını alırken melekler: Ne işte îdiniz? dediler. (Bunlar): Biz
yeryüzünde aciz düşürülmüştük, diye cevap verdiler. Melekler dediler ki: Peki Allah'-
ın yeri geniş değil miydi, ki onda göç edip gönlünüzce yaşayabileceğiniz bir yere

[3i]

gidey diniz? işte onların durağı cehennemdir. Ne kötü bir gidiş yeridir orası. —
Bu hüküm, küfür diyarında kalıp da orada dinini korumaktan ümidini kesen fakat
hicret etmeye gücü yeten kimseler için kıyamete kadar geçerlidir. Bu duruma düştüğü
ve hicrete de gücü yettiği halde hicret etmeyen kimseler hakkında Allah'ın Rasûlü
şöyle buyurmuştur;

"-Müslüman olduktan sonra (Allaha) ortak koşan bir müşrik kafirlerden ayrılıp

[321

müslömanlara katılmadıkça Allah onun hiçbir amelini kabnl etmei. —

[33]

"Ben müşrikler arasında yerleşip kalan kimselerden beriyim. " J — 1
Bu mevzuda İbnü'l-A'râbî şunları söylüyor: "Hicret, küfür diyarından tslam
memleketine göç etmektir. Rasûlulİah (s.a.) zamanında hicret farz idi. Hicretin
farziyyeti, hayatı tehlikede olanlar için ondan sonra da devam etmiştir. Esasen
durdurulan hicret, Peygamber (s.a.) nerede olursa olsun, onun yanma gitmek için
yapılan hicrettir."

Metinde geçen "fakat cihad ve niyet vardır" manasına gelen cümle hakkında et-Tıybî
(-743) ile diğer bazı ulema şunları söylemiştir:

"Bu istidrak, kendinden sonraki hükmün kendinden evvelki hükme muhalif olmasını
iktiza eder. Mana şudur: Vatanından ayrılıp Medine'ye gitmekten ibaret olan hicret
bitmiş, yerini cihad sebebi ile memleketinden ayrılmaya bırakmıştır. Binaenaleyh



cihad sebebi ile hicret bakidir. Küfür diyarından kurtulmak, okumak için gurbete
çıkmak, fitneden kaçmak gibi halisane bir niyyetle yapılan hicret de öyledir. Bunların
hepsinde niyyet mu'teberdir."

İmam Nevevî diyor ki: "Mânâ; hicretin sona ermesi ile inkıta'a uğrayan hayrı, cihad ve
iyi niyetle elde etmek mümkündür; demektir." İslam devletlerinin zayıflaması veya
müslümanlarm gayr-i müslim devletlerin idaresine geçmeleri neticesinde hicret olayı
hicretten sonra da günümüze kadar devam edegelmiştir. Gayr-i müslim idaresinde
kalan müslüman halk çeşitli zuîüm ve işkencelerle zorla hristiyanlaştırılmaya veya
dinsizleştiril-meye maruz kaldıkça, bunlar zaman zaman İslâmî ülkelere hicret etmek
için çare aramışlardır. Nitekim Endülüs ve Sicilya ile Dobruca, Macaristan, Kuzey
Sırbistan ve Kuzey Bosna (Miladi 9-12. asırlarda) bunun en bariz misalleri

olmuşlardır.-^-^ -
Bazı Hükümler

1. Mekke'nin fethinden sonra müslümanlardan (Medine ye) hicret etme mükellefiyeti
kaldırılmıştır.

2. Cihad kıyamete kadar devam edecektir.

3. Cihad etmek, ilim tahsil etmek, fitneden kurtulmak gibi iyi niyetlerle memleketini
terkeden bir kimse de hicret sevabına nail olur.

4. Mekke kıyamete kadar İslam ülkesi olarak kalacaktır.

5. Allah yolunda yürüyerek, manevi âlemlerde terakki etmek isteyen bir kimseden,
önce nefsinin bütün alışkanlıklarım terketmesi, manevi fütuhat gerçekleşinceye kadar
buna devam etmesi istenir. Eğer fetih müyesser olmazsa o zaman Allah rızasını

R5]

kazanmak niyetiyle nefsine ve şeytana karşı cihad etmesi emredilir. —

2481. ...Amir dedi ki; etrafında bir topluluk varken Abdullah b. Amr (r.a.)'a bir adam
gelip yanma oturdu ve;

Bana Rasûîullah (s.a.)'den işittiğin bir şey söyle. dedi. Bunun üzerine (Abdullah şöyle)
dedi:

Ben Rasûîullah (s.a.)'i (şöyle) buyururken işittim; "Gerçek müs-lüman, müslümanlarm
(onun), elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Gerçek muhacir de Allah'ın

yasakladığı şeylerden uzak kalan kimsedir.
Açıklama

Bilindiği gibi mutlak lafız, kemaline masruf olduğundan, metinde geçen "el-müslim"
kelimesiyle kâmil müs-lümanlar kasdedilmiştir. Yoksa "müslümanlarm elinden ve
dilinden emin olmadığı kimseler müslüman değildir" demek istenmemiştir. Bazı ilim
adamları ise, "o zaman, elinden ve dilinden müslümanlarm emin olduğu kimselerin
hepsinin kâmil müslüman olması icabeder" diyerek bu görüşe itiraz etmişlerse de
onlara; "buradaki kâmil müslimden maksat, müslümanlarm elinden ve dilinden emin
olmaları yanında, İslâmm diğer emirlerini de yerine getiren ve yasaklarından kaçman
müslüman kasdedilmiştir" diye cevap verilmiştir.

Gerçekten Araplar, "Alim Zeyd'dir", "mal devedir" dedikleri zaman; "Kâmil âlim



Zeyddir", "en iyi mal devedir" demek isterler. Hadis ulemasının ileri gelenlerinden el-
Hattâbî bu cümleye, "Müslümanların en faziletlisi Allah'ın hukuku ile kulların
hukukunu hakkıyla edâ eden kimsedir" diye mânâ vererek bütün bu incelikleri
belirtmek istemiştir.

Bazılarına göre ise, bu cümle ile bir kimsenin müslümanlığmm alâmetleri

kasdedilmiştir. Nasıl ki "konuşunca yalan söylemek, verdiği sözden dönmek, emânete

[371

hıyanet etmek" bir münafığı tanımaya yarayan alâmetlerse — müslümanlarm bir
kimsenin elinden ve dilinden emin olmaları da o kimsenin müslüman olduğunun
alâmetidir.

Ayrıca bu cümle ile müslümanları Allah'ın emirlerini hakkıyla yerine getirmeye teşvik
manası da kasdedilmiş olabilir. Çünkü kulların hakkına riâyet eden ve onları
incitmeyen bir kimsenin Allah'ın hakkına öncelikle riâyet etmesinden daha tabii birşey
olamaz. Binaenaleyh, bu hadiste müslümanlarm hakk ve hukukuna riâyete teşvik
edilmekle, ondan daha önemli olan Allah'ın hukukunun öncelikle yerine getirilmesi
gerektiği vurgulanmak istenmiş olabilir.

Metinde geçen "müslümanlar" kelimesiyle müslüman erkeklerle birlikte tağlib yoluyla
bütün müslüman kadınlar ve müslümanlarm idaresinde yaşayan bütün zımmîler
kasdedilmiştir. Bu bakımdan kâmil bir müslüman eliyle ve diliyle müslüman erkekleri
incetmediği gibi müslüman kadınları ve zımmileri de incitmez. însanyı bütün duygu
ve düşüncelerine tercüman olması itibariyle hadisi şerifte insanın organları içerisinden
özellikle "dil" zikredildiği gibi bütün işlerin yapılmasında kendisine en çok ihtiyaç
duyulması bakımından da el zikredilmiştir.

Alkame'nin beyânına göre zâhirr ve batmî olmak Üzere iki türlü hicret vardır.

Zahiri hicret bir kimsenin dinini muhafaza için küfür diyarından müslüman diyarına

göç etmesidir.

Batınî hicret ise, nefsi emmâresini ve şeytanın emir ve teşviklerini terkedip Allah'ın
emirlerine sarılmaktır. Fahr-i kainat efendimiz, vatanını terkederek bir islam Ülkesine
göçetmek isteyen kimselere, hicretin sadece yurt değiştirmekten ibaret olmadığını,
aslında hicretin dini bir mânâ ifâde ettiğini ve Allah'ın emirlerine sarılmanın önemli
bir görev olduğunu hatırlatmak maksadıyla bu hadis-i şerifte, "Gerçek muhacir
Allah'ın yasakladığı şeylerden uzak kalan kimsedir" buyururken, aynı zamanda
Mekke'nin fethinden sonra hicretin sona ermesiyle hicrete fırsat bulamayan kimseleri
de teselli etmiştir. Çünkü hicretin asıl manası, Allah'ın yasaklarından uzak kalmakla

gerçekleşir.-^^-
Bazı Hükümler

1. Müslümanları incitmek yasaklanmıştır.

2. Kamu müslümanlar olduğu gibi noksan müslümanlar da olabilir. Bu hadis,
"Müslümanm noksanı olmaz" diyen mürcie mezhebi taraftarları aleyhine bir delildir.

[391

3. Günahları terketmek, nehyedilenlerden kaçınmak teşvik edilmiştir. J — 1
3. Şam'da Yerleşme(Nın Önemi)



2482. ...Abdullah b. Amr (r.a.)'dan; demiştir ki: RasûluÜah (s.a.)'ı şöyle buyururken



işittim:

(Medine'ye) "Hicret (edildik)ten sonra (Şam'a da) hicret olacaktır. (Hz.) İbrahim'in
hicret yeri (olan Şam), yer yüzü sakinlerinin en hayırlı olanlarını (kendi içerisine)
alacak, dünya(mn Şam'ın dışında kalan kısımlarm)da, dünyanın en şerli halkı
kalacaktır. (Sonra) onları da kendi toprakları (dışarı) atacaktır. Allah onlardan hoşlan-
mayacak da (oradan oraya) atacak (sonra) maymunlar ve domuzlarla birlikte

kendilerini ateş saracaktır.
Açıklama

Yeryüzünde Allah'a kulluk iyice azalıp da yerini isyan ve tuğyana terkettiği, fitne ve
fesadın kol gezmeye başlayıp, İslam ülkelerini kafirler istila ettiği zaman, müslüman
kuvvetlen Şam'a hâkim olup orada îslam düşmanlarına galebe çalacak ve Deccali
öldürmeye muvaffak olacaklardır.

İşte o fitne dönemleri geldiği zaman Şam, müslümanlarm en emniyetli bir sığmağı
haline gelecek müslümanlar orada dinlerini ve imanlarını muhafaza imkanı
bulacaklardır. Yeryüzünün en şerli insanları ise, bulundukları yerlerde yaşamaya
devam edeceklerdir. Fitne ve fesadı önemsemeyerek Şam'a göç etmek lüzumunu
hissetmeyeni müslümanlar, bütün hasletlerini kaybedip son derece rezîl ve sefil bir
duruma düşerek memleketlerini terketmek zorunda kalacaklar ve daha- Önce
müslümanlarla birlikte Şam'a hicret etmemeleri nedeniyle Allah onlardan
hoşlanmadığı için Şam'a göç edip oraya sığınmalarına da imkan vermeyecektir.
Neticede onları domuz ve maymun tabiatlı kafirlerle birlikte fitne ateşi kasıp
kavuracaktır.

Bezl'ül-Mechûd yazarı Halil Ahmed'in beyânına göre, Medine'nin faziletiyle ilgili

hadis-i şerifler kıyamete kadar bütün zamanlar için geçerlidir. Mevzurnuzu teşkil eden

ve Şam'ın müslümanlarm'en emin sığmağı haline geleceğini ifade eden hadis ise, belli

[4i]

bir dönemle (yani Mehdi'nin çıktığı dönemle) ilgilidir. Doğrusunu Allah bilir. — 1

2483. ...İbn Havâle'den; demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) şöyle buyurdu:
(İslam âleminde, İslâmî meselelerde) durum sizin (İslâm kelimesi etrafında toplanma
yahutta İslama tâbi olma hususunda bölük pörçük olan) ordular haline geleceğiniz bir
şekle dönüşecektir. (Ordulardan) Bir ordu Şam'da, bir ordu Yemenide bir ordu da
Irak'ta bulunacaktır." (Ben);

Ey Allah'ın Rasûlü, eğer ben bu (zama)na yetişecek olursam (bunlardan hangisine
katılayım? Şimdi bunlardan birini) benim için tercih ediver! (dedim).
"Sana gereken Şam'a gitmendir. Çünkü Şam Allah'ın (kendi mülkü) olan yeryüzünden
tercih ettiği (bir ülke)dir. Kullarından tercih ettiğini de orada toplayacaktır." Eğer,
(Şam'a gitmekten) çeki-nirseniz size, Yemen (e gitmeniz) gerekir. (Oraya
giderseniz ,oradaki) havuzlarınızdan içiniz. Gerçekten Allah bana Şam ve Şam halkı

[421

hakkında teminat verdi." buyurdu. —
Açıklama



İslam âlemi, fitne ve fesadın kol gezdiği, bütün müslümanlarm, İslam adına ortaya



çıktıkları halde İslamı uygulamada ve onu yaşamada muhtelif fırka ve kamplara
ayrıldıkları bir ortam haline gelecektir. Fitne ve fesadın böylesine kol gezdiği ve
müslümanları paramparça ettiği bir ortamda halk üç büyük bölgede kurulan üç ayrı
ordu etrafında toplanacaktır.

İşte müslümanlar arasındaki ayrılıkların bu dereceye geldiği bir sırada Şam kıtası
gerçek müslümanlarm karargahı haline gelecek, Allah'ın gerçek kulları oraya hicret
ederek İslam ordusuyla bütünleşecekler ve imanlarını koruyacaklardır. Allah Teâlâ ve
tekaddes hazretleri Şam ve Şam'a sığınanları bu şekilde koruyacağını Rasûlüne
va'dederek O'na bu hususta teminat vermiştir.

[431

Maamafih bu babta geçen hadislerin zayıf olduğu da söylenmiştir.- 1 — 1
4. Cihadın (Kıyamete Kadar) Devam Edeceği

2484. ...İmran b. Husayn'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s. a.) şöyle
buyurmuştur:

"(Her asırda) ümmetimden bir topluluk kendilerine düşmanlık edenlere karşı üstünlük
sağlayarak hak uğrunda savaşmaya devam edeceklerdir. Nihayet onların en sonuncusu

[441

(olan topluluk) da Mesih deccali öldürecektir. " J — 1



Açıklama



Yeryüzünde kıyamete kadar cihad devam edecektir. Bir yerde başlatılan bir cihad sona
erince başka bir yerde yeni bir cihad başlayacaktır.

Kendilerine düşmanlık eden kimselerin güç ve kuvvetinden çekinmeden bu cihadı
yürüten mücâhidler cihadlarma devam ettikleri sürece Allah'ın lütuf ve yardımına
mazhar olarak, İslam düşmanlarına karşı her zaman zaferden zafere koşacaklardır. Bu
hadis-i şerif, Allah yolunda savaşan mücahidierin erişecekleri zaferlerin kıyamete
kadar devam edeceğini müjdelemektedir. "Allah yolunda cihad yapacak olan bu
cemaatin elde edecekleri zaferler, kâfirleri susturucu hüccetler ile hak ve, hakikati
isbat edici kati delil ve burhanlardan ibarettir", diyen hadis ulemasına göre, sözkonusu
cemaattan maksat İslam âlimleridir.

Allah'ın va'dettiği bu zaferi silahların desteğinde ve harb sahalarında elde edilen
muvaffakiyetlerle açıklayanlara göre ise, sözü geçen bahtiyar cemaatten maksat, Allah
yolunda çarpışan gazilerdir.

Hadis ilminin mümtaz simalarından İmam Buhârî'ye göre bu cemaatta A maksat İslam
âlimleridir. İmam Ahmed b. Hanbel ise, "Bunlar hadis âfT&ıleri değilse, kimler
olacağını ben de bilmiyorum" demiştir. Kadı İyâz'a göre, Ahmed b. Hanbel, bu
sözüyle, "Anılan cemaatten maksadın, hadis ulemasının yolunda giden ehl-i sünnet
ve' 1 -cemaat olması gerektiğim" ifade etmek istemiştir.

İmam Suyûti de; "bu cemaatten maksat müctehidlerdir. Çünkü mukallide âlim
denilemez" diyerek bahis mevzu olan cemaatin gerçek ilim adamları olduğunu ve
içtihadın kapısının kıyamete kadar açık olduğunu ve dolayısıyla içtihada ehil olan
kimselerin kıyamete kadar mevcud olacağını vurgulamıştır.

Şafiî ulemasından İmam Nevevî ise, bu mevzudaki görüşlerini şöyle ifade ediyor:
"İhtimal ki bu topluluk mü'minler arasına yayılmıştır. Bazıları cengaver yiğitler, bir
takımları fıkıh ve hadis uleması kimisi de bu ümmetin irşad görevini üstlenmiş emri



bi'l-ma'ruf yapan tasavvuf erbabı-dır. Hepsinin bir yerde olması gerekmez. Aksine
ümmet-i Muhammed arasına yayılarak ayrı ayrı mevzilerde görevlerini yaparak zafere
doğru adım adım ilerlerler.

Günümüzde Cihâd dünyanın birçok bölgesinde kendini göstermektedir. Bu,
konumuzu teşkil eden hadisi şerifte olduğu gibi mü'minlerin belli bir bölgede toplanıp
topyekûn cihadı başlatmaları şeklinde olmasa bile, yeryüzünün birçok bölgesinde
küçük gruplar halinde küfre karşı hareketler olarak mevcuttur. Yani Cihâd
sürekliliğini korumaktadır.

Ulemadan bir kısmı Şam'ı ve Şam halkını Öven bir önceki hadise ve benzerlerine

bakarak, Allah yolunda savaşıp kafirlere karşı üstün zaferler kazanacak olan bu

cemaatin, şam halkı olacağını söylemişlerse de Bezlü'l-Mechûd yazan Halil Ahmed,

bu topluluğun Şam cihetinden gelecek olan bir topluluk olacağını söylemenin daha

isabetli olacağını, meseleye bu şekilde yaklaşınca, Şam cihetinde bulunan ve tarihte

Allah yolunda cihadın en güzel örneklerini veren müslüman Türk halkının da bu

hadisin şümulü içerisine girmiş olacağını ifâde etmektedir. Müslim'in rivayet ettiği bir

hadis-i şerifte, "Garp ehli kıyamet kopuncaya kadar h&kka yardıma devam
[451

edecektir. " J — 1 buyurularak bu cemaatin çevresi, daha da geniş tutulmuştur. Metinde
kendilerinden, "En sonuncu topluluk" diye bahsedilen ve Mesih Deccali öldürecekleri
ifade buyrulan topluluktan maksat, Hz. Mehdi ile İsa (a. s.) ve onların tâbileridir.
Mesih Deccal kendi emrindeki şer kuvvetleriyle, içlerinde Mehdi aley-hisselamm da
bulunduğu müslüman kuvvetleri muhasara ettiği bir sırada İsa (a.s.) Şam'ın doğusunda

bulunan ak minarenin yanma inecek ve Deccali Lüdd kapısında öldürecektir.^^
İsa aleyhisselam hayatta kaldığı sürece kafirlerden eser kalmaz. Ancak İsa (a.s.)'ın
vefatından sonra yine inkarcılar çoğalır. İşte ortalıkta küfrün tekrar canlanıp
kuvvetlendiği bir sırada Cenab-ı hak misk kokusu gibi bir rüzgar gönderecek, teması
ipeğin teması gibi olacak ama kalbinde bir tahıl tanesi ağırlığı kadar imanı olan hiçbir
kimesyi bırakmayıp öldürecek, sonra insanların kötüleri kalacak kıyamet de onlarm

[471

üzerine kopacaktır. —

Mesih hem İsa hem de deccalin sıfatıdır. İsa (a.s.)'a niçin mesih denildiği ulema
arasında ihtilaflıdır. Vahidi'nin nakline göre, Ebu Ubeyd ile Leys bu kelimenen esas
itibariyle İbranice de mesiha şeklinde telaffuz edildiğini Arapların onu biraz
değiştirerek Mesih şeklinde telaffuz ettiklerini, nitekim Musa kelimesinin ibranice
aslının Musa yahut Mişâ olup araplarm Musa şeklinde telaffuz ettiklerini
söylemişlerdir. Bu taktirde kelime müştak değil camid bir isimdir. Fakat yine
Vahidi'nin beyanına göre ekseri ulema bu kelimenin müştak olduğuna kaildirler.
Cumhurun kavli de budur. Fakat hangi kelimeden müştak olduğu ihtilaflıdır. İbn
Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, Mesih'den müştaktır. Çünkü İsa (a.s.) hangi
hastaya dokunsa, o hasta iyileşirdi.

İbnu'l-A'râbî ile diğer bazı ulemaya göre Mesih, Sıddık demektir. Bazıları Hz. İsa'nın
ayaklan dümdüz olup çukurları bulunmadığı için kendisine Mesih denildiğini, diğer
bazıları Zekeriyya (Aleyhisselam) ona eliyle dokunduğu için kendisine bu isim
verildiğini söylemişlerdir. Yeryüzünde Mesh ettiği yani seyahatta bulunduğu için
Mesih denildiğini iddia edenler bulunduğu gibi, doğarken vücudu yağla kaplı
bulunduğu için kendisine bu isim verildiğini söyleyenler de vardır.
Aynî, Hz, İsa'ya niçin mesih denildiği hususunda yirmi üç görüş bulunduğunu ve



bunları bir eserinde topladığını bildiriyor. Kamus sahibi bu görüşleri elliye çıkarmıştır.
Rağıp Müfredal'inda şöyle demektedir: "Mesh, aslında bir şey üzerine elini sürmek ve
bir şeyden eseri gidermektir."

Deccal'a Mesih denilmesi bazılarına göre gözü silik yani dümdüz olduğu içindir.
Diğer bazılarına göre; gözü kör olduğu için mesih denilmiş-ıir. Zira bir gözü kör
olanlara mesih derler. "Deccal çıktığı zaman yeryüzünü dolaşacağı için ona bu isim
verilmiştir" diyenler bulunduğu gibi daha başka sebepler gösterenler de olmuştur.
Aynî, Deccal'a Mesih denilmesi hususunda beş, Deccal denilmesi hususunda on görüş
bulunduğunu ve bunları "Zeynü'l-Mecâlis" nammdaki kitabında birer birer saydığını
söyler.

Kaadı İyâz diyor ki: "İsa (a. s.) hakkında kullanılan Mesih kelimesinin Mesih şeklinde
okunacağı hususunda ravilerden hiç birinin hilafı yoktur. Fakat bu kelimenin Deccal
hakkında ne şekilde okunacağı ihtilaflıdır. Ekseri ulemaya göre İsa (a. s.) hakkında
nasıl okunursa Deccal hakkında da öyle okunur. Lafız itibarı ile aralarında fark yoktur.
Yalnız İsa (a. s.), Mesih-i hidayet, Deccal ise Mesih-i delalettir. Bazı raviler bu
kelimeyi Deccal hakkında "Missih" şeklinde rivayet etmişlerdir. Bu takdirde kelime

nok-ıalı ha ile yazılır. Birtakımları da Misih şeklinde rivayet etmişlerdir."^^



5. Allah Yolunda Savaşmanın Sevabı



2485. ...Ebu Said (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s.a.);

Mü'minlerin iman yönünden hangisi daha olgundur? diyı sorulmuş da;

"Allah yolunda malı ve canı ile cihad eden kimse ve kuytulardan bir kuytuya çekilip

de Allaha ibâdet eden ve kendi şerrinden Halkı azade kılan kimsedir" karşılığını

■ 149]
vermiş. —



Açıklama



Bu hadis-i şerif genel olarak, "Allah yolunda malı ve canı ile savaşan bir kimsenin
mü'minlerin en hayırlısı" olduğunu ifade etmektedir. Ancak ulema ve sıddıkların
fazileti ile ilgili hadis-i şerifler bu hadisi tahsis etmiştir. Bu bakımdan ulema ve
sıddıklar, Allah yolunda malı ve canı ile savaşan kimselerden daha faziletlidirler. Şi'b:
İki dağ arasındaki vadidir. Ancak burada sadece bu mana klasdcdilmiş değildir.
Burada kasdedilen, tenha ve insanlardan uzak yerdir. Vadiler ekseriyyetle insandan
hali olduğu için Şi'b kelimesi misal olarak zikredilmiştir.

Bu hadis tenhada yalnız başına yaşamayı insanlar arasına karışmaktan evlâ gören
ulemânın bir delilidir. Ancak mesele ihtilaflıdır. Alimlerin çoğunluğuna göre fitneden
emin olmak şartıyla insanların içinde olmak efdaldir. Bazı taifeler uzletin yani tenhada
ayrı yaşamanın daha faziletli olduğuna kaildirler. Cumhur-ı ulema bunlara cevap
vermiş; "bu hadis fitne ve harb zamanlarına hamledilmiştir. Yahut' insanlarla iyi

geçinemeyen kimse hakkındadır" demişlerdir.^^

Nitekim, "İnsanların arasına katılıp da onların eziyetlerine katlanan bir mü'minin ecri,
insanların arasına katılmayıp onların eziyetine katlanmaktan uzak kalan bir müminden

daha fazladır"^^ mealindeki hadis-i şerif de Cumhur-ı ulemanın bu görüşünü
desteklemektedir.



Hz. Peygamberin mektebinde yetişmiş olanların ve onların izinden giden selef-i
salihîn her fırsatta insanların arasına karışarak onların eziyetlerine katlanmışlar,
eziyetten kurtulmak için uzleti tercih etmemişlerdir.

Bu mevzuda Tirmizinin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şu mealdedir; "Size ashabımı,
sonra onların peşinden gelenleri ve sonra bunların peşinden gelenleri tavsiye ederim.
Daha sonra yalan yayılacaktır. Hatta kişiye (yalan yere) yemin ettiği için yemin
verdirilmeyecek ve şahide (yalan yere) şehâdet ettiği için şahidlik yaptırılmayacaktır.
Dikkat! Bir erkek bir kadınla başbaşa kalmasın, aksi halde üçüncüleri behamahal
şeytandır. Ce-maat] (islam topluluğundan ayrılmayın. Tefrikadan önemle sakının!
Çünkü şeytan, yalnız kalanla beraberdir ve (birlik olan) iki kişiden daha uzaktır. Her
kim, cennetin mu'tena yerini istiyorsa cemaattan ayrılmasın! Her kim, iyiliği

[521

sevindiriyor ve kötülüğü üzüyorsa işte o kimse mü'mindir". — 1
6. (İbâdet Maksadıyla) Seyahat Etmek Yasaklanmıştır

2486. ...Ebû Ümâme'den rivayet olunduğuna göre, bir adam; Ey Allah'ın Rasûlü, bana
seyahat etmek için izin ver demiş de Peygamber (s. a.);

[531

"Ümmetimin seyahati yüce Allah'ın yolunda cihad etmektir." buyurmuştur. J — 1



Açıklama



Siyahat, Süyûh, seyhan, şeyh kelimeleri, nefsin arzulannı terk ve ibadet maksadıyla

yerleşim merkezlerinden uzaklaşarak seyyah olup mecnun gibi çöllere düşmektir. İsa

[541

(a. s.) da, yeryüzünde çok gezip dolaştığı için kendisine mesih ismi verilmiştir. J — 1
Hz. İsa'nın dininde büyük şehirlerden kaçarak dağ başlannda manastırlar inşa edip
oralarda ibâdetle vakit geçirmek çok makbul, çok sevaplı bir işti.
Fakat bu hareket insanın cuma ve cemaati, ilim tahsilini ve cihadı terketmesine sebep
olacağından İslâmiyette yasaklanmış, müslümanlara ibadet maksadıyla yeryüzünde
yapacakları seyahat yerine cihad meşru kılınmıştır. Bu yüzden Fahr-i kâinat
efendimiz, ibâdet niyetiyle memleketini terkederek mecnun gibi seyyah olup çöllere
düşmek üzere izin isteyen bir sahâbîyi bundan menetmiştir. Ona Muhammed
ümmetinin, Allah'ın rızasını umarak, seyyah olup yollara düşmekle bir sevab
kazanamayacağını ancak onların içinde yaşadıkları toplumun hidâyet üzere olabilmesi
için çalışarak ve mücadele ederek, Allah'ın istediği şekilde hayatlarını düzenleyip
onun hükümlerini hakim kılmak endişesiyle yaşamalarının gerektiğini vurgulamıştır.
İşte bu maksatla Rasûlullah (s. a.) ilim tahsili, düşmanla savaş gibi cihadlarla en büyük
mükafatlarla erişeceklerini, veciz bir şekilde ifâde buyurmuştur. Ancak Münziri, bu
hadisin râvilerinden "eI-Kasım"m bir çoklarınca tenkid edilmiş bir râvi olduğunu

söylemiştir.^^

7. Allah Yolunda Savaştıktan Sonra Yurda Dönmenin Fazileti



2487. ...Abdullah b. Amr'dan rivayet edildiğine göre Peygamber (s. a.); (savaştan
sonra) "Dönüş de savaş gibi (faziletli)dir." buyurmuştur.-^^



Açıklama



Allah yolunda savaş İslâmm en faziletli amellerinden biri olduğundan mücâhidlerin
savaş bittikten sonra yurda dönmeleri de Allah yolunda savaşa çıkmaları gibi
kıymetlidir. Bir başka ifadeyle gaziler savaştan dönerlerken de aynen savaşa
çıkarlarmış gibi ecir alırlar. Çünkü savaştan sonra yurtlarına dönen gaziler düşmanın
tehlikesini ortadan kaldırarak dönmeleri yanında ayrıca yanlarına döndükleri ailelerine
huzur, sükun ve emniyeti de beraberlerinde getirdikleri gibi bir de düşmana karşı yeni
harp hazırlıklarına girişirler. Bu bakımdan savaştan dönerken de aynen savaşa gider
gibi sevab alırlar.

Hattâbî'nin açıklamasına göre düşmanı pusuya düşürmek için yapılan geri çekilme
hareketleri de savaştan dönme kelimesinin şumûlü içerisirie girmektedir.^-^

8. Rum (Halkı Gibi Ehli Kitap Olan Milletler) İle Savaşmak (Ehli Kitap
Olmayan) Diğer Milletlerle Savaşmaktan Daha Faziletlidir

2488. ...Sabit b. Kays b. Şemmas'dan; demiştir ki: Ümmü Hallad diye anılan bir kadın
(yüzü) peçeli olarak Peygamber (s.a.)'e gelip şehid düşen oğlu(nun Allah yanındaki
durumu)nu sordu. Peygamber (s.a.)'in (orada bulunan) Sahâbilerinden birisi (o kadına
hitaben);

"Oğlunu sormaya yüzün kapalı olarak mı geldin?" dedi. O da;

Oğlumu kaybettiysem de utanma duygumu hiçbir zaman kaybetmeyeceğim, diye

karşılık verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a.);

"Senin oğlun için iki şehid sevabı vardır" buyurdu. Kadın;

Ya Rasûlallah bu niçindir? diye sordu. (Hz. Peygamber de);

"Çünkü onu kitab ehli Öldürdü" cevabını verdi.- 1 — 1
Açıklama

Metinde, Benû Kureyza gazvesinde (M. 627) şehid olan oğlunun eriştiği makam ve
mükafatı öğrenmek için fahr-i kainat efendimize geldiğinden bahsedilen kadın Ümmü
Hallad künyesiyle meşhur olan bir kadındır. Cahiliyye döneminde çocuğunu
kaybetmek gibi bir musibete giriftar olan bir kadının yüzünü gözünü açıp feryâd-ü
figan etmesi âdet olduğu halde, Allah'a ve Rasûlüne iman etmek şerefine eren bu
mübarek sahâbiyye hanımın hiçbir telaşa kapılmadan ve cahiliyye adetlerine hiç iltifat
etmeden yüzü kapalı olarak imanın verdiği huzur ve sükûn içinde Hz. Peygamberdin
huzuruna gelip, oğlunun şehâdet şerbetini içmekle kavuştuğu manevi mükafatı
sorması orada bulunan bir sahâbinin dikkatini çekti. Bu sebeple sözü geçen sahabî bu
kadına oğlunu kaybettiği halde Arap kadınlarının adetlerini hiçe sayarak Hz.
Peygamberin huzuruna yüzü kapalı gelişinin sebebini sormaktan kendini alamadı.
Kadın bu soruya "oğlumu kaybettiysem de utanma duygusunu hiçbir zaman
kaybetmeyeceğim" diye cevap vermekle bu hareketinin ince bir şuur ve derin bir
imandan kaynaklandığını çok zarif bir ifâde ile dile getirdi.

Hadis ulemasının beyanına göre Rasûl-i zîşan efendimizin sözü geçen kadına, ehli
kitab tarafından şehid edilen oğluna iki şehid sevabı verileceğini müjdelemesi kitab



ehli ile yapılan savaşın ecrinin kitap ehli olmayan milletlerle yapılan savaşın ecrinin
iki misli olduğuna delâlet eder.

Ümmü Hallad diye anılan bu kadının oğlu, Benu Kureyza Gazvesinde (M. 627)
Benâne isimli Yahudi bir kadının damdan attığı bir taşın isabet etmesiyle şehid
olmuştu. Sonra Rasûl-i Ekrem, Benû Kureyzahlarla birlikte bu kadım öldürtdü, diğer
kadınlara dokunmadı.

Bu hadisin senedinde bulunan Abdu'l-habîr, Ebu Hatim, İbn Adiyy ve imam Nevevi
gibi* hadis uleması tarafından cerh edilmiştir.-^^

9. Deniz Araçlarına Binerek Savaşa Gitmek

2489. ...Abdullah b. Amr (r.a.) Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu, demiştir:

"Hacca gidecek veya umre yapacak olan kimse ile Allah yolunda savaşacak olan

kimsenin dışında hiçbir kimse deniz nakliye araçlarına binemez. Çünkü denizin

altında ateş, ateşin altında da deniz vardır.
Açıklama

Bu hadis-i şerif "Deniz yolundan başka bir yolla hacca gitme imkanı bulunmayan bir
kimsenin haccı terkedebileceğini" söyleyen kimseler aleyhine bir delildir. Çünkü
hadis-i şerif, Allah yolunda cihad edecek ya da hac veya umre yapacak olan
kimselerin bu gayelerine erişebilmek için her halükârda deniz yolculuğu yapabilecek-
lerini açıkça ifade etmektedir.

Binaenaleyh Hanefi ulemasından Ebu'l-Leys es-Semerkandî'nin de dediği gibi, hacca
gitmek için deniz yolculuğundan başka çaresi olmayan bir kimseye denizin genellikle
tehlikelerden emin olması halinde deniz yoluyla hacca gitmesi farz olur. Fakat denizde
böyle bir emniyetin bulunmaması halinde ise, o kimse hacca gidip gitmemekte

serbesttir.-^-'- Zamanımızda ise deniz yolculuklarının tam bir güven içinde yapıldığı
bilinen bir gerçektir. Hanefi ulemâsından Aynî'nin Ebu Ömer'den naklettiğine göre
denizin çalkantılı olması halinde deniz yoluyla hacca gitmenin vâcib olmadığında
görüş birliği vardır. Hadis ulemâsından Hattabî de bu mevzuda şunları söylemiştir:
"Hacca gitmek için, deniz yolunu takibetmekten başka bir yolu bulunmayan
kimselerin hac farizasını yerine getirebilmek için deniz yoluyla hacca gitmeleri
üzerlerine farz olur. Hadis-i şeriften anlaşılan mânâ budur. Fıkıh ulemasından pek çok
kimseler de bu görüştedirler. İmam ŞâfİI (r.a.) ise, bu görüşe katılmamıştır. Metinde
geçen; "Denizin altında ateş, ateşin altında da deniz vardır" cümlesi bazılarına göre
zahiri mânâsına hamledilerek denizlerin altının gerçekten ateşle kaplı olduğu ve ateşin
altında da yine denizlerin bulunduğu kabul edilmiştir. Hattâbî ise, bu cümleyi te'vil
ederek "bu cümle deniz yolculuğunun korku ve tehlikelerle dolu olduğunu, deniz
yolculuğu yapan kimselerin helak olma tehlikesiyle her an karşı karşıya bulunduğunu
ifade etmektedir" demiştir. Bugün deniz altı sıcak suları bilinmektedir.
Hafız el-Münziri bu hadisin senedinde izdırab bulunduğunu çünkü bir başka rivayette
bu hadisin Beşir b. Müslim'e doğrudan doğruya Abdullah b. Amr vasıtasıyla değil de
ismi ve kimliği meçhul bir şahıs tarafından ulaştırıldığını ifade etmektedir. Musannif
Ebu Davud bu hadisin senedinde bulunan ravilerin kimliklerinin meçhul olduğunu



ifade ederken et-Tarihu'I-Kebirde hadisi rivayet eden Buharı ve Hattâbî de hadisin
senedinin zayıf olduğunu söylemişlerdir. —

Deniz Savaşının Fazileti^^

2490. ...Enes b. Mâlik (r.a.)'den; demiştir ki: Ümmü Süleym'm kızkardeşi Ümmü
Haram bint Milhan'(m) bana anlattığına göre); Rasûlullah (s. a.) (Ümmü Haram'in da
içlerinde bulunduğu) bir cemaatın yanında öğle uykusuna yatmış, biraz sonra gülerek
uyanmış. (Ümmü Haram sözlerine devam ederek Enes b. Malik 'e şunları)
söylemiş;

Ey Allah'ın Rasûlü, seni güldüren şey nedir? dedim.

"Rüyamda (ümmetimden) bir cemaatı, tahtlar(ı) üzerinde (kurulu) padişahlar gibi şu
denizin üstünde (yüzen gemilere) binerek (Allah yolunda savaşa çıkarken) gördüm"
buyurdu. Ben:

Ey Allah'ın Rasûlü! Beni de onlardan kılması için Allah'a dua et dedim.

"Sen onlardansın!" buyurdu. Sonra yine öğle uykusuna yattı ve hemen arkasından

gülerek uyandı.

Ey Allah'ın Rasûlü! Seni güldüren şey nedir? dedim, (ilk) sözünün bir benzerini
söyledi. (Ben de:)

"Ey Allah'ın Rasûlü, beni de onlardan kılması için Allah'a dua et!" dedim.
"Sen birincilerdensin" buyurdu. (Enes b. Malik) dedi ki: "Bir süre sonra Ubâde b. es-
Sâmit bu kadınla evlenip deniz savaşma katıldı, onu da beraberinde götürdü.
(Denizden çıkıp da karaya) dönünce binmesi için Ümmü Haram'a bir katır getirdi.

(Katır üzerinden atıp) onu yere serdi. (Bu yüzden) kadının boynu kırıldı ve öldü.-^^



Açıklama

Avn'ül-Ma'bud yazarı el-Azîmâbâdî'nin açıklamasına göre Ümmü Haram, Hz. Enes'in
teyzesidir. İbn Abdilber ise, bu kadının Rasûlü zişan efendimizin süt teyzelerinden biri
olduğunu söylemiştir. Bazıları da Onun fahr-i kâinat efendimizin babasının ya da
dedesinin teyzesi olduğunu söylemişlerdir.

Rasûl-i zişan efendimizin sevinçle uykudan uyanmasının sebebi rüyasında ümmetini
tahtlarına kurulmuş hükümdar tavrıyla denizaşırı ülkelere savaşa giderken görmesidir.
Bu rüya, ümmet-i Muhammed'in istikbalde denizaşırı ülkelere hâkim olup nesillerinin
kıyamete kadar devam edeceğine dair bir alâmet olduğundan Hz. Peygamberin
sevinçle uykudan uyanmasına sebep olmuştur.

Onun bu sevincini yüzündeki tebessümünden anlayan Hz. Ümmü Haram bu
gülümsemenin sebebim sorunca rüyanın aslım öğrenmiş oldu.

Hz. Fahr-i kainatın rüyasında deniz aşırı ülkelere savaşa giderken gördüğü bu gazileri
tahtlarına kurulmuş kumandanlara benzetmesinin sebebi, bazılarına göre onların
cennetteki makamlarıyla ilgilidir. Şafiî ulemasından Nevevi'ye göre, o gaziler dünya
hükümdarları gibi şevket ve izzete kavuşacakları için Rasûl-i Ekrem onları bütün
haşmet ve şevketiyle tahtlarında oturan hükümdarlara benzetmiştir.
Hz. Peygamberin her iki rüyadan da ayrı ayrı sevinç duyarak uyanması ve Hz. Ümmü
Haram'in her ikisinde de Hz. Peygambere "Beni de onlardan kılması için Allah'a dua



et." diye ricada bulunması ikinci rüyanın birinci rüyadan ayrı olduğunu gösterir.
Kurtubî'nin beyânına göre ilk deniz savaşma çıkanlar ashâb-ı kiram, ikinci deniz
savaşma çıkanlar da tabiûn olmuştur .Bezrül-mechûd yazarının beyanına göre ilk
deniz savaşma gidenler arasında tabiîler de vardı fakat ashab daha fazla idi. İkinci
deniz savaşma çıkanlar arasında da tabiünun sayısı ashab-ı kiramın sayısından daha
fazla idi. Rasûlü Ekrem'in birinci rüyasında deniz, ikinci rüyasında da kara şehidlerini
gördüğünü söyleyenler de vardır. Hadis-i şerifte Hz. Ümmü Haram'm da katıldığı
ifâde edilen bu deniz savaşının ne zaman yapıldığı ihtilaf konusu olmuşsa da aslında
Hz. Osman'ın hilafeti zamanında hicretin yirmisekizinci senesinde yapılmıştır. O
sıralarda Hz. Muaviye Şam valisi idi. BezPül-Mechud müellifinin beyanına göre,
Halife b.' Hayyat meşhur tarihinde, hicri yirmisekizinci yılı olaylarını sayarken o sene
Hz. Muaviye'nin bir deniz savaşı yaptığını yanında da kızkardeşi bint-i Kurza'nm,
Ubâde b. es- Sâmit'in yanında da karısı Ümmü Haram'm bulunduğunu ifade
etmektedir. Gerçekten Hz. Muaviye, Hz. Ömer'den deniz savaşma gitmek için izin
istemiş fakat Hz. Ömer o gün için buna izin vermemişti. Aynı şekilde Hz. Osman'dan
da deniz savaşı yapmak üzere izin isteyince Hz. Osman buna izin verdi. Hz.
Muaviye'nin de katıldığı bu deniz seferi Kıbrıs'a yapılmış ve Ümmü Haram hazretleri
de kıbrısta hayvanından düşerek şehid olmuştur. Bilindiği gibi Allah yolunda hayat-
larını kaybedenler şehid olurlar. Çünkü Rasûlü Ekrem Efendimiz "Kim Allah yolunda

öldürülürce o şehiddir. Kim allan yolunda ölürse o da şehiddir."^^- buyurmuştur. Hz.
Ümmü Haram'm kabri bu gün Kıbrıs'ta "Hala Sultan türbesi" olarak bilinmekte ve

ziyaret edilmektedir.^^
Bazı Hükümler

1. Erkek mahremi olan bir kadının yanma girerek onunla yalnız başına bir arada
kalabilir. Yanında uyuması da caizdir.

2. Öğle vakti bir süre istirahata çekilmek caizdir.

3. Sevinç anında gülmek caizdir. Çünkü Peygamber (s. a.) ümmetinin kendisinden
sonra İslamiyet uğrunda denizde bile cihad edip muzaffer olacaklarını gördüğü için
sevincinden gülmüştür.

4. Gaza için denize açılmak caizdir. Ashab-ı Kiram deniz yoluyla ticâretde ederlerdi,
cumhur-ı ulemânın görüşü budur. Yalnız Ömer b. el-Hattab ile Ömer b. Abdulazîz
(r.anhum) denize açılmayı mutlak surette menetmişlerdir. Bazıları bunu dünyalık için
denize açılmak manasına almış, âhiret için denize açılmanın caiz olduğunu
söylemişlerdir. İmam Malik'e göre kadınlara deniz seyahati mutlak surette mekruhtur.
Çünkü tesettürlerine mânidir. Bazıları, bunun küçük gemilere mahsus olduğunu,
kadınların büyük gemilere binmelerinde kerahet olmadığını söylemişlerdir.

5. Kadınların denizde cihad etmesi mubahtır.

6. Hadisi şerif bir mucizedir. Bu mucize de Peygamber (s. a.) gâibden bazı şeyleri
haber vermiştir. Ümmetinin denizde cihad edeceğini haber vermesi ne halde cihad
edeceklerini bildirmesi, Ümmü Haram'a, "Sen evvelkilerdensin" diye tebşirde
bulunması bunlardandır.

7. Peygamberlerin rüyaları haktır.

8. Cihad yolunda bulunup fiilen harbe iştirak etmeden ölen kimseye harbedenlerin ecri
kadar ecir verilir..



9. Deniz şehidinin mi yoksa kara şehidinin mi daha ziyade ecir kazandığı hususunda
ihtilaf edilmiştir. Bazıları karada şehid edilenin daha ziyade ecir kazandığına kail
olmuş, birtakımları da bunun aksini iddia etmişlerdir. Fakat aslolan her iki durumda da

ecrin büyük olduğudur.^^

2491. ...İshak b. Abdillah b. Ebi Talha'dan; O Enes b. Maliki şöyle derken işitmiştir;
"Rasûlullah (s.a.) Küba'ya gittiği zaman Üm-mü Haram'm yanma giderdi. (O sıralarda
Ümmü Haram) Ubâde b. es-Sâmit'in nikahı altında idi. Bir gün onun yanma uğradı.
(Ümmü Haram da) kendisine yemek yedirdi ve oturup onun başını taramaya
başladı" (Hadisin bundan sonraki kısmında İshak b. Abdullah) şu bir Önceki hadisi

nakletti. 1 ^ 1

Ebû Dâvud dedi ki: "Bint Milhan (Ümmü Haram), Kıbrıs'ta vefat etmiştir.
Açıklama

Hz. Ümmü Haram'm bir kadın olarak Hz. Peygamberin başını taraması ulema arasında
ihtilaf mevzuu olmuştur. İbn Abdilber, Hz. Peygamberin, başını taramaya izin
vermesini, Ümmü Haram'm, Hz. Peygamber'in süt annesi, ya da süt teyzesi olmasıyla
açıklamıştır. Ayrıca Hz. Peygamberin dedesi Abdülmuttalib'in annesinin Neccar
oğullarından olması cihetiyle yine Ümmü Haram'm Rasûl-i Ekrem'in teyzesi
mesabesinde olduğuna dair Yahya b. İbrahim b. Mezih'den bir haber rivayet ettiği gibi
İbn Vehbi'in de Hz. Ümmü Haram'm Hz. Peygamberin süt teyzesi olduğunu
söylediğini kaydetmiştir. îbni Abdilber bu görüşleri naklettikten sonra, "Her iki halde
de Hz. Ümmü Haram'm. Peygamber (s.a.)'in mahremi olâuğu ortaya çıkar"
demektedir.

Bazıları ise, Rasûl-i Ekrem'in, Hz. Ümmü Haram'm evinde kalmasını ve saçlarını
taramasına izin vermesini, Hz. Ümmü Haram'm kendisinin, mahremi olmasına değil
de Hz. Peygamberin günahlardan masum olmasından dolayı kendisine verilen özel bir
izine bağlamışlardır. Kadı Iyâz; "Bu halin Rasûl-i Ekreme dair özel bir izin olduğunu
iddia edebilmek için bir delile dayanmak gerekir. Oysa buna dair bir delil bulmak
mümkün değildir" derken Hafız İbn Hacer de; "Bu hususta yapılan açıklamaların en
güzeli bu halin Hz. Peygambere ait özel bir durum olduğunu ortaya koyan görüştür.

Bu görüşün en büyük delili de hadisenin kendisidir" demiştir.^^

2492. ...Ümmü Süleym'in kızkardeşi er-Rumeysâ'dan; demiştir ki: (birgün) Peygamber
(s.a.), uyudu ve hemen arkasmdan uyandı. O sırada er-Rumeysa başını yıkıyordu.
Peygamber (s.a,) (uykusundan) gülerek uyan(mış)dı. Bunun üzerine (Rumeysa):

Ey Allah'ın Rasûlü! Başım(i yıkadığım)a mı gülüyorsun? diye sordu. (Hz. Peygamber
de):

"Hayır" diye karşılık verdi.

(Bu hadisi Rumeysa'dan rivayet eden Atâ b. Yesâr hadisin bundan sonraki kısmında)

[7i]

Şu (önceki hadisi bazı) eksiklik ve fazlalık(lar)Ia nakletmiştir. J — 1

[721

Ebû Dâvud dedi ki: "Rumeysa, Ummü Süleym'in süt kız kardeşidir. " L —



Açıklama



Musannif Ebu Davud, Ata b. Yesar'm Hz. Rumeysa'dan rivayet ettiği bu hadisin
önceki hadise benzediğini, fakat bazı kısımlarının önceki hadisin metninden daha uzun
bazı kısımlarının da daha kısa olduğunu ifada etmekle yetinmiş metnin tümünü
nakletmemiştir. !

Hafız İbn Hacer'in beyânına göre Musannif Ebû Davud'un nakletmekten kaçındığı bu

metni, Abdürrezzak, ei-Musannef inde tam olarak vermiştir. Abdürrezzak'in rivayet

ettiği bu metne bakılırsa burada anlatılan olay ile önceki olay birbirinden tamamen

farklıdır. İbn Hacer bu metni tahlil ettikten sonra, önceki hadis-i şerifte anlatılan

olayın Hz. Ümmü Haramla, mevzumuzu teşkil eden ve metnini Abdürrezzak'in

Musannef-inden öğrendiğimiz hadis-i şerifte anlatılan kıssanın da Hz. Ümmü Ha-

ram'm kızkardeşi Ümmü Abdullah ile ilgili olduğunu beş cihetten isbata çalışmıştır.

Yine Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre Ebu Davud'un, hadisin sonuna ilave ettiği;

"er-Rumeysa Ümmü Süleym'in süt kızkardeşidir," sözü doğru değildir. Hz. Ümmü

Haram Ümmü Süleymin anne-baba bir kızkardeşidir ve Hz. Ümmü Haram bint

Milhan b. Halid b, Zeyd b. Haram el-Ensariyye, Hz. Enes b. Malik'in teyzesidir.

Ümmü Süleym bint Milhan b. Halid el-Ensariyye ise Hz. Enes'in annesidir. Bu iki

kardeş künyeleriyle meşhur olmuş iki sahâbiyedir. Bunlardan Hz. Ümmü Haram

•• " T731

"Rumeysa", Ummü Süleym'de "Gumeysa" künyesiyle meşhurdur.- 1 — 1

2493. ...Ümmü Haram (r.anha)'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s. a.) şöyle
buyurmuştur; "(Allah için sefere çıkıp ta) denizde başı dönerek kendisine kusma arız

[741

olan kimse için bir şehid, boğulan kimse için de iki şehid sevabı vardır. " J — 1



Açıklama



Metinde geçen "Mâid" kelimesi ikinci babtandır. (Mâde-yemûdu); Sallanmak ve
sarsılmak manalarına gelir. Nitekim Allah Teâlâ'nm şu ayet-i kerimesinde de bu

[751

manâda kullanılmıştır: "Sizi sarsar diye arza ağır baskılar attı..." J — 1 Bu hadis-i şerifte
ise, denizin sarsmasından dolayı başın dönmesi manasında kullanılmıştır.
İbnu'l-Esir'in en-Nihâye'deki açıklamasına göre kelimesi suda boğulup ölen kimse
anlamına gelir. Bazıları bu kelimenin sulara battığı halde ölmeden kurtulan kimseler
için kullanıldığını öylemişlerse de, "el-Meşârık" isimli eserde bu görüş reddedilmiştir.
Gerçek olan şudur ki bu kelime sulara batıp ölen kimse anlamına gelen kelimesiyle eş
anlamlıdır.

Münzirî bu hadis hakkında şunları söylemiştir: Bu hadisin senedinde Hilal b. Meymûn
vardır. İbn Meîn onun güvenilir bir ravi olduğunu, Ebu Hatim er-Râzî ise, pek sağlam
bir râvi olmamakla beraber kendisinden hadis alınabileceğini söylemiştir.
Hanefi ulemasından el-Aynî, bu hadisi şerifin, deniz savaşının kara savaşından daha
faziletli olduğuna delâlet ettiğini söylemiştir. İbn Abdil-ber ise, et-Temhîd isimli

eserinde bu mevzu'da çok teferruat!, ahlamalarda bulunmuştur™

2494. ...Ebû Ümâme el-Bâhilî'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.);

"Üç kişi vardır ki üçü de aziz ve celîl plan Allah'a emânettir. (Birincisi) Aziz ve Celil



olan Allah'ın yolunda savaşa çıkan kimsedir. Bu kimse (Allah) ruhunu kabzedip de
cennete koyuncaya veya-hutta (savaştan) elde ettiği sevab ve ganimetle evine
döndürünceye kadar Allah'a emanettir. (İkincisi de) Mescide giden adamdır. Bu kimse
de (Allah) ruhunu kabzedip de cennete koyuncaya veyahat da elde ettiği sevap ve

ganimetle (evine) döndürünceye kadar Allah'a emanettir. (Üçüncüsü de) evine selamla

[771

giren kimsedir. Bu kimse de Aziz ve Celil olan Allah'ın emânetindedir." 1 — 1
buyurmuştur.^^

Açıklama

Metinde geçen "dâmin" kelimesi her ne kadar ism-i fâilse de, "rnadmûn" manasında
kullanılmıştır. Bir başka tabirle ism-i mef ûl manasında kullanılmış bir ism-i fail-

[791

dir.Nitekim "Artık o memnun edici bir hayat içindedir" J — 1 âyet-i kerimesinde

"radiyeh" kelimesi ile "atılan bir sudan"^^ âyet-i kerimesindeki "dâfik" kelimesi
ismi mef ûl manasında kullanılmış ismi faillerdir. Bu itibarla "râdiyeh" kelimesi, "ken-
disinden memnun olunan", "dâfik" kelimesi de "atılan" manasına gelmektedir.
"Ruhunu kabzedip de cennete koyuncaya veyahut da (savaştan) elde ettiği ganimetle
evine döndürünceye kadar" cümlesinden maksat ise, Allah yolunda savaşan kimsenin
şehid olduğu takdirde kesinlikle cennete gireceğini, şehid düşmediği takdirde ise,
şayet ganimetler dağılmışsa hem Allah yolunda savaşmanın sevabı, hem de savaştan
hissesine düşen ganimetlerle birlikte döneceğini, şayet ganimet elde edilmemiş veya
elde dilen ganimetler taksim edilmemiş ise, sadece Allah yolunda savaşması sevabıyla
döneceğim, binaenaleyh, eli boş olarak dönmesinin söz konusu olmayacağını ifade
etmektir.

Hattâbî'nin açıklamasına göre, "evine selamla giren kimse" cümlesini iki şekiled
açıklamak mümkündür:

1. Allah'ın, "Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği

rs 1 1

olarak kendinize (kendinizden olan ev halkına) selam verin" J — 1 emrine uyarak, eve
girerken ev halkına selâm vererek giren kimse.

2. Fitnelerden ve fesatlardan salim kalabilmek ümidiyle evine kapanıp uzlete çekilen
kimse.

Binaenaleyh bu iki şıkka giren kimselerin hepsinin de mevzumuzu teşkil eden hadisi
şerifte vadedilen mükafaata erişmeleri ihtimal dahilindedir.

Mescide gittiği için, Allah'ın emanetinde ve himayesinde olduğu ifade medilen
kimselerin içerisine mescide sadece ibâdet maksadıyla gidenler dahil olduğu gibi, ilim
öğrenmek ve öğretmek için gidenler de dahildir. Binaenaleyh bu kimselerin
mescidden eli boş dönmeleri düşünülemez. Ya sadece ibâdet etme veya ilme çalışma
sevabıyla dönerler veyahut da bu sevaplarla birlikte dünyevî birtakım ganimetleri de

beraberlerinde götürürler. J — 1

10. Kâfir Öldüren Kimsenin Üstünlüğü



2495. ...Ebu Hüreyre (r.a.)'nin rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s,a.) şöyle
buyurmuştur:



"Bir kafir ile, onu öldüren kimse ebediyyen, Cehennemde bir araya
gelmeyeceklerdir"^^

Açıklama

Diğer bir hadisi şerifte de, Fahr-i kainat efendimizin;

Cehennemde ikisi birbirine zarar verecek şekilde bir araya gelmezler," buyurduğu,
Bunlar kimdir ya Rasûlallah diye sorulunca; "Bir kafiri öldürüp de sonra doğru yolu

tutan mü'm in (ile onun öldürdüğü kafir)", karşılığı vermiştir.^^
Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif hakkında Kadı Iyâz şunları söylemiştir: "Kafirle
birlikte cehennemde birleşmeyeceği haber verilen bu kimseden maksat, kafiri savaşta
öldüren kimse olsa gerektir." Kadı Iyâz bu sözüyle, pasaport ile müslüman
topraklarına giren veya müslümanlarla aralarında sulh yapmış olan kafirleri öldüren
kimselerin bu hadis-i şerifteki müjdeye dahil olmadıklarını ifade etmek istemiştir.
Kadı Iyâz sözlerine şöyle devam etmiştir: "Çünkü bu müslümamn o kafiri öldürmesi
günahlarına keffaret olur. Bu sebeple hayatında işlemiş olduğu günahlardan dolayı
azabdan kurtulur. Yahut da bu kimsenin azabdan kurtulmasının sebebi (Allah'ın
rızasına uygun olarak kalbinde beslediği) özel bir niyeti veya (Allah'ın bildiği) özel bir
halidir. Sözkonusu müminin cehenneme girmemesinden kasdedilen mânâyı şu şekilde
açıklamak da mümkündür: Bu kimsenin cehenneme girmemesinden maksat,
günahlarının cezasından tamamen kurtulması değil de eğer cezalandırılacak sa,
cennete sokulmayarak cennetle cehennem arasında bulunan ve A'raf denilen yerde
tutulmak suretiyle cezalandırılmasıdır. Hiç cehenneme girmeden bu şekilde cezalandı-
rılması ihtimal dahilinde olduğu gibi kafirlerin bulunmadığı bir yerde ateşle
cezalandırılması da mümkündür." Tîybî'ye göre bu ihtimaller içerisinde en isabetli
olanı "Bu kimsenin savaşta bir kâfiri yok etmesinin onun günahlarına keffaret

olacağını" ifade eden görüştür. J — 1

11. Savaşa Giden Mücahidlerin Hanımları Savaşa Gitmeyen Erkeklere
Haramdır



2496. ...İbn Büreyde'nin babası Büreyde'den; "RasûluIIah sallalahü aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu" demiştir: "Mücâhidlerin hanımları (evlerinde) oturan erkeklere
anneleri gibi haramdır. (Evinde) oturanlardan bir erkek, mücahidlerden bir adama
ailesi hususunda vekil olur (da sonra ona hıyanet ederse, vekil kalan kimse) kıyamet
gününde mücahid için durdurulur ve (mücahide); "şu (adam) ailen hususunda sana
(kötü bir) vekil olmuştu. Onun iyiliklerinden dilediğin kadarını al" denir. RasûluIIah
bize dönüp; (Mücahid'in onun sevabını alma hususundaki tutumunun nasıl olacağı
hakkında) "Tahmininiz nedir?" diye sordu.

Ebû Dâvud dedi ki: (Bu hadisin râvilerinden) Ka'neb iyi bir insandı. Ebu Leylâ ona bir
iş teklif etti. Ka'neb de; (Benim) bir dirheme ihtiyacım var, onu temin etmek
istiyorum. Bunun için bana yardım edecek birini arıyorum, diyerek bu teklifi reddetti.
(Ebu Leylâ da);

Hangimiz ihtiyacı için yardım istemiyor ki? diye karşılık verdi. (Ka'neb);

Beni (buradan) çıkarınız da (duruma bir) bakayım dedi. sonra oradan çıkıp gözden



kayboldu. Süfyan dedi ki; "Tam gözden kaybolduğu sırada üstüne duvar yıkıldı da
öldü „[861



Açıklama

İmam Nevevi'ye göre savaşa giden mücahidlerin hanımlan, geride bıraktıkları
vekillerine iki cihetten anneleri gibi haramdır:

1. Bu vekillerin, mücahidlerin hammlarıyla başbaşa kalıp da onlara kötü gözle
bakmaları ve birtakım kötü niyyetlerle yaklaşarak onlarla sohbet etmeleri, aynen kendi
annelerine kötü gözle bakmaları gibi haramdır.

Vekillerin onlara hizmette kusur etmeleri aynen kendi annelerine hizmette kusur
etmeleri gibi haramdır.^^

Bu hadisin Müslim tarafından rivayet edilen metninde 'bulunan "Ev halkı" ifadesinden
anlaşılıyor ki mücahid'in evinde bulunan anne-baba, kız, câriye gibi bütün ev halkı da
aynen mücahid'in hanımı gibi hürmete layıktır. Bunlara ihanet eden kimseleri, sırattan
geçerlerken görevli melekler durdurup, Mücâhid'e dönerek, "işte senin cihada
giderken aileni emanet ettiğin kimse budur. Bu kimse senin emânetine hıyanet
etmiştir. Onun sevabından istediğin kadarını alabilirsin." diyeceklerdir.
Artık herkesin kendi derdine düşüp babanın oğuldan, oğulun da babadan kaçtığı o
günde eline böyle fırsat geçen bir kimsenin bu fırsatı kaçırmayıp son haddine kadar
değerlendireceğini açıklamaya bile lüzum yoktur. Rasûl-i Zîşan Efendimiz, mücahid
ailelerinin nasıl bir hürmete lâyık olduklarını anlattıktan sonra onlara ihanet eden
kimselerin kıyamet gününde Mücahidler karşısındaki acıklı durumunu ifade etmek
için, "tahminin nedir?" buyurmuş ve bu sözüyle; "Artık eline bu fırsatı geçiren bir
mücahidin, o kimsenin bütün sevaplarını elinden alacağını tahmin edebilirsiniz"
demek istemiştir.

Hadisin sonunda yer alan cümlelerinde Ebû Dâvud, râvilerden Ka'neb hakkında bilgi
vermektedir. Bu cümlelerin hadisin asıl konusu ile alakası yoktur. Zaten bu ilâve Ebû

Davud'un bazı nüshalarında da bulunmamaktadır.^^
12. Ganimetsiz Olarak Dönen Bir Seriyye(Nin Fazileti)

2497. ...Abdullah b. Amr (r.a.), "Rasülullah (s. a.) şöyle buyurdu" demiştir: "Allah
yolunda savaşıp da ganimet elde eden (her) savaşçı, (birlik) ahiret (teki) sevablarmm
üçte ikisini peşin olarak (dünyada) almış olurlar. Kendileri için (ahirete sadece) üçte
bir (nisbetinde sevap) kalır. Eğer herhangi bir ganimet elde edemeden dönerlerse

(ahirette) sevabları tam olarak Verilir.
Açıklama

Seriyye; sayıları beşten üç yüze kadar ulaşan ve düşman üzerine ansızın baskınlar
yapmakla görevli askeri birlik-
lere verilen isimdir.

Bu hadis-i şerifte savaşa katılıp da savaştan ganimet elde ederek sağ-salim yurtlarına
dönen mücâhidlerin, ahirette ellerine geçecek olan cihad sevabının üçte ikisini



dünyada iken peşin olarak almış olacaklarım, savaştan bir ganimet elde etmeden
dönen veyahut da yurduna dönemeden savaş meydanında can veren mücâhidlerin ise,
bu cihadlarmm sevabını ahirette tüm "olarak alacaklarını ifade etmektedir.
İmam Nevevî, hadisin bu mânâya geldiğini ifade ettikten sonra Kadı Iyâz'm bü hadisle
ilgili görüşlerini nakledip, bu görüşlerden sadece bu manayı tercih ettiğini ve diğer
görüşlerin hepsini de asılsız ve yanlış ilan ettiğini söylemektedir.
İmam Nevevi'nin açıklamasına göre, Kadı Iyâz'm yanlış ilan ettiği bu görüşleri
şöylece özetlemek mümkündür: "Bu hadis sahih değildir. Mücâhidlerin dünyada elde
ettikleri ganimetle ahiretteki sevapları azalmaz. Nitekim Bedir mücâhidleri, Bedir
savaşının ganimetlerini dünyada iken aldıkları halde ahiretteki sevabları azalmamış,
bu ganimeti dünyada iken almış olmaları, onların mücâhidlerin en faziletlileri olma
şerefine ermelerine engel teşkil etmemiştir."

İmam Nevevi, Kadı Iyâz'm bu görüşlerini naklettikten sonra sözlerine şöyle devam
ediyor: "Her ne kadar bazıları (2497 nolu hadis hakkında) "Bu hadisin râvilerinden
"Ebu Hânî"nin kimliği meçhuldür. Binaenaleyh, "savaşa giden bir mücahidin hem
ganimetle hem de büyük sevaplarla dönüp geleceğine, Allah'ın kefil olduğunu" ifade
eden 2494 numaralı hadis-i şerif tercih edilir. Çünkü sözü geçen hadîs-i şerif meşhur
bir hadistir. Râvileri de aynı şeklide meşhurdur. Ayrıca o hadis, hem Buhari, hem de
Müslim tarafından rivayet edilmiştir. Ebu Hânî'nin rivayet ettiği 2497 numaralı hadisi
Müslim rivâyei etkmişse de, Buhârî Sahih'ine almamıştır. Demişlersede bu söz asla
doğru değildir. Çünkü bu iki hadis arasında birini diğerine tercih etmeyi gerektiren bir
sebep yoktur. Eğer iki hadis arasında herhangi bir çelişki olsaydı o zaman birini
diğerine tercih yoluna gidilirdi. Oysa burada böyle bir durum sözkonusu değildir. Zira
2494 numaralı hadis-i şerifte sadece savaştan dönen bir gazinin sevab ve ganimetlerle
döneceği ifade edilmekle ye-tinilmekte, elde ettiği ganimetlerin alacağı sevabın
miktarını azaltıp azaltmayacağından asla söz edilmemektedir. Ayrıca 2494 numaralı
hadisin ifadesi mutlak, 2497 numaralı hadisin ifadesi mukayeddir. Binaenaleyh, bu iki
hadisi birlikte değerlendirirken 2497 numaralı hadis-i şerifteki kayıt-layıcı ifadeleri
nazar-ı itibara almak icabeder.

Ebu Hani'nin kimliğinin meçhul olduğu iddiası da doğru değildir. Çünkü bu râvi
imamlardan pek çoğunun kendisinden hadis rivayet ettiği meşhur ve güvenilir bir
râvidir. Onun hadisini Müslim'in rivayet etmiş olması kendisinin güvenilir bir râvi
olduğuna yeterli bir delildir.

İmam Nevevi mevzumuzu teşkil eden hadise yöneltilen tenkidi de şöyle reddetmiştir;
"Bir hadisin sahih sayılabilmesi için Buhari'de veya müslim'de bulunması şart
değildir. Binaenaleyh bazı kimselerin sırf Buhâride bulunmadığı için bu hadisin
şahinliğini kabule yanaşmamaları doğru değildir."

Bedir mücahidlerinin, Bedir ganimetlerini bölüştükleri halde müca-hidlerin en
faziletlileri olduğunu delil getirerek savaştan elde edilen ganimetten payını alan
mücâhidlerin, ahirette savaştan alacakları sevabın üçte ikisini dünyada peşin olarak
almış olacaklarını ifade eden 2497 numaralı hadise yöneltilen tenkidi de şöyle
reddetmiştir:

"Evet Bedir mücâhidleri de Bedir savaşından hisselerine düşen ganimeti aldıkları için
bu savaştan ahirette ellerine geçecek olan sevabın üçte ikisini dünyada almışlardır.
Bedir mücahidlerinin ahirette elde ettikleri se-vab erişilebilecek sevapların en üstünü
ve son haddi değildir. Eğer dünyada savaş ganimetlerini almamış olsalardı daha da
büyük sevaba erişmeleri mümkündü. Ama bununla beraber Bedir mücahidlerinin



cennetteki makamları çok büyüktür."



13. Allah Yolunda Yapılan Zikrin Sevabının ,Kat Kat Olacağı

2498. ...Sehi b. Muaz'm babası (Muaz)'dan; demiştir ki: Rasûlullah (s. a.); "Namaz,
oruç ve zikr(in sevabı) Allah yolunda harcanan mal(m sevabm)dan yedi yüz kat
[91]

fazladır." buyurdu. —
Açıklama

Bu hadis-i şerifte, ihlasla Kur'an okumak ve Sübhânallah, la ilahe illallah, Allâhü
ekber diyerek, Allah'ı zikretmek, namaz kılmak ve oruç tutmak suretiyle kazanılacak
sevapların, Allah yolundaki savaşlar için yapılan harcamalarla kazanılan sevablardan
yediyüz katı fazla olduğu ifade edilmektedir. Her ne kadar senedinde Zeb-bân b. Fâid
ile Sehl b. Muaz olduğu için bu hadisin zayıf olduğu söylenmişse de aslında bu hadisi
destekleyen başka rivayetler de vardır.

Nitekim bu mevzuda Ebu Said el-Hudri'den rivayet edilen bir hadis-i şerif şu
mealdedir: Rasûlullah (s.a.)'a;

Kıyamet günü Allah katında derece bakımından kulların hangisi daha üstündür? diye
soruldu ve Rasûlullah (s. a.);
"Allah'ı çokça zikredenler" buyurdu.

Ya Rasûlallah Allah yolundaki gaziden de mi üstündür? dedim.

"Kırılmcaya ve kana boyanmcaya kadar kılıcını kâfirlere ve müşriklere çalsa da,
Allah'ı çok zikredenler, derece bakımından şüphesiz ondan daha üstündür." buyurdu.
[921

Yine aynı mevzuda Hz. Ebu'd-Derda'dan rivayet edilen diğer bir hadis-i şerifde şu
mealdedir:

Peygamber (s. a.); "Dikkat! Amellerinizin en hayırlısı, hükümdarı (tan-rı)nm katında

en temizi ve derecelerinizin de en yükseğini, sizin için altın ve gümüş dağıtmaktan

daha hayırlı ve düşmanlarınızla karşılaşıp sizin onların boyunlarını vurmanızdan ve

onların da sizin boyunlarınızı vurmalarından daha yararlı olanı size bildireyim mi?"

buyurdu. Ashab;

Evet dediler. Rasûli Ekrem de;

"Allah'ı zikirdir" buyurdu.

Muaz b. Cebel dedi ki: "Allah'rn azabından kurtarıcı olarak, Allah?-m zikrinden daha
iyi bir şey yoktur."

Tirmizi dedi ki: Bazıları bu hadisi Abdullah b. Said'den buradaki gibi aynı senedle

[931

rivayet etmektedir. Kimi de yine ondan bu hadisi mürsel olarak rivayet etmiştir.- 1 — 1
Hadis-i şerifin zahirinden anlaşılıyor ki, namaz, oruç ve zikrin sevabı Allah yolundaki
bir savaşta yapılan harcama sevabının yediyüz katma kadar çıkan bir artış gösterir.
Ancak bu fazlalığın derecesi namaz kılan, oruç tutan ya da zikreden kimsenin ihlasma
göre değişir.

Namazın, Allah yolundaki savaşlar için yapılan harmacalara olan üstünlüğünü izaha
lüzum yoktur. Çünkü Resûl-i Zîşan Efendimiz "Allah katında en iyi amel hangisidir?"



[941

sorusuna "Vaktinde kılınan namazdır" J — 1 cevabını vermekle bu gerçeği en açık bir
şekilde ifade buyurmuştur.

Orucun üstünlüğü ise, sevabının Allah'dan başka kimsenin bilmeyeceği kadar çok

olmasmdan^^ ve orucun bir nevi sabır anlamına gelmesi^^ cihetiyle oruç tutanların
Allah'ın sabredenler hakkındaki: "...Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız
[971

ödenecektir. " J — 1 müjdesine girmelerinden anlaşılmaktadır. Zikrin fazileti hakkında
ise şöyle bir haber rivayet edilmiştir: "Kim bir defa sübhanallah derse kendisine 124

bin basene yazılır.

Feyzu'I-Kadir sahibi Münâvi'nin beyânına göre namaz, oruç, zikir ve cihadla ilgili bu
hadisler Rasûl-i Ekrem'e bu mevzuda soru yönelten şahısların, şahıslarıyla ilgili özel
cevaplarıdır. Fahr-i kainat efendimiz zahiri ve batini bütün dertlerin ilacını bilen bir
doktor olduğu için, kendisine soru yönelten kişilerin özel hallerine uygun düşen özel
cevaplar vermiştir.

Zengin olanlara zekatı, cihad için maddi yardımda bulunmayı ve bunların faziletlerini
açıklamışken, fevkalade güçlü ve kahraman kimselere cihadın faziletini açıklayıp
onları cihada teşvik etmiş bunlara gücü yetmeyen kimseleri de durumlarına göre
kimisini oruca, kimisini namaza, kimisini de zikre teşvik etmiş ve onlara teşvik ettiği

[991

bu ibadetlerin faziletim açıklamıştır. 1 — 1

Hafız Şemseddin b. Kayyum'un açıklamasına göre genel olarak cihadla zikir kendi
aralarında şu şekilde derecelendirilirler:

1. Zikirle birlikte yapılan cihad birinci sırayı alır. Çünkü Allah Teâlâ; "Ey inananlar
bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya

ensesiniz."^ mealindeki âyet-i kerimesinde cihadla zikri bir arada anmıştır.

2. İkinci dereceyi cihadsız yapılan zikir teşkil eder. Bu şekilde yapılan zikir cihadla
birlikte yapılan zikirden derece itibariyle aşağıdadır.

3. Zikirsiz yapılan cihad. Bu cihad, derece itibariyle üçüncü sırayı alır. Çünkü
cihaddan gaye de Allah'ı zikirdir. L-^-J

Yine İbn Kayyim'in beyânına göre mevzumuzu teşkil eden bu hadis zikrin, Allah
yolunda yapılacak savaşlar için para harcamaktan daha faziletli olduğuna delâlet
etmektedir. Fakat bu hadisin, cihad esnasında yapılan namaz ve zikrin cihad için para

harcamaktan daha faziletli olduğu anlamına geldiğini söylemek de mümkündür. - ^
Nitekim bu babın ismine bakılırsa, Musannif Ebu Davud'un da bu mânâyı tercih ettiği

anlaşma

14. (Allah Yolunda) Savaşırken Hayatını Kaybedenler

2499. ...Ebû Malik el-Eş'arî'den; demiştir ki: "Ben, Rasûlullah (s.a.)'i şöyle buyururken
işittim":

"Her kim Allah yolunda (savaşa) çıkar da (aldığı bir yarayla) ölürse veya öldürülürse o
kimse şehiddir. Yahut da atı ya da devesi onu (yere çarpıp) boynunu kırar, veya zehirli
bir hayvan onu sokar ya da yatağında ölürse veya Allah'ın dilediği bir ölümle ölürse, o

kimse şehiddir. Ve onun için cennet vardır."^ ^



Açıklama

kelimesi bir kimsenin evinden ve yurdundan çıkıp gitmesi anlamına gelir. Nitekim;

"Tâlût askeriyle ayrılınca... âyet-i kerimesinde de bu mânâda kullanılmıştır,

kelimesi ise, deve veya benzeri bir hayvanın binicisini yere atıp boynunu kırması
anlamına gelir.kelimesi de yılan gibi zehirli haşerelerin ısırması için kullanılır.
Hadîs-i şerifte Allah yolunda savaşa çıkan bir kimsenin herhangi bir sebeple hayatını
kaybetmesi halinde şehid olacağı ifâde edilmektedir.

Binâenaleyh bu şekilde hayatını kaybeden bir kimse şehidlik rütbesine erişeceğinden,
şehidler ve salihlerle birlikte cennete. ilk sırada girme saadetine erenlerden olacaktır.
Ancak Hafız el-Münzirî'nin ifade ettiği gibi senedinde Bakıyye b. el-Velid ile İbn

Sabit bulunduğundan bu hadis zayıftır/



15. Nöbet Tutmanın Fazileti



2500. ...Fedâle b; Ubeyd'den rivayet olunduğuna göre, Rasûlullah sallalahü aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur: "Ölen her kişinin amel (defter)i kapanır. Ancak (Allah
yolunda) nöbet tut(arken hayatını kaybetmiş ol)an kimse müstesna. Onun ameli
kıyamet gününe kadar artırılır. Ve o kimse kabir imtihanının acısm)dan emin

olur."^



Açıklama

Ölümünden sonra her insanın amel defteri kapandığı halde, nöbet mahallerinde Allah
için nöbet bekleyen kimselerin amel defterleri kapanmaz, onların sevap hanelerine
kıyamete kadar yeni sevapların yazılmasına devam edilir.

Çünkü bu kimse Allah'ın dinini yüceltmek, müslümanları düşmanlarından korumak
için hayatını feda etmiştir. Bu hadis-i şerifte nöbet beklerken ölen kimselerin dışında
herkesin amel defterinin kapanacağı ifade edildiği halde, Ebu Hüreyre'den rivayet
edilen; "İnsan öldüğü vakit bütün namelleri kesilir. Yalnız üç şey(in sevabı) kesilmez:

Sadaka-i ceriye, faydalanılan ilim, ona dua eden salih evlad"^^ mealindeki hadis-i
şerifte sadaka-i cariye sahipleriyle arkasında ilmi eserler ve kendisine dua edecek
hayırlı evlat brrakan kimselerin de amel defterlerinin kapanmayacağının haber
verilmesi, bu iki hadis arasında bir çelişki bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü ölen bir
kimsenin amel defterindeki sevapların artmaya devam etmesi iki şekilde olur:,

1. Bir başka kimse vasıtasıyla artar. Ölen bir kimsenin Ölürken bıraktığı bir kuyudan
bir başka insanın gelip su içmesi gibi. Bu insanın su içmesi kuyu sahibinin amel
defterindeki sevabının artmasına sebep olur.

2. Hiçbir kimsenin aracılığı olmadan artar. İşte mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte
anlatılmak istenen bu ikinci şıkka giren cinstendir. Allah yolunda nöbet beklerken
hayatını kaybeden kimselerin amel defterindeki sevapları işte bu şekilde hiçbir
kimsenin aracılığı bulunmadan artmaya devam eder.

Ebû Hüreyre'den rivayet. edilen hadis-i şerifte anlatılmak istenen kimseler ise,
öldükten sonra amel defterlerindeki sevaplarının artması diğer bir kimsenin aracılığına



bağlı olan kimselerdir. Neyrül-Mearib isimli eserde nöbet tutmanın Mekke'de ikâmet
etmekten faziletli olduğu, Muğnî isimli eserde ise, nöbetin en azının bir saat,
tamammmsa kırk gün olduğu, Siyeru-Kebir'de de en azının bir gün, en çoğunun kırk

gün, vasatının da üç gün olduğu ifade edilmektedir. ^ - ^

16. Azız Ve Celıl Olan Allah Yolunda Nöbet Tutmanın Fazileti

2501. ...Sehi b. el-Hanzaliyye şöyle anlatmıştır: (Hz. Peygamberin sahabilerinden) bir
cemaat Huneyn (savaşı) günü Rasûlullah (s.a.)'la birlikte yürüdüler. Yürüyüşü
uzattılar. Nihayet akşam üstü oldu. Ben de Rasûlullah'm yanında (ikindi) namaz(m)da
hazır bulundum. O anda atlı bir adam geldi ve;

Ey Allah'ın Rasûlü, ben sizin önünüzden gitmiştim şöyle bir dağa çıktım. Bir de
baktım ki Havazin kabilesi develerine binili kadınları, develeri ve koyunlarıyla birlikte
hiç kimse geri kalmamak kaydıyla Huneyn'de toplanmışlar, dedi. Rasûlullah (s.a.)'de
gülümsedi ve;

"İnşallah onlar yarın müslümanlarm ganimeti olacaktır" buyurdu. Sonra,

"Bu gece bizi kim bekleyecek?" diye sordu. Enes b. Ebu Mersed el-öanevi;

Ben (bekleyeceğim) ya Rasûlallah cevabını verdi. (Hz. Peygamber ona);

"Bin!" dedi. O da kendisine ait bîr ata binip Rasûlullah (s.a.)'a geldi. Rasûlullah da ona

(şöyle) emretti:

"Şu boğaza git tepesine çık. Bu gece senin tarafından (gelecek) bir pusuya
düşmeyelim". Sabahladığımız vakit Rasûlullah (s. a.) namazlarım) kıldığı yere çıkıp iki
rekat naımaz kıldı. Sonra;
"Atlınızı gördünüz mü?" dedi.

Görmedik ya Rasûlallah, diye karşılık verdiler. Namaz için kamet getirildi. Rasûlullah
(s. a.) namaza durdu ve boğaza da bakıyordu. Nihayet namazı bitirip de selâm verince:
"Müjde size (işte) atlınız geldi'* buyurdu. Biz ağaçların arasından boğaza (doğru)
bakmaya başladık. Bir de ne görelim (atlı) gelip Rasûlullah (s.a.)'m huzuruna durdu.
Selam verdi ve (şöyle) dedi:

Ben gittim şu boğazın tepesine, Rasûlullah (s.a.)'in emir buyurduğu yere kadar çıktım.
Sabah olunca boğazın iki yanındaki tepelere çıkıp (etrafı) gözetledim kimseyi
göremedim. Rasûlullah (s. a.) ona;
"Bu gece (atından hiç) indin mi?" diye sordu. (O da);

Hayır. Ancak namaz kılmak veya abdest bozmak için inmem hariç diye cevap verdi.
Rasûlullah (s. a.) ona;

"Sana (cenneti) kazandıran bir amel işledin. Bundan sonra (başka) bir amel işlemesen
de zararı yok." buyurdu.^ ^

Açıklama

iki dağm arasında bulunan geçittir. Yolcular bu geçitler sayesinde dağları aşıp
menzillerine varma imkanı bulurlar.

Hadis-i şerif önemli geçitlerden veya askeri noktalardan düşmanı gözetlemenin Allah
yanındaki değerini ve sahibine cenneti kazandıracağını ifade etmektedir. Nitekim bir
hadis-i şerifte de (şöyle) Duyurulmaktadır: "İki göz vardır ki onlara cehennem ateşi
dokunmaz. Allah korkusundan ağlayan göz Allah yolunda (düşmanı) gözetleyen göz".



ÜJLU



Hakim'in Sehl b. el-Hanzala'dan rivayet ettiği bir hadisten anlaşıldığına göre, Rasûl-i
Ekrem'in düşmanı gözetlemek üzere gönderdiği Enes b. Ebu Mersed gözetlemekte
olduğu tepeden, Hevazin kabilesinin büyük bir askerle ve hayvan sürüleriyle
yaklaşmakta olduklarını gördüğünü ifade etmiştir.

Bilindiği gibi bu savaş müslümanlarm zaferiyle ve pek çok ganimetleri ellerine
geçirmeleriyle neticelendi. Bu hadisin bir kısmı daha önce 916 numaralı hadis-i

şerifde geçmişti.^
Bazı Hükümler

1. Allah yolunda düşmanı gözetlemenin sevabı çok büyüktür.

2. Namaz esnasında göz ucu ile sağa-sola bakma namazı bozmaz.^ ^



17. Allah Yolunda Savaşa Çıkmayı Bırakmanın Kerâhati



2502. ...Ebu Hureyre (r.a.)'m rivayet ettiğine göre, Peygamber (s.a.)'şöyle
buyurmuştur: "Bir kimse (Allah yolunda) savaşmadan ye onu gönlünden geçirmeden

ölürse bir çeşit nifak üzere ölür."^^



Açıklama

Allah yolunda hiçbir savaşa çıkmadan veya Allah için savaşa çıkmayı samimi olarak
gönlünden geçirmeden ölen bir kimse bir çeşit nifak üzere ölmüş olur. Bu hadis-i
şerifte, din düşmanlarıyla savaşı terkeden kimseler Hz. Peygamberle birlikte savaşa
çıkmaktan kaçan münafıklara benzetilmiştir: "Bir kavme benzeyen kimse o

kavimdendir"^ hadis-i şerifine göre de münafıklara benzeyen bir kimse
münafıklardan sayılır.

Abdullah b. el-Mübârek bu hükmün Hz. Peygamber zamanına ait olduğunu
söylemişse de ulemanın büyük çoğunluğu bu hükmün genel olduğunu, binaenaleyh
bütün devirler için geçerli olduğunu söylemişlerdir. Tîbî'ye göre nefisle ve şeytanla

savaşı terkedenler de bu hadisin şümulüne girmektedirler. '



Bazı Hükümler



1. Allah yolunda savaşa katılmaya azmetmek akıl ve balıg olan her müslümana
farzdır. Umumi seferberlik ilan edildiği zamanlarda bu savaşa bilfiil katılmak farz-ı
ayn olur. Genel seferberlik ilan edilmemekle beraber Allah yolunda yapılan harplerin
devam ettiği zamanlarda ise, müslümanlarm bu savaşlara bilfiil katılmaları farz-ı
kifâye olur.

2. Harbi tamamen bırakmak veya hiçbir zaman harbe katılmamaya karar vermek
münafıklık alâmetidir.

3. Bir ibâdete niyet edip de onu yapmadan ölen kimse hiç niyet etmeden ölen kimse
gibi değildir.



Bir namazı vaktinin evvelinde kılmaya imkan varken vaktin sonuna doğru kılma
niyetiyle geciktirerek kılamadan Ölen kimse ile haccetme imkanına sahipken onu
gelecek senelere tehir ederek haccetmeden ölen bir kimsenin günahkar sayılıp

sayılmayacağı meselesi ise, ulema arasında ihtilaflıdır.^

2503. ...Ebu Ümâme (r.a.)'m rivayet ettiğine göre, Peygamber (s. a.) şöyle
buyurmuştur: "Kim savaşa katılmaz veya savaşa katılan bir gaziyi (harp aletleriyle)
donatmaz ya da savaşa giden mücâhidin ailesine hizmette ona hayırlı bir vekil
olmazsa, her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah onu bir felâkete uğratır.
(Bu hadisin ravilerinden) Yezid b. Abdirabbih rivayetinde "kıyametten önce" (Allah

onu bir felâkete uğratır) demiştir.^



Açıklama



Kâria, "insanın başına ansızın gelen felaket" demektir. Çoğulu kavâri' gelir.

Bu hadis-i şerifte harbe katılmadığı halde harbe katılan bir mücâhidin harb aletleriyle

donatılmasına yardımcı olmadığı gibi, savaşa giden mücâhidin ailesine hizmetten geri

durarak ona hayırlı bir vekil olmaktan da uzak duran kimseleri cenab-i hakkın ani

felâketlere uğratarak onlardan intikam alacağı ifâde buyurulmaktadır.

Önceki hadisin şerhinde de ifâde ettiğimiz gibi Abdullah b. el-Mubârek, bu hadisteki

tehdidin sadece Hz. Peygamber devrinde yaşan müslümanlar-ia ilgili olduğunu

söylemişse de Abdullah b. el-Mübârek'in dışında tüm ulema, bütün müslümanlarm bu

hadisteki tehdide muhatab olduğunu lemişlerdir.

Tîbî ise, nefis ve şeytanla savaşı terkeden kimselerin de bu tehdide hedef olduklarını
ifâde etmiştir.^

2504. ...Enes b. Malik'den rivayet olunduğuna göre Peygamber (s. a.) şöyle
buyurmuştur: "Müşriklere karşı mallarınızla yanlarınızla ve dillerinizle

,, £120]
savaşınız.



Açıklama



Bu hadis-i şerif mal, can ve dille cihad etmenin farz olduğuna delildir. Mal ile cihad
onu Allah yolunda savaşan mücâhidlerin nafaka ve silahını temin etmek için sarf
etmektir. Canla cihad ise, bilfiil din düşmanlarının karşısına çıkarak onlarla

savaşmaktır. Birçok âyetlerde "Mallarınızla, canlarınızla mücahede edin."^^
buyurula-rak bu mana ifade edilmiştir.

Dille mücahede kâfirlere karşı delil getirmek, "onları Allah'a imana davet etmek,
harbeden iki taraf karşı karşıya geldikleri vakit "Allah, Allah!" veya buna benzer
sözlerle düşmanı kahr-u perişan etmektir.

Onların da bilfiil mukabeleye geçip de Allah'a ve Rasûlüne küfretmelerine sebep
olmayacak şekilde onların inançalnnm bâtıllığmi isbat için kuvvetli deliller ve
burhanlar ikâme etmek suretiyle onların inançlarının bâtılhğmı isbat etmek de dille
cihadın kapsamı içerisine girer. Nitekim Rasûlullah (s. a.), bu hususta Hz. Hassan'a



"Hiç şüphe yok ki kafirleri hicvetmek kendilerine ok isabetinden daha şiddetli
[1221

gelir" J buyurmuşlardır.

Dil ile cihad hem basit hem de zordur. Her insan cebinden birşeyler harcamadan dili
ile İslama hizmet edebilir. Fakat İslâmı anlatmak için İslâmı çok iyi bilmek gerekir.
İslam'ı bilmeden dil ile yapılan bir hizmet ise yarar yerine zarar getirir.
Dine karşı yapılan saldırılar karşısında sükutu tercih etmek ise, İslâmı cihad
anlayışıyla taban tabana zıttır. Nitekim, yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle
buyurmuştur: Allah, kitap verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız ve
gizlemeyeceksiniz, diye söz almıştı. Onlar ise, onu arkalarına atıp az bir değerle

[1231

değiştirdiler. Alış-verişleri ne kötüdür. " J 1

Günümüzde dille yapılacak cihadın kapsamı içine girecek çalışmaları şöylece
sıralamak mümkündür:

1. İslâmî kitap ve broşür yazmak ve dağıtmak

2. Gazete, dergi çıkarmak

3. Vaaz ve konferanslar tertiplemek

4. Sohbet toplantıları tertiplemek

[1241

5. TV ve radyo yayıncılığı. 1 1

18. Müslümanların Toptan Harbe Çıkma Mükellefiyetlerinin Özel Bir Taife(Nin
Harbe Çıkmaması Emrinin Gelmesi) İle Yürürlükten Kaldırılması

2505. ...îbn Abbas (r.a.)'dan; demiştir ki: "Eğer topluca (savaşa) çıkmazsanız, (Allah)
size acı (bir şekilde)



azabeder..."^~^ (âyet-i kerimesi) ile "Ne Medine halkının... âyetini
[1271

"Yapacakları kelimesine kadar, bunları takibeden "Bütün insanların, toptan

savaşa çıkmaları doğru değildir.. ."^^Jü (âyet-i kerimesi) neshetmiştir. ^ - ^

Açıklama

Nefr: Müheyyic bir. sebepten dolayı bir yerden bir yere fırlayıp çıkmaktır.
Burada ise, bu kelime toptan savaşa çıkmak anlamında kullanılmıştır. Bu hadis-i
şerifte Hz. îbn Abbas'-m, metinde mealleri geçen Tevbe sûresinin 39. ayetiyle 120 ve
121. âyetlerinin yine Tevbe sûresinin 122. âyet-i kerimesiyle neshcdilidği görüşünde
olduğu ifade edilmektedir.

Beyzavî tefsirinde ise, bu mevzuda şu görüşlere yer veriliyor: Katâde'yc göre; "Ne
Medine halkının, ne de onların çevresinde bulunan bedevilerin, Allah'ın Rasûlünden
geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarının kaygısına düşmeleri onlara

yakışmaz..."^ ^ âyet-i kerimesi Hz. Peygambere ait özel bir hüküm ifade etmektedir.
Binaenaleyh Hz. Peygamber harbe çıktığı zaman özür sahiplerinin dışında hiçbir kim-
senin bu savaştan geri kalması caiz değildir. Hz. Peygamberden sonra işbaşına gelen
devlet idarecilerinin harbe katılmaları halinde ise, savaşa katılmalarına ihtiyaç



duyulmayan kimselerin bu harbe katılmaları mecburiyeti yoktur.
el-Velid b. Müslim'in rivayetine göre el-Evzaî ile İbnu'I-Mubârek ve Said b. Abdilaziz
bu âyetin hükmünün, Rasûl-i Ekrem'in hayatında olduğu gibi kıyamete kadar da
geçerli olduğu görüşünü savunurlarken, tbn Zeyd bu âyetin hükmünün fslamin ilk
devirlerinde müslümanlarm sayılarının az olduğu günler için geçerli olduğunu,
müslümanlarm sayısının çoğalmasıyla Allah Teâlâ hazretlerinin bu âyetin hükmünü;

[1321

"Bütün insanların toptan sefere çıkmaları doğru değildir... " J L âyet-f kerimesiyle

neshet-tiğini iddia etmiştir.

Aslında Tevbe suresinin 122. âyetiyle 39. 120. ve 121. ayetleri arasında herhangi bir
çelişki olmadığı için 122. âyetin diğerlerini neshetmesi düşünülemez. Çünkü 122.
âyetin hükmü geneldir. Diğer âyetler ise Hz. Peygamberle harbe çıkmak istemeyen
belli bir cemaatle ilgilidir.

İmam Taberî de şu sözleriyle bu gerçeği dile getirmektedir: "Eğer topluca (savaşa)

[133]

çıkmazsamz (Allah) size acı (bir şekilde) azabeder..." J 1 âyet-i kerimesindeki

tehdid, Rasûl-i Ekrem kendilerini savaşa çağırdığı halde bu emre uymayan'kimselere
ait özel bir tehdiddir." Aynı şekilde Hafız İbn Hacer de bu âyetin Tevbe suresinin 122.
âyetiyle neshedildiği iddiaısı-m reddederek "Bu âyet mensuh değildir. Fakat tahsis
edilmiştir" demektedir. Hafız Münzirî de Hz. İbn Abbas tarafından neshedildiği iddia
eden Tevbe suresinin 39. 120. ve 121. âyetlerinin aslında muhkem olduklarını ve

dolayısıyla neshedilmelerinden bahsedilemeyeceğini ifâde etmiştir.

2506. ...Necde b. Nüfey'den; demiştir ki: İbn Abbas'a şu; "Eğer topluca (savaşa)

çıkmazsamz (Allah) size (acı bir şekilde) azabeder..."^"^ (mealindeki) âyeti sordum
da;

Onlardan yağmur kesildi. (Yağmurun kesilmesi) onların azabıydı diye cevap yerdi.
£1361



Açıklama

Hz. İbn Abbas, metindeki âyet-i kerimede Hz. Peygamberle harbe katılmak istemeyen
kimselere yöneltilen tehdidin o kimselere, yağmursuzluk, kıtlık ve kuraklık şeklinde
tecelli ettiğini ve ilâhi tehdidin bu şekilde gerçekleştiğini haber vermiştir. Bazı
müfessirlerin açıklamalarından da anlaşıldığına göre, bu ayet-i kerime Hz. Peygamber
kendilerim harbe çağırdığı halde harbe katılmayan Arap kabileleri hakkında inmiştir.
Allah onlara çok acı bir azabın geleceğini haber vermiş, bir süre sonra da yağmurlarını
kesmiştir.

Her ne kadar bu âyet-i kerime belli kimseler hakkında nazil olmuşsa da, âyetin iniş
sebebinin özel olması hükmün genel olmasına engel değildir. Binaenaleyh Hz.
Peygamberin emrine muhalefet edenler dünya veâhi-rette- rezîl, rüsvay ve helak
olurlar. Ayetin devamında yüce Allah Rasülünün emrine uymayan kimseleri helak
edip yerlerine başka bir kavim getirerek o kavimle Rasülünün imdadına yetişip onu
muzaffer kılacağını va-detmiştir.

Hz. Peygamberin makamında bulunan bir zatın dine muvafık emirleri de aynen
Rasülünün emri gibidir. Ona itaat vâcib olur. Muhalefet eden günahkar ve rezil olur.



£1371



19. Bir Mazeretten Dolayı Harbe Katılmama İzni

2507. ...Zeyd b. Sabit (r.a.)'den; demiştir ki: Ben Rasûlullah (s.a.)'m yanında
(oturuyor) idim. Kendisini bir sükûnet kapladı. Derken Rasûlullah (s.a.)'m dizi benim
dizimin üzerine düştü. Rasûlullah'm dizinden daha ağır birşey görmedim. Sonra (bu
hal) ondan çekilip gidince (bana hitaben);

"Yaz!" dedi. Ben de (onun mübarek ağzından çıkan; "inananlardan yerlerinde oturan-
lar ile mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cîhad edenler bir olmaz. "Lİ382 ^y et j n j
sonuna kadar bir kürek kemiği üzerine yazdım. Bu esnada âmâ bir adam olan İbn
Ümm-i Mektum mücâhidlerin faziletini işitince ayağa kalktı ve;
Ey Allah'ın Rasûlü müzminlerden cihada gücü yetmeyenlerin durumu nasıldır? dedi.
(İbn Ümm-i Mektum) sözünü bitirince Rasûlullah (s.a.)'i (yeniden) bir sükunet hali
daha kapladı ve dizi dizimin üzerine düştü. Dizinin ağırlığını (bu) ikinci defa (ki
düşüşün) de de (aynen) birinci defaki gibi (herşeyden daha ağır) buldum. Sonra (bu
hal) Rasûlullah (s.a.)'den çekilip gidince (bana hitaben);

"Ey Zeydî (yazdığını) oku!" dedi. Ben de (yazdığım âyetin) (kısmım) okudum.
Rasûlullah (s.a.)'de (bu kısma)

" = özürsüz olarak (sözü ilâve edilecek)" dedi (ve) âyetin tümünü okudu. Zeyd dedi
ki: Allah (bu âyette bulunan -özürsüz olarak- anlamındaki) kelimeyi başlıbaşma
indirdi. Ben de (âyete) ilâve ettim. Hayatım elinde olan Allah'a yemin olsun ki onun

T1391

kemikte bulunan çatlağın yanındaki ilâve edildiği yeri görür gibiyim.- 1 1

Açıklama

Bu hadisi şeriften anlaşılıyor ki Asr-ı saadette bazı müslümanlar, inançlarında şüphe
olmadığı halde psikolojik veya herhangi bir sebeple cihada katılmamışlar, bunların
Allah indindeki durumları sorulunca cihada katılanlarla katılmayanların mertebesini
belirtmek üzere bu âyetler inmiştir. " = zarar sahibinden başka" cümlesi, maddi bir
özürle cihada katılmayanları bu hükümden istisna etmektedir. Bilindiği gibi bir özürle
cihada katılmayanların sevabı eksilmez, derecesi düşmez. Çünkü yüce Allah; "köre
güçlük yoktur (Bunlar savaşa katılmak zorunda değillerdir) kim Allah'a ve onun

elçisine itaat ederse (Allah) onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar...
buyurmuştur.

Ayetin ifadesine göre cihad eden mü'minler, cihada gitmeyenlerden üstündürler. Ama

Allah "...Gerçi Allah, hepsine de güzellik va'detmiştir. . . " - âyet-i kerimesiyle bütün
mü'minlere güzellik va'detmiştir. Bu da cihadın farz-ı ayn değil farz-ı kiraye olduğunu
gösterir. Çünkü farz-ı ayn olsaydı bunu yapmayanlarda hiçbir fazilet kalmaz, tersine

günahkâr olurlardı/
Bazı Hükümler



1. Kur'an-ı Kerimi levha ve kemik üzerine yazmak ve yazdırmak caizdir.



2. Kesilen hayvanın kemiklerinden yararlanmak caizdir. Bunlardan istifade edilebilir.

3. Körlük, topallık ve hastalık gibi Özrü bulunan kimseye, cihad farz değildir. Harbe
gitmedikleri halde bu gibi özür sahiplerine sevap verilebilir.

Ancak Nevevi'ye göre sevapları mücâhidler derecesinde değil, niyyetlerine göre
verilir. Allâme Aynî İse, cihada niyeti olduğu halde bir özürden dolayı cihada
katılamayan kimseye mücâhid sevabı verileceğini söylemiştir. Nitekim; "Medine'de
Öyle insanlar var ki: Biz bir vadiyi veya dağ yolunu tuttuk mu (gönülden) onlar da
bizimle beraber olurlar. Ama kendilerine özür mani olmuştur." mealindeki 2508
numaralı hadis-i şerif de bunu ifade etmektedir.

4. Cihad, farz-i kifayedir. Hadis-i şerif Peygamber (s. a.) zamanında cihadın farz-ı ayn
olduğunu iddia edenlerin sözünü reddetmektedir. Cihad her devirde farz-ı kifayedir.
Ancak Küffar istilâ ettiği zaman farz-ı ayn olur. Yada, kâfirlerin hâkim olduğu
topraklarda, mü'minlere zulüm söz-konusu ise yine farzı ayndır. Cihad'sa küfrü

reddetme eyleminin fiili şeklidir.

2508. ...Enes b. Malik'den Rasûlullah (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Vallahi siz Medine'de öyle bir cemaat bıraktınız ki onlar sizin yürüdüğünüz (bütün)
yol(lar)da ve sarfettiğiniz (her) malda, geçtiğiniz (her) vadide sizinle beraberdirler."
(Bunun üzerine ashab-ı kiram);

Ey Allah'ın Rasûlü! Onlar Medine'de oldukları halde nasıl bizimle olurlar dediler. (Hz.
Peygamber de);

[144]

"Onları mazeret(leri) alıkoydu." diye karşılık verdi.

Açıklama

Bu hadis-ı şerif bir işe iuyyet edipte herhangi bir özründen dolayı onu yapamayan bir
kimsenin o ışı yapan kimse gibi sevap alacağına delildir. Bu hadisi Ebu Avâne ile İbn
Hibbân da rivayet etmiştir. Fakat Ebu Avâne ile îbn Hıbban'm hadisinde, "sizinle
beraberdirler" cümlesi, "sevapta size ortaktırlar" şeklinde rivayet edilmiştir. Bu da
mazereti sebebiyle savaşa katılamayan kimselerin katılanlarla beraberliğinin sevab
yönünden olduğunu ifade eder.

Metinde geçen mazeret kelimesi hastalıktan daha genel bir manada kullanılmıştır. Her
ne kadar Müslim'in rivayetinde "kendilerini hastalık hapsetmiştir" ifâdesi varsa da bu
ifade, mazeretin sadece hastalıktan ibaret olduğunu değil, fakat insanların harbe

katılmasına en çok hastalığın engel olması hasebiyle kullanılmıştır. ^ ^
Bazı Hükümler

1. Harbe giden 8âzUerle niyyet olarak beraber olup da hastalık veya başka bir sebeple
harbe fiilen iştirak edemeyen kimseler, harbe katılan gaziler gibi sevaba nail
olacaklardır.

2. Farz-ı kifaye veya farz-ı ayn olarak yani umûmi seferberlikte cihada iştirak etmeye
niyetlenmek her mü*mine farzdır/



20. Cihada Denk Olabilen Amel



2509. ...Zeyd b. Halid el-Cüheni, Rasûlullah (s.a.)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Kim Allah yolundaki bir mücahidi donatırsa (Allah yolunda) savaşmış olur. Kim de
bir mücahide ailesi hakkında hayırlı bir vekil olursa, o da (Allah yolunda) savaşmış

olur.'^
Açıklama

İbn Hibban metinde geçen; "Allah yolunda savaşmış olur" cümlesini; "Gerçeklen
savaşmadığı halde yine de aynen Allah yolunda savaşan bir mücâhid gibi sevab alır."
şeklinde tefsir etmiştir.

Hafız İbn Hacer bu hadis-i şerif hakkında yaptığı açıklamada Müslim'in rivayet ettiği
"Hanginiz savaşa çıkan mücâhide ailesi ve malı hakkında hayırlı bir vekil olursa, ona

mücahidin ecrinin yansı verilir. ^ mealindeki hadis-i şerifi delil getirerek;
"kendini harp malzemeleriyle donattıktan ya da ailesinin nafakasını temin ettikten
sonra savaşa çıkan bir mücâhide, başkasının yardımıyla yada ailesinin nafakasını
temin etmeden savaşa giden bir mücahidin sevabının iki misli sevap verileceğini"
söylemiştir.

Hafız İbn Hacer'e göre, "Mücâhidin ailesini ve malını koruyup gözeten kimseye
mücâhidin ecrinin yarısının verileceği"ni ifade eden hadis-i şerifle mevzumuzu teşkil
eden ve; "mücâhidin ailesini koruyup gözeten kimsenin aynen bilfiil cihadeden
mücahid gibi sevab alacağını" ifade eden hadis arasında herhangi bir çelişki yoktur.
Çünkü Müslim'in hadisinde geçen; "Mücâhidin ecrinin yarısı" tabirinden maksat,
mücahidin şahsına isabet eden sevabın yansı değildir. Bu kelimeyle kasdedilen,
mücâhidin Allah yolunda savaşmasıyla hem kendisi hem de onun ailesini koruyan kişi
için hasıl olan sevapların toplamının yarısıdır. Bu demektir ki mücâhidin ailesini,
malını ve mülkünü koruyan kimse için de aynen bilfiil harbe katılan bir mücahid gibi
sevab verilir.

Hadis-i şerifte mücâhidin silahlanması için gerekli yardımı yapan kimsenin de aynen
mücahid gibi sevap alacağı ifade edildiğine göre, kendi kendini donatarak harbe giden
mücahid ile geride bıraktığı ailesinin nafakasını temin ederek savaşa giden bir
mücâhide, başkasının yardımıyla ya da ailesinin nafakasını temin etmeden savaşa

[149]

giden bir mücâhidin sevabının iki misli sevap verilecek demektir.- 1 1

Her ne kadar hadis-i kudsî'de "...Her kim bir iyilik yapmaya niyetlenir de yapamazsa
Cenab-ı Hak onu kendi katında tam bir iyilik olarak yazar (kabul eder). Eğer hem
niyetlenir hem de o iyiliği yaparsa on iyilik sevabı yazar ve bu sevabı yediyüz ve daha

fazla katma çıkarır... buyuruluyorsa da, mücahidi donatan veya onun ailesinin
nafakasını temin eden kimse iyi niyetinin sonucu olarak sadece bir cihad sevabı
almakla kalmaz, bilfiil savaşa katılan mücâhid gibi cihadın sevabını da kat kat
fazlasıyla alır. Çünkü mücâhidlere yardım eden kimseler de niyyetlerini bilfiil

harekete geçiren kimselerdir.



Bazı Hükümler



1. Mücahidi harp malzemeleriyle teçhiz eden bir kimse aynen bilfiil harbe katılan
mucahıd gibi sevap alır.

2. Mücahidin geride bıraktığı ailesinin nafakasını temin eden bir kimse aynen bilfiil
harbe katılan mücâhid gibi sevap alır.

3. Kendi kendini donatarak bu savaşa giden bir mücâhid başkasının yardımıyla savaşa
giden bir mücâhidin iki misli sevap alır.

4. Ailesinin nafakasını temin ederek savaşa giden bir mücâhid, ailesinin nafakasını
temin etmeden savaşa katılan bir mücahidin iki misli sevap alır.^^

2510. ...Ebu Said el-Hudri (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.)'Beni
Lihyan'a (karşı savaşmak üzere bir müfreze) gönder(mek iste)miş ve;
"Her iki adamdan biri çıksın!" buyurmuş. Sonra oturan(lar)a; "Çıkanın ailesi ve malı
hakkında hanginiz hayırlı bir vekil olursa, çıkanın yarı sevabı ona verilir" buyurmuş.

£1531



Açıklama

Hicretin dördüncü yılında Beni Lihyân, Rı'lzekvân ve Usayya kabileleri,
Peygamberimizden, kendileri için din adamları ve yardımcılar istemişler, gönderüince

de onları Bi'ri Maûne'de şehid etmişlerdi. ^-^—^

Peygamberimiz onların öçlerini almak üzere, Beni ühyânları bulup onlara ansızın
baskın yapmayı tasarladı. Bunun için hemen sefere hazırlanmalarını ashabına emretti.

İşte bu sefer esnasında, Fahri kainat efendimiz her evde bulunan iki erkekten
birinin veya her kabiledeki erkeklerin yarısının harbe çıkıp, diğerlerinin evde
kalmasını emretmiş ve evde kalanların mücâhidlerin ailesine bakmakta kendilerini
aratmamaları ve onlara hayırlı bîr vekil olmaları halinde onların cihadından hasıl olan

sevabın yarısına nail olacaklarını ifade buyurmuştur. '

Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de ifâde ettiğimiz gibi mücahidin aile halkının
nafakasını temin eden kimsenin, müchadin ecrinin yarısını almasından maksat,

mücâhidin hissesine düşen ecrin yarısı değildir mislidir.



21. Cesurluk Ve Korkaklık



2511. ...Ebu Hureyre (r.a.) Rasûlullah (s.a.)'i şöyle buyururken dinlediğini söylemiştir:
"İnsanda bulunan (huy)larm en kötüsü, hırslı bir cimrilik ve şiddetli bir

korkaklıktır"^ 1



Açıklama



Şuhh, "Cimrilik" demektir. Cömertliğin zıddı ve nefsin yakalandığı tedavisi güç bir
hastalıktır. Şer'an ve insanî bakımdan malı harcanması gereken yerlerde harcamaktan
kaçınmak demektir. Tamahkarlıkta ileri gidenler ilk önce, "bahil - cimri" unvanım
alırlar. Sonra bunun aşırısına uğrayarak hakirliğe ve adiliğe düşerler. Bazılarına göre



şuhh cimriliğin aşırı derecesidir.^ ^

Yüce Allah cimriliğin kötülüğünü şöyle açıklıyor: "Cimrilik eden, kendisini müstağni
gören, güzel kelimeyi (şehâdet kelimesini) yalanlayan kimseye, güçlüğe götüren

yolları kolaylarız, helak olduğunda onun malı fayda vermez."

"Kendisini cimrilikten koruyan kimse felah bulmuştur. "L^-J Bu konuda Peygamber
Efendimiz şöyle buyurmuştur: Zulümden kaçınırız. Çünkü zulüm, kıyametde
karanlıklara sebeptir. Cimrilikten de korununuz. Çünkü cimrilik, sizden evvel

geçenleri helak etmiş, onları kan dökmeye, haramı helal görmeye sevketmiştir.
Cebânet ise, korkaklık ve cesaret yokluğu demektir. Korkan insan, hayal ve vehmin
zanlarm esiri olup herşeyden ve belki kendi gölgesinden bile korktuğu için genel
görünüşüyle kendisinden fayda umulan hür kişilerden sayılmaz; sözüne,
mukavelesine, ahitleşmesine güvenilmez, yolculuk etmek, hele sabır ve sebat gerekli
olan yerlerde (savaş gibi) bulundurmak doğru olmaz.

Bu gibi korkakları küçük bir görevle bile savaşta bulundurmak düşmana imkan
vermek demektir. Ahlak ulemasının beyânına göre cimrilik korkaklıktan,

cömertlik de cesaretten neşet eder.^^

[1651

22. Kendinizi "Kendi Ellerinizle Tehlikeye Atmayın!" Ayet-I Kerimesi 1

2512. ...Ebu îmran, Eşlem (b. Yezid)'den; demiştir ki: "Biz İstanbul'u kasdederek
Medine'den savaşa çıktık. Cemaatin başında Abdurrahman b. Halid b. el-Velid vardı.
Rum (askerleri) sırtlarını (İstanbul) şehrin(in) surlarına dayamışlardı. Derken (bizden)
bir adam (tek basma) düşmana saldır(ıp düşman safları arasına dal)dı. Bunun üzerine
halk "Vazgeç, vazgeç! lâilahe illallah kendi elleriyle kendini tehlikeye atıyor!" diye
feryada başladı. (Bunu gören) Ebû Eyyûb (el-Ensârî) dedi ki: "Bu âyet biz Ensâr
topluluğu hakkında indi. (Yüce) Allah Peygamberi (Muhammed) (s.a.)'e yardım edip
İslâmi-yete destek olunca (kendi kendimize);

"Haydi gelin mallarımızın başında duralım, onları düzene koyalım" demiştik. Bunun
üzerine Yüce Allah; "Allah yolunda sarf ediniz de kendinizi ellerinizle tehlikeye

atmayınız !"^^ (mealindeki âyet-i kerimeyi) indirdi. (Kendi) eller(imiz)le kendimizi
tehlikeye atmak (demek), mallarımızın başında onları düzene koymakla uğraşmamız
ve cihâdı terk etmemiz (demektir."

Ebu İmran dedi ki: Ebu Eyyub (Şehid olup ta) İstanbul'a defn edilinceye kadar cihada
devam etti.^^



Açıklama



Çoğu kere hastalık ve kötü alışkanlıklarla mücadelede söz konusu edilen; "Kendinizi
kendi elinizle tehlikeye atmayın" mealindeki ayetin sebeb-i nüzulünü açıklayan büyük
sahabi ve büyük mücahid Ebu Eyyub el-.Ensarî hazretleri, bizzat veya bilvasıta Ci-
hada iştirak etmekten kaçınanları uyarmakta, cihada hazır olmamanın ve mutlak sulh
taraftarı görünümüne bürünmenin tehlikesine ciddi şekilde dikkatleri çekmektedir.



Harbi; tehlike, sulhu ise, tehlikeden uzak kalmak sanmanın yanlışlığını ortaya koyan
âyet, müslümanlar için bir hareket ve fedakarlık kaynağıdır. Görünüşe aldanmama
ihtarıdır. Zâten savaşla ilgili bir ayette, kişisel kanaat ve görüşlerin kısırlığı, ilâhi
emirlerin ve yasakların maslahat-ı nassa uygunluğu şöyle açıklamış bulunmaktadır:
"Savaş -hoşunuza gitmediği halde- size farz kılındı. İhtimal ki hoşlanmadığınız bir şey
sizin İyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şeyde kötülüğünüzedir. Allah bilir, siz

bilmezsiniz. ^

Savaşın fevkalade sıkıntıları olduğu muhakkaktır. Kişiyi ölüm tehlikesiyle burun
buruna getirdiği de doğrudur. Ancak cihada iştirak etmek demek, mutlaka ölmek
demek de değildir. Allah yolunda savaşırken ölene zaten "ölü" denemez. Çünkü yüce
Allah Kur'ân-ı Kerîminde; "Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin, zira onlar
diridirler, fakat siz farkında değilsiniz." "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler
sanma, Bilakis Rableri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden onlara verdiği
şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar, arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere,

kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler." bu-
yurmaktadır.

İyilik ve tehlikeden uzaklık olarak değerlendirilen sulh ya da cihad-dan geri durmanın
tehlikesi ise, kişiyi mal kazanmaya ve rahata alıştırması, dünyayı sevdirmesi, ölümden
korkma hissini yaygınlaştırması ve fedakârlık ruhunu öldürmesi olarak sayılabilir.
İnançları çerçevesinde, kendi ülkesinde özgür yaşama mutluluğunun önemini takdir
edemeyen fertlerden oluşan bir milletin varlığı görülmüş değildir. Bu yüzden mutlak
sulh taraftarı olmak, tehlikeyi tam anlamıyla kucaklamak demektir. Gerektiğinde
cihada koşmasını ve ölmesini bilmeyen milletler yaşama haklarından kendi
kendilerine vazgeçmiş olmaktadırlar, İşte bu kişilerin kendi elleriyle kendilerini
tehlikeye atması olur. Nitekim Allah Teâîâ bir ayet-i kerimede cihaddan geri
kalanların durumuna ışık tutmakta, acı sonlarını bizlere şöyle açıklamaktadır; "Ey
inananlar, size ne oldu ki, "Allah yoİunda savaşa çıkın" dendiği zaman yere çakılıp
kaldınız? Ahireti bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının
geçimi ahirete göre pek az bir şeydir. (Cihad'a) çıkmazsamz, Allah size can yakıcı aza
bin azab eder ve yerinize başka bir millet getirir. Ona bir şey de yapamazsınız, Allah

her şeye kadirdir.

Tefsir alimlerinin beyanına göre bu ayeti kerimeler her halükârda savaşa hazırlıklı ve
uyanık bulunmanın ve bunun için gerekli harcamaları yapmanın farz olduğunu ifade

etmektedir.



23. Atıcılık



2513. ...Ukbe b. Âmir'den; demiştir ki: Ben Rasûluüah (s.a.)'i şöyle buyururken
işittim; "Aziz ve celil olan Allah bir ok sebebiyle uç kişiyi cennete sokar, hayır uman
ve bu sebeple onu yapan ustasını, onu atanı, onu atana vereni.

Atıcılık ve binicilik yapın. Atıcılık yapmanız bana binicilik yapmanızdan daha
sevimlidir. Üç oyundan başka (mubah) oyun yoktur. İnsanın atını terbiye etmesi, ailesi
ile oynaşması, yayı ve oku ile atması. Kim (ok) atmasını öğrendikten sonra ondan yüz
çevirerek atışı terkederse -ki ok atmak gerçekten (büyük) bir nimettir-Onu(n şükrünü)



terketmiş olur. Yahut da (ravi şöyle) dedi: "Ona nankörlük etmiş olur."



Açıklama

Allah Teâlâ'nm bir ok sebebiyle cennete sokacağını va'dettiği üç kişiden biri oku
atana onu veren kimsedir. Bir kimsenin oku atana vermesi iki şekilde olur:

1. Bir kimse yanma okları alır ve oku atacak kimsenin" yanında durur. Oku atacak
olan kimse elindeki oku attıkça o kimse de yenilerini ona verir. Bu suretle okçuya
yardımcı olur.

Günümüzde makineli silahların veya topların tetiğini çeken ve mermileri hedefe
gönderen kimselere bazı askerlerin makinelilerin ve topların ağzına mermi koyarak
yardım etmeleri gibi.

2. Oku atan kimse elindeki okları attıkça elinden giden okları düştükleri yerlerden
toplayıp gelmekle olur. İşte ok atan kimseye bu iki yoldan biriyle yardım eden kimseyi
de Allah cennetine sokacağını va'detmiştir.

Ancak buradaki oku sadece eski devirlerde yayla atılan oklardan ibaret zannetmek
yanlış olur. Mevzumuzu teşkil eden ok, devrin en modern ve en tesirli silahını ifade
etmektedir. Bu, devrin şartlarına ve düşmanın durumuna göre değişebilir, Müslüman,
düşmanlarından daha güçlü olmak ve onlara karşı onların silahlarından daha üstün
silah kullanmakla mükelleftir.

Metinde geçen "Atıcılık ve binicilik yapın*' cümlesi ise "hedefe atacağınız silahları
sadece yaya olarak atmakla kalmayın, deniz, hava, kara vasıtalımın en modernlerinden
de istifade ederek silahlarınızı uçaklar, jetler, füzeler, tanklar, deniz altıları,
torpidolarla düşmanlarınız üzerine atın. Yerine göre bazan yaya olarak, bazan da
vasıtalarla kullanınız" demektir.

et-Tîbî "atınız", "bininiz" cümlelerinden ikinci cümlenin birinci cümle üzerine
atfedilmiş olduğunu nazar-ı dikkate alarak bu iki cümlenin birinin diğerinden
tamamen farklı olduğunu, çünkü bir cümlenin diğer bir cümle üzerine atfedilebilmesi
için cümlelerin birbirinden tamamen farklı olması gerektiğini ifade ettikten sonra
"atınız" cümlesiyle ok atmak, "bininiz" cümlesiyle de mızrak atmak kasdedilmiştir.
Zira ok yaya olarak, mızrak da süvari olarak kullanılır demiştir.

Bu iki cümleyi bu şekilde açıklayan Tîbî (r.a.)ye göre metinde geçen "atıcılık
yapmanız bana binicilik yapmanızdan daha sevimlidir" cümlesi "sizin ok atarak
savaşmanız, mızraklarla savaşmanızdan bana daha sevimlidir" anlamına gelmektedir.
Hanefi ulemasından Aliyyü'l-Kari'ye göre bu cümle '"ok atıcılığı yapıp bunu
öğrenmek, at terbiye edip onun üzerinde harp talimleri yapmaktan bana daha
sevimlidir" anlamına gelmektedir. Çünkü at terbiye edip onun üzerinde harp talimleri
yapmak çoğu zaman sahibine gurur ve kibir getirir. Ok atmada ise böyle bir durum
yoktur ve ok atıcılığında genel bir fayda vardır. İşte bu hikmete bağlı olarak; "Onlara
karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad İçin bağlanıp beslenen atlar

hazırlayın/

âyet-i kerimesinde atıcılık at terbiye etmekten önce zikredilmiştir. Yine aliyyü'l-
Kari'ye göre bu hadis-i şerifte mızrak kullanmaya delalet eden bir ifade mevcut

değildir.

Hadis-i şerifte düşmanla savaş için atış talimi yapmanın, at terbiye etmenin kişinin



eşiyle oynaşmasının dışında bütün oyunların gayrı meşru olduğu ifade edilmektedir,
Çünkü istisna edilen bu üç oyunda netice itibariyle hakka yardımcı olma cihada
hazırlanma mânâsı vardır. İnsanı harbe karşı hazırlayacak ve onu maddeten ve manen
düşmana karşı güçlü kılacak her hareket bu hükmün kapsamı içine girer. Hattâbî'nin
beyanına göre her ne kadar ulemadan bazıları harbe hazırlayacağı zannıyla satranç
oynamanın mubah olduğunu söylemişlerse de, onu kumarla oynayanların fasık,
kumarsız oynamakla beraber oyuna kendilerini kaptırarak oyun esnasında sinirlenerek
kötü sözler sarfedenlerin veya namazlarını geciktirenlerin şahitlikleri kabul edilmez.
£175]

Bazı Hükümler

1. Allah, İslam düşmanlarına karış atılan bir silahı kullanan kimseyi cennete
koyacağım va dettiği gibi, düşmana karşı kullanılması niyetiyle o silahı imal eden
ustayı ve silaha mermi temin eden kimseyi de cennete koyacağını va'detmiştir.

2. Kişinin eşiyle oynaşması, cihada hazırlık maksadıyla atış talimi yapması ve atını
terbiye etmesinin yanında insanı harama sürükleyici olmaktan uzak olan eğitici ve
insan fıtratının ihtiyaç duyduğu sağlıklı oyunların dışındaki oyunlar haramdır.

3. Atış öğrendikten sonra onu unutan veya terkeden kimse nimete nankörlük etmiş

olur. Çünkü atıcılığı taze tutmak ve daima savaşa hazırlıklı olmak gereklidir. ^

2514. ...Ebu Ali Sümame b. Şüfeyyi'l-Hemdanî, Ukbe b. Amir el-Cühenî'yi şöyle
derken işitmiş. Ben Rasûlullah (s. a.) minber üzerinde: "Onlara karşı gücünüz yettiği

[177]

kadar kuvvet hazırlayın... " J 1 (ayeti kerimesini okuduktan sonra) Dikkat!; kuvvet

Tl 781

atmaktır. Dikkat! kuvvet atmaktır. Dikkat! kuvvet atmaktır!" derken işittim. " J 1

Açıklama

Hz. Ukbe'nin Hz. Peygamberden işittiği âyet-i kerime-nin tamamı meâlen şöyledir;
"Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar
(savaş araçları) hazırlayın. Bunun Allah'ın düşmanım ve onlardan başka sizin
bilmediğiniz Allah'ı bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne

harcarsanız size ödenir, hiç haksızlığa uğratılmazsınız. " ^ - ^

Tefsir âlimlerinin beyânına göre âyet-i kerimede geçen "kuvvet" kelimesi düşmana
galebe teminine yarayan araç ve gereçlerin tümünü kapsamı içine almaktadır.
Zırhlı torpido, denizaltı gemileri, uçak, tank, makineli araba, hayvan, silah, demiryolu,
şose, ordu, kışla, depo, istihkam, yiyecek, içecek, giyecek, harp sanatı, beden kuvveti,
idmanlar, hulâsa harbe yarayan her-şey bu kuvvet kelimesinin anlamı içerisine
girmektedir. Bütün bunları tam bir surette ve vaktinde hazırlamak müslümanlar

- ■ i . ri8oı

uzerme borçtur.

24. Dünyalık Elde Etmek Ümidiyle Savaşan Kimse



2515. ...Muaz b.Cebel'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s. a.) şöyle



buyurmuştur:
"Savaş ikidir:

Allah'ın dinini yüceltmek isteyen, devlet başkanına itaat eden, (cihad yolunda) malım
ve canını harcayan, (silah) arkadaşına kolaylık gösteren ve fesattan kaçan kimse(nin
yaptığı savaş). Bu şekilde savaşan kimsenin uykusu da uyanıklığı da sevabtır.
Övünmek, gösteriş ve ün için savaşan, devlet başkanına itaat etmeyen" ve yeryüzünde
fesat çıkaran kimse(nin savaşı). Bu (şekilde savaşan) kimse (günahını karşılamaya)

yeterli bir sevab ile dönmez."^ ^
Açıklama

"Kefâf kelimesi; hayır, sevab, yeterli rızık, manalarına gelir. İbnu'I-Esir'in
Nihâye'deki ifadesine göre ise, bu kelime bir şeyin ihtiyaca cevab verecek mikdanni
ifade etmek için kullanılır.

Kadı Iyâz metindeki bu kelimenin bulunduğu cümleye "bir sevapla dönmüş olmaz"
diye mana vermiştir. Ancak şunu ifade edelim ki Kadı lyâz'm verdiği bu mana, söz
konusu kelimedeki kâfin kesre ile "kifaf ' şeklinde okunmasıyla ilgilidir. Eğer bu
kelimedeki kâfetha okunacak olursa, Kadı Iyâz'a göre sözü geçen cümleye, "kıyamet
gününde kendisine yetecek kadar olan bir rızıkla dönmüş olmaz" diye mana vermek
gerekir. Çünkü "kefaf kelimesi "yeterli rızık" anlamına gelir.

el-Muzhır ise, "kefaf kelimesi denklik, eşitlik manasına geldiğinden bu cümleye,
"günahına denk bir sevapla dönmüş olmaz" diye mânâ vermiştir. el-Muzhır'm verdiği
bu manaya göre övünmek, gösteriş ve ün için savaşan, devlet reisine veya onun tayin
ettiği kumandanlara itaat etmeyen ve yeryüzünde fesat çıkaran kimsenin savaştan
kazandığı sevab günahını karşılayamaz. Bilakis günah sevabından daha fazla olarak
savaştan dönmüş olur. Nitekim Tîbî ve Hafız Münzirî de bu manayı tercih etmişlerdir.
Çünkü ibâdetler salim bir niyetle yapılmadıkları zaman günaha dönüşürler. Günah
işleyenler ise günahkâr olurlar.

Ancak bu hadisin senedinde Bakiyye b. Velid vardır. Bu râvi çok tenkide uğramıştır.
Bilindiği gibi ibâdetlerde riya dört şekilde bulunur:

1. İbâdette sâdece riya bulunur, sevap kasdı bulunmaz. Riyanın en şiddetlisi budur. Bu
kimse bu ibadetinden dolayı günahkâr olur.

2. Hem sevab kasdı hem de riya bulunur. Fakat riya sevap kasdmdan daha fazladır. Bu
çeşit riya birinci derecedeki riyaya yakındır.

Bu hastalığa tutulan kimse de her ne kadar ibâdetlerinde Allah'ın rızasını kazanma
niyyeti varsa da bu niyyet çok az olduğundan o kimseyi ibadete zorlayacak güçte
değildir. Tenhada kaldığı zaman ibadet yapamaz. Riya ile yaptığı ibâdetlerinden
dolayı da günahkâr olur.

3. Riya ile sevap kasdı eşittir. Bu kimseyi yaptığı ibâdetlere sürükleyen kuvvet ne
sadece gösteriş yapma duygusudur, ne de sadece sevab kazanma arzusudur. Onu
ibadete sürükleyebilen riya ile sevap kasdmm bir-leşmesidir. Çünkü içindeki riya onu
tek basma ibâdete sürüklemeye yeterli olmadığı gibi, sevap kazanma duygusu da onu
tek başına ibadet yapmaya sürüklemek için yeterli değildir. Bu kimseye ibadetinden
dolayı sevap verilmediği gibi günah da yazılmaz.

4. Sevap kazanma arzusu gösteriş arzusundan daha çoktur. İşte ibâdetlerine bu şekilde



bir riya karışan kimseye ibadetinden dolayı sevab verilirse de bu sevab amelinin tam
karşılığı değildir. Çünkü ibadetine az da olsa riya karışmıştır. Bu riya amelini
tamamen ibtal etmezse de sevabım azaltır. Riyanın bundan Önceki derecelerine ise

asla sevap verilmez.^

2516. ...Ebu Hüreyre'den rivayet edildiğine göre bir adam (Hz. Peygambere);

Ey Allah'ın Rasûlü, bir adam Allah yolunda savaşmak istiyor ve aynı zamanda
ganimet elde etmek istiyor (buna ne buyurursunuz)? diye sormuş. Rasûlullah (s.a.) da;
"Onun için bir sevab yoktur." buyurmuş Halk bu cevabı (gözlerinde) büyüterek o
adama (bu soruyu); Rasûlullah (s.a.)'e tekrarla, herhalde sen cevabı iyi anlayamadın
demişler. Bunun üzerine o adam;

Ey Allah'ın Rasûlü adam Allah yolunda savaşmak istiyor ve aynı zamanda ganimet
elde etmek arzu ediyor! diyerek soruyu tekrarlamış. (Hz. Peygamber de);
"Ona sevab yoktur" buyurmuş. (Orada bulunanlar) (sözü geçen) adama (soruyu);
Rasûlullah (s.a.)'e bir daha tekrar et demişler. O da Hz. Peygamber'e (soruyu) üçüncü

Tl 831

defa tekrarlamış* (Hz. Peygamber yine); "-Ona sevap yoktur" cevabını vermiş.

Açıklama

Hadis sarihlerinin açıklamasına göre metinde geçen; "Bir adam Allah yolunda
savaşmak istiyor ve aynı zamanda

ganimet elde etmek arzu ediyor' 'cümlesine iki şekilde mana vermek mümkündür:

1. "Bir adam görünüşte Allah yolunda cihad etmek istiyor. Ama asıl maksadı cihad
etmek değil, dünyalık temin etmektir."

2. "Gerçekten, Allah'ın rızâsını kazanmak için Allah yolunda savaşmak istiyor. Fakat
bu cihad arzusunun yanında aynı zamanda ganimet elde etmek de istiyor."

Hz. Peygamberin "Ona sevap yoktur" buyruğunu da yukarıdaki cümleye verilecek
manaların ışığında anlamak gerekiyor.

Buna göre, eğer yukarıdaki cümleye birinci mana verilecek olursa, "ona sevap yoktur"
cümlesi, "ona bu cihadından dolayı hiç bir sevap verilmez" anlamına gelir.
Eğer sözü geçen cümleye ikinci mana verilecek olursa, "ona sevap yoktur" cümlesi,
"ona tam bir cihad sevabı verilmez sevabı eksik olarak verilir" anlamına gelir. Riyanın
ibâdetlerin sevabını hangi ölçüde azalttığını bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımız
için burada tekrara lüzum görmedik. Ayrıca harpten elde edilen ganimetin, ahirette
elde edilecek cihad sevabının üçte ikisini eksilteceği 2497 numaralı hadis-i şerifte
ifade edilmektedir. Ayrıntılı bilgi için sözü geçen hadisin şerhine müracaat edilebilir.
£1841

Allah'ın Dinini Yaymak İçin Savaşan Kimse

2517. ...Ebu Musa (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre, bir a'râ-bî Rasûlullah (s.a.)'e
gelip;

Ya Rasûlallah "Adam ün için, övülmek için, ganimet elde etmek için ve
(kahramanlıktaki) derecelerini göstermek için savaşıyor." (Bu kimse hakkında ne
dersin?) demiş. Rasûlullah (s.a.)'de;



"Kim Allah'ın kelimesinin hakim olması için savaşırsa o kimse aziz ve celîl olan
Allah'ın yolundadır." buyurmuş.'-

Açıklama

Hafız îbn Hacer'in açıklamasına göre "Allah'ın kelimesi"nden maksat, Allah'ın
insanları İslama davetidir. Avnü'l-Ma'bûd müellifi ise, Allah'ın kelimesinden
maksadın "La ilahe illallah" kelimesi olduğunu söylüyor. Buna göre Allah'ın bu
davetini veya kelime-i tevhidini yaymak ve onu her tarafta hakim kılmak için savaşan
kimseler Allah yolunda savaşmış sayılırlar. Bunun dışında herhangi bir maksatla
savaşa çıkan kimselerin ise Allah yolunda savaşmış olmalarından bahsedilemez.
Ancak bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi asıl maksadı kelime-i
tevhidi yaymak ve Allah'ın davetini insanlara ulaştırmak olduğu halde bunun dışında,
fakat ikinci derecede kalan birtakım dünyevi maksatları da bulunarak savaşa katılan
kimseler ise her ne kadar tam bir cihad sevabı alamazlarsa da yine de Allah yolunda
cihad etmiş sayılırlar. Nitekim İbn Cerir et-Taberî'de:

"Allah'ın dinini yaymak maksadıyla savaşa çıkan kimseye savaş esnasında birtakım
dünyevi maksatların arız olması o kimsenin savaşının Allah yolunda olmasına engel
değildir." diyerek bu görüşü savunmaktadır. Ulemanın büyük çoğunluğu da bu
görüştedir.

Bezlü'l-Mechûd müellifi Şeyh Halil Ahmed bu mevzudaki görüşünü şöyle
özetlemiştir; "İnsanı savaşa sevkeden kuvvetler akıl kuvveti, öfke kuvveti ve şehvanî
kuvvet olmak üzere üçtür. Bunlardan sadece akim şevkiyle harbe giren kimse Allah
yolundadır. Öfkesinin veya şehevânî arzularının zebûnu olarak harbe giren kimselerin

n 871

ise, Allah yolunda savaştıkları söylenemez.

2518. ...Amr (b. Mürre); "Ben Ebû Vail'den hoşuma giden bîr hadis işittim" dedi ve
(önceki hadisin) mânâsını rivayet ettiJ^^

Açıklama

Bu hadisin kaynakları ve açıklaması bir önceki hadisin şer-hinde geçmiş
bulunmaktadır. ^

2519. ...Abdullah b. Amr' den; demiştir ki: Abdullah b. Amr; Ey Allah'ın Rasûlü bana
cihadı anlat dedi. (Hz. Peygamber'de); "Ey Abdullah b. Amr! Eğer sen sabrederek ve
sevabım sadece Allah'dan bekleyerek savaşırsan, Allah da seni sabreden ve (yaptığı
savaşın sevabını sadece Allah'dan) uman (bir kişi) olarak diriltir. Eğer gösteriş için (ya
da mal) çokluğuyla övünmek için savaşırsan, Allah seni gösterişçi ve (mal) çokluğuyla
övünen (bir kimse) olarak diriltir. Ey Abdullah b. Amr, hangi hal üzere savaşırsan

Allah da seni o hal üzere diriltir" buyurdu.



Açıklama



Tekâsür: Çokluk kuruntusu, gururu, iddiası manalarına gelir. "Biz çoğuz", "hayır biz
çoğuz" diye insanların birbirleriyle çokluk yarışı yapmaları, çokluk sevdası veya
çokluk izharı ile tefâhur etmeleridir ki, genellikle dünya ehlinin kapılıp aldandığı bir
gurur halidir.

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte bu kelimeyle kasdedilen mânâ ise, "savaşa
katılan bir kimsenin savaştan elde edeceği mal, şöhret, ün, şan gibi cihadın ruhuna
aykırı olan dünyevi zenginliklerle övünerek başkalarına üstünlük taslamasıdır.
Nitekim Allah Teâlâ ve tekaddes hazretleri; "Bilin ki dünya hayatı bir oyun, eğlence,

süs, kendi aranızda (birbirinize karşı) övünme, mal ve evlat çoğaltma yansıdır.

[1921

Ve "Çoklukla övünmek sizi oyaladı. mealindeki ayet-i kerimelerinde insanların

mal ve evlat çokluğuna düşkünlüklerinin kendilerini nasıl oyalayıp felâkete sü-
rüklediğine dikkatler çekilmiştir.

Harpten elde edeceği dünyevi ganimetlerle başkalarına üstünlük sağlamak maksadıyla
veya şan ve şeref ümidiyle savaşan kimselerin âhirette savaşa hangi maksatlarla
girdiklerinin ortaya çıkacağı gibi ihlasla savaşanların da itilasının olanca açıklığıyla
ortaya döküleceği çok veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Nitekim bir hadis-i şerifte de;
"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle hasredilirsiniz" buyurularak bu
manaya işaret edilmiştir. Metinde geçen; "Eğer sen sabrederek ve sevabını sadece
Allah'dan bekleyerek savaşırsan" anlamındaki şart cümlesinde geçen "sabredici" ve
"sevabını sadece Allah'dan bekleyen" kelimelerinin cevap cümlesinde nekre olarak
zikredilmeleri bu vasıflarla harbe giren kimselere kıyamet gününde verilecek sevabın
mikdannm hesaplanamayacak kadar çok, Allah'dan başka kimsenin bilemeyeceği
kadar fazla olduğunu ifade etmek içindir. Gösteriş için veya benzeri duyguların
şevkiyle savaşa giren kimselerin ellerine savaştan bir sevabın geçip geçmemesi

T1931

meselesini 2515-2516 numaralı hadislerin şerhinde açıklamış bulunmaktayız. J 1

25. Şehitliğin Fazileti

2520. ...İbn Abbas (r.a.)'dan; demiştir ki: Rasülullah (s. a.), şöyle buyurdu; "Uhud'da
kardeşlerinize (şehidlik) isabet edince Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine
yerleştirdi. (Bu ruhlar yeşil kuş suretindeki taşıyıcılarına binerek) cennet nehirlerine
uğrar meyvelerinden yerler (sonra), arşın gölgesinde asılı olan altından kandillere
dönerler. (Şehidîer) Yediklerinin, içtiklerinin ve kaldıklara yerin güzelliğini görünce,
"Bizim cennette diri olup da (Şehadetten dolayı cennet nimetleriyle)
rraklandmldığımızı, cihada yönelmeleri ve harb-den korkup kaçmamaları için
(dünyada bulunan) kardeşlerimize iletecek kim var? derler. (Bunu nüzerine) Her türlü
noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah; "(bunu) sizden onlara ben eriştireceğim" bu-

[1941

yuracak. (Nitekim) Allah; "Allah yolunda öldürülenleri ölü zannetmeyin..."- 1 1

(mealindeki) ayet-i kerimeyi sonuna kadar indirdi

Açıklama



Normal ölümle ölen kimseye "ölü" denir. Allah yolunda hayatını feda eden kimseye
de "şehîd" denir. Şehid, Allah katında yüce bir hayata nail olacağı gibi, toplumu



tarafından da rahmetle anılır. Hem toplumu içinde ebediyyen yaşar, hem de gayb
aleminde gerçek hayata erer. Ulema bu hadis-i şerifin şerhinde şu iki mesele üzerinde
ihtilaf etmişlerdir;

1. Şehidlerin ruhları cennette kuşların içine mi gireceklerdir, yoksa kuş şekline mi
gireceklerdir?

2. Cennet ırmaklarında uçuşup cennet nimetlerinden faydalananlar sadece şehidlerin
ruhları mıdır, yoksa bu nimetlere erme saadeti tüm müs-lümanlara ait genel bir lütuf
mudur?

Gerçekten bu mevzuda gelen haberlerin tümü gözden geçirildiği zaman görülür ki
mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte olduğu gibi hadislerin bazılarında şehidlerin
ruhlarının yeşil renkli kuşların içine girecekleri ifade edilirken, bir kısmında da yeşil

renkli kuşlar şeklinde cennette gezecekleri ifade buyurulmaktadır. ^ - ^
Mâliki ulemâsından İmam Kurtubî, şehidlerin ruhlarının yeşil kuşlar suretine
gireceğini ifade eden rivayetlerin yeşil kuşların içine gireceklerini ifade eden
rivayetlerden daha sahih ve kuvvetli olduğunu söylüyor.

Hanefi ulemasından Aliyyu'l-Kâri de aslında şehidlerin ruhlarının kuşların
kursaklarına girecekleri ifadesiyle kuş suretine girecekleri ifadesi arasında bir fark
olmadığını, aslında bu ruhların kuşların kursaklarına girmesinden maksat, kuş şekline
girmeleridir demektedir.

İbn Kesir ise bu mevzuda farklı bir görüş ileri sürüyor ve, "Şehidlerin ruhları kuşların
kursaklarına girerler ve kuşlar onların bir biniti hükmüne gelir. Şehid olmayan
müminlerin ruhları ise, kuş şekline girer" diyor.

Bezlu'l-Mechûd yazarı Şeyh Halil Ahmed ise; "şehidlerin ruhları cennette, ruhsuz
olarak kuş suretinde bulunan cesetlere girerler, cesetleri mesabesinde olan bu
suretlerin cennet nimetlerinden yiyip içmeleri sayesinde onlar da cennetten nasiblerini
ve zevklerini alırlar." diyor.

Sindi ise, insan şeklinin kuş şeklinden daha güzel olduğunu, dolayısıyla şehidlerin kuş
suretine girmelerinin aslında onlar için bir nimet sayılamayacağı noktasından hareket
ederek; "şehidlerin ruhlarının kuş suretine girmeleri demek onların, kuşlar gibi sür'atli
olmaları demektir" diyor.

3. Cennette yeşil kuşlar gibi yaşayıp cennet nimetlerinden istifâde etme imkanının
sadece şehidlere ait bir lütuf mu yoksa bütün mü'minlerin ruhlarına ait genel bir lütuf
mu olduğu meselesi de ulema arasında ihtilaf mevzuu olmuştur. Başta İbn Kesir
olmak üzere ulemâdan bazıları; "mü'-minin ruhu öldükten sonra tekrar dirileceği güne

ri971

kadar cennetteki ağaçlardan birine konar bekler. " J 1 hadisine bakarak bu lütfün

bütün mü'min-lere şâmil olduğunu söylerken, İbn Abdi'l-Berr ve el-Kurtûbîgibi ilim
adamları da bu lütfün sâdece şehidlere ait olduğunu, şehid olmayan diğer mü'-minlerin
ruhlarının ise hemen ölür ölmez cennete giremeyeceklerini ancak sabah-akşam

cennetteki makamlarını görmek suretiyle mesrur olacaklarım söylüyorlar.
Bu mevzuda İmam Nevevi de şunları söylüyor:

Ulemâ ruhla nefsin aynı manaya gelip gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir. Bir çok meânî
ulemâsı ile, batın ilmi ve kelam ulemâsı ruhun hakikati bilinmez, onu tavsif etmek de
doğru değildir; o kulların bilmediği şeylerdendir, demişler: "De ki Ruh Rabbimin
işidir'* ayeti ile istidlal etmişlerdir.

Feylosoflar taşkınlık ederek ruhun yokluğuna kail olmuşlardır. Doktorların ekseriyeti



ruhun bedene dağılan latif bir buhar olduğunu söylerler. Üstadlardan bir çoğu ruh
hayattır, demişlerdir. Diğerleri, ruh latif bir takım cisimler olup, cismi sarmıştır. Cisim
onunla yaşar, onun ayrıldığı an cismi öldürmek Allah Teâlâ'nm âdetidir,
demişlerdir..."

Nevevî: "bizim ulemamıza göre ruh, bedene girmiş latif bir takım cisimlerdir; bu
cisimler bedenden ayrıldı mı insan ölür" diyor.

Ulema ruhla nefsin aynı mânâya gelip, gelmediğinde de ihtilaf etmişlerdir. Bazılarına
göre ikisi bir mânâdır. Birtakımları nefis kandır, demiş; bazıları da nefsin hayat demek
olduğunu söylemişlerdir.

Kadı Iyâz'm beyânına göre tenasüh, yani ruhların bir bedenden başka bir bedene
geçebileceğine, güzel suretlere girerlerse nimet ve ikram, çirkin suretlere girerlerse
azab göreceklerine kaail olan bazı mülhidler, bu ve benzeri hadislerle istidlal etmiş ve;
"Sevap, ikâb bundan ibarettir" demişlerse de bu kavil açık bir delâlet ve şeriatın isbat
ettiği haşır, neşir, cennet ve cehennem gibi hakikatleri inkardır.

Allah Teâlâ'nm cennete girenlere: "Bir şey arzu eder misiniz?" diye sorması onlara
yapılan ikram ve ihsanda mübalağa içindir. Yoksa kendilerine bir insanın hatırından
büe geçmeyen nimetler ihsan etmiştir. Bundan sonra daha ziyadesini istemeye teşvik
buyuracak fakat onlar bu verilenden daha' fazlasını bulamayarak ruhlarını bedenlerine
döndürmesini zira Allah yolunda can vererek bundan lezzet almak istediklerini

söyleyeceklerdir. - ^



Bazı Hükümler



1. Cennet yaratılmış ve hâlen mevcuttur.

2. Ölüler kıyametten önce sevab ve azab görürler.

3. Ruhlar ölmez.

4. Şehidler el'ân cennettedirler ve diridirler. L^OOJ



2521. ...Hasnâ bint Muaviye dedi ki: Amcam (Eşlem b. Selîm) bize (şunları) söyledi:

Ben Peygamber (s.a.)'e;

Kimler cennettedir? diye sordum da;

"Peygamber(ler) cennettedir, şehit(ler) cennettedir, çocuk(lar) cennettedir, diri diri
toprağa gömülen kız (çocukları) cennettedir." buyurdu.



Açıklama



Metinde geçen "mevlûd" kelimesiyle henüz bülüğ çağma ermeden günahsız olarak
ölen çocuklarla cansız olarak doğan ve düşük ismi verilen çocuklar kasdedilmiştir.
Veid ise, diri diri toprağa gömülen kız çocuğu demektir. Nitekim; "Ve o diri diri

[2021

toprağa gömülen kıza sorulduğu zaman. " J 1 âyet-i kerimesinde de bu kelime bu

manada kullanılmıştır. Bu hadis-i şerifte, günahsız olarak vefat eden erkek çocuklarla,
diri diri gömülen kız çocuklarının, peygamberlerin ve şehidlerin cennete girecekleri
ifade edilmektedir. Buradaki şehidlerden maksat, hakiki ve hükmi şehitler değildir.
Buradaki şe-hidler kelimesi hakiki ve hükmî şehitlerden daha genel bir mânâda kulla-
nılmış ve bütün müminlere şâmil kılınmıştır. Nitekim; "Allah'a ve Rasû-lüne inananlar



[2031

(yok mu) işte Rableri yanında onlar, sıddıklar (çok doğru olanlar) ve şehidlerdir." J 1

mealindeki âyet-i kerimede de şehid kelimesiyle hükmî ve hakiki şehidlerle birlikte
Allah'a ve Rasûlüne inanan kimseler kasdedilmiştir. Nitekim Mücâhid, "Allah'a ve

[2041

Rasûlüne inanan herkes ,sıddıktır ve şehiddir" demiştir.- 1 1

Şehid kelimesi bir sıfat-ı müşebbehe olarak ism-i fail manasında kullanıldığı kabul
edilirse, Allah katındaki nzıkları gören kimse anlamına gelir.

İsm-i mefûl manasında kullanıldığı kabul edilirse kendisine cennet gösterilmiş ve
hazırlanmış anlamına gelir. îsm-i fail manasında kullanılan şahidin çoğulu şühedâ ve
eşhâd gelir. Şen idler: Dünya şehidi, âhiret şehidi hem dünya hem ahiret şehidi olmak
üzere üç kısma ayrılır. Bunlardan üçüncüsüne, "Kâmil şehid" denir. Bunlardan
birincisi sadece dünyevi hükümler itibariyle, ikincisi de yalnız âhirette verilecek ecirce
şehitler kısmına katılmıştır.

Her ne kadar mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte Allah'a ve Rasûlüne inanan
herkesin şehid olduğu ifade ediliyorsa da bir önceki hadis-i şerifte Bakara Suresinin
154. ve Al-İ İmrah suresinin 169. âyetlerinde öldürüldükleri andan itibaren cennete
girip orada rızıklandırıldıkları ifade edilen şehidlerden maksat, Allah yolunda

öldürülen ve "hakiki şehid", "kamil şehid" isimleriyle anılan kimselerdir.
26. Şehid (Y etmiş Kişiye) Şefaat Edebilecektir

2522. ...Nimran b. Utbe ez-Zimârî dedi ki: Biz Ümmü'd-Derdâ'nm yanma girdik ve
hepimiz yetim idik. Ümmü'd-Derdâ (bizi görünce şöyle) dedi: "Size müjdeler olsun.
Çünkü ben Ebu'd-Derdâ'yı;„"Rasûlullah (s. a.);

"Şehid ailesinden yetmiş kişiye şefaat edecektir'* buyurdu, derken işittim.

Ebû Dâvud dediki; Nimrân b. Utbe'nin yeğeninin isminin doğrusu, Rebâh b. Selîd'dir.

r2061



Açıklama

Kıyamet gününde şehide, ailesinden yetmiş kişiye şefaat etme hakkı verilecektir.
Şehidin ataları ile kendi nesJin-den gelen kimseler bu yetmiş kişinin içine girebileceği
gibi şehidin eşleri ve diğer akrabaları da girebilir. Hafız Abdurrauf el-Münavi'nin
açıklamasına göre buradaki, "yetmiş" kelimesiyle, "yetmiş" sayısı değil çokluk
kasdedilmiştir. Binaenaleyh şehidin şefaat edebileceği kimselerin sadece yetmiş kişi
olduğunu kabul etmek doğru değildir. Hadisi "şehid kıyamet gününde ailesinden pek

[2071

çok kimselere şefaat edecektir." şeklinde anlamak lazımdır.- 1 1

Bu hadisin senedinde geçen el-Velid b. Rebah isminin aslı Rebah b. el-Velid'dir.
Ravilerden birisi bu ismi naklederken yanlış nakletmiştir. Bilindiği gibi bir hadisin
ravilerinin isimlerinin veya metnindeki lafızların bu şekilde altüst edilerek rivayet
edilmesine "kalb" ismi verilir. Bu şekilde rivayet edilen hadislerde de maklûb hadis

denir.



27. Şehidin Kabrinde Görülen Nur



2523. ...Aişe (r.anha)'dan; demiştir ki: Necâşi öldüğü zaman biz (kendi aramızda);

T2091

"artık onun kabri üzerinde bir nur görünüp duracaktır," diye konuşurduk.



Açıklama

Bilindiği gibi Necaşi Habeşistan krallarına verilen bir ünvandır. Kral, hükümdar
manalarına gelir. Hadis-i şerifte

sözkonusu olan Necâşî'nin özel isminin Asham, Azhama veya Abhar olduğu söylenir.
[2101

Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, İslamm ilk yıllarında Kureyşli müşriklerin
zulmünden Habeşistan'a sığman müslümanlara hüsn-i kabul gösteren ve daha sonra
müslüman olduğu için gıyabında Hz. Peygamberin cenaze namazı kıldığı bilinen
Necâşî, şehitlik sebeplerinden bir sebeple öldüğü için hükmen şehid olmuş, bunu bilen
Sahâbe-i kiram da kendi aralarında onun şehid olduğunu ve kabrinde kıyamete kadar
bir nurun parlamaya devam edeceğini konuşmaya başlamıştır. Sahabe arasında yayılan
bu konuşmalar Hz. Peygamber ya da sahabenin ileri gelenlerinden biri tarafından
herhangi bir şekilde tenkide uğramamıştır. Bu konuların tenkide uğramayışı bu

sözlerin doğru olduğunu gösterir.
Bazı Hükümler

1. Habeşistan kralı Necaşi Asham müslüman ve şehid olarak olmuştur.

[2121

2. Şehidlerin kabrine devamlı olarak nur iner. J 1



2524. ...Ubeyd b. Halid es-Sülemi'den; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) iki adam arasında
kardeşlik kurmuştu. Bunlardan biri (Allah yolunda) öldürüldü. Bir hafta ya da bir
haftaya yakın bir zaman sonra da öbürü öldü. Onun cenaze namazını kıldık.
Rasûlullah (s.a.), (bize onun hakkında)
"Nasıl dua ettiniz?" diye sordu. Biz de;

Ey Allahım! Onu bağışla ve kardeşi(nin derecesi)ne eriştir diye dua ettik dedik. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.);

(İik ölenin) namaz(lar)mdan sonra (ikinci ölenin kıldığı) namazlar), (ilk ölenin)

T2131

oruç(lar)mdan sonra (ikincinin tuttuğu) oruç(lar)i- (ilk ölenin hayırlı) amel

(ler)inden sonra (ikinci ölenin işlemiş olduğu hayırlı) amelleri nerede. İkisi arasında

[2141

gök ile yerin arası kadar (fark) vardır." buyurdu.



Açıklama



Bilindiği gibi Rasûl-i Zişan Efendimiz Medine'ye hicret ettikten sonra üzerinde
durduğu en önemli meselelerden

biri de müslümanlar arasında birlik ve beraberliği sevgi ve saygıyı tesis etmekti.
Bunun için müslümanlarm biribiriyle din kardeşi olmaları yanında bir de her iki
müslüman arasında özel bir kardeşlik kurmak istedi. Bunun için müslümanlardan her
iki kişiyi bir araya getirip birbirleriyle manevi kardeş olduklarını ilan etti. İslam



tarihinde buna "muâhât" denir. İşte bu hadisenin bir neticesi olarak Hz. Fahr-i kainat
efendimiz, aynı yılda müslüman olmuş iki kişiyi biribiriyle kardeş ilan etmişti.
Bunlardan biri Allah yolunda savaşırken şehid edildi. Bir süre (yedi gün kadar)
yaşadıktan sonra diğeri de kendi yatağında vefat etti. Müslümanlar bu iki kişiden
Allah yolunda savaşırken şehid olan kimsenin Allah katında, kendi yatağında ölen
kimseden daha faziletli olduğunu zannediyorlardı. Çünkü birincisi savaşta ölmüştü.
Bu sebeple bunlardan kendi yatağında ölen kimse için; "Ey Allahım! Bunu da
kendinden öncevefat eden kardeşinin derecesine ulaştır" diye dua ettiler. Rasûlü Zişan
Efendimiz bunu öğrenince müs-lümanlan uyararak sonradan vefat eden kimsenin ilk
vefat eden kimseden çok daha. faziletli olduğunu çünkü onun daha çok yaşamış olması
sebebiyle daha çok namaz kılıp, daha çok oruç tuttuğunu ve hayırlı amellerde
bulunduğunu hatırlatmıştır.

Bu hadise İmam Ahmed'in Müsned'inde şöyle anlatılıyor: "...Bir defa beni Uzeyr'e
mensub iki adam, şerefi İslam ile müşerref ve Hazreti Talha'ya misafir olmuşlardı.
Bunların ikisi bir arada ve bir günde müslüman oldukları halde biri ötekinde daha
gayretli idi. Bu gayretli olan müslüman cihad etmiş ve cihadda şehit olmuştu. Ötekisi
ise bir sene daha yaşamış ve ondan sonra yatağında darı bakaya intikal etmişti. Hazreti
Talha rivayet ediyor ki: "Bir gün uyku aleminde kendimi cennet kapısının, önünde
gördüm. Derken o iki adamı da gördüm. Cennetin içinden bir görevli çıkmış ve önce
yatağında vefat eden zata sonra şehid olana içeri girmeleri için izin vermişti, daha
sonra bunların ikisi birden içerden çıkarak bana; "Haydi sen geri dön, senin vaktin
daha gelmedi" dediler."

Talha bu rüya ve müşahedesini nakletmiş, herkes yatağıda ölen zatın harb meydanında
şehid olan zata tekaddüm etmesinden hayret etmişler. Mesele Rasûl-i Ekrem (s.a.)
Efendimize aksettirildi. Rasûl-i Ekrem bu müşahedeyi ona anlatanlara; "-Ne için
hayret ediyorsunuz?" buyurmuşlar, oradakiler de;

Ya Rasülallah cennete girmekte geri kalan zat daha çok gayretli idi, sonra şehid oldu.
Bununla beraber yatağında ölen ona tekaddüm etti, dediler. Rasûl-i Ekrem şu soruyu
sordu;

"Yatağında vefat eden ötekinden bir sene fazla yaşamadı mı?"
Evet dediler.

"Ramazanı idrak ederek orucunu tutmadı mı?"
Evet dediler. Sonra;

"Bu adam bu kadar ibâdet etmedi mi?, şunu yapmadı mı, bunu yapmadı mı?" diye
onun bütün amelini saydı ve orada bulunanlar hepsine de;
Evet cevabını verdiler. Bunun üzerine;

"O halde ikisinin arasındaki fark yerle gök arasındaki mesafe gibidir" buyurdular.
[215]

Bu hadisle "şehidin kabrinde görülen nur" başlığı arasında bir münâsebet yokmuş gibi
görünüyorsa da Avnu'l-Ma'bud müellifi Azimâbâdî bu hadisle bab başlığı arasında
şöyle bir münâsebet kuruyor: "Şehidlerin kabri üstüne nur iner, fakat bu hadis-i. şerifte
anlatılan şehidin kabrine inen nurun görülmediği gibi, bazı şehidlerin kabirlerine inen
nur, herkes tarafından görülemez. Binaenaleyh Azimâbâdi'nin sözünden de anlaşılıyor
ki şehidlerin kabrine nur iner ama her inen nurun her zaman ve herkes tarafından

görülmesi gerekmez.



Bazı Hükümler



1. İhlaslı insanlar ihlasla kıldıkları namaz, tuttukları oruç ve işledikleri salın
amellerle Allah yolunda savaşırken ölen kimselerin erişemedikleri derece ve
makamlara erişebilirler.

2. Şehidlerin kabirlerine devamlı nur iner. Fakat bu nurun her zaman ve herkes
tarafından görülmesi gerekmez. ^

28. Savaşa Gitmesi Gereken Bir Kimsenin Kendi Yerine Ücretle Başka Birini
Göndermesi

2525. ...Ebu Eyyûb (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre kendisi Rasûlullah (s.a.)'i şöyle
buyururken işitmiş:

"Yakında birçok şehirler fethedilecek ve (ülkenizde) büyük topluluklardan oluşan
ordular bulunacak sizin bu orduda askerlik yapmanız emredilecek. Bunun üzerine
sizden bir kimse bu orduda (ücretsiz) asker olmak istemeyerek kavminden kaçacak
sonra, "Beni kendi yerine askerlik yapmam için kiralayacak birisi yok mu?" diye
(diğer) kabileleri dolaşarak kendini onlara arzedecek. Dikkatli olunuz bu (adam)
kanının son damlasına kadar (da çarpışsa yine de) kiralık bir kimseden başka birisi

değildir."^ 1
Açıklama

Cîle yahut ceâle kelimeleri masdardır ve ücret, "kira anlamına gelirler. Burada mânâsı,
devlet tarafından savaşa gitmesi kararlaştırılan bir kimsenin, kendi yerine gönderdiği
kimse için ödediği ücrettir.

Hadİs-i şerifte ücretle savaşa giden bir kimsenin ücretli diğer işçilerden farksız olduğu
ve cihad sevabından en küçük bir nasibi olmadığı ifade edilmektedir. İmam
Muhammed'in es-Siyeru'l-Kebîr'de açıkladığına göre: Bir insanın dünyevi bir menfaat
peşinde koşması iki şekilde olur:

1. Yaptığı işten asıl maksadı dünyalık elde etmektir.

2. Yaptığı işten asıl maksadı, sevab kazanmaktır, bunun yanında dünyevi menfaat
temin etmek de ister. Fakat dünyalık temin etmek arzusu asıl maksat değildir. Bir
başka ifadeyle onu savaşa çıkaran yegâne saik, dünyalık temin etme arzusu değil,
sevap kazanma arzusudur. Fakat sevap kazanma arzusu yanında dünyalık temin etme
arzusu da vardır.

Birinci kısımda zikredildiği gibi sadece dünyevi maksatlarla savaşa giren kimselerin
cihad sevabından hiçbir nasibi yoktur. Fakat ikinci kısımda açıklandığı şekilde esas
maksatları cihad sevabı kazanmak olduğu halde bunun yanında menfaat elde etmek
arzusunu da taşıyan kimseler tam bir cihad sevabına erişemezlerse de cihaddan
ihlasları nisbetinde mükâfatlarını alırlar. Nitekim âyet-i kerimede; "Rabbinizin lütuf

T2191

ve keremini aramanızda sizin için bir günah yoktur... " J 1 buyurulmuştur. Hanefi

ulemasından İbn Melek de bu hadisi açıklarken bu esastan hareket etmiştir. Bu
mevzuda Aliyyü'l-kâri özetle şunları söylüyor: "Cihad karşılığında ücret almanın caiz
olup olmaması meselesinde ulema ihtilaf etmiştir. İmam Zühri ile îmam Malik ve



Hanefi uleması bunu caiz görmüşlerse de ulemâdan bir cemaat buna asla cevaz
vermemişlerdir. İmam Şafiî de aynı şekilde ücret karşılığında cihad etmenin caiz
olmadığını ve ücret karşılığında cihada çıkan bir mücâhidin aldığı ücreti sahibine
reddetmesi gerektiğim söylemiştir.

İbn Battâl'm açıklamasına göre bir kimsenin sevab kazanmak maksadıyla mücâhidlere
maildi yardımda bulunmasının caiz olduğunda ittifak olmakla birlikte bir kimsenin
ücret karşılığında savaşa çıkmasının caiz olup olmaması meselesi ulema arasında
ihtilaflıdır. İmam Mâlik'e göre bir kimsenin ücret karşılığında savaşa çıkması veya
atını bir mücâhide kiraya vermesi mekruh olduğu gibi yine bir kimsenin düşman
kalesine baskın yapıp onu ele geçirmek için ücret alması da mekruhtur. İmam Ebû
Hanife (r.a.) de; Cihad işleri için harb halinde beytü'l mal'den, ya da servet sahiplerin-
den ücret almanın bir mücâhid için mekruh olduğunu ancak, İslam ordusunda kuvvetin
azalması, beytülmâlde mücâhidleri idare edecek maddi imkânın tükenmesi gibi
hallerde mücâhidlere sarfedilmek üzere halkdan para toplamak caizdir. Ancak bu
paranın cihad ücreti adıyla toplanmış olmaması gerekir diyor.

İmam Şafiî'ye göre ise, ücret karşılığında cihad etmek asla caiz değildir. Ancak devlet
başkanı cihada sarf etmek için halktan maddi yardım toplayabilir. Başkasının bu
maksatla yardım toplaması caiz değildir. Çünkü cihad farz-ı kirayedir. Ücret
karşılığında farz eda edilemez.
Bu mevzuda Hafız İbn Hacer de şunları söylüyor:

Bir mücâhid savaşta iki şekilde bulunur: Ya ücret karşılığında savaşın dışında
herhangi bir hizmeti yapar ya da ücret karşılığında düşmanla savaşır. Birinci halde
bulunan kimse yaptığı hizmetten dolayı ganimetten bir pay alamaz. İmam Evzâî ile
İmam Ahmed ve İshak bu görüştedirler. Ulemanın pek çoğuna göre ise, bu kimsenin
ganimetten pay almak hakkı vardır. Aynen diğer mücâhidler gibi ganimetten pay alır.
İmam Sevrî'ye göre ise, ücretle savaşa giden bir kimse düşmanla bilfiil savaşırsa,
ganimetten pay almaya hak kazanır. Fakat cephede savaşın dışındaki hizmetlerinden
dolayı ganimetlerden pay alamaz.

Mâliki uletnasıyla Hanefi ulemasına göre bu kiralık kimse sadece düşmanla savaşmak
üzere kiralanmış olsa, yine de savaşta elde edilen ganimetlerden bir pay elde edemez.
Fakat ulemanın ekseriyetine göre bu kimse ganimetten pay alır. Delilleri ise,
Müslim'in rivayet ettiği Rasûl-i Ekrem'in, Talha b. Ubeydillah'm hizmetçisi Hz.

[2201

Seleme'ye ganimetlerden hisse verdiğini ifade eden hadistir.

İmam Ahmed'e göre eğer bir adam veya bir kavmi devlet reisi ya da temsilcisi
savaşmak üzere kiralamışsa o kimse sadece savaşmak üzere anlaştığı ücreti alır.
Ganimetten bir pay alamaz.

İmam Şafiî'ye göre ise, bu hüküm üzerine cihad farz olmamış kimseler için geçerlidir.
Bulûğ çağma ermiş mükellef kimseler harp sahasına vardıkları zaman düşmanla
savaşmak üzerlerine borç olur. Bu sebeple üzerinde anlaştıkları ücreti alma hakkını

kaybederler. Fakat ganimetten pay almaya hak kazanırlar.

29. Savaşa Çıkan Gazilerin Savaş İçin Yardım Almaları Caizdir

2526. ...Abdullah b. Amr'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s. a.) şöyle,
buyurmuştur;

"Mücâhid için (sadece kendi cihadının) sevabı vardır. (Ona silah temininde) yardımcı



olan kimse için hem (yardımının) sevabı hem de cihad sevabı vardır."



Açıklama

Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi bir kimsenin yaptığı savaş
karşılığında ücret almasının caiz olup olmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Başta İmam
Şafiî olmak üzere ulemâdan bazıları bir kimsenin yaptığı savaş karşılığında ücret al-
masının caiz olmadığını savunurlarken diğer bazıları da bunun sahih olduğunu iddia
etmişlerdir. Ücretle asker kiralamanın caiz olmadığını savunan ilim adamlarına göre
metinde geçen "câi!" kelimesi, mücâhidi harp aletleriyle teçhiz eden, onu cihad için
lüzumlu olan harp malzemeleriyle donatan kimse demektir. Ve hadis, "Gazi için bir
sevab, gaziyi teçhiz eden kimse için de iki sevab vardır" anlamına gelir.
Savaş karşılığında ücret almanın caiz olduğunu savunan kimselere göre ise, metinde
geçen "câil" kelimesi bir kimseyi ücretle savaşa gönderip de ona savaşı karşılığında
ücret ödeyen kimse demektir ve bu hadis-i şerif; "Gazi için bir sevab vardır. Ücretle
savaşa asker gönderen kimse içinse biri kendi sevabı biri de gazinin sevabı olmak
üzere iki sevab vardır" anlamına gelir. Bu görüşü savunan ulemaya göre ücretle savaşa
asker gönderen kimseye iki sevab ödenmesi iki sebepten ileri gelmektedir: Birincisi

[2231

gaziye ücret ödemesi, diğeri de gazinin savaşmasına sebep olmasıdır.

30. Hizmetinin Ücretini Alıv.Ak Üzere Savaşan Kimse

2527. ...Ya'lâ b. Münye (Ümeyye)den; demiştir ki: Rasûlullah (s. a.), seferberlik ilan
etti. Ben de yaşlı bir ihtiyardım. Hizmetçim de yoktu. (Savaşta) Benim hizmetimi
karşılayacak ücretli birini aradım. (Ganimetten kendisine düşecek olan) payını da
kendisine verecektim. Derken (bunu kabul eden) bir adam buldum. Hareket (vakti)
yaklaşınca bana gelip;

(Ganimetten elime geçecek) hisselerin ne kadar olduğunu ve payıma ne düşeceğini
bilmiyorum. Binaenaleyh bana bir mikdar tâyin et. (Çünkü) harbin sonunda
ganimetten bana düşecek bir pay ya bulunur, ya da bulunmaz, dedi. Ben de ona üç
dinar tayin ettim. Ganimeti (ortaya) gelince ona hissesini vermek istedim, (onun için
tayin ettiğim) dinarları hatırladım. Ve Peygamber (s.a.)'e varıp bu adamın durumunu
anlattım.

"Ben (bu kimsenin eline) bu savaştan dünya ve ahirette (kendisine) tayin edilen

T2241

dinarlardan başka (birşey geçeceğini) zannetmiyorum." buyurdu.- 1 1

Açıklama

Bir kimsenin işini görmek veya hayvanlarına bakmak üzere ücretle tutulan ve bu işleri
yürütürken aynı zamanda savaş meydanında hazır bulunan kimsenin bu savaşın
ganimetlerinde bir pay alıp-alamayacağı meselesi ulema arasında ihtilaflıdır. Bazıla-
rına göre bu kimse savaşa katılsa da katılmasa da ganimetten bir pay alamaz. Sadece
hizmetinin ücretini alır. İmam Evzâî ile İshâk (r.a.) bu görüştedirler. İmam Şafiî'nin ilk
görüşünden biri de budur. İmam Mâlik ile İmam Ahmed'e göre bu kimse savaş anında
mücâhidler ile beraber bulunmuşjise kesinlikle ganimetlerden pay almaya hak kazanır.



İsterse bilfiil savaşmış olmasın. Bazılarına göre ise, bu kişi ganimetlerden pay al-
makla, hizmetinin ücretini almak arasında muhayyerdir. Binaenaleyh isterse ücretini
alır, isterse ganimetten hissesine düşen payı alır.

Hanefi ulemasından Aliyyü'l-Kâri bu mevzuda şunları söylüyor: En doğrusunu Allah
bilir. Bana öyle geliyor ki, bu kimse sadece bir iş için kiralanmış ve alacağı ücret
karşılığında savaşması şart koşulmamışsa, yaptığı hizmet karşılığında ücret almaya
hak kazandığı gibi bunun yanında yaptığı savaşa karşılık ganimetten pay almaya da
hak kazanır. Binaenaleyh, hem ücret hem de ganimetten pay alır. Çünkü ganimetle
ücret birbirine aykırı şeyler değildir. Bilakis birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar. Bizim

T2251

mezhebimizde ücretle mükafat bir elde birleşebilir. L

31. Anne Ve Babası Razı Olmadığı Halde Savaşa Çıkan Kimse

2528. ...Abdullah b. Amr'den; demiştir ki: Bir adam Rasûjullah (s.a.)'e gelerek;
Hicret etmek üzere seninle antlaşmaya geldim. Annemi ve babamı da (arkamda)
ağlıyor olarak bıraktım dedi. (Hz. Peygamber (s.a.)'de);

"Geri don onları ağlattığın gibi güldür." buyurdu.

Açıklama

Bu hadisi Hattâbî şöyle açıklamıştır: "Savaşa çıkacak olan bir kimse eğer bu savaşa
mecbur olmadan sadece sevap kazanmak arzusuyla çıkacaksa, annesinin ye babasının
izni olmadan çıkamaz. Fakat üzerine farz olan bir cihadı ifâ etmek isteyen bir
kimsenin anne ve babasından izin alması gerekmez."

Bu hükümler müslüman olan anne ve babalar içindir. Annesi ve babası kâfir olan
kimselerin cihada çıkmak için onların iznini almaları söz konusu değildir. İsterse
çıkmak istediği cihad nafile olsun.

Aynı şekilde borcunu acele olarak ödemesi gereken bir kimse de alacaklının iznini
almadan üzerine farz olan cihadı ifâ etmek üzere cepheye gidemez. Hacca gitmek de
böyledir.

Her ne kadar metinde annesinin babasının iznini almadan Hz. Peygamber'den hicret
etmek için izin isteyen bir kimseden bahsediliyorsa da hicret etmekle savaşa çıkmanın
hükmü bir olduğundan ulema buradaki hicret meselesini cihad yönünden ele
almışlardır. Bu bakımdan Musannif Ebû Davud bu hadisi anne ve babası razı olmadığı
halde savaşa çıkan kimse başlığı altında vermiştir. Musannif Ebû Dâvud bu adamın
hicret ettikten sonra savaşa çıkacağım kabul ederek bu hadisi bahis konusu başlık

altında zikretmiş de olabilir. 1^7]

2529. ...Abdullah b. Amr'dan; demiştir ki: Bir adam Peygamber (s.a)'e gelerek;
Ey Allah'ın Rasûlü ben cihada çıkabilir miyim? dedi. (Peygamber (s.a.)'de);

"Senin annen baban var mı?" diye sordu. (O kimse de); Evet diye cevap verdi. (Bunun
üzerine Peygamber); "Öyleyse onların hizmetinde (bulunarak) cihâd et!" buyurdu. Ebû

T2281

Dâvud dedi ki; Ebu'l-Abbas, ismi es-Sâib b. Ferruh olan şâir (râvi)'dir." J



Açıklama



Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, üzerine cihad farz olan bir
kimsenin anne ve babasından izin alması gerekmez. Ancak cihad mevzuunda anne ve
babadan izin almak sadece sevab kazanmak maksadıyla yapılan nafile cihadlar için
söz konusudur. Bu nevi cihadlar için anne ve babanın gönlünü almak gerekir. Anne ve
babasının iznini almadan nafile bir cihada katılan kimseler günahkar olurlar. Fakat
umûmî seferberlik ilan edilmesi gibi, cihâdın farz-ı ayn olması halinde anne ve
babanın iznini almak gerekmez.

Bu hükümler müslüman olan anne ve babalar içindir. Müslüman olmayan anne ve
babalara gelince, farz olsun nafile olsun hiçbir cihad için bunların iznini almak
gerekmez.

Aynı şekilde bir müslüman, anne ve babasından birinin razı olmaması halinde, nafiie
hac veya umre için yolculuğa çıkamaz, nafile oruç tutamaz. Çünkü onlara itaat farzdır.
Yapmak istediği cihad ise nafiledir.

Bu hadisin râvilerinden Ebu'l-Abbas, es-Sâib b. Ferrûh isimli şâir bir kimsedir.
Tirmizî onun Mekkeli âmâ bir kimse olduğunu; Buharı ise, bu kimsenin
rivayetlerinden dolayı herhangi bir kusurla itham edilmediğini söylüyor. Musannif
Ebû Dâvud da onun ismini açıklamakla, kimliği meçhul bir kimse olmadığını, bilâkis

[2291

adaleti ve zabtı ile meşhur güvenilir bir râvi olduğunu ifade etmek istemiştir.- 1 1

2530. ...Ebu Said el-Hudrî'den rivayet olunduğuna göre bir adam (cihada katılmak
için) Yemen'den Rasûlullah (s.a.)'m yanma hicret etmiş, Rasûl-i zişan efendimiz de
ona;

"Yemen'de herhangi bir kimsen var mı?" diye sormuş. (Adam);
Annemle babam var, cevabını vermiş. (Fahr-i kâinat);

"(Buraya gelmen için) Sana izin verdiler mi?" diye (ikinci bir soru daha) sormuş (O
zat tekrar);

Hayır diye cevap vermiş. (Bunun üzerine Fahr-i Kâinat efendimiz);

"Dön onlardan izin iste, eğer izin verirlerse cihada katıl, yoksa onlara hizmet et."

buyurmuştur.
Açıklama

Bu hadisin râvilerinden Derrâc Ebu's-Semh'in ismi Derrac b. Sem'ân'dır. Ahmed b.
Hanbel onun rivayet ettiği hadislerin münker olduğunu söylerken Yahya b. Main onun
güvenilir bir râvi olduğunu söylemiştir. el-Acunî'nin rivayetine göre musannif Ebû
Dâvud, onun Ebu'l-Heysem ve Ebû Sâid el-Hudrî zincirinin dışındaki senetlerle
rivayet ettiği hadislerin tümünün sahih olduğunu söylermiş. Nesâî, Ebu Hatim,
Dârefcutnî Ahmed b. Hanbel gibi hadis otoriteleri de onun sağlam bir râvi olmadığı
görüşünde birleşirlerken, îbn Şahin bu hadisin senedinde bir zayıflık olmadığım
söylemiştir.

Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi, cihad için anne ve babanın izni
ancak nafile cihadlara giderken söz konusudur. Farz-ı ayn olan cihadlar için anne ve
babanın iznini almaya gerek yoktur.

Bu hadis-i şerif ve benzerleri anne ve babaya itaatin lüzumunun dere cesini ve
haklarının büyüklüğünü, onlara itaatten dolayı kazanılacak sevabın çokluğunu açıkça



ifade etmektedirler. Ulemâdan bazıları bu gibi hadislere bakarak anne ve baba
hakkının cihaddan daha büyük olduğunu söylemişlerdir. Ancak anne ve babanın kâfir
olmaları halinde gerek farz ve gerekse nafile cihad için izinlerini almaya lüzum

yoktur.

32. Savaşa Katılan Kadınlar

2531. ...Enes (r.a.)'den; demiştir ki "Rasûlullah (s. a.) su taşımaları ve yaraları tedavi

[2321

etmeleri için Ummü Süleym ve Ensar'dan (bazı) kadınları harbe götürmüştür." 1 1



Açıklama



Hadis ulemasından Hattabî şunları söylüyor: "Bu hadis-i şerif, yaralıların tedavisi ve
askere su taşıma gibi geri hizmetlerde kendilerinden yararlanılmak için kadınların
savaşa götürülebileceğine delâlet etmektedir."

Her ne kadar bir hadis-i şerifte Hz. Peygamberin kendisiyle birlikte savaşa çıkan
kadınları cepheden geri çevirip evlerine gönderdiği ifade ediliyorsa da bunun
müslümanlarm zayıf olmaları sebebiyle zafer ümidinin bulunmadığı bir savaşta
olduğu düşünülebilir. Çünkü bu durumda kadınların düşmanın elinde kalması tehlikesi
söz konusudur. Bu yüzden Hz. Peygamber kadınları cepheden geri çevirmiş
olabileceği gibi, savaşa katılan kadınların çok genç olmaları sebebiyle fitneye
sebebiyet verebilecekleri endişesiyle geri çevirmiş de olabilir.

Savaşa katılan kadınların harp ganimetlerinden hisse alıp alamayacakları meselesi

ulema arasında ihtilaflıdır. Genellikle ilim adamları savaşa katılan kadınların harp

ganimetlerinden erkekler gibi bir hisse alamayacağı görüşündedirler.

Hz. îbn Abbâs'a göre bu kadınlara harp ganimetlerinden bir bağış verilebilir. Süfyân

es-Sevrî ile Hanefi uleması ve İmam Şafiî bu görüştedirler. İmam Mâlik'e göre ise, bu

kadınlara ganimetlerden bir pay verilemeyeceği gibi, bağış da verilemez.

Harbe katılan kadınların yaralıları tedavi etmeleri mevzuunda ise, imam Nevevî

şunları söylüyor: "Kadınların harpte yaralıları tedavi etmeleri meselesi kendilerine

nikah düşmeyen yakın akrabaları ile kocalarına mahsus özel bir durumdur.

Kendilerine nikah düşen kimselerin tenine dokunmaları ise, haramdır. Bu bakımdan

eğer bu kadınlar kendi kendilerine nikah düşen erkekleri tedavi etmek mecburiyetinde

kalırlarsa, ancak tedavi için dokunmaları zarurî olan yerlere dokunabilirler.



33. Zâlim Bir Yönetici Emrinde Harbetmek



2532. ...Enes b. Malik (r.a.)'den; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Üç şey imanın esasmdandır. (Birincisi) Lâ ilahe illallah diyen bir kimseye (el ve dil
uzatmaktan) çekinmemiz, (işlemiş olduğu) bir günah yüzünden onu kâfir
saymamamızdır. (Yani İslâm'a uymayan) bir fiilinden dolayı onu İslam dışı ilan
etmememizdir. (ikincisi) Cihad, Allah'ın beni (Peygamber olarak) gönderdiği andan,
ümmetimin en çok neslinin Deccal'le savaşacağı ana kadar devam edecektir. Adaletli
(bir idareci)nin adaleti onu ortadan kaldıramayacağı gibi zâlim (bir idarecinin zulmü

[2341

de kaldıramaz. (Üçüncüsü ise) Kadere inanmaktır."- 1 1



Açıklama



Bu hadisi şerifte imanla ilgili üç mühim esas üzerinde durulmaktadır. Bunlardan
birincisi; "Lâ ilahe illallah Mu-

hammedür rasûlullah" diyen bir kimseye el ve dil uzatmaktan çekinmek, bu kelimeyi
söyleyen bir kimsenin malına, canına saldırmak haramdır. Binâenaleyh, bu kelimeyi
telaffuz eden bir kimseye el veya dil uzatmaktan kaçınmak her müslümanm üzerine
düşen kaçınılmaz bir görevdir.

Her ne kadar metinde sâdece, "Lâ ilahe illallah" diyen kimsenin İslâm dairesine
girdiği ve müslümanlarm saldırısından emin olduğu ifade ediliyorsa da, burada, Lâ
ilahe illallah diyen kimse sözü ile, "La ilahe illallah Muhammedürrasûlullah" diyen
kimse kasdedilmiştir.

Bu m yü üç defa okuyan kimse bir hatim sevabı alır" sözüne benzer. Çünkü 'yü
okumaktan maksat sadece lafzını söylemek değil, bu sûreyi sonuna kadar okumaktır.
Aynı şekilde, "Lâ ilahe illallah" demekten maksad da bu kelimeyi sonuna kadar
okumak, bir başka ifade ile, "Lâ ilahe illallah Muhammedürrasûlullah" demektir.
[235]

Ehl-i sünnet uleması bu hadisi şerife ve benzerlerine sarılarak kelimey-i tevhidi
söyleyen bir kimseyi müslüman kabul etmişler, işlemiş olduğu günahlardan ve îslâma
aykırı bazı davranışlarda bulunmasından dolayı onu kâfir saymamışlardır. Ancak
günah işleyen bir kimsenin yine müslüman kalabilmesi için o kimsenin işlemiş olduğu
günahı veya İslama aykırı olarak yaptığı işi helal kabul ederek işlemiş olmamasını şart
koşmuşlardır. Binâenaleyh, Ehl-i sünnet ulemasına göre bir müslüman günah işleyince
dinden çıkmış sayılmamakla beraber, o işin günah olduğunu inkâr etmesi halinde
derhal dinden çıkmış sayılır. İsterse o günahı işlemiş olmasın. Ehl-i sünnet ulemâsı bu
esası, "amel imandan cüz değildir" sözüyle kaideleş-tirmişlerdir.
Ehl-i sünnetin karşısında olan Havaric ise her büyük günah işleyenin dinden
çıkacağını, Mutezile mezhebi taraftarları da büyük günah işleyenlerin kafir
sayılamayacaklarını fakat müslüman olarak da kalamayacaklarını, binâenaleyh küfür
ile iman arasında bulunacaklarını söylemişlerdir.

Mevzumuzu teşkil eden Hadis-i şerifte imanın esaslarından birisi olarak üzerinde
durulan ikinci mes'ele cihâdın Deccal'in öldürüleceği ana kadar devam edeceğidir.
Rasûl-i Zîşan efendimizin açıklamasına göre, müslüman nesiller DeccaPi
öldürecekleri ana kadar Allah yolunda savaşa devam edeceklerdir. Deccal'in
öldürülmesinden sonra ise ,cihad sona erecektir. Çünkü Deccal'in öldürülmesinden
sonra Ye'cuc ve Me'cûc ortaya çıkacaktır. Müslümanlar onlarla savaşacak güçte
olmayacakları için cihadla mükellef tutulmayacaklardır. Ye'cuc ve Me'cûc'u Allah
Teâlâ helak ettikten sonra yeryüzünde kâfir kalmayacağından yine cihad olmayacaktır.
Çünkü Hz. İsa hayatta olacak ve İslam her tarafa yayılacaktır. Hz. İsa'nın vefatından
sonra ise, küfür yeniden canlanacak o zaman da Cenâb-ı Hak tatlı bir rüzgar estirerek

müslümanlarm ruhunu kabzedecek, ondan sonra da kıyamet kopacaktır.

Hadis-i şerifte söz konusu edilen üçüncü mesele, kâinatta vuku bulan her olayın
Allah'ın kaza ve kaderiyle vuku bulduğu, hayır ve şerrin Allah'ın yar at m asıyla
meydana geldiği meselesidir. Ehl-i sünnet uleması bu hadisi şerife sarılarak kaza ve
kadere inanmayı imanın altı esasından biri saymışlar ve kaza ve kaderi inkar etmenin



[2371

küfür olduğunu söylemişlerdir. J 1

2533. ...Ebu Hureyre (r.a.)'den; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

"İyi olsun kötü olsun her (müslüman) devlet reisi ile birlikte cihad üzerinize (düşen)
kaçınılmaz bir görevdir. İyi olsun kötü olsun her müslüman (imam)m arkasında namaz
kılmanız üzerinize (düşen) kaçınılmaz bir görevdir. (Hatta o imam) büyük günahlar
işlemiş bile olsa. İyi olsun kötü olsun (ölen) her müslümamn üzerine (cenaze) namaz

(ı) kılmak farz(-ı kifaye)dir. Büyük günahlar işlemiş olsa bile."^"^
Açıklama

Cihad islâmm ayakta kalmasını ve müslümanlarm hür olarak şerefle izzetle
yaşamalarını sağlayan çok faziletli dînî bir görevdir.

Bu bakımdan devlet reisinin ya da onun tayin ettiği kumandanların zalimliği veya
günahkârlığı bahane edilerek cihad terk edilemez. Hafız İbn Hacer el-Askalanî'nin de
ifâde ettiği gibi yetkili idareciler, Allah'ın dinine aykırı emirler vermediği sürece
onların emrine itaat edilir ve onların safında cihad edilir. Fakat Allah'ın dinine aykırı
olarak verdikleri emirlere itaat edilmez.

Aynı şekilde bir müslüman, mescid imamının günahkârlığını bahane ederek namazını
cemaatle kılmayı terkedemez. Çünkü farz namazları cemaatle kılmak İslâm'ın şiarıdır.
Bu bakımdan farz namazları cemaatla kılmanın sünneti müekkede olduğunu

T2391

söyleyenlerin yanında, farz olduğunu söyleyenler bile vardır. Ayrıca zahiren

müslümanlığı sabit kılan bir cenaze üzerine cenaze namazı kılmak tüm müslümanlar
üzerine düşen bir farizadır. Bir kısmının bu farzı yerine getirmesiyle diğerleri bu
sorumluluktan kurtulmuş olurlar. Ölünün sağlığında büyük günahlar işlemiş olması,
müslümanlardan o kimse üzerine namaz kılma mükellefiyetini kaldırmaz. Ancak bu
kimsenin küfrünün sabit olmasıyla müslümanlardan bu mükellefiyet kalkmış olur.
Münzirî bu hadisin munkatı olduğunu, çünkü Mekhûl'ün, Hz. Ebu Hureyre'den hadis

işitmediğini söylemiştir. ^40]

34. tnsan Başkasının Hayvanına Binerek Savaşa Gidebilir

2534. ...Câbir b. Abdillah'm naklettiğine göre Rasûlullah (s.a.) (bir gün) savaşa gitmek
isteyince;

"Ey muhacir ve ensar toplulukları, sizin (din) kardeşlerinizden mal ve akrabası
olmayan kimseler var. Sizin her biriniz (onlardan) iki veya üç kişiyi bağrına bassın.
Bizden birinin (savaşa giderken) kendisini taşıyacak (özel) bir bineği olamayabilir.
Ancak onlarınki gibi nöbetleşe binebileceği bir bineği olabilir" buyurdu.
(Câbir b. Abdillah) dedi ki: B mn üzerine ben (onlardan) iki veya üç kişiyi yanıma
aldım. Benim de ancak onlarla (birlikte) kendi deveme sıram geldiğinde binme

hakkım vardı.



Açıklama



Hz. Peygamber müslümanlarm çok fakir olup savaşa gitmek için yeterli erzak ve
hayvan bulamadıkları dönemlerde, herkesin (özel olarak) kullandığı hayvandan
başkalarının da faydalanmalarını sağlamak maksadıyla, hayvan sahiplerine, fakir
kimseleri yanlarına alarak hayvanlarına onlarla nöbetleşe binmelerini emretmiştir.
Bunun üzerine ashâb-ı kiram o fakirleri yanlarına alıp hayvanlarına yol boyunca
onlarla ortaklaşa ve sırasıyla binmişlerdir. Metinde geçen, "...Sizin din
kardeşlerinizden malı ve akrabası olmayan kimseler vardır... Ancak onlarınki gibi
nöbetleşe binebileceği bir bineği olabilir..." anlamına gelen cümlelere bakarak İmam
Ebu Hanife (r.a.) ile İmam Şafiî ve İmam Ahmed (r.a.) aynen hac gibi cihad için de
binek ve azığa sahip olmayı şart koşmuşlar, bu iki imkâna sahip olmayan kimselere
cihadın farz olmayacağını söylemişlerdir. İmam Malik (r.a.)'e göre ise, cihadın farz
olması için azık ve binek sahibi olma şartı yoktur. Bu hadisi şerif, nöbetle bile olsa
başkasının hayvanına binme imkanına sahip olan bir kimsenin savaşa gitmekle
mükellef olacağına delâlet etmektedir.

Fıkıh kitaplarında açıklandığı üzere, cihad ile mükellef olanlarda aranılan vasıf
Bunların harbe kadir, arızalardan berî bulunmalarından ibarettir. Binâenaleyh,
çocuklar, ihtiyarlar, zayıflar, körler, topallar, nafakadan yani zâd ile binekten mahrum
olanlar, cihad ile mükellef olamazlar. Binek hayvanının lüzumu, "mesâfe-i sefer"
denilen en az onsekiz saatlik bir mesafe için söz konusudur. Daha yakın bir mesafe
için binek şart değildir. İmam Ahmed'e göre nafakadan maksat, savaşa katılacak şahıs

ile geride kalacak ailesine yetecek maldır. ^— ^

35. Hem Kazanmak Hem De Ganimet Elde Etmek İçin Savaşan Kimse

2535. ...İbn Zıığb el-Eyâdî dedi ki: Abdullah b. Havale (bir gün misafirim olarak)
yanıma gelip bana (şunları) anlattı: (Bir defasında) Rasûlullah (s. a.) bizi yaya olarak
ganimet elde etmeye göndermişti. Biz de hiç bir şey ele geçiremeden dönüp geldik.
(Çektiğimiz) yorgunluğu yüzlerimizden anladı. Bunun üzerine ayağa kalkıp bizim
İçin; "Ey Allahım! Onları(n işini) bana bırakma. Çünkü ben onlar(a yardım)dan
âcizim. Onları(n işini) kendilerine de bırakma. Çünkü (kendi) nefislerinin ihtiyaçlarını
temin)den (kendileri de) âcizlerdir. Onları insanlara da bırakma. Çünkü insanlar
(kendilerini) onlara tercih ederler." diye dua etti. Sonra da elini başımın üzerine
koydu. (Râvi İbn Züğb burada tereddüd edip) Yahut da, (Abdullah b. Havale,
Rasûlullah elini), tepeme koydu (demiş olabilir) dedi. (İbn Havale sözlerine şöyle
devam etti): Sonra (Hz. Peygamber) buyurdu ki:

"Halifeliğin Şam'a intikal ettiğini gördüğün vakit (içtimaî) sarsıntılar ve bunalımlar ve
önemli hadiseler yaklaşmış olacaktır. İşte o gün kıyamet (alâmetlerinin ortaya

[2431

çıkması), insanlara, elimin senin başına olan yakınlığından daha yakındır. " J 1

[2441

Ebû Dâvud dedi ki: "Abdullah b. Havale, Humus'ludur" J 1

Açıklama



Bu hadisi Abdullah b. Havâle'den rivayet eden Abdullah b. Züğb'ün sahâbî olup
olmadığı ihtilaflıdır. Kendisi Şam'hdır. Musannif Ebû Dâvud ondan kıyametle ilgili tek
bir hadis rivayet etmiştir.



Taberânî ise ondan; "Kim bilerek bana yalan isnad ederse cehennemdeki yerine
hazırlansın" anlamında bir hadis rivayet etmiştir. Abdullah b. Züğb'ün hadîsi bizzat
Rasûl-i Ekrem'den işittiği açıkça ifade edilmektedir. Abdullah b. Havale ise, Ezd
kabilesindendir. Rasûl-i Ekrem'le bizzat görüştüğü kesinlikle bilinmemektedir. Hadis-i
şerif, hilâfetin emevi hanedanlığı payitahtına ve Medine'den Şam'a intikal etmesiyle,
kıyamet alâmetlerinin ortaya çıkmaya başlayacağını ifâde etmekte ve dolayısıyla
halifeliğin saltanata dönüşerek İslâm âleminde sosyal bunalımların, patlamaların ve
kargaşalıkların ortaya çıkacağını dile getirmektedir. Gerçekten de öyle olmuştur. Bu
bakımdan bu hadis-i şerif RasûM Zişan Efendimizin gaybtan haber veren
mucizelerindendir. Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah bilir. Yalnız Hz.
Peygamber, kıyametin kopmasına yakın bazı hadiseler olacağını haber vermiştir.
Bunlara eşrât-ı saat (kıyamet alametleri) denir.
Kıyametin Alâmetleri:

Kıyametin alâmetleri küçük ve büyük olmak üzere iki kısma ayrılır:
Küçük alametler, din konusundaki bilgisizliğin her tarafa yayılması, alkollü içkilerin
çokça içilmesi, zina gibi fuhuş olaylarının çoğalması, öldürme hadiselerinin artması,
kadın nüfusunun erkek nüfusundan çok fazla olması, refahın artması, ehliyet ve
liyâkatin ortadan kalkması, hürmet ve dostluğun yok olması, haksızlıkların artması,
din dahil her şeyde Allah rızasının yerini dünyevî çıkarların alması gibi hususlardır.
Kıyametin büyük alâmetleri ise şunlardır:

1. Mü'minleri nezleye tutulmuş gibi bir hale getiren ve kâfirleri sarhoş eden bir duhan
(duman)m zuhuru.

2. Deccal adındaki bir şahsın çıkıp tanrılık davasında bulunması, sonra kaybolup
gitmesi.

3. Ye'cüc ve Me'cüc adlı iki kabilenin yeryüzüne dağılarak bir müddet yeryüzünü
fesada çalışmaları.

4. Hz. İsa'nın gökten İnip bir müddet Hz. Peygamberin şeriatı ile amel etmesi.

5. Dâbbetü'I-arz adlı bir yaratığın çıkması.

6. Hicaz'da büyük bir ateşin ortaya çıkması.

7. Doğuda Batıda ve Arap Yarımadasında birer yer parçasının çökmesi.

8. Güneşin geçici olarak Batıdan doğması.

Kıyamet kötü insanlar ve kâfirler üzerine kopacaktır. Zira Hz. Peygamber bu konuda

[2451

şöyle buyurmuştur: "Kıyamet ancak kötü insanlar ve kâfirler üzerine kopacaktır.

Kıyametin kopma zamanında mü'minler daha evvel ruhları alınarak ahirete göçmeleri

temin edilecek ve kıyamet özellikle kâfirlerin başlarında patlayacaktır.
36. (Allah Rızası İçin) Kendini Feda Eden Kimse

2536. ...Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'dan; demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) (şöyle) buyurdu:
"Aziz ve Celil olan Rabbimiz, Allah yolunda savaşıp da arkadaşları bozguna
uğrayınca (harpten kaçmanın) kendi üzerindeki vebalini düşünerek tekrar (düşman
üzerine) dönen ve kanı dökülünce-ye kadar savaşan kimseyi çok beğenir de
meleklerine (şöyle)der: "(Şu) Kuluma bakınız! Benim yanımdaki sevaba rağbet edip
yanımdaki (âzabdan) korkarak (tek başına düşmanla savaşmak için) geri döndü.

[2471

Nihayet (bu yolda) kanı döküldü. " J 1



Açıklama



Metinde geçen "acibe" kelimesi lügatte, şaştı, hayret etti gibi mânâlara gelir. Hafız
Abdurrauf el-Münâvi bu kelimeye, "razı oldu", "güzel buldu" manalarını vermiştir.
İbnu'l-Esîr, Nihâye isimli eserinde bu kelimeye, "Allah'ın yanında değeri büyük oldu"
mânâsını verdikten sonra taaccüb etme ve şaşma gibi durumların, hadiselerin
sebeplerini ve aslını bilmeyen insanlara mahsus olduğunu, hiçbir şeyin sebebi Allah'a
gizli olmadığından şaşma ve hayret etme gibi fiillerin Allah için söz konusu
olamayacağını bu sebeple bu kelimelerin Allah için kullanıldıkları zaman ancak
mecazi anlamlarda kullanılmış olabileceklerini ifade ediyor. Bizde bu açıdan hareket
ederek bu kelimeye, "Allah çok beğenir" diye mana verdik.

Bu hadisi şerif hakkında Alkamî şunları söylüyor: "Savaşta arkadaşları bozguna
uğrayan bir mücâhidin, düşmanı yenmek için tek başına savaşa devam etmesinin
müslehab olduğuna, fakat vâcib olmadığına bu hadis-i şerif delildir. Nitekim es-Sübki
de şöyle demiştir: "Şayet, savaş meydanında tek başına kalan bir mücâhidin savaşa
devam etmesi sadece onun helakini mûcib olacaksa, o zaman kaçması vâcib olur."
Görülüyor ki savaş meydanında tek başına kaldıktan sonra düşmanı yenmek ve bunun
sevabına erip, harpten dönmenin vebalinden kurtulmak için savaşan bir kimse bu
hadis-i şerifte övülmüş fakat bu durumda kalan bir kimsenin harbe devam etmesine
dair kesin bir emir verilmemiştir. Ulemânın açıklamasına göre bu gibi naslar farziyyet
değil, müstehablık ifâde eder.

Hanefi ulemasından îbn Abidin bu mevzuda şunları söylüyor: "Öldürme, yaralama
yahut hezimete uğratma gibi bir şey yaptıktan sonra kendisinin öldürüleceğini bilen
bir kimsenin tek basma düşmana hücum etmesinde bir beis yoktur. Nitekim Uhud
muharebesinde Peygamberimizin huzurunda Ashâb-ı Kirâm'dan bir cemaat böyle
yapmıştır. Peygamberimiz onları bu yaptıklarından dolayı medlj etmiştir. Ama
düşmana hiç bir suretle zarar vermeden kendisinin öldürüleceğini bilen bir kimsenin
düşmana hücum etmesi caiz değildir. Çünkü bu şekilde saldırmada dîne hizmet
yoktur. Fakat şer'an susması için her ne kadar ruhsat var ise de kendisini öldüre-
ceklerini bilen bir kimsenin fasık olan müslümanlan fena fiillerden neh-yetmesinde bir
beis yoktur. Çünkü müslümanlar fasık olsalar bile kendilerine emreden kimsenin
emrettiği şeyin hak olduğuna inanırlar. O yüzden öldürdükleri kimsenin öldürülmesi

T2481

içlerinde derin tesir bırakır. " J 1 Bezlü'l-Mechûd müellifi Şeyh Halil Ahmed'in

açıklamasına göre bu hadîs-i şerifle, "İnsanlardan öylesi var ki kendisini Allah'ın

rızasına satar"^^ mealindeki âyet-i kerime arasında bir ilgi vardır.

37. Müslüman Olup Da Allah Yolunda Savaşırken (Hiç Namaz Kılmadan Ve
Oruç Tutmadan) Öldürülen Kimse

2537. ...Ebu Hureyre (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir: "Amr b. Akyeş'in câhiliye

devrinde bir faiz (alacağı) vardı. Onu alıncaya kadar müslüman olmayı uygun

bulmuyordu. Uhud günü (müslümanlarm yanma) gelip;

Amcamın oğulları nerede? diye sordu. Onlar da;

Uhud' da diye cevap verdiler.

Falan nerededir? diye sordu. Onlar da;



Uhud'dadır diye karşılık verdiler.
Falanca nerededir? diye sordu.

Uhud'dadır cevâbını verdiler. Bunun üzerine zırhını giydi ve merkebine bindi. Sonra
onların tarafına hareket etti. (Uhud'daki) müslümanlar onu görünce;
Ey Amr! Bizden uzaklaş dediler. O da;

Ben iman ettim deyip yaralarimcaya kadar (düşmanla) savaştı. Yaralı olarak ailesine
götürüldü. Derken Sa'd b. Muaz onun yanma geldi ve onun kız kardeşine (hitaben);
Kavmini korumak için mi yahut onlar için (onların düşmanlarına duyduğun) öfkeden
dolayı mı yoksa Allah için (kâfirlere duyduğun) öfkeden dolayı mı (savaşıyorsun?)
diye ona bir sor, dedi. Bunun üzerine (Amr);

Allah ve Rasûlü için (kâfirlere duyduğum) öfkeden dolayı savaştım deyip öldü ve
Allah için hiç namaz kılmadan cennete girdi.



Açıklama



Bilindiği gibi bir kâfir müslüman olmakla küfür hayatındaki günahlarının yükünden
kurtulur.Bir başka ifâde ile İslâmiyyet, kendisiyle müşerref olan kimsenin daha önceki

[2521

günahlarına keffârettir. 1 Ayrıca Allah yolunda cihad, amellerin en

faziletlilerindendir. Nitekim;

"Amel ve ibâdetin, Azız ve Celîl olan Allah'a en yakın olanı, Allah yolunda cihaddır!
Fazilette ona hiçbir şey y aklaşamaz. " ^ - - ^

"Allah yolunda savaşan kimse Allah'ın teminatı altındadır. Onu ya şehid olarak süratle
mağfiret ve rahmetine kavuşturur yahut gazı olarak sevap ve ganimetle memleketine
gönderir. Allah yolunda harbeden kimse savaşdan dönünceye kadar usanmadan

[2541

gündüzleri oruç tutan geceleri durmayıp ibâdet eden kimse gibidir. " J 1

"Allah yolunda geçen bir sabah veya bir akşam, dünyadan da onda olan şeylerden de

hayırlıdır. "^"^ buyurulmuştur. Bu sebeple içinde bulunduğu küfür halinden dönüp
İslâm şerefiyle şereflenerek ölünceye kadar savaşan bir kimsenin hayatında hiç namaz
kılmamış da olsa cennetlik olacağı yadırganamaz. Ancak bu kimsenin cennetlik
olduğuna hükmedebilmek için yaptığı savaşı AHah yolunda yapmış olması gerekir.
Çünkü Allah'ın ve Rasûlünün rızası hesaba katılmadan, ırkçılık, çapulculuk, riya ve
sum'a gibi duygu ve düşüncelerle savaşan kimseler bu şeref ve faziletten
mahrumdurlar. Nitekim bir gün Hz. Peygamber'e soruldu:

Kim Allah yolundadır? Ganimet kazanmak için harbeden mi, cesur diye şöhret
kazanmak isteyen mi, yoksa kabilesi ile tesânüd halinde olmak isteyen mi?
Muhammed (s. a.) şöyle cevap verdi;

"Bunlardan hiçbirisi, fakat sadece Plâ-yı kelimetullah için savaşanlar.

İşte Hz. Sa'd b. Muaz'm, Hz. Amr'm yanma geldiğinde onun ne maksatla savaştığını

anlamak için, Hz. Amr'm kızkardeşine bazı sorular yöneltmesinin sebebi bu inceliği

tesbit gayesine matuftur.



38. Kendi Silah(nın Kendine Dönmesi) İle Ölen Kimse



2538. ...Seleme b. (Sabit) el-Ekvâ dedi ki: Hayber günü olunca kardeşim şiddetli bir
şekilde savaşa girdi. Derken kendi kılıcı geri dönüp kendisim öldürdü. Rasûlullah
(s.a.)'m ashabı onun hakkında konuşmaya başladılar. Onun hakkında -kendi silahıyla
ölen bir adam-(diye) şüpheye düştüler. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a.):
"O, Allah'a itaat yolunda çalışan bir mücâhid olarak can verdi." buyurdu.
İbn Şihâb dedi ki: Sonra ben (bu hadiseyi) Seleme b. el-Ekva'm oğluna sordum.
(Hadiseyi) bana babasından (aynen) bu şekilde nakletti. Ancak Rasûlullah (s.a.)'m;
"Yanılmışlar. O Allah'a itaat yolunda çalışan bir mücâhid olarak can verdi. Onun

T2581

sevabı iki mislidir." buyurduğunu da ilave etti.



Açıklama



Her ne kadar bu hadis-i şerifte Hayber günü düşmanla savaşırken silahın geri
tepmesiyle şehîd olan zâtın, Seleme b. Sabit b. el-Ekvâ'm kardeşi olduğu ifâde
ediliyorsa da, bazı hadislerde bu zatın Hz. Seleme'nin amcası olduğu ifâde
edilmektedir. Hafız İbn Hacer'in İsâbe'deki açıklamasına göre, bunun izahı şu şekilde
yapılabilir; "Aslında silâhı geri teperek şehid olan Amir b. el-Ekvâ adındaki bu zat
Seleme b. Sabit b. el-Ekva'm hem anne tarafından kardeşidir hem da amcasıdır.
Câhiliyye devrinde bu gibi evlilikler meşru sayılırdı. Hem amcası, hem de süt kardeşi
olması da mümkündür." Müslim'de açıklandığına göre Hz. Amir b. el-Ekva Hayber
savaşında harbin kızıştığı bir anda, bir yahudiyi bacağından yaralamış kılıcını, ona
indirmek üzereyken kılıcının keskin tarafı ters dönerek Amir'in dizine isabet etmiş ve

[2591

aldığı bu yara yüzünden hayatını kaybetmiş. " J 1 Halk Hz. Amir'in kendi kılıcıyla

kendini öldürerek intihar ettiğini zannederek, onun hakkında şüpheye düşmüşler ve
ona rahmet dilemekten çekinmişlerdir.

Hayber dönüşü durum Rasûl-i Zîşân Efendimize anlatılınca, bunu söyleyenlerin
yanıldıklarını ve Amir'in taat uğrunda çalışan bir mücâhid olduğunu, bu yüzden de ona
diğer mücâhidjere verilen ecrin iki misli ecir verileceğini ifâde buyurmuştur. Ulema'ya
göre, buradaki iki ecirden biri Allah'a taat uğrunda bütün gücü ile çalışmış olması
karşılığında, diğeri de Allah yolundaki mücâhidliği ve gaziliği karşılığında verilmiştir.
Yani onlar buradaki "câhid" kelimesini ciddi çalışan manasına almışlar "mücahid"i de

gazi diye tefsir etmişlerdir.

2539. ...Peygamber (s.a.)'in sahabîlerinin birinden; demiştir ki: Biz Cüheyne'lilerden
bir kabile üzerine baskın yapmıştık. Müslümanlardan birisi Cüheyne kabilesinden bir
er diledi. (Bu müslüman) ona vurmak istedi . Fakat isabet edemedi, yanlışlıkla kılıcı
kendisine vurdu. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a.),

"Ey müslümanlar, kardeşinizle ilgilenin!" buyurdu. Halk (süratle) ona (doğru) koştular
ve onu ölü halde buldular. Rasûlullah (s.a.) onu elbisesi ve kanıyla sardı ve üzerine
namaz kılıp kabre koydu. (Orada bulunanlar);
Ey Allah'ın Rasûlü! O şehid midir? dediler. (Hz. Peygamber de);

"Evet, şehiddir. Ben de onun için şahidim" buyurdu.



Açıklama



Bu hadis-i şerif savaşta yanlışlıkla kendisini vuran kimsenin şehid olduğunu ve Rasûl-
i Zişân efendimizin bu şekilde can veren bir kimsenin üzerine cenaze namazı kıldığını
ifâde etmektedir. Bu bakımdan hadis-i şerif, şehid üzerine namaz kılınmaz diyen Şafiî
ve Mâliki ulemasının aleyhine bir delildir. Hanefi ulemasına göre ise, hadis-i şerifte
savaşta yanlışlıkla kendi kendisini öldürdüğünden bahsedilen kişi, âhirette sevaba nail
olma yolunda şehiddir. Bilindiği gibi Hane file re göre âhiret şehidleri, dünyada
yıkanır kefenlenir ve üzerine namaz kılınır. Çünkü cenazesi yıkanılmayan şehid
düşmanın fiiliyle öldürülen kişidir. Bu adam ise, kendi fiiliyle öldürülmüştür. Haliyle
kendisi ma'zurdur. Çünkü kasdı düşmana vurmaktı. Onun için âhiret açısından

şehiddir.

39. Düşmanla Karşılaşınca Dua Etmek

2540. ...Sehl b. Sa'd (r.a.)'dan; demiştir ki: "Rasûlullah (s. a.) şöyle buyurdu"

"İki (dua) reddolunmaz. Yahut da pek az reddolunurlar: (Biri) Ezan okunduğu zaman
(diğeride) savaş başlayıp da (iki taraf) birbirini öldürmeye başlayınca yapılan dua".
Musa'(nm) Rızk b. Sa'd b. Abdurrahman, Ebu Hazim (zinciriyle) Sehl b. Sa'd'dan
rivayet etti(ğine göre Hz. Peygamber bu hadisin sonunda); "Ve yağmur

yağarken" (yapılan dua da reddolunmaz)" buyurmuştur.
Açıklama

"Lahime" dördüncü babdan "öldürdü" demek tir.Hadis-i şerifte duanın genellikle
kabul edildiği üç vakitten bahsedilir. Bunlardan birisi ezanı işiten her müslümanın
yapacağı; "Allahmı! Ey bu tam davetin -yani mübarek ezanın- ve kılınmak üzere
bulunan namazın mukaddes Rabbî. Peygamberimiz Muhammed (s.a.)'e vesileyi
fazileti ve yüksek dereceyi ihsan et ve onu kendisine va'd buyurmuş olduğun makam-ı
mahmuda eriştir. Şüphe yok ki sen va' dinden dönmezsin." anlamındaki ezan duasıdır.
İkincisi: Allah yolunda gazilerin saf bağlayıp düşman saflarına dalarak savaşa
başladıkları vakit; üçüncüsü de yağmur yağarken yapılan duadır. Çünkü o an Allah'ın

rahmetinin indiği andır.

40. Yüce Allah'dan Şehidlik Dileyen Kimse

2541. ...Muaz b. CebeFden rivayet edildiğine göre o, Rasûlullah (s.a.)'ı şöyle
buyururken işitmiş:

"Kim devenin iki sağımı arasındaki süre kadar Allah yolunda savaşırsa, onun için
cennet(e girmek) kesinlesin Kim de içinden gelerek, sadâkatle Allah yolunda şehid
olmak ister de sonra (yatağında) ölür veya öldürülürse, ona şehid sevabı vardır."
(Ravi) İbnü'l-Musaffa buraya (Hz. Peygamber'den naklen şu cümleleri de) ilave etti:
"Kim Allah yolunda (düşmandan) bir yara alırsa, ya da (Allah yolunda bir kaza
geçirerek) yaralanırsa o yara, kıyamet gününde dünyadaki en derin haliyle getirilir.
Rengi zâferan rengi, kokusu da misk kokusudur. Kimin vücudunda da Allah yolunda

iken bir çıban çıkarsa, (bu çıban) o kimsenin üzerine şehitlik mührü olur."^^



Açıklama



Hadis sarihlerinin açıklamalarından anlaşıldığına göre "fuvak" kelimesi sağmal bir
hayvanın iki sağımı arasında geçen süre anlamına gelir. Bir başka ifâde ile sağmal
hayvan sağılırken yavrusuna saklamak için sütünü memesinden bırakmaz. Sütünü
bırakması için bir ara yavrusu onu emmeye bırakılır. Yavrusunu gören hayvan sütünü
bırakıverir. îşte bu anda tekrar sağmaya başlanır. İşte bu iki sağım arasında geçen
zamana "Fevâk" veya "fuvak" denir. Sabah sağımı ile akşam sağımı arasında geçen
süreye "fevak" denildiğini söyleyenler bulunduğu gibi, bir kap sütle dolunca o kabı
kaldırıp diğer bir kaba sağmaya başlayıncaya kadar geçen zamana da "fuvak"
denildiğini söyleyenler de vardır.
Burada bu kelime ile anlatılmak istenen şey;

Allah yolunda ihlasla savaşan bir kimsenin, yaptığı savaş, çok kısa süreli de olsa,
Allah'ın lütfü ile cennete girmeye hak kazanacağıdır.

Metinde geçen "cerh" kelimesi yara manasına gelir. "Nekbe" kelimesinin de aynı
şekilde yara manasına geldiğini söyleyenler vardır. Bazılarına göre "cerh", düşmanın
açtığı yara, "nekbe"de mücâhidin bir kaza neticesinde kendi kendine açtığı yaradır.

Hanefi ulemâsından Aliyyül-Kâri, bu ikinci görüşü tercih etmiştir. Biz de
tercümemizde Aliyyü'l-kâri'nin bu görüşünü esas aldık.

Metinde geçen "O yara kıyamet gününde dünyadaki en derin haliyle getirilir"
anlamına gelen cümledeki "O" zamiri, "nekbe" kelimesine dönmektedir. Bilindiği gibi
"nekbe" kelimesi diken batmak, taş değmek gibi insanın kendi hatası sonucu aldığı
küçük yaralar için kullanılır. İşte sözü geçen zamirin bu nekbe kelimesine
dönmesinde, Allah yolunda kendi hatası sonucu aldığı ufak yaralarla cennete girmeyi
hakkeden bir gazinin, düşmanın kılıcıyla veya başka bir sebeple Allah yolunda alacağı
büyük yaralarla çok daha büyük makamlara erişebileceğine işaret vardır.
Aliyyül-Kâri'nin açıklamasına göre ise, bu zamir hem "cerh", hem de "nekbe"
kelimesine dönmektedir. Cerh ve nekbe kelimeleri her ikisi de Allah yolunda alman
bir yara, Allah yolunda başa gelen bir musibet olmaları cihetiyle netice itibarıyla
aralarında bir benzerlik vardır. Bu bakımdan bir zamirle ikisine birden işaret

edilmiştir. "Altun ve gümüşü yığıp da Allah yolunda sarf etmeyenler var ya..."^^

mealindeki âyet-i kerimede olduğu gibi.^^



Bazı Hükümler



1. Allah yolunda ölmeyi istemek caizdir. Her ne kadar dünyanın sıkıntısına
dayanamamaktan dolayı ölmeyi istemek caiz değilse de, cennette yüksek makamlara
erişmek için Allah yolunda ölmeyi istemek caizdir. Aslında Allah yolunda şehid
olmayı istemek insanın kâfire mağlup olmayı arzu etmesi demek gibi anlaşılabilirse
de, bir mü'minin kâfire mağlup olmayı istimesi asla düşünülemeyeceği gibi, buradaki
şehid olma isteği, küfrü yok etme kastıyla mücadeleye girişip kişinin bu yolda Allah'ın
vâdettiği o büyük mertebeye yani şe-hidlik mertebesine ulaşma çabasıdır.

2. Allah yolunda şehid olmayı arzu edenler, yataklarında bile ölseler şehid olurlar.

3. Allah yolunda yara ve bere alanlar kıyamet gününde üzerlerinde şehidlik mühürü

bulunduğu halde hasredilirler.



41. Atların Yele Ve Kuyruklarını Kesmenin Kerâhati



2542. ...Utbe b. Abd es-Sülemî'den rivayet olunduğuna göre kendisi Rasûlullah (s.a.)'ı
şöyle buyururken işitmiştir:

"Atların ahn(larmdaki saç)lannı, yelelerini ve kuyruklarını kırkmayınız. Çünkü
kuyruğu onun yelpazesidir, yelesi elbisesidir, alınlarında ise, hayırlar

düğümlenmiştir.
Açıklama

Atların alınlarından sarkan perçemlerim kesmek doğru değildir. Çünkü cihad için
beslenen atlar sahiplerinin devamlı olarak cihad sevabı kazanmalarına ve ganimetler
elde etmelerine vesile olan hayırlı yaratıklardır. Atların alınlarında hayırların
toplanmasından maksat, onlar vasıtasıyla elde edilen sevaplar ve ganimetlerdir. Ni-

[2711

tekim "Birinize ölüm geldiği zaman mal bırakırsa... âyet-i kerimesinde de

"hayr" kelimesi, mal anlamında kullanılmıştır. İşte böyle hayırlı olan bu hayvanların
en şerefli organları alınları olduğu için alınlarında bulunan perçemlerini kesmek uygun
görülmemiştir.

Atın alnından murad alnına sarkan yelesidir. Hattâbî ve diğer bazı âlimler alın
kelimesiyle atın bütününün kastedildiğini söylemişlerdir. "Hayır düğümlenmiştir"
cümlesinden murad, hayr düğümlenmiş gibi onlardan ayrılmaz demektir. Burada bir
istiâre-i mekniyye vardır. Çünkü hayır maddi şeylerden değildir ki, alnının üzerine
düğümlensin. Lâkin burada aklî olan şey, maddi gibi tasavvur edilmiş ve mübalağa
yolu ile maddeye verilen hüküm ona da verilmiştir. Alım zikretmek istiareyi tecrit
içindir. Ayrıca onları soğuktan ve sıcaktan koruyan yeleleri ile, kendilerini rahatsız
eden zararlı böcekleri kovalamalarına yarayan kuyruklarını kesmek de hoş
karşılanmamıştır. Bu hadisin senedinde kendisinden, "bir adam" diye bahsedilen
râvinin kimliği meçhuldür. Fakat bu hadis diğer hadislerle takviye edilmiştir. Bu
hadis-i şerif ile, Buhfiif de geçen; "uğursuzluk (telakkisi adet olarak) ancak üç şeyde;

[2721

atta, kadında, evde hâsıl olur." 1 1 mealindeki hadis-i şerifin arasında bir çelişki

bulunduğu söylenemez. Çünkü Buhârî'deki hadis, câhiliyye dönemindeki arapların
uğursuzluk telakkilerini belirtmek için söylenmiştir. Islâmiyette ise, bu sayılan
şeylerde uğursuzluk söz konusu değildir. Nitekim Tahâvî*nin rivayet ettiği bir hadis-i
şerifte bildirdiğine göre, uğursuzluk konusunda Hz. Aişe'ye bir soru sorulmuş da Hz.
Aişe buna şöyle cevap vermiştir; "Kur'ân'ı Muhammed'e gönderen Allah'a yemin
ederim ki, katiyyen Rasûlullah (s. a.) böyle bir şey söylememiştir. O yalnız câhiliyye

[2731

halkının kadınla, evle ve atla teşe'üm ettiklerini bildirmiştir. " J 1

42. Atların Hangi Rengi Daha Çok Sevilir?

2543. ...Ebû Vehb el-Cüşemî'den; demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:"
"Doru, sakar (beyaz alınlı), ayaklan sekili yahut da al, sakar, ayakları sekili, ya da

[2741

siyah, sakar, ayaklan sekili (olan) atları besleyiniz. " J 1



Açıklama



Bu hadisin râvisi Ebû Vehb (r.a.), Rasûl-i Ekrem'le sohbet etmek şerefine eren
bahtiyarlardandır. Her ne kadar onun tabiînden olduğunu söyleyenler varsa da, imam
Ahmet (r.a.) gibi, muhakkik ulema ashabdan olduğunu söylemişlerdir.
el-Beğavî'nin açıklamasına göre, Hz. Ebû Vehb, Şam'a yerleşmiş ve kendisinden
sadece iki hadis rivayet olunmuştur. Birisi mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif,

[2751

diğeri de; "Çocuklarınıza peygamberlerin isimlerini koyunuz. anlamındaki

hadis-i şeriftir.

Nitekim Musannif Ebu Davud da bu râvinin sahâbî olduğunu ifâde etmiştir. Hadis-i
şerif yukarıda belirtilen özellikleri taşıyan atların bu özellikleri taşımayan atlardan

daha kıymetli ve cihad için daha elverişli olduğunu ifâde etmektedir.

2544. ...Ebu Vehb (El-Kilaîyden; demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu": "Al,
sakar, ayaklan sekili yahut da doru, sakar atlar besleyiniz."

Daha sonra (Ebu'l-Muğire yahut Muhammed b. Muhacir, önceki hadisin) benzerini
rivayet etti. Muhammed b. Muhacir dedi ki: Ben Akîl (b. Şebîb)e,
Niçin al (at diğerlerinden) üstün kılındı? diye sordum.

Çünkü Peygamber (s.a.), bir akıncı birliği göndermişti de Feth (haberin)i ilk getiren al

[2771

(at) sahibi oldu, diye cevap verdi.- 1 1

Açıklama

Bilindiği gibi "kümeyt", kırmızı ve siyah karışımı bir renk taşıyan atlar için kullanılır.
Memleketimizdeki bu renkteki atlara, "doru at" ismi verilir. "Eşkar" ise, katıksız
kırmızı renkli atlar için kullanılır. Memleketimizin bazı bölgelerinde böyle kırmızı
renkli atlara, "Yeşil at" ismi verilir. "Edhem" ismi ise, siyah renkli atlar için kullanılır
ki memleketimizde bu rengi taşıyan atlara, "yağız at" denir. İmam Muhammed (r.a.)
Mn açıklamasına göre bu hadis-i şerifte söz konusu edilen atları tanımak için atların
yeleleriyle kuyruklarına bakılır. Şayet yele ve kuyrukları kırmızı ise, ona "eşkar",
şayet siyah iseler, ona "kümeyt" denir. Alnında bir dirhem yahut daha küçük mikdarda
beyazlık olan ata "ekran" denir. Şayet bu beyazlık daha çok ise "eğarr = sakar" denir.
Siyah ata ise "el-edhem" adı verilir. "el-Ersem" ise üst dudağında ve burun deliklerinin

T2781

üzerinde beyazlık bulunan atlar için kullanılır.

Ulemâdan bazılarına göre Hz. Peygamber kendi tecrübesine dayanarak sözü geçen

özellikleri taşıyan atların cihad için diğer atlardan daha elverişli olduğunu söylemiştir.

Nitekim hadisin sonunda bulunan; "Çünkü peygamber (s.a.) düşman üzerine bir akıncı

birliği göndermişti de fetih (haberini) ilk getiren al (at) sahibi oldu." cümlesi de bu

görüşü te'yîd etmektedir. Sahâbî Ebu Vehb el-Cüşemî'nin rivayet ettiği bir önceki

[279]

hadis merfû idi. Üzerinde bulunduğumuz hadis ise mürsel'düv 1

2545. ...İbn Abbas'dan; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.); "Atların bereketi,
kırmızılarmdadır" buyurmuştur. ^ - ^



Açıklama



Ebu Bekr el-Bezzâr'm açıklamasına göre, Ali b. Abdillah b. Abbas babasından bu
hadisten başka müsned bir hadis rivayet etmemiştir. Tirmizî de bu hadis hakkında,
"Bu hadis gariptir. Onu yalnız bu senedle, Şeybân'm rivayeti olarak biliyoruz"
demiştir. Kırmızı atların bereketli ve uğurlu olduğunu ifade den bu hadis-i şerifle;
"Atların en hayırlısı alnı beyaz ve üst dudağında ve burun deliklerinde aklık bulunan
T281 1

siyah attır... mealindeki hadis-i şerif arasında bir çelişki bulunduğu söylenemez.

Çünkü kırmızı atların bereketli olması yağız atların hayırlı olmasına engel olmadığı
gibi, yağız atların hayırlı olması da diğer atların uğurlu ve bereketli olmasına engel
değildir. İmam Mu-hammed'in Salih b. Keysan'dan rivayet ettiği; "Atların en hayırlısı
(yelesi ve kuyruğu) kızıl olanıdır." anlamındaki hadis-i şerifle, Abdullah b.Ebî Necih
es-Sekafî'den rivayet ettiği, "Bereket; alnı sakar, yağız, üst dudağında beyazlık
bulunan, üç ayağı sekili ve sağ ayağı lekesiz olan atlardadır. Bu atlar yoksa siyah at bu
T2821

vasfı taşır. anlamındaki hadis-i şerif de nazarı itibara alınınca, bu vasıfları

taşıyan atların bu vasıfları taşımayanlardan daha iyi oldukları anlaşılacağı gibi, bu
vasıfları taşımayan atlarda da hayır bulunduğu, fakat atların bu vasıfları taşıyan atlar

kadar hayırlı olamadıkları kolayca anlaşılır.
Atın Dişisine De "Feres" Denilebilir Mi?^l

2546. ...Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s. a.) atın dişisiae de,
"Feres" derdi."^l

Açıklama

Kâmûs müellifinin açıklamasına göre, Arapça da at cinsinin dişisine de erkeğine de
feres denilebilir.Hz. Ebu Hureyre'nin bu hadisi nakletmekten maksadının, bir lügat
bilgisi vermek olduğu düşünülemez. Hadis sarihlerinin açıklamalarına göre Hz. Ebu
Hureyre'nin bu hadisi nakletmekten maksadı, Hz. Peygamber'in, harbe erkek atla
iştirak eden mücâhidle dişi atla giren mücâhide ganimette aynı hisseyi verdiğini, bir
başka ifâde ile, ganimetlerin taksiminde süvarilerin hisselerini verirken bindikleri
atların erkek ve dişi olduğuna önem vermeden hepsine süvari hissesi verdiğini ifâde

etmektir.

43. Hoşa Gitmeyen Atlar

2547. ...Ebu Hureyre (r.a.)'den; demiştir ki: "Peygamber (s. a.) atların şikal olanını
beğenmezdi. Şikal, atın sağ arka ayağı ile sol ön ayağında yahut da, sağ ön ayağı ile
sol arka ayağında beyazlık olmasıdır."

T2871

Ebû Dâvud dedi ki: "(Ayak renklerinin) çapraz olmasıdır. " J 1



Açıklama



Hanefî ulemâsından Aliyyü'l-Kâri'nin açıklamasına göre bu hadisde bulunan şikalle
ilgili açıklama Hz. Peygambere ait değildir. Râvîlerden birine aittir. Eğer bu açıklama
gerçekten Hz. Peygambere ait olsaydı, o zaman şikal'in ne olduğu açıklığa kavuşurdu
ve ihtilafa mahal kalmazdı. Bu sebeple şikal Üzerinde çeşitli görüşler ileri
sürülmüştür. Burada şikal, atın sağ arka ayağı ile sol ön ayağında yahut sağ ön ayağı
ile sol arka ayağında bulunan beyazlık diye tarif edilmiştir. Bu tarif, görüşlerden
sadece bir tanesidir. Ebû Ubeyd ile, lügat ulemâsının büyük çoğunluğuna göre şikal,
atın üç ayağının sekili olmasıdır. Üç ayağı sekili olan bir at köstekli ata benzediği için
bu ismi alır. Çünkü köstek genellikle atların üç ayağına vurulur. Ebû Ubeyde sadece
bir ayağı sekili olan atlara da şikal denildiğini söylemiştir.

İbn Düreyd ise, şikal atın bir tarafındaki ayaklarında beyazlık bulunmasıdır. Eğer bu
beyazlık çapraz ayaklarda bulunursa ona "çapraz şikal" denir, demiştir.
Şikal atın ön ayaklarında bulunan beyazlık diye tarif edenler olduğu gibi arka
ayaklarında bulunan beyazlık diye tarif edenler ve hatta önayak-ları ile bir arka ayakta
veya arka ayaklar ile bir Ön ayakta beyazlık bulunmasıdır diye tarif edenler de vardır.
Ulemâdan bâzılarına göre Hz. Peygamberin bu şekildeki atlan sevmemesi, atın
köstekli imiş gibi görünme-sindendir. Bâzıları ise, "Rasûlullah (s.a.)'m bu şekildeki
atları beğenmemesini genellikle aradığı necabeti onlarda bulamamış olması ihtimaline
bağlamışlardır. Bâzıları da "ayaklan bu şekilde sekili olan atların alınları beyaz olursa,

sevimsizliği gider." demişlerdir.

Hadis sarihlerinden Hattâbî mevzumuzu teşkil eden hadiste geçen şikalle ilgili
açıklamalar üzerinde durduktan sonra diyor ki: "Şikal atın ön ayaklarıyla arka
ayaklarından birinin beyaz olması ve geriye kalan bir ayağının da sâde olmasıdır.
Hadiste geçen açıklamadan bazı kelimelerin yanlışlıkla düşmüş olması ihtimali

vardır.



44. Hayvanlara Karşı Yerine Getirilmesi Emredilen Görevler

2548. ...Sehl b. el-Hanzaliyye'den; demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) (açlıktan) karnı sırtına

yapışmış bir deveye rastladı da; "Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah'dan korkunuz.

Onlara (binmeye) elverişli hallerinde bininiz ve (yenmeye) elverişli hallerinde onları

. . . „, , [290]
yiyiniz, buyurdu.



Açıklama



Rasûl-i Zişan Efendimiz bu hadis-i şerifte hayvanların haklarına riâyet etmenin
önemine dikkatleri çekerek, onları, aç veya susuz bırakmanın, üzerlerine güçlerinin
yetmediği yük yüklemenin Allah'ın gazabını ve azabını mucib kılacağını dile
getirmiştir, onlara ancak binmeye müsait bir hale geldikleri zaman binilebileceğini ve
iyice semirmeden kesilip yenilmelerinin doğru olmayacağını açıklamış, konuşmaktan
âciz, ağzı dili yok tabiriyle de onların merhamete ne kadar muhtaç olduklarına çok

vec 1 zb lrŞ ek 1 lde 1Ş are t etm 1Ştl r.û2U



2549. ...Abdullah b. Ca'fer'den; demiştir ki: "Bir gün Rasûlullah (s. a.) beni terkisine
aldı da bana sır olarak bir söz söyledi ki ben onu insanlardan hiçbir kimseye
söylemem.

Rasûlullah (s.a.)'in abdest bozmak için arkasına gizlenmeyi en uygun bulduğu şey ya
yüksek binalar yahut da sık hurma ağaçlan idi." (Abdullah) dedi ki: (Hz. Peygamber
bir gün) ensardan bir adamın bostanına girdi. Bir de ne görsün, bir deve! Rasûlullah
(s.a.)'i görünce (deve) inledi, gözlerinden yaşlar aktı. Bunun üzerine Peygamber (s. a.)
onun yanma gelip kulak kökünü okşadı, (hayvan da) sakinleşti. Peygamber (s.a.):
"Bu devenin sahibi kimdir, kimindir bu deve?" diye sordu. Ensar'dan bir genç gelip;
Ey Allah'ın Rasûlü o benimdir, dedi (Peygamber (s.a.)'de)

"Allah'ın, seni kendisine sahip kıldığı şu hayvan hakkında Allah'tan korkmuyor
musun? Gerçekten bu hayvan senin kendisini aç bıraktığını ve yorduğunu bana şikâyet

ediyor." buyurdu. [^2]



Açıklama



Metinde geçen "el-haış" kelimesi birbirine geçmiş sık hurma ağaçlan anlamına
gelir.Müslim'in rivayetinde ifade edildiğine göre, râvi İbn Esma bu kelimenin, "Hurma
bahçesi"'manasma geldiğini söylemiştir. Hedef kelimesi ise, yüksek bina, tepecik gibi
manalara gelir. "Zifra" kelimesi ise, İbnü'l-Esîr'in, Nihâye'de ifâde ettiğine göre,
"kulağın kökü" manasına gelen müennes bir kelimedir.

Hadis-i şerif hayvanları güçlerinin yetmediği işlerde kullanarak onlan bitkin bir hale
getirmenin, onları aç ve susuz bırakmanın Allah'ın gazabını, Rasûlünün de itabını
mucib olduğunu ifâde etmektedir.

Kadı Iyâz bu hadiseyi, şifâ-i şerifte değişik şekillerde anlatmış ve Aliyyü'l-Kâri'de bu
olay hakkında bir açıklama yapmaktan kaçınmıştır. J 1

2550. ...Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.) şöyle
buyurmuştur:

"Bir adam yolda giderken çok susamıştı. Bir kuyu buldu. Ona inip, su içti, sonra çıktı.
Bir de ne görsün, (dilini çıkarmış) soluyan, susuzluktan ıslak toprağı yalayan bir
köpek. Adam (kendi kendine); "Gerçekten bana gelen susuzluğun aynısı bu köpeğe de
gelmiş" deyip kuyuya indi ve mestini suyla doldurdu. Mesti ağzıyla tutup (kuyudan)
çıktı, köpeği suladı. Allah onun bu iyiliğini kabul etti ve onu bağışladı. (Orada
bulunan ashab);

Ey Allah'ın Rasûlü, hayvanlarda olan davranışlarımızdan dolayı bizim için sevap var
mıdır? dediler. (Peygamber (s.a.)de);

[2941

"Her karaciğeri yaş olan (hayvan) da bizim için sevap vardır." buyurdu.

Açıklama

Metinde geçen, "Her karaciğeri yaş olan (hayvan) da bizim için sevap vardır*'
cümlesinden murad, her canlıyı doyurup sulamakta ve yardımda bulunmakta sevap
vardır, demektir. Canlıya, "karaciğeri yaş olan" denilmesi ölünün cismi ve ciğerleri
kuruduğu içindir. Nevevi diyor ki, bu hadiste muhterem olan hayvana iyilikte



bulunmaya teşvik vardır. Muhterem hayvandan maksat, öldürülmesi emredilmeyen
hayvandır. Öldürülmesi emredilen hayvan hakkında ise, şeriatın emrine imtisal olunur.
Öldürülmesi emredilen harbî, kâfir, mürted, kuduz köpek, hadiste sayılan beş fâsık
T2951

hayvan, ve bu manada olanlardır. Muhterem hayvanı sulamak ve doyurmak gibi

iyiliklerde bulunmakla sevap hasıl olur. Bu hususta hayvanın sahibi olup olmaması,
kendinin veya başkasının olması önemli değildir.

Davudi: "bu hadis bütün hayvanlar hakkındadır." demiş. Ebû Ab-dülmelik ise, onun
Benî İsrail'e ait olduğunu söylemiş, müslümanlıkta köpeklerin öldürülmesi
emrolunduğunu hatırlattıktan sonra hadisin bazı zararsız hayvanlar hakkında varid
olduğunu iddia etmiş; "Çünkü domuz gibi öldürülmesi emrolunan hayvan zararı artsın
diye su vererek kuvvetlendirilmez" demiştir. Allâme Aynî, Ebu Abdülmelik'e cevap
vermiş, hadisin Benî İsrail'e ait olduğu iddiasını delilsiz bir iddia olarak va-
sıflandırmış, köpeklerin öldürülmesi emrinin de neshedildiğini hatırlatıp bu hadisin
bazı zararsız hayvanlara mahsus oluşu iddiasını da tahakküm saymıştır. Bundan sonra
sözü Nevevî'ye tevcih eden Aynî şunları söylemiştir: "Nevevî'ye de şaşarım, hadisin
bütün muhterem hayvanlar hakkında oldğunu iddia ediyor. Bu dahi delilsiz davadır.
Hadisin mesajı Allah Teâlâ'nm yarattıklarına şefkat göstermeye yöneliktir. Şefkat
göster-mekse zararlı hayvanı Öldürmeye engel değildir. Böyle bir hayvanı sular sonra
öldürürüz. Çünkü biz öldürmeyi bile güzel yapmakla memuruz."
Allah'ın şükretmesinden murad, onun amelini kabul buyurması sevab yazması ve

affetmesidir.

[2971

Yolculukta Bir Yerde Konaklamak 1 L

2551. ...Enes b. Mâlik (r.a.) dedi ki: "Biz (yolculukta) bir yere konakladığımız zaman,

T2981

hayvanların yükü indirihnedikçe nafile namaz kılmazdık. " J 1



Açıklama



Sünen-i Ebû Davud'un bir nüshasında kelimesi yerinde kelimesi bulunmaktadır. O
zaman bu hadis, "Biz hayvanların yükünü indirmedikçe nafile namaz kılmazdık"
manasına gelir.

Diğer bir nüshada da, "hatta tühalle" kelimesi yerinde "hatta nünîha" kelimesi
geçmektedir. Bu nüsha nazar-ı itibare alındığı takdirde ise, sözü geçen cümle "Biz
hayvanları istirahata çekmedikçe nafile namaza durmazdık" manasına gelir. Hadis-i
şerif, nafile namaz kılmaya son derece önem veren ashâb-ı kiramın, hayvanların
hakkına riâyet etmeye, nafile namaz kılmaktan daha fazla önem verdiklerini, yolculuk
esnasında bir yerde konakladıkları zaman kuşluk namazı gibi belli vakitlerde kılman
nafile namazların fevt olması pahasına da olsa, hayvanların yüklerini indirip onları
rahata kavuşturmadıkça o namaza durmadıklarını ifâde etmektedir. Ashâb-ı kiramm-
ibâdetle ilgili meselelerdeki uygulamalarının kendi ictihadlanndan kaynaklandığı
düşünülemez. Çünkü ibâdetlere ait uygulamalar ictihad konusu olamazlar. Bu itibarla
onların bu uygulamasının Rasûl-i zîşân efendimizin talimatından kaynaklandığını
kabul etmek icabeder. Bu da hayvanların haklarına riâyet etmenin ve onlara acımanın



nafile namaz kılmaktan daha önemli olduğunu ifâde eder.^^
45. Atların Boynuna Yay İpi (Kiriş) Takmak



2552. ...Ebu Beşir el-Ensârî'nin dediğine göre kendisi Rasûlullah (s.a.) ile bir
yolculukta bulunmuş. Rasûlullah (s.a.) bir elçi göndermiş. (Bu hadisi Ebu Beşir'den
nakleden) Abdullah b. Ebi Bekir dedi ki; "Öyle zannediyorum ki (Ubâde b. Temini)
dedi ki; (Hz. Peygamber bu elçiyi gönderdiği sırada, kendilerine elçi gönderilen)
insanlar geceledikleri yerlerinde idiler (ve Hz. Peygamber elçiye şunları söylemesini
emretmiş); "Hiçbir devenin boynunda (takılı) bir yay ipi (kiriş), veya bir gerdanlık
kalmasın hepsi kesilsin."

Mâlik dedi ki: "Bunların göz değmesinden korunmak) için (takılmış) olduklarını

A - ,, £300]
zannediyorum.



Açıklama

İbn Hacer, Ebû Bişr'in Hz. Peygamberle beraber bulunduğu bu seferin hangi sefer
olduğunu tesbit edemediğini söyler.

Metinde geçen "insanlar geceledikleri yerlerinde idi. "cümlesi, bazı nüshalarda;
"insanlar öğle uykusuna yattıkları yerlerinde idi." şeklînde geçiyorsa da hadisin özüne
tesir edecek derecede önemli bir fark değildir.

İbnü'l-Cevzî'nin açıklamasına göre Hz. Peygamberin, develerin boyunlarına takılan bu
iplerin kesilmesini emretmesi hakkında üç görüş vardır:

1. Câhiliyye döneminde yaşayan araplar develerin boynuna kiriş ve gerdanlık gibi
şeyler takarlar ve bunların göz değmesine mâni olacağını zannederlerdi, tşte Hz.
Peygamber, bu gibi şeylerin Allah'dan gelen musibetleri önleyemeyeceğini bildirmek
İçin, onların kesilmesini emretmiştir. İmam Mâlik bu görüştedir.

2. Hayvanların boynuna takılan bu gibi gerdanlıklar bazı hallerde onların boğazını
sıkıp Ölümlerine sebep olacağı için, Rasûlullah bunların kesilmesini emretmiştir.
Hanefi imamlarından İmam Muhammed bu görüştedir. Ebu Ubeyde de bu görüşü
tercih etmiştir.

3. Câhiliyye araplan develerin boynuna kiriş takarlar ve bu kirişlere de çan asarlardı.
Bu çanlar da geceleyin düşmanın onların bulundukları yeri sezmesine sebep olurdu.
İşte burada esas yasaklanmak istenen, develerin boynuna kirişler takmak değil, bu
kirişlere çan asmaktır.

Nevevî'nin beyânına göre bu hadis-i şerifteki nehy kerâhet-i tenzihiyye içindir.
Ulemadan bazılarına göre ise, kerahet-i tahrîmiyye içindir. Hayvanlara takılan bu
gerdanlıkların ihtiyaç duyulduğu anda takılmalarının caiz, ihtiyaç duyulmadan
takılmalarının ise, haram olduğunu söyleyenler de vardır. İmam Malik hayvanların
boynuna gerdanlık takmanın mekruh oluşunu göz değmesine engel olması gayesiyle
takılmış olmasına bağlamakta bu maksadın dışında hayvanların boynuna çeşitli takılar
takılmasında bir sakınca görmemektedir.

Bütün bu görüşler, içinde Kur'an âyetleri ya da me'sur dua bulunmayan takılar
hakkındadır. İçinde âyet veya me'sur dua bulunan, insanlara ve hayvanlara takılan
muskalara gelince, bunlar teberrük için takıldıklarından sakıncalı değillerdir. Kibir ve
gurur vermemek israfa varmamak şartıyla süs için boyunlara takılan şeyler de aynı



şekilde zararsızdır. Bunları takmakta bir sakınca yoktur.



Atlara İyi Bakmak, Onları Harbe Hazır Bulundurmak Ve Onların Kaba Etlerini
Kaşağılamak^^

2553. ...Ebû Vehb el-Cüşemî'den; demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) şöyle buyurdu:
"Atlan (her an harbe hazır tutmak için) bağlayınız, alınlarını ve sağrılarını
sıvazlayınız" buyurdu. Yahut da "kabalarını (sıvazlayınız)" dedi. (Sonra sözlerine
şöyle devam etti); "Onlara gereken gerdanlıktan takınız. (Fakat yayın iki ucu arasına

[3031

gerilen) kirişleri takmayınız. " J 1



Açıklama



"Atlan bağlayınız" cümlesi, "onları hazır tutunuz ve harb için onları iyi hazırlayınız*'
anlamındadır. Atların alınlarını ve sağrılarını sıvazlamaktan maksat, onların alınlarını
ve sağrılarını elle okyaşıp onları memnun etmek ve ayrıca hayvanın sözü geçen
yerlerini tımar ederek onların istirahatını sağlamaktır.

Bu hadisi rivayet eden râvi Hz. Peygamberin, "atların sağrılarını sıvazlayınız" mı,
yoksa, "kabalarını sıvazlaymız*'mı dediğinde şüpheye düşmüştür. Harb vasıtası olan
bir hayvanın kaba etlerini elle sıvazlayıp tımar etmek onun rahatlamasına ve
kuvvetlenmesine sebep olacağı için ibâdet hükmündedir. Hadis-i şerifte geçen "onlara
(gereken) gerdanlıkları takınız (fakat yayın iki ucu arasına gerilen) kirişleri
takmayınız." cümlesinden maksat, "onlara istediğiniz gerdanlıkları takarak din
düşmanlarının üzerine sürünüz. Fakat câhiliyye dönemi araplarmm yaptığı gibi göz
değmesini önleyeceği inancıyla onlara yay kirişi takmayınız" demektir. At besleme
mevzuunda gelen hadislerden bazıları da şu mealdedirler.

1. At beslemek kişi için ecirdir, yâni sevabı muciptir.

2. Kişi. için perdedir, siperdir.

3. Kişinin Üzerinde günahtır, yâni günahı muciptir."

Atın kendisine sevap kazandırdığı adam, onu Allah yolunda bağlamış, onun ipini bir
çayıra yahut bir bahçeye uzatmıştır. İşte o at, içinde bağlı olduğu o çayırın, yahut o
bahçenin neresine değip geçerse o kısım onun için sevabı mucip olur. Eğer o, bir nehre
uğrar da sahibi sulamak istemediği halde su içerse bu da sahibi için sevabı mucip olur.
Atın kendisine siper olduğu adam, onu insanlara muhtaç olmamak ve perde olmak için
yani fakirliğini gizlemek ve de teaffüf yani evlad-ü lyalini nâ-muskârâne geçindirmek
için bağlamıştır. Ona iyi bakmak, hoş binmek ve yük yüklemek hususlarında Allah'ın
hakkını unutmamaktadır. İşte o hayvan, kendisi için siperdir.

Diğer adam ise, atı sırf böbürlenmek, gösteriş ve düşmanlık için bağlamıştır. Bu da
kendisi için günahı muciptir, "^^l

46. Hayvanların Boynuna Çan Takmak

2554. ...Ümmü Habibe (r.anha)'den rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.) şöyle
buyurmuştur:



"Melekler aralarında çan (sesi) bulunan yolcularla arkadaşlık etmezler."



Açıklama

kelimesini "ra"nm zammesi ile "rüfkaten" şeklinde okumak caiz olduğu gibi "ra"nm
kesresi ile "rifkaten" şeklinde okumak ta caizdir. Bu kelime, "toplu halde yolculuk ya-
pan yol arkadaşları" anlamına gelir.

Hadis-i şerifte aralarında çan sesi bulunan yolculara meleklerin arkadaşlık etmeyeceği
ifâde edilmektedir.

Avnü'l-ma'bud müellifi Azimâbâdî'nİn açıklamasına göre, aralarında çan sesi bulunan
yolculara arkadaşlık etmekten kaçman bu melekler, h'a-faza meleklerinden başka
meleklerdir. Çünkü hafaza melekleri insanı hiçbir zaman terketmezler. Azîzî ise, el-

Câmiu's-sağir şerhinde, bü meleklerin rahmet melekleri olduğunu söyler.

Yine Avnü'l-ma'bud yazarının açıklamasına göre bu meleklerin, aralarında çan sesi

bulunan yolculara arkadaşlık etmekten kaçınmaları şu iki mânâya gelebilir:

1. Meleklerin bu yolcuları tamamen terketmeleri ve asla onlarla beraber olmamaları
anlamına gelebilir.

2. Melekler o yolcularla beraber bulunurlar. Fakat onlara istiğfarda bulunmazlar ve
onlara dua etmezler anlamına gelebilir.

Avnü'l-ma'bud yazarı Azîmâbâdî, meleklerin bu yolcuları terketmelerinin sebebini de
şöyle açıklıyor: "Çünkü çan sesi çok çirkindir ve çan sesi kilise çanlarının sesini
hatırlatır. Nitekim hadis-i şerifte de çan sesi şeytanların çalgısının sesine
benzetilmiştir. Ayrıca çan sesi savaşta sahibinin yerini düşmanların öğrenmesine
sebep olur. Oysa Hz. Peygamber düşmanlarına ansızın baskın yapmayı severdi.
Şemsü'l-eimme İmam Serahsî, es-SiyerıTI-Kebir Şerhi'nde mevzumuzu teşkil eden bu
hadisle ilgili görüşlerini şöyle açıklıyor; "Bazı âlimler bu rivayetin zahirine bakarak,
savaşta olsun başka hususlarda olsun bineğe çıngırak takmayı mekruh görmüşlerdir.
Hz. Aişe'den yapılan bir rivayete dayanarak, küçük çocuğun ayağına çıngırak takmayı
da mekruh görmüşlerdir. Bu rivayete göre, Hz. Aişe bir kadının yanında ayağına
çıngırak takılmış bir çocuk görmüş ve kadına, "meleklerin nefret etliği şu şeyi ondan
uzaklaştır" demiştir. Bizce bu rivayetlerin izahı, darü'l-harb'te gaziler için çıngırak
takmanın mekruh olduğudur. Şayet düşmana gece bir baskın yapmak isteseler, düşman
hemen onların farkma varır. Şayet düşman topraklarına sızan bir seriyye olsalar,
düşman hemen onları bulup öldürür. Bu durumlarda müşriklere yardımcı olduğu için
çıngırak kullanmak mekruhtur. Ama dârü'l-İslâm'da hayvan sahibine faydası
dokunacağından çmgırak kullanmakta sakınca yoktur.

Meselâ çıngırağın sesi yolcuların uykusunu kaçırtıp yola devam etmelerine yardımcı
olur. Kervanın arkasında kalıp gece yolunu şaşıran kimseler çıngırak sesleri
yardımıyla kervanlarını bulurlar. Bazı hayvanlar bu sesten zevk duyarak, daha süratli
yürür. Şayet hırsız ve yol kesicilerden korku yoksa bu durumuyla çıngırak faydalıdır
ve kullanılmasında sakınca yoktur. O da develerin sür'atli ve düzenli yürümelerini
sağlamak için söylenen şarkılara benzer. Nitekim Rasûlullah (s.a.)'in kendîsininde
hazır bulunduğu bir gece yolculuğunda bazı şarkılar söylenmiş, kendisi de buna izin
vermiştir. Çocukların ayaklarına takılan çıngıraklara gelince, bunlar şayet sırf eğlence
için takılıyor ve başka bir faydası yoksa, hoş karşılanmaz. Ama faydası varsa sakıncası



yoktur."^ ^

Bu mevzuda İmam Nevevi de şunları söylüyor: Buradaki keraheti tenzihiyyedir.
Şam'ın eski ulemasından bir cemaat büyük çanın mekruh olduğunu küçüğünün
mekruh olmadığını söylemişlerdir. Ancak Tuhfetu'l-ahvezi yazarı'nm da dediği gibi,
hadisteki "çan" kelimesi, mutlak olarak kullanıldığından çanın büyüğü de küçüğü de

aynı hükümdedir. ^ ^

2555. ...Ebu Hureyre (r.a.)'den; demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu":

T3091

"Melekler, aralarında köpek ve çan sesi bulunan yoldaşlara arkadaş olmazlar."- 1 1

Açıklama

Bilindiği gibi Cibril aleyhisselam Hz. Peygamberle görüşmek üzere bîr vakit tayin

ettiği halde, Hz. Peygamber'in bulunduğu evde bir köpek yavrusu bulunduğu için, o

eve girememiş ve sözünü yerine getirememişti. Hz. Peygamber bu köpeği dışarı

çıkarınca Cibril aleyhisselam derhal içeri girmiş ve Rasûl-i Zişân Efendimize, "Bana

senin evindeki köpek mani oldu. Biz içinde köpek ve suret bulunan eve

• - D 101 A ■
girmeyiz. demişti.

Ulema bu mesele üzerinde durmuş ve Hattâbî gibi bazı hadis alimleri edinilmesi
haram olan köpeklerin bulunduğu yere, rahmet meleklerinin girmediğini, fakat av
köpeği, ekin veya çoban köpeği gibi köpeklerin bir yerde bulunmasının, rahmet
meleklerinin oraya inmesine mani olmadığını söylemişlerdir.

Yolculukta da hüküm böyledir. Edinilmesi haram olan köpeklerin, beraberinde
bulunduğu yolcuların yanma rahmet melekleri inmezler. Fakat av köpeği, çoban
köpeği gibi köpeklerin yolcuların yanında bulunmaları rahmet meleklerinin o
yolcuların yanma inmesine engel değildir. Meleklerin, aralarında köpek bulunan
yolcuların yanma inmeyişinin sebebini ulema şöyle izah ederler: "Çünkü köpekler çok
pislik yerler ve pis kokarlar. Ayrıca bazı köpekler şeytan tabiatlıdır. Meleklerse
şeytanların zıddıdır." Rahmet meleklerinin aralarında çan sesi bulunan yolcularm

yanma inmemesi meselesini bir Önceki hadiste açıkladık.^ ^

2556. ...Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.) çan hakkında

[3121

"şeytan'm düdüğüdür'* buyurmuştur. 1 1

Açıklama

Mizmar, sözlükte, kaval, ney ve düdük gibi nefesli müzik aletleri manasına gelir.
Güzel ses ve şarkılar için de kullanılır.

Aliyyü'l-kâri'nin açıklamasına göre, çan sesinin şeytana izafe edilmesinin sebebi,
özellikle yolculukta bu gibi sesler sürekli olduğunda aynen şeytan gibi sürekli olarak
insanın gönlünü meşgul edip, onu zikir ve fikirden alıkoymasıdır. Hayvanlara çan
takmanın hükmü hakkında ulemanın görüşlerini 2554 numaralı hadiste açıklamış

bulunmaktayız.



47. Dışkı Yiyen Hayvana Binmek



2557. ...İbn Ömer (r.a.)'den; demiştir ki: "Dışkı yiyen hayvana binmek
yasaklanman,"^

Açıklama

Bilindiği gibi dışkı yiyen hayvana = cellâle, denir. Bu dışkı ister koyun, sığır, deve
gibi dört ayaklı hayvan dışkısı olsun, isterse kaz, Ördek, tavuk gibi kümes hayvanları
dışkısı olsun.

İbn Hazm,Cellâle isminin sadece dört ayaklı hayvanların dışkısını yiyen hayvanlara
verilebileceğini iddia ederken, bazı ilim adamları da, yiyeceklerinin ekserisi pis
hükmündeki şeyler olan hayvanların cellâle sayılacağını, yiyeceklerin ekseriyeti temiz
olan hayvanlarmsa cellâle sayılamayacağını söylemişlerdir. İmam Nevevi, "Tashih'üt-
tenbih" isimli eserinde bu görüşü savunmuşsa da; "er-Ravda" isimli eserinde Râfıî'ye
uyarak, "Bu hususta nazar-ı itibare alınacak Ölçü, hayvanın etsuyunun veya etinin, ta-
dı, rengi ve kokusunun bozulup bozulmamasıdır. Eğer hayvanın etinin tadı, rengi ya
da kokusu bozulmuşsa hayvan cellâledir, yoksa cellâle değildir." demiştir.
Bu mevzuda Hattâbî de şöyle diyor; "İnsanlar dışkı yiyen hayvanın etinin yenip
yenmeyeceği ve sütünün içilip içilmeyeceği konusunda ihtilaf etmişler, rey ehli ile
İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel bu hayvanların etlerinin yenmesini ve sütlerinin
içilmesini mekruh görmüşlerdir. Sözü geçen ulemaya göre böyle bir hayvan birkaç
gün hapsedilip temiz yemlerle beslenmedikçe etleri yenmez ve sütleri içilmez.
Bir hadis-i şerifte rivayet edildiğine göre dışkı yiyen bir hayvanın etini yiyebilmek için
hapis süresi kırk gündür. Buna göre, dışkı yiyen sığırların etlerinin ve sütlerinin helal
olması İçin, kesilmeden önce en az kırk gün hapsedilip temiz yemlerle beslenmeleri
icâbeder. Hz. Ömer tavukları üç gün hapseder ondan sonra keserdi.
İshak b. Rahûye dışkı yiyen hayvanların etini güzelce yıkadıktan sonra yemekte bir
sakınca olmadığını söylerdi.

Hasan el-Basri (r.a.) ise, Cellâle'nin etini yemekte bir sakınca görmez ve hiçbir işleme
tabi tutmadan onun etinin yenilebileceğini söylerdi. Mâlik b. Enes de bu görüştedir.
İbn Reslan "Şerhu's-Sünen" isimli eserinde şunları söylüyor: "Dışkı yiyen hayvanın ne
kadar hapsedilmesi gerektiğine dair tesbit edilmiş belli bir süre yoktur. Bazı âlimler bu
sürenin deve ve sığır cinsi için kırk, koyun cinsi için yedi, tavuk cinsi için de üç gün
olduğunu söylemişlerdir, et-Tahrir ve el-Mühezzeb isimli eserlerde de bu görüş tercih

edilmiştir."^

Bu mevzuda Bezrül-Mechûd müellifi şunları söylüyor:

"Cellâle: Pislik yiyen ve bu pisliğin tesiri etinde sütünde ve terinde görülen hayvandır.
Bunun etinin ve sütünün mekruh oluşunun sebebi, etinin ve sütünün yediği pisliklerle
karışmış olmasıdır. Eğersiz veya semersiz olarak binilmesinin mekruh oluşunun
sebebi ise, onun kokusunun ve terinin binen kimeseye geçmesidir. Bu gibi hayvanlara
binmek alışkanlık haline gelmesin diye yasaklanmıştır. Kıymetli âlimlerimizden
merhum Ö.Na-suhi Bilmen, Hanefi mezhebinin bu mevzudaki görüşünü şöyle
Özetliyor: "Temiz olmayan şeyleri yemiş olan tavuk, koyun, sığır, deve gibi hayvan-
ların etleri bir müddet hapis edilmeksizin hemen kesildikleri takdirde mekruhtur.



Çünkü bu halde etleri fena kokudan hali olmaz. Hapis müddeti, tavuklar için üç,
koyunlar için dört, sığırlar ile develer için on gündür. Böyle pislikle teayyüş eden bir
hayvana "cellâle" denir."

Bu hayvanlar, temiz olmayan şeylerden etleri kokmayacak miktar da yemiş oldukları
takdirde hepisleri lazım gelmez. Etleri kerâhetsiz olarak yenilebilir.^^

2558. ...îbn Ömer (r.a.)'den; demiştir ki:

[317]

"Rasülullah (s.a.) pislik yiyen develere binmeyi yasakladı.

Açıklama

Önceki hadisle ilgili açıklamalar bu hadis için de geçerlidir. J 1

48. İnsan, Sahip Olduğu Hayvanlara Özel İsimler Verebilir

2559. ...Muaz (r.a.)'dan; demiştir ki. ' Ben Ufeyr denilen bir merkebin üzerinde,
Rasülullah (s.a.)'in terkisinde idim."^^



Açıklama



Ridf (veya) redif: Hayvan üzerinde bulunan bir kimsenin terkisine yani arkasına
oturandır.

Ufeyr: Peygamber (s.a.)'în merkebinin ismidir. Bu kelimenin aslı "a'fer" olup, kaideye
göre "üayfîr" şeklinde tasgir yapılması gerekirken, kaideye aykırı olarak, elifi
hazfedilmek suretiyle "ufeyr'* şeklinde tasgir edilmiştir. Nitekim "esved" kelimesini
de bu şekilde kaideye aykırı olarak 'süveyd' şeklinde tasgir edilmiştir. Oysa A*fere
benzeyen Ahmer ve Esfer gibi kelimeler, kaideye uygun olarak ühaymir ve üsayfır
şeklinde tasgir edilmişlerdir. Bu hayvana ceylan gibi hızh koştuğundan dolayı bu
ismin verildiğini söyleyenler bulunduğu gibi bu hayvanın toprak gibi boz renkli
olduğu için bu ismi aldığını söyleyenler de vardır. Çünkü araplar beyaz ve kızıl
karışımı toprağa "afre" derler.

Hayvanlara özel isim vermek araplann eski adetlerinden kalma bir âdettir. Eski
araplar, silahlara ve harp aletlerine de özel isimler verirlerdi. Hz. Peygamber Arapların
bu adetini tasvib ve takrir etmiş, kendisi de kılıcına, "zülfikar" bayrağına; " = El-

[3201

ukab", zırhına, "zat-ül-Füdûl", katırına; = "düldül" ismini vermiştir. 1 1



Bazı Hükümler



1. Hayvanlara, silahlara ve harp aletlerine özel isim vermek caizdir.

2. Hayvanın iki kişiyi taşıyacak güçte olması şartıyla bir hayvana iki kişinin birlikte
binmesi caizdir. Hayvanın zayıf olması ve dolayısıyla iki kişinin binmesiyle zarar

[3211

göreceğinin bilinmesi halinde bu caiz değildir.



49. Harbe Çıkılacağı Zaman "Ey Süvariler, Allah'ın Atlarına Bininiz" Diye Nida



Etmek



2560. ...Semûre b. Cündüb (r.a.)'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir; "Gelelim sadede;
Biz (düşman tehlikesinden) korktuğumuzda Rasûlullah (s. a.) süvarilerimizi, "Ey
Allah'ın süvarileri," diyerek çağır(ır)dı. Ve korkuya kapıldığımız zaman bizden toplu
halde sabırlı ve sakin olmamızı isterdi. Harbe çıktığımız zaman da (aynı şeyleri

emrederdi)" ^— ^
Açıklama

Nefir savaşa çıkmak demektir. Metinde geçen kelimesi atlar manasına geldiği gibi
süvariler (atlılar) manasına da gelir. Binâenaleyh kelimesi "Allah'ın atlan" mânâsına
geldiği gibi Allah'ın atlıları manasına da gelebilir. Fakat başına nida harfi sonuna da
emri ilâve edildiği zaman bu kelimenin süvariler manasında kullanıldığı belirlenmiş
olur. Bu bakımdan bazı hadis sarihleri bu babın başlığında bulunan "ya haylallahi"
kelimesinin aslında "Ey Allah'ın atlarının binicileri" şeklinde zincirleme bir tamlama
olduğunu fakat, bu tamlamadan, "fîrsân" kelimesinin düştüğünü söylemişlerdir.
Suyutî'nin ifâdesine göre, el-Askeri'nin, "el-Emsal" isimli eserinde rivayet ettiği şu
hadiste el-Hayl kelimesi süvariler anlamında kutlanılmıştır: "Enes b. Mâlik'ten rivayet
edildiğine göre; Harise b. en-Nu'man (bir gün),

Ey Allah'ın Peygamberi, şehid olmam için bana dua et! dedi. Hz. Peygamber de onun
için dua etti. Bir gün; "Ey Allah'ın atlıları atlarınıza bininiz" diye nida edilince ilk
atma binen ve ilk şehid olan atlı Harise olmuştu."

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte de hayl, "süvari - atlı" manasında
kullanılmıştır. Râğıb-î İsfehânî'nin açıklamasına göre, "Afevtü an sadakati'l-hayl=
"atların zekâtını size bağışladım*' cümlesinde, "hayl" kelimesi, "atlar" anlamında
kullanılmıştır." Görüldüğü gibi mevzumuzu teşkil eden bu hadisi şerif harbe çıkıldığı
zaman süvarilere, "ey Allah'ın atlıları!" diye nida etmenin caiz olduğuna delâlet
etmektedir.

Hazret-i Peygamberin Allah'ın süvarileri ismini verdiği müslüman süvarileri, bir
korkudan dolayı, "Ey Allah'ın atlıları" diye çağırdığı ilk hadise, hicretin altıncı yılında
cereyan eden zükared, diğer ismiyle Ğâbe gazasıdır. Tarih kitapları bu gazanın
sebebini şöyle anlatırlar: "Peygamberimizin Ğâbe meralarında yayılmakta bulunan
sağmal ve doğurmaları yaklaşmış yirmi devesini Uyeyne b. Hısn el-Fazarî'nin Gatafan
ve Fâzereler-den kırk atlı salarak baskın yaptırıp sürdürmesi ve Ebu Zer el-Gıfârî'nin

T3231

oğlunu da şehid ettirmesidir. " J

Bu olayda Hz. peygamber'in İslâm süvarilerine nida ederek onları harbe çağırışı da
tarih kitaplarında şöyle anlatılıyor:

"Seleme b. el-Ekva'm "ya Sabahah!" diyerek bağırdığı Peygamberimize haber verildi.
Bunun üzerine "Yetişiniz! yetişiniz!", "Ey Allah'ın süvarileri» atlarınıza bininiz!"

[3241

denilerek Medine'de seslenildi.

50. Hayvanlara Lanet Etmek Yasaklanmıştır



2561. ...İmran b. Husayn (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s.a.) seferde



iken bir lanet (sözü) işitmiş de;

"(lanet eden) bu (kadın) kimdir?'* diye sormuş (Orada bulunanlar);

Bu (kadın) falan kadınadır devesine lanet etti, demişler. Bunun üzerine;

"Hayvanın üzerinden (semerini ve yüklerini) indiriniz çünkü o lanetlenmiştir."

buyurmuş. (Oradakiler de) hayvanın üzerinden (yükünü ve semerini) hemen

indirmiştir.

[3251

Imrân dedi ki: "Boz rengiyle o deveyi hâlâ görüyor gibiyim. " J 1

Açıklama

Bu hadisenin cereyan ettiği seferin hangi sefer olduğu hususunda hadis sarihleri kesin
bir açıklama yapamıyorlar. Sadece bunu tesbit edemediklerini söylemekle yetiniyorlar.
Aynı şekilde devesine lanet eden kadının kimliği hakkında onun Ensar'dan bir kadın
olmasının ötesinde bİF bilgi de verilmiyor.

Her ne kadar bazı ilim adamları, "Kadının hayvana laneti geçtiği ve bedduası kabul
edildiği ve dolayısıyla hayvan mel'ûn olduğu için, Hz. Peygamber o hayvandan uzak
durulmasını emretmiş, üzerine binilmesini yasaklamıştır", demişlerse de, imam
Nevevî'ye göre Hz. Peygamberin bu hayvana binmeyi yasaklamaktan maksadı;
lanetleme yasağına uymayan kadını cezalandırmaktır. Çünkü Hz. Peygamber daha
önce lânetlemeyi yasakladığı halde sözü geçen kadın bu yasağı çiğneyerek devesine
lanet etmiştir. Rasûl-i Zişân Efendimiz de onu bu fiili bir daha işlememesi için bu
şekilde cezalandırmıştır. Ancak bu yasak hadisenin cereyan ettiği yolculuk süresince
geçerlidir. Etinin yenmesi, satılması ve sözü geçen yolculuk bittikten sonra Hz.
Peygamberin beraberinde olmamak şartıyla üzerine binilmesi caiz olduğu gibi,
lanetten önce onun hakkında caiz olan tasarrufların hepsi yine caizdir, Bezlü'l-mechûd
yazarının açıklamasına göre, Hz. Peygamber'in o deveye binmeyi yasaklamasını onun
lanetlenmiş olmasına bağlamak çok yanlıştır. Çünkü deve lanete layık ve ehil bir hay-
van değildir. Bir hadis-i şerifte de açıklandığı gibi lanete müstehak ve ehil olmayan bir

varlığa yapılan lanet, sahibine döner.

51. Hayvanları Birbirine Kışkırtmak Ve Aralarını Kızıştırmak

2562. ...îtjn Abbas (r.a.)'dan; demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.) hayvanları biri birine
kışkırtmayı yasakladı.

Açıklama

Tahriş = Hayvanları birbirine kışkırtarak onları döğüş-türmek demektir. Günümüzde
rastlanan deve güreşleri ve horoz döğüşleri gibi yarışlar bunun en canlı örneğini teşkil
ederler. Bu gibi yarışlarda insanlık hesabına hiçbir fayda bulunmadığı, sadist ruhları
tatminden başka bir işe yaramadığı gibi, döğüşen hayvanlara büyük bir acı çektirdiği
için yasaklanmıştır. Çünkü İslam, insanlığın hayrına olmayan işlere izin vermez,
îslamm her emir ve nehyinde çok büyük hikmet ve maslahatlar vardır.
Bu hadisi Tirmizi bir defa mürsel olarak, bir defa da merfu' olarak rivayet etmiştir.
Hafız el-Münzirî, Tirmizi'nin mürsel plan rivayetinin merfu olan rivayetinden daha



sahih olduğunu söylemiştir.



52. Hayvanları Dağlayarak Damgalamak

2563. ...Enes b. Malik (r.a.)'den; demiştir ki: "Kardeşim yeni doğduğu zaman
damağına (yiyecek) bir şey sürmesi için onu, Peygamber (s.a.)'e getirmiştim. Bir de
baktım ki kendisi bir ağılda koyunları ateşle damgalıyor."

(Bu hadisi Hişam'dan rivayet eden Şu'be) dedi ki: "Öyle zannediyorum ki (Hişam)

T3291

"(Hz. Peygamber hayvanların) kulaklarına (damga vuruyordu)" dedi.

Açıklama

Tahnîk: Hurma gibi tatlı bir şeyi çiğneyerek yeni doğan çocuğun damağına sürmektir.
Bundan maksad, tahnik yapan kimsenin ağzından çıkan lokmayı çocuğa yutturarak
teberrükde bulunmaktır.

Vesm: Hayvanın derisini ateşle dağlayarak onun vücuduna damga basmaktır. Bu iş
genellikle demir bir çubuğun ateşte kızdırılarak hayvanın kulağına basılmasıyla olur!
Hayvanlara vurulan bu damga, kime ait olduğunun bilinmesini ve dolayısıyla onun
kaybolması ya da başkalarına ait hayvanların içine karışması halinde kime ait
olduğunun kolayca tanınıp sahibine iade edilmesini ve daha önemlisi, kişinin zekât
olarak verdiği hayvanları yanlışlıkla satın almaktan korunmasını sağlar. Herkes
kendine ait hayvanına kendisine ait özel bir damga vurursa bu sayede hayvanın kime
ait olduğu kolayca bilinir.

Buharî'nin rivayetinin birinde Hz. Enes'in Resûl-i Zişân Efendimizi koyunları

[3301

damgalarken gördüğü ifâde edilirken 1 1 diğer bir rivayetinde develeri damgalarken

[331]

gördüğü J 1 ifâde edilmektedir. Bu durum Hz. Enes'-in, Hz. Peygamber'i bir ağılda

karışık halde bulunan koyun ve develeri damgalarken gördüğünü ortaya koymaktadır.
Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre bu hadis hayvanları ateşle dağlayarak
damgalamanın caiz olduğunu söyleyen cumhur-u ulemânın delilidir. Ancak Hanefi

[3321

uleması hayvanlara ateşle işkence yapmanın yasaklığmr 1 nazarı itibare alarak,

cumhur-u ulemaya muhalefet etmiştir.

Yine Hanefi ulemasından bazılarına göre hayvanları ateşle dağlayarak damgalama
İslâm'ın ilk dönemlerinde caizdi, fakat sonradan neshedildi. Cumhur-u ulemâya göre
ise, mevzûmuzu teşkil eden hadis-i şerif, hayvanlara ateşle işkence etme yasağının
genel hükmünü tahsis ederek, hayvanlara ateşle damga vurmayı caiz kılmıştır. Bazı
Şafiî ulemâsına göre, zekat hayvanlarına bu şekilde damga vurmak müstehabdır.
Hayvanların kulaklarını keserek onlara en vurmaya gelince Buharı sarihlerinden
Kirmânî bunun caiz olduğunu söylemiştir. Ancak Hanefi ulemasından Aynî, "Hay-

[333]

vanm diri iken kuyruğunu ve kulağını kesen kimseye Allah gazâb etsin. " J 1 hadis-i

şerifini delil getirerek bunun caiz olmadığını söylemiştir. Oysa hadis-i şerifte
yasaklanan kulağın tümünü kesmektir. En vurmak ise, kulağın bir kısmını kesmekle

olur.^"^



Bazı Hükümler



1. Hayvanların kulağını ateşle dağlayarak damgalamak caizdir.

2. Kulak yüzden değildir.

3. Yeni doğan çocuğa tahnik yapmak müstehabdır.

4. Yeni doğan bir çocuğu teberrük için salah ve takva sahiplerinden birine götürmek
müstehabdır.

5. Hz. Peygamber son derece cömert idi, zekât ve cizye gibi müs lümanlara ait amme

T3351

işleriyle ilgilenir ve bunları bizzat kendi elleriyl hallederdi.



Hayvanların Yüzünü Ateşle Damgalamak Ve Yüzlerine Vurmak Yasaktır

2564. ...Câbir (r.a.)'dan' rivayet olunduğuna göre, peygamber (s.a.)'in yanma yüzüne
damga vurulmuş bir merkeb getirilmiş, bunun üzerine Rasûlullah (s. a.); "Benim
hayvanların yüzünü (ateşle) damgalayan ve onların yüzüne vuran kimselere lanet

[3371

ettiğim haberi size erişmedi mî?" demiş ve bunu yasaklamıştır. " J 1



Bu hadis-i şerif bilumum hayvanların yüzüne vurmanın dînen yasaklandığını ifâde
etmektedir. Bu mevzuda insan hakkındaki yasak ise, daha da şiddetlidir. Çünkü yüz
insanın bütün güzelliklerinin toplandığı yerdir .Yüze vurulduğu zaman orada eseri
kalır. Hatta yüzde bulunan ve büyük önemi haiz olan görme işitme, tatma ve koklama
gibi duyu organlarının bu yüzden zarar görmesi ve hatta tamamen tahrib olması da
mümkündür.

Ancak hayvanların yüzlerinin dışında vücudlarmm diğer kısımlarına ateşle damga
basmak caiz olduğu gibi, gerektiği zaman yüzlerinin dışında kalan yerlerine zarar
vermeyecek şekilde vurmak da caizdir. Bezl'ül-mechud müellifinin açıkladığı üzere
bir hayvanı kiralamış olan kimse, adete uygun olarak ona vurup yürümesini ya da
kafileye yetişmesini sağlayabilir. Nitekim Hz. Peygamber'in Hz. Câbir'in devesine
vurduğu Hz. Ebu Bekr'in de kendi devesine bastonuyla vurduğu bilinmektedir. Ayrıca
hayvanları terbiye eden bîr kimsenin terbiye için onlara vurması ve öğretmenin de
terbiye için Öğrencisini dövmesi caizdir. Bu gibi kimselerin terbiye ettikleri
hayvanları veya çocukları döverlerken onlara verdikleri zararı ödemeleri lâzım
gelmez, tmam Mâlik ile İmam İshak, Ebu Yûsuf ve Muhammed bu görüştedirler.
İmam Sevri ile îmam Ebû Hanife'ye göre bu zararı ödemeleri gerekir, tmam Şafiî'ye
göre ise, muallim dövmüş olduğu çocuğa verdiği zararı ödemekle mükellef ise de
hayvan terbiyecisi dövdüğü hayvanın bu yüzden uğradığı zararı ödemekle mükellef
değildir.

Hayvanın yüz kısmına ateşle damga vurmayı bazı ulemâ mekruh görmüş, hatta haram
olduğuna işaret edenler de bulunmuştur. Çünkü Hz. Peygamber bu işi yapanlara lanet




Açıklama



etmiştir.



r3381



53. Eşekleri Kısraklara Çekmenin Keraheti



2565. ...Ali b. Ebî Tâlib (r.a.)'den; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.)'e bir katır hediye edildi
de ona bindi. Bunun üzerine Ali (r.a.);

Biz de eşekleri atlara çekseydik de bizim de bunun gibi (katırlarımız) olsaydı (ne
güzel olurdu) dedi. Rasûlullah (s.a.) de;

T3391

"Bunu ancak bilmeyenler yapar." buyurdu. J 1



Açıklama



"Bunu ancak bilmeyenler yapar" sözü, "atı kısrağa çekmenin, eşeği kısrağa çekmekten
daha hayırlı olduğuna delâlet eder. Binaenaleyh eşeği kısrağa çekenler, dinin bu
husustaki ahkâmını ve kendileri için hayırlı olanı bilmeyen kimselerdir.
Hadis ulemasından Hattâbî bu hadisle ilgili olarak özetle şunları söyler: "Eşeğin
kısrağa çekilmesiyle at cinsinin üremesi ve dolayısıyla atlardan elde edilecek
menfaatler azalır. Bu durum fert ve cemiyetin aleyhine bir gelişmedir. Çünkü atlar
binmeye, koşturmaya, üzerlerine binip düşmana saldırmaya ve ganimet elde etmeye
yarayan hayırlı yaratıklardır. Etleri yenir, harbe katılması halinde aynen bir mücahid
asker gibi ganimetten pay hakkeder. Bu payı onun namına sahibi alır. Eşeğin kısrağa
çekilmesiyle dünyaya gelen katırda ise, bu özellikler yoktur. Bu sebeple Hz. Pey-
gamber, atın kısrağa çekilip de bu çiftleşmeden at üremesini, eşeğin kısrağa çekilipte
katır üremesine tercih etmiştir.

Fakat atın eşeğe çekilerek bu çiftleşmeden bir katırın dünyaya gelmesi, caiz olabilir.
Çünkü at nesline zarar getirecek olan durum, kısrağın rahminin eşek nesliyle meşgul
edilip ondan at yerine katır doğmasıdır. Eşeğin rahminin at nesli ile meşgul olması
böyle olmayabilir.

Her ne kadar bazıları, katır cinsinin birtakım hilkat bozukluklarını huysuzluk gibi
kusurları taşıdığı için eşeği kısrağa çekmekle atı eşeğe çekmenin arasında bir fark
olmadığını söylemişlerse de aslında bu görüş isabetli değildir. Çünkü Allah Teâlâ ve

Tekaddes hazretleri "Binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri yarattı... "^^
buyurarak Kur'an-ı Keriminde katırı övmüştür. Çirkin olan bir şeyin Kur'an-ı Kerim'de
medhedil-mesi düşünülemez. Ayrıca Hz. Peygamber de sağlığında katır taşımış ha-
zarda ve seferde ona binmiş Huneyn savaşında katır üzerinden müşrikler üzerine çakıl
taşları atıp onları perişan etmiştir. Eğer atı, eşeğe çekmek caiz olmasaydı, bu
çiftleşmeden dünyaya gelmiş olan bir katıra Hz. Peygamber binmezdi.
Tîbî'ye göre ise, eşeği kısrağa çekmek caiz olmadığı gibi atı eşeğe çekmek de caiz
değildir. Fakat bu çiftleşmelerden doğan katırlara binmek ve onları taşımak caizdir.
Bu tıpkı yatak ve sergilere resim işlemeye benzer. Bilindiği gibi yatak ve sergilere
canlı resimleri işlemek haramdır. Resimlerin işlenmiş olduğu yatak ve sergileri
kullanmaksa caizdir.

İmam-ı Ebû Hanîfe ile tmam-ı Ebû Yûsuf ve İmam-ı Muhammed'e göre ise atı eşeğe
çekmede bir sakınca olmadığı gibi, eşeği kısrağa çekmede de bir sakınca yoktur.

54. Bir Hayvana Üç Kişinin Binmesi



2566. ...Abdullah b. Câ'fer'den; dedi ki: Peygamber (s.a.) bir yoldan geldiği zaman
bizim tarafımızdan karşılanırdı. îlk önce hangimiz tarafından karşılanırsa onu



(hayvanının) önüne alırdı. (Bir gün ilk önce) benim tarafımdan karşılandı. Beni önüne
aldı sonra Hasan ya da Hüseyin tarafından karşılandı. Onu da arkasına aldı. Ve biz

[3421

Medine'ye bu şekilde girdik.- 1 1

Açıklama

Hz. Peygamber bir yolculuktan dönerken ehl-i beytinden birtakım çocuklar tarafından
karşılanırdı.Bu çocuklar babaları tarafından Hz. Peygamberi karşılamaya gönderilirdi.
Hz. Peygamber de karşısına ilk çıkan çocuğu hayvanının önüne, kendisini ikinci
olarak karşılayan çocuğu da arkasına bindirir ve hayvanda kendisiyle birlikte üç kişi
bînili olduğu halde şehre girerdi Hz. Peygamberin bu uygulaması gücü yeten bir
hayvana üç kişinin binmesinin caiz olduğunu ifâde eder. Şâfi? ulemasından İmam
Nevevi bu mevzuda şunları söylüyor: "Bizim mezhebimize ve tüm ulemaya göre, bir
hayvana üç kişinin binmesinin kesinlikle yasak olduğu nakledilmişse de aslında bu
görüş doğru değildir."

Hafız İbn Hacer ise İmam Nevevi'nin bu görüşünü tenkid ederek, "Aciz bir hayvana
üç kişinin binmesinin caiz olduğunu açıkça söyleyen bir ilim adamı bulunmadığı gibi,
gücü yeten bir hayvana üç kişinin binmesinin caiz olmayacağını söyleyen bir ilim
adamı da mevcut değildir," der.

Bütün bu açıklamalardan ve Hz. Peygamberin uygulamasından anlaşılan şudur ki:
Hayvanın gücü yetmesi kaydıyla bir hayvana üç kişinin birlikte binmesinde bir
satanca yoktu,^

Bazı Hükümler

1. Yoldan dönen kimselerin kendilerini karşılayan çocukları hayvanlarına ya da
arabalarına bindirerek onların gönüllerini almaları müstehabdır. tmam Nevevi bunun
sünnet olduğunu söylüyor.

[344]

2. Gücü yeten hayvana üç kişinin binmesi caizdir. J 1

55. Hayvan Üzerinde Binili Olarak Beklemek

2567. ...Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Peygamber (s. a.) şöyle
buyurmuştur: "Hayvanlarınızın sırtını minberler edinmekten sakınınız. Çünkü (yüce)
Allah sadece zorlukla varabileceğiniz yerlere sizi iletmeleri için onlan sizin emrinize
verdi. Arzı da sizin için yarattı. Binâenaleyh ihtiyaçlarınızı arzın üzerinde karşı-
layınız."^^

Açıklama

Aliyyül-Kârî'nin açıklamasına göre metinde geçen "Hayyanlarmızm sırtını minberler
edinmekten sakınınız." sözünden maksat, "hayvanları durdurup da sırtlarında oturarak
başkalarıyla sohbet ederek veya bir alışveriş için pazarlığa girişerek, onları lüzumsuz
yere yormayınız. Bu gibi işlerinizi yapmak istediğiniz zaman onların üzerinden ininiz,
ondan sonra işlerinizi yapınız." demektir.



Nitekim bu cümleyi takibeden ve hayvanların, üzerlerinde insanların konuşmaları için
değil, inşaları bir yerden bir yere taşımak için yaratıldığını ve insanların üzerinde
ihtiyaçlarını görmeleri için de arzın yaratılmış olduğunu ifâde eden cümleler de
AIiyyül-Kâri'nin bu görüşünü desteklemektedir.

Hafız Şemsüddin b. el-Kayyim'in de ifade ettiği gibi her ne kadar Rasûl-i zîşân
Efendimiz veda haccmda devesinin üzerinde halka hutbe irad etmişse de bu hutbe
hayvanı yoracak kadar uzun sürmemiş ve halkın genel bir ihtiyacını yerine getirmek
gayesiyle olmuştur. Yasak olan, hayvanı keyfi olarak durdurup üzerinde uzun süre

konuşmak ve bunu âdet haline getirmektir.
56. Yedek Hayvanlar

2568. ...Ebu Hureyre (r.a.)'den; demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Şeytanlar için develer ve evler olur. Ben şeytanların develerini gördüm. (Şöyle ki)
biriniz yanında iyice beslemiş olduğu yedek develerle birlikte (yolculuğa) çıkar
onlardan hiçbirine binmez ve (yaya yürümekten iyice) bıkmış bir (din) kardeşine

[3471

rastlar, onu da bindirmez. Şeytanların evlerine gelince ben onları görmedim.

(Abdullah b. Ebi Yahya dedi ki) Said (b. Übey şöyle) dedi: "Öyle zannediyorum ki bu
(şeytanların evleri) insanların ipeklerle örttükleri (ve develerin sırtına yükselttikleri

hevdec denilen) kafeslerdir."^^



Açıklama



Bu hadis-i şerif, insanların hiç ihtiyaçları olmadığı halde sırf gösteriş yapmak ve çalım
satmak için besledikleri, yola çıkarken başkalarına karşı bir zenginlik taslamak için
yanlarına aldıkları, üzerinde binicisi bulunmayan develerin şeytanlara ait olduklarını
ifâde etmektedir. Aliyyül-Kârî bu mevzuda şunları söylemektedir:
"Söz konusu develerden maksat, bir kimsenin yola çıkarken hiç ihtiyaç olmadığı halde
yanma aldığı, iyi beslenmiş develerdir ki, bunlara kendi binmediği gibi yolda
rastladığı yürümekten âciz kalan bir din kardeşinin binmesine de izin vermez.
Şeytanların evleri ise develerin sırtına konan ve üzerleri ipek kumaşlarla örtülen içine
yolcuların binmesine yarayan kafeslerdir. Bunları daha ziyâde zenginler kullanırlar.
Bu âdet, tabiîler zamanında ortaya çıkmış ve bazı tabiiler bu kafesleri görmüşlerdir.
Her ne kadar el-Eşref "Bu hadiste geçen cümlelerin tümü de Hz. Peygamber'e aittir.
Çünkü Hz. Peygamber develerin sırtına konan ipekli hevdecleri görmemiştir. Onun
zamanında ipeklerle örtülen hevdecler yoktu. Hadisin sonunda bulunan râvi Said'in
sözleri de bunu açıkça ortaya koymaktadır," demişse de bu görüş doğru değildir.
Nitekim et-Tibî (r.a.) de bu görüşün hiç bir dayanağı olmadığını ifâde etmiştir.
Gerçek olan şu ki, hadisin sonunda bulunan "Öyle zannediyorum ki şeytanların evleri,
insanların ipeklerle örttükleri kafeslerdir" sözü bir tabii olan Said b. Übeyy'e ait
olunca, daha yukarıda geçen "Şeytanların evlerine gelince ben onları görmedim."

cümlesinin bir sahâbiye ait olması gerekir. Çünkü bir tabiî olan Said bu sözü bir

[3491

sahâbîden rivayet etmiştir. O da Hz. Ebu Hureyre'dir.



Bazı Hükümler



1. Aleme gösteriş yapmak ve çalım satmak için deve, at gibi binek hayvanları
beslemek caiz değildir.

2. İpekli kumaşlar kullanmak haramdır.

57. Yolculukta Hızlı Yürümek Ve Geceleyin Yol Üzerinde Konaklamaktan
Sakınmak

2569. ...Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Rasû-lullah (s. a.) şöyle
buyurmuştur:

"Verimli yerlerde yolculuk yaptığınız zaman develere haklarını veriniz. Çorak
yerlerde yolculuk yaptığınız zaman da (oralarda) yürüyüşü hızlandırınız. Geceleyin

mola vermek istediğinizde yollar (da konaklamaktan kaçınınız."^ ^
Açıklama

Bu hadis-i şerif, hayvanlara karşı gösterilecek şefkatin ve onların haklarına riâyet
etmenin önemini ifâde et-
mektedir.

Bir hayvanla yolculuğa çıkan kimse, otu bol yerlere uğradıkça, altında bulunan
hayvanın o otlardan yemek istediğini kokuları, şekilleri ve tatları ayrı ayrı olan bu
otların buram buram kokularıyla hayvanı cezbettiklerini düşünmeli ve zaman zaman
mola vererek buralarda hayvanı otlatmak suretiyle onun hakkını vermeye çalışmalıdır.
Bu hayvanın hakkıdır.

Yolu, kurak yerlere uğrayınca da oralarda eğlenmeden, mümkün olduğu kadar süratle
geçmeli hayvanın oralarda yorgun düşüp, yemsiz kalmasına imkân vermemelidir.
Ayrıca geceleyin bir yerde konaklamak zorunda kalırsa, yol üzerinde konaklamaktan
sakınmalıdır. Yol üzerinde konaklamaktan kaçınmanın lüzumu Müslim'in rivayetinde

[3521

şöyle açıklanıyor: "Çünkü yol geceleyin böceklerin barınağıdır. " J 1

2570. ...Şu (önceki) hadisin bir benzerini de Peygamber (s.a.)'den Câbir b. Abdillah
rivayet etmiştir. (Ravi Câbir, önceki hadiste geçen develere) "haklarım" (veriniz)
sözünden sonra, (şu sözü) de rivayet etti: "Alışılagelen (günlük) mesafeleri

,,[3531
aşmayınız. ' 1

Açıklama

Bu hadiste bir önceki hadisten fazla olarak "Hayvanla yolculuk yapan kimselerin
alışılagelen günlük mesafeden fazla yolculuk yapmalarının ve yolcuların mola verip
istirahat etmeleri için yapılmış olan özel yerlerde mola vermeden geçip gitmelerinin
doğru olmayacağı, çünkü bu şekilde hareket etmenin hayvanları ve sürücülerini lü-
zumsuz yere yoracağı ifâde edilmektedir.

Fıkıh kitaplarında açıklandığı üzere "yolculukta gece-gündüz mütemadiyen yola
devam edilmez. Bazan istirahata da ihtiyaç görülür. Bazı fıkıh kitaplarımızda -sefer
müddeti üç gün üç gecedir- denilmesi buna mâni değildir. Bu cihetle bir günlük



mutedil yürüyüş vasatı olmak üzere altı saat kabul edilmiştir.
Yolculuğu Geceleyin Yapmak^^

2571. ...Enes (r.a.)'den; demiştir ki: "Rasülullah (s. a.) şöyle buyurdu": "Size gereken
yolculuğunuzu gece yapmanızdır. Çünkü yer geceleyin durulur. "^^

Açıklama

kelimesi "Gecenin ilk kısmında yolculuk yaptı" manasına gelen "edlece" fiilinden
türetilmiş bir isimdir. Bazılarına göre ise, idlâc gecenin tümünde yolculuk yapmak
demektir. Hadisin sonunda bulunan "Çünkü yer geceleyin dürülür" cümlesine
bakılırsa, bu hadis-i şerifte dülce kelimesinden kasded:len mânâ da budur. Yani
gecenin tüm saatlerinde yolculuk yapmak tavsiye edilmektedir. Çünkü her gece Allah
Teâlâ adına bir melek semâya inerek insanlara hitaben; "Tevbe eden bir kimse yok mu

[3571

I ev besi kabul edilecektir. " J diye nida eder. Bu s.ebeple yolculuk için geceler

gündüze nisbetle daha bereketlidir. Binaenaleyh geceleyin yola çıkan kimseler,
gündüz yaptıkları yolculuğa nisbetle geceleyin daha çok yol alırlar. Nitekim Allah
Teâlâ veTekaddes hazretleri de Kur'an-ı Kerim'inde "Melekler dediler kî: Ey Lut, biz
senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana dokunamazlar. Gecenin bir kısmında aileni

neon

yürüt..." 1 1 buyurarak gece yolculuğunun önemine işaret buyurmuştur. el-Muzhir'e

göre ise dülce kelimesi, "gecenin son kısmında yolculuk yaptı" manasına gelen
"edellece" fiilinden türemiştir. Dolayısıyla hadis, "sadece gündüzün yolculuk
yapmakla yetinmeyin, geceleyin de yolculuk yapın, çünkü gece yolculuğu kolaydır.
Geceleyin yolculuk yapan bir kimse daha çok yol alır" mânâsına gelmektedir.
Özellikle sıcak iklim bölgelerinde ve yaz aylarında en rahat yolculuk gece yapılır.
[3591



58. Hayvan Sahibi Hayvanının Ön Tarafına Binmeye Başkalarından Daha
Layıktır

2572. ...Ebû Büreyde demiştir ki: Rasülullah (s. a.) yürüyüp giderken bir adam eşekle
geldi ve;

Ey Allah'ın Rasûlü (sen de) bin dedi ve (eşeğin ön tarafından) geriye çekildi.
Rasülullah (s. a.) de

"Hayır! Sen hayvanının ön tarafına (binmeye) benden daha layıksın. Ancak orasını

bana ayırman (nezaketinde bulunma) başka!" buyurdu. (Adam da).

Öyleyse orasını sana bırakıyorum, dedi. Bunun üzerine (Hz. Peygamber o hayvanın ön

tarafına) bindi.



Açıklama



Bir merkebin üzerinde Hz. Peygamberin yanma gelip de merkebin arka tarafına



çekilen ve hayvanın ön tarafını Hz. Peygamber'e ayırarak, "Ya Rasûlallah buyur sen
de bin diyen" kimsenin bu ilk davetini Hz. Peygamber reddetmiş ve hayvana
binmemiştir. Çünkü sözü geçen adam hayvanın ön tarafına binmeye faziletçe daha
üstün olan kişilerin binmeye herkesten daha layık olduklarını zannediyordu. İşte Hz.
Peygamber sözü geçen kimseyi bu konuda uyarmak ve gerçeği ona anlatmak için onun
ilk teklifini reddetti ve ona hayvanın ön tarafına binme hakkının öncelikle sahibine ait
olduğunu, sahibi izin vermeden hayvanın o kısmına kimsenin binemeyeceğini anlattı.
Hayvan sahibi bu durumu öğrendikten sonra ikinci defa Hz. Peygamberi hayvanın ön
tarafına binmeye davet edince, Hz. Peygamber bu davete uyarak hayvanın ön tarafına

bindi. Çünkü adam Hz. Peygambere bile bile bağışlıyordu.

59. Harpte Hayvanların Topukları Üzerinde Bulunan Sinirleri Kesmenin Hükmü

2573. ...Abbâd b. Abdülah b. ez-Zübeyr (dedi ki) Mürre b. Avf oğullarından birisi olan
ve Mûte savaşma katılan süt babam (şunları) söyledi: "Allah'a yemin olsun ki ben
Ca'fer'i kızıl atından atlayıp da onun (ayaklarıyla diz kapakları arasında kalan) sinirleri

kestiğini sonra da şehid edilinceye kadar düşmanla savaştığını görür gibiyim.

Ebû Dâvud dedi ki "bu hadis kavi (sahih) değildir.

Açıklama

vezninde olan kelimesi atların ayak eklemleri ile diz kapakları arasında bulunan ve
denilen sinirleri kesmek anlamında kullanılır. Hadis-i şeriften anlaşıldığı üzere Hz.
Cafer b. Ebî Tâlib, Mûte Muharebesinde düşmanın eline geçeceğini kesinlikle
anladığından dolayı ve düşmanın işine yaramaması için atından inerek onun sinirlerini
kesmiştir. Hadis sarihlerinin verdikleri bilgiye göre İslâm tarihinde düşmanın eline
geçmemesi için atının sinirlerini ilk kesen de Hz. Ca'fer-i Tayyar olmuştur.
Müslümanların düşmana mağlup olacakları ve dolayısıyla müslümanlara ait
hayvanların düşmanın eline kalacağı kesinlikle anlaşılınca, bu hayvanların,
müslümanlarm aleyhine kullanılmasını önlemek maksadıyla onların sinirlerim
kesmenin caiz olup olmaması meselesi ulema arasında ihtilaflıdır.
Hattâbî'nin beyânına göre, İmam Mâlik bunun caiz olduğunu söylemiştir. İmam Ebu
Hanife (r.a.)'e göre ise, müslümanlar ele geçirip de memleketlerine götürmekten âciz
kaldıkları hayvanları keserek etlerini yakarlar. İmam Evzâî ile İmam Şafiî ve Ahmed
b. Hanbel (r.a.)'ya göre ise, bu hayvanları, düşmanın eline geçmesin diye imha etmek
mekruhtur. İmam Şafiî "haksız yere bir serçeyi öldüren kimseden kıyamet günü Allah

hesap soracaktır. ^ mealindeki hadisi bu görüşüne delil olarak göstermiş ve
yemek kasdı olmaksızın hiçbir temiz hayvanı öldürmenin caiz olamayacağını
söylemiştir.

Her ne kadar musannif Ebû Dâvud bu hadisin sağlam olmadığını söylemişse de
Bezlü'l-mechûd yazarı bu hadiste, senedinde îbn İshak'm bulunmasından başka hiçbir
kusur bulunmadığını, İbn İshak'm zayıf bir râvi olup olmadığında ihtilaf olduğunu,

söylerken^ ^ bazıları da bu hadisin İsnadının sahih olduğunu ifade etmiştir. ^— ^



60. Yarışta Kazanan Kimse İçin Ortaya Ödül Koymak



2574. ...Ebu Hüreyre (r.a.)'den; demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) şöyle buyurdu; "Yarış
(ödülü) sadece deve, at ve ok yarışmasında olur."^^

Açıklama

kelimesi yarışmayı kazanan kimseye verilen mükâfat veya hediye manalarına
gelir. Hadis-i şerif müsabakayı kazanan kimselere verilmek üzere mükâfat" koymanın
sadece at ve deve gibi harpte kendilerinden istifâde edilen hayvanların yaptıkları ko-
şular ile ok yarışları için caîz olduğunu ifâde etmektedir. Çünkü bu çeşit yarışmalar
için ödül koymakta cihada teşvik mânâsı vardır. Hattâbî'nin beyânına göre bu
mevzuda eşekler ve katırlar arasında düzenlenen koşular da atlar arasında düzenlenen
koşular gibidir. Çünkü harpte bu hayvanların süratli koşmalarından ve yük
taşımalarından istifâde edilir.

Güvercin gibi kuşlar arasında yapılan yarışlar için ödül koymaksa caiz değildir. Çünkü
bu hayvanların yarışlarında cihada hazırlık mânâsı yoktur. Binâenaleyh bı »evi kuşlar
arasında yapılan yarışmalardan dolayı alman ödüller kumar parası hükmündedir.
Metinde geçen "huff ' deve tabanı, "hâfir" at ayağı, "nasl" ise, okun ucuna takılan ve
temren denilen demir manasına gelir. Burada cüzünü zikir küllünü kasd kabilinden
birer mecaz vardır. Bu sebeple devetabanı kelimesiyle deve, at ayağı kelimesiyle at
okun demiri kelimesiyle de ok kasdedilmiştir. Bu bakımdan biz tercümemizde bu
mânâyı esas aldık. Yahut da bu kelimeler birer izafet terkibi olup muzafları
hazfedilmiştir. Buna göre deve tabanından maksat; raba-nm sahibi (yani deve) at
ayağından maksat; ayağın sahibi (yani at) demirden maksat; demir sahibi (yani ok
demektir).

Hanefi ulemasından İbn Melek'in açıklamasına göre bu mevzuda filler deve
hükmündedirler. Bazı ilim adamları da ayaklarla ve taş atışlarıyla yapılan

müsabakaları da meşru müsabakalardan saymışlardır. ^ ^

2575. ...Abdullah b. Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s. a.) Hafyâ'da
idmanlı atlar arasındaki koşuya katıldı (müsabakanın) bitiş yeri Seniyyetü'l-vedâ
(denilen tepe) idi. İdmansız atlar arasında (yapılan) ve Seniyye (tepesin)den Beni
Zureyk mescidine kadar süren koşuya da katıldı. İbn Ömer de yanşa katılanlardandı.
[3691



Açıklama

Hafyâ, Seniyyetü'l-Vedâ denilen yere 5-6 veya 7 mil uzaklıkta bulunan bir yerdir.
Seniyyetü'l-veda ise, Medine-i Münevvere'nin kenarında bulunan bir tepedir.
Câhiliyye Arapları yolcularıyla burada vedâlaştıkları için bu ismi vermişlerdir.
Koşu atlarının idmanı için önce ona kuvvetlensin diye bol bol yem verilir, sonra yem
ölçülü bir şekilde azaltılır, sonra at kapalı bir yere bırakılarak vücudu bir örtü ile
sarılır. Hayvan burada iyice terletilir ve teri Ruruygnca cisminde muazzam bir çeviklik
hasıl olur. İşte uzun mesafeli koşulara bu şekilde terbiye edilmiş atlar sokulurdu.



Hz. Peygamber de bu tür yarışlara özel usullerle terbiye edilmiş atlarla bizzat ve bilfiil
katılarak bu yarışların cevazına ve lüzumuna işaret etmiştir.

Hafız İbn Hacer'in beyânına göre ulemâ ödülsüz olarak yapılan yarışların cevazında
icma etmişlerdir.

Fakat İmam Mâlik ile Şafiî bu cevazın sadece at ve deve koşulan ile ok atışı
yarışmalarına ait olduğunu, ulemadan bir kısmı da sadece at koşularına ait olduğunu
söylemişlerdir. Ata b. Ebi Rebah ise, bu cevazın ödülsüz olarak yapılan tüm yarışlar
için geçerli olduğunu söylemiştir.

Ancak ödül karşılığında yapılan yarışmaların caiz olabilmesi için bu ödülün
yarışmacıların dışında kalan birisi tarafından konmuş olması ayrıca bu ödülü koyan
kimsenin yarışmalara kendisi katılmadığı gibi kendisine ait bir atın da katılmaması
gerekir.

Ulemanın büyük çoğunluğuna göre ise, yarışmacılardan birisinin "Sen beni geçersen
sana şu kadar mükafat vereceğim. Ben geçersem, senden birşey almayacağım" diyere
kortaya koyduğu ödülü kazanmak için yapılan müsabakalar caiz olduğu gibi, iki
kişinin karşılıklı olarak ödül koydukları bir yarışma da onları geçmesi mümkün olan
üçüncü bir şahsın ödül koymadan yarışa katılmasıyla kumar olmaktan çıkar. Mubah
olur. tki taraftan yarışı kazanan kimsenin ödülü alması her iki tarafın da ödül koyması
şartıyla düzenlenen yarışmalar ise kumardır. Bunun kumar olduğunda ittifak vardır.
Ancak ortaya hiçbir ödül koymadan üçüncü bir şahsın da yarışmaya .iştirak etmesiyle

[3701

bu yarışma kumar olmaktan çıkmış olur. Müsabakanın haram olmaktan

kurtulmasına sebep olduğu için üçüncü ata, "muhalini" yani "helal kılan" derler. İki
din âliminin ihtilâf ettikleri bir meselede, hakkında ortaya mükafat koyarak başka bir
âlime müracaat etmelerinde de bu hükümler câridir. Zira cihada râci bir mânâdan
dolayı atlar arasında müsabaka caiz olunca, ilim tahsiline teşvike medar olacak
müsabakanın caiz hatta mendup olması evleviyyette kalır. Atış talimi ile insan koşusu
gibi şeyler dahi menduptur.

Araya mükafat koymadan yapılan koşular mubah ise de, sırf eğlence için tertib edilen

müsabakalarla, hayvanı müşteriye iyi göstermek maksadı ile yapılanlar mekruhtur.
[37i]

Tuhfetü'l-ahvezî müellifinin naklettiğine göre, "iki kişinin karşılıklı olarak

koydukları mükafatı kazanmak için yapılan yarışmaların kumar olmaktan çıkması için
muhallilin hayvanının onları geçip geçmeyeceği önceden kesinlikle bilinmemelidir."
Şerhü's-siinne isimli eserde de şu görüşlere yer verilmektedir: "Eğer ödül, yanşa
katılan tarafların dışında olan bir kimse tarafından konmuşsa bu ödülü kazanmak için
müsabaka yapmak caiz olduğu gibi, yarışmacılardan sadece biri tarafından konulan
ödülü kazanmak için yapılan yarışmalar da caizdir. Fakat karşılıklı olarak her iki
tarafın da koydukları ödülleri kazanmak için yarışmak caiz değildir. Ancak bu
yarışmaya onları geçmesi mümkün olan bir yarışmacının katılmasıyla bu yarışma
kumar olmaktan çıkar.

Bu durumda sonradan yarışa katılan ve muhallil denilen üçüncü şahıs, yarışta birinci
gelirse her iki tarafın da koyduğu ödülleri alır. Eğer ödül koyan iki yarışmacı yarışı
birlikte kazanırlar da muhallil ikinci duruma düşerse, kimse ödülü kazanamaz. Fakat
ödül koyan yarışmacılardan birisi birinci olurken öbürü tek basma ikinci olursa ya da
diğer yarışmacıyla birlikte ikinci gelirse, birinci gelen yarışmacı hem kendi koyduğu
hem de diğer yarışmacının koymuş olduğu ödülü alır. Eğer muhallil yarışmacılardan
birisiyle beraber birinci gelirse, yansı birlikte kazandığı yarışmacıyla birlikte diğer



yarışmacının koyduğu ödülü paylaşırlar. İşu kumar sayılan bir yarışmayı helâl hale
getiren muhaililin katıldığı yarışma bu şartlar içerisinde yapılır. Bu şartlar içerisinde
yapıldığı için yarışma kumar olmaktan kurtulur. Çünkü kumar, yanşan kimselerin ya
tamamen kazanması ya da tamamen kaybetmesiyle olur. Üçüncü bir ihtimal yoktur.
Oysa muhaililin katıldığı yarışmalarda görüldüğü gibi başka ihtimaller de bu-
[3721

kanmaktadır. 1 Nitekim 2579 -numaralı hadis de bu gerçeği ifâde etmektedir.

Hanefi ulemâsından Aynî'nin açıklamasına göre, Hz. Peygamber at koşulan
düzenlemiş, yarışmacılardan birinciye, Yemen kumaşından yapılmış üç elbise,
ikinciye iki elbise, üçüncüye bir elbise, dördüncüye bir dinar beşinciye de bir dirhem,
altıncıya da bir gümüş vermiş ve yarışmacılara bu yarışmaların hayırlı, uğurlu ve

T3731

mübarek olması temennisinde bulunmuştur.

Bazı Hükümler

1. At yarışları düzenleyerek derece alanlar için Ödül koymak caizdir.

2. Hayvanı çevikleştirmek ya da koşuya hazırlamak için aç bırakmak caizdir.

3. Koşuda mesafe tâyini caizdir.

[374]

4. Bir mescid yaptıran şahsa izafe ederek falancanın mescidi demek, caizdir.- 1 1

2576. ...İbn Ömer (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s. a.) atları
terbiye edip onlarla yarışmalara katılırmış.^^

2577. ...îbn Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s. a.) atlar arasında
(yapılan yarışlar için) ödül koymuş ve (en uzun mesafeli yarışma için de) beş

yaşındaki atları tercih etmiştir."^ ^
Açıklama

2575 numaraİl hadisle ilgili açıklamalar bu hadisler için de geçerlidir. Ancak burada

sadece şunu belirtmeye lüzum görüyoruz; Hz. Peygamber'in en uzun menzilli

yarışmalar için beş yaşındaki atlan tercih etmesinin sebebi bu, yaştaki hayvanların

[3771

diğerlerine nisbetle uzun mesafelerde daha dayanıklı olmalarıdır.- 1 1

61. Yayalar Arasında Düzenlenen Koşular

2578. ...Aişe (r.anhâ)'dan rivayet olunduğuna göre, kendisi Peygamber (s. a.) ile
beraber bir seferde imiş. (Aişe sözlerine devam ederek şöyle) dedi; "Ben Hz.
Peygamber ile yaya olarak bir koşu yaptım ve onu geçtim. Bir süre sonra
şişmanlayınca onunla bir müsabaka daha yaptım bu sefer o beni geçti ve "işte bu,
(benim seni geçmem) şu (daha önceki senin beni) geçme(nin) karşılığıdır" buyurdu.
r3781



Açıklama



Bu hadis-i Şerif Hz. Peygamber'in aile fertlerinin gönüllerini almak ve onların
morallerini yükseltmek için

ne kadar hassas olduğunu ve aile fertleri içerisindeki alçak gönüllülüğünü ifâde
etmektedir.



62. Muhallil (Denilen) Yarışmacı Hakkında



2579. ...Ebü Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s. a.) (şöyle)
demiştir ; "Kim, yarışı kaybedeceği önceden kesinlikle belli olmayan bir atı, iki atın
arasına (yarışmak üzere) sokarsa, (bu ödüllü yarışma) kumar değildir. Eğer bir kimse,
kaybedeceğinden kesinlikle emin olduğu bir atı, (yarışmacı) iki at arasına (yarışmacı

olarak) sokarsa bu kumardır. "^^1



Açıklama

Tarafların karşılıklı Ödüller koyarak düzenledikleri ödüllü at koşularına, yarışı
kazanıp kazanamayacağı kesinlikle bilinemeyen ve binicisi yahütta sahibi tarafından
hiçbir Ödül konmayan üçüncü bir atın iştirak etmesiyle bu "koşular kumar olmaktan
ve dolayısıyla ortaya konan ödüller de kumar parası olmaktan çıkar. Fakat bu üçüncü
atın yarışı kaybedeceği kesinlikle bilinirse, yarış kumar olmaktan kurtulamaz. Zira her
iki tarafın karşılıklı olarak koymuş oldukları ödülleri kazanmak için yapılan bir yarış
kumardan başka bir şey değildir. Bilindiği gibi kumar her iki tarafın mevcut olan
malına bir yenisini katmak ya da mevcut malından bir kısmını kaybetmek uğruna
düzenlenen bir yarışmadır. Yansı kaybedeceği önceden kesinlikle bilinen üçüncü bir
yarışmacının böyle bir yarışmanın neticesini değiştirmeyeceği kesinlikle bellidir. Bu
bakımdan onun yanşa katılmasıyla katılmaması arasında bir fark yoktur. Yarışma da
kumardan başka birşey değildir. Yarışmaya sonradan katılacağını farzettiğimiz üçüncü
yarışmacının yarışı kazanacağının Önceden bilinmemesi halinde ise, sözügeçen
yarışmaların kumar olduğu söylenemez. Fakat bu nevi yarışmalar bahse girerek bir
malı elde etme gayesine matuf bulunduklarından ye diğer yarışmacıların da spora
katılma isteklerini kırdığından caiz değildir. Fakat üçüncü bir yarışmacının yarışmayı
kazanma şansının esas yarışmacılara denk olması ve dolayısıyla yarışı kaybedip
kaybetmeyeceğinin önceden kesinlikle bilinememesi halinde ise bu yarış, kumar
olmaktan çıkar. Her ne kadar bu durumda da bir bahs sonunda mal kazanma şansı
varsa da, tüm yarışmacıları spora teşvik ettiğinden ve cihada hazırlayıcı bir çalışmayı
gerçekleştirmek gibi dini bir menfaatten vğ zaruretten dolayı meşru kılınmıştır.
Aynı şekilde taraflardan sadece birisinin ödül koymasıyla yapılan ödüller de kumar
değildir. Çünkü bu yarış karşılıklı ödül koyarak yapılan yarışmalardan farklıdır.
Çünkü iki tarafın da ödül koyması şartıyla yapılan yarışmalarda her iki tarafın mevcut
malına bir yenisinin ilâvesine ya da mevcut mallarının noksanlaşmasına sebep olan bir
durum vardır. Buna kumar denir. Ayrıca iki taraf arasında bir de bahis vardır.
Taraflardan sadece birinin ödül koymasıyla yapılan yarışmalarda ise, kumar yoktur.
Sadece bahis vardır. Bu bakımdan bu iki yarışı birbirine kıyas etmek doğru değildir.
Her ne kadar ikinci yarışma şeklinde bahis varsa da cihada hazırlayıcı bir spor
mahiyetinde olduğu için istihsânen caiz kılınmıştır. İki tarafın da ödül koymasıyla



düzenlenen bir yarışmada bir mu hail ilin, yani hiç ödül koymadan yanşa katılan ve
yansı kazanmada diğerlerinin şansına denk olan üçüncü bir yarışmacının da yarışa

katılmasıyla yapılan yarışmalar da aynen bu şekilde kumar olmaktan çıkar.- 1 1

Muhallilin katılmasıyla yapılan yarışlarda ödülün nasıl paylaştırılacağı 2575 numaralı

hadisin şerhinde geçti.

2580. ...(Önceki hadisin) manası (bir de) Mahmud b. Halid, Velid b. Müslim, Said b.

T3831

Beşir, ez-Zühri (zinciriyle ve) Abbâd isnadıyla rivayet olunmuştur.

Ebû Dâvud dedi ki: "(önceki), Ma'mer, Şuayb ve Akif, Züh-rt'den o da bazı ilim

ehlinden rivayet etmiştir. Bize göre bu rivayet daha sahihtir. "^^1

63. Yarışta Atı Daha Hızlı Koşmaya Zorlamak Maksadıyla Atın Peşine Nâra
Atan Ve Çığlık Koparan Bîr Kimse Takmanın Hükmü

2581. ...İmran b. Husayn'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber (s. a.) şöyle
buyurmuştur;

"Yarışta atın (daha hızlı koşması için) peşine nara atacak bir kimse takmak ve
(Yorulduğu zaman onun yerine yarışa devam etmesi için) yanma yedek bir at almak
yoktur."

(Ravilerden) Yahya (b. Halef, rivayet ettiği) hadisinde, "ödüllü yarışta" kelimesini de
ilave etti.^^



Açıklama



Celeb: Zekat toplamakla görevlendirilen memurun zekatla mükellef olan kişilerin
zekatlarını başka bir adam va-
sıtasıyla toplatıp ayağına getinmesidir.

Celebin diğer bir mânâsı da at yarışlarında yarışçılardan birinin kendi atı daha hızlı

koşsun diye nara atması için bir adam tutup hayvanın peşine düşürmesidir ki,

mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte kasdedilen mânâ budur.

Ceneb ise, zekat verenin zekât malmı bulunduğu yerden uzaklaştır-masıdır. At

yarışlarında bu kelime, at yarışlarına katılan bir binicinin atı yorulduğu zaman at

değiştirerek yarışa aynı hızla devam edebilmek maksadıyla yedeğinde ikinci bir at

taşımasıdır. Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte kasdedîlen mânâ budur.

Hz. Peygamber bu hadisiyle, cihada hazırlık maksadıyla düzenlenen at koşullarında

celeb ve ceneb tutma yollarma tevessül etmeyi yasaklamıştın Çünkü bunlar at

yarışlarında gözetilen cihada hazırlanma gayesinin ruhuna aykırı olan ve sadece Ödül

kazanmayı hedef alan tutum ve davranışlardır. ^ ^

2582. ...Katâde (r.a.)'den; demiştir ki: Yarışlarda (yarışacak) atın (daha hızlı koşması
için) peşine nara atacak bir kimse takmak ve (yorulduğu zaman onun yerine yarışa
devam etmesi için) yanma yedek bir at almak mes'elesi



ödüllü yarışlar(konusım)dadır.



Açıklama

T3881

Bu hadisle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçmiş bulunmaktadır.

64. Kılıç Süslenebilir

2583. ...Enes (r.a.)'den; demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.)'in kılıcının kabzasının başı

.. .. , .. ,, 1389]
gumuştu. 1 1

Açıklama

kelimesini Hattâbî, kılıcın kabzası üstünde bulunan demir diye açıklamıştır. Kamus
müellifi ise, bu kelimenin, "kılıcın kabzasının ucunda bulunan gümüş ya da demir"
anlamına geldiğini söylüyor. Biz tercümemizde bu mânâyı tercih ettik.
Avnü'l-ma'bud yazarının naklettiğine göre Şerhü's-Sünne isimli eserde bu mevzuda şu
görüşler yer almaktadır.

Bu hadis fazla olmamak kaydıyla kılıcı gümüşle süslemenin caiz olduğuna delâlet
etmektedir. Kemerleri az bir gümüşle süslemek de aynı şekilde caizdir. Ancak atların
gemlerini ve eğerlerini gümüşle süslemenin hükmü ulema arasında ihtilaflıdır.
Ulemanın bir kısmı bunları gümüşle süslemenin caiz olduğunu söylerken, bir kısmı da
gem ve eğerleri süslemenin aslında hayvanları süslemek demek olduğu görüşünden
hareketle haram olduğunu söylemişlerdir. Aynı şekilde harpte kullanılan bıçak,
kasatura ve benzeri kesici aletlerin az bir gümüşle süslenmesinin cevazı da ulema
arasında ihtilaflıdır. Sözü geçen bütün eşyaları altınla süslemenin haram olduğunda

ise, ulema ittifak etmiştir.

Hanefi ulemasından Ibn Abidin de bu mevzuda şunları söylüyor: "Kişinin, altın ya da
gümüşle süslenmesi kayıtsız şartsız haramdır. Ancak süslenme kasdedilmeksizin
gümüş yüzük, gümüş kemer takmak ve kılıcı gümüşle süslemek bu hükmün
T3911

dışmdadır. J Fakat kullanılmasına cevaz verilen gümüş eşyalarda bulunan gümüş

T3921

miktarının bir miskali geçmemesi gerekir. " J 1

Tirmizi bu hadis hakkında şunları söylüyor:

"Bu hadis hasen-garîbdir. Hammâm-Katâde-Enes senediyle rivayet edilmiştir. Bazıları
bu hadisi Katâde tarikiyle Said b. Ebi'l-Hasan'dan rivayet ediyor. Said dedi ki:
Rasûlullah (s.a.)'in kılıcının kabzasının başı gümüş-tendi." Nesâî de Katâde tarikiyle
Said b. Ebi'l-Hasan'dan gelen rivayetin en sağlam rivayet olduğunu söylemiştir.
Nitekim bir numara sonra tercümesini sunacağımız hadis-i şerif bu senedle rivayet

edilmiştir.

2584. ...Said b. Ebi'l-Hasen'den; demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.)'in kılıcının kabzasının

,, 1394]

ucu gumuş ıdı. ■*

(Ebu Dâvud diyor ki her ne kadar) "Katâde (hadisin birini Enes'-ten muttasıl olarak



Saidfden de mürsel olarak) rivayet etti (ise de) bu hadisi muttasıl olarak rivayet

T3951

etmekte Cerir b. Hazim*e uyan bir kimse bilmiyorum.



Açıklama

Bir önceki hadîs-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi bu hadis-i şerif de kılıcı
gümüşle süslemenin caiz olduğuna delâlet etmektedir.

Bilindiği gibi bazı kayıt ve şartlarla gümüşün erkekler tarafından da kullanılmasına
cevaz verilmişse de altın ve gümüşün kap-kacak ve ev eşyası olarak kullanılması
kadın erkek tüm müslümanlara haram kılınmıştır. İmam Gazzâlî bu maddelerin
iktisadî hayattan çekilerek evde kullanılmasının topluma zararını şu mânâya gelen
sözleriyle ne güzel ifâde etmiştir: "Bu, bir şehrin valisini dokumacılık veya
süpürgecilikte kullanmaya benzer ki onu hapsetmekten daha kötüdür."
Avnü'l-ma'bud müellifinin açıklamasına göre, metnin sonuna ilâve edilen cümle
Katâde'ye ait değil, musannif Ebû Davud'a aittir. 2585 numaralı hadisin sonundaki
talikte bu gerçeği teyid etmektedir. Ve bir önceki hadisi rivayet eden Cerir b. Hazım
rivayetinde tek kalmıştır. Dolayısıyla bir önceki hadisi Katâde'nin Hz. Enes'den
muttasıl olarak rivayet ettiğini söyleyen sadece Cerîr b. Hâzim'dır. Mevzumuzu teşkil
eden Hadis-i şerif ise, mürsel olmakla birlikte bir önceki hadisten daha sağlamdır.
Nitekim musannif Ebû Dâvud bir numara sonra gelecek olan hadİs-i şerifin talikinde
bu görüşünü tekrar etmiş ve Dârimî ile Münzirî de bu görüşü savunmuşlardır. İbnu'l-

Kayyım ise, aksi görüştedir.



2585. ...Enes b. Mâlik (önceki hadisin) bir benzerini (daha)rivayet etmiştir.
Ebû Üâvud dedi ki: "Bu (babdaki)hadislerin en sağlamı Said b. Ebi'l-Hasen'in

T3971

hadisidir. Kalanı zayıftır.



Açıklama



T3981

2583-2584 numaralı hadislerin açıklamaları bu hadis-i şerif için de geçerlidir.

65. Ok İle Mescide Girmenin Hükmü



2586. ...Cabir (r,a.)'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.) mescidde sadaka
olarak ok dağıtmakta olan bir adama, onların (uçlarındaki keskin) demirlerinden

[3991

tutmadan mescide girmemesini emretti.- 1 1



Açıklama

Nebi kelimesi "oklar" demektir. Müfredi yoktur. Bir kavle göre müfredi neble cemisi

de "enbâl" gelir. Arapların kullandıkları özel oklar için kullanılan kelimedir.
Hadis-i şerif mescid âdabına riâyet edilmesini ve müslümanlara zarar veren ve onları
rahatsız eden davranışlardan kacmıldığı gibi onlara zarar vermesi ya da onları rahatsız
etmesi ihtimal dâhilinde olan davranışlardan da kaçınılması gerektiğini ifâde



etmektedir.

Uçlarında demir bulunan oklarla mescidlere ve müslümanlarm bulunduğu yerlere
girmek onların bir kaza sonucu yaralanmasına veya korkmalarına sebep olması ihtimal
dahilinde olduğu için ümmetine son derece merhametli olan fahr-i kainat efendimiz,
böylesi oklarla mescidlere girilmesini yasaklamıştır. Müslim'in bu mevzuda rivayet
ettiği bir hadis de şu mealdedir: "Bir adam birtakım oklarla mescide uğradı. Okların
demirleri açıkta idi. Bunun üzerine Hz. Peygamber bir müslümanı yaralamasın diye

okların demirlerinden tutmasını emretti.



2587. ...Ebu Musa (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Peygamber (s. a.) "Biriniz, yanında
bir okla mescidimize ya da pazanmiza uğrayacak olursa, oklarının demirlerine sahip
olsun.*' Yahut, "(onları) "eliyle yakalasın" yahut da "bir miislümana çarpmasm(lar)

[4021

diye (demirleri) eliyle sıkıca tutsun." buyurmuştur.- 1

Açıklama

Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre bu hadis müslumanlann kanının az bir mikdarmı
dökmenin de, çoğunu dökmek gibi haram olduğunu ve müslümanlara zarar vermemek
için gerekli tedbirleri almak şartıyla silahla mescide girmenin caiz olduğunu ifâde
etmektedir.

Bezlii'l-mechûd yazarının ifade ettiği gibi bu hadis-i şerif ayrıca müslümanlar arasında
fitnenin doğmasına sebep olacak bütün yolların kapatılmasını, bir başka tâbirle, fitne
kapısının açılmaması için bütün tedbirlerin alınmasını emretmekte, fitneye sebep

olacak bütün davranışları yasaklamaktadır.

66. Kınından Sıyrılmış Halde îken Kılıcın Alınıp Verilmesi Yasaktır

2588. ...Câbir (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre, "Peygamber (s. a.) kılıcın kınından

[4041

sıyrılmış halde alınıp verilmesini yasaklamıştır.



Açıklama



Kınından sıyrılmış olan bir kılıcı o haliyle bir müslümana vermek ya da birisinin
elinden almaya kalkmak tehlikeli bir iştir. Çünkü en küçük bir dikkatsizlik kılıcın bir
müslümanı yaralamasına veya düşerek birinin ayağına ya da başka bir tarafına zarar
vermesine sebep olabilir. Bu bakımdan Rasûl-i Ekrem efendimiz müslüman-ların
çıplak kılıcı biribirlerinden alıp vermelerini yasaklamıştır. Dolayısıyla İslâmiyette
müslümanlar arasında fitne ve fesada sebep olacak veya haramlara götürecek yollar ve
kapılar kapatılmıştı . İslam uleması da müslümanlarm birbirlerinden çıplak kılıç alıp

vermelerini tahrimen mekruh görmüşlerdir. L-^J
67. İki Parmak Arasında Gön Kesmek Yasaktır



2589. ...Semûre b. Cündüb (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.) iki



parmak anamda smm kesmeyi yasaklam^r.^
Açıklama

Kamus yazarının açıklamasına göre "kadde" fiili birinci babdandır. Bir şeyi tamamen
kesmek anlamına gelir. Uzunluğuna kesmek, uzunluğuna yarmak anlamına geldiğini
söyleyenler de vardır. "Seyr" kelimesi ise, "deriden kesilen sırım" mânâsına gelir.
Burada kasdedilen ayakkabıcıların kullandıkları deriler ve gönlerdir. Bu iş, bir kişinin
bir deriyi parmakları arasında tutup diğerinin de ayakkabıcı bıçkısıyla kesmesi ile olur.
Fakat en küçük bir hata bıçağın parmaklar arasından kayarak deriyi tutan kişinin elinin
tamamen veya kısmen kesilmesine sebep olabilir. Hz. Peygamberin bu fiili
yasaklaması da zarara giden yolları kapatmak anlamına gelen "sedd'üz-zerîa"
kabilinden bir tedbirdir.

Çoğu zaman küçük gibi görülen bu ve benzeri tedbirler alınmadığı zaman fert ve
cemiyet için büyük zararların doğmasına ve hatta cemiyetlerin tamamen çöküp yok
olup gitmesine sebep olur. Çünkü hadiselerin çapı ne kadar farklı olursa olsun, onların
temelindeki mantık aynıdır. Çapı küçük görülen hâdiselerdeki tedbirsizlikler netice
itibariyle büyük çaplı hâdiselerdeki tedbirsizliklerden farksızdır. Önemli olan zarara

[4071

giden yollan zarar doğmadan önce kapatabilmektir.



68. Zırh Giymek

2590. ...es-Sâib b. Yezid'in, ismini verdiği bir adamdan rivayet ettiğine göre,
"Rasûlullah (s. a.) Unut günü üst üste iki zırh giymiştir", yahut da, "İki zırh

• • f - ,, 1408]
giymiştir. 1 1



Açıklama



Metinde geçen "zâhera" kelimesi yardımlaşma ve dayanışma mânâsına gelen

"tezahür" mânâsında kullanılmıştır. Burada iki zırhı üstüste giymek anlamına
gelmektedir. Çünkü üst üste giyilen zırhlar arasında bir yardımlaşma ve dayanışma
vardır.

Bu hadisi İbn Mâce de rivayet etmiş, fakat senedinde Ebû Davud'un rivayetinde sözü
geçen fakat ismi açıklanmayan adamı hiç anmamıştır. Aynı şekilde Ahmed İbn
Hanbel'in Müsned'i ile Tirmizi'nin Şemail'inde de bu hadis-i şerif rivayet edildiği
halde senetlerinde sözkonusu kimseden bahsedilmemiştir.Hanefi ulemâsından
Aliyyül-Kârî Şemail Şerhi*nde bu hadisin sahabî mürsellerinden olduğunu, çünkü es-
Saib b. Yezîd'in Unut savaşında bulunmadığını ve o zaman henüz dünyaya
gelmediğini söylemiştir. Hafız Abdurrauf el-Münâvi de aynı kanaattedir. Bu da
gösteriyor ki musannifimiz Ebû Dâvud (r.a.)'in tesbit ettiği gibi râvî es-Sâib, bu hadisi
bizzat Rasûl-i zîşân Efendimizden değil, bir başka sahâbîden almıştır, es-Sâib'in bu
hadisi aldığı sahâbînin kim olduğu ihtilaflıdır. îbn Abdilberr'in el-İstiab isimli eserinde
Muâz et-Temîmî'nin hayatından bahsederken verdiği bilgiler, bu zatın Zübeyr b.
Avvâm olduğunu göstermektedir. Fakat bu zatın Talha b. Ubeydillah olması ihtimali
de vardır. Doğrusunu Allah bilir.



Hz. Peygamberin Uhüd savaşında üstüste iki zırnı birden giymesinin hikmeti Allah
Teâlâ ve takaddes hazretlerinin "Ey inananlar (uyanık bulunup) korunma tedbirlerini

alm..."^^ emriyle, "Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayınız. . . — ^
mealindeki ayet-i kerimeye en ileri derecede titizlikle sarılmasından başka bir şey
değildir. Nitekim 2514 numaralı hadis-i şerifte beyan edildiği üzere "Gözünüzü açın,
ki kuvvet atmaktır" buyurarak, mücâhidlerin zırhlı, torpido, denizaltı gemileri, tay-
yare, tank, makineli gibi son model harp taarruz ve savunma araçlarıyla donatılmaları

[4121

ve en güçlü silahları kullanmaları gerektiğini ifade etmiştir.- 1 1 Aliyyü'I-kâri'nin

açıklamasına göre bu hadis-i şerif savaşa çıkarken zırh ve miğfer gibi teçhizatla
cihazlanıp düşmanın saldırılarına karşı tedbir almanın tevekküle mani olmadığını ifade
etmektedir. Fahr-i kainat efendimizin diğer bir hadisi şerifinde de "Onu (önce) bağla
(sonra) tevekkül et." Duyuruluyor.

Hattâbî'nin de açıkladığı gibi Bu hadisin râvîlerinden Süfyan, bu hadisi es-Saib b.
Yezid'den duyduğundan emin değildir. Dolayısıyla bu hadis zayıftır. Ancak diğer

hadislerle takviye edilmiştir. ^— ^



69. Bayraklar Ve Sancaklar



2591. ...Muhammed b. eI-Kâsım*m azatlı kölesi Yunus b. Ubeyd dedi ki; Muhammed

b. el-Kasım Rasûlullah (s. a.) bayrağının nasıl olduğunu sormak üzere beni el-Bera b.

Azib'e gönderdi. (el-Bera b. Azib de), "Bayrak Nemîre kumaşından, siyah renkli ve

[4141

kare şeklinde idi." diye cevap verdi.- 1 1



Açıklama



Aliyyü'I-kâri'nin açıklamasına göre "râye" büyük bayrak demektir.Hz.Peygamber'in
bayrağının adı "Ukâb" idi. Bir askeri birliğe ait olan âleme "liva" denir, "liva"
mızrağın ağaç kısmına sarılan bir bez parçasıdır. "Râye" ise, askeri birliğin alâmeti
olup, "ümmü'l-harb" ismiyle künyelendirilir. Livadan daha üstündür. Turbeştî'nin
beyânına göre "râye", harp kumandanını temsil eden bir âlem, liva ise, devlet reisini
temsil eden bir alemdir. Binaenaleyh "liva" râye'den üstündür. Müslim şerhinde de
"râye" küçük bayrak, "li-va"ise, büyük bayraktır,denilmek suretiyle bu görüş tercih
edilmiştir. Nitekim, "Kıyamet gününde livâü'l-hamd benim elimde olacaktır. Hz.
Adem ile ondan sonra dünyaya gelmiş olan kimseler de benim livamın altında

toplanmış olacaklardır" mealindeki hadis-i şerif te bu gerçeği te'yid etmektedir. ^ — ^
Mütercim Asim Efendi Kamus tercümesi Okyanus'ta "râye" kelimesinin sancak, "liva"
kelimesinin de bayrak anlamına geldiğini ifâde ettikten sonra bu kelimelerden
herbirinin diğeri yerinde kulamlageldiğini de söylemiştir. Tarih Deyimleri ve
Terimleri Sözcüğü'nde M.Zeki Pakalm da vak'a-nüvis Vasıf Efendiden naklen şu
açıklamaları kaydediyor: "Ulemay-ı luğat beyninde, liva ve râyet bir manadadır. Fakat

asrımızın ıstılahına göre liva bayrak ve râyet sancak diye tercüme olunur." ^— ^ Bu
mevzuda İmam Muhammed (r.a.) es-Siyer'l-Kebîr isimli meşhur eserinde şunları
söylüyor: "Ukab, Peygamber (s.a.)'in bayrağının ismiydi. Nitekim başka eşyalarının da
isini vardı. Sarığının ismi es-Sahab, atının ismi es-Sekb, katırının ismi de Düldül'dür.



Liva sultana ait olan ve onun önünde çekilen sancaktır. Râye ise, her komutan ve

[4171

askeri birliğin ve o birliğin fertlerinin altında toplandıkları bayraktır.

Asrımızın kıymetli ilim adamlarından Muhammed Hamidullah da bu mevzuda şunları
söylemiştir: "Meselenin çözüm yolu olarak şunu düşünüyoruz: Liva müşrik Mekke'de
düşmana karşı hücum ve çarpışma esnasında ordunun en kahraman ve yiğit eri
tarafından taşman umumiyetle askeri sancaktır. Halbuki râye ordu kumandanının
alâmet veya timsali olan bir bayraktır. Bu iki kelime bazan eşanlamlı olarak da

kullanılmıştır. îs-lâm'da ise bu, zıt anlama bürünmüştür. .."^ - ^

"...Görüldüğü gibi aynı şey bazı kaynaklar tarafından liva, diğerleri tarafından da râye
olarak adlandırılmaktadır ki bu durum, her iki ıstılahın da esasmda eş anlamlı
olduğunu ve birbirlerinin yerine kullanılabileceğini ve henüz Hayber devrindeki
teknik manayı iktisab etmediğini ve ancak bu Hayber savaşmdadır ki ordu
kumandanının liva çekme hakkına ve orduya mensub her birliğin de râye sahibi olma
hakkına malik olduğunu isbat etmektedir.

Kelime aslı bakımından liva sarılıp dürülen şey'e işaret eder ki, teşhire ihtiyaç
duyulmadığı vakit rabtedilmiş bulunduğu bir nevi mızrağın üzerine sarılıp dürülen
kumaş parçası manasınadır. Râye kelimesinin kökü görmek'dir ki, kendisinin veya
düşman ordusunun merkezini gösteren şeye işaret eder, yani kumandanın itibarî olarak

[419]

bulunduğu yeri gösterir.- 1 1 Daha sonraki devirlerde Milli varlığı temsil eden

sembollere bayrak (râye), askeri birlikleri temsil eden sembollere de (liva = sancak)
ismi verilmiştir. Metinde geçen "N emir e" siyah ve beyaz çizgili yün kumaş demektir.
Kaplan derisine benzediği için bu kumaşa Kaplan anlamına gelen nemir kelimesinden
türetilen "Nem i re" ismi verilmiştir.

Bayrakların siyah olmasının hoş karşılanması savaşçıların siyah rengi
seçmelerindendir. Her topluluk kendi bayrağının çevresinde toplanırlar. Siyah renk
günün aydınlığında daha iyi ve rahat görünür. Hele tozlu ve dumanlı zamanlarda
başka renklerden daha iyi seçilir. Askerler savaş esnasında birbirlerini kaybettikleri
zaman siyah bayrakları sayesinde biribirlerini daha rahat bulabilirler. İşte bu yüzden
mücâhidler bayrakları için siyah rengi tercih ederler.

Şer'î yönden ise, bayrakların beyaz, sarı yahut kırmızı olmalarında bir sakınca yoktur.
Sancaklarda beyazın seçilmesi ise, Rasûlullah (s.a.)'m; "Allah yanında elbisenin en
sevimlisi beyaz olanıdır. Canlılarınız beyaz giysin ölülerinizi de onunla kefenleyin'*

[4201

hadis-i şerlerinden kaynaklanmaktadır ve her orduda ancak bir sancak bulunur. J 1

2592. ...Cabir (r.a.)'den merfu' olarak rivayet olunduğuna göre "Peygamber (s.a.)

[4211

Mekke'ye girdiğinde sancağı beyazdı. " J 1

2593. ...Simak'm haber verdiğine göre, kavminden bir kimse, "Ben peygamber (s.a.) in

[4221

bayrağını sarı renkli olarak gördüm" demiştir. J 1

Açıklama



Bu hadisi rivayet eden ravinin ismi ile Hz. Peygamberin sarı bayrak taşıdığı bu
savaşın hangi savaş olduğu hadis



sarihleri tarafından tesbit edilememiştir.

[4231

Bazı hâdis-i şeriflerde hz. Peygamberin bayrağının siyah olduğu ifade edilirken ,

burada sarı olduğundan bahsedilmesi bu hadisler arasında bir çelişki olduğu anlamına
gelmez. Çünkü Hz. Peygamberin bazı seferlerde siyah bazılarında da beyaz bayrak
taşımış olması mümkündür. Nitekim, Prof. M. Hamidullah'm şu sözleri de bu gerçeği
te'yid etmektedir.

"....Hz. Peygamber zamanında orduya mahsus asgari iki nevi bayrak bulunuyordu ki
renkleri başka başkaydı...."

70. (Zayıf Atlar, Yada) Zayıf Atlılar Ve Aciz Kimseler Yüzüsuyu Hürmetine
(Allah'tan Düşmana Karşı) Zafer İstemek

2594. ...Cübeyr b. Nüfeyr el-Hadrami'den rivayet olunduğuna göre kendisi Ebu'd-
Derdâ'yı şöyle derken işitmiştir: "Ben Rasûlul-lah'ı(s.a.) şöyle buyururken dinledim:
"Bana zayıfları çağırınız (da ben onların yüzü suyu hürmetine Allah'dan düşmanlara
karşı zafer dileyeyim). Çünkü siz ancak zayıflarınızın duası bereketi) ile nzıklandınlır

ve yardım edilirsiniz..."^^

Ebu Davud dedi ki: "Zeyd b. Ertat, Adiyy b. Ertat'm kardeşidir.



Açıklama



Bab başlığında geçen " = Hayl" kelimesi "atlar" manasına gddiği gibi athlar mânâsına
da gelebilir. Bu başlık altında verilen hadis, başlıkta,bulunan"hayl" kelimesinin ifade
ettiği bu iki mânâdan ikincisine daha uygun düşmektedir. Buna göre başlığın mânâsı
şöyledir: "Zayıf atlılar yüzüsuyu hürmetine zafer dilemek". Eğer sözkonusu kelimenin
"atlar** manasında kullanıldığı kabul edilirse başlık "zayıf atlar yüzüsuyu hürmetine
zafer dilemek" anlamına gelir. Nitekim "Eğer Allah'ın rükûda bulunan kullan ile süt
emen çocuklar, merada ot-layan hayvanlar olmasaydı üzerinize azab üstüne azab
[4271

yağardı. mealindeki hadis-i şerifte hayvanlar sebebiyle Allah'dan yardım

istemenin caiz olduğunu ifâde etmektedir. Binaenaleyh bab başlığında geçen hayl
kelimesine iki şekilde de mânâ vermek caizdir.

Mevzumuzu teşkil eden bu Ebû Davud hadisinin mânâsı şudur: "Siz bana güçten
kuvvetten yoksun olan ve fakr u zaruretden dolayı halk tarafından önemsenmeyen
müslümanları çağırınız, ben onlarla birlikte oturup Allah'dan düşmana karşı zafer
dileyeyim. Çünkü siz onların yüzüsuyu hürmetine nzıklandınlır ve yardım edilirsiniz.
Zira onların ihlaslan ve Allah'a yakınlıkları sizden daha fazla olduğundan onların yüzü
suyu hürmetine yapılan dualar makbuldür. Kuvvetli kimseler ise, kuvvetlerine güvenip
kibre kapılırlar ve cesaretlerine güvenirler. Oysa zafer sadece aziz ve hakim olan
Allah'ın yardımıyla kazanılır.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifle, "Kuvvetli mü'min, Allah yanında zayıf

T4281

mü'minden daha hayırlı ve daha makbuldür. Ama her ikisinde de hayır vardır... " J 1

mealindeki hadis-i şerif arasında bir çelişki yoktur. Çünkü övülen kuvvetten maksat,
mü'minin Allah yolundaki azimetinin şiddetidir. Övülen zayıflıktan maksat da
bedenen zayıf olan mü'minin etrafına karşı takındığı mülayim tavır, şefkat ve Allah'ın



celal sıfatının tezahürünü görmesinden doğan tevâzuudur. Yahut da burada yerilen
kuvvetten maksat büyüklenme ve zâlinüeşmedir, orada yerilen zayıflıktan maksat da
yüce Allah'ın haklarını yerine getirme hususunda gösterilen zaaf ve gayretsizliktir.
Nitekim Hadis-i şerifte, "Siz zayıfların kuvvetiyle zafere erersiniz" demeyip de; "Siz

[4291

onlar (in duası) He zafere erd iri I irsiniz" buyurulması da bunu gösterir. J 1

71. Kişinin Parola Kullanması

2595. ...Semüre b. Cündüb (r.a.)'den; demiştir ki: "Muhacirlerin parolası "Abdullah",
Ensâr'm parolası ise "Abdurrahmân" idi.^^

Açıklama

Şiar; alâmet, parola, muharebe zamanlarında birbirini tanıyıp bilmek için askerlerin
kendi aralarında tayin ettikleri alâmet ve tâbirdir. Ashab-ı kiramın birçok
muharebelerde şiarları, "emit, emit = Öldür, öldür" kelimesi idi. Düşman kahr ve
tenkile muvaffakiyetlerine tefe'ül için bunu şiar ittihaz etmişlerdi. İnsanların
gömleğine ve mutlak bedenine temas eden libasına ve at kısmının çuluna da şiar denir.

L- Hz. Peygamber devrinde üniforma yoktu. Muhammed (s.a.) harp esnasında
kendi askerlerinin silah arkadaşlarını düşmandan ayırması için usta bir metod
kullanıyordu. Her cihat için bir "şiar" (ayırıcı kelime, parola) seçiyor, müslümanlar
ferden karşılaştıkları zaman yüksek sesle bunu söylüyorlardı. Bu parola kelimeler,
üniformaların görülemeyeceği zaman yani geceleyin dahi fevkalâde kullanışlıydı.
Bununla beraber Bedir muharebesinde elbiselerde bazı ayırıcı işaretler bahis
[4321

mevzuudur. J 1 Yukarıda tercümesini sunduğumuz ve mevzumuzu teşkil eden hadis-

i şerif Hz. Peygamberin harp zamanlarında parola kullandığını, muhacirlerin
parolasının "Abdullah", ensarın parolasının da "Abdurrahmân" olduğunu ifade et-
mektedir. Fakat Münzirî'nin beyânına göre, senedinde el-Haccac b. Ertat

[4331

bulunduğundan bu hadiste delil olma niteliği yoktur.- 1 1

2596. ...İyas b. Seleme'nin babası (Seleme)'den; demiştir ki; "Biz Peygamber (s.a.)

[4341

zamanında, Ebu Bekr (r.a.)'le birlikte savaşa çıktık, parolamız, "Öldür, öldür" idi. 1

Açıklama

Hz. Ebu Bekr*in "öldür öldür" kelimelerini parola olarak kullandığı savaşın, Seleme
b. el-Ekvâ ile birlikte Necid üzerine düzenlediği seriyye olması gerekir. Bazılarına
göre bu savaşta kullanılan "öldür Öldür" kelimesinin muhatabı Allah'dır. Çünkü her ne
kadar darbeyi vuran kul ise de o darbeyi yiyen kimseyi öldüren Allah'dır. Allah onun
ölmesine izin vermemişse, indirilen darbe onun ölmesini sağlayamaz. Bu görüşe göre
sözü geçen parolanın tamamı "Ey yardım edici olan Allah, düşmanı öldür"
şeklindedir. Fakat cümlenin başında bulunan "Yâ nasır!" kelimesiyle sonundaki "el-
adüvve" kelimesi hafzedilmiş ve cümleye kuvvet kazandırmak için "emit" kelimesi
tekrar edilmiştir. Bazılarına göre de bu cümlenin muhatabı tüm müslüman gazilerdir



ve cümlenin aslı "Ey Allah'ın yardımına mazhar olmuş asker, öldür" şeklindedir. Fakat
"Ya mansur!" kelimesi hazfedilmiş ve cümleye kuvvet kazandırmak için kelime tekrar
edilmiştir. Hadiste "emit" kelimesinin iki defa tekrarlanmış olması, parolanın böyle
"emit" kelimesinin üstüste iki defa tekrarlanmasından meydana geldiğini ifade etmek
için değil de bu kelimenin bir parola olarak tüm askerlerin dilinde dolandığını ifade
etmek için böyle üstüste iki defa zikredilmiş olabileceği de düşünülebilir.
Hattâbî'nin de açıkladığı gibi ashab-ı kiram savaşta geceleri karşılaştıkları kimselerin
kendilerinden olup olmadığını anlamak için aralarında "emit emit" kelimelerini parola
olarak seçerlerken aynı zamanda bu kelimelerin kendileri için uğur getireceğine de
inanmışlar. Bütün düşmanlarının öldürüleceğine ve kendilerinin zafere ulaşacağına

dair olan temennilerini bu kelimelerle ifade etmişlerdir.
Bazı Hükümler

1. Harpte parola kullanmak caizdir.

2. Bazı kelimeleri hayırlı saymak caizdir.



2597. ...(Sahabe-i kiramdan) bir kimse Peygamber (s.a.)'i şöyle buyururken işittiğini
söylemiştir; "Eğer geceleyin baskına uğrarsanız parolanız, ha mîm lâ yünsarûn

olsun"



Açıklama



Hattâbî'nin açıklamasına göre, "ha mîm lâ yünsarûn" cümlesi, dua cümlesi değil,
ihbârî bir cümledir. Bir başka ifadeyle bu cümle kafirlerin muzaffer olamamaları için
bir duâ değil, kafirlerin muzaffer olamayacağını bildiren bir haberdir. Cümlenin
başında bulunan harfleri, yemin manasında kulamlan Allah'ın isimlerinden bir isimdir
ve'İbn Abbas (r.a.) den rivayet edilen "Ha mîm, Allah'ın isimlerinden bir isimdir"
anlamında bir de hadis vardır. Binaenaleyh bu cümle "Allah'a yemin olsun ki o
kâfirler size karşı muzaffer olamayacaklardır** anlamına gelmektedir. Nitekim lbnü'l-
Esir de en-Nihâye isimli eserinde bu manayı tercih etmiştir. Bazılarına göre bu
cümlenin başında "deyiniz'* kelimesi vardır. Yani cümlenin aslı "kûlû hâmîm = Ha
mim deyin" şeklindedir. Bu emri duyan kimselerin, "Bu sözü söylediğimiz zaman ne
olur? dedikleri ve bu soruya da, "La yünsarûn = düşmanlar galib gelemezler" diye
cevap verildiği farkedümiş ve bu şekilde ortaya çıkan "Hamim lâ yünsarûn" cümlesi
müs-lümanlarm parolası olmuştur. Hadis imamlarından Ebu İsa et-Tirmizi bu hadis
hakkında şunları söylemiştir: "Bu babda Ebu Seleme el-Ekva (r.a.) dan da bir hadis
rivayet edilmiştir. Bazıları bu hadisi Ebu İshak'dan, es-Sevri'nin rivayeti gibi rivayet
ettiler. Aynı zamanda bu hadis Ebu İshak -el-Mühelleb b. Ebi Sufre yoluyla-

Rasûlullah (s. a.) den mürsel olarak rivayet edildi.



72. Kişi Yolculuğa Çıktığı Zaman Nasıl Dua Eder?



2598. ...Ebu Hüreyre (r.a.) den; demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) yolculuğa çıktığı zaman
(şöyle) dua ederdi: "Ey Allah'ım (hazarda olduğu gibi) yolculukta (da) arkadaş(ım) ve



aile(m) de vekil(im) sensin. Yolculuğun sıkıntısından, üzüntülü dönüşten, aile ve
malda kötü hal(e düşmek) den sana sığınırım. Ey Allahım, bizim için yeri dür ve bu

[4391

yolculuğu bize kolay laştır." J 1

Açıklama

"Va'sa" kelimesi şiddet ve meşakkat anlamlarına gelir. Üzerine basınca ayak
gömüldüğü için üzerinde zorluk la yürünebilen kumlu yol anlamına gelen " = el-va'su"
kökünden türemiştir.Binaenaleyh ta'biri burada, "yolculuğun meşakkati ve sıkıntısı"
anlamında kulanılmıştır. Metinde geçen cümlesinin aslı =Hazarda olduğu gibi seferde
de gerçek sahibim sensin" şeklindedir. Tercümemizde bu hususu göz önünde bulun-
durduk ve cümlenin aslında bulunduğu halde, metinde zikredilmeyen kelimelere
parantez içerisinde yer verdik. Hz. Peygamberin duasının bu cümlesinde "... .Nerede

[4401

olursanız olun, o sizinledir..." J L , âyeti kerimesine işaret vardır. Metinde geçen

"keâbe" kelimesine gelince, seferden eli boş olarak dönmek veya dönüşte malının
mülkünün helak olduğunu görmek, ya da ailesinin hastalandığını veya öldüğünü
öğrenmek gibi durumların tevlid edeceği gam, keder, sıkıntı ve üzüntülerdir, el-
Münkaleb ise, "seferden dönmek" anlamına gelen bir mimli masdardır.
sözü ise, ailenin ve malın bakılınca insana sıkıntı ve üzüntü verecek kötü bir duruma
[4411

düşmesi demektir-^ — . Yâni, ey Allahım yolculuğumdan döndüğüm zaman ailemi ve
mallarımı kötü bir şekilde görmekten sana sığınırım, yolculuğumun bu şekilde
sonuçlanmasından ve yolculuğumun sonunda böyle bir manzara ile karşılaşmaktan
beni koru*' demektir.

cümlesi ise, "Yeri dürmek suretiyle bu uzun yolculuğu bizim için kısalt ve kolaylaştir"
demektir. Bu cümle Allah'ın dilediği zamanı ve mekanı tayyedeceğine bir işarettir.
Nitekim Allah'ın bu işle görevli melekleri vardır. Allah Teâlâ istediği anda o melekler
zamanı ve mekanı kağıt gibi katlayıp dürmek suretiyle zaman ve mekan sınırlarını

altüst ederler.

2599. ...îbn Ömer'in Aliy el-Ezdi'ye anlattığına göre Rasûlullah (s. a) yolculuğa
çıkarken devesinin üzerine dimdik oturduğu vakit, üç (defa) tekbir getirir sonra, "Bunu
bizim hizmetimize veren (Allah)m şanı yücedir. Yoksa biz bunu (hizmetimize)

T4431

yanaştıramazdık. Biz elbette Rabbimize döneceğiz "Ey Allahım! Senden bu

yolculuğumuzda (bize) iyilik ve takva (üzere olan) amel(ler)den de senin razı
olacaklarını (nasibetmeni) dilerim. Ey Allah'ım! Bize bu yolculuğumuzu kolaylaştir.
Bizim için uzaklığı dür. Yolculukta arkadaş, ailede ve malda vekil sensin." derdi.
(Yolculuktan) döndüğü vakit de aynı duayı okur ve bu duaya (şunu da) ilâve ederdi;
"Biz dönenleriz, tevbe edenleriz, ibâdet edenleriz. Rabbimize hamdedicilerîz."
Peygamber (s. a.) ve askerleri (savaşa giderlerken) tepelere çıkınca; "Allahü
ekber" (tepelerden) inince de; "sübhanaflah" derlerdi. Namaz(daki tekbir ve teşbihler)

[444"|

buna göre konmuştur. J 1



Açıklama



Fahr-i kainat efendimiz herhangi bir yolculuğa çıkarken bu hadis-i şerifte öğretilen

duayı ya da önceki hadis-i şerifte gev'en dua gibi bir dua okurdu.

Şafii ulemasından Nevevi, Hz. Peygamberin yolculuk esnasında ve diğer zamanlarda

okumuş olduğu duaları "el-Ezkâr" isimli meşhur eserinde toplamıştır. Sefere çıkacak

olan bir kimsenin Hz. Peygamberin yola çıkarken okuduğu dualardan birini okuması

müstehabdır.

Hz. Peygamberin askerleri savaşa giderken tepelere çıktıkça Allahu ekber, Allahu
ekber sadalarıyla tekbir getirir, tepelerden inince de "sübhanellah, sübhanellah"
sadalarıyla Allahı teşbih ederlerdi. Namaz da şeklini buradan almış, cihâd ruhu ve
neşvesi bu şekilde namazda da tecelli etmiştir. Şöyleki namaza başlarken kıyamda
iftitah tekbiri alınır. Kıyamdan rükuya eğilince "sübhâne rabbiyelazim" denildiği gibi
rükûdan secdeye inince de "sıibhâne rabbiye'l-a'la" denilir. Bu durum namazın, bütün
faziletleri içinde toplayan en faziletli bir ibadet olduğunu gösteren delillerden birisidir.
[445]



73. Mücâhîdleri Uğurlarken Yapılacak Dua



2600. ...İbn Ömer Kaze'a'ya hitaben "Gel! Ben seniRasûlullah (s.a.)'m (mücahidleri
ve) beni uğurladığı gibi uğurlayayım" dedi (ve şöyle dua etti): "Senin dinini,

[4461

emanetini ve amellerinin sonuçlarını Allah'a emânet ediyorum" J 1



Açıklama

Hz. Peygamber yolculuğa çıkan mücâhidleri uğurlarken, "Senin dinini, arkanda
emanet olarak bıraktığın çoluk-çocuğunu ve diğer emânetlerini Allah'a emanet
ediyorum ve ondan muhafaza etmesini hayatın boyunca yapacağın amellerini hayırla
neticelendirmesini diliyorum" diye dua ederdi.

İbn Ömer, Kaze'a'yı bu şekilde uğurlamış ve Hz. Peygamberin mücâhidleri bu şekilde
uğurladığını ifâde etmiştir.

Bir hadis-i şerifte ifâde edildiğine göre, "Aziz ve celîl olan Allah'a bir şey emânet

[4471

edildiği zaman o şeyi mutlaka muhafaza eder" 1 . O emâneti heder olmaktan korur.

Ona musallat olan zâlimleri dünyada ve âhirette cezalandırır. ^ — ^



2601. ...Abdullah el-Hatmî'den; demiştir ki: Peygamber (s.a.) (düşmanla savaşmak

üzere yola çıkan) asker(ler)i uğurlamak istediği zaman; "Sizin dininizi, emanetlerinizi

[4491

ve amellerinizin sonuçlarını Allah'a emanet ediyorum" derdi.



Açıklama



Metinde geçen "emânet" kelimesinden maksat, kişinin yola çıkarken geride emânet
olarak bıraktığı aile fertleri ve mallan olabileceği gibi, yola çıkarken kendisine
bırakılan emânetler de olabilir. Fahr-i kainat efendimizin uğurlamak istediği kişilerin
geride bıraktıkları veya yanlarında taşıdıkları emânetlerin muhafazasını Allah'dan
isterken bu emânetler arasında dinin muhafazasını da istemesi yolculuğun pek çok



meşakkatlerle dolu olması cihetiyle en büyük emânetlerden biri olan dini
sorumlulukların yerine getirilmesi hususunda bir takım tehlikelerin ve engellerin
mevcut olmasından ileri gelmiştir. Bu yüzden Hz. Peygamber uğurlamak istediği
kimselerin dinlerini de iyice muhafaza edebilmeleri için Allanın onlara yardım
etmesini dilerdi.

Bu hadisle ilgili diğer hususlar bir önceki hadisin şerhinde açıklanmış olduğundan
burada tekrara lüzum görmüyoruz.

74. İnsan (Bir Hayvana Veya Araca) Bindiği Zaman Nasıl Dua Eder?

2602. ...Ali b.Rabia'dan; demiştir ki: Ben Ali (r.a.)'yi binmesi için kendisine bir
hayvan getirildiği sırada gördüm. Ayağını özengiye basınca, "bismillah = Allah'ın
adıyla" dedi; hayvanın sırtına dosdoğru yerleşince de "Elhamdülillah; Hamd Allah'a
mahsustur" dedi. Sonra "Bunu bizim hizmetimize veren (Allah)'in şanı yücedir, yoksa

biz bunu (hizmetimize) yanaştıramazdik. Biz elbette rabbimize döneceğiz"
(âyetini) okudu. Sonra üç defa "elhamdülillah" sonra üç defa da "Allahü ekber=Allah
en büyüktür" dedi. Sonra da " =Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben
nefsime zulmettim, beni bağışla, gerçekten, günahtan ancak sen bağışlarsın" diye dua
etti ve arkasından gülümsedi. Bunun üzerine (kendisine)

Ey müminlerin emiri! Seni güldüren nedir? diye soruldu. (Ö da şöyle) cevap verdi:
Ben Peygamber (s.a.)i benim yaptığım gibi yaptıktan sonra gülerken gördüm. Bunun
üzerine, Ey Allah'ın Rasulü, seni güldüren nedir? diye sordum. "Şüphe yok ki senin
Rabbin, bir kulunun - günahlan kendisinden başka bir kimsenin affedemeyeceğini

[4521

bilerek- (ey Allahım) günahlarımı affet demesinden memnun olur" buyurdu.

Açıklama

Hz. Ali'nin, hayvanına binerken sırasıyla okuduğu bu duaların tümünü Hz.
Peygamberden öğrenmiş ve onun sünnetine uymak için bu duaları belli bir sıraya ve
sayıya göre okumuştur. Hayvana binerken, Önce besmele çekmiş, sonra üç defa
elhamdülillah üç defa da "Allahu ekber" demiştir. "Elhamdülillah" ve "Allahu ekber"
cümlelerinin üç defa tekrarlanmasmdaki hikmet, bu duaların insanın içinde bulunduğu
üç zamana da yani mazi (geçmiş), hal (şimdiki zaman) ve istikbal (gelecek zaman)a da
şâmil olması içindir. Ya da bu duaların dünya hayatı, ruhlar alemi ve âhiret hayatına
da şâmil olması içindir. Hayvanın sırtına dosdoğru oturduktan sonra elhamdülillah
demekten maksat, Allah'ın hayvanları veya diğer vasıtaları insanın emrine müsahhar
kılmasının büyük bir nimet olduğunun hatırlanması ve bunun şükrünün lisanen
ifasıdır.

Bazılarına göre elhamdülillah cümlesinin üç defa tekrarlanmasından maksat şudur:
Birinci hamd, Allah'ın hayvanları müsahhar kılmasmdandır. İkinci hamd, Allah
belalardan koruduğu içindir. Üçüncüsü de Allanın verdiği diğer nimetlere şükür
içindir. Tekbirin üç defa tekrarlanmasmdaki hikmet ise şudur: Birinci tekbir Allah'ın
zatmdaki azamet ve kibriyasma işaret içindir. İkincisi sıfatlarım ta'zim içindir.
Üçüncüsü ise, Allah'ın mekandan ve mekanı istiva etmekten münezzeh olduğuna
işaret içindir. Allah'ın azametini ve nimetlerinin çokluğunu bilen ve zikreden bir



kimsenin bu nimetlerin şükrünü edâ etme hususundaki kusurunu göreceği gayet tabii
olduğundan, sözü geçen duaları "Ben nefsime zulmettim, beni bağışla" anlamına gelen
dualar ta'kib ediyor.

Hz. Ali bu duaları okuyup bitirdikten sonra kendisine "Ey müminlerin emiri seni
güldüren nedir?" diye sorulması bu hadisenin Hz. Ali'nin hilâfeti döneminde vukua
geldiğine delalet etmektedir.

Memnun olmak veya olmamak, hadiselerden müteessir olan aciz varlıklara mahsus
hissi haller olduğundan Allah teâlâ bu gibi hallerden münezzehtir. Binâenaleyh
metinde geçen "memnun olur" kelimesi "Allah ona çok sevab yazar" anlamına gelir.
[453]

75. Bir Yerde Konaklayan Kimse Hangi Duayı Okur?

2603. ...Abdullah b.Amr (r.a.) demiştir ki: Rasûlüllah (s. a.) yolculuğa çıktığı zaman
gece oldumu (şöyle) dua ederdi: "Ey arz! Benim Rabbım da senin Rabbm da Allah'dır.
Senin şerrinden, sende olanların şerrinden, sende yaratılanların şerrinden ve üzerinde
gezen yaratıkların şerrinden Allah'a sığının m. Aslan'ın şerrinden» büyük yılanın
şerrinden, yılan ve akreb şerrinden, bu yerde oturan (yaratıklar)m şerrinden, doğuran

T4541

kimselerin ve doğurduklarının şerrinden de Allah'a sığınırım.

Açıklama

Her ne kadar hitaba elverişli olart sadece akıl sahipleri ise de canlı, cansız tüm
yaratıklar Hz.Peygamberin hitabına müsâid ve müsteiddirler. Binaenaleyh Hz.
Peygamberin yere hitabı aynen şuurlu ve akıl sahibi bir yaratığa yapılan hitap gibi
hakiki bir hitaptır. Nitekim Allah teâlâ yere ve göğe hitaben, "Ey arz, suyunu yut ve ey

gök tut" buyurmuştur.

Yerin şerrinden maksat, insanın orada isyan edip günah işlemesi, yolunu şaşırması, bir
takım zorluklarla ve belâlarla karşılaşması iniş ve çıkışlarda düşüp kalkmasıdır.
Yerde olanların şerrinden maksat, oranın soğuğu, sıcağı ve iklimin bozukluğudur.
Oradaki yaratılanların şerrinden maksat ise, orada bulunan zararlı böceklerdir.
"el-Esved" kelimesiyle kasdedilen büyük yılanlar, el-hayye kelimesiyle kasdedilen de
tüm yılan cinsidir. Büyük yılanın şerrinden Allah'a sığınıldıktan sonra ayrıca tüm
yılanların şerrinden de Allah'a sığınılması, hu-sûsdan sonra, umûm'un zikri
kabîlindendir. Nevevî'nin açıklamasına göre metinde geçen, "yerin sakinleri"
kelimesinden maksat, orada yerleşen cinlerdir. Doğurandan maksat iblis, doğandan
maksatda şeytanlardır.

Hattâbî'ye göre beled kelimesi, üzerinde bina ve ev olsun veya olmasın canlıların,
barınağı olan yer anlamına gelir. Ancak burada üzerinde bina bulunmayan yer
anlamında kullanılmıştır. Çünkü Hz. Peygamber bu duayı yolculuğu esnasında, çölde
yapmıştır.

Hadisin zahirine bakılırsa Hz. Fahr-i kainat efendimiz yolculuğu esnasında güneş
batınca bir yerde konaklasa da konaklamasa da bu duayı okurdu. Muhakkik

müfessirlerden Kurtubî'nin "...Alemler içinde Nuh'a selam var."^^ ayet-i
kerimesinin tefsirinde açıkladığına göre her kim geceleyin bir yerde konaklar da bu



ayet-i kerimeyi okursa o kimseyi yılanlar ve akrepler sokamazlar.



76. Akşam ile Yatsı Arasında Yolculuk Yapmanın Kerahati

2604. ...Cabir (r.a.) den; demiştir ki: "Resulullah (s.a.);

"Güneş batınca yatsının koyu karanlığı çökünceye kadar hayvanlarınızı (dışarı)
salmayın. Çünkü şeytanlar güneş batınca, yatsının karanlığı gidinceye kadar (ortalıkta)

fesat çıkarırlar."

[4591

Ebu Davud dedi ki: "Fevaşi yeryüzüne daılan her şey demektir." J 1

Açıklama

Fevaşi: Koyun, keçi, sığır gibi dört tarafa dağılan hayvanlar ve çocuklar
demektir.Faşiye kelimesinin çoğuludur.

Fahme: Kömür demektir. Akşamla yatsı arasının karanlığı kömüre benzediği için
Araplar bu vakte fahme ismini vermişlerdir. Yatsı ile sabah arasında kalan vakte de
"as' as" derler.

Bu hadis-i şerif akşam ile yatsı arasında hayvanları ve çocukları dışarı salmanın doğru
olmadığını çünkü o saatlaede şeytanların fesat çıkarmak üzere ortalıkta kol
gezdiklerini, binaenaleyh şeytanların şerrinden emin olanının yolarını bilmeyen
çocuklara ve hayvanlara musallat olabilceklerini ifade etmektedir.İmamı Nevebi'nin
açıkladığı gibi şeytanın kapalı bir kabı açabilmesi, bağlı bir tulumu çözebilmesi, kilitli
bir kapıyı açabilmesi bir çocuğa veya başkasına musallat olabilmesi için ortamın
müsaid ve aradığı sebeplerin mevcut olması gerekir. Ancak o zaman buna muvaffak
olabilir. Aksi takdirde hiçbir yaratığa bir zarar veremez. Nitekim bir hadis-i şerifte
açıklandığı üzere "kul evine girerken besmele çekerse şeytan, -bize bunların yanında

gecelemek yoktur- der" ve oradan uzaklaşıp gider. ^ — ^ Bab başlığından anlaşıldığı
üzere her ne kadar Musannif Ebû Dâvud bu hadisten akşam ile yatsı arasında yolculuk
yapmanın mekruh olduğu mânâsım çıkarmışsa da bu mânâ çok uzak bir ihtimaldir.

[4611

77. Hangî Gün Yolculuğa Çıkmak Müstehabdır

2605. ...Ka'b b.Mâlik'den; demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.) Perşembe gününün dışında
pek az yolculuğa çıkardı. "J—^

Açıklama

Bu hadiste ifade edildiği üzere Hz. Fahri kâinat efendimiz yolculuğa çıkmak için
Perşembe gününü tercih ederdi. Bu sebeple ekseriyetle yolculuklarını perşembe

günleri yapardı. Nitekim hacca giderken de perşembe günü yola çıkmıştı.

Bu bakımdan yolculuğa çıkmak için perşembe gününü seçmek sünnet ise de, herhangi

bir engelle karşılaşıldığı takdirde haftanın diğer günlerinde yolculuğa çıkmakta da bir



sakınca yoktur. ^— ^

78. Erken Yola Çıkmanın Fazileti

2606. ...Sahr el-Gâmidî'nin rivayet ettiğine göre Peygamber (s. a.), "Ey Allahımî
Ümmetim için (gündüzün) erken vakitlerim bereketli kıl." diye dua etmiştir. (Sahr
sözlerine şöyle devam etti: Peygamber) "bir askerî birliği veya orduyu savaşa
gönderdiğinde, onları gündüzün ilk vaktinde gönderirdi." Sahr ticaretle uğraşan bir
adamdı. Ticaret mallarını gündüzün ilk vakitlerinde gönderirdi. Bu yüzden zenginleşti

ve malı çoğaldı. L- ^

Ebû Dâvud dedi ki; "Bu, Sahr b. Vedea'dır"^^ 1
Açıklama

Hz. Peygamber, erken saatlerin bereketli olması için dua etmiş. Allahdan, ümmetinin
gündüzün erken saatlerinde

yaptıkları ticâretlerin, yolculukların ve diğer işlerin bereketli olmasını, yine sabahın
erken saatlerinde yapılan ibâdetlerin de feyz ve sevabının diğer vakitlerinde yapılan
ibâdetlere nisbetle daha bol olmasını istemiştir. Günün ilk vaktinden maksat, fecr-i
sadıktan güneşin doğmasına kadar geçen süredir. Fecri takibeden zamanlar sıra ile şu
isimleri alırlar. Sabah, Gâdât, Bükre, Dûhâ, Dahve, el-Hâcira, Zühr, Revâh, el Mesâû,
el-Asr, el-AsîI, el-lşâül-evvel (İlk yatsı) el-İşâülâhıra (son yatsı). el-Münzirî'ye göre
sabahın ilk vaktinden maksat, fecrin doğması ile güneşin doğması arasında kalan
süredir.

İmam Nevevî'nin açıklamasına göre, ilim tahsili ile meşgul olan kimselerin ders
çalışmaları için sabahın ilk saatlerini seçmeleri sünnet olduğu gibi, teşbih, i'tikafa
girme, herhangi bir iş yapma, yolculuğa çıkma ve nikah kıyma gibi dini ve dünyevi

işler için de sabahın erken saatlerini seçmek sünnettir.

el-Münzirî'nin açıklamasına göre bu hadis-i şerifi sahâbe-i kiramdan pek çok kimseler
rivayet etmişlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır. Ali, İbn Abbâs, İbn Mesud, İbn
Ömer, Ebu Hüreyre, Enes b. Mâlik, Abdullah b. Selâm, Nevas b. Semân, İmran
b.Husayn, Câbir b.Abdillah, Büreyde ve Evs b.Abdullah (r.anhum) sahabenin dışında
daha pekçok kişiler de rivayet etmişlerdir.

Aişe (r.a.) dan rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (s. a.), "Rızık talebinde
sabahleyin erken davranınız, çünkü sabahın erken vakitleri berekettir ve
muvaffakiyettir." buyurmuştur.

Osman (r.a.) den rivayet edildiğine göre, Peygamber efendimiz, "sabah uykusu rızka
manîdir" buyurmuştur. Fâtıma bint Muhammed (r.a.) den şöyle dediği rivayet
olunmuştur: "Ben sabahleyin sırtüstü uzanmış yatıyordum. Resûlullah (s. a.) bana
uğrayıp ayağıyla dokunarak, "kızım kalk, Rabbinin rızık taksiminde hazır bulun,
gafillerden olma. Çünkü Allah Teâlâ halkın rızkını fecrin doğmasıyla güneşin doğması

arasında taksim eder" buyurdu. [^8]



79. Kişinin Yalnız Başına Yolculuk Yapması



2607. ...Amr b.Şuayb'm dedesi (Abdullah b.Amr) den; demiştir ki: "Rasûlullah (s. a.)
(şöyle) buyurdu":

[4691

"Tek yolcu şeytandır, iki yolcu iki şeytandır. Uç (yolcu) ise, cemaattir.



Açıklama



Tek başına yolculuk yapmak şeytan işidir. Ve şeytanlar insanların da kendileri gibi tek
başlarına yolculuk yapmalarını arzu ederler. Binaenaleyh yalnız başına yolculuk
yapmış olanlar bu halleriyle şeytanların arzusuna uygun bir iş yapmış olurlar.
Yalnız başına yolculuk yapan kimseler yolda vefat edecek olsa yanında kendisini
yıkayıp, kefenleyecek ve defnedecek bir kimse bulunmayacağı gibi vasiyyetini
bildirecek ve yanındaki malını ailesine iletip, kendisinin vefat haberini onlara verecek
bir kimse de bulunmaz. Bu da şeytanı memnun eder. İki kişinin yolculuğu da buna
benzer. Çünkü bunlardan biri ölse diğeri çok zahmet çeker. Ancak üç kişi bir arada
yolculuğa çıktıkları zaman bunlar bir cemaat oluştururlar. Bunlar her bakımdan
birbirlerine yardımcı olabilirler. Bu sebeple yolculuğa çıkarken sünnet olan, üçten az
kişiyle yola çıkmamaktır. Ayrıca hadîsi şerif, mü'minlerin bir işe koyulduklarında,
yada hayatlarının bir çok noktasında birleşmeleri ve cemaat olarak hareket etmelerinin
gereğine işaret etmektedir. Birleşmenin şeytana karşı oluşu önemli bir olaydır.
Dolayısıyla küfre karşı birlik içinde hareket etmenin önemi de ayrıca ortaya çıkıyor.
r4701



80. Yolculuğa Çıkan Bir Topluluk İçlerinden Birini Başkan Seçer

2608. ...Ebu Said el-Hudrî'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s. a) "üç kişi

[47i]

yolculuğa çıktığı zaman içlerinden birini başkan seçsinler" buyurmuştur. J 1



Açıklama



Yolculuğa çıkan bir topluluk en az üç kişi oldukları zaman aralarında anlaşmazlıkların
ve dolayısıyla bir takım kırgınlıkların çıkmaması için içlerinden birini başkan
seçmeleri müstehabdır. Seçilen bir başkan sayesinde, ihtilaf ve kırgınlıkların ortaya
çıkması önlenmiş olur.

Bu hadis, yolculuğa çıkan kişilerin en az üç kişi olmaları halinde birini başkan
seçmelerinin müstehab olduğuna delâlet ettiği gibi, iki kişinin aralarında bulunan bir
anlaşmazlığı halletmek üzere bir kimseyi hakem ta'yin etmeleri halinde o kimsenin

hakka uygun olarak vereceği karara uymaları gerektiğine de delâlet etmektedir.

2609. ...Ebû Hüreyre (r.a.) den rivayet olunduğuna göre Rasû-lullah (s.a.) şöyle
buyurmuştur: "Bir yolculukta (en az) üç kişi bulunduğu zaman (içlerinden) birini
başkan seçsinler" (Bu hadisin râ-vîlerinden) Nâfı' dedi ki: Bunun üzerine biz de Ebû

Seleme'ye "sen bizim başkanımizsm' dedik



Açıklama



Fahr-i kainat, yolculuğa çıkan kimselerin en az üç kişi olmalarım tavsiye edince
içlerinde Nafı' ile Ebû Seleme'nin de bulunduğu bir cemaat yolculukları esnasında, Hz.
Peygamberin bu emrine uyarak Hz. Ebü Seleme'yi başkan seçmişlerdir.
Bilindiği gibi Nâfi' (r.a.) hazretleri Ebu Abdullah künyesiyle anılan ve Hz. Ömer b. el-
Hattâb'm hürriyetine kavuşturduğu bir tabiîdir.

Ebû Seleme ise Abdurrahman b.Avf hazretlerinin oğludur. Bu hadis ve konuyla ilgili
diğer hadislerden anlaşıldığına göre, sefere çıkma ve benzeri hareketlerde (cihad,
şeytani birliklere karşı birleşme gibi) mü'minlerin hem cemaat oluşturmaları, hem de
aralarında bir başkan seçerek gerek yol ve strateji tayininde gerekse hayatlarının diğer
noktalarında Allah ve Râsulünün ahkâmına uygun karar verme olayında idarî bir
yapıya kavuşmaları istenmektedir. Yolculukta böyle olursa Hazarda nasıl olması

[4741

gerektiği gayet açıktır. J 1

81. Bir Kimsenin Yanında Bulunan Bir Mushafla Birlikte Düşman Ülkesine
Yolculuk Yapması

2610. ...Abdullah b. Ömer (r.a.)'den; demiştir ki: "Rasûllullah (s.a.) Kur'anla birlikte

[4751

düşman ülkesine yolculuk yapmayı yasakladı.

(Bu hadisin râvilerinden) Mâlik dedi ki, öyle zannediyorum ki (yasaklama) düşmanın
Kur' ânı ele geçirmesi korkusundandır. "

Açıklama

Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre hadisin sonunda bulunan "bu (yasaklama),
düşmanın Kuran 'ı ele geçirmesi

korkusundandır." Cümlesinin Hz. Peygambere mi yoksa râvilerden birine mi ait
olduğu meselesi Hadis uleması arasında ihtilaflıdır. Bu sebeple bazıları bu sözü Hz.
Peygambere ait bir sözmüş gibi rivayet ederken bazıları da İmam Mâlik'e ait bir
sözmüş gibi rivayet etmişlerdir. Aslında bu söz imam Malik'in bu hadisle ilgili bir
açıklamasından ibarettir.

İbn Abdilberr'in açıklamasına göre yanında mushaf bulunan bir kimsenin, düşmana
yenilmesinden korkulan küçük bir cemaat içerisinde düşman ülkesine seyahat
etmesinin caiz olmadığında tüm fıkıh uleması ittifak etmişlerdir. Ancak düşmana galip
geleceğinden emin olunan bir askeri birlik içerisinde bulunan bir kimsenin yanındaki
mushafla düşman ülkesine girip girmemesi meselesi ulema arasında ihtilaflıdır. İmam
Malik bunu da caiz görmemiştir. İmam Ebû Hanife'ye göre düşmana galib geleceğin-
den emin olunan bir askeri birlik içerisinde bulunan bir kimsenin yanındaki mushafla
düşman ülkesine girmesinde bir sakınca yoksa da, düşmana yenileceğinden korkulan
küçük askeri birlikler içerisinde bulunan bir kimsenin mushafla düşman ülkesine
girmesi caiz değildir. İmam Şafiî'ye göre ise, düşmana yenilme korkusu bulunsa da
bulunmasa da, düşman ülkesine mushafla girmek tahrimen mekruhtur.
Bu yasağın sebebi mushafm kafirlerin eline geçmesi ve kafirlerin de ona hakaret etme
fırsatını bulmaları tehlikesidir. Mushafa hakaret edilmesine imkan verilmesinin haram



olduğunda ise, ihtilaf yoktur.

Bu sebeple bu hadis-i Şerifin, kafire mushaf satmanın haram olduğuna delâlet ettiğine
hükmedildiği gibi,kafıreKur'an öğretmenin caiz olmadığına hükmedenler de olmuştur.
Nitekim İmam Malik kâfire Kur'an öğretmenin caiz olmadığına hükmetmiştir. İmam
Ebu Hanife'ye göre ise, kafire Kur'an öğretmek 'kayıtsız şartsız caizdir. İmam
Şafii'den bu görüşlerin ikisi de rivayet edilmiştir.

Mâlikîlerden bazıları "Kâfirlere delil gösterebilmek için Kur'an'm bazı âyetlerini
onlara Öğretmekte herhangi bir sakınca yoksa da kâfirlere Kur'an âyetlerinin bundan
fazlasını öğretmek caiz olmaz." demişlerdir. Nitekim Hz. Peygamberin İslama davet
için Kur'an-ı Kerim'in bazı âyetlerini Herakliyus'e göndermiş olması da bu görüşü
teyid etmektedir.

İmam Nevevi'nin açıklamasına göre "kâfirlere içerisinde âyet bulunan bir mektup
yazıp göndermenin caiz olduğunda ulema ittifak etmişlerdir. Fıkıh kitapları gibi içinde
âyet ve hadis bulunan kitapları düşman ülkesine sokmanın caiz olmadığını söyleyenler

olduğu gibi, içerisinde âyet ve hadis bulunmayan ilmi eserleri düşman ülkelerine

[4771

sokmanın bile caiz olmadığını söyleyenler de vardır. J 1

f4781

Ordu, Arkadaşlar Ve Müfrezelerde Müstehab Olan Şeyler L

2611. ...İbn Abbas (r.a.) dan; demiştir ki: "Rasûlullah (s. a.) şöyle buyurdu:

"(Yolculukta) Arkadaşlarının (sayı bakımından) en hayırlısı dört (kişilik), serîyyelerin

en hayırlısı (en az) dört yüz (kişilik), orduların en hayırlısı da (en az) dört bin (kişilik)

[4791

olanıdır ve oniki bin (kişilik bir kuvvet) azınlıktan dolayı yenilmez."- 1 1

Ebû Dâvud dedi ki: "doğrusu bu hadis mürsel'dir."^^

Açıklama

Sahabe: Arkadaş anlamına gelen "sahib" kelimesinin çoğuludur. «Fâiıün» vezninde
olup da çoğulu "feâle" vezninde gelen sadece bu kelime vardır.

Seriyye: Dörtten veya yüzden dörtyüze kadar olan askeri müfrezeye verilen addır. "Ya
geceleyin yürüyüş demek olan "sery"den veya "nefis şey" demek olan "seriy"den,
yahut müntehab (seçkin) mânâsına olan "iştira" den geldiği ifade edilen seriyye
hakkında Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu'nda (III. 3 50) de şu tafsilat
vardır: "Seriyyeleri teşkil eden erler, ekseri geceleri yürüyüp, gündüzleri saklandıkları
veya bahadır, güzide efrad seçildikleri için bu nâmı almışlardır." Seriyyenin cem'i

serayair.KSÜ

Askeri birliklerin sayılarına göre aldıkları isimler şunlardır.

1. Sayı bakımından en az olan askeri birliğe "ceride" ismi verilir. Özel olarak teşkil
edildiği ve bu haliyle diğer birliklerden tecrid edildiği için bu ismi almıştır.

2. "Seriyye" elli kişiden dörtyüz kişiye kadar olan birliklerdir.

3. "Ketîbe" yüz kişiden bin kişiye kadar olan birliklere denir.

4. "Ceyş" ise, bin kişiden dörtbin kişiye kadar olan askeri birliklere verilen isimdir. Bu
sayıdaki birliklere "el-felik" ve "el-cühful" isimleri de verilir.

5. "el-Hamîs" kelimesi ise, sayıları dörtbinden onikibine kadar olan askerî birlikler



için kullanılır. Asker kelimesi ise, bu birliklerin hepsini içine alır. Ancak Hanefi
uleması "ceyş" ve "seriyye" kelimelerinin hangi askerî birlikler için kullanıldığı
meselesinde ihtilaf etmişlerdir.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte en hayırlı olan yolculuğun en az dört kişiyle
yapılan yolculuk olduğu ifâde edilmektedir. Bu mevzuda imâm Gazâlî hazretleri
şunları söylüyor: "Yolculuğa çıkan'bir kimse yanından ayrılmayacak bir kimseye
kesinlikle muhtaç olduğu gibi, kafilenin ihtiyaçları için çaba sarfedecek ikinci bir
arkadaşa daha ihtiyacı vardır. Eğer yola üç kişiyle çıkılacak olursa, kafilenin
ihtiyaçlarıyla meşgul olan kimse yalnız kalmaya mahkumdur. Dolayısıyla kafilenin
ihtiyaçları için çaba sarfeden kimse yalnızlığın verdiği can sıkıntısından kurtulamaz.
Eğer yolculardan ikisi kafilenin ihtiyaçları peşinde koşacak olsa, bu sefer eşyaların
başında bekleyen kimse yalnız kalır. Bu bakımdan yolculuğun sıkıntısız geçmesi için

T4821

yolcu sayısının en az dört kişi olması gerekir. J 1 Dörtten fazlasına ise ihtiyaç

yoktur.

Evet korkulardan emin olmak için arkadaşların çokluğuna ihtiyaç vardır. Fakat dört

olmaları umûmi arkadaşlık için değil, hususi arkadaşlık içindir.
Tîbî'nin açıklamasına göre, bu hadis-i şerifte yolcular için tavsiye edilen sayılarda
hâkim olan dört rakamıdır. Şöyle ki seriyyeler için tavsiye edilen dört yüz sayısı
aslında yüz sayısının dört katı olduğu gibi ordular için tavsiye edilen dört bin sayısı da
bu sayının dört katından ibarettir. Binaenaleyh bu sayıyla işaret edilmek istenen, bu
binanın ayakta durması için dört rükün üzerine oturması gerektiği gibi, bir askeri
birliğin de dört başı mamur bir şekilde takviye ve teçhiz edilmesinin önemi ve
gereğidir.

Yine bu hadis-i şerifte on iki bin kişiden oluşan bir askeri birliğin az sayılamayacağı,
şayet bu kuvvet mağlub edilecek olursa bu mağlubiyetin, kuvvetin azlığına değil; iyi
teçhiz edilmemiş veya iyi sevk ve idare edilmemiş, ya da gurura düşüp, Allah'a olan
güvenini kaybetmiş olmasına bağlanması gerektiği ifâde buyurulmuştur. Nitekim
Huneyn savaşında müslümanlar on iki bin kişilik kuvvetlerine güvenmeleri sebebiyle
mağlup olmuşlardır. Allah Teâlâ "Andolsun Allah size birçok yerlerde, Huneyn
gününde de yardım etmişti. Hani o gün çokluğunuz sizi böbürlendirmiş ti. Fakat size

[4841

hiçbir yarar da sağlamamıştı." 1 1 buyurarak bu gerçeği kendilerine bildirdi.

Binaenaleyh, on iki bin kişilik müslüman bir kuvvet üçe bölünüp dörder bin kişilik
kuvvetler halinde ordusunun kalbine sağ ve sol cenahlarına yerleştirildikten sonra
şayet yenilecek olursa, bu mağlubiyeti, askerin sayıca azlığında değil başka sebeplerde
aramak gerekir.

Ulema bu hadisi delil göstererek müslümanlarm kuvvetleri on iki bine ulaşınca
düşman kuvvetlerinin çokluğu gerekçesiyle cepheyi terketmelerinin haram olduğunu
söylemişlerdir. Kurtubi de ilim adamlarının büyük çoğunluğunun bu görüşte

olduklarını ifade etmiştir.

82. (Harbden Önce) Müşrikleri (İslama) Çağırmak



2612. ...Süleyman b. Büreyde babası (Büreyde) den; şöyle demiştir: Rasûlullah bir
seriyyenin yahut da bir ordunun başına bir kumandan gönderdiği zaman ona kendi
nefsi hakkında Allah'dan korkmayı, (yine ona) yanında bulunan müslümanlar



hakkında hayrı tavsiye eder ve (şöyle) buyururdu:

"Müşriklerden olan düşman(lar)mla karşılaştığınız zaman, onları şu üç yoldan birine
çağırınız. Bunlardan hangisinde sana icabet ederlerse onu kabul et ve kendilerini
bırak. Onlan (önce) İslam'a çağır, eğer icabet ederlerse (bunu) onlardan kabul et ve
kendilerini (serbest) bırak. Sonra onları kendi ülkelerinden muhacirlerin ülkesine göçe
davet et ve bunu yaptıktan takdirde, muhacirler için (tanınmış) olan (haklar)m onlar
için de (tanınacağını) muhacirlerin üzerine (getirilmiş) olan (yükümlülüklerin onların
hakkında da (geçerli) olduğunu kendilerine bildir. Eğer (bunu) kabule yanaşmazlar da
kendi yurtlarını tercih ederlerse, onlara müslüman bedeviler gibi olacaklarını,
kendilerine Allah'ın mü'm inler üzerine cereyan eden hükmünün uygulanacağını,
müslümanlarla birlikte cihad etmeleri dışında haraç ve ganimetten hiçbir hisselerinin
olmayacağım kendilerine bildir. Eğer İslâmı kabul etmezlerse onlan cizye vermeye
çağır. Eğer buna yanaşırlarsa (bunu) onlardan kabul ve kendilerini (serbest) bırak.
Eğer kabul etmezlerse artık Alan'dan yardım dileyip onlarla savaş, eğer bir kale
halkını kuşattığında senden kendilerine, Allah'ın hükmünü uygulamanı isterlerse
(bunu) onlara uygulama. Çünkü siz Allah'ın onlar hakkındaki hükmünün ne olduğunu
bilemezsiniz. Yalnız onlara kendi hükmünüzü uygulayınız. Sonra onlar hakkında
dilediğiniz hükmü veriniz."

Süfyân dedi ki: Alkame (şöyle) dedi: "Beii bu hadisi Mukâtil b. Hayyan'a naklettim de
(bu hadisi) bana Müslim rivayet etti, diye karşılık verdi.

Ebû Dâvûd dedi ki; (Müslim) îbn Heyzam'dır. Nu'man b. Mu-karrir'den (naklen)
Peygamber (s.a)'den Süleyman b. Büreyde'nin hadisinin bir benzerini (rivayet)

♦ • 14861
etmiştir. 1 ■*

Açıklama

Cizye "ceza" kökünden türemiş bir kelimedir. Gayr-i müslimnlerden fert başına alman
bir vergi anlamında kullanılır.

Cizye ile haraç arasındaki temelli farkların en önemlisi şudur: Haraç, arazi ve tarım
mahsulleri vergisidir. Cizye ise, fert başına alman bir vergidir. Nitekim 2951 ve 3081
numaralı hadislerin şerhinde açıklanacaktır. İn-şallahü Teâlâ.

Bu hadis-i şerif, devlet başkanının bir gazaya ordu gönderirken, ordu kumandanına
Allah'dan korkmasını ve beraberindeki mü'minlere de hayır murad etmesini tavsiye
etmesi gerektiğini ifade etmektedir. Çünkü Müslüman, toprak işgali veya maddi çıkar
için cihâd etmez. Cihâdın anahattmı, İslâm davası ye küfre karşı mücadele teşkil eder.
Dolayısıyla, ordu kumandanına Allah'tan korkmasını tavsiye bu sebepledir.
Fahr-i kainat efendimiz, devlet reisinin, ordu kumandanının şahsıyla ilgili olarak
Allah'dan korkmasını tavsiye ederken yine ona emrindeki mü-cahidlerle ilgili olarak
hayır tavsiye etmesi ordu kumandanının, karşılaştığı tüm meselelerde, başkalarına
karşı ise kolaylık göstermesi gerektiğine ve dolayısıyla "Kolaylaştırmız, zorlaştır m
ayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz" anlamındaki hadis-i şerife bir işarettir.
Yine mevzumuzu teşkil eden bu Ebû Dâvud hadisinde ordu kumandanının harpten
önce müşrikleri şu üç yoldan birine davet etmesinin lüzumu ifâde ediliyor:
1. İslâm'a davet; bu davet aslında İslâmiyet'in varlığından haberi olmayan düşmanlar
için gereklidir. Ulemanın büyük çoğunluğuna göre bu davet farzdır. Bu davet
yapılmadan öldürülen o düşmanların diyetini ödemek borç olur. Daha önce İslâm



kendilerine teklif edildiği halde kabule yanaşmayanlar için harp sahasında yeni bir
davet mecburiyeti yoksa da, İslâm tarihinde bütün uygulamalarda bunların da harp

T4871

başlamadan önce İslama davet edildikleri görülmektedir.- 1 1

İmam Malik bu durumda olan kimseleri İslama davet etmeden onlarla savaşmanın caiz
olmadığını söylemişse de, İmam Sevri ile ashab-ı rey, İmam Şafiî, Ahmed b.Hanbel ve
İshak b.Rahûye caiz olacağını savunmuşlardır. İmam Şafii İbnıTl-Hukaykın İslâm'a
davet edilmeden öldürülmesini bu görüşüne delil olarak göstermiştir.

2. İslâm ülkesine göç etmeye çağırmak: Aslında bu madde birinci maddeye bağlıdır".
Şöyle ki bilindiği gibi Mekke'nin fethinden önce küfür ülkesinde bulunan kimselerin o
zamanki tek islâm ülkesi olan Medine'ye göç etmeleri farzdı. Hatta Medine'ye göç
etmek İslâmm rükünlerinden sayılıyordu. Fakat Mekke'nin fethinden sonra bu hüküm
neshedildi.

Birinci daveti kabul ettikleri takdirde kendilerine savaş açmaktan vazgeçilir. Fakat
kendilerinden İslâmm bir emri olarak Medine'ye göç etmeleri istenir ve Medine'ye göç
ettikleri takdirde Medine muhacirlerinin sahip oldukları bütün haklara sahip
olacakları, bu hakların karşılığında onların tüm mükellefıyetleriyle de mükellef
olacakları hatırlatılacaktır. Hattâbî'-nin beyanına göre, bu mükellefiyetten maksat
cihaddır. Çünkü muhacirler savaşa çağırıldıkları zaman katılmak mecburiyetinde
idiler. Medineli müs-lümanlarsa, mücâhidlerin sayısı yeterli olduğu sürece savaşa
katılmak mecburiyetinde değillerdi. Katılırlarsa ganimetlerden pay alırlardı, katılmaz-
larsa alamazlardı. Katılmadıkları için günahkar sayılmazlar ve ayıplan-mazlardı.
Bu ikinci teklifi kabul etmedikleri takdirde ise, Medineli yerli müslü-manlar araplar
gibi sayılacaktan, yani sadece iştirak etmiş oldukları ci-haddan pay alabileceklerini
"savaşmadan müslümanlarm düşmanlardan ele geçirdikleri mal" anlamına gelen
Fey'den pay almanın sadece Medine'ye göç eden muhacirlere ait özel bir hak olduğu
kendilerine hatırlatılacaktır. Nitekim bu hadisi kendisine delil alan İmam Şafiî'nin
görüşü de budur. Diğer imamlara göre hadisin bu hükmü neshedümiştir. Avnu'I-
ma'bud yazarının açıklamasına göre îslâmı kabul edip te Medineye göçetmekten
kaçman kimselere ayrıca namaz, oruç, zekat ve hacla mükellef oldukları, suç
işledikleri takdirde islam kanunlarına göre cezalandırılacakları da hatırlatılır.

3. Cizye istemek: Birinci ve ikinci davetlerin her ikisini birden reddeden düşmanlara
cizye vermeleri teklif edilir. Cizye vermeyi kabul etmeleri halinde yine kendilerine
savaş açmaktan vazgeçilir. Fakat cizye vermeyi de reddetmeleri halinde kendilerine
savaş açılır.

Bu hadis-i şerif her kâfirden mutlak surette vergi alınacağına delildir. Bu babda arap
olanlarla olmayanlar arasında herhangi bir fark yoktur. Çünkü hadiste geçen düşman
sözü, kâfirlerin Arap olanına da acem olanına da şâmil olan genel bir sözdür. İmam
Mâlik ile İmam el-EvzâTnin görüşü budur. Hanefılere göre ise, cizye arap olsun, acem
olsun ehl-i kitap denilen hristiyanlarla yahudilerden ve mecusilerle acem
putperestlerinden alınır. Arap putperestleriyle mürtedlerden alınmaz. Bunlar ya
müslüman olur, yahut kılıçtan geçirilir. Kadın, çocuk ve sakatlara da cizye yoktur.
İmam Şafiî'ye göre ise, cizye denilen vergi arap olsun acem olsun yalnız ehl-i kitap ile
mecûsilerden alınır. Çünkü Allah Teâlâ hazretleri ehl-i kitabı zikrettikten sonra "ta

T4881

cizyeyi verinceye kadar buyurmuştur. Hz. Peygamber de, "Onlara karşı ehl-i

kitap muamelesi yapın." buyurmaktadır.



[4891

Bunlardan geriye kalanlar, "Onlarla muharebe edin, ta ki fitne olmasın" J 1 ve

[4901

"Müşriklerle bulduğunuz yerde harbedin" 1 1 âyet-i kerimelerinin umûmuna

dahildirler.

Şâfıîler mevzumuzu teşkil eden hadis hakkında; "Bu hadis Mekkenin fethinden önce
vârid olmuştur. Ayetler ise, hicretten sonra nazil oldu. Binaenaleyh, Büreyde hadisi ya
mensuhtur, yahut ondan murâd ehl-i kitap olan düşmanlardır" diyerek hadisle
istidlalden özür beyan etmişlerdir. Hadis-i şerifte kâfirleri Allah'ın hükmüne arzetmek
de nehy buyrulmakta ve bu nehyin sebebi izah edilirken "Çünkü sen onlar hakkında
Allah'ın hükmüne isabet edip etmediğini bilemezsin." denilmektedir. İslâm
kumandanından onlar hakkında kendi içtihadı ile hüküm vermesi isteniyor. Bu da
gösterir ki ictihadî meselelerde hak birdir ama her müctehid hakka isabet edemez.
[49U

2613. ...Süleyman b. Büreyde'nin babasından rivayet olunduğuna göre Rasûlullah
(s. a.) şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın ismiyle Allah yolunda ve Allah'ı inkar eden(ler)le savaşınız ve ahdinizi

bozmadan, (ganimetlere) hıyanet etmeden, müsle yapmadan çocuk(ları) öldürmeden

,,14921
savaşınız.

Açıklama

Bu hadis-i şerif bir önceki hadisin tamamlayıcısı durumundadır.
Bir önceki hadis-i şerifteki tavsiyelere uyarak düşmana önce müslüman olması ve
Medine'ye göç etmesi teklif edildikten sonra bu teklifleri reddetmesi halinde son
olarak cizye vermesi teklif edilir. Onu da reddedecek olursa o zaman Allah'dan yardım
dileyerek savaş açılır. Ancak bu savaşta diğer milletlerin düşmana reva gördükleri
vahşiyane tecavüzlere ve tahribata asla izin verilmemiştir. Bu savaşta esas olan
"Sizinle muharebe edenlerle Allah yolunda sizde mukatele edin (lakin) haddi aşmayın
(yani adalet, insaf ve hakkaniyet hududunu aşıp da zulme koyulmayın) muhakkak ki

Allah haddi aşanları sevmez. âyeti kerimesidir.

Harbe, "bismillah" deyip Allah'ın yardımı istenerek başlanır ve harp sadece Allah'ın

dinini yüceltmek gayesiyle, Allah'ı inkar eden kafirlere karşı yapılır. Bu savaşta

düşmana karşı verilen sözler yerine getirilir, onlara verilen ahdlere riâyet edilir. Çünkü

mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte görüldüğü gibi bütün bu esasları bizzat Allah'ın

Rasûlü tesbit etmiş ve ümmetine bu esaslara uymalarını emir buyurmuştur. Ayrıca

harpten elde edilen ganimetlere ihanet edilemez. Rasûlü zişan efendimiz diğer bir

hadis-i şerifinde de bu manayı şöyle ifâde ediyor; "Ganimete hıyanet etmeyin, zira

[4941

hıyanet bir ateştir, hem sahiplerine dünyada ve ahirette bir ardır. " J 1

Yine mevzumuzu teşkil eden bu hadisi şerifte müsle ve çocukları Öldürmek
yasaklanmıştır. Bilindiği gibi Müsle, başkalarına ibret olmak için burnunu, kulağını
vesair bazı uzuvlarını kesmek, gözlerini oyarak kendisini çirkin bir şekle sokarak

[4951

düşmanı cezalandırmaktır. Bu islâmiyette yasaklanmıştır. Nitekim Hz.

Peygamberin ilk halifesi Hz. Ebû Bekir'in Suriye'ye müteveccihen gönderdiği orduya



verdiği talimat şu mealdedir: "Daima, Allah'ın nazargâhmda ve ölüme iriaruz bir halde
bulunduğunuzu der hatır ve tezekkür ediniz ve kıyamet gününün hesap günü
olduğunu

işlediğinizin hesabını vereceğinizi unutmayınız... Allah yolunda dövüştüğünüz zaman
erkekçe, mertçe davranın, düşmana sırtınızı çevirmeyin; zaferinizi kadın, çocuk,
ihtiyar kanıyla kirletmeyin. Hurma ağaçlarını kesmeyin. Buğday tarlalarını tahrip
etmeyin, yemiş veren ağaçları devirmeyin. Açlığınızı gidermek için zaruret hasıl
olmadıkça koyun, inek, deve gibi hayvanları kesmeyin. Söz verdiğiniz vakit, ahdinizin
şartlarını ifâda mütekayyıt olun. Yolunuzda ilerledikçe bir takım keşişlere
rastgeleceksiniz. Ki, manastırlarda yaşarlar ve inziva halinde Allah'a ibâdetle iştigal
ederler, onları kendi hallerinde bırakın ve manastırlarını yakmayın.." Hz. Ebu Bekir'e
halef olan Hz. Ömer'in de talimatı şu mealdedir: "Kimseye taaddi ve zulüm etmeyin,
zira Hak Teâlâ mu'tedleri ve zalimleri sevmez; savaşta korkak olmayın; kuvvetinizi
gaddarlık suretinde kullanmayın; muzaffer olduğunuzda haddi aşmayın, insafa ve
adalete aykırı davranmayın; ihtiyarlan, çocukları, kadınları öldürmeyin ve atlı

[4961

çarpışmalarda veya süvari akınlarında onları telef etmekten sakının. " J 1

2614. ...Enes b. Malik (r.a.)'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın ismiyle Allah için ve Allah Resulünün dininde (sebat ederek) savaşa çıkınız,

aciz kalmış ihtiyarlan, buluğ çağma ermemiş çocukları ve kadınları öldürmeyin,

ganimete ihanet etmeyin ganimetlerinizi toplayınız, (halinizi) düzeltiniz, ihsan ile

[4971

muamele ediniz. Çünkü Allah ihsan edenleri sever. " J 1

Açıklama

Cihaddan maksad Allah'ın ismini yaymak ve yüceltmek ve buna mani olan güçlerle
savaşmaktır. Bu hikmete bağlı olarak Hz. Peygamber, cihada giden askerî birliğe ve
onun kumandanına cihadın gayesini hatırlatmak için önce savaşa Allah'ı anarak,
ismini zikretmek suretiyle ondan yardım dileyerek ve sadece onun dinini yüceltmek
için savaşa çıkmalarını ve her zaman olduğu gibi savaş süresince Allah'ın ve
Rasûlünün yolundan ayrılmamalan emretmiştir. Özellikle muharip sımfdan olmayan
âciz ihtiyarlarla, daha ergenlik çağma gelmemiş çocukları ve. kadınları
öldürmemelerini ganimet mallarından hisselerine düşenle yetinip hırsızlık yoluna
gitmemelerini, hal ve davranışlarını ıslah edip müslüman kardeşleriyle ve kâfirlerle
olan münâsebetlerinde ihsandan ayrılmamalarını hatırlatmıştır.

Hadis sarihlerinin ifadelerinden anlaşıldığına göre harpte öldürülmeleri yasaklanan
ihtiyarlardan maksat, savaşa gücü yetmediği gibi düşman kuvvetlerinin cesaretini
artırmak için dellalhk yapmaya ve feryadu figan etmeye, harp hilelerini icraya gücü
yetmeyen ve düşman kuvvetlerine akıl ve tedbir öğretenlerden olmayan İhtiyarlardır.
Fakat bu hususlara gücü yeten ihtiyarlar da diğer muharipler gibi öldürülürler. Çünkü
bu özellikteki ihtiyarlar feryat ve fıganlanyla düşmanları müslümanlar üzerine kış-
kırttıkları ve müslümanlarm işlerini zorlaştırdıkları için muhâribler sınıfından
sayılırlar. Nitekim Hz. Peygamber de yüzyirmi yaşındaki bir rivayete göre, yüzaltmış
yaşındaki Düreyd b. es-Sâmme'yi düşmana akıl hocalığı yaptığından dolayı
öldürmüştür. İmam Şârânî el-Mizanü'l-kübra'da mezheb imamlarının dördünün de bu
görüşte olduklarını söylemiştir. Ancak İmam Şafii'nin benimsenen görüşüne göre



ihtiyarlar her bakımdan aciz de olsalar harpte öldürülürler.

Metinde geçen, " = küçük" kelimesi, " = çocuk" kelimesinden bedel veya atf-ı
beyândır. Bu bakımdan biz "tıflen vela sağiran" kelimelerini "buluğ çağma ermeyen
çocuk" diye tercüme ettik. Bu ifâdeye göre harpte erginlik çağma gelmeyen çocukları
öldürmekde yasaklanmıştır. Çünkü erginlik çağma gelmeyen çocuklar muharipler
sınıfına dahil değildir. Fakat çocuğun bizzat harbe iştirak etmesi ya da hükümdar
olması halinde düşman kuvvetlerinin önemli ölçüde işlerine yarar. Bu bakımdan İslam
uleması harbe iştirak eden veya düşman kuvvetlerine başkanlık eden bir çocuğun
harpte öldürülebileceğine hükmetmişlerdir.
Bu mevzuda Hattâbî şunları söylüyor:

"Harpte kadınların, çocukların öldürülmesinin yasaklanmasını iki şekilde anlamak
mümkündür:

1. Bunları esir aldıktan sonra öldürmek yasaktır,

2. Esir almadan önce de esir aldıktan sonra da öldürmek yasaktır.

Öldürülmeleri yasaklanan çocuk ve kadınlardan maksat, savaşan düşman
kuvvetlerinin içine katılmayan, çocuklar ve kadınlardır. Fakat düşman muhariplerinin
arasında bulunurlar da bunları muhariplerden ayırmak mümkün olmaz ve onları
öldürmeden düşman kuvvetlerini imha etmek mümkün olmazsa o zaman çocuklarla
kadınlar da öldürülür. Düşman kuvvetleri arasında savaşmadıkça kadını öldürmek caiz
değildir. Fıkıh ulemasının çoğunluğu bu görüştedirler. İmam Şafii'ye göre savaşmaya
gücü yeten çocukları öldürmek caizdir. el-Evzai ile İmam Ahmed de bu görüştedirler.
Harbe katılmayan rahiplerin öldürülüp öldürülmeyeceği konusu ulema arasında
ihtilaflıdır. İmam Mâlik ile rey ehline göre onları öldürmek caiz değildir. İmam Şafii
ise, müslümanlığı ya da cizye vermeyi kabul etmemeleri halinde öldürülürler. Rey
ehline göre düşkün ve âciz ihtiyarları öldürmek caiz olmadığı gibi kör ve kötürümleri
öldürmek de caiz değildir. İmam Şâfıiye göre ise, bunların hepsi öldürülebilir.
Peygamber Efendimiz bu hadisinde ayrıca düşmanlara karşı da ihsanla muamele
etmeyi emir buyurmuştur. Bilindiği gibi ihsan, iyilik etme, yapılması uygun olan bir
hayrı yapma demektir. İhsan adaletten daha üstündür. Harpte düşmana karşı yapılacak
ihsan, onları kulaklarını burunlarını keserek Öldürmekten ve sebepsiz yere ekili ve

[4981

dikili arazilerini tahrib etmekten kaçınmakla ve benzeri davranışlarla olur.- 1 1



83. (Savaşta) Düşmanın Yurtlarını Yakmak



2615. ...İbn Ömer (r.a.)den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s. a.) Nadîr oğullarının
hurmalarını yaktırmış ve kestirmiştir. (Bu hurmalık) Büveyre (diye anılan yer)dir.
Bunun üzerine Azız ve Celîl olan Allah, "hurma ağaçlarından herhangi bir şeyi
kesmeniz, yahut kökleri üzerinde bırakmanız (hep) Allah'ın izniyledir ve (bu izin,
yahudilerin antlaşmalarını bozmaları nedeniyle) Fâsıkları alçalması (ve kahretmesi)

içindir. (ayet-i kerimesini) indirmiştir.



Açıklama



Şafii ulemâsından imam Nevevi'nin açıklamasına göre bu hadis, harpte kâfirlerin yaş
ağaçlarını kesmenin ve yakmanın caiz olduğuna delâlet eder. Abdurrahman b. el-
Kasım, îbn Ömer'in azatlı kölesi Nâfi, Mâlik, Sevri, Ebu Hanife, Şafii, Ahmed, İshak



ve ulemanın büyük çoğunluğu bu hadisle amel etmişlerdir. Ebu Bekr es-Sıddık, el-
Leys b. Sa'd, Ebu Sevr ve el-Evzaî ise, bunun caiz olmadığı görüşündedirler.
Hz. Peygamberin Benî Nadîr denilen yahudilerin hurmalıklarını yaktırması hadisesi
Uhut savaşından sonra müslümanlarla, Benî Nadîr arasında olan savaşta olmuştur. Bu
hadiseyi gören ya da duyan müşrikler Hz. Peygambere, "Sen yer yüzünde fesat
çıkmasını yasak ediyorsun. Bir de ağaçları kesmek ve yakmak ne oluyor?'* diye itiraz
bile etmişlerdir. Bunun üzerine Allah Teâlâ yukarıda tercümesini sunduğumuz ayet-i
kerimeyi indirdi ve harpte düşmanın mallarını yakıp yıkmanın caiz olduğunu açıkladı.
Ancak ulemanın açıklamasına göre düşmanın mallarım yakıp yıkmanın caiz olması
için, bu yakıp yıkmanın müslümanlara bir menfaat sağlaması gerekir. Bu mevzuda
Hattâbî de şunları söylemiştir: "Hz. Peygamberin Nadîr oğullarının hurmalarını yakıp
yıkmasını ulema çeşitli şekillerde tefsir etmişlerdir. Ağaç kesmenin mekruh olduğu
görüşünde olan kimselere göre Hz. Peygamberin bu hurmaları yakması, hurmalar
düşman askerleriyle müslümanlarm arasında bulunduğu ve müslümanlarm düşmanları
görmesine engel teşkil ettiği için Hz. Peygamber onların kesilmesini istemiştir. Yoksa
bu ağaçların kesilmesine izin vermezdi. Delilleri ise, Hz. Ebu Bekr'in düşman elinde
bulunan Şam arazisindeki ağaçların kesilmesine izin vermemesidir. el-Evzâî'den diğer
bir kavle ve İmam Malİk'e göre düşman diyarmdaki ağaçları yakıp yıkmak caiz
olduğu gibi oradaki evleri tahribetmek de caizdir. Rey taraftarlarına göre de caizdir.
İshak b. Rahûye de bu görüştedir. İmam Ahmed ise, ihtiyaç duyulmadıkça düşmana
ait olan mamur yerleri harabetmenin tahrimen mekruh olduğunu söylemiştir.
İmam Şafii'ye göre Hz. Ebu Bekr'in Suriye'yi fethe giden müslüman fâtihlere
kesilmesini yasakladığı hurma ağaçlarından maksadın meyveli hurma ağaçları olması
ihtimali vardır. Çünkü Hz. Ebu Bekr oraların müslü-manlarm eline geçeceğini Hz.
Peygamberden işitmiş ve dolayısıyla bu meyveli ağaçların olduğu gibi kalmasmı
istemiş olabilir.

İmam Nevevî'nin açıklamasına göre ayet-i kerimede harpte kesilmesine Allah'ın izin
verdiğinden bahsedilen "lîne" kelimesinden maksad, acve denilen en üstün hurma
cinsinin dışındaki bütün hurma çeşitleridir. Bazılarına göre hurma kütükleridir. Bu
kelimeyle tüm hurma ağaçlarının kasdedilmiş olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi
tüm ağaç cinslerinin kasde-dildiğini söyleyenler de vardır. Medine'de 120 çeşit hurma

ağacı olduğu söylenir.

2616. ...Üsâme (r.a.)'nin haber verdiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem

(vefatından önce) sabahleyin (erkenden) Übna'ya baskın yap ve yak" diye kendisine

. . . [502J
vasiyet etmiş.

Açıklama

"Übna" Filistin'de Askalân ile Remle arasında bugün "Yükna" diye anûan bir yerdir.
Hz. Peygamber vefatından önce buranın halkı üzerine sabahleyin şafak sökerken
baskın yapması için Hz. Usâme'ye emir vermiştir. Bilindiği gibi, "Rasül-i zîşân
efendimiz genellikle düşman üzerine şafak söktükten ve ezan sesini bekledikten sonra

baskın yapardı." Eğer o beldeden bir ezan sesi duyarsa ora halkının müslüman
olduğuna hükmederek saldırıdan vazgeçerdi. Fakat ezan sesi duymayacak olursa,



saldırıya geçer, halkın tam bir gaflet içinde bulunduğu o vakitlerde onları kılıçtan
geçirirdi. Netice itibariyle şunu söylemek istiyoruz ki mevzumuzu teşkil eden bu hadis
icabında ani bir baskınla düşmanın yerini yurdunu tahrip etmenin caiz olduğuna
delalet etmektedir.

Hz. Peygamberin, Hz. Üsâme'yi Rumlarla savaşmak Üzere Şam taraflarına
göndermesi safer ayının bitmesine üç gün kala sah günü olmuştur. Kısa bir süre sonra

Rabiülevvel ayının onikinci pazartesi günü vefat etmiştir.

İmam Şa'rânî'nin el-Mizanii'l-kübrâ'smda açıkladığına göre İmam Ebu Hanife ile
îmam Malik müslümanlarm savaşta ele geçirdikleri düşmana ait mallan kendi
Ülkelerine geçiremedikleri zaman tekrar düşman eline geçmemesi için imha
etmelerinin, düşmana ait hayvanları kesmelerinin eşyaları yakmalarının caiz olduğunu
söylemişlerdir, tbn Rüşd ise imam Şafiî'nin, müslümanlann ele geçirip de kendi
ülkelerine götüremedikleri malları yakmaya cevaz verdiğini İmam Malik'in ise cevaz
vermediğini söylüyor.

"Ağaç üç kısımdır. Birincisi, düşmanın sütre olarak faydalandığı ağaç.' Bu tür
ağaçların kesilmesinin caiz olduğunda icma vardır.

İkincisi, kesilmesi müslümanlann aleyhine olan ağaçlar. Bunların kesilmesi caiz
değildir.

Üçüncüsü, kesilmesi müslümanlara fayda da zarar da getirmeyen ağaçlar. Bu ağaçlar
hakkında iki görüş vardır:

a) Selef-i salihine göre bu ağaçlan kesmek caiz değildir.

b) İmam Malik ile İmam Şafiî'ye göre ise, caizdir. Bu mevzu için 2615 numaralı
hadisin şerhine bakılabilir. ^^-1

2617. ..Abdullahb.Amr el-Gazzîdedi ki:Ben Ebû Müshir'e Ubnâ (neresidir) diye
sorulduğunu işittim, (o da): "Biz (bunu başkalarından) daha iyi biliriz. Orası Yübnâ

Filistin (Filistin Yübnâsı denilen bir yer)dir." diye cevap verdi.
Açıklama

Ebû Müshir'in "Biz bunu başkalarından daha iyi biliriz" diye cevap vermesinin sebebi,
kendisinin Şam'h olmasındandır. Çünkü Übnâ Filistin taraflarında olduğundan Şam
halkı Übnâ'-nm neresi olduğunu başkalarından daha iyi bilir. Ancak el-Muvaffak Üb-
nâ'nm Şam taraflarında Yübna'nm da Filistin'de olduğunu, Hz. Peygam-ber'in Hz.
Üsâme'yi Yübna'ya değil, Übna'ya gönderdiğini söylemiş ve bu mevzuda en doğru

görüşün de bu olduğunu ifade etmiştir.
84. Casus Göndermek

2618. ...Enes (r.a.) den; demiştir ki: ."Peygamber (s. a.) Büsey-se'yi Ebû SüfyârTın
kafilesinin ne yapmakta olduğunu gözetlemek üzere casus olarak gönderdi."



Açıklama



Burada söz konusu edilen casusluk, Kureyş'in kadm-erkek herkesten büyük
sermayeler toplayarak Şam'a gönderdikleri büyük ticâret kervanı ile ilgilidir. Hz.
Peygamber, Kureyşlilerin harp hazırlıkları için işlerine yarayacağı bu kervanla
ilgilenmiş dönüşünde onu gözetleyip, hakkında bilgi toplamak üzere Hz. Büseyse'yi
casus olarak görevlendirmişti. Bu durum düşmanın harp planlarını öğrenmek için
casus kullanmanın meşruiyyetine delâlet etmektedir.

Harpte düşman hakkında iyice malumat toplama ve tam bir haber alma, bunun
yanında kendi maksat ve niyetlerini ondan saklama veya karşı casusluk, Hz.
Peygamberin takibettiği önemli bir umdedir. Benû Mustalik kabilesi müslümanlar
arasına bir casus göndermişler ve bu müslümanlar tarafından yakalanmıştı. Bir
müslüman olan Hatib, İslam düşmanlarına hitaben Hz. Peygamberin onlar hakkında
hazırladığı plan ve niyetlerden bahseden bir mektup yazdı. Fakat bu hıyanet yazısını
götüren kadın, yolda Hz. Peygamberin adamları tarafından yakalandı. Muhammed
(s.a.) Mekke'de, Evtas'da ve diğer havalilerde buraların fethinden evvel casuslar
bulunduruyordu. Bunlar kendi bulundukları havalide cereyan eden olaylar hakkında

Hz. Peygamberi gizlice ve muntazam süratte haberdar ediyorlardı.
Hz. Peygamber iki türlü casus kullanırdı:

1. Gören casus (ayn)

2. Dinleyen ve haber alan casus

Eski devirlerde casuslar modern zamanlarda olduğu gibi mukabil tarafa bu kadar çok
zarar veremezlerdi. Zamanımızda casusluk bir sanat olmaktan çıkmış hakiki bir ilim
halinde inkişaf etmiştir. Bununla beraber eski zamanlarda da düşmandan haberleri
saklamak için, inceden inceye düşünülmüş tedbirler alınırdı. Bazı defalar Peygamber
(s.a.) bütün yolları, askeri ehemmiyeti haiz haberlerin sızmasını önlemek maksadıyla,
hususi şahıslara karşı kapatırdı.

Ebu Yûsuf, İslâm devletinin tebası olsun veya olmasın gayri müslim casuslara ölüm
cezası ve islam dininde olanlara da hapis ve bedenî işkence cezaları verilmesi
fikrindedir. Muasırı eş-Şeybâni, casusluğu hırsızlıktan daha hafif görür ve İslam
devletinin tebaasının casusluktan dolayı boyunlarının vurulmaması mütalaasında
bulunur. Yabancılara gelince onlara karşı hiç merhameti yoktur.
Ceza bahis konusu olunca erkek ile kadın arasında hiç bir fark gözetilmez. Bununla
beraber İslam hukukşinasları rüşde varmamış bir kimsenin hiç bir şekilde ölüm

cezasına çarptırılanı ayacağı m söylerler.

85. Yolcu (Yolda) Rastladığı Hurmayı Yiyebilir, Ve Önüne Gelen (Temiz
Hayvanların) Sütünden İçebilir Mi?

2619. ...Semûre b. Cundub (r.a.)den rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.) şöyle
buyurmuştur:

"Biriniz (yolculuğu esnasında sağlıklı) bir hayvanla karşılaşırsa (bir baksın eğer) onun
sahibi varsa (sahibinden) izin istesin. Eğer kendisine izin verirse (hayvanı) sağsın ve
(sütünü) içsin.Eğer sahibi yoksa üç (defa) seslensin eğer (sahibi) ona cevap verecek
olursa, ondan izin istesin. Eğer cevap veren olmazsa (hayvanı) sağsın, (sütünü) içsin

ve (artanı) götürmesin."^ ^



Açıklama



Bu hadisin tefsirinde ulema ihtilaf etmiştir. Hadis ulemasından bazılarına göre bu
hadis-i şerif, bir yolcunun önüne gelen koyun, sığır ve deve cinsinden sahipsiz bir
hayvanın sütünü sağıp içmesinin ve uğramış olduğu bir bahçenin meyvesini yemesinin
caiz olduğunu ifâde etmektedir. Hz. Peygamber bunun caiz olduğunu haber verdiğine
göre sahipsiz olan bir hayvanın sütünü sağıp içen, ya da uğradığı bir bahçenin
meyvesini yiyen bir kimse, içtiği sütün ya da yediği meyvenin kıymetini sahibine
ödemesi de gerekmez. İmam Ahmed'in meşhur olan görüşü budur.
Bazılarına göre ise, zaruret olmadıkça bir yolcunun sahipsiz bir bahçeye girip
meyvesini yemesi, sahipsiz bir hayvanı sağıp sütünü içmesi caiz değildir. Ancak
zaruret icabı böyle bir bahçenin meyvesini yiyebildiği gibi sahipsiz bir hayvanın
sütünü de içebilir. Ancak daha sonra kıymetini sahibine ödemesi gerekir, imam Malik
ile Şafiî ve Ebu Hanife bu görüştedirler. Bu görüşte olan ulemanın delillerinden
bazıları şunlardır:

1. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerimende; "Ey inananlar, mallarınızı aranızda (İslam
şeriatının helâl kılmadığı, faiz, kumar, hırsızlık ve gasb v.s. gibi) bâtıl sebeblerle

yemeyin... "^"^ buyurmuştur. Sahibinden izin almadan sağmal bir hayvanın sütünü
sağıp içmek o kimsenin malını haksızlıkla yemektir.

2. O hayvanın bir yetim malı olması ihtimali de vardır. Eğer yetim malıysa o zaman
"zulüm ile öksüzlerin mallarını yiyenler, karınlarına sadece ateş doldurmaktadırlar

ve çılgın bir ateşe gireceklerdir. " ^ — ^ âyet-i kerimesindeki tehdidin kapsamına girmiş
olurlar.

3. "Sizin kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız biribirinize haramdır..."^

4. "Sizden biriniz, iznini almadan din kardeşinin sağmal hayvanını sağmasın..."^
Birinci görüşü savunanlar bu delillerin hepsine ayrı ayrı cevap vermişlerdir. İbn

Kayyım el-Cevziyye bunlan uzun uzun açıklamıştır .

Tuhfetu'l-ahvezî yazarının açıklamasına göre bazıları bu mevzudaki farklı hadislerin
arasını şu şekilde uzlaştırmışlardır:

1. Bu mevzuda gelen hadislerdeki bir bahçeye uğrayan kimsenin onun meyvelerinden
yemesine, karşısına gelen sağmal bir hayvanın sütünden içmesine izin veren hadisler
mal sahibinin özel veya genel mânâda izni bulunmasıyla ilgilidir. Bu mevzudaki
yasaklayıcı hadisler ise, mal sahibinin izni bulunmamasıyla ilgilidir.

2. Bazılarına göre ise, bu hadislerdeki izin, yolculardan zaruret halinde olanlara,
açlıktan ölme durumunda kalanlara aittir. Bu mevzudaki yasaklayıcı hadisler ise,
bunların dışında kalan kimselerle ilgilidir.

3. Bazılarına göre ise, bu mevzudaki yasaklayıcı hadisler mal sahibinin, malını yiyen
veya içen kimseden daha muhtaç olması ile ilgilidir. Nitekim şu hadis-i şerifde bu
gerçeği ifade etmektedir: "Biz (bir defa) Rasû-lullah (s. a.) ile birlikte yolculuk ederken
memeleri "ıda" denilen bitki ile bağlanmış bir deve sürüsü ile karşılaştık. Biz (sütünü
sağıp içmek üzere) develerin olduğu yerde toplandık. Bunun Üzerine Rasûlullah (s.a.)
bizi çağırdı. Biz de onun yamna döndük. Rasûl-i Ekrem: "Şüphesiz bu deve sürüsü
müslümanlardan bir ev halkının malıdır. Sütü de onların azığı ve Allah'dan sonra
(muhtaç oldukları) bereket (ve hayırlı malı) dir. İçinde yol azığınız bulunan



kaplarınızın yanma döndüğünüzde içindeki azıklarınızın götürülmüş olduğunu
görmeniz sizi sevindirir mi?" buyurdu. Sahâ-bîler "Hayır" dediler. Rasûl-i Ekrem de:

"Şüphesiz bu da öyledir" buyurdu. ^ - ^

4. Bazıların a göre bu mevzudaki hadislerdeki izin mal sahibinin zengin olmasıyla
yasak da fakir olmasıyla ilgilidir.

5. Bazılarına göre ise, bu mevzudaki yasaklayıcı hadisler memeleri kese ile bağlı
koyunların sağılmasıyla İlgilidir. İzin ise, memeleri sarılı olmayan koyunların
sağılmasıyla ilgilidir. Ancak tmam Ahmed'in rivayet ettiği; "Eğer siz bu hayvanı
mutlak sağacaksanız sağın, sütünü için (fakat kalanı da sağıp evlerinize)

götürmeyin. " ^ ^ anlamındaki hadis bu mevzuda memeleri sarılı hayvanla sarılı
olmayan arasında bir fark olmadığını ifade etmektedir.

6. bm VI- Arabi'ye göre ise, bu mevzuda gelen bazı hadislerdeki ruhsatlar bu ruhsatların
âdet halinde yaşadığı memleketlerle ve oranın halkıyla ilgilidir. Hicaz, Şam ve diğer
bazı memleketler ve ruhsatın ta eski zamanlardan beri âdet halinde yaşayıp geldiği
yerlerdir.

7. bû Davud'a göre, bu iznin bulunduğu hadisler sadece yolcular içindir.

8. Bazılarına göre ise, bu izin zimmîlerin mallarına aittir. Bu mevzudaki yasaklar da
müslümanlann mallarıyla ilgilidir.

9. Hanefi ulemasından Tah&vTye göre ise, sözkonusu hadis-i şeriflerde geçen izin,
yolcuları evlerde misafir etmenin vâcib olduğu dönemlere aittir. Daha sonra bu

vacibin neshedilmesiyle bu izin de neshedilmiştir.

2620. ...Abbad b. Şurahbîl'den; demiştir ki: Ben yoksul ve açtım. Bunun üzerine
Medine'nin bahçelerinden bir bahçeye girip, bir (mikdar) başağı ovalayıp yedim. (Bir
kısmını da) elbisemin içerisine koydum. Az sonra bahçenin sahibi çıkageldi, beni
doğdu ve elbisemi aldı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.)e vardım (durumu ona haber
verdim) Bunun üzerine (Hz. Peygamber) Ona (hitaben) "Sen (bu adama) bir şey
Öğretmedin; o cahildi. Ve onu doyurmadın, O açtı." dedi ve ona elbisemi bana geri
vermesini emretti. (Bahçe sahibi de) bana bir vesk, yahut da yarım vesk buğday

verdi"



Açıklama



Sene: Halka isabet eden umûmî açlık ve kıtlık için kullanılan bir kelimedir, tbn
Mâce'nin rivayetinde bu kelime, "açlık ve kıtlık yılı" anlamına gelen kelimesi vardır.
Burada anlaşılıyor ki olay bir kıtlık yılında cereyan etmiştir.

Râvi bu hadisi rivayet ederken Hz. Peygamberin "ç" anlamına gelen, kelimesini mi,
yoksa yine aynı manaya gelen kelimesini mi kullandığını kesinlikle
hatırlayamadığından, bu tereddüdünü, ıil. ju y wu Jtf liifeCai iken yahut da sağib iken"
cümlesiyle ifade etmiştir. Bir başka ifadeyle bu cümledeki tereddüt, Hz. Peygambere
değil, âviye aittir.

Hz. Peygamber bahçe sahibine; "Sen ona bir şey öğretmedin. O da cahil idi. Sen onu
doyurmadın o aç idi."özleriyle; "Senin bahçene giren bu adam, sadece bahçeye giren
aç bir adamın, bahçenin ürünlerinden yiyebileceğini biliyordu. Fakat yedikten sonra
kalan kısmı yanında götüremeyeceğini bilmiyordu. Bunu kendisine öğretmen



gerekirdi. Oysa sen bunu yapmadığın gibi o fakiri doyurmaya da yanaşmadın" demek
istemiştir. Daha sonra bahçe sahibine sözü geçen fakirin elbisesini geri vermesini em-
retmiş. Bunun üzerine bahçe sahibi fakire elbisesini geri verdiği gibi bir yahut da

[5221

yarım vesk buğday vermiştir. Bilindiği gibi bir vesk altmış sa'dır. İtmiş sa\

62.400 dirhem mikdarıdır.^^

Bir dirhem, 3,2 gram olduğuna göre bir vesk 19 kilo 960 gram ağırlığa eşittir. Ebû
Davud'un rivayetinde bu buğdayı bahçe sahibinin verdiği ifade edilirken Nesai'nin
rivayetinde Hz. Peygamberin verdiği ifade edilmektedir. Nitekim İbnü'l-Esir'in
Usdü'l-ğâbe isimli eserindeki rivayette Ne-sâî'nin rivayetini te'yid etmektedir.
Bu farklı rivayetler için Bezlu'l-mechûd yazarı şunları söylüyor, "Bahçe sahibi bu
buğdayı sözü geçen fakire Hz. Peygamberin emriyle verdiği için, Nesai'nin ve İbnü'l-
Esir'in buğdayı sanki Hz. Peygamber vermiş gibi rivayet etmiş olmaları ayrıca Hz.
Peygamberin bahçe sahibiyle birlikte beytü'l-mâle giderek bu buğdayı fakire vermek
üzere ona teslim ettiği bu yüzden de râvilerden bir kısmı, bu verme işini Hz.
Peygambere isnad ederken bir kısmının da bahçe sahibine isnadettiği ve aslında bu
rivayetler arasında bir çelişki bulunmadığı söylenebilir."

Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi ekili bir bahçeye ya da tarlaya
uğrayan bir kimsenin zaruret olmadıkça oranın meyvelerinden veya sebzelerinden
yemesi caiz değildir. Zaruret halinde ise, kıymetini ödemek şartıyla yiyebilir. Cumhur-
u ulemanın ve imam Şâfiînin görüşü budur. Seleften bazılarına göre ise, zaruret
halinde olan bir kimsenin uğramış olduğu bir bahçeden yediği meyve ya da sebzelerin
parasını ödemesi gerekmez.

İmam Ahmed'den gelen en sahih rivyete göre bir kimse etrafı duvarla veya çitle çevrili

olmayan bir bahçenin yaş meyvelerinden zaruret olmasa bile yiyebilir.

İmam Ahmed'den gelen ikinci bir rivayete göre ise, ancak zaruret halinde yiyebilir.

Her iki halde de bu kimseye yediği meyvelerin veya sebzelerin bedelini ödemesi

gerekmez.

İmam Şafiî bir kimsenin uğramış olduğu herhangi bir bahçenin meyvelerinden
zaruretsiz olarak yiyip içmesinin, caiz olup yediğinin bedelini de borçlanmamasını, bu
görüşe temel teşkil eden hadislerin sıhhatine bağlamış ve "Eğer buna cevaz veren
hadis sahihse bu fetva da sahihtir." demiştir. Beyhaki'nin açıklamasına göre bu
hadisten maksat şu hadistir: "Meyve bahçesine giren (meyvelerden) yesin ve (fakat)

[5241

eteğini doldurmasın. " J 1 Her ne kadar Beyhakî bu hadisin ğarib olduğunu

söylemişse de Hafız İbn Hacer bu mevzuda gelen hadislerin tümünü bir arada mütalaa

ederek bu hadisin sahih olduğu kanaatine varmıştır.

Hanefi uleması ise bu cevazın, i s lamın ilk yıllarına ait olduğu fakat sonradan
neshediidiği görüşündedir. Hanefî ulemâsının bu mevzudaki görüşü cumhur-ı
ulemânın görüşü gibidir. Binaenaleyh, Hanefilere göre bir kimse zaruret hali olmadan
başkasının bahçesine giremez. Zaruret halinde başkasının bahçesine giren kimse de

yediğinin parasını borçlanır. Bütün bu görüşlerin delillerini bir önceki hadisin



şerhinde kısaca anlatmış bulunuyoruz.



2621. ...Ebu Bişr, "Ben Guber oğullarından biri olan Abbad b. Şürahbil'i (şöyle



derken) işittim" dedi ve (önceki hadisin) mânâsını rivayet etti.



Bir Kimsenin (Başkasına Ait Bir Bahçedeki Ağaçların Dallarından Ere)
Düşenleri Yiyebileceğini Söyleyenlerin Delili Olan Hadis) ^

2622. ...Ebû Rafi b. Amr el-öıfaif nin amcasından rivayet olunmuştur; dedi ki: Ben
çocuktum. Ensann hurmalarını taşlıyordum. Peygamber (s.a.)'m huzuruna getirildim.
"Ey çocuk, hurmaları niçin taşlıyorsun?" buyurdu.

Ben de; düşürdüklerimi yiyorum (da onun için taşlıyorum) diye cevap verdim.
(Peygamber -s.a.- de)

"Hurma ağaçlannı taşlama, altlarına dökülenleri ye" buyurdu. Sonra çocuğun başım
okşayıp; "-Ey Allahım bunun karnını doyur" diye dua ettiJ^^



Açıklama



Metinde geçen "yiyorum diye cevap verdi" anlamına gelen "Kale âkilu" cümlesini îbn
Mace "kültü âkilü = yiyorum diye cevap verdim" şeklinde rivayet etmiştir. Aralarında
netice itibarıyla herhangi bir fark yoktur.

Bu hadis-i şerif bir bahçede bulunan ağaçların altına kendiliğinden dökülen meyveleri
toplayıp yemenin caiz olduğunu ifâde etmektedir.

Nitekim kıymetli âlimlerimizden Ö.N. Bilmen Efendi de bu mevzuda şunları
kaydetmiştir: "Yollarda, bostanlarda, ağaçların altlarında bulunan başaklar, mayveler
hakkında da lukata hükümleri caizdir. Maamafıh bu hususta tafsilat vardır. Şöyle ki;
Yazın şehirlerde ağaçların altlarına dökülen meyveler sahipleri tarafından serâhaten
veya adeti vechi ile delâleten ibâhe edilmiş ise, alınıp yiyilebilir, aksi durumda
yiyilemez haramdır.

Şehirlerde bahçe ve bostan içinde bulunan meyveler ceviz vesaire gibi bozulmayıp
kalabilecek şeylerden ise, sahiplerinin seraheten izinleri bulunmadıkça alınamaz.
Çabuk bozulacak şeylerden ise muhtar olan kavle göre seraheten veya adeten men
edilmemiş olunca alınıp yiyilebilir. Diğer bir kavli göre de sahiplerinin rızaları
bilinmedikçe alınıp yiyilemez.

Bu vaziyet olunca bakılır; eğer meyveler bozulmayıp kalabilecek şeylerden ise
sahiplerinin izinleri bilinmedikçe alınıp yiyilemez. Fakat bozulacak şeylerden ise, -
muhtar olan kavle göre- men edildiği tebeyyün edilmedikçe alınıp yiyilebilir.
Ağaç üzerinde bulunan meyvalara gelince bunlar, her nerede bulunurlarsa bulunsun,
sahiplerinin izinleri olmadıkça efdal olan alınıp yenil-memesidir. Meğer ki pek
mebzul olup da yiyilmeleri sahiplerine ağır gelmesin. O halde, o meyvalardan bir
miktar alınıp orada yiyilebilir. Fakat toplanıp başka bir yere götürülemez. Bu caiz
değildir.

Akar ırmak suları üzerinde bulunan meyveleri çok olsa da toplayıp yemek caizdir.
Çünkü bunlar bu halde bırakılsa çabuk bozulurlar, bunları toplamaya delâleten izin
vardır. Fakat böyle su üzerinde bulunan ağaçlara gelince bakılır. Eğer sudan
çıkarılacakları zaman kıymetli bulunmayacak şeyler ise alınmaları helal olur. Fakat
kıymetli bulunacak şeyler ise helal olmaz, haklarında lukata muamelesi yapılır.
Yollara dökülmüş olan ağaç yaprakları eğer dut yaprakları gibi kendisiyle istifade



olunacak şeyler ise, bunları toplayıp almak caiz değildir. Aksi takdirde kıymetini
sahibine borçlu olurlar. Fakat istifade olunmayacak şeyler ise, toplanıp alınabilirler,
ödenmeleri lazım gelmez.

Ekin tarlalarında veya karpuz, ve salata bostanlarında ekinler alındıktan ve karpuzlarla
salatalar toplandıktan sonra başkalarının toplanmalarına adeten izin verilmiş olan

başak vesaire döküntülerini toplamak caizdir.

86. Bir Kimse Herhangi Bir Sağmal Hayvanı Sahibinin İzni Olmadan Sağamaz
Diyenlerin Delili

2623. ...Abdullah b. Ömer'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:

"Sakın bir kimse (sahibinin) izni olmadan başka birinin davarını sağmasın. Biriniz
kilerine varılıp da hazinesinin kırılıp zahiresinin sanl(ıp alm)masmı hoş görür mü?
İnsanların hayvanlarının memeleri de onlara yiyeceklerini biriktirir. Binaenaleyh

[5321

kimse izin almadıkça diğer bir kimsenin davannı sağmasın.

Açıklama

Mâşiye; deve, sığır, koyun ve keçi anlamlarında kullanılırsa da daha ziyâde
koyun için kullanılır.

Meşrebe ise içinde buğday, un gibi yiyecek maddelerinin saklandığı anbar veya kiler
demektir.

Duru; kelimesi "Dur*' kelimesinin çoğuludur. Sağmal hayvanların memeleri için
kullanılır. 2619 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi Hanefılerle,
Şâfıîlere, Mâlikilere ve Cumhur-ı ulemâya göre izinsiz hiç bir kimse, birinin bağ ve
bahçesinden yemiş yiyemez; davarının sütünü içemez. Meğer ki muztar kala. O zaman
zaruret miktarı yiyip içebilir. Bu zevat cevaz bildiren hadisler hakkında muhtelif
yönlerden cevaplar vermişlerdir.

a) Kurtubi: "Malum kaide ile amel etmek daha iyidir" demiştir.

b) Nehy bildiren hadis, cevaz hadisinden daha sahihtir.

c) Cevaz bildiren hadisler âdete nazaran mal sahiplerinin razı olduklarının bilinmesine
hamledilirler.

d) Cevaz meselesi zaruret zamanlarına hamledilir. Nitekim İslâm'ın ilk zamanlarında
hal böyle idi.

Bu hususta Tahâvî de şunları söylemiştir: "Bu hadisler misafir kabul etmenin vâcib
olduğu zamanlara mahsustur. Rasûlullah (s.a.) bunu emir buyurmuş, gelen misafiri
kabul etmeyi hane sahibine vacip kılmıştır. Bila-here vücup neshedilerek hükmü
kaldırılınca adı geçen hadislerin hükmü de kalkmıştır."

Hicret esnasında Peygamber (s.a.) ile Hz. Ebu Bekr'in içtikleri süt hakkında Kurtubî;
Bu, koyun sahibine bir idlal(yani nazı geçme)idi. Çünkü Hz. Ebû Bekir onu tanıyordu.
Yahut o çobanın oradan geçenlere süt takdim edilmesine izin verdiğini
biliyordu. Yahut o süt kendisine eman verilmemiş bir harbiye ait olduğu için

T5331

içmişlerdi, diyor. Bu hususta daha başka sözler de söylenmiştir .



Bazı Hükümler



1. Hadis-i şeref zahire biriktirmenin mutlak surette câiz olmadım söyleyenlerin
aleyhine delildir.

2. Süte yiyecek denilebilir. Binaenaleyh, yiyecek yememeğe yemin eden bir kimse süt
içmekle yeminini bozmuş olur. Ancak sütü yiyecek saymamaya niyet etmişse yemini
bozulmaz.

3. Sağmal koyun, süt karşılığı satılabilir. Fukaha sağmal koyunun süt ve sair
yiyeceklerle peşinen veya veresiye satılıp satılamayacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir,
tmam Malike göre, koyunun memesinde süt bulunmamak ve peşin olmak şartı ile
sağmal bir koyunu süt mukabilinde satmakta beis yoktur. Koyunun memesinde süt
bulunursa, süt mukabilinde peşin satmak caiz değildir. Koyun sağmal değilse peşin ve
veresiye satılabilir.

Hanefilerle imam Şafiî'ye göre sağmal koyunu, yiyecek mukabili veresiye satmak caiz
değildir. İmam Şafiî memesinde süt olan koyunun süt mukabilinde hiç bir suretle
satılamayacağına kaildir.

4. Kıyasın sahih olabilmesi için fer'in asla her hususta müsâvî olması şart değildir.
Zira muhafaza hususunda meme hazineye müsavi değildir; bununla beraber
peygamber (s. a.) izinsiz sağmanın haram olması babında memeyi yiyecek hazinesi
hükmünde saymıştır.

5. Bir meseleyi zihinlere iyi yerleştirmek için ata sözlerinden istifâde caizdir.
87. (Allah'a, Rasûlüne Ve Ulü'l-Emre) İtaat Etmek

2624. ...Ibn Cüreyc dedi ki: "Ey inananlar, Allah'a itaat edin. Rasûle ve sizden olan
(halifelere, hakimlere, âlimlere, hak ve adalet üzere olan) emir sahibine itaat

edin..."^^ (âyet-i kerimesi) Abdullah b. Kays b. Adiyy (hakkında indi) Peygamber
(s.a.) onu bir seriyye de gönder(miş)di. Bana bunu Ya'la, Said b . Cübeyr'den O da îbn

Abbas'dan naklen haber verdi.



Açıklama



Ulu'l-emr: Buyruk sahibi sözü geçerli olan kişi demektir. Bunun devlet başkanı, vâlîler
ve daha genel anlamıyla yöneticiler olduğu âyetin siyakından anlaşılmaktadır. Fakat
Ibn Ab-bas'a dayanan bir görüşe göre buyruk sahipleri din bilginleridir. "Onlara
emniyet ve korku haberi geldiği zaman, onu hemen yaytverirler. Halbuki bunu, Rasûle
ve aralarındaki emir sahiplerine götürselerdi, içlerinden işin içyüzünü araştırıp

[5371

çıkaranlar onun ne olduğunu bilirlerdi' mealindeki âyet-i kerimeden alimlerin de

ululemr olduğu anlaşılmaktadır. Fahr-i Râ-zi'ye göre buyruk sahiplerinin hail ve akd
denilen ittifakları bütün ümmeti temsil ederek kitap ve sünnetten başka başlıbaşma bir
delil teşkil eden ehl-i icma olması gerekir. Ulemâya, ümeraya, hukemaya itaat ise,
Allah'a, rasûlüne ve hal ve akd sahiplerine itaattan kaynaklanan ve ona bağlı olan bir
T5381

itaattir. İbn Kesir de ulema olsun, ümera olsun bütün buyruk sahiplerinin ululemr

olduğunu söylüyor. Hanefi ulemasından Aynı âyet-i kerimede geçen "ulu'l-emr = emir



sahipleri" hakkındaki görüşleri onbir maddede özetlemiştir:

1. Amirlerdir. Ibn Abbas (r.a.) ile Ebu Hüreyre, İbn Zeyd ve Süddî bu- görüştedirler.

2. Hz. Ebû Bekr ile Ömer (r.a.) dir. Hz. İkrime bu görüştedir.

3. Tüm sahabedir. Mücâhid (r.a.)'in görüşü budur.

4. Dört halifedir. Salebi, Ebu Bekr el-Varrak'm bu görüşte olduğunu söylemiştir.

5. Ata (r.a.) e göre ise, âyet-i kerîmede geçen ulu'l-emr sözüyle kas-dedilen
Muhacirler ile Ensardır.

6. Sahabe ve tabiûndur

7. İbn Keysan bu kelimeyle kasdedilen halkı idare eden akıllı kimselerdir.

8. İlim adamları ile fıkıh ulemasıdır. Cabir b. Abdillah ile Hasan el-Basri ve Ebu'l-
Aliyye (r.a.) bu görüştedirler.

9. Seriyye kumandanlarıdır. Meymun b. Mehran, Mukâtil ve Kelbi bu görüştedirler.

10. Mücâhid'e göre Ulu'l-emr tüm ilim adamları ve Kur'an alimleridir. İmam Mâlik de
bu görüşü tercih etmiştir.

T5391

11. Liyakatlerinden dolayı bir iş başına getirilmiş olan herkes Ulu'l-emr' dir.

Buhari şârihi, Aynî de bu görüşler içerisinde son görüşü tercih ederek "Sahih olan da
budur" demiş ve Buhârî'nin de bu görüşte olduğunu ifade etmiştir. Ancak Allah'a
veRasûlüne itaat mutlak olmakla beraber, ulu' 1 -emre itaat mutlak değildir. Bazı kayıt
ve şartlara tabidir. Bu mânâyı ifade için Cenab-ı Hak, Allah'a ve Rasûlüne itaati ayrı
ayrı zikrettiği halde ulu'l-emr için ayrıca " = itaat ediniz" buyurmamış, ulu' 1 -emre
itaati, Rasûlüne atfen bağlı olarak zikretmiştir. Bu atıf şundan dolayıdır. Eğer Ulu'l-
Emr sizden ise, yâni müslümansa, iktisâdi, sosyal ve toplum hayatının her noktasında
Allahm emirlerine göre hüküm veriyor, Rasûlullah'm sünnetine bağlı kalıyorsa, idare
ediş şekli Allah'ın Ahkâmı ve Rasûlullahm hayat tarzıyla çatışmıyorsa itaat ediniz.
Bunun aksi ise Tâğûtlar ve saptırıcı ve idarecilere yaranmak için yağ çeken âlimlerdir
ki onlarda idareci ve âlimdirler. Eğer idarecinin vasfı Tâğut ve bu tür alim kavramına
uygunsa onlarada isyan etmek bir mü'min üzerine farzdır.

Burada şâyân-ı dikkat olan kayıtlardan birisi de mü'minlere hitaben kaydıdır ki
mânâsı vazıhtır. Mü'minlerden olmayan ulu' 1 -emre itaat dînen vâcib kılınmamıştır.
[540]

Yine Aynî'nin açıklamasına göre, Davûdî bu âyetin Abdullah b. Hu-zafe hakkında
indiğini ifâde ederek Abdullah b. Abbas (r.a.) dan gelen rivayeti reddetmiş ve bu
rivayetin Hz. Abbas'dan rivayet eden râvilerden biri tarafından yanlışlıkla tahrif
edilerek değiştirilmiş olabileceğini savunmuştur. Davûdî'nin bu mevzudaki görüşü

şudur: Abdullah b. Huzafe'nin başından geçen bu mevzu ile ilgili olayda^ ^ Rasûl-i
ekrem askerlerin ona isyan etmesini hoş karşılamamıştır. Binaenaleyh bu ayetin
Abdullah b. Huzafe hakkında indiğini iddia etmek, âyeti indirilmiş gayesine zıt bir

[5421

yönde tefsir etmek olur. J 1 ancak Davûdi'ye şöyle cevap verilmiştir: "Abdullah b.

Huzâfe kıssasından murad,

"Eğer bir şeyde münakaşa ederseniz onu Allah'a ve Rasûle ar/ediverin" âyetidir. Hz.
Abdullah'ın seriyyesine gereken de bu idi. Kendimizi ateşe atalım mı atmayalım mı
diye münaza'a ederken meseleyi Allah ve Rasûlüne irca edeceklerdi. Onlar bunu

yapmadılar, âyet onun için inmiştir. Bu mevzuda İbn Kesir de şunları söylüyor:

"Allah (c.c)'a itaatten murad, Kur'an-i Kerim'in hükümlerine uymak; peygambere



itaatten murad, sünnete riâyet etmek; ulu'l-emr'e itaattan murad, Allah'ın emirleri

[5441

doğrultusundaki emirlerine uymaktır Rasûl-i Ekrem (s.a.)'in;"Her kim Ulu-

lemr'e (halifeye) itaatten bîr el kadar ayrılırsa, kıyamet gününde Allah (c.c.)'a fiili
hususunda lehinde hiç bir hücceti olmayarak kavuşacaktır. Her kim de boynunda

(halifeye) bey'atı olmayarak ölürse cahiliyye ölümü ile ölür"^^ buyurduğu sabittir.
İmam Ebu Muin en-Nesefî, "Üzerimizde İslam devlet başkanı olan imam (ululemr'i)
görmeden bir günün geçmesi caiz değildir. İmam devlet başkanı olan halifedir.

İmametin hak olduğunu kabul etmeyen kimse kafir olur." demiştir.

2625. ...Ali (r.a.) den rivayet olunduğuna göre, Rasûlullah (s. a.) bir ordu göndermiş ve
başına da bir adamı kumandan tayin edip, onlara kumandanı dinlemelerini ve ona itaat
etmelerini emretmişti. Bir süre sonra kumandan bir ateş yaktı ve askerlere ateşe
girmelerini emretti. Bunun üzerine bazı askerler, "biz sadece ateşten kaçtık" dediler.
Diğer bir kısmı da ateşe girmek istediler. Bu haber peygamber (s.a.)e erişince; "Eğer
onlar ateşe girselerdi ebediyyen ateşte kalacaklardı.' dedi ve "Allah'a isyan hususunda

[5471

(kula) itaat yoktur (kula) itaat ancak dine uygun olan işlerdedir" buyurdu.



Açıklama



Bu hadis-i şerif yetkili kişilerin emirlerini yerine getirmek için Allah'ın ve Rasûlünün
emirlerini çiğnemenin Allah'a ve Rasûlüne isyan sayılacağını, âmirin, Allah'ın ve
Rasûlünün emirlerine aykırı olarak verdiği emirlerin, bu emri yerine getiren memuru
sorumluluktan kurtaramayacağını ve içinde mâsiyet bulunan taat ve ibâdetin makbul
olamayacağını ifade etmektedir.

Metinde geçen "Eğer onlar ateşe girselerdi ebediyyen o ateşte kalacaklardı"
cümlesindeki "ateş" ten maksat cehennem ateşi değil, kumandanın yakmış olduğu
ateştir. Hafız îbn Hacer bu ateşten maksadın kumandanın yaktığı ateş mi yoksa
cehennem ateşi mi olduğu meselesinde bazı ihtimaller üzerinde durduktan sonra bu
ateşten maksadın, kumandan tarafından yakılan ateş olduğunun kanaatine varmıştır.
Buna göre cümlenin mânâsı şöyledir: "Eğer onlar bu ateşe girselerdi zannettikleri gibi
zararsız olarak kurtulamayacaklardı. Bilakis orada yanıp gideceklerdi." Yine aynı
cümlede geçen ebediyyen kelimesi de "sonsuza kadar** anlamında kullanılmayıp
"uzun süre" anlamında kullanılmıştır. Nitekim "ebed" kelimesi "Amma onlar, ellerinin

(yapıp) öne sürdüğü (işler) yüzünden ölümü asla temenni etmezler... meâlindeki
âyet-i kerimede de aynı şekilde "uzun süre" anlamında kullanılmıştır.
Binaenaleyh bu cümle ile, "Eğer bu askerler kumandanın emrine itaat etmeyi vâcib
zannederek ve ateşin kendilerine zarar vermeyeceğine inanarak ateşe girselerdi
kendilerine böylesine yakından ilgilendiren hayatî bir meselenin asılını öğrenmek için
gereken çabayı göstermediklerinden ve neticede intihar gibi bir yasağı
çiğnediklerinden dolayı günahkâr olacaklar ve içine girdikleri ateşte yanıp gitmeye
müstehak olacaklardı" denilmek istenmiştir.

Bazılarının rivayetine göre bu emri veren kumandan çok şakacı bir kimseymiş, bu

emriyle onlara şaka yapmak istemiş. Müslim'in rivayetine göre ise, askerler onu

[5491

kızdırdıkları için böyle yapmış. Doğru olan da bu ikinci rivayettir.- 1 1



2626. ...Abdullah b. Amr'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s. a.) şöyle
buyurmuştur:

"Kendisine (Allah'a ve Rasûlüne) isyan emredilmedikçe hoşlandığı ve hoşlanmadığı
bir işte (âmiri) dinlemek ve (ona) itaat etmek müs-liiman bir kimseye vaciptir. Fakat
kendisine (Allah'a veya Rasûlüne) isyan emredilirse o zaman (hiç bir amiri) dinlemek

de yoktur, itaat da yoktur.



Açıklama

2624 numaraîl nadism şerhinde açıkladığımız, "Ulu'l-emr" denilen yetkili kimselere
itaat etmek, sözlerini dinlemek, emirlerine uymak her müslümana farzdır. Ancak bu
farziyyet, sözü geçen yetkililerin emirlerinin Allah'ın ve Rasûlünün emirlerine uygun
olmasıyla kayıtlıdır. Binaenaleyh, dine uygun emirlerine uymak her müslüman üzerine
farzdır. Allah'a isyan ve günah sayılan emirlerine uymak ise haramdır. Kadı Iyaz bu

hususta İslam uleması arasında ittifak bulunduğunu ifâde etmektedir. Hariciler
bu hadisi delil göstererek zâlim devlet reisine başkaldırmanın farz olduğunu
söylemişlerse de Cumhur-ı ulemâya göre iman ettikten sonra küfre dönmedikçe yahut

namazları kılmayı terketmedikçe ona başkaldırmak vâcib değildir. Mevzumuzu
teşkil eden bu hadis itaati emreden tüm hadisleri kayıtlamakta ve hadislerdeki
yetkililerin emirlerine itaat edilmesiyle ilgili ifâdelerin sadece, Allah'ın ve Rasûlünün
emrine uygun emirlerle ilgili olduğunu açıklamaktadır. Allah'ın ve Rasûlünün emirleri
ise kapsayıcıdır. Geneldir. Hayatın girdi çıktısı, fert, aile, toplum yapısı ve idari

oluşum bu kapsayıcılığm içindedir.



2627. ...Ukbe b. Mâlik'den; dedi ki: Peygamber (s. a.) bir seriyye göndermişti. Ben de
askerlerden birine bir kılıç verdim. (Bu kimse seferden) dönünce bana: Rasûlullah
(s.a.)in bizi kınadığını görürsen (şaşma) dedi. (Gerçekten Hz. Peygamber de onlara
hitaben şöyle) buyurdu:

"Benim (askerin başında kumandan olarak) gönderdiğim adam, emrimi yerine
getirmeyince emrimi yerine getirecek birisini onun yerine geçirmekten âciz mi

kaldınız?"^!



Açıklama



Bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımız gibi bu hadis-i şerifte, Allah'ın ve
Rasûlünün emirlerine uymayan yöneticiye itaat etmek gerekmediğini,onlarm yerine
Allah'ın ve Rasûlünün emirlerine uygun emirler veren ve iş yapan kişilerin
geçirilmesini sağlamak için gereken çabayı sarfetmek lâzım geldiğini, bu gibi kişileri
yerlerinden uzaklaştırmaya gücü yettiği halde bu görevi yapmaktan kaçman kimsele-
rin bu hareketinden Hz. Peygamberin memnun olmayacağını ifade etmektedir. Yine
bu hadis, idare edilenin seçme yetkisini, idareciyi azl edip, yerine başka bir idare eden
getirme yetkisini belirlemiştir. Müslüman topluluklar Allah ve Rasûlünün emirlerine
bağlı olan ve bu emirleri uygulayan idarecileri seçmek ve gidişatın bu minval üzere



olmasını sağlamakla mükelleftirler.



88. Yolculukta Askerin Toplanması Ve Yayılması İle İlgili Emirler

2628. ...Ebu Salebe el-Huşenî dedi ki: (Sefer esnasında) Sahâ-bîler, bir yere indikleri
zaman [(ravi) Amr (bu cümleyi) "Rasûlullah (s. a.) bir yere indiği zaman sahâbîler"
diye rivayet etti.] dağ yollarına ve vâdîlere dağılırlar (oralarda dağınık olarak
konaklarlardı. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem;
"Sizin şu dağ yollarına ve vadilere dağılmanız ancak şeytandandır" buyurdu. Bundan
sonra bir yerde konakladıklarında birbirlerine iyice yaklaşırlardı. Hatta; "Üzerlerine

bir örtü yayılacak olsa hepsini kaplar" deni(lebi)lirdiJ^^



Açıklama



Düşmanla savaşa çıkan bir cemaatin yollarda konakladıkları zaman gelişigüzel,
birbirinden kopuk bir halde şuraya buraya dağılmaları düşmana cesaret verdiği gibi bu
dağınıklık, din düşmanlarını sevindirir. Gerçek müslümanları da mahzun eder. Ayrıca
dıştaki dağınıklık zamanla yavaş yavaş kalplere de sirayet ederek gönüllerde yaşayan
kardeşlik ve sevgi bağlarının kopmasına sebep olur. Çünkü zahirdeki işlerimizin
ruhumuz üzerinde çok büyük tesiri vardır.

Bu sebeple Hz. Peygamber devamlı olarak cemaatleşmeyi tavsiye etmiş, tefrikadan
sakındırmış, "Birlikte rahmet, ayrılıkta azab vardır. buyurarak meselenin
önemini en veciz bir şekilde ortaya koymuştur.

2629. ...Muaz b. Enes el-Cühenî'den; demiştir ki: Ben Rasûlullah (s.a.) ile birlikte bir
savaşa çıkmıştım. Askerler evleri daralttılar ve yolu kestiler. Bunun üzerine, Nebî
(s.a.) askerler arasında, "Kim bir evi daraltırsa ya da bir yolu keserse onun için cihad

(dan nasib) yoktur." diye bağıracak bir dellal gönderdi.



Açıklama



Askerlerin evleri daraltmasından maksat, girdikleri memleketlerde her askerin rastgele
bir evi işgal ederek, ihtiyaçlarından fazla evleri «İlerinde tutmaları, bu yüzden de
memleket halkını ellerinde kalan az sayıdaki evlerde sıkışıp kalmaya mecbur
etmeleridir.

Askerlerin yolları daraltmalarından maksat ise eşyalarını halkın geçeceği yollar
üzerine indirerek, trafiğin akışım Önlemeleridir. Rasûl-i zişan efendimiz askerlerin
evleri ve yolları daraltarak Allah'ın kullarını lüzumsuz yere sıkıntıya düşürmelerinin
doğru olmadığına dikkatleri çekmiş ve askerlerin bu hareketten son derece
kaçınmalarını sağlamak için mübalağalı bir dille bu şekilde hareket eden askerlerin
yaptıkları cihaddan hiçbir sevab alamayacaklarını söylemiştir.

Askerlerin, halkın evlerini ve yollarını daraltmaları nasıl çirkin bir iş ise; hakkın,
memleketlerine uğrayan askerlere zorluk çıkarmaları yollarını daraltmaları ve ihtiyaç
duydukları evlerin temininde onları müşkil durumda bırakmaları da o derece çirkin bir



iştir. ^— ^

2630. ...Muaz b. Enes'den; elemiştir ki: "Biz Allah'ın peygamberi (s. a.) ile birlikte
savaşa çıkmıştık." dedi. (ve sözlerine devam ederek önceki hadisin) mânâsını (rivayet



89. Düşmanla Karşılaşmayı Temenni Etmek Hoş Değildir

2631. ...Ömer b. Ubeydillah'm azatlı kölesi ve katibi olan Salim Ebu'n-Nadr'dan;
demiştir ki: Ömer b. Ubeydillah Harûrîler üzerine yürüdüğü vakit, Abdullah b. Ebi
Evfa ona bir mektup yazıp Rasûlullah (s.a.)'in düşmanla karşılaştığı bazı günlerinde
(askerlere); "Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz, Allah'dan sağlık
isteyiniz. Eğer onlarla karşılaşırsanız sabrediniz ve cennetin, kılıçların gölgesi altında
olduğunu biliniz." diye konuşma yaptığını, sonra da; "Ey (peygamberlerine) kitap
indiren bulutları hareket ettiren (kâfir) cemâatleri bozguna uğratan Allah'ım. Onları

perişan et ve onlara karşı bize yardım et." diye dua ettiğini bildirdi.



Açıklama



el"Haruriyye kelimesi hâricilere verilen bir isimdir. Hz. Ali'ye isyan eden hariciler,
Hz. Ali'den ayrıldıktan sonra Harûra denilen yerde toplandıkları için buraya nisbet
edilerek "Harûriyye" ismini almışlardır.

"Harûra", Küfe civarında bir yerin adıdır. Bir rivayete göre Kûfe'ye 2 mil uzaklıktadır.
Düşmanla karşılaşmayı temenni etmek aslında nefse güven, böbürlenme ve üstünlük
duygularından kaynaklandığı için Hz. Fahr-İ kainat efendimiz düşmanla karşılaşmayı
temenni etmeyi yasaklamıştır. Bu temenninin temelinde bu gibi duyguların bulunması
yanında, ayrıca harbin nasıl neticeleneceğini kesin bir şekilde önceden tayin etmek de
mümkün değildir. Bu bakımdan harbin müslümanlar aleyhine neticelenmesi de müm-
kündür. O zaman bu acı neticeye katlanmak sabır ister. Ayrıca düşmanla karşılaşmayı
istemek düşmanı küçük görmektir ki, bu ihtiyat ve tedbire aykırıdır. Düşmanın
kuvvetini hesaba katmayan taraf bu tutumuyla tedbirde hata etmiş demektir. Nitekim
müslümanlar kuvvetçe düşmanlarından daha az oldukları halde nice zaferler
kazanmışlarken kendi kuvvetlerine güvenip düşmanlarını küçük görmelerinden dolayı,
Huneyn savaşında bir ara mağlup duruma düşerek bu hatalarını pahalıya Ödediler. Bu
itibarla insanlar devamlı surette Allah'a güvenmeli kendilerinde de bir kuvvet görerek
zafer ümidine kapılmaktan sakınmalıdırlar.

Şurasını da unutmamak gerekir ki, sabır hususunda insanların hepsi bir değildir. Hz.
Peygamberin maiyyetinde savaşırken yaralanan bir adam yarasının acısına
dayanamayarak intihar edince Hz. Ebu Bekr es-Sıddık, "afiyette olup da şükretmem,
benim için belâya uğrayıp ta sabretmekten daha iyidir." demekten kendini
alamamıştır. Bu mevzuda Ali (k.v.)nin de oğluna şöyle nasihat ettiği rivayet edilir:
"Yavrucuğum, kimseye meydan okuma, kavga çıkarma, fakat seni kavgaya çağıran
olursa o zaman onun karşısına çıkıp mertçe doğuş. Çünkü o kimse zâlimdir. Allah

Teâlâ ise, zulme uğrayanlara yardım edeceğini vadetmiştir."^^

Yüce Allah harp âdabını şu ayet-i kerimesinde çok veciz bir şekilde özetlemiştir: "Ey



iman edenler! Bir bölükle karşılaşırsanız, derhal sebat ediniz! Allah'ı da çok anın ki
felah bulaşınız. Hem Allah'a ve Rasûlüne itaat edin. Çekişmeyin! Yoksa başarısızlığa
uğrarsınız, kuvvetiniz gider, sabredin! Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.
Yurtlarından, sıma rarak, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan (Allanın

Dininden) menedenler gibi olmayın!

Hz. Peygamber "Allah'tan afiyet isteyin" buyruğuyla "bedene ait iç ve dış hastalıklarla
dünya ve âhirete ait bütün kötülüklerden kurtulmak istemeyi tavsiye etmiştir. Çünkü
yegâne koruyucu ve yardımcı Allah*dır. Ondan başka güven kaynağı yoktur. Onun
irâdesi haricinde insana hiçbir kimse afiyet kazandıramaz. "Cennet kılıçların gölgesi
altındadır" Cümlesiyle, "Allah yolunda kılıç sallamanın sevabının cennet olduğu,
kılıcın gölgesinin kılıçtan ayrılmadığı gibi cennetin de, Allah yolunda kılıç sallayan
kimseden ayrılmadığı" vurgulanmak istenmiştir. Burada harp aletleri içerisinde
özellikle kılıcın zikredilmesinin sebebi, Hz. Peygamber devrinde en büyük ve en
faydalı* harp aletinin kılıç olmasıdır. Yine, kılıcın özellikle zikredilmesinden
anlıyoruz ki, Allah yolunda cihâd etmek ve gerekirse bu cihâdın sürekli eylem halinde
devam etmesi gerekir. Cihâdın silahlı olarak yapılması gerektiği zaman başka yollar
aramaktan kaçınmalı ve "Allanın yardım vadi" gibi bir teminatı olan müslümanlar

silahlı mücadeleye girişmeleridir.



90. Düşmanla Karşılaşınca Nasıl Dua Edilir?



2632. ...Enes b. Mâlik (r.a.)den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) savaş sırasında

"Ey Allahım, benim (yegâne) dayanağım ve yardımcım sensin. (Düşmanların hilesini)

senin (desteğin) le önlerim. Senin (verdiğin güç)le (düşmana) saldırırım ve (yine)

Senin (desteğin)le (düşmana karşı) savaşırım." diye dua ederdi.



Açıklama

Hattâbf nin açıklamasına göre, metinde geçen cümlesi, "ben ancak senin yardımınla
din düşmanlanna karşı üstünlük sağlamanın çaresini bulabiliyorum" manasına
gelmektedir. Nitekim araplar çaresiz kalan bir kimse için derler ki "adamın hiç çaresi
yoktur" anlamındadır. "= Kötülüğü önlemekte Allah'ın yardımından başka bir çare,
hayra erişmekte de Allah'ın yardımından başka bir çare, hayra erişmekte de Allah
desteğinden başka bir güç yoktur." cümlesinde de bu kelime çare anlamında
kullanılmıştır. Hattabi'ye göre bu kelime ayrıca "önlemek, engel olmak, def ve
men'etmek" anlamlarına da gelir. Mesela birisi iki şeyin arasına girip de birinin
diğerine kavuşmasına engel olduğu zaman "hâle beyneşşeyeni = iki şeyin arasına
girdi" denilir.

Bu manaya göre cümlesi "ancak senin yardımınla (düşmanın hilelerini ve vermek
istedikleri zararları) önleyebilirim" anlamına gelmektedir. Bu hadis düşmanla
karşılaşınca saldırıya geçmeden önce Allah'a bu şekilde dua etmenin müstehab
olduğuna delâlet etmektedir.

Tirmizi bu hadis hakkında "Hasen-garib" demiştir.



91. Savaştan Önce Müşrikleri tslama Davet Etmek



2633. ...İbri Avn dedi ki: Ben Nâfi'ye bir mektup yazarak, ona harbden önce
müşrikleri (İslama) davet etmeyi sordum, o da bana: "Bu islamuı başlangıcında idi.
(Nitekim daha sonraki tarihlerde) Allah'ın peygamberi Müstakil oğullarına, gafil
bulundukları, hayvanlarının suya götürüldüğü bir sırada baskın yaptı. Savaşabilecek
olanlarını öldürdü, zürriyetlerini de esir aldı. Haris'in kızı Cüveyriye'yi de o gün aldı.
Bu hadisi bana (o sırada) kendiside o ordunun içinde olan, Abdullah (b. Ömer) rivayet
etti. diye mektup yazdı.

Ebû Dâvud der ki; Bu hadis sahihtir. Onu İbn Avn, Nâfı'den rivayet etmiştir. Bu hadisi
ondan başka rivayet eden bir kimse daha yoktur. ^— ^

Açıklama

Daha önce, "Harbden önce müşrikleri İslama davet etme"başlığı altında sekseniki
numaralı bir bab açılmışken, aynı isimli bir babın burada tekrar açılmış olduğunu
görüyoruz. Bezlu'I-mechûd yazarı Şeyh Halil Ahmed, musannif Ebû Davud'un bu
başlığa niçin tekrar lüzum gördüğünü şöyle anlatıyor: "Bundan önceki başlık savaştan
önce İslâm'a davet edilmeleri vâcib olan müşriklerle ilgili hadisleri toplamaktadır. Bu
müşrikler o ana kadar kendilerine islam daveti hiç erişmemiş olan müşriklerdir.
Bir de kendilerine savaştan önce çeşitli vesilelerle İslâm dayeti erişen müşrikler vardır.
Bu ikinci türdeki müşrikleri savaştan önce İslama davet etmek mendupsa da vacip
değildir. İşte 82 numaralı babın sadece birinci türden olan müşriklere ait olduğunu, ve
daha önce çeşitli vesilelerle kendilerine İslâm daveti erişmiş olan müşrikleri harpten
önce İslama davet etmenin şart olmadığını vurgulamak için burada sadece ikinci türe
giren müşriklere ait olmak üzere özel bir bab daha açılmış ve ilgili hadisler bu babda
toplanmıştır."

"Müreysi Gazvesi" diye de anılan Benû Mustalik gazvesi hicretin beşinci yılında vuku
bulmuştur. Peygamber efendimiz bu kabilenin müslü-manlar üzerine hücuma
hazırlandığını öğrenince onlardan önce davranıp üzerlerine yürüdü. On kadar
Mustalikli öldürüldü. Yüzden fazlası kadın olmak üzere altı yüzün üzerinde esir alındı.
İki bin deve ve beşbin koyun ele geçirildi. Esirler arasında bulunan kabile başkanının
kızı Cüveyriye fidye karşılığında azad edilmiş, sonra da Hz. Peygamberle evlenmişti.
[569]



Bazı Hükümler

1. Harpten Önce kendilerine İslam daveti ulaşmış olan kafirlere habersiz olarak baskın
yapmak caizdir. İmam Nevevî bu mevzuda üç görüş zikrediyor:

a) Harbden önce düşmanı İslam'a davet etmek mutlak surette vâcib-dir. İmam Malik
bu görüştedir.

b) Kafirleri harpten önce İslam'a davet etmek mutlak surette vacib değildir.

c) Kafirler daha önce İslâm'a davet olunmamıslarsa, onları harpten önce İslam'a davet
vâcib; daha önce davet olunmuşlarsa mestehab olur.

İmam Nevevî bu görüşlerden birincisinin zayıf, ikincisinin bâtıl, üçüncüsünün de
sahih olduğuna hükmetmiştir. Nâfî, Hasan el-Basri, Sevri, Leys, Ebu Sevr, İbnü'l-
Münzir ve Cumhur-u ulemânın görüşü de budur.



2. Arapları harpte esir almak caizdir. Çünkü Mustalik oğullan Arap ırkından oldukları
halde Hz. Peygamber onları esir almıştır. Hanefi ule-masıyla Mâlikîlerin ve Cumhur-ı
ulemanın görüşü bu olduğu gibi İmam Şafiî'nin son görüşüde budur. İmam Şafiî'nin
ilk görüşüne ve ulemadan bazılarına göre ise, Arapları esir almak caiz değildir. Onlar
Islâmı kabul etmedikleri takdirde kılıçtan geçirilirler. Başka bir seçenekleri yoktur.
[570]

2634. ...Enes (r.a.) den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem, (düşmana) sabah namazı (vakti girince) baskın yapardı. (Sabah namazı vakti
girdimi) iyice kulak verirdi. Eğer ezan sesi duyarsa (baskından) vazgeçerdi. Yoksa

hücuma geçerdi.
Açıklama

Ezan, İslâmm sembolü ve parolası hükmündedir. Bir beldeden ezan sesi işitildiği
zaman, o beldenin halkının müslüman olduğuna, en azından içlerinde müslüman bir
cemaatın yaşadığına hükmedilir.

Fakat namaz vakti geldiği halde oradan hiçbir ezan sesi yükselmezse, o belde halkının
kâfirliğine hükmedilir. Bu bakımdan bir memleket ahâlisi memleketlerinde ezan
okunmaması için ittifak etseler, devlet başkanının o belde halkı üzerine savaş ilan
etmesi icâbeder.

Rasûl-i Zîşân efendimizin küffar üzerine baskmyapmak için sabah namazı vaktini
seçmesinin sebebi, o vaktin uyku ve gaflet vakti olması ve bu vakitte onları

[5721

yakalamanın veya imha etmenin diğer vakitlerden daha kolay olmasıdır. J 1

Bazı Hükümler

1. Ezan okunan bir yere baskın yapılamaz.

2. Kafirleri dine davet etmeden üzerlerine baskın yapmak caizdir.Bir önceki hadisin
şerhinde mezheb imamlarının bu madde ile ilgili görüşlerini açıklamış bulunmaktayız.

[5131

2635. ...îbn-i îsam el-Müzenî'nin babasından; demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.) bir
seriyyede bizi (savaşa) gönderirken şöyle buyurdu;

"Eğer (uğradığınız memleketlerde) bir mescid görür ya da bir müezzin (sesi)

[5741

işitirseniz, (oranın halkından) kimseyi Öldürmeyiniz. " J 1

Açıklama

ŞevkânTnin Neylii'l-evtâr isimli eserindeki açıklamasına göre bu hadis-i şerif bir
memlekette bir mescid bulunmasının ve orada bîr ezan sesi işitilmesinin o memleket
halkının müslüman sayılması için yeterli bir alâmet olduğuna delildir. Binaenaleyh,
İslâm orduları bir memlekete saldıracakları zaman orada bir mescid görecek olurlarsa
veya onlardan bir ezan sesi duyarlarsa o memlekete saldırıdan vazgeçmeleri gerekir.



Çünkü mescid ve ezan müslümanhğm alâmetidir. Zahirde o memleket halkının
müslüman olduğuna hükmedilir. Kalblerinde imanın yerleşip yerleşmediğini arama
yoluna gidilmez. Çünkü kalbleri yarıp da içini görmek mümkün değildir. Onu ancak

Allah bilir.^1



92. Harpte Hile Yapmak

2636. ...Amr'dan rivayet olunduğuna göre kendisi Câbir'i (r.a.) şöyle derken işitmiş;
"Rasûlullah (s.a.) "Harb hiledir" buyurdu.



Açıklama



Hud'a; aldatmak, hile yapmak niyetinin aksini göstermek manalarına gelir. Hattâbî'nin
açıklamasına göre kelimeyi şekillerinde okumak mümkündür. Bunlardan en fasihi,
"hud'a" şeklinde okunanıdır. Hz. Peygamber de bu kelimeyi "hud'a" şeklinde
okumuştur.

Bu kelime had'a şeklinde okunduğu zaman masdar-ı merre olur. Bu takdirde hadis-i
şerife şöyle mânâ vermek icabeder: "Savaş bir defa hile yapmaktan ibarettir" Bunu
yapabilen, harbi zaferle sona erdirir. İkinci bir hileye ihtiyaç kalmaz. "Hud'a" şeklinde
kullanıldığı zaman "hile" anlamında bir isim olur. Bu takdirde hadis "Harbin en
önemli tarafı ve rüknü düşmana hile ve oyun yapmaktır" anlamına gelir.
Hudea şeklinde okunduğu zaman çok hilekar ve aldatıcı anlamına gelir. Bu takdirde
hadis-i şerif "Harb çok aldatıcıdır. Hilelerle doludur" her zaman için karşı tarafın iki
tuzağına düşmek mümkündür. Dolayısıyla çok dikkatli hareket etmek gerekir."
anlamına gelir.

Bu hadis-i şerif harpte düşmana her fırsatta hile yapmanın meşru olduğunu açıkça
ifade etmektedir.

Ancak ulema, 2756 ve 2760 numaralı hadisler gibi, verilen ahdi bozmanın vebalini ve
ahde riâyet etmenin lüzum ve önemini belirten hadisleri göz önüne alarak "ahd ve
emân" bozmamak şartıyla harpte düşmana karşı hile yapmanın caiz olduğunu ittifakla
kabul etmişlerdir.

Hanefi ulemasından İmam Muhammed bu mevzuda şunları söylüyor:

Burada mücâhidin savaş anında kendisiyle savaştığı kimseyi aldatabileceğine ve

bunun ihanet olmadığına delil vardır.

Bazı alimler, bu sözün zahirini alarak savaş durumunda yalana izin verildiğini
söylemişler ve Rasûlullah (s.a.)'in Ebu Hüreyre'den nakledilen: "Yalan ancak üç yerde
caiz olur: tki kişinin arasını barıştırmada, savaşta ve bir kimsenin hanımının gönlünü
[5771

almasında Hadisini de buna delil olarak göstermişlerdir.

Lâkin mezhebimiz odur ki, hadîs-i şerifte kastedilen, mahza yalan değil, tevriye

yapmak ve üstü kapalı söz söylemektir. Bunun benzeri, İbrahim (s.a.)'in üç yalan

söylediğini belirten hadistir. Bundan maksat onun üç yerde üstü kapalı söz

söylediğidir. Çünkü Peygamberler, mahza yalan söylemekten ma'sumdurlar.

Hz. Ömer "üstü kapalı söz söylemede (tevriye yapmada) yalandan kurtuluş vardır,"

demiştir.

İmam Muhammed (Rahimehullah) kitabın metninde bu sözü şöyle açıklar:



Kişinin kendisiyle savaştığı kimseye, zahirin hilâfına bir şey söylemesidir ki,
hakikatte, ona açıkladığı şeyin hilafını gizlemesidir.

Hz. Ali'nin, Hendek günü kendisiyle mübareze yaptığı Amr b. Abdu Udde'ye yaptığı
gibi Hz. Ali (r.a) ona: "Hani, kimsenin sana yardım etmeyeceğine dair bana garanti
vermiştin? Peki, sana şu yardım edecekler kimlerdir?" demişti. Amr, kendisine bu
söylenenleri garipser gibi arkasına bakınca, Hz. Ali, birden iki ayağına vurup ikisini
de kesmişti.

Mücahidin, arkadaşlarıyla konuşup onu duyan kimseye kendilerinin zafere ulaştığını
yahut daha güçlü olduklarını vehmettirmesi de aldatmadır. Hakikat kendisinin
söylediği şekilde olmadığı halde, sözün zahirine göre yalancı duruma düşmeyecek
şekilde konuşur. Nitekim rivayet edilir ki, Hz. Ali (r.a.) katıldığı savaşlarda başını
önüne eğerek bir kere yere ve sonra yukarı kaldırıp bir defada göğe bakıyor ve şöyle
diyordu: "Ne sen yalan söyledin ve ne de ben" Bu davranışıyla çevresinde bulunanlara
sanki Rasûlullah (s. a.) kendisine bu durumu haber vermiş ve ashabına da bunu
emretmiş intibaını veriyordu. Halbuki onun vukuu mümkün olduğu gibi olmaması da
mümkündür. Bu ve buna benzer söz ve davranışlarda bir sakınca yoktur.
Aldığımız bir nakil'e göre, Hendek günü adamın biri Rasûlullah (s.a.)'e gelerek;
"Ya Rasûlallah! Benû Kurayza size ihanet edip antlaşmayı bozarak Ebu Süfyan
tarafına bey' at etti, dedi. Rasûlullah (s. a.)

"Belki de biz onlara bunu emretmişizdir." buyurdu. Bu sefer adam, Ebu Süfyan' a
gidip;

Benû Kurayza'nm sana tabi olmalarını Muhammed istemiş, dedi. Ebu Süfyan;
Bunu kendi kulaklarınla mı duydun? diye sordu. Adam:
Evet deyince Ebû Süfyan:

T5781

Yalana yemin ederim ki Muhammed yalan söylememiştir, dedi.

2637. ...Ka'b b. Malik'ten rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s. a.) bir savaş(a
çıkmay)ı istediği zaman başka bir savaşa çıkıyormuş gibi görünür ve; "Harp hiledir"
buyururmuş.

Ebû Dâvûd der ki: "Harp hiledir" hadisini bu isnadla sadece Ma'mer rivayet etmiştir.
Amr b. Dinar'ın hadisi de sadece Cabir'den rivayet edilmiştir ve bir de bu hadisi

T5791

Ma'mer, Hemmam b. Münebbih'den, o da Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir. J L

Açıklama

"Verra" kelimesi insanın esas maksadını gizleyip, onu bir başka şekilde açıklaması
manasına gelir.

İbn-i Melek bu kelimeyi şöyle açıklıyor: "Başka bir maksadı izhar ederek asıl maksadı
gizlemektir."

Rasûl-i zişân efendimiz, bir savaşa çıkacağı zaman gideceği yeri açıklamadığı gibi,
önce asıl gitmek istediği yere doğru yola çıkmaz bilakis askerlerine başka bir hedef
göstererek, başka bir istikamete gidiyormuş hissini verirdi. Şehirden hayli
uzaklaştıktan sonra asıl maksadını ve nereye gitmek istediklerini askerlerine açıklardı.
Bu şekilde hareket etmekle hem düşmanı gafil bir şekilde avlama imkanı bulurdu,
hemde düşman hesabına çalışan casusların doğru haber almasını önlemiş olurdu.
Yalan söylemek ve hile yapmak kesinlikle haram olmakla beraber, harpte caiz



kılınmıştır. Taberi, harpte düşmana yalan söylemenin ancak ta'rız yoluyla caiz oldu-
ğunu, sarih kelimelerle "hakiki yalan" söylemenin caiz olmadığını söylemişse de,
tmam-ı Nevevi hakiki yalan söylemenin de mubah olduğunu fakat bu yalanı tariz

yoluyla söylemenin daha efdal olduğunu ifade etmiştir.
93. Geceleyin Baskın Yapmak

2638. ...Seleme (r.a.)'den; demiştir ki; (Bir savaşta) Rasûlullah (s. a.), Ebu Bekr (r.a.)'i
bize kumandan tayin etmişti. Müşriklerden bir toplulukla savaşmaya başladık, derken
hepsini Öldürmek üzere geceleyin onlara ani bir baskın yaptık. O gece parolamız
"öldür, öldür!" idi.

Seleme dedi ki: "Ben o gece, kendilerine baskın yapılan müşriklerden yedi tanesini
kendi ellerimle öldürdüm. "^^



Açıklama



2633 numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi kafirlerle savaşa tutuşmadan
önce onları İslâm'a davet etmek gerekir. Ancak davet edildiği halde müslümanlığı
kabul etmezlerse o zaman kendilerine savaş açılabilir. Mevzumuzu teşkil eden bu
hadis-i şerif kendileri İslama davet edildikleri halde islamı kabul etmeyen müşriklere
gece baskını düzenlemenin ve savaşta parola kullanmanın caiz olduğunu ifade
etmektedir. Ancak savaşta kadınları ve çocukları öldürmek caiz olmadığı halde gece
baskınlarında onları diğerlerinden ayırabilmek mümkün olmadığından diğerleriyle
birlikte onları da Öldürmek caiz kılınmıştır.

Savaşta parola kullanmanın cevazı ile ilgili açıklama, 2596 numaralı hadisin şerhinde
harpte kimlerin öldürülüp kimlerin öldürülemeyeceği de 2614 numaralı hadisin

şerhinde geçtiğinden burada tekrara lüzum görmüyoruz. ^ ^



94. Artçı Birlikleri Bulundurmanın Gereği



2639. ...Cabir b. Abdillah'dan demiştir ki: Rasûlullah (s. a.), yolculukta (yolculardan)
geride kalırdı. Zayıf (olan hayvanlar)ı sürer, (yola devam edemeyen yolcuları da

hayvanının) arkasına bindirir ve onlara duâ ederdi. J 1



Açıklama

Hz. Peygamber hazarda ve seferdeki tüm yolculuklarında, yol arkadaşlarının arkada
kalan ve kafileye ayak uy-

duramayanlarıyla ilgilenir, zayıf olan hayvanları arkadan sürerek onların kafileye
yetişmelerine yardımcı olurdu. Hayvanını süremeyecek derecede yorgun düşen ya da
rahatsızlanan kimseleri de kendi hayvanının arkasına bindirirdi. Mevzumuzu teşkil
eden bu hadis Hz. Peygamberin yolculukta yol arkadaşlarına karşı gösterdiği bu ilgiyi
ifâde etmektedir.

Rasûl-i Zîşan efendimizin bu uygulaması, savaşta bizzat düşmanla karşı karşıya gelip
savaş veren mücahidlerin dışında, bir de hastalarla ilgilenen ve geri hizmetleri yürüten



yeterli sayıda birlikler ve teşkilatlar bulundurmanın lüzumunu ortaya koymaktadır.
Hadisten anlaşılabilecek en önemli hususlardan biri İse, Rasûlullah (s. a.) efendimizin,
düzenli ordu kurma ve harp stratejisinde geri destek birliklerinin kaçınılmaz olduğunu
ima etmesidir.

Hanefi imamlarından İmam Muhammed bu mevzuda şunları söylüyor:
"Daru'l-Harbe girdikten ve ondan çıkmak için yola koyulduktan sonra komutanın
birini artçı olarak tayin etmesi iyi olur. Çünkü bu hareket müslümanlan gözeten bir
harekettir. Olabilir ki uykusuzluğa dayanamayıp uyuyan, yahut yolunu kaybedip o
korku verici yerde ne yapacağına karar veremeyip orada bekleyenler

bulunabilir.



95. Müşriklerle Niçin Savaşılır?

2640. ...Ebû Hüreyre (r.a.)'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v.) (şöyle) buyurmuştur:
"İnsanlar, "Allah' dan başka ilah yoktur" deyinceye kadar kendileriyle savaşmak üzere
emrolundum. Eğer bunu söylerlerse kanlarını ve mallarını benden korurlar. Ancak
tevhid kelimesi hakkı ile olması müstesnadır. Onların (kalbierinde saklamış oldukları

küfr ve nifaklarıyla ilgili) hesaplan ise Allah'a aittir.
Açıklama

imam Buharı, Sahih'inde îmânı, söz (ikrar) ve fı'l (amel) diye tanf etmiştir.
Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre, Buhari'nin bu tarifindeki sözden maksat,
"Eşhedü enlfı ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Rasûluhû"
cümlesini dille söylemektir. Yine Buhârî'nin bu tarifinde geçen, "amer* den maksat
ise, vücûdu bütün organlarıyla yapılan amelle birlikte kalbin ameli, yani tasdikidir.
Buhârî bu tarifiyle "Kalbin tasdikiyle birlikte ibadeti de" İmanın bir rüknü saymıştır.
Bu şekilde kalbin tasdikini imanın tarifine sokan ve tasdikin, imanın bir rüknü olduğu-
nu binâenaleyh kalbinde tasdik olmayan kişilerde imanın bulunmadığını söyleyen
kimseler meseleye Allah'ın ilmi açısından bakan kimselerdir.

İman meselesine bu açıdan bakınca elbette kalbde tasdikin bulunup bulunmaması
sözkonusu olur. Fakat meseleye kullar açısından bakınca durum tamamen farklıdır.
Çünkü insanlar başkalarının kalbinde tasdikin bulunup bulunmadığına tahkik ve tesbit
etme imkanına sahip değillerdir. Binaenaleyh meseleye bu açıdan yaklaşanlar kalbin
tasdikini imanın ta'rifi içine almamışlardır. Selef-i salihin ise imanı, "kalp ile tasdik dil
ile ikrar ve vücudun tüm organlarıyla ameldir" şeklinde tarif etmişlerdir. Selef bu
tarifle amelin imandan bir cüz olduğunu ve amelsiz bir kimsede imanın
bulunamayacağını değil de imanın kemâle ermesi için amel şart olduğunu ifade etmek
istemişlerdir.

İmanın kemale erip ermemesi sözkonusu olunca da haliyle imanın artıp eksilmesi
meselesi de önemli bir mesele olarak kelâm mevzuları arasına girmiştir. Neticede
iman meselesinde şu görüşler ortaya çıkmıştır;

1. Bazılarına göre iman dil ile ikrar kalp ile tasdiktir.

2. Kerramiye'ye göre sadece dil ile ikrardan ibarettir.

3. Mutezile'ye göre ise dil ile İkrar, kalp ile tasdik ve vücudun diğer organlarıyla amel



etmekten ibarettir. Vücudun organları ile ameli imanın tarifine sokan Mutezile ile
Selefi salihin aslında bu mevzuda birbirlerinden tamamen farklı düşünmektedirler.
Çünkü selefi salihin, amel imandandır derken, imânın kemâle ermesi içîh amelin şart
olduğunu kasdetmektedir-ler. Mu'tezile ise, "amel imandandır" derken amelin imanın
bir rüknü olduğunu ve amelsiz olan bir kimsenin aynı zamanda imansız bir kimse
olduğunu ifade etmek istemektedirler.

İmanın tarifini kalbin tasdiki yönünden ele alan bütün tarifler, aslında Allah nezdinde
makbul olan imanı ifade etmek için yapılan tariflerdir. Meseleye kullar açısandan
yaklaşınca kalbin tasdiki sözkonusu değildir ve sadece dil ile ikrar etmek kullar
yanında imanlı sayılmak için yeterlidir. Binaenaleyh dille Allah'a ve Rasûlüne
inandığını söyleyen bir kimsenin müslüman olduğuna hükmedilir ve kendisinden
putlara tapmak gibi küfre delalet eden bir fiil tezahür etmedikçe kendisine dünyada
müslüman muamelesi yapılır. İkrarı bulunduğu halde büyük günah işleyen kimselere
gelince kimisi bunların ikrarına bakarak mü'min olduklarını söylerken, kimisi de
meseleyi imanın kemali cihetinden ele alarak, "Bu kimselerin imanı yoktur."
demişlerdir.

Bazıları da bu kimselerin yaptığı işlerin kâfirlerin yaptığı işlerden başka bir şey
olmadığını nazar-ı itibara alarak ve meseleye bu açıdan yaklaşarak "Bu kimseler
kafirdir" demişlerdir. Meseleyi imanın hakikati cihetinden ele alan kimseler de,
onların kâfir olmadığını söylemişlerdir. Mu'tezile ise, iman ile küfr arasında bir menzil
bulunduğunu iddia ederek dille ikrarı bulunduğu halde fası klik yapan kimselerin
mü'min sayılmadığı gibi kafir de sayılamayacağım küfür ile iman arasında

kalacaklarını söylemişlerdir. ^ - ^

Hz. Peygamber, "Ben em rol undum" sözüyle; "Allah bana emretti"
demek istemiştir. Fakat kendisine emir veren yegâne emredicinin Allah olduğunu,
bunu açıklamaya ihtiyaç bile bulunmadığını ifade için birinci cümledeki ifade tarzını,
ikinci cümledeki ifade tarzına tercih etmiştir. Hz. Peygamber, "Ben emrolundum"
deyince emredenin Allah olduğuna hük-medildiği gibi buna kıyasla bir sahabi de;
"Ben emrolundum" dediği zaman emri verenin Rasûlullah olduğuna hükmedilir.
Netice olarak tek bir başkandan emir alan kimse, "Bana emredildi" dediği zaman emir
verenin onun reisi olduğuna hükmedilir.

Metinde geçen, "Allah'dan başka ilah yoktur deyinceye kadar" cümlesini Buhari;
"AllahMan başka ilah olmadığına şehadet edinceye, bana ve benim getirdiklerime
iman edinceye kadar" şeklinde rivayet etmiştir. Müslim'in bir rivayetinde de aynı
ifadeler yer almaktadır. Buhari'nin tbn Ömer'den rivayet ettiği bir hadiste ise;
"İnsanlar, Allah'dan başka bir ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın rasûlii
olduğuna inanıp namaz kılmcaya ve zekâtı verinceye kadar onlarla savaşmakla
emrolundum." şeklinde ifâde edilmiştir.

Bu da gösteriyor ki insanlar sadece "lâ ilahe illallah" demekle kurtulamazlar.
Müslümanların kendilerine cihad ilân etmeleri, yani kendilerine savaş açmalarından
kurtulabilmeleri için Allah'a iman ettikleri gibi, Allah'ın Rasûlüne ve onun
getirdiklerine de iman etmeleri gerekir. Ancak Hanefi ulemâsından Aynî'nin
açıklamasına göre, mevzûmuzu teşkil eden bu hadiste sadece, "la ilahe illallah"
dedikleri için islamiyyeti kabul ettikterine hükmedilip malları ve canları saldırıdan
masum kalacakları ifade edilen kimseler, putperestlerdir. Çünkü bunlar, "...Onlara

T5871

Allah'dan başka tanrı yoktur dendiği zaman büyüklük taslarlardı."- 1 1 âyet-i



kerîmesinde de ifade edildiği gibi kelime-i tevhidi söylemeye yanaşmazlardı. Kelime-i
tevhidi söylemeleri Islamiyeti kabul etmeleri anlamına gelirdi. Bu bakımdan
mevzumuzu teşkil eden ve bazı kimselerin sadece kelime-i tevhid getirdikleri için
müslümanlıklarma hükmedilerek, kendileriyle savaşmaktan vazgeçileceğini bildiren
bu hadis, sâdece Kelime-i Tevhidi söylemeye yanaşmayan putperestlerle ilgilidir.
Kelime-i Tevhidi söyledikleri halde Hz. Peygamberi tasdik etmeyen ehl-i kitap bu
hükme dahil değildir. Onların, müslüman olduklarına hükmedilebilmesi için kelime-i
tevhidi söyledikleri gibi, Rasûlullah'm peygamberliğini ve onun getirdiklerini de
tasdik etmeleri gerekir. İşte mevzumuzu teşkil eden hadisin sadece Kelime-i tevhidi
içine alan şekli putperestlerle ilgili olduğu gibi, Allah'ın birliğine imanın yanında Hz.
Peygambere ve onun getirdiklerine iman etmeyi içine alan rivayetlerde Ehl-i kitapla
T5881

ilgilidir.- 1 1 Nevevi'nin açıklamasına göre Hattâ-bi ile kadı İyaz'da bu görüştedirler.

[589]

İşte yukarıda açıklanan şartlar içerisinde İslam dairesine giren kimselerin malları ve
canları taarruzdan masundur. Ancak kelime-i tevhidin hakkına tealluk ettiği zaman
onların mallarına ve canlarına taarruz edilebilir. Kelime-i tevhidin hakkı üç halde
onların mallarına ve canlarına tealluk eder:

1. Zina etmeleri halinde,

2. Allah'ın haram kıldığı bir cana kıymaları halinde,

3. Dinden dönmeleri halinde.

Bu durumlarda yaptıklarının cezalarını, bazan mallarıyla bazan da canlarıyla öderler
ve müslümanlarm mükellef oldukları bütün yükümlülükleri yerine getirmekle
mükelleftirler. Bu hususta sonradan müslüman olan ehli kitapla, sonradan müslüman
olan müşrikler arasında herhangi bir fark yoktur. Metinde geçen "onların hesabı
Allah'a aittir." cümlesinde maksat, bazı kimselerin zahirde inanmış göründükleri halde
aslında kalplerinde saklamış oldukları küfür, nifak ve gizli yerlerde işlemiş oldukları
suçlardır. Bunların cezası ahirete kalmıştır. Çünkü insanlar zahire göre hükmetmekle
mükelleftir. İnsanların kalplerini anlamakla ve gizli hallerini araştırmakla mükellef

değillerdir. Bu bakımdan bu gibi gizli hallerin hesabı Allah'a aittir.



Bazı Hükümler



1. Müşrikler, "Lâ ilahe illallah" deyinceye kadar onlarla harbedılır.

2. Bir müşrikin Kelime-i Tevhidi söylemesi müslüman sayılması için yeterlidir.

3. Zahiri ameller makbuldür. Hüküm zahire göre verilir.

4. İslam cemiyetinde suç işleyenler cezalarını mallarıyla ya da canlarıyla öderler.
2641. ...Enes (r.a.)'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a.);

"Ben, insanlar; "Allah'dan başka ilah yoktur ve Muhammed onun kulu ve Rasûlüdür"
deyinceye ve kıblemize yönelinceye, kestiklerimizi yiyinceye ve namazımızı kılmcaya
kadar onlarla savaşmak üzere emrolundum.

Bunu yaparlarsa, onların (kanlarının ve mallarının) hakkı (olan cezaların) dışında
kanları ve malları bize haram olur. Müslümanların (lehine) olan (hüküm)Ier, onlarında
lehinedir. Müslümanların üzerinde bulunan (yükümlülük)ler, onlar hakkında da



câridir.



Açıklama

Bir önceki hadisi şerifin şerhinde açıkladığımız gibi, ehli kitabın müslüman
sayılabilmesi için sadece "Lâ ilahe illallah" demesi yeterli değildir. Allah'ın varlığını
ve birliğini ikrar ettikleri gibi aynı zamanda, Hz. Muhammed'in peygamberliğini ve
onun getirdiği hükümleri de kabul etmeleri gerekir. Aski takdirde müslüman
olduklarına hükmedilemez.

Mevzu m uzu teşkil eden bu hadis-İ şerifte Rasûl-i zîşan efendimiz, is-lamm bütün
hükümlerini ve inanç nizamını kabul edinceye kadar ehli kitapla savaşmakla
emrolunduğunu ifade etmektedir. Bu hadis-i şerifin metninde insanların müslüman
sayılabilmeleri için, kelime-i tevhidi söylemeleri ve Hz. Muhammed'in
peygamberliğini tasdik etmeleri gerektiği açıkça belirtilmiştir. Fakat insanlardan kasıt
ehl-i kitaptır. Ayrıca hadisin metninde geçen; "Bizim kıblemize yönelinceye,
kestiklerimizi yiyinceye ve bizim namazımızı kılmcaya kadar" cümleleri, müslüman
olmak için Allah'a ve Rasûlüne iman etmenin gereğini ifade eder.
Çünkü beş vakit namaz Allah'ın varlığına, birliğine, Hz. Muhammed'in onun elçisi
olduğuna inanan kimselere farz olur. ancak bu imanın kalbinde yerleştiği kimselerin
namaz kılması sözkonusudur. Her ne kadar yeryüzünde bazı milletlerin namaza
benzeyen bazı ibadetleri varsa da her yönüyle namaza benzeyen ve beş vakit icra
edilen bir ibadet yoktur. Bu bakımdan "bizim namazımızı kılmcaya kadar" sözü tam
manasıyla, "Allah'ın varlığına, birliğine, Muhammed'in peygamberliğine inanmcaya
kadar" anlamına gelmektedir. Hadis-i Şerifte ayrıca namazm bir mütemmimi olarak
"bizim kıblemiz" sözü zikredilmiştir.

Bütün bu inançlar ve ibadetle ilgili esasların yanında tamamen islâmî esaslara göre

kesilen hayvanların etlerinin yenebileceğini kabul etmek ve dolayısıyla, hayvanları

boğazlarken islâmî esaslara göre boğazlamak da müslüman olmanın bir alâmeti

sayılmıştır. Bununla, Ehl-i Kitâb'm müslüman olabilmeleri ve kendilerinden savaşın

kaldırılması için, islâm'ın tüm ahkamını kabul etmeleri istendiği gibi, İslâm'a aykırı

olan inançlarını, ibadetlerini ve adetlerini de terketmeleri gerektiği ifade edilmek

. . . [593]
istenmiştir.- 1 1

Ayrıca hadis-i şerifte, yukarıda açıkladığımız şartlar dahilinde müslümanlığı kabul
eden kimselerin mallarının canlarının korunacağı, ancak bu mallarda ve konularda
Allah'ın hakkı bulunduğu, bu haklar ortaya çıkınca onlara taarruz edilebileceği ifade
edilmektedir. Allah'ın bu hakları, kulun müslüman olduktan sonra ölünceye kadar
müslümanlığmı devam ettirmesi, Allah'ın çizdiği sınırları gözetmesi, namaz kılması,
zekat vermesi, kulların hakkına tecavüz etmemesidir. Eğer irtidat ederse canıyla Öder.
Sınırları gözetmezse kendisine had cezası uygulanır. Namaz kılmazsa cezalandırılır.
Zekatı vermezse elinden zorla alınır. Eğer kulların hakkına tecavüz ederse işlediği
suçun cinsine göre cezasını malıyla ya da kanıyla öder.

İşte bütün bu esaslar çerçevesinde Islâmiyeti kabul eden kimseler, dünyada ve ahirette
müslümanlann yararlandığı tüm haklardan yararlanırlar. Buna karşılık müslümanlann
sorumluluklarını da yüklenmiş olurlar. Bu hususta İslâmiyeti sonradan kabul eden
müşriklerle tslamiyeti sonradan kabul eden Ehl-i kitap arasında hiçbir fark yoktur.
Eğer müslümanlığı kabul etmezlerse, müslümanlann taarruzundan emin olamazlar. Bu



hadisle ilgili açıklamalardan bir kısmı bir önceki hadis-i şerifin şerhinde geçtiği için
burada tekrara lüzum görmedik.^



2642. ...Enes b. Malik (r.a.)'dan demiştir ki: Rasûlullah (s. a.):

"Ben müşriklerle savaşmak üzere emrolımdum..." buyurmuştur. (Enes b. Malik
sözlerine devamla bir önceki hadisin) manasını rivayet etmiştir.



Açıklama

Bu hadisle ügih açıklama 2641 numaralı hadislerin şerhinde geçtiğinden burada
tekrara lüzum görmedik.Daha ayrıntılı açıklama için 2682 numaralı hadisin şerhine

müracaat edilebilir.



2643. ...Üsame b. Zeyd'den demiştir ki: "Rasûlullah (s. a.) bizi bir seriyye olarak el-
Hurakat (denilen kabileler) üzerine gönderdi. Onlar (bizim kendilerine yaklaşmakta
olduğumuzu, bizim kendilerine saldırıya geçeceğimizi) hissederek kaçtılar (bunlardan)
bir adama yetiştik. Biz üzerine çullanınca adam, "Lâ ilahe illallah (Allah'dan başka
ilah yoktur)" deyiverdi. Biz ona, öldürünceye kadar (kılıçlarımızla) vurduk. Sonra
bunu peygamber (s.a.)'e anlattım.

"Kıyamet gününde (bu adamın söylediği) lâ ilahe illallah (kelimesi) karşısında senin
için (yardımcı olabilecek) kim vardır?" buyurdu. Ben de:
Ey Allanın Rasûlü b bunu ancak silah korkusuyla söyledi, dedim.
"Bari onun kalbini arsaydın da (kalbinin) bu sözü korkudan dolayı söyleyip
söylemediğini (iyice bir) buseydin. (Yarın) kıyamet gününde "lâ ilahe illallah" (sözü)
karşısında senin için (yardımcı olabilecek) kim vardır?" buyurdu. Bu sözü (tekrar
tekrar) söylemeye o kadar devam etti ki (daha önce) müslüman olmayıp ta o gün

T5971

müslümanlığa (yeni) girmiş olmamı arzu ettim. " J 1



Açıklama



Hadis-i şerifte sözkonusu edilen hadisenin cereyan ettiği bu savaş hicretin yedinci
senesinde vuku bulmuştur. Siyer sahiplerinin rivayetlerine göre bu seriyye emir
kumandasında yapılan ve hicretin yedinci senesinde vuku bulan seriyyedir. Ancak
Hakim'in iklîlinde bu seriyyenin, hicretin sekizinci senesinde vuku bulan bir seriyye
olduğu ve yedinci senedeki seriyyenin başka bir seriyye olduğu bildirilmektedir.
Rivayetin birine göre hazreti Üsâme birinci seriyyeye iştirak etmişti. Bu seriyye Emir
Gâlib'in kumandasında idi. İkinci seriyye de ise Hazreti Usame'nin bizzat kumandayı
ele aldığı anlaşılmaktadır. Yani bu Huraka seriyyesinde, kumandanın Hazreti Üsame
de olduğu Buhari'nin, yine bu seriyyenin hicretin yedi veya sekizinci senesinde vuku

bulduğu da Hâkimin rivayetinden anlaşılmaktadır.

Her ne kadar Buhari bu seriyye ile ilgili özel bir bab açmışsa da, seriyyede Hz.
Üsame'nin kumandanlık yaptığına delalet eden bir hadis rivayet etmemiştir. "Ey
inananlar, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin, size selam
verene, dünya hayatının geçici menfaatini gözeterek -sen müzminlerden değilsin-



demeyin."^ ^ ayet-i kerimesi de bu savaşta inmiştir.^ ^

îbn-i Hişâm'm rivayetine göre Hz. Üsame'nin bu savaşta öldürdüğü adamın ismi
Mirdas b. Nehlik'dir.

Metinde geçen, "La ilahe illallah (sözü) karşısında senin için (yardımcı olabilecek)
kim vardır?" uyarısı "Eğer Lâ ilahe illallah sözü kıyamet gününde bir insan suretine
girerek karşısına çıkarsa o zaman, o kadar güçlü kuvvetli bir düşmanla karşılaşmış
olursun ki hiçbir yaratık seni onun elinden kurtaramaz." anlamında kullanılmıştır.
Rasûl-i zişan efendimiz bu sözüyle kelime-i tevhidin değerini, kafirin ağzından bile
çıkmış bu yüce ifâdeye karşı gösterilecek saygıyı ve sahibine karşı takınılacak tavrı
ifade etmek istemiştir.

Fakat, Hz. Üsame'nin zaten el-Hurakat kabilesini öldürmek üzere gön-dirilmiş olması

ve, "Azabımızı gördükleri zaman iman etmeleri onlara fayda verecek değildir.
âyet-i kerimesine bakarak kelime-i tevhid okumasının o anda müslüman sayıtabümesi
için yeterli olamayacağı zannıyla adamı öldürmüş olması gibi sebeplerle Rasûlullah
(s.a.) kendisini mazur görmüş, onu kısas ya da diyet cezalarından biriyle
cezalandırmaya lüzum görmemiştir. Metinde geçen "daha önce müslüman olmayıp ta
o gün müslü-manlığa yeni girmiş olmamı arzu ettim." temennisi hakkında Kirmanı,
"daha önce müslümanlığa girmemiş olmayı temenni etmek nasıl doğru olabilir?" ve bu
soruyu yine kendisi şöyle cevaplıyor: "Hz. Üsame bu temennisiyle o güne kadar
İslamiyete girmemiş olmayı değil içinde hiçbir günah bulunmayan bir islamî hayat
yaşamış olmayı temenni etmiştir." Üsame'nin temennisi bu büyük cinayetten salim
kalmak içindir. Yani işlemiş olduğu suçun büyüklüğü karşısında, daha önce müslüman
olarak işlediği salih amelleri küçük görmüş gibidir. Üsame (r.a.)'mn bu temennisi
hakikat değil mecazdır. Çünkü hakikatte küfür üzere kalmayı, istemek caiz değildir. O
bu sözle Peygamber (s.a.)'in şiddetli tekdirinden son derece korktuğunu ifade etmiştir.
Hatta bu hadiseden sonra hiç bir müslümanla mukatele etmeyeceğine yemin etmiş;

Sıffm vak'asında Hz. Ali (r.a.)'ye yardım etmemiştir.



Bazı Hükümler



1. Bir kimse şehâdet getirdikten sonra onu katletmek haram olur. Kanının haram
olması için onun şehadet getirmekle ne demek istediğini açıklaması gerekmez, sadece
şehâdet getirmesi yeterlidir.

2. İnsanların fiilleri ve sözleri hakkında zahire göre hükmedilir, içinde sakladığı
sırların hesabı ise Allah'a aittir.

3. Kafirlerin kanını dökmek mubahtır.

4. Müctehid, ictihâdmdaki hatasından dolayı sorumlu değildir.

5. Hataen adam öldürmenin diyeti yoktur. Bu hadis bu görüşte olanların delilidir.

6. Bir müslümanı öldürmek büyük günahlardandır.^^

2644. ...El-Mikdad b.el-Esved'in anlattığına göre kendisi (Hz.Pey-gamber'e);
"Ey Allah'ın Rasûlü! Ben kafirlerden bir adama rastlasam da benimle savaşsa ve
kılıçla vurarak ellerimden birini kesse sonra benden (kaçıp) bir ağaca sığmsa ve -Ben
Allah'a teslim oldum- dese bu sözü söyledikten sonra ben o adamı öldürebilir miyim?
Ne buyurursun?" diye sormuş. Rasûlullah (s.a.) da;



"Onu öldüremezsin" buyurdu. Ben de;

Ey Allah'ın Rasûlü o benim elimi kesti, dedim. Rasûlullah (s. a.) da;

Onu öldüremezsin. Çünkü eğer öldürürsen o, senin onu öldürmeden önceki yerine

geçer. Sen de onun, söylediği o sözü söylemeden önceki yerine geçersin." buyurdu.

r6041



Açıklama

Ehl-i bid'alten olan hariciler ve onların görüşünde olanlar metinde geçen; "...Eğer
öldürürsen, sen de onun o sözü

söylemeden önceki yerine geçersin", anlamındaki cümleleri te'vil ederek, bu
cümlelerin; "Eğer sen onu öldürecek olursan onun şehadet kelimesini öldürmeden
önceki haline düşersin, yani kâfir olursun.*' manasına geldiğini iddia etmişlerdir. Bu
hadis-i şerifi, "Büyük veya küçük günah işleyenlerin kafir olarak ebediyyen
cehennemde kalacağı" yolundaki inançlarına delil olarak gösterirler. Gerçekte bu te'vil
fasit bir te'vîldir. Çünkü metinde geçen sözkonusu cümlenin gerçek anlamı şudur: "O
kimse bu sözü söylemeden önce kafirdi, dolayısıyla kamnı dökmek helaldi. Eğer bu
kelimeyi söyledikten sonra onu öldürecek olursan, bir müslümanı öldürmüş olacağın
için kısas cezasına çarptırılarak senin kanının dökülmesi de helâl olur. Bu bakımdan
onun bu kelimeyi söylemeden önceki durumuna düşmüş olursun." Ya da diğer bir
bakış açısıyla,

"Eğer onu öldürürsen O, sertin onu öldürmeden önceki yerine geçer," cümlesi; "Eğer
onu öldürürsen bir müslümanı öldürmüş olursun. Onu öldürmeden önce nasıl senin
kanını dökmek haram idiyse bu kelimeyi söyledikten sonra aynı şekilde onun kanını
dökmek de haramdır. Bu hususta onun bu kelimeyi söyledikten sonraki haliyle, senin

onu öldürmeden önceki halin arasında en küçük bir fark yoktur." anlamına gelir.
Bazı Hükümler

1. Henüz vukua gelmeyen bir hadisenin hükmünü sormak ve cevap vermek caizdir.

2. "Ben Allah'a teslim oldum" gibi, kelime-i şehadetin yerini tutacak bir sözle veya
benzeri bir işle islam dinine girilmiş olur.

3. Hüküm zahire göre verilir.

Secdeye Sığınan Bir Kimseyi Öldürmek Yasaktır

2645. ...Cerir b. Abdillah'dan demiştir ki: Rasûlullah (s.a.)Has' am kabilesine (baskın
yapmak üzere) bir seriyye gönderdi. O kabileden bazı kimseler (müslümanlann
saldırısından kurtulmak için) secde ederek korunma yoluna başvurdular. Bu (durum)
onları öldürmeyi (daha da) hızlandırdı. (Cerir b. Abdillah rivayetine devam ederek)
dedi ki: Durum Peygamber (s.a.)'e ulaşınca onlar için yarım diyet (Ödenmesini)
emretti ve;

"Ben müşrikler arasında ikamet eden her müslümana uzağım" buyurdu.
Neden ya Rasülallah?" diye sordular.

(Müslümanlarla müşriklerin) "Ateşleri birbirini görmesin", diye cevap verdi.



Ebu Dâvûd der ki: Bu hadisi Ma'mer ile birlikte Hükeym, Halid el-Vasıtî ve bir
topluluk da rivayet ettiler fakat Cerir'den bahsetmediler. ^08]

Açıklama

Müslümanların Has'am kabilesine yaptıkları bu baskın sırasında Has'am kabilesi
içerisinde bazı müslümanlar da bulunuyordu.

Bunlar o zaman henüz müşriklikten kurtulamayan Has'am kabilesi içerisinde
hayatlarını sürdürmekteydiler.

Müslümanlar Has'am kabilesi üzerine ani bir baskın yapınca o kabile arasında
yaşamakta olan müslümanlar, bu saldırıdan canlarını kurtarabilmek için hemen
secdeye kapandılar. Bu hareketleriyle kendilerinin de müslüman olduklarını
müslümanlara isbat etmek ve dolayısıyla canlarını kurtarmak istiyorlardı. Fakat
müslümanlar onların bu hareketine hiç iltifat etmeden hepsini kılıçtan geçirdiler.
Hz. Peygamber, bu hadiseyi öğrenince bu çarpışmada öldürülen müslümanlann
varislerine yarım diyet ödenmesini emretti.

Hz. Peygamberin onlar için tam diyet değil de yarım diyet ödetmesinin sebebi ulemâ
arasında ihtilaf konusu olmuştur. îbn Kayyım el-Cevzi'ye göre bu sebebi açıklama
yolunda ileri sürülen en güzel fikir şudur: "Çünkü Hz. Peygamber, müslümanlarm
diyar-ı küfür ülkesinde yaşamaya devam etmişler ve bu tutumlarıyla da kendilerinin
Öldürülmelerine bir nevi yardımcı olmuşlar ve dolayısıyla bir başkasıyla

yardımlaşarak kendisini öldüren bir kimsenin durumuna düşmüşlerdir. "

Nasıl ki başkalarıyla anlaşarak canına kıyan kimse için sadece yarım diyet takdir

edilirse bu kimselere de aynı şekilde yarım diyet takdir edilmiştir.

Müslüman mücâhidlerin, secde ederken görmelerine rağmen gene de onları

öldürmelerinin sebebi ise, secde etmenin sadece müslümanlara a bir fiil

olmadığındandır. Bilindiği gibi kafirler de büyüklerinin ve ta'zim v rini arzetmek veya

selamlamak istedikleri kişilerin önünde secdeye kapanırlar. Bu sebeple müslüman

mücahidler onların secdeye varmış olmalarına hiç iltifat etmeden onları kılıçtan

geçirdiler.

Metinde geçen, Ben müşrikler arasında ikamet eden her mü si umandan uzağını",
cümlesi; "Müşrikler arasında ikamet eden müslümanlara yardımcı olamam", anlamına
gelebildiği gibi "Artık bu hadiseden sonra katledilenlere diyet ödetmem," anlamına da

gelebilir.

"Müşriklerle müslümanlarm ateşleri birbirini görmesin!" anlamındaki cümle ise
birbirine komşu olan iki ev halkında, "Şu iki ev birbirine bakıyor" denilmesi
kabilinden mecazi bir anlam taşımaktadır. "Bir müs-lümanla bir müşriğin evi birinin
yaktığı ateşi diğerinin görebileceği şekilde yakın olmamalıdır." anlamında
kullanılmıştır ki, müslümanlarm müşrik diyarından müslüman ülkelerine göç

etmelerinin lüzumunu ifade etmek için söylenmiştir.^ ^
Bazı Hükümler



1. Müslümanlar esir bile olsalar müşriklerin ellerinden kurtulma imkam buldukları
takdirde orada ikamet etmeleri kendileri için helal olamaz. Hattabi'nin açıklamasına



göre müşriklerin elinde bulunan bir esir İslam ülkesine kaçmamak üzere yemin ederek
müşriklere söz vermiş bile olsa yine de fırsatını bulunca oradan İslam ülkesine
kaçması gerekir. Eğer bu yemini kendisine müşrikler zorla yaptırmışlarsa, bu yemini
bozduğundan dolayı kendisine keffaret de lazım gelmez. Fakat kendi arzusuyla yemin
etmişse o zaman yeminini bozduğundan dolayı keffaretini ödemesi gerekir. Çünkü
Rasûl-i zîşân efendimiz; "Kim bir işe yemin eder de sonra aksine hareket etmenin
daha hayırlı olduğunu anlarsa, hayırlı gördüğü işi yapar, sonra yemininin keffaretini

öder." buyurmuştur. ^ - ^

2. Secde sadece müslümanlara mahsus bir alâmet değildir.

3. Allahü Teâlâ küfür ülkesiyle İslam ülkesini kesinlikle birbirinden ayırmıştır.



^ el-Bedâyi VII, 97; Fethu'l-kadir IV, 276; ed-Dürrü'l-muhtar III, 273.

Ol

1 — 'et-Tevbe (9), 41.
01

1-1 el-Tevbe (9), 111.
£41

Hâsiyet-üş Şerkâvî II, 391.

^ bk. Züheylî Vehbe, el-Fıkhu'l-İslamî II, 448.
[61

et-tevbe (9), 29.

LU

1-1 et-Tevbe (9), 36.
^ el-Hucûrât (49), 15.
[21

Mişkatu'l-Mesâbih, II, 355.
Müslim, iman 20.

[11]

1 — 1 Ahmed b. Hanbel, VI, 387.
^ Bk. Aclûnî, Keşm'l-hafa, I, 425.
^ ^ Tirmizî, cihâd 2.

r 141

bk. Ansiklopedik Büyük islam ilmihali, 104, 105.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/435-437.

H51

Buhârî, zekât 36, hibe 35, menakıb'ül-ensar 45, edeb 95; Müslim, imâre 87; Nesâî bey'at 1 1 ; Ahmed b. Hanbel, III, 14.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/437.
£161

Muhammed suresi (47), 35.

r 1 7i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/438.

r ı sı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/438.

r 1 9i

1 1 Müslim, el-birr 78; Ahmed b. Hahbel, VI, 58, 222.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/438-439.
[201

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/439.

011

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/439.

021

Darimî, siyer 70, Ahmed b. Hanbel, VI, 99.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/440.



OH

el-En'âm(6), 158.

[24J

bk. Buhari, fıten 25.

[251

1 — L en-Nisâ(4), 100.
[261

bk. el-Hattabi, Mealim'üs-sünen, III, 8.

[271

1 — 1 Ahmed b. Hanbel, V, 270.
[281

bk. S. Ateş, Kur'an-ı Kerim'in Yüce Meali ve Çağdaş Tefsiri, I, 619, 620.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/440-442.
[291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/442.

[M

Buhâri, Sayd 10; Cihad I, 127, 194; menakib'ül-ensâr 45; meğazî 53; Müslim, imâre .58; TIrmizî, siyer 33; Nesâî, bey'at 15; Ibn Mâce, keffarat 12;
Dârimî, siyer 69; Ahmed b. Hanbel, 1, 226, 266, 316, 355; II, 215; III, 22, 401, 430, 431, 467, 469; V, 71, 187; VI, 466.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/442.
[311

1 — 1 en-Nisa (4) 97.
[321

bk. Nesâî, zekât 73; îbn Mâce, hudûd 2; Ahmed b. Hanbel, V, 4, 5.

[331

bk. 2645 numaralı hadis.

[341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/442-444.

[351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/444.

[361

Buhâri, iman, 4, 5; rikâk 26; Müslim, iman 64, 65; Tirmizi, kıyâme 52; imân 12, Nesâi, iman, 8, 9, 11; Dârimî, rikak 4, 8; Ahmed b. Hanbel, II,
160, 163, 187, 191, 192, 195, 205, 206, 209, 212, 215, 224, 379; III, 154, 372, 440; IV,. 1 14, 385, VI, 21, 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/444-445.

[371

bk. Müslim, imân 107, 108.

[3J1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/445-446.

[391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/446.

[401

1 — 1 Ahmed b. Hanbel, II, 84, 199, 209.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/446-447.

[411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/447-448.

^ Ahmed b. Hanbel, V, 33, 288.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/448.

[431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/449.

[441

Buhârî, i'tisâm 10; Müslim, iman 247; Imare 170, 173, 174; Tirnıizî, fıten 27, 51; Ibn Mace, mukaddime 1; fıten 9; Ahmed b. Hanbel, V, 34,269,
278,279.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/449.
T451

1 1 Müslim, fiten 177.

[461

bk. Müslim, fiten 110; Tirmizi, fiten 59; Ibn Mace, fiten, 33.

[471

bk. Müslim, imâre 176.

[481

bk. Davudoğlu A., Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, II, 122, 123.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/450-452.

[491

Buhârî, cihad, 2, rikak 34; Müslim, imâre 122, 123, 127; Tirmizi, fezail'ül-cihad, " 24; Nesaî, zekal 74; Cihad 7; Ibn Mace, fıten 13; Darimî, cihad
6; Ahmed b. HanbelT, 237, 319, 322; II, 443; III, 16, 37, 56, 77, 461, 477, IV, 234.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/452-453.

[501

bk. Davudoğlu A., Saih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, IX, 85.

^ Tirmizî, kıyâme 55; İbn Mâce, fıten 23; Ahmed b. Hanbel, II, 43; V, 365.
[521

bk. Molla Mehmetoğlu O.Z., Sünen-i Tirmizî Tercemesi, IV, 42 (H. No. 2255).
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/453-454.

[İH

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/454-455.

[541

bk. Mütercim Asım Efendi, TercümetüT-kamus. I, 483.



[551

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/455.

^ Ahmed b. Hanbel, II, 174.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/455-456.

[571

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/456.

[581

Sâdece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/456-457.

[591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/457-458.

[601

Kütübi Sitte içinde sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/458-459.
[61]

bk. el-Azîmâbâdî, Avnü'l-ma'bud, VII, 166.

[621

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/459-460.

[«I . ■

Concordance bu bab'a numara vermemiştir.

[641

Buhârî, tabir 12, cihad 3, 7, 63, 75, isti'zan 41; Müslim, imâre 160, 161; Tinnizi, fedailü'l-cihad 15; Nesai, cihad 40; Ibn Mace, cihad 10; Darimî,
cihad 28; Mu vat ta, cihad 39; Ahmed b. Hanbel, III, 243, 264, VI, 361, 423, 435.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/460-461.
[651

Müslim, imâre 165.
^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/461-462.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/463.

[681

Buhârî, ta'bir 12; cihad 3, 7, 63, 74; isti'zân 41; Müslim, imâre 160, 161; Tinnizi, fedailü'l-cihad 15; Nesai, cihad 40, Ibn Mace, cihad 10; Dârimî,
cihad 28, Muvatta, cihad 39; Ahmed b. Hanbel, III, 243, 264; VI, 361r 423, 435.
[691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/463-464.
^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/464.



bk. Abdünezzak, el-Musannef, V; 285.

[721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/465.

[731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/465-466.

[741

Beyhaki, es-Sünenü'l-kübrâ, IV, 335.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/466.

^en-Nahl (16), 15.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/466-467.

[771

Müslim, imare J03, Nesai, cihad 14, iman 24; Ibn Mace, cihad 1.

[78]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/467-468.

[221

1 — 1 el-Hakka (69), 24.

^ et-Tânk (86), 6.
[811

1 — en-Nûr(24), 61.
[821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/468-469.

1831

Müslim, imâre 130.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/469.
[841

bk.MüslimJmare 131.

[851

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/469-470.

[861

1 — 1 Müslim, imare 139; Nesai, cihad 47, 48; Ahmed b. Hanbel, V, 352, 355.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/470-471.

[821

el-Benna AA. el-Fethu'r-rabbani, XIV, 25.

[ŞU

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/471-472.

[891

Müslim, imare 153; Nesâî, cihâd 15; Ibn Mâce, cihad H; Ahmed b. Hanbel, II, 169.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/472-473.
[901

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/473-475.



[91]

1 — 1 Nesâî, cihâd 45; Ahmed b. Hanbel, III, 438.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/475.

1921

bk. Mollamehmetoğlu O.Z., Sünen-i Tirmizi Tercümesi, VI, 8.

^bk. A.g.e. VI, 9.
[941

bk. Buhârî, mevakıt'üs-salat 5; eihad 1, iman 18; tevhid 47, 48, 56; Müslim, iman 137-139; Tirmizi, birr 2;salat 13; Nesaî, mevâkit 51; cihad 17,

18.
[95J

bk. Buhârî, savın 2; Müslim, siyam 161-162.

^ ^ bk. Tirmizi, deâvat 86; İbn Mace, siyam 44.
1971

1 — L bk. ez-Zümer (39), 10.
[981

bk. el-münâvi, Feyzu'l-kadir, II, 365.

[991

Bk. el-Münâvi, Feyzu'l-kadir, II, 365.

rıooı

el-Enlâl (8), 45.

[1011



Azimabâdi, Avnü'l-ma'bud, VII, 176.

no2i



A.g.e.

11031



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/475-477.
H041

Sâdece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/478.

[İM

el-Bakara (2), 249.
^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/478-479.

rıo7i

1 1 Tirmizi, fedailü'l-cihad, 2; Darimi, cihad 32; Ahmed b. Hanbel, IV, 146, 150, 157; VI, 60.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/479.

^ ^ Müslim, vasıyyet 14; Ebû Dâvud, vesâya 14; Tirmizi, ahkâm 36; Ahmed b. Hanbel, II, 372.

rıo9i

Şeyh Halil Ahmed, Bezlu'l-mechud XI, 405.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/479-480.

r ı ıoı

Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/481-483.

mil

Mansur Ali Nasıf, et-Tac, IV, 336.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/483.
[1131

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/483.

[114]

Müslim, imâre 158; Nesai, cihad 2; Darimi, cihad 25; Ahmed b. Hanbel, II, 374.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/484.

n ısı



Suyuti e-Camiu's-sağir, II, 175.

[1161



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/484.

mu



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/485.

n ısı



İbn Mâce, cihad 5; Darimi, cihad 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/485.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/486.
[İM

Nesai, cihad 1; Dârimi, cihâd 38; Ahmed b. Hanbel, III, 124, 153, 251.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/486.

et-Tevbe (9), 89.

[1221

Davudoğlu Ahmed, Selâmet Yollan, IV, 91.
[1231 „

1 1 Al-i İmrân (3), 187.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/486-487.
el-Tevbe (9), 39.
et-Tevbe (9), 120.

ri271

1 1 bk. et-Tevbe (9), 121.



[128]

et-Tevbe (9), 122.

r 1291

Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/487-488.

f!301

bk. Yazır, Hak Dini, Kur'an Dili, IV, 2544.

ri3iı

1 1 et-Tevbe (9), 120.

[132]

et-Tevbe (9), 122.

r i33i

1 1 et-Tevbe (9), 39.

^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/488-489.
[135]

et-Tevbe (9), 39.

[136]

Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/489-490.

^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/490.
[138]

1 L en-Nisa(4), 95.

[139]

Buharı, tefsir; Nisa 18; Cihad31; Müslim, imare 141; Ahmedb. Hanbel, V, 190, 191.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/490-492.

el-Feth (48), 15, 17.

[141]

1 L en-Nisâ(4), 95.

r 1421

bk. Ateş Süleyman, Kur'an-ı Kerim'in Yüce Meali ve Çağdaş Tefsir, I, 615, 617.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/492.
H431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/492-493.

[144]

Buhâri, cihâd 35, meğâzî 81; Müslim, imâre 159; Ibn Mâce, cihâd 6; Ahmed b. Hanbel, III, 103, 160, 182, 214, 300, 341.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/493.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/494.
H461

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/494.



[147]

Buhâri, cihad 38; Müslim, imare 135-136; Tirmizî, fedâil 6; Nesaî, cihad 44; Darimi, cihad 26; Ahmed b. Hanbel, I, 20, 53; IV, 115, 117; V,
192, 193,234.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/494-495.
T 1481

bk. Müslim, imare 138.

[149] .

bk. Ibn Hacer, Fethu'l-Bari, VI, 390.

ri501

Buhan, rikak 31; tevhid 35; Müslim, iman 203, 204, 206, 207, 209; Tirmizî, sûre 6/10; Ahmed b. Hanbel, i, 227, 279; II, 149.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/495-496.
T 1521

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/496.

Müslim, imâre 138.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/496-497.
[1541



Koksal M. Asım, İslam Tarihi, VI, 15.

[155]



Koksal M. Asım, islam Tarihi, VI, 16.

[1561



AliyyuT-kâri, Mirkatü'I-Mefâîtih, IV, 173.

[1571



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/497.

[1581



Ahmed b. Hanbel, 11,302.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/497-498.

[159]

bk. Ahmed Rıfat, Tasviri ahlâk 34.

H601

1 1 el-Leyl (92), 8-11.

[1611

et-Teğâbûn (64), 16.

ri621

Erdem H. Hüsnü, Riya Zu's-Salihin Tercemesi, I, 584.



[163]

bk. Ahmet Rıfat, Tasviri ahlâk 4 1 .

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/498.
[1651

1 1 el-Bakara (2), 195.

11661

1 1 el-Bakara (2), 195.

[167]

Tirmizî, tefsiru'l-kur'ân, 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/499-500.

ri681

el-Bakara (2), 216.

Âl-i İmrân (3), 169, 170.

11701

1 1 et-Tevbe (9), 39, 40.

[1711

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/500-501.

r 1721

Müslim, imâre 169; Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 18; Nesâî, hayl 8; Ibn Mâce, cihâd 19; Darimi. Clhâd 14.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/502.

'"^el-Enfâl (8), 60.
H741

Bk. Aliyyü' 1 -kari, Mirkat'ül-mefâtih, IV, 205; el-Mübârek fûri, Tuhfetü'l-Ahvezi,

H751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/503-504.
^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınlan: 9/504.



[177]

el-Enfâl (8), 60.

[178]

Müslim, imâre 167; Tirmizi, tefsir-sure 8; Ibn Mâce, cihad 19; Dârimi, cihâd 14; Alımed b. Han bel, V, 157.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/504-505.
11791

1 1 el-Enfâl (8), 60.

r 1 8oı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/505.

[181]

Nesaî, cihad 46, bey'a 29; Darimi, cihad 24; Muvatta, cihad 43; Ahmed b. Hanbel, V, 234.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/506.

[182]

Aliyü'l-kari, AynüT-ilm ve Zeynü'l-hılm, II, 85, 86.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/506-508.

^ ^ Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/508-509.

[184]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/509.

r 1 85i

Concordancc bu bab'a numara vermemiştir.

11861

Buharı, ilim 45; cihad 15; humus 10; tevhid 28; Müslim imare 149, 151; Nesai, cihad 21; Ibn Mace, cihad 13; Alımed b. Hanbel, IV, 392, 397,
402,405,417.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/509-510.
[187]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/510-51 1.

[188]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/5 1 1 .

[1891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/5 1 1 .

[1901

Beyhakî, es-Sünemı' 1 -kübrâ, IX, 168.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/51 1-512.

[191]

el-Hadîd (57), 20.

[192]

et-Tekâsür(102), 1.

[1931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/512-513.
[1941 . .

1 L A1-İ Imrân(3), 169.

[1951

Müslim, imâre 121; Tirmizi, tefsir sûre III, 19; Fedai]'iil-cihâd 13; tbn Mâce, cenâiz 4; Darimi, cihâd 18; Ibn Mace, cihad 16; Ahmed b. Hanbel,
I, 266; VI, 386.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/513-514.
bk. tbn Mace, cihad, 16.



[197]

bk. Nesai, cenâiz 117; Ibn Mâce, zühd 22; Muvatta, cenâiz 49; Ahmed b. Hanbel, III, 455, 456, 460.
'-^ bk. Kurtûbi, el-Cami'l-ahkami'l-Kur'ân II, 173., IV, 269.

ri99i

bk. Davudoğlu A., Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi IX, 82, 83.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/514-516.

r2ooı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/516.

Ahmed b. Hanbel, V, 58.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/516.
T2021

1 et-Tekvîr(81), 17.

el-Hadid (57), 19.

bk. Fahri Razi, et-Tefsiru'l-kebir XXIX, 232.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/516-517.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/518.
bk. el-Münavi, Feyzu'l-kadir, VI, 462.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/518-519.

' Sâdece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/519.

^'"1 bk. İslam Ansiklopedisi, IX, 153.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/519-520.
T2121

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/520.

[213]

Şu'be, metinde geçen ve orucu anlamına gelen "savmihi" kelimesinde şüphe etti.

[214]

1 1 Nesâî, cenaiz 77; Ahmed b. Hanbel, III, 500; IV, 219.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/520-521.
r2151

1 1 Ahmed b. Hanbel, I, 163.

^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/521-522.
[217]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/522.

1 1 Ahmed b. Hanbel, V, 413.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/523.
[219]

1 1 el-Bakara (2), 198.

[2201



[203]
[204]
[205]
[206]
[207]
[208]

[2091



bk. Müslim, cihâd 132.

f2211



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/524-525.

T2221



1 Ahmed b. Hanbel, II, 174.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/526.
[2231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/526-527.

[224]

Hâkim, el-Müstedrek, II, 1 12; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, VI, 331.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/527-528.

Bk. Aliyyu'l-kari, MirkatuT-Mefatih, IV, 193.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/528-529.

[226]

Nesâî, bey'ât 10; Ibn Mâce, Cihâd 13; Ahmed b. Hanbel, II, 160, 194, 198, 204.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/7.
[2271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/7-8.

[2281

Buhârî, cihad 138, Edeb 3; Tirmizi cihâd 2; Müslim, bin- 5; Ahmed b. Hanbel, II, 165, 172, 188, 193, 197, 221.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/8.
[2291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/9.

[2301

Hakim, el-Müstedrek, II, 103; Beyhâkî, es-Sünenu'l-kübrâ, IX, 29.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/9-10.
[2311

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/10.



[2321

Buharı, cihâd 37; Müslim, cihâd 135; Tirmizi, siyer 22; Ahmed b. Hanbel, VI, I, 224, 463; V, 271; VI, 380.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/10-1 1.
[2331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/11.

[2341

Beyhâkî, es-Sünenü' 1 -kübrâ, IX, 156.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/12.
[2351

bk. Ahmed Naim, Tecrid Tercemesi, I, 52 (Hadis No: 41).

[2361

Aliyyü'l-kâri, Mirkât, IV, 183.

[2371

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/12-14.

[2381

1 1 Beyhâkî, es-Sünenu' 1 -kübrâ, III, 121; IX, 159.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/14.

[2391

Birgivi, Şerhu'l-hadis'il-erbain s. 117.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/14-15.

Hâkim, el-Müstedrek, III, 48; Beyhâkî, es-Sünenu' 1 -kübrâ, IX, 172.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/15-16.
[2421

Bilmen O. Nasuhi, Hukuk-i Islamlyye III, 359.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/16-17.

Ahmed b. Hanbel, V, 288.

[2441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/17-18.

[2451

Müslim, fıten 131.

[2461

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/18-19.

[2471

1 1 Ahmed b. Hanbel, I, 416.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/20.
[2481

bk. Davudoğlu Ahmed, Ibn Abidin Terceme ve Şerhi, VIII, 381.

[2491

el-Bakara (2), 207.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/20-21.

^ ^ Beyhâkî, es-Sünenu'l-kübrâ, IX, 167.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/22-23.

bk. Ahmed b. Hanbel, IV, 204, 205.

[2531

el-Mütteki, Kenz'ul-ummal, IV, 285.

[2541

bk. Buhârî, cihâd 2; Müslim, imâre 110; Nesâî, cihâd 1.

[2551

1 1 Ahmed b. Hanbel, V, 266.

[2561

bk. Buharî, ilim 145; Müslim, Imâre 149, 151; Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 16.

[2571

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/23-24.

[2581

Buhârî, meğazî 38; edeb 90, diyât 17; Müslim, cihâd, 123, 124; Ahmed b. Hanbel, V, 266.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/24-25.

[2591

bk. Müslim, cihâd 123.

[2601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/25.

Beyhâkî, es-Sünenu'l-kübrâ, VIII, 110.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/26.

[2621

bk. Şimşek Sâid, İslam Devletler Hukuku, I, 117.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/26-27.
[2631

Darımı, salat 9.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/27.
[2641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/28.

[2651

Tirmizî, fedailu'l-cihâd 17; Nesâî, cihad 25; tbn Mâce, cihad 15; Darimi, cihâd 5; Ahmed b. Hanbel, II, 442, 524; IV, 387; V, 230, 235, 244.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/28-29.



[266]
[267]

[268]
[269]

[270]



bk. AIiyyu'1-kârî, Mirkâtu'l-Mefatih, IV, 185.
et-Tevbe (9), 34.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/29-30.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/30.

1 Ahmed b. Hanbel, IV, 184; Beyhâkî, es-Sünenu'I-kübrâ, VI, 331.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/31.

1 1 el-Bakara (2), 180.

T2721

bk. Miras Kâmil, Tecrid Tercemesi, VIII, 360.

T2731

bk. Miras Kâmil, Tecrid Tercemesi, V, 361.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/3 1-32.

[274]

Nesâî, hayl 3; Ahmed b. Hanbel, IV, 345.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/32-33.
T2751

1 1 bk. Ahmed b. Hanbel, IV. 345.

[276]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/33.

T2771

Beyhâkî, es-SünenuT-kübrâ, VI, 330.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/33-34.

[278]

bk. Şimşek Saıd, İslam Devletler Hukuku 1, 100.

T2791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/34.

T2801

Tirmizi, cihad 20; Ahmed b. Hanbel, I, 272.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/34-35.

^ ^ Tirmizi, cihad 20.

Şimşek Said a.g.e. I, 100.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/35.
Concordance bu bab'a numara vermemiştir.

' Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/35-36.

T2861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/36.

[287]

Müslim, imâre 101, 102; Tirmizi, cihâd, 21; Nesaî, hayl 4; Ibn Mâce, cihâd 14; Ahmed b. Hanbel, II, 250, 436, 461, 476.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/36-37.

T2881

Aliyyü'l-kâri, Mirkatü'l-mefâtih, IV, 204.

T2891

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/37.

[2901

Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/38.
T2911

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/38.

T2921

Müslim, hayl 79, 90; fedâil 68; Ibn Mâce, tahâre 23; Dârimi, vudû' 5, 72; Ahmed b. Hanbel, I, 204, 205.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/39.
T2931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/40.

[294]

Buhari, müsakât 9; mezalim 23; edeb 27; Müslim, selâm 153; cihâd 44; tbn Mâce, edeb 8; Muvatta, sıfatünnebiyy 23; Ahmed b. Hanbel, II, 222,
375, 517; IV, 175.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/40-41.
[295]

Buhari, sayd 7; bed'ül-halk 1; Müslim, hacc 71, 73; Tirmizi, hacc 21; menasik 1 16, 117; Ahmed b. Hanbel, I, 257.

[296]

bk. Davudoğlu Ahmed, Sahih-1 Müslim tercüme ve şerhi IX, 703.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/41.
f2971

Concordance'da bu bab'a numara verilmemiştir.

T2981

Sadece Ebu Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/42.



[282]
[283]
[284]
[285"



12991

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/42.

T3001

Buhari, cihad, 139; Müslim, Libas 105; Muvatta', sıfatünnebiyyi 39; Ahmed b. Hanbel; V, 216.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/43.

[30U

bk. Bezlü'l-mechud, XII, 51.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/43-44.

T3021

Concordance'da bu bab'a numara verilmemiştir.

T3031

Nesaî, hayl 3, Ahmed b. Hanbel, IV, 345.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/45.

[304]

bk. Buhari, cihâd 48; Müsâkât 12; menâkıb 28; Tefsir sûre (99) I, i'tisâm 24; Müslim, zekât 24; Ibn Mâce, cihad 104; Muvatta cihâd 3; Ahmed b.
Hanbel, 1,395; IV, 69; V, 381.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/45-46.
T3051

Buhari, cihâd 139; Müslim, libâs 103; Tilmizi, cihâd 25; Dârimi isti'zân 44; Ahmed b. Hanbel, 11, 263, 311, 327, 343, 383, 444.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/46-47.
T3061



bk. el-Azîzı, es-Siracü'l-Münir III, 430.

T3071



' bk. Şimşek Sâid islam Devletler Hukuku, 104, 105.
13081



Mubârekfurî, Tuhfetü'l-ahvezi, V, 359.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/47-48.

T3091



' Müslim, libâs 104; Tilmizi, cihad 25; Nesai, zîne 54; Darimi, isti'zân 44; Ahmed b. Hanbel, II, 263, 311, 327, 343, 385, 392, 414, 444, 476; VI,
242, 327, 426.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/48-49.
[3M

bk. Müslim, libas 8 1 .

T3111



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/49.

T3121



bk. Buharı, cihad 81, Müslim, libas 104; Ahmed b. Hanbel, II, 366. 372.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/49.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/50.
13141

Tirmizi, etime 24; Nesaî, dahaya 43, 44; Ibn Mace, zebaih 11; Muvatta, edahi 28; Ahmed b. Hanbel, I, 219, 226, 241, 253, 321, 339.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/50.

13151

bk. Mübârekffiri, Tuhfetü'l-ahvezi V, 549, 550.



f3 161

Bilmen 0. N., Büyük islam ilmihali s. 417.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/50-52.

bk. Ebû Dâvud, et'ime. 24, 33, eşribe 14; Tirmizi, et'ime 24; Nesâî, dahaya 43, 44; Ibn Mâce, zebâih 1 1; Muvatta, edahî, 28; Ahmed b. Hanbel, I,
219,226,241,253,321,339.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/52.
13181

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/52.

[3191

Buhari, cihad 46, Müslim, iman 48, 49; Nesâî, hac 228, 229.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/52-53.

13201

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/53.

13211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/53.

f3221

Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/53-54.

13231

bk. Koksal A. Hz. Muhammed (a.s.) VI, 20.

T3241

1 L bk. A.g.e. s.24.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/54-55.
[3251

Müslim, birr 80, 81; Dârimi, isti'zân 45; Ahmed b. Hanbel, IV, 429, 431.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/55-56.
13261

bk. 4905 numaralı hadis Tirmizi, birr 48.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/56.

^ ^ Tirmizi, cihâd 30.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/57.



[331]
[332]
[333]
[334]
[335]
[336]
[337]



T3281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/57.

T3291

Buhârî, zebâih 35; Libâs 22; Müslim, libas 111; Ibn Mâce Libâs 4, 109, 110; Ahmed b. Hanbel, IH, 171, 254, 259.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/58.
T3301

bk. Buhârî, zebâih 35.
bk. Buhârî, libâs 22.

bk. Buhârî, cihâd 149; Tirmizî, siyer 20; Ahmed b. Hanbel, II, 307, 338, 453.
bk. Buharı, zebâih 25; Nesâî, Dahaya 41; Dârimi, edahi 13.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/58-59.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/59.
Concordance'da bu bab'a numara verilmemiştir.

' Müslim, libâs 107; Ahmed b. Hanbel, III, IV, 323.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/60.

T3381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/60-61.

T3391

Ahmed b. Hanbel, I, 98, 100, 108; Nesâî, hayl 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/61.
T3401

1 1 en-Nahl(16), 8.

[3411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/62.

[3421

Müslim, fedâil 65; Ibn Mâce, edeb 47; Ahmed b. Hanbel, 1, 203.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/63.

[34ü

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/63-64.

13441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/64.

f3451

Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/64.
[3461



1 bk. Avnü'l-mâbûd VII, 235.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/65.
13471

Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/65-66.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/66.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/67.

' Müslim, imâre 178; Tirmizi, edeb 75; Ahmed b. Hanbel, II, 337, 378; III, 305, 382.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/67.
[3521



[34J]
13491
[350]
[351"



bk. Müslim, imâre 178.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/67-68.
[353]

Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/68.
[354]

bk. Bilmen O. N. Büyük islam ilmihali s. 173.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/68.

T3551

Concordance bu bab'a numara vermemiştir.

T3561

Beyhâkî, es-Sünenu'l-kübrâ, V, 256; Hakim el-Müstedrek, I, 445.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/69.
[3571



bk. Buhârî, teheccüd 14; Müslim, musafirin 168, 170.

T3581



'Hûd(U), 81.
[3591



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/69-70.
T3601

Buhari, libâs 100; Tirmizi, edeb 25; Ahmed b. Hanbel, III, 32.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/70.
£361



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/70-71.

3621



Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.

13631



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/71-72.

[364]



bk. Nesâî, dahaya 42, sayd 34; Dârimi, edahi 16; Ahmed b. Hanbel, II, 166, 197, 210; IV, 389.

T3651



bk. Bezlül-raechûd XII, 72.

T3661



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/72.

T3671



Tirmizi, cihad 66; Nesâîhayl 14; Ibn mâce, cihâd 44; Ahmed b. Hanbel, II, 256, 358, 425, 474.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/73.
f3681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/73-74.

[3691

Buharı, cihâd 56, 57; i'tisâm 16; Müslim, imâre 95; Tirmizi, cihad 22; Nesâî, hayl 12, 13; îbn Mlâce, cihad 44; Muvatta, cihâd 45; Dârimi, cihad
35; Ahmed b. Hanbel, II, 5, 56.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/74.
T3701

1 1 bk. Mübarekffirî, Tuhfetü'l-ahvezî V, 350, 351.

bk. Davudoğlu Ahmed, Selâmet Yollan, IV, 157.

[3721

bk. Mubârekfürî, TuhfetuT-ahvezi, V, 251.

[3731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/74-76.

[3741

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/76.

Ibn Mâce, cihâd 44.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/77.

r->-7/'1

1 1 Ahmed b. Hanbel, II, 157.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/77.
[3771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/77.
f3781 .

1 1 Ibn Mace, nikah 50; Ahmed b. Hanbel, VI, 39, 139, 182, 261, 280.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/78.
[3791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/78.

[3801

Ibn Mace, cihad 44; Dârimi, cihad 62; Ahmed b. Hanbel, II, 505.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/79.

bk. Bezlü'l-mechud XII, 79.

[3821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/79-80.

[3831

Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.

[3841

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/81.

[3851

Ebû Dâvud, zekât 9; Tirmizi, nikâh 30; Nesâî, nikâh 60; hayl 15, 16; Ahmed b. Hanbel, II, 59, 180, 215, 216; III, 162, 197.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/81-82.
[3861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/82.

[3871

1 1 Beyhâkî, es-Sünenu'l-kübra, X, 121, IV, 429, 439, 443.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/82.
[3881

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/83.

[3891

Tirmizi, cihâd 1 6; Nesaî, zine 119; Darimi, siyer 2 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/83.
[3901

bk. Azimâbâdi Avnü'l-mabud VII, 248.

[391]

bk. Sehârenfüri, Bezlu'l-mechûd XII, 83.

T3921

1 L bk. Kamîl Miras, Tecrid Tercem esi, IV, 287; XII, 108.

[3931

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/83-84.



[394]

Tirmizi, cihad 16; Nesai, zine 119; Dârimî, siyer 21.

[3951

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/84.



[3961

bk. Azimâbâdî, Avnü'l-ma'bûd VII, 249.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/84-85.
[3971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/85.

[398]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/85.

T3991

Buhârî, salât 66, 67; Müslim, birr 122; Ahmed b. Hanbel, III, 350.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/86.

r4ooı

bk. Mütercim Asım Efendi, Okyanus III, 356.

[401]

bk. Müslim, birr 121.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/86.

f4021



[410]
[411]
[412]
[413]
[414]



Buhari, salat 66, 67; fıten 7; Müslim, birr 124; Ibn Mace, edeb 51; Ahmed b. Hanbel, IV, 397, 400, 410, 418.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/87.

^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/87.
T4041

Tirmizi, fıten 5; Ahmed b. Hanbel, III, 300, 361; V, 62.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/88.

[405]

bk. Mubârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezi VI, 381.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/88.
[4061

Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/89.
[4071

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/89.

" Tirmizi, cihad 1 7; ibn mâce, cihâd 1 8; Ahmed b. Hanbel, III, 449.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/90.
[4091

bk. Ibnü'l-Esir, en-Nihâye, III, 166.

en-Nisâ (4) 171.
el-Enfâl (8), 60.

bk. Tuhfetü'l-ahvezi V, 341.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/90-91.

' Tirmizi, cihad 10; Ahmed b. Hanbel, IV, 297.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/93.

14151

bk. Aliyyii'l-kâri, MirkâdıT-mefâtih IV, 210.
bk. Tarih Deyimleri ve Terimleri I, 47 (alem maddesi).

bk. Ayintabi se'yyid Muhammed Münib, Tercümetü's-siyer'il-kebir, I, 44.
M. Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 249.

bk. A.g.e, 254.

' bk. Seyyid Muhammed Münib, Tercümetü's-siyeri'l kebir 1, 44.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/93-95.

[421]

Tirmizi, cihad 9,10; Nesâi, menâsik 106; Ibn Mâce cihâd 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/95.
T4221

' 1 Beyhâkî, es-Sünenu' 1 -Kübrâ, VI. 293.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/96.

^ ^ 2591 nolu hadis ve İbn Mâce, cihâd, 21; Tirmizi cihâd 10.
[424]

bk. İslam Peygamberi II, 255.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/96.

[425]

Nesâi, cihâd 43; Tirmizi, cihâd 24; Ahmed b. Hanbel V, 198.

[426]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/96-97.

[427]

bk. Münâvî, Feyzü'l-kâdir V, 344.

[4281

bk. Müslim, kader 34.



[416]
[417]
[418]
[419]
T4201



T4291

bk. Münâvj, Feyzü'l-kâdir, I, 82.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/97-98.

[4301

Beyhâkî es-sünenül-kübrâ, VI, 361.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/98.
r4311

bk. Bilmen O. Nasûhi, Hukuk-i Islâmiyye III, 351.

[432]

bk. Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, islam Peygamberi II, 241, 242.

[4331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/98-99.

f4341

Dârimi, siyer 14; Ahmed b. Hanbel V, 46.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/99.

[4351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/99-100.

[4361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/100.

[4371

Ahmed b. Hanbel, V, 65, 289, VI, 377; Tirmizi, cihâd II.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/100.
14381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/101.

[4391

Müslim, hac 425, 426; Nesâî, istiâze 43; Tirmizi, deavat 41; Ibn Mâce, dua 20; Dâri-mi, istizan 42; Muvatta, istizan 34; Ahmed b. Hanbel, I, 256,
300, II, 150,401,433.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/101-102.
T4401

1 1 el-Hadîd, (57) 4.

[441]

bk. Aliyyü'l-kari, Mirkâtü'l-mefâtih III, 1 16-1 17.

[4421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/102.

[4431

bk. ez-Zuhrûf (43), 13,14.

T4441

Müslim, hac 425; Tirmizi, da'vet 46; Ahmed b. Hanbel, II, 144-150.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/103.
[4451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/104.

f4461

1 1 Tirmizi deavât 43; Ibn Mâce, cihâd 24; Ahmed b. Hanbel, II, 7, 25, 38, 136, 358.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/104.

[4471

bk. Ahmed b. Hanbel, II, 87.

T4481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/105.

T4491

Tirmizi, deavât 43; Ibn Mâce, Cihad 24; Ahmed b. Hanbel, II, 7, 25, 36, 138.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/105.
[4501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/105-106.

[451]

ez-Zuhrûf, (43), 13-14.

T4521

Tirmizi, da'vat, 46.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/106-107.
T4531

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/107-108.

T4541

1 1 Ahmed b. Hanbel, II, 132; III, 124.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/108-109.
^Hûd(ll),44.

es-Saffât (37), 79.

[4571

el-Câmi Ii ahkâmil-Kur'ân, XV, 90.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/109.
T4581

1 1 Müslim, eşribe 98; Nesai, mevakıt 45; Ahmed b. Hanbel, II, 12; III. 312, 362,386,395; VI, 1 1.

f4591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/1 10.

T4601

bk. Davudoğlu A, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, IX, 314.
^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/110-111.



[462]

Buhari, cihad 103; Darimi, siyer 2; Ahmed b. Hanbel, III, 455-456; VI, 390.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/111.
[463]

1 1 bk. Avnu'l-ma'bud, VII, 265

[4641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/1 11.

[465]

Ahmed b. Hanbel, I, 154, 155, 156; III, 416, 417, 432; IV, 384, 390, 391; Tirmizi buyu' 6; Ibn Mâce, Ticare, 41.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/112.
[4671

bk. Münâvi, Feyzü'l-kadir, II, 104.

[468]

bk. Mübarekffirî, Tuhfeüil-ahvezi, IV, 403-404; Münziri, et-Tergıb ve't-Terhîb, II, 529-530.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/1 12-113.

T4691

Muvatta, istizan, 35, Tirmizi, cihâd, 4; Ahmed b. Hanbel, II, 186-214.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/1 14.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/1 14.
[471]

Beyhâki, es-Sünenül-Kübrâ, V, 257.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/115.
[4721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/115.

[473]

Beyhâki, es-Sünenül'-Kübrâ, V, 257.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/115-116.
[474]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/1 16.

[475]

Buhari, cihad, 129; Müslim, imâre 93, 94; Ibn Mâce, cihâd 45; Mu vatta, cihâd 7; Ahmed b. Hanbel II, 6,7,10,55,63,128; V, 448.



[476]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/1 16-117.

[4771

bk. Zürkâni, Şerhu'l-Muvatta, III, 287-288.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/117-118.

[4781

Concordance bu baba numara vermemiştir.

[4791

Tirmizi, siyer 7; Ibn Mâce, cihad 25; Darimi, siyer, 4; Ahmed b. Hanbel, I, 294, 299.

[4801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/118-119.

[481]

Pakalm M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, III, 186.

[4821

Gazzali, Ihya-u Ulumiddîn, II, 252, 253.
bk. A.g. yer.

[4841

1 1 et-Tevbe (9), 25.

[4851

bk. Azimâbadi, Avn'ül-mabud. VII, 270.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/119-121.

f4861

Müslim, cihad 3; Tirmizi, siyer 47; Ibn Mâce, 38; Darimi, siyer 8; Ahmed b. Hanbel, V, 352.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/121-123.
f4871

bk. Tumagil A. Reşid, islamiyet ve Milletler Hukuku, 173.
et-Tevbe (9), 29.

T4891

el-Bakara (2), 193.

T4901

en-Nisâ (4), 89.

[4911

1 1 bk. Davudoğlu A. Selâniet Yollan, IV, 103, 104.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/123-125.

[4921

Tirmizi, diyat 14; Siyer 47; Fedailu'l-Kur'an, 17, Ibn Mâce, cihâd 38, Darimi, siyer 5; Muvatta; cihâd 11; Ahmed b. Hanbel, II, 524; IV, 240; V,
352, 358.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/125-126.
T4931

1 1 el-Bakara (2), 190.

T4941

Ahmed b. Hanbel, V, 316, 226

[4951

bk. Bilmen O.N., Hukuki Islamiye, III, 345.



f4961

bk. Turnagil A.Reşid, İslâmiyet ve Milletler Hukuku, 152, 153.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/126-127.
T4971

1 1 el-Bakara (2), 195.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/127-128.
T4981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/128-129.

T4991

el-Haşr (59), 5.

[500]

Buharı, cihâd 154; hars 6; Meğazi 14; Tefsir-Sûre (59) 2; Müslim, cihâd, 29-31; Ibn Mâce, cihâd, 31; Darimi, siyer 22; Ahmed b. Hanbel, II,
8,52,80, 123.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/129-130.
^ * Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/130-13 1.
[502].

Ibn Mâce, cihâd 31; Ahmed b. Hanbel, V, 209.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/131.
T5031

bk. Müslim, sala 9; Tirmizi, siyer 48.

[5041

bk. Koksal Asim, islâm Tarihi, XI, 8, 63.

T5051

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/13 1-132.



^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/132.
T5071

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/133.

^ 5< ^ Müslim, İmâre 145; Ahmed b. Hanbel, 111, 136.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/133.

T5091



M.Hamidullah, islam Peygamberi, II, 275, 276.

[5101



bk. M. Hamiduliah, İslamda Devlet İdaresi, s. 5 1 .

rsın



'bk. A.g.e, s. 189, 190.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/133-134.
T5 121

Tirmizi, buyu, 59.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/135.

en-Nisâ (4), 29.

en-Nisâ (4), 10.

bk. 1 905 numaralı hadis.

bk. 2623 numaralı hadis.

Tefsilat İçin bk. Avnü'l-Ma'bûd, VII, 277-285.

bk. Ibn Mâce, ticâret, 68.

bk. Ahmed b. Hanbel, 1 1-405.

1 Mubârekffiri, Tufetül-ahvezi, IV, 519-520.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/135-137.

[5211



[5141
[5151
[5161
[51U
[518]
[519]
[5201



Nesâi, adabü'l-kudât 2 1 ; İbn Mâce, ticare 67; Ahmed b. Hanbel, VI, 167.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/138.
T5221

bk. 1560 numaralı hadis; ibn Mâce, zekât 23.
bk. Bilmen Ö.N., Hukuki Islâmiyye, IV, 126.

bk. Tirmizi, buyu 54.

bk. Mubârekffiri, Tuhfetü-ahvezİ, IV, 5 1 0-5 1 1 .
bk. A.g.e., s. 51 1.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/138-140.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/140.
Concordance bu baba numara vermemiştir.

" Tirmizi, büyü 54; İbn Mâce, ticâret 67; Ahmed b. Hanbel, V.3 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/141.



[523]
[524]
[525]

[526]
[527]
[528]
[529]
15301



[531]

bk., Büyük islam ilmihali, s, 453-454.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/142-143.
[532]

Buhari, lükata 8; Müslim, lükata 13; Ibn Mâce, ticâre 68; Muvatta, istizan 17; Tirmi-zi, büyü 59; Ahmed b. Hanbel, II, 6, 57.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/143.

[533]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/143-144.

^ 534 ^ bk. Davudoğlu Ahmed, Sahihi Müslim Tercümesi ve Şerhi, VII, 440-442.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/144-145.

en-Nisâ (4), 59.

T5361

Buhâri, tefsir, suret'un-Nisâ, II; Müslim, imâre 3 1 ; Nesâi, bey'at 28.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/145.
T5371

1 1 en-Nisâ (4), 83.

bk. Yazır M. Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, II, 1377.

bk. Aynî, Umdetu' 1 -kâri, c. XVIII, 176.
Yazır M. Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, II, 1374-1375.
bk. 2625 no'lu hadis,
bk. Ayni, Umdetu'l-Kâri, XVIII, 177.

Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim Tercümesi ve Şerhi, VIII, 708.
bk. İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'an'il-azîm, (Beyrut, 1969 Darul Marife), 5 1 8.
Müslim, imâre 58.

İmam Ebu'l-Muin en-Nesefî, "Bahru'l-Kelam fı akaidi ebli'l-îslam" (Konya 1977) s. 179.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/145-148.

[547]

Buhari, ahkâm 4; Ahbarü'l-ahad 1; Meğâzî 59; Müslim, imâre 39, 40; Nesâi, Beyât 34; Ahmed b. Hanbel, I, 82, 94, 164.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/148.

[5481

el-Cum'a (62), 7.

T5491

bk. Hafız Şemsüddin Ibnü'l-Kayyim, Avnü'l-mâ'bûdun Hafiyesi VII, 279-280.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/148-149.

[5501

Buhârî, ahkâm 4; cihâd 108; Tirmizi, cihâd 29; Nesâi bey'at 34; tbn Mâce, cihâd 40; Ahmed b. Hanbel, II, 17, 142.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/149-150.
[551]

1 1 BK. Aynî Umdetii'l-kâri XIV, 22 1 .

bk. a.g.e.

[5531

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/150.

[5541



15381
[5391

[5401
[541]

[5421

[5431
15441
[545]
T5461



1 Ahmed b. Hanbel, III, 110.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/150-151
[555



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/151.

5561



1 Ahmed b. Hanbel, IV, 193.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/152.
[5571



1 bk. Ahmed b. Hanbel, IV, 278, 375.
T5581



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/153.

[5591



'Ahmed b. Hanbel, 111,441.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/153.
T5601

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/153-154.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/154.
T5621

Buhârî, cihâd 1 12, 156; temenni 8; Müslim, cihâd 19, 20; Darimî, siyer 6; Ahmed b. Hanbel, II, 400-526.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/154-155.

[5631

bk. Aynî, Umdetü' 1 -kâri XIV, 274.
el-Enfâl (8), 45-47.



T5651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/155-157.

Tirmizî, deavât 121; Ahmed b. Hanbel, III, 184.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/157.
1567"



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/157-158.

5681



L Buhârî, itk 13; Müslim, cihad 1; Ahmed b. Hanbel, 11-31, 32, 51
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/158-159.
1569"



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/159.
T5701

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/159-160.



[571]

Buhârî, ezan 6; cihâd 102; meğâzi 38; Müslim, salât 9; Tinnizî, siyer 3,48; Muvatta, cihâd48; Dârimi,siyer 9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/160.
[5721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/160-161.

T5731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/161.



T5741

Tirmizî, siyer 2; Ahmed b. Hanbel, III, 448.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/161.

^ ~ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/161.
[5761

Buhârî, cihad 157; Mcnakıb 25; istiâbe 6; Müslim, cihâd 17, 18, zekât 153; Tirmizi, cihâd 5; Ibn Mâce, cihâd 28; Ahmed b. Han bel, I, 81, 90,
113, 126, 131, 134; 11,312,314; III, 224, 297, 308, IV, 387, 459.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/162.

[5771

bk. Müslim, birr 101; Ahmed b. Hanbel, VI, 403, 404, 459, 461.

[5781

Şimşek M.Said Siyer-i kebir I, 135-136.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/162-164.

[5791

Buharı, cihâd 103; Meğâzi 79; Müslim, tevbe 54; Dârimi, siyer 14; Ahmed III, 456,457; IV 387.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/164.
T5801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/164-165.

Ibn Mace, cihâd 30; Ahmed b.Hanbel, IV, 46.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/165.
T5821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/166.

T5831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/166.

T5841

Şimşek Said, Siyer-i Kebîr 1,216.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/166-167.

[5851

Buhârî, imân 17; sâlât 28, zekât 1, cihâd 102, itisâm 2, 28, Müslim, imân 32-36, Tirmizi, tefsir sûre 88, Nesâi, zekât 3; Ibn Mâce, fiten 1-3;
Dârimİ, siyer 10; Ahmedb.Hanbel IV, 8.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/167.
15861

el-Mubârekfüri, Tuhfetii'l-Ahvezî, VII, 333.

15871

1 1 Sâffat, (37) 35.

T5881

1 1 Aynî, Umdetul-kârî, XIV, 215.

T5891

Nevevî, Şerhû Müslîm, I, 205-206.

T5901

Ayrıntılı bilgi için bk. 2682 numarala hadisin şerhi.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/168-170.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/171.

[5921

Buhârî, imân 17; salât 28, zekât 1, cihad 102, 1'tisâm 2,28, Müslim, imân 32,36; Tirmizi, tefsir sûre 88; Nesâî, zekât 3; Nesâî, iman 9,15; Ibn
Mâce, fiten 1-3; Dârİmî, siyer 10; Ahmedb.Hanbel, IV, 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/171.

Aynî, UmdetüT-karî, 125.

T5941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/171-173.
^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/173.
^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/173.



[5971

Buharı, meğazî 45, dlyât 2; Müslim, imân 158; Ibn Mâce, fiten 1; Ahmed b.Hanbel IV, 339; V, 207.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/173-174.



T5981

Edip Eşref, Peygamberimizin ashabı, III, 217.

T5991

1 1 en-Nisa, (4) 99.

reooı

Aynî, Umdetü'l-kârî, XVII, 272.
^Gâfır;85.
[602]

Davudoğlu A.Sahih-i Müslim tercüme ve şerhi I, 400.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/174-175.
T6031

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/176.

^ ^ Buhari, diyar 1, meğazi 12; Müslim, iman 155.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/176-177.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/177.
[6061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/177.

T6071

Bu baba Concordance'da numara verilmiştir.

[608]

Tirmizi, siyer 41; Nesai, kasâme 27.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/177-178.
16091 .

Ibn Kayyim el-Cevzî Avnü'l-mabûd, VII, 304.

T6101

1 1 Sünen-i Nesâî, VIII, 36.

[6U]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/178-179.

T6121

bk. 3274 no'lu hadis.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/179.



96. Savaş Gününde Harpten Kaçmak

97. Küfre Zorlanan Esirin Durumu

98. (Kafirlerin Hesabına) Casusluk Yapan Kimsenin Müslüman Olduğu Ortaya Çıkınca
Nasıl Muamele Yapılır?

99. Zımmi Casusların Durumu

100. Pasaportla İslam Ülkesine Girip Casusluk Yapan Kimselerin Durumu

101. Düşmanla Karşılamak İçin En Uygun Olan Vakit Hangisidir?

102. Düşmanla Savaşırken Sessiz Olmak Tavsiye Edilmiştir.

103. Kişi Savaşta Düşmanla Karşılaşınca (Orduyu Cesaretlendirmek İçin Hayvanından
İnip Düşman Üzerine) Yürüyebilir

104. Savaşta (Düşmana Karşı) Çalım Satmak Caiz Midir?

105. İnsan Eline Düştüğü Düşmanın Kendisini Esir Etmesine Boyun Eğebilir Mi?

106. Pusu Kuran Birlikler

107. (Savaşta) Saflar (ın Düzeni)

108. Düşmanla Karşılaşınca Kılıç Çekmek

109. (Savaştan Önce Taraflardan) İki Kişinin Vuruşması

110. El, Ayak, Kulak, Burun Keserek Cezalandırmak (Müsle) Yasaktır

111. Harpte Kadınları Öldürmek (Yasaktır)

112. Düşmanı Ateşle Yakmanın Keraheti

113. Bir Kimsenin Diğer Bir Kimseye (Hayvanla Kazanacağı Kârın) Yarısı Karşılığında
Yahut Da (Savaştan Elde Edeceği) Ganimet Karşılığında Hayvan Kiraya Vermesi Caizdir

114. Esir Zincir Ve Bukağılarla Bağlanabilir

115. Esirlere Sözlü Hakarette Bulunma, Onları Dövme Ve İtirafa Zorlama

116. Esirin Müslümanlığı Kabule Zorlanması

117. İslâm'ı Telkin Etmeden Esîri Öldürmenin Hükmü

118. Bir Esîri (Elini Kolunu Bağlayıp) Hedef Yaparak Öldürmenin Hükmü

119. Esiri Okla Öldürmenin Hükmü

120. Esir(Ler)i Karşılıksız Olarak Serbest Bırakmanın Hükmü

121. Esirin Mal Karşılığında Serbest Bırakılması (Nın Hükmü)
Hevazin Temsilcilerin İsteklerini Dile Getirişleri:
Peygamberimizin Hevazin Temsilcilerine Teklif Ve Tavsiyesi:
Muhacirlerin Ensar'ın Hisselerini Peygamberimiz İçin Bağışlamaları

Akra B. Habis, Uyeyne B. Hısn Ve Abbas B. Mirdas'ın Hisselerini Bağışlamaktan
Kaçınmaları

122. Ordu Kumandanı Yenmiş Olduğu Düşmanın Toprağında Bir Süre Kalabilir

123. (İki) Esiri Birbirinden Ayırmak

124. Ergenlik Çağına Gelmiş Olan Esirleri Birbirinden Ayırmak Caizdir

125. Müslümanların Elinde Bulunan Bir Mal (Düşmanlarca Gaspedilip) Sonra Tekrar
Ganimet Olarak Müslümanların Eline Geçerse Eski Sahibi O Malı Alabilir Mi?

126. Müşriklere Ait Olup Da Müslümanlara Sığınarak Müslümanlığı Kabul Eden
Kölelerin Durumu

127. (Harpten Sonra İslam Ülkesine Dönmeden Önce) Düşman Toprağında İken
(Ganimetler Arasında Bulunan) Yiyecekleri Yemek Mubahtır

128. Düşman Ülkesinde Yiyecek Az Olduğu Zaman Orada Yağma Yapmak Yasaktır

129. (Ganimet Olarak Ele Geçirilen) Yiyecek Maddelerini Düşman Ülkesinden (İslam
Ülkesine) Götürmek

130. Düşman Ülkesinde (Ganimetlerden Artan) İhtiyaç Fazlası Yiyecekleri Satmanın
Hükmü

131. Bir Mücahidin (Henüz Paylaşılmamış) Ganimet Mallarından Yararlanmasının
Hükmü

132. Ganimetlerin Taksiminden Önce Ganimetler Arasında Bulunan Silahların Savaşta
Kullanılması Caizdir

133. Ganimet Malını Çalmak Büyük Bir Günahtır

134. Bir Kimsenin Ganimetlerden Çaldığı Malın Az Olması Durumunda Devlet



Başkanının Onu Serbest Bırakacağı Ve Eşyasını Yakmayacağı

135. Ganimet Malı Çalan Kimsenin Cezası

Ganimetten Mal Çalan Bir Kimsenin Bu Sucunu Saklamak Yasaktır

136. Seleb Düşmanı Öldürene Verilir

137. Devlet Reisi Uygun Gördüğü Takdirde Bir Gaziye Öldürmüş Olduğu Kafirin Zati
Eşyasını ( Selebini) Vermeyebilir At Ve Silah Da Selebten Sayılır

138. Selebden Hazine İçin Beşte Bir Hisse Ayrılmaz

139. Çökertilmiş Yaralı Bir Düşmanı Öldüren Kimse Onun Selebinin Bir Kısmını Alabilir

140. Ganimetler Dağıtıldıktan Sonra Savaşa Gelen Kimse Ganimetten Bir Pay Alamaz

141. Ganimetten Kadınla Köleye De Pay Verilir

142. (Müslümanların Safında Çarpışan) Bir Müşrike De (Ganîmet Mallarından) Pay
Verilebilir (Mi?)

Açıklama

143. Atlı Mücahitlerin Ganimetlerdeki Payları

143- 144. (Savaşa Katılan) Bir At Içîn (Ganîmetlerden)Bîr Hisse Verileceğini Söyleyen
Kimselerin Delilini Teşkil Eden Hadisi İhtiva Eden Bab

144- 145. Nefel (Gazilere Ganimet Hissesinden Fazla Olarak Verilen Mükafat)

145. Ordu İçerisinden Gönderilen Seriyye Birliklerine Nefel Verilmesi

146. Humusun Nefelden Önce (Ganimetlerden)Avrılması Gerekir Diyenlerin Delillerini
Teşkil Eden Hadisler

147. Seriyye (Baskından) Ele Geçirdiği Ganimetleri Orduya Gönderir

148. Altın, Gümüş Ve (Harp Ülkesine Girince Daha Düşmanla Savaşmadan Önce) İlk (Ele
Geçen) Ganimetlerden Nefel Vermenin Hükmü

149. Devlet Başkanı Ele Geçen Ganimetlerin Bir Kısmını Kendisi İçin Ayırabilir

150. Ahdi Yerine Getirmek

151. Devlet Başkanı (Savaşta Ve) Barışta Kendisine Sığınılan Bir Kalkandır

152. Düşmanla Sulh Yapan Bîr Devlet Başkanının Sulh Süresi Sona Erer Ermez Hemen
Düşman Lkesine Erişmek Ve Düşmana Saldırmak Üzere, Daha Sulh Süresi Sona
Ermeden Önce) Düşmana Doğru Yola Çıkması

153. Kendisiyle Antlaşma Yapılan Kimseye Karşı (Antlaşma Şartlarına) Uygun Hareket
Etmek Ve Kendisine Verilen Söz Ya Da Emana Saygı Göstermek (Gerekir)

154. Elciler

155. Kadının Eman Vermesi

156. Düşmanla Barış Yapmak

157. Kılıklarına Girilerek Ansızın Düşman Üzerine Yapılan Baskın (Hakkında Hadisler)

158. Yolculukta, (Çıkılan) Her Tepe Üzerine Tekbir Getirmek
Açıklama

159. Yasaktan Sonra (Allah Ve Rasûlü Tarafından, Yasaklanan Fiile Tekrar) Dönme
İzni (Verilebilir)

160. Mtijdeci(Ler) Göndermek

161. Müjde Vermek

162. Şükür Secdesi

163. Yoldan Gelen Kimsenin (Evine) Geceleyin Girmesi (Mekruhtur)

164. (Seferden Dönenleri) Karşılamak

165. Savaşta (Sarfetmek Üzere Hazırlanan) Bir Malzemeyi Vaz Geçilince Onu (Yine Allah
Yolunda) Bir Savaşta Harcamak Müstehaptır

166. Yolculuktan Dönünce Namaz Kılmak

167. Hisselerin (Ayırdetme) Ücreti

168. Savaşta Ticaret Yapmak

169. Düşman Ülkesine Silah Götürmek

170. Sirk Ülkesinde İkamet Etmek



96. Savaş Gününde Harpten Kaçmak



2646. ...îbn Abbas (r.a.)'dan demiştir ki: "...Eğer sizden sabreden yirmi kişi olsa

(onlar) ikiyüz kafiri yenerler..."^ (ayeti) indi (ğinde), Allah (bu ayetle) bir
müslümanm on kafirden kaçmamasını müslümanlara farz kılınca bu (durum)
müslümanlara (çok) ağır geldi. Sonra (Allah'dan) hafifletmek (üzere başka bir ayet)

[21

geldi (Allah Teâlâ bu ayetinde); "Şimdi Allah sizden (yükü) hafifletti... " J — buyurdu.
(Ravi) Ebû Tevbe (inen bu ayeti bildirmek maksadıyla başından itibaren) "İkiyüz

(kafiri) yenerler.' ,J — 1 cümlesine kadar okudu. (Ibn Abbas rivayetine devam ederek)
dedi ki: "Allah, onlar (müslü-manlar)dan (yapmakla mükellef oldukları) harp
hazırlığını hafifletince, kendilerinden hafifletilen (yük) kadar (göstermekle mükellef

T41

oldukları) sabr (in mikdannıda) azal(t)dı. —
Açıklama

Enfâl sûresinin 65. ayeti Bedir savaşında harp başlamadan önce Beydâ denilen yerde
nazil oldu. Bu ayet-i kerime ile müslümanlar, kendilerinin on misli olan bir düşman
kuvveti karşısında sebat edip yılmadan çarpışmakla emrediliyorlar ve kendilerinden
on kat fazla olan bir düşman kuvveti karşısında harp sahasını terketmeleri halinde
sorumlu tutuluyorlardı. Bu yük onlara çok ağır geliyordu. Bunun üzerine Yüce Allah,
"Şimdi Allah sizden (yükü) hafifletti. Sizde zayıflık bulunduğunu bildi. Bundan böyle
sizden sabreden yüz kişi olsa, ikiyüz (kafir)! yenerler ve eğer sizden bin kişi olsa

Allah'ın izniyle iki bin (kafîr)i yenerler. Allah sabredenlerle bareberdir."^ mealindeki
ayet-i kerimeyi indirerek mü'minlerin yükünü hafifletmiş oldu. Bu âyet-i kerîmeye
göre, müslümanlar kendilerinin iki katı olan düşman kuvvetleri karşısında savaşmakla
mükellef tutulmuşlardır. Binâenaleyh harp sahasında müslüman kuvvetleri düşmanın
yansı derecesinde az ve zayıf olsalar yine de düşmanla çarpışmak üzerlerine vacib
olur. Böyle bir durumda korkuya kapılarak kaçmaları caiz olamaz. Fakat müslümanlar
bundan da az ve zayıf bir duruma düşecek olurlarsa o zaman düşmana karşı saldırıya
geçmek Üzerlerine vacib değildir. Belki düşmanın harp vesilesi olabilecek bazı
tutumlarına göz yumarak harp tehlikesini atlatmaya çalışmaları kendileri için caiz

olurla

Bezlü'l-Mechûd yazarı eş-Şeyh Halil Ahmed'in açıklamasına göre, metindeki Enfâl
sûresinin altmışaltmcı ayetinde geçen; "Allah sizde zayıflık olduğunu bildi"
cümlesindeki "bildi" kelimesinden maksat, "Allah'ın ezelden ebede mevcut olan
ilminin taalluk etmesidir." Yoksa bu kelimeyi, "Allah daha önce bunu bilmiyordu da

171

daha yem bildi" şeklinde anlamak son derece yanlış olur ve küfrü gerektirir. J — 1

2647. ...Abdullah b. Ömer'den rivayet olunduğuna göre, kendisi Rasûlullah (s.a.)'ın
(düşmana baskın yapmak üzere gönderdiği) seriyyelerinden birinde imiş. (Hz.
Abdullah bu seriyyede bulunduğu sırada başından geçen olayları) şöyle anlattı:
"Askerler tamamen bozguna uğradılar. Ben de bu bozguna uğrayanlar arasında idim.
(Bu kargaşalıktan kurtulup da bir kenara) çıkınca; "(şimdi) ne yapacağız? Biz harpten



kaçtık (Allah'ın) gazab(ı) ile geri döndük" demeye başladık ve; "Medine'ye girelim
(gündüzün) orada kalalım, (geceleyin) bizi hiç bir kimse görmeden (evlerimize)
gideriz." dedik. Ve (Medine'ye gir(meye kesinlikle karar ver)dik. (fakat) hemen ar-
kasından da; "Eğer biz Rasûlullah (s.a.)'a (varıp da) durumumuzu arzetseydik, (daha
hayırlı olurdu. O zaman) eğer bize tevbe gerekiyor idiyse (tevbe eder ondan sonra
tevbekâr olarak Medine'de) kalırdık. Eğer bundan başka bir şey (yapmamız gerekiyor)
idiyse (Medine'den) gider (o görevi yerine getirir)dik." dedik. Bunun üzerine sabah
namazından Önce Rasûlullah (s.a.)(ı beklemek) için oturduk. (Evinden) çıkınca
kendisine (doğru) ayağa kalktık ve; Biz (savaştan) kaçanlarız! dedik.
"Hayır! Bilakis siz tekrar savaşa dönen kimselersiniz." buyurdu. Biz de yaklaşıp elini
öptük. Bunun üzerine;

"Ben de müslüman birliğinden bir kimseyim." buyurdu. J —
Açıklama

kelimesi: Meyletmek, kaçmak için yer aramak maksadıyla sağa sola gidip gelmek,
geri dönmek, hamle yapmak gibi manalara gelir. Eğer metinde geçen cümlesindeki
dan maksat düşman askerleriyse o zaman kelimesi, "hamle yap ti..." anlamına gelir. Ve
bu cümleye, "düşman bizim üzerimize bir hamle yaptı biz de bozguna uğradık."
şeklinde mana vermek icâbeder.

Fakat metnin daha aşağısında gelen, "harpten kaçtık" ve, "Hz. Peygamberin huzuruna
vardık" mealindeki cümleler, sözü geçen cümledeki kelimesiyle, müslüman askerlerin
kasdedildiğini ortaya koyuyor ki o zaman bu kelimeye, "kaçmak geri dönmek, düşman
karşısında durmayıp geri çekilmek" manası vermek gerekir. Nitekim "İşte onların

[91

varacağı yer cehennemdir. Oradan kaçacak bir yerde bulamazlar. — mealindeki âyet-
i kerimede de "hasa" kelimesi bu mânâda kullanılmıştır. el-Cevherî'nin şu sözü de bu
gerçeği ifâde etmektedir: "Hasa, kelimesi dost birliklerin yenilgisini anlatmak için
kullanılır. "İnhezeme" kelimesi de düşman birliklerinin yenilgisini ifade etmek için

kullanılır."^

Metinde geçen, "Ben de müslüman birliğinden bir kimse)yim" cümlesindeki kelimesi
aslında cemaat, takım, birlik manalarına geldiği gibi: Ordunun bozulması halinde onu
takviye etmesi ve hezimete uğrayan askerlere bir sığmak olması için ordunun
arkasında bulundurulan özel birlikler anlamına da gelir. Hz. Peygamber bu cümlede
geçen kelimesini ikinci manada kullanmış ve "Siz aslında savaştan kaçmadınız, tekrar
savaşa dönmek için, müslüman birliklerin bozulmaları halinde onları korumakla
görevli olan özel bir birliğe sığınmış oldunuz. İşte ben o birliğin fertlerinden biriyim."
demek istemiştir. Hadis sarihlerinin açıklamasına göre Hz. Peygamber bu sözüyle
kendisine sığman müslüman askerlerin kafasında doğan, "Acaba biz bu savaştan
kaçmakla; "Kim o gün savaşmak için bir tarafa çekilmek, ya da başka bir birliğe
katılmak dışında arkasını döner (de savaştan firar eder)se o Allah'dan bir gazaba uğrar,

onun yeri cehennemdir. O, ne kötü bir varılacak yerdir. "^-^ ayet-i keri-mesindeki
tehdide hedef olma korkusunu gidermek istemiş ve onların bu hareketleriyle ayet-i
kerimedeki, "savaşmak için bîr tarafa çekilen ve başka bir birliğe katılan" cümleleriyle
bu tehdidin dışında bırakılan kimselerin içine girmiş olduklarını ifade buyurmuştur.



£121



Bazı Hükümler



1. Harpten kaçmak büyük günahlardandır.

2. Abdullah b. Mes ud un açıklamasına göre kendisinden üç misli fazla olan bir
düşmandan kaçan bir askeri birlik harpten kaçmış sayılmaz. Fakat kendisinden iki
misli fazla olan düşman kuvvetinden kaçan bir birlik savaştan kaçmış sayılır.
Dolayısıyla bu kaçış esnasında gayr-i meşru bir iş peşinde olduğundan bir nevi asi ve
yol kesici durumuna düşeceği için ima ile namaz kılmak gibi seferin sağladığı
ruhsatlardan yararlanamaz.

3. Savaş yapan müslüman askerlerin arkasında, onlardan hezimete uğrayanların
sığınabilecekleri özel birlikler bulundurmak caizdir. Bu birliğe sığman kimseler

harpten kaçmış sayılmazlar.^^
2648. ...Ebû Sâid (r.a.)'den demiştir ki:

"Kim o gün savaşmak için bir tarafa çekilmek ya da başka bir birliğe katılmak dışında

[14]

arkasını döner (de savaştan firar eder)se — (mealindeki ayet-i kerime) Bedir
(savaşı) günü indi.-'-^

Açıklama

Bazı kimseler bir önceki hadisin şerhinde mealini tüm olarak sunduğumuz ve
mevzumuzu teşkil eden hadisin metninde geçen ayet-i kerîmedeki = bugün"kelimesine
bakarak bu ayetin hükmünün sadece Bedir mücahidleri için geçerli olduğunu fakat

daha sonra bu ayetin hükmünün, "Şimdi Allah sîzden yükü hafifletti. "^^ ayet-i
kerimesiyle neshedildiğini, bu ayetin inmesinden sonra bir müslüman birliğin
kendinin iki katından daha fazla olan bir düşman birliğinden kaçabilmesine izin
verildiğini söylemişlerdir. İmam Ebu Hanife (r.a.) ile Nafi, Hasen, Katade, Dahhak ve
Yezid b. Ebi Habib bu görüştedirler.

Ulema'nm büyük çoğunluğuna göre, bu ayet-i kerimede geçen kelimesiyle Bedir

[17]

savaşı gününde değil, ) J — 1 ayet-i kerimesinde geçen ve kıyamete kadar
müslümanlarm düşmanla karşılaşacakları tüm zamanları ifade eden, cümlesine işaret
edildiğini söylemişlerdir. Bu ayetin Bedir savaşı günü savaş bittikten sonra inmiş
olmasını da bu görüşlerine delil olarak göstermişlerdir. İmam Malik ile İmam Şafii, de

bu görüştedirler.-'-^



97. Küfre Zorlanan Esirin Durumu



2649. ...Habbab'dan elemiştir ki: Rasûlullah (s. a.) Ka'be'nin gölgesinde çizgili bir
kumaşı başının altına yastık olarak koymuş bir halde (dinlenir) iken (yanma) varıp
kendisine (kafirleri) şikayet ettik.

"Sizden önceki (ümmetlerde) bir kimse (küfre zorlanırdı kabul etmeyince) tutulur ve



kendisi için yerde bir çukur kazılır (sonra bu çukurun içine yatırılır) di. (Daha) sonra
bir testere getirilip başının üzerine konur (onunla) başı iki parça edilirdi de bu
(işkence) onu dininden çeviremezdi. Kemiği üzerinde (bulunan) etten ve sinirden (ne
varsa hepsi) demir taraklarla taranırdı da (yine) bu (işkence) onu dininden çevir (e)
mezdi. Allah'a yemin olsun ki Allah bu dini tamamlayacak. Öyle ki (Hayvanına) binen
bir kimse Allah'tan (başka) ve koyunları hakkında da kurttan başka hiç kimseden
korkmadan (yalnız başına) San'a ile Hadramevt arasında yolculuk yapabilecektir.

Fakat siz acele ediyorsunuz." buyurdu
Açıklama

Hz.Peygamber bu sözleriyle, ashâb-ı kiramın çektikleri sıkıntıların acısını dindirmek,
onları teselli etmek, karşılaşacakları sıkıntılara sabrettikleri takdirde huzurlu ve
emniyetli günlere kavuşacaklarını müjdelemek istemiştir.

Hafız İbn Hacer'in ifadesine göre: Arabistan çevresinde birisi Şam'da diğeri de
Yemen'de olmak üzere iki tane San'a vardır. Hadramevt'te Yemende'dir. Bu hadis-i
şerifte müslümanlarm gelecekte çok uzun mesafeli yolculukları yalnız başına
yapabilecekleri bir güven ve huzur ortamına kavuşacakları müjdesi verilmek
istendiğine göre, buradaki San'a'dan maksadın Şam'da bulunan San'a olması gerekir.
Çünkü Hadramevt ile Şam'da bulunan San'a arasındaki mesafe Hadramevt ile diğer
Sana arasındaki mesafeden daha uzundur ve hadis-i şerifte anlatılmak istenen uzun
yolculuğa daha uygundur.

Sahabe-i Kiramdan bazılarının Rasûl-i Ekrem'e gelerek kendilerinin çekmiş oldukları
sıkıntıların sona ermesi için dua etmesini rica ettikleri halde Hz.Peygamberin bu ricayı
kabul etmemesinin sebebini Hafız îbn Hacer şöyle açıklıyor:

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim' inde "... Bana dua edin, duanızı kabul edeyim... "Hiç

[211

olmazsa kendilerine böyle şiddetimiz geldiği zaman yalvarsalardı! — buyurduğu
halde Hz.Peygamber ashâb-ı kiramın acılarının sona ermesi için dua etmekten
kaçınmasının sebebi Allahu Teâlâ'-nm diğer peygamberlerin ve sahabelerinin başına
da gelmesini takdir ettiği belâların kendinin ve sahabelerinin başına da gelmesini
takdir etmiş olduğunu, diğer peygamberlerinin ümmetlerinin çektiği sıkıntılar
sayesinde ermiş oldukları nimetleri ve yüksek makamları bilmesidir. İşte Hz. Peygam-
ber haklarındaki Allah'ın takdirini ve Allah'ın bu takdiri sayesinde yüksek derecelere
erişeceklerini bildiğinden dolayı ümmetinin de başına gelecek olan belaların dinmesi
için dua etmedi. Allah'ın o takdirine razı oldu. Bu sayede umduğunu elde etti.
Korktuğundan kurtuldu.

Ancak şurasını da unutmamak gerekir ki her ne kadar Allah'ın takdiri karşısında
peygamberlerin bu şekilde davranması icab ediyorsa da, peygamberlerin dışındaki
kimselerin başlarına gelen musibetler hakkında Allah'a el açıp bu belalardan
kurtulmaları için dua etmeleri vaciptir. Çünkü peygamberlerin dışında kalanlar
Peygamberlerin muttali oldukları kaza ve kaderle ilgili sırlara muttali olamazlar.
İbn Battal'm açıklamasına göre: Ulema ölümle küfür arasında bir tercih yapmaya
zorlanıp da Ölümü küfre tercih eden bir kimsenin ecrinin, küfür lafızlarını mecburen
söylemeyi ölüme tercih eden kimsenin ecrinden daha fazla olduğunda ittifak
etmişlerdir. Fakat domuz eti yemek, şarap içmek gibi bir günahı işlemekle küfretmek



arasında bir tercih yapmaya zorlanıp da domuz eti yemeyi veya şarap içmeyi ölüme
tercih eden kimsenin sevabı, ölümü bu günahlardan birini işlemeye tercih eden
kimsenin sevabından daha azdır. Maliki ulemasından bazılarına göre ölümle, leş
yemek arasında bir tercih yapmaya zorlanan kimse eğer ölümü leş yemeye tercih
ederse günahkâr olur. Bu mevzuda Hanefi ulemasının görüşü de şöyledir; Leş yemek,
şarap içmek, domuz eti yemek gibi günahlardan birini işlemekle hapsedilmek
dövülmek, zincire vurulmak gibi işkencelerden birini tercihe zorlanan bir kimsenin, bu
günahlardan herhangi birini işlemeyi hapsedilmeye veya dövülmeye ya da zincire
vurulmaya tercih etmesi helal olmaz.

Fakat bu günahlardan biriyle ölüm arasında bir tercih yapmaya zorlanan bir kimsenin,
sözü geçen günahlardan birini öldürülmeye ya da organlarından birinin kesilmesine
tercih etmesi caizdir. Eğer ölümü yahut ta herhangi bir organının telef edilmesini bu
günahlardan birine tercih edecek olursa günahkâr olur. Çünkü aslında domuz eti veya
leş yemek gibi fiiller insan vücuduna zararlı oldukları için haram kılınmışlardır. Za-
ruret durumlarında bunları yemekten kaçınmak ise vücudu büsbütün imha etmek
demektir. Yine Hanefî ulemâsına göre Allah'ı veya Rasûlünü inkâr etmek ya da onlara
sövmekle öldürülmek veya organlarından birini kaybetmek şıklarından birini tercih
etmeye zorlanan bir kimse, zorlayan kimselerin bu tehdidi yerine getireceklerini
kesinlikle anlarsa o zaman Allah'a ve Rasûlüne olan îmânını kalbinde saklayarak
zahiren Allah'ı ve Rasûlünü inkâr ederek onların emrini yerine getirmek suretiyle
kendisini kurtarır. Bundan dolayı asla günahkâr olmaz. Fakat ölümü tercih edecek

[221

olursa çok büyük ecre nail olur.- 1 — 1

98. (Kafirlerin Hesabına) Casusluk Yapan Kimsenin Müslüman Olduğu Ortaya
Çıkınca Nasıl Muamele Yapılır?

2650. ...Ali b. Ebi Talib'in katibi olan Ubeydullah b. Ebi Rafı' dedi ki: Ben Ali (r.a.)'yi
(şöyle) derken işittim: Rasûlullah (s. a.) benî Zübeyr ve Mikdad-ı; "Haydin Hâh
bahçesine gidin! Orada, yanında mektup bulunan bir câriye vardır. Mektubu ondan
alın"

diyerek gönderdi. Atlarımızı koşturarak yola koyulduk. Bahçeye vardık. Derken
ansızın cariye karşımıza çıkıverdi. Bunun üzerine: Mektubu getir, dedik.
Bende mektup yok, cevabını verdi. Ben de: Ya mektubu çıkarırsın, yahut da elbiseleri
bırakırsın! dedim. Bunun üzerine örülü saçlarının arasından mektubu çıkardı. Biz de
onu peygamber (s.a.)'e getirdik. Bir de ne görelim mektup Hatıb b. Ebi Beltea (tarafın)
dan Rasûlullah (s.a.)'in bazı işlerini haber vermek üzere bazı müşriklere (hitaben
yazılıp gönderilmiş) Rasûlullah (s. a.);
"Ey Hatıb! Bu nedir?" diye sordu. (Hatıb);

Ey Allah'ın Rasûlü! Benim hakkımda (hüküm vermekte) acele etme. Ben Kureyş'in
müttefiki idim. Ama onlardan değildim. Şurası bir gerçek ki (Muhacirlerden) Kureyş
(kabilesine mensup bazı kimseler) in Mekke'de hısımları vardır. (Bu akrabalar)
hısımlıkları sebebiyle (muhacirlerin) Mekke'de bulunan ailelerini koruyorlar. Benim
(Mekkelilerle olan hısımlığım) kalmayınca onlara bir iyilik yapmayı ve bu iyilik
sebebiyle (oradaki) akrabalarımı korumalarını (sağlamayı) arzu ettim. Allah'a yemin
olsun ki ey Allah'ın Rasûlü bende küfürde yok, dinden dönme de yok dedi. Rasûlullah
(s.a.)'de;



"(Bu adam), size doğru söyledi" buyurdu. Bunun üzerine Ömer;

Beni bırak ta şu münafığın boynunu vurayım, dedi. Rasûlullah (s. a.) de;

"Gerçekten o Bedir (muharebesin) de bulunmuştur. (O'nun katle layık olduğunu

nereden biliyorsun. Allah onların durumuna muttali olduğu için Bedir ehli hakkında;

[231

"istediğinizi yapınız. Ben sizi affettim." buyurmuştur." cevabını verdi. —
Açıklama

Hz. Hâtıb'm babası Ebu Beltea'nm ismi Amr b. Umeyr b. Seleme'dir. Hz. Hâtıb'ın
başından geçen bu hadise üzerine yüce Allah onun hakkında; "Ey iman edenler Benim
de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri veliler (dostlar) edinmeyin. Onlar
size gelen gerçeği inkar ettikleri, Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Rasûlü ve
sizi (yurdunuzdan sürüp) çıkardıkları halde siz onlara sevgi (belirtecek mektup)
ulaştırıyorsunuz. Eğer benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için
çıktmızsa içinizde onlara sevgi (mi) gizliyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğiniz ve
açığa vurduğunuz h erse yi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış
[241

olur. — mealindeki ayet-i kerimeyi indirdi. Müfessirlerden Ebü Ömer'e göre bu
ayette geçen "Ey mü'-minler!..." hitabına Hz. Hatıb da dahil bulunduğundan Cenab-ı
Hak bu ayet-i kerime ile Hz. Hâtıb'm imanına şahitlik etmiştir. Aslında Hatıb mühim
hizmetlerde bulunmuştur. Bunlardan en önemlisi hicretin altınca yılında Hudeybiye
dönüşünde Peygamber efendimiz tarafından bir mektupla Mısır ve İskenderiye Meliki
Mukavkıs'e elçi olarak gönderilmesidir. Bu elçiliğinde Hz. Hatıb Mukavkıs'm yanında
beş gün kalmış ve bir takım hediyelerle dönmüş gelmiştir. Bu hediyeler Düldül
adındaki meşhur beyaz katır, gufeyr adında bir merkep, elbise vesaire ile
Peygamberimizin oğlu İbrahim'in anası Mariye ve hemşiresi "Şirin" idi. Rasûlullah
Sirin'i Hassan b. Sabit'e hediye etti.

Hz. Hâtıb, Ebu Bekr Sıddık'm hilafeti zamanında Mısır'a gönderilmiş ve Mısırlılarla
sulh akdetmiştir. Bu sulh, Mısır'ın, hicretin 20. yılında Amr b. As tarafından fethi
zamanına kadar yürürlükte kalmıştır. Hz. Hâtıb tacirdi. Vefatında dört bin dinar nakit
ile birçok servet bıraktı. Hicretin otuzuncu yılında vefat etmiş ve namazı Hz. Osman

tarafından kıldırılmıştır.^^

Hz. Hâtıb'm sözü geçen mektubu gönderdiği kimseler, Mekkeli müşriklerden Süheyl
b. Amr ile Safvan b. Ümeyye ve İkrime b. Ebi'Cehl idi. Hz. Hatıb bu mektubunda Hz.
Peygamberin bir savaş hazırlığı içinde bulunduğunu ve Mekke üzerine yürümesi
ihtimalinin çok kuvvetli olduğunu yazmıştır. Hz. Ali'nin rivayetine göre Yüce Allah
peygamberini bu mektuptan haberdar etti ve Mekke'yi fethetme düşüncesinin Mekkeli
müşriklere ulaşmasına engel oldu. Buhârî sarihlerinden Bedrüddin Ayni'nin
bildirdiğine göre bu mektup şu mealde idi:

"... Ey Kureyş cemaatı! Rasûlullah (s. a.) size karşı mühim bir kuvvetle varıyor ki gece
karanlığı gibi korkunç olan bu ordu sel gibi akacaktır. Allah'a yemin ederim ki,
Rasûlullah üzerinize yalnız başına gelse bile Allah onu size galip kılacaktır ve verdiği
va'di yerine getirecektir. Vaktinde başınızın çâresine bakınız! vesselam. "Sözü geçen
mektubu Mekke'ye iletmek isterken yakalanan kadının ismi Sârâ'dır. Hatib bu kadını
on dinara tutmuştu. Hz.Peygamber bu kadının Ebu Süfyan'm karısı Hind ile beraber
öldürülmesini emretmişti. Fakat bu kadın Abdülmuttalip oğullarının azatlı



cariyelerinden bulunduğundan affolunması rica edilince affolunmuştur. Hz. Ömer'in
hilafeti zamanına kadar yaşamış nihayet bir süvarinin atının ayakları altında

çiğnenerek ölmüştür.-^^ Metinde her ne kadar Hz. Peygamber, Hz. Hatıb'm doğru
söylediğini ifade ettikten sonra, Hz. Ömer'in Hz. Peygamberin bu açıklamasıyla
yetinmeyip Hz. Hatıb'm boynunu vurmak için izin istediği ifade ediliyorsa da, İbn
Hacer'in bildirdiğine göre Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in emrine aykırı hareket eden bir
kimsenin boynunun vurulacağını zannettiği için onu öldürmeye niyetlenmiş, fakat bu
düşüncesinin isabetli olup olmadığını iyice kestiremediği için de Hz. Peygamber'den
izin istemiştir. Yoksa Hz. Ömer'in Hz. Peygamberin sözü veya hükmünden kılpayı
ayrılması bile düşünülemez. Tarih buna şahittir.

Ayrıca Halebî'nin siyerinde Hz. Ömer'in bu çıkışının aslında Hz. Peygamberin yaptığı
açıklamadan önce olduğu, fakat ravilerden bazılarının yanlışlıkla takdim ve tehir
suretiyle bu sırayı değiştirdikleri ifade edilmektedir.

Yine Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre bazı kimseler, Rasûl-i zişan efendimizin
metinde geçen, "İstediğinizi yapın sizi affettim*' anlamına gelen cümlesindeki, Bedir
mücahidlerinin günahlarının affedilmesi ile ilgili müjdenin Bedir mücahidlerinin
geçmiş günahlarıyla ilgili olduğunu, Bedir savaşından sonra işleyecekleri günahların
da affın kapsamına girmeyeceğini iddia etmişlerse de aslında bu müjde, Bedir
mücahidlerinin ölünceye kadar işleyecekleri günahları kapsamına almaktadır.
Binaenaleyh metinde geçen, "Affettim" kelimesinin geçmiş zaman sığasıyla (kipiyle)
kullanılmasından maksat, Bedir mücahidlerinin sadece geçmiş günahlarının affedilmiş
olduğunu bildirmek değil, Bedir mücahidlerinin günahlarının kesinlikle affedileceğini
bildirmektir. Çünkü istikbale ait bir haberin mazi siğasıyla bildirilmesi o haberin
kesinlikle meydana geleceğini ifade eder. Nitekim Hz. Peygamberin, Hz. HatnVm, bu
günahı Bedir savaşından sonra işlemesine rağmen, Bedir mücahidlerinden olduğu için
onun bu günahının affedilmiş olabileceğinden bahsetmesi de bu gerçeği tekid
etmektedir.

Yine metinde geçen, "İstediğinizi yapınız." anlamındaki cümleyle Bedir
mücahidlerinin şerefi, büyüklüğü ve işleyecekleri günahların affedildiği ifade edilmek
istenmiştir. Yoksa, "size herşey helaldir her istediğinizi yapınız." gibi bir mânâ

kasdedilmemiştir.^^
Bazı Hükümler

1. Bir kimse te'vile müsait bir suç işlerse suçlu olması ihtimali kuvvetle muhtemel bile
olsa bu durumda bu sanığın yapacağı açıklamaya itibar edilir. Zann-ı galibe itibar
edilmez.

2. Düşman hesabına casusluk yaptığı tesbit edilen bir müslümanm Öldürülmesi caiz
değildir. Böyle bir casusun ölüm cezasının dışında bir ceza ile cezalandırılıp
cezalandırılmayacağı hususu ulema arasında ihtilaflıdır.

Rey taraftarlarına göre eğer bu kimse müslümanlarm sırlarını düşmana bildirmişse
şiddetli bir şekilde dövülür ve uzun zaman hapsedilir.

İmam Evzai'ye göre, eğer bu casus müslüman ise, devlet reisi veya onun vekili bu
casusu ibret teşkil edecek şekilde cezalandırır ve onu sürgün eder. Eğer zımmî ise
müslümanlarla olan antlaşması bozulmuş olur. İmam Mâlik kendisine bu mevzuda hiç
bir hadis ulaşmadığını söylüyor ve bu gibi casusların devlet reisinin yapacağı içtihadla



cezalandırılması gerektiğine inandığını ifade ediyor.

İmam Şafiî'ye göre ise, eğer bu casus müslümanlara hizmet etmiş ve hizmetiyle
onların güvenini kazanmış biri olursa ve bu suçu yanlışlıkla yaptığı anlaşılırsa ona
ceza verilmez. Eğer bu özellikleri taşımıyorsa ta'zir cezasıyla cezalandırılır.

3. Müctehid seviyesinde bulunan bir kimse kendi içtihadına dayanarak bir kimsenin
kâfir ya da münafık olduğunu söyleyecek olursa bu isnadından dolayı cezalandırılması
gerekmez.

4. Gerçeğin meydana çıkarılması hususunda lüzumlu belgeleri ele geçirmek üzere
veya haddlerin infazı için kadınların kendiliğinden açılan yerlerini gözden geçirmek
caizdir.

5. Müşavirler hükümdara ve hâkimlere fikirlerini söyleyebilirler.

6. Casusların mektuplarını okuyarak sırlarını ortaya çıkarmak caizdir.

7. Bedir mücâhidlerinin geçmiş ve gelecekleri günahları affedilmiştir. J — 1

2651. ...Şu (bir önceki hadis-i şerifte geçen) olay Ali (k.v.)'den de rivayet olunmuştur.
(Ali r.a.) dedi ki: (Hz. Peygamberin Mekke üzerine yürümeyeceğini Öğrenen) Hatip
(meclisten kalkıp) gitti ve Mekke halkına;

Muhammed sizin üzerinize bir sefer yapmak üzere kesin karar aldı diye bir mektup
yazdı. (Ebu Abdirrahman) dedi ki; (Hz. Ali'nin rivayet ettiği) bu hadiste şu (sözler)
bulunmaktadır: (Mektubu götüren kadın yakalandığında);
"Benim yanımda herhangi bir mektup yoktur dedi.

Biz de onu (n devesini) çöktürdük. (Fakat) yanında herhangi bir mektup bulamadık.
Bunun üzerine AH b. Ebi Talib;

"Kendisine yemin edilen zata yemin olsun ki seni öldürürüm. Yahut da (bu) mektubu
çıkarırsın dedi. (Vehb b. Bakıyye bu sözlerden sonra bir önceki) hadisi (aynen) rivayet

etti.1221

Açıklama

Bu hadisle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçmiş olduğundan burada
tekrara lüzum görülmemiştir.^^



99. Zımmi Casusların Durumu



2652. ...Fürat b. Hayyan'dan rivayet edildiğine göre kendisinin öldürülmesi için
Rasûlullah (s. a.) emir vermiş. Fürat o sırada Ebu Süfyan'm casusu imiş ve Ensar'dan
bir adamla da müttefik imiş. (Bir gün) Ensardan bir topluluğun yanma varıp; "Ben
müslümanım demiş. Bunun üzerine (orada bulunan) Ensardan bir adam (Hz. Pey-
gambere varıp);

Ey Allah'ın Rasûlü o adam ben gerçekten müslümanım, diyor demiş. Rasûlullah (s A a.)
da;

Sizden bazı kimseler var ki, iman etmeleri konusunda biz onlara güveniriz. Fürat b.

[3i]

Hayyan da onlardandır." buyurmuş. —



Açıklama



İbni'l-Esîr'in Üsdu'l-Gâbe isimli eserinde açıklandığına göre Hz. Peygamber, Fürat b.
Hayyan'm delaletiyle yolculuk yapan bir ticaret kervanını vurmak üzere Zeyd b.
Harise'yi görevlendirmişti. Bu baskında yakalanan Fürat, Rasûlü Ekrem'in huzuruna
getirilmiş, Rasûl-i zîşan efendimiz de onu Öldürmemişti. Fürat o sıralarda En-sardan
bir topluluğun yanma varıp kendisinin müslüman olduğunu kesin bir dille ifade edince
Hz. Peygamber onun bu ikrarını kabul etmiş ve Fü-rât'm kendisine güvendiği
kimselerden biri olduğunu söylemiştir.

Fakat Sünen-i Ebû Davud'un bütün nüshalarında ve İmam Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde Hz. Peygamberin onun öldürülmesini emrettiği fakat sonradan onun
müslüman olduğunu ifade etmesiyle onu serbest bıraktığı ifade edilmektedir. Aynı
şekilde, İbn Abdilberr'in, Elistiabı ile Hafız İbn Hacer'in el-İsabe* sinde de, Hz.
Peygamberin onun öldürülmesi için emir verdiği fakat sonradan onun müslüman
olduğunu öğrenmesiyle bu kararından vazgeçtiği kaydedilmektedir. Netice itibariyle
istiabda, Fürat b. Hayyan'm öldürüldüğünden bahsedilmediği gibi, el-Isabe'de de onun
Ensardan bir adamın müttefiki olduğundan bahsedilmiyor. Görülüyor ki mevzumuzu
teşkil eden bu hadis-i şerif bütün bu rivayetlerde gözden kaçan kısımları tesbit etmekte
ve bu mevzuda rivayet edilmiş olan tüm hadiseleri içerisinde toplamaktadır.
Ancak müellif Ebu Davud bu hadîs-i şerifi, "Zımmî casusların durumu" başlığı altında
rivayet ettiği halde bu hadis-i şerifte Hz. Fürat'm zimmiliğine dair hiçbir kayıt yoktur.
Ancak bu hadisin Neylu'l-evtâr'da geçen lafızlarında, Hz. Fürat'm zimmî olduğu ifâde

[321

ediliyor ve kaynak olarak da Ahmed b. Hanbel'in müsnedine dayanılıyor.- 1 — 1 Avnü'l-
Ma'bûd yazarı bu kaynağa dayanarak Hz, Fürat'm zımmîliğine hükmetmiş ve
mevzumuzu teşkil eden hadisle bab arasındaki İlgiyi kurmuştur. Aynı şekilde Tâc
yazan da, bu hadisin Ahmed b. Hanbel'in Müsned'indeki lafızlarında Hz. Fürat'm

[331

zımmî olduğu ifâdesi bulunduğunu söylüyor. J — 1 Bezlû'l-mechûd yazan ise, bütün bu
rivayetlerin kaynağı olarak gösterilen Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde, Hz. Fürat'm
zımmîliğine dâir bir ifâde bulunmadığını ve sözü geçen müs-nedde bu ifâdenin
bulunduğu herhangi bir hadise rastlayamadığmı, binâenaleyh Hz. Fürat'm o günkü
haliyle zımmî bir casus değil harbî bir casus sayılması gerektiğini söylüyor ve bir
müslümanla anlaşmış olan bir müşrik zımmi hükmüne girdiği için, Musannif Ebu
Davud'un bu hadisi "zımmî casusların durumu" başlığı altında rivayet etmiş olması
ihtimali üzerinde duruyor. Ahmed el-Bennâ'nın verdiği bilgiye göre, Hz. Fürat,
Hendek savaşında Ebu Süfyân hesabına müslümanlar arasında casusluk yapmış, bu
yüzden Hz. Peygamber onu ölüme mahkum etmiştir. Fakat sonradan müslüman
olmuş, Hz. Peygamberin yanma göç etmiş Hz. Peygamberin vefatına kadar ondan
ayrılmamış ve harplere iştirak etmiştir. Hz. Peygamberin vefatından sonra ise Kûfe'ye

[34]

göçetmiş hayatının sonuna kadar orada yaşamıştır. —

Bu hadîs-i şerif casusluk yapan bir zımminin öldürülmesinin caiz olduğuna delalet
etmektedir. Fethu'l-Bârî'de ifâde edildiğine göre casusluk yapan kafir bir harbînin
öldürülmesinin caiz olduğunda ulema ittifak etmişlerse de müslümanlarla antlaşması
olan kimselerle zımmîler hakkında ihtilaf vardır. Bunlardan biri casusluk yaparsa
imam Mâlik ile el-Evzâî'ye göre öldürülmez fakat antlaşması bozulmuş olur. Şafiîlere
göre ise eğer antlaşmalarında casusluk yapmamak şart koşulmuş olursa bu şarta riayet
etmediğinden antlaşması bozulmuş olur. Eğer böyle bir şart yok ise o takdirde mesele



Şafiî ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Münzîrî'nin açıklamasına göre bu hadîsin senedinde,
kendisine güvenilmeyen Muhammed b. Mu-habbeb bulunduğundan bu hadis delil

olma niteliğinden uzaktır.-^^

100. Pasaportla İslam Ülkesine Girip Casusluk Yapan Kimselerin Durumu

2653. ...İbn Seleme b. el-Ekvâ'mn babasından; demiştir ki: Peygamber (s. a.) (Huneyn)
sefer(in) de iken huzuruna müşriklerden bir casus geldi ve ashabın yanında oturdu.
Sonra çıkıp gitti. Bunun üzerine Peygamber (s. a.);

"Onu arayıp bulun ve Öldürün" buyurdu. (Seleme) dedi ki; Ben (bazı sahabelerden)
önce yetişip onu öldürdüm ve eşyasını aldım. (Hz. Peygamber de) ganimet olarak

onun eşyasını bana verdi.^^



Açıklama



Bu hadis-i şerif kısa bir şekilde rivayet edilmiştir. Hatta mevzubahis olan casusluk
hadisesinin hangi seferde oldu

ğu bile açıklanmamıştır. 2654 numaralı hadisle Müslim'in rivayetinden bu hadisenin
Huneyn seferinde cereyan ettiğini, casusun süvari olduğunu İslâm ordusu içinde
dostça konuşup görüştüğü ve yiyip içtiği sırada inceden inceye ashabın halini gözden
geçirdiğini anlayabiliyoruz.

Metinde geçen "Nefl" kelimesi lügatta ziyâde manasınadır. Gazilere, paylarına düşen

R7]

ganimetten fazla olarak verilen mallara da Nefl denir.- 1 — 1

Yine metinde geçen Se'leb kelimesi Fıkhi bir terim olarak maktulün elbisesine,
binitine, silahına, heybesine, hayvanı üzerinde yüklü olan malına denir. Maktulün
bunlar haricindeki malı Seleb değildir. Yine böyle maktulün başka hayvan üzerinde
bulunan kölesi ile hizmetçisi ve yüklü malı da selebten sayılamaz.
Bu, İbn-i Ekva' hadisini Buhâri, düşman diyarından emansız ve izinsiz olarak gelen bir
harbî, islam memleketine girdiğinde bunun hükmünün ne olabileceğine dâir açtığı bir
babında rivayet etmiştir. Fakat Buhâri: "Bu harbi öldürülür mü, öldürülmez mi? Bu
konuda nefyen ve isbâten hiç hüküm bildirilmemiştir. Sebebi de meselenin mezheb
sahibi âlimler arasında ihtilaflı olmasındandır. İmam Mâlik, İslam diyarına izinsiz
gelen harbî hakkında tayin edilecek cezayı devlet reisinin ve hükümetin re'yine bırak-
mıştır ve bu makule harbînin hükmü, diğer muhariplerin tabi oldukları hüküm gibidir,"
demiştir.

Evzâî ile îmam Şâfıî; "Eğer emansız ve izinsiz gelen harbî, elçilikle ve düşman
tarafından siyâsi bir vazife ile geldiğini iddia ederse bu iddiası kabul olunur,"
demişlerdir. îmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yûsuf ve Ahmed İbn Hanbel; "Harbî'nin
bu tür bir iddiası kabul olunmaz. Bu, müslümanlar için fey'dir kendisi esir ve selebi
ganimettendir," demişlerdir. İmam Muhammed de: "Harbî ve mallan, onu yakalayan
gaziye aittir," demiştir.

Eğer emansız ve izinsiz gelen harbî casus olursa mevzumuz olan İbni Ekvâ hadisinden
istifâde edilen hükme göre bu casus öldürülür. Bu babda ulemânın icmâı vardır. Casus
harbi olmaz da, muâhid bir devlete mensup, yahut zımmî veya haraca bağlanmış birisi
olursa, Mâlikle Evzâi'ye göre bu casus, ahdini bozmuş sayılır. Devlet isterse onu köle



yapar, dilerse katleder, katli caizdir; demişlerdir. Fakat ulemânın cumhuruna göre bu
kimsenin ahdi bozulmuş olmaz. Fakat ahitnamede taraflardan birinin casusluk

yapması halinde ahdinin bozulacağı zikredil m işse o zaman ahdi bozulur.^^

2654. ...İyâs b. Seleme'nin babası Seleme'den; Rasûlullah (s. a.) ile birlikte Hevâzin'de

savaşa katıldım. Kahvaltı yapıyorduk. Çoğumuz yaya idi ve bizde bir zayıflık hâli

vardı. Ansızın kırmızı bir erkek deve üzerinde bir adam çikageldi. Devenin

boşböğründen deriden yapılmış bir ip çıkardı, onunla devesini bağladı, sonra geldi

cemaatle birlikte kahvaltı yapmaya başladı. (Cemaatin) zayıflığım ve hayvanların

cılızlığını görünce, (birdenbire) çıkıp devesine doğru koştu ve onu çözdü sonra

çöktürüp üzerine oturdu, sonra da onu koşturmaya başladı. Boz bir dişi deve üzerinde

Eşlem (kabilesin)den bir adam da onun ardına düştü. Bu deve cemaatin hayvanlarının

en iyisiydi. Ben de koşarak çıktım ve o (birinci adamı takip eden) adama yetiştim. Dişi

devenin başı erkek devenin kalçası hizasında idi. Ben de dişi devenin kalçası hizasında

idim. Sonra ilerledim erkek devenin kalçası hizasına geldim. Sonra daha da ilerledim,

devenin yularını yakalayıp onu çöktürdüm. Deve dizini yere koyunca kılıcımı çekip

(adamın) başına vurdum. Derhal (yere) düştü. Hayvanı yüküyle birlikte çekip

getirdim. Rasûlullah (s.a.) (yüzünü) dönerek beni karşıladı ve

"Bu adamı kim öldürdü?" diye sordu. (Oradakiler);

Seleme b. el-Ekva (öldürdü) dediler. Bunun üzerine Rasûlullah;

[391

"Bunun bütün eşyası onundur." buyurdu. 1 — 1
Râvi Harun dedi ki; bu rivayet Hâşime aittir.^^

Açıklama

Metinde geçen kelimesi, yan, böğür ve kemer gibi mânâlara gelir. Burada devenin
böğrü anlamında kullanılmıştır. Bu durumda sözü geçen kimsenin devenin böğründe
sarih olan bir ipi çözüp aldığı anlaşılıyor. Bu kelime Müslim'in sahihinde şeklinde
rivayet edilmiştir ise; "Develerin bağlanmasına yarayan deriden yapılmış ip" demektir.

£411



Bazı Hükümler

1. Harbden dönen bölükleri karşılamak, başarılı işler yapanlara, medh-u senada
bulunmak müstehabdır.

2. Küfür diyarının kâfir casusu öldürülür. Bu hususta bütün ulemânın ittifakı vardır.
Hatta Nesaî'nin rivayetinde Peygamber (s.a.) in ashabına bu adamı arayıp
öldürmelerini emir buyurduğu bildirilmektedir.

3. Tekellüfsüz olmak ve maksada halel getirmemek şartıyla cinaslı konuşmak caizdir.
[421

101. Düşmanla Karşılamak İçin En Uygun Olan Vakit Hangisidir?



2655. ...En-Nu'man b. Mukarrin dedi ki: Ben (bazı savaşlarda) Rasûlullah (s.a.) ile



birlikte bulundum. Gündüzün evvelinden savaşa başlamazsa güneşin (tepeden batıya)

[431

kayıp ta rüzgarlar esmeye ve (Allah'ın) yardım(ı) ininceye kadar savaşı ertelerdi. —



Açıklama

Hz. Peygamberin, savaşa girmek için güneşin tepe noktasından batıya kayıp da öğle
namazı vaktini ve rüzgarların esmesini beklemesinin sebebi Farz namazlarından sonra
duaların kabul olmasıdır. Genellikle rüzgarlar, öğle namazından sonra esmeye
başladığı için Hz. Fahr-i Kâinat efendimiz öğle namazını kıldıktan sonra zafer için dua
ederdi. O sırada da rüzgarlar esmeye başlardı. Dolayısıyla sıcağın şiddeti de kaybolur
mücahidler harbe daha canlı ve istekli olarak girmiş olurlardı.

Nitekim Hendek savaşında, Allah'ın yardımı rüzgarların esmeye başlamasıyla
geldiğinden dolayı, Hz. Peygamber savaşa başlamadan önce rüzgarların esmeye
başlamasını arzu eder ve bunu zafer alameti sayardı. Nitekim Tirmizî'nin rivayet ettiği
şu hadis-i şerif de bu gerçeği açık bir şekilde ifade etmektedir.

"...Hz. Peygamber fecir doğduğu zaman güneş doğuncaya kadar savaşı durdurur ve

güneş doğunca savaşı başlatırdı. Gündüz yarılandığı vakit, zeval vaktine kadar savaşı

durdurur ve güneş tepe noktasından batıya kayınca savaşa başlar, ikindi vaktine kadar

savaşırlardı. Sonra ikindi namazını kıhncaya kadar savaşı durdurur .namazdan sonra

tekrar harbederdi. O (savaşı durdurduğu) sırada, "Zafer rüzgarları esiyor" denir ve

[441

müslü-manlar namazlarında ordularına dua ederlerdi. —

Ancak Tirmizi'nin bu hadisinin senedinde inkıta vardır. Çünkü Katâ-de, En-Nu'man b.

[45]

Mukarrin'e ulaşmamıştır. J — 1

102. Düşmanla Savaşırken Sessiz Olmak Tavsiye Edilmiştir.

2656. ...Kays b. Ubad'dan dedi ki: "Peygamber (s.a.)'irı sahabeleri (düşmanla)
savaşırken ses çıkarmayı çirkin görürlerdi.

Açıklama

ŞevkânFnin de ifâde ettiği gibi bu hadis, düşmanla savaşırken lüzumsuz yere bağırıp
çağırmanın, gürültü-patırdı yapmanın, feryâdü figân etmenin mekruh olduğuna delalet
etmektedir. Çünkü savaşırken bağırıp çağırmak, düşmandan korkma ve paniğe kapıl-
ma alâmetidir. Sessizlik ise azimlilik, kararlılık, cesaret ve metanet alâmetidir.^^
Ancak Aliyyü'l-kârî, savaş esnasında yüksek sesle Allah'ı zikretmeyi bundan istisna
etmiştir. Bezlü'I-Mechüd yazarı, 1528 numaralı hadisi delil göstererek harpte yüksek
sesle zikrin de uygun olmadığını söylemiştir. Nitekim bir numara sonra gelecek olah

hadiste bu görüşü te'yid etmektedir.^^

2657. ...Şu (bir önceki) hadisin bir benzeri Ebû Bürde'nin babası, Ebû Musa el-

[49]

Eş'arî'den de rivayet olunmuştur. —



Açıklama



Bezlü'l-mechûd yazarına göre burada kasdedilen, Ebu Mûsâ (r.a.)'dan rivayet edilen
şu mealdeki hadis-i şeriftir:

"Biz Rasûlullah (s.a.) ile beraber (seferde) bulunurduk da her vadi üzerine çıktıkça
sesimizi mutadından ziyade yükselterek tehlil ve tekbir ederdik. Bunun üzerine Nebi
(s.a.):

"Ey Nâs canınıza acıyın, sesinizi yükseltmeyin. Şüphesiz siz ne sağın çağırıyor, ne de
gaibe bağırıyorsunuz! Dua ettiğiniz O (Allah), muhakkak sizinle beraberdir. Hem o

sesinizi çok iyi işitir. O, size (uzak değil) çok yakındır." buyurdu.-^^

Musannif Ebu Davud'a göre bu hadis-i şerifte bir önceki hadis-i şerif gibi düşmanla

savaş esnasında bağırıp çağırmanın mekruh olduğuna delâlet etmektedir.^-'-

103. Kişi Savaşta Düşmanla Karşılaşınca (Orduyu Cesaretlendirmek İçin
Hayvanından İnip Düşman Üzerine) Yürüyebilir

2658. ...el-Bera (r.a.)'dan; demiştir ki: Peygamber (s.a.) Huneyn gününde müşriklerle
karşılaşınca müşrikler bozguna uğradılar. (Sonra Hz. Peygamber) katırından inip

(düşman üzerine) yürüdü.-^^
Açıklama

Bu hadise Huneyn savaşında olmuştur. Buhari'nin rivayetinde hadise şöyle anlatılıyor.
el-Bera' b. Azîb (r.a.) den

rivayet olduğuna göre kendisine, (Kays kabilesinden) bir kişi: "Huneyn günü
Rasûlullah (s.a.)'m yanından kaçtınız mı?" diye sormuştu. O da şöyle cevap verdi:
"Huneyn günü Rasûlullah (s.a.) kaçmadı (düşmanımız) Hevazin (halkı) iyi ok atan bir
kabileden idiler. Biz (harp meydanında) bunlarla yüzyü-ze gelince bunların üzerine
atıldık. Bunlar hemen perişan oldular. Bunun üzerine, müslüman askerler ganimete
yöneldiler. Hevazin ise (bundan istifade ederek) bizi oklarla karşıladılar. (Biz kaçtık)
Fakat Rasûlullah (s.a.) kaçmadı. Onu pek iyi gördüm ki, o beyaz katırın üstünde
fütursuzca duruyordu. Ebu Süfyan da katırın gemini tutuyordu. Bu sırada peygamber
(s.a.);

[531

"Ben peygamberim yalan yok. Ben Abdulmuttalib oğluyum." diyordu. — Bu savaşta
Hz. Peygamberin yanında Ebû Süfyân oğlu Cafer, Ali b. Ebî Tâlib, Rebîa b. Haris,
Fadl b. Abbâs, Üsâme b. Zeyd, Eymen b. Ümmü Eymen, Ebû Bekr ve Ömer (r.a.) dan
başka kimse kalmamıştı.

Fakat Hz. Peygamberin bu metin azim ve iradesi ordunun sağ kanadını bozguna

uğramaktan kurtaramamıştı. Bu sırada gür sesli olan Abbas vasıtasıyla:

"Ey Akâbede bey' at eden Ensâr! Ey şecere-i rıdvân altında söz veren Aslı ab!" diye

davet etti. (Lebbeyk) diyerek döndüler ve Rasûlullah'm yanma gelip

toplandılar. Bozulan asker bu sûr&le toplandı ve zafer kazanıldı.

Hadis sarihlerinin açıklamasına göre bu hadis-î şerif ordu kumandanının veya

askerlerden birinin orduyu cesaretlendirmek maksadıyla hayvanından inip düşmana



piyade olarak saldırmasının caiz olduğuna delildir.



104. Savaşta (Düşmana Karşı) Çalım Satmak Caiz Midir?

2659. ...Cabir b. Atik'den rivayet olunduğuna göre, Allah'ın peygamberi (Muhammed)
(s.a.) şöyle buyururmuş:

"Allah kıskançlığın kimisini sever, kimisine de öfkelenir. Allah'ın sevdiği kıskançlık,

şüphe (doğuran işler) hakkındaki kıskançhk(lar)dır. Allah'ın kızdığı kıskançlık ise

şüphe (doğurmayan işlerin) dışındaki kıskançlık(lar)dır.

Yine Allah büyüklük taslamaların kimisine kızar, kimisini de sever.

Sevdiği, büyüklük taslama kişinin savaş esnasında büyüklük taslaması ile sadaka

verirken büyüklük taslamasıdır. Allah'ın kızdığı büyüklük taslama ise zulümden

büyüklük taslamadır.

(Bu hadisin ravilerinden) Musa (b. İsmail son cümleyi zulümde ve) övünmekte
(büyüklük taslamadır, şeklinde) rivayet etti.^^

Açıklama

Yüce Allah, insanın annesi, bacısı ve eşi hakkında duyduğu kıskançlık duygularının
bir kısmını sevdiği halde bazı kıskançlıklardan hoşlanmaz ve bu tür kıskançlıkların
sahibine buğzeder, öfkelenir.

Allah'ın hoşlandığı kıskançlıklar, kadınların kendilerine nikah düşen kimselerle
şakalaşıp karşılıklı gülüşmelere kadar varan samimiyet kurmaları karşısında duyulan
kıskançlıklardır.

Yabancı bir kadınla erkek arasında kurulan ve karşıdan bakan, insanların kalbinde
haklı olarak bir şüphe tevlid eden bu çeşit samimiyetler ve senli benli olmaları,
karşısında duyulan kıskançlıklar Allah'ın hoşuna giden davranışlardır. Yüce Allah
yabancı erkek ve kadınlar arasında kurulan bu gibi ahbablıklar için; "Allah'dan daha
kıskanç kim olabilir? İşte Allah zinayı da bu kıskançlığından dolayı haram kılmıştır."
buyurmaktadır.

Allah'ın hoşlanmadığı ve sahibine buğzettiği kıskançlıklar ise Allah'ın caiz kıldığı
meşru davranışlar ve muameleler karşısında duyulan kıskançlıklardır. Bir kimsenin,
annesinin, kızkardeşinin veya yakını olan diğer kadınların evlenmeleri karşısında
duyduğu kıskançlık gibi.

Müslümana yaraşan Allah'ın razı olduğu herşeye razı olmak, razı olmadığı şeylere de
razı olmamaktır.

Aynı şekilde büyüklük taslama, bir başka tabirle kibirlenme veya büyüklenme de iki
kısımdır. Bunlardan Allah'ın sevdiği btiyüklenmeler; harpte düşmana karşı gösterilen
buyüklenmeler, çalım satmalar ve kasılmalardır. Çünkü harpte düşmana karşı takınılan
bu gibi tavırlar, müslümamn heybetli görünmesini sağlayıp düşmanın moralini
bozmaya yaradığı gibi, müslümanlarm da cesaretini yükseltir. Bu bakımdan harp
esnasında büyüklük taslamak Allah'ın hoşuna gider. Harp esnasında düşmana karşı
gösterilecek tevazu ise, kibrin tam tersine düşmanın moralini yükseltmeye ve
mtislümanm cesaretini kırmaya yarayacağından makbul değildir, mezmûmdur.
Allah'ın hoşlandığı büyüklenmelerden biri de sadaka verirken gösterilen büyüklüktür.
Bir başka ifadeyle sadaka veren kimsenin verdiği sadakanın mikdarma hiç önem



vermemesi ve verdiği sadakayı devamlı olarak küçük görüp kendisinin ona hiçbir
ihtiyacı olmadığını içinde hissetmesi içten gelerek vermesi ve dolayısıyla hiçbir zaman
verdiği sadakayı başa kakmamasıdır.

Allah'ın gazabettiği büyüklenmeler ise, kişinin yaptığı zulümlerle asalet ve soy
iddialarıyla övünmesi gibi, böbürlenme ve başkalarını küçük görmeleridir. Oysa şan,
şeref, soy ve sopta değil takvadadır. Allah Teâlâ, insanların biribirlerine övünmeleri
için değil biribirlerini rahatlıkla tanıya-bilmeleri için, onları ayrı ayrı kabileler halinde

yaratan^



105. İnsan Eline Düştüğü Düşmanın Kendisini Esir Etmesine Boyun Eğebilir Mi?

2660. ...Ebû Hüreyre'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) (Mekke'ye) on (kişilik) casus
göndermişti. Asım b. Sabit'i de onlara komutan tayin etmişti. Huzeyl (kabilesi) de
bunlar (ı takib) için yüze yakın okçu çıkardı (ve peşlerine taktı). Asım (r.a.) onları(n
kendilerini izlediğini) hissedince Karded (denilen yüksekçe bir yer)e sığmdı-larsa da
okçular (oradan) ininiz ve bize elinizdekile(süahla)rı teslim ediniz. Sizden hiçbir
kimseyi öldürmeyeceğimize dair söz ve teminat veriyoruz, dediler. Bunun üzerine
Asım:

Bana gelince ben bir kafirin sözüne güvenerek (buradan) inmem (ve onlara teslim
olmam) dedi. Bunun üzerine (kafirjer) müs-lümanlar üzerine ok yağdırıp Asımla
birlikte yedi kişiyi şehid ettiler. (Geriye kalan) üç kişi ise (kafirlerin verdiği) söz ve
teminattan dolayı (bulundukları yerden) indiler. Bu üç kişiden (birisi) Hubeyb, (birisi)
Zeyd b. ed-Desinne, (birisi de) başka bir adamdı. (Kâfirler) bunları ele geçirince
oklarının tellerini çözüp o iplerle kendilerini (sımsıkı) bağladılar. Bunun üzerine
üçüncü zat;

İşte (bize) ilk ihanet budur. Vallahi size teslim olmam. Bu şehidler benim için bir
örnektir, dedi. Onu sürükledüerse de onlarla gitmeye razı olmadığı için onu da şehid
ettiler. Hubeyb bir süre esir olarak kaldı. Nihayet (haram aylar çıkınca) onu da
öldürmeye ittifakla karar verdiler. Bu j öldürme kararı üzerine Hubeyb ödünç olarak
bir ustura aldı. Onunla bir etek tıraşı yaptı onu öldürmek için (harem-i şerif
haricindeki tenim'e) çıkardılar. Hubeyb onlara;
Beni bırakınız da iki rekat namaz kılayım, dedi ve sonra:

Allah'a yemin olsun ki, eğer bende olan şu halin bir korku eseri olduğunu

[57]

düşünmeyecek olsaydınız (bu namazı) daha da artırırdım, dedi.- 1 — 1
Açıklama

Bu hadis-i şerifte casus olarak gönderildikleri halde müşrikler tarafından pusuya
düşürülerek şehid edildiklerinden bahsedilen on kişinin, bazı rivayetlerde, Uhud
muharebesinden sonra, Adal ve Kare kabilelerinin peygamber efendimize müracatları
üzerine o kabilelere dini tebliğle vazifeli mürşid ve muallim olarak gönderilen kişiler
olduğu açıklanmaktadır.

Ebu'I-esved'in Urve'den naklettiğine göre, Hz. Peygamber bu kimseleri Kureyş
hakkında haber toplamak üzere Mekke'ye göndermişti.

İbni Hacer'in de ifade ettiği gibi, İbn İshâk sözü geçen zatların altı kişi olduğunu ifade



ettikten sonra isimlerini şu şekilde açıklıyor:

1. Asim b. Sabit, 2. Mersed b. Ebî Mersed, 3. Hubeyb b. Adiyy, 4. Zeyd b. ed-
Desinne, 5. Abdullah b. Târik, 6. Halîd b. El-Kebîr.

İbn Sa'd'da bunların on kişi olduğunu ve yedinci kişinin adının da Hatb. b. Ubeyd
olduğunu söylemiştir. Ulemâdan bazılarının kanaatine göre on kişiden üç kişinin
isminin açıklanmamasımn sebebi onların bu on kişiye tabi kişiler olmasıdır. Bu
sebeble onların ismi üzerinde durulmamış ve açıklığa kavuşturulmamıştır. Bu zatların
şehid edilmesi Beni Lihyan gazvesinin vuku bulmasına sebeb olmuştur.
Hz. Peygamberin, bu on kişilik cemaatin başına emir tayin ettiğinden bahsedilen Asım
b. Sabit;Hz. Ömer'in oğlu, Asım'm ana tarafından dedesidir.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, Huzeyl kabilesinden yüz kadar kişinin
müşriklerin yardımına koştuğu ifade edilirken bazı rivayetlerde bu yardımcı kuvvetin
ikiyüz kişi olduğu ifâde edilmektedir.

Fakat îbn Hacer'in de açıkladığı gibi aslında bu ifâdeler arasında herhangi bir çelişki

yoktur. Çünkü Müellif Ebu Davud'un rivayet ettiği yüz kişi sadece okçulardır. Diğer

yüz kişi okçuların dışında ayrı bir birlik oluşturduğu için Ebu Davud onlardan

bahsetmemiş, sadece Hz.Asım'ı ok yağmuruna tutan okçulardan bahsetmekle

, . .. T581
yetinmiştir. 1 — ■*

Buharî'nin rivayetine göre Hz. Asim, müşriklerin, Teslim olun!" çağrısını reddedikten
sonra; "Ey Allahım halimizden peygamberin (Muhammed) (s.a.)i haberdar et" diye
dua etmiş.

Tayalîsî'nin rivayetine'göre de Allah (c.c.) hazretleri, Hz. Asım'in bu duasını kabul

buyurarak Hz. Peygamberi Hz. Asım'm ve arkadaşlarının bu durumundan haberdar

[591

etmiş ve onların başlarına gelen musibeti o gün ashabına anlatmıştır. J — 1
Büreyde'nin rivayetine göre, Hz. Asim şehid olmadan önce Cenâb-ı Hakk'a, "Ey
Allah'ım ben bugün senin dinini nasıl koruyorsam sen de benim vücudumu öylece
koru." diye dua etmiştir. Buhârî'nin şu rivayeti yüce Allah'ın, onun da duasını kabul
ettiğini ifâde ediyor: "Asim b. Sabit hazretlerinin katledildiğini haber alan Kureyş'den
bazıları, cesedinden onu tanıtacak bir parça getirmek üzere şehidin yanma haber
gönderdiler. Çünkü Asim b. Sabit hazretleri Bedir'de Kureyş'in ileri gelenlerinden
birini, Ukbe b. Ebi Muayt'ı öldürmüştü.

Cenab-ı Hakk'm Asım'ı hıfz-ü himaye için arı nevinden kara bir bulut halinde
gönderdiği mahlukların müdafaaları karşısında kâfirler, Hz. Asım'm yanma bile

sokulmadıklarından onun naşmdan bir şey kesip götürmeye kadir olamadılar.^^
Hz. Asım ile birlikte altı arkadaşı müşriklerin, "teslim olunuz" çağrısını reddederek
şehid olduktan sonra geriye kalan üç kişi müşriklerin can güvenlikleri hususunda
verdikleri söz ve teminata inanarak teslim olmuşlardı. Bunlardan birisi Bedir
savaşında müşriklerden Haris b. Amir'i öldüren Hubey o.Adiyy idi. Diğeri Zeyd b. ed-
Desinne, öbürü de Abdullah b. Tarık idi.

Metinde açıklandığı gibi bunlardan Abdullah b. Tarık müşriklerin ihanetini görünce
onlarla birlikte gitmeyi kabul etmemiş ve daha önce şehid olan arkadaşları gibi o da
şehid olmuştu. Bunun üzerine müşrikler Hubey b ile Zeydi Mekkelilere esir olarak
sattılar. Onları satın alanlar birikmiş intikam hislerini tatmin için almışlardı. Bir
müddet hapse attılar. Hu-beyb, bilâhere müslüman olan Maviyye isimli hizmetçi
kadının bulunduğu bir evde hapsedilmişti. Maviyye Hubeyb'in hapis hayatını şöyle



anlatırdı:

i Yemin ederim ki Hubeyb'den daha hayırlı bir insanı ömrümde görmedim. Bir gün
kapı aralığından hücresine bakmıştım, zincirlere vurulmuş oturuyordu. Mevsimi
olmadığı halde elindeki kocaman salkımı yiyordu. Bunun kudretten olduğuna şüphe
yoktu. Geceleri yüksek sesle Kur'an okurdu. Kadınlar onun sesini duyar acıyarak
ağlaşırlardı. Mukaddes aylar geçtikten sonra onları öldürmeye karar verdiler. Ben
hemen koştum, Hubeybe haber verdim. Hiç aldırış etmedi. Benden tıraş için keskin bir
bıçak istedi. Bununla etek tıraşı yaptı.

Ertesi sabah Hubeyb ile arkadaşı Zeyd'i ölüm meydanına götürdüler. Kadın, erkek,
köle... bütün Mekke halkı oradaydı. Kimi intikam hislerini tatmin etmek, kimi de
seyretmek için gelmişti. Her ikisi için de bağlanıp öldürülebilecekleri birer kazık
hazırlanmıştı. Hubeyb'i ölüm kazığına götürürlerken iki rek'at namaz kılmak için izin
istedi kabul ettiler. Erkanına uyarak iki rekat namaz kıldı ve:
"Ölümden korktuğum için uzattığımı zannetmesey diniz daha uzatırdım." dedi.
İslam tarihinde öldürülmeden önce iki rek'at namaz kılma adetini ilk defa başlatan Hz.
Hubeyb oldu.

Hz. Hubeyb'i kazığa bağladılar. İlim yolunun bu bahtiyar şehidinin son sözleri
şunlardı: "...Allah'ım bu merhametsiz inkarcıların neslini tüket topluluklarını dağıtarak
mahvet onlardan hiç kimseyi sağ bırakma."

Hafız îbn Hacer'in ifadesine göre bir yıl sonra Hz. Hubeyb'i şehid edenlerden bir kişi
dahi hayatta kalmadı. Çünkü Allah Hz. Hubeyb'in bu duasını kabul etmişti.
Nihayet her ikisini de şehid ettiler. Bu acıklı hadiseden sonra Rasûlü Ekrem
efendimiz, Mekke'ye gizlice iki komando casus gönderdi. Bunlardan Umeyye oğlu
Amr Mekke müşriklerine gözdağı vererek bazı işler becerdikten başka hâlâ ölüm

kazığında bağlı duran Hubeyb'in cesedini çözerek gömmeye de muvaffak oldu.^^
Bazı Hükümler

1. İdama mahkum edilen bir kimsenin idam edilmeden önce iki rekat namaz kılması
müstehabdır.

2. İdama mahkum edilen bir kimsenin idamdan önce etek tıraşı yapması sünnettir.

3. Bir müslümanm kendisini esir etmek isteyen düşman kuvvetlerine teslim olması
caizdir. Hanefî ulemâsından Bedrü'ddîn-i Aynî, Hubeyb ve arkadaşlarının
müşriklere teslim olmasının bu manaya geldiğini ifade etmiştir. Bu mevzu da el-
MÜhelleb şunları söylüyor:

"Eğer insan kendisini öldürmek ya da esir etmek isteyen düşmandan canını kurtarmak
için bir ruhsat yolu ararsa Hz. Hubeyb ve arkadaşlarını örnek alarak kendisini esir
etmek isteyen kafirlere teslim olarak canını kurtarabilir."

Hasen el-Basri de bir müslümanm kendisine galip geleceğinden korktuğu düşmana
teslim olmasında, herhangi bir sakınca olmadığını söylüyor. İmam-ı Sevri ise, bir
müslümanm mecbur olmadıkça kafire teslim
olmasının mekruh olduğu görüşündedir.

İmam-ı Evzâi bir müslümamn kafire köle olmamak için kendisinden daha güçlü
düşman kuvvetleriyle Hz. Asım gibi şehid oluncaya kadar savaşmasında bir sakınca

olmadığını söylüyor.^^



2661. ...(Şu bir önceki) Hadisi Ebû Hureyre'nin arkadaşlarından Amr b. Ebî Sufyan b.
Esîd b. Cariyetes-Sakafî de rivayet etmiştir.^^



Açıklama

Bu hadisle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde yer aldığından açıklama için
oraya bakUabilir.^



106. Pusu Kuran Birlikler



2662. ...el-Berâ'dan demiştir ki: Uhud (savaşı) günü Rasûlullah (s.a.) elli kişi (den

ibaret) olan okçuların başına, Abdullah b. Cu-beyr'i koymuş ve (onlara);

"Bizi kuşların kaptığını bile görmüş olsanız ben size haber gönderi nce> e kadar sakın

şu yerinizi terketmeyiniz. Bizim onları bozguna uğratıp yendiğimizi görseniz bile ben

size bir haberci iletinceye kadar (sakın şu bulunduğunuz yerden) ayrılmayınız." diye

emretti. (el-Berâ b. Azîb) dedi ki: Allah müşrikleri bozguna uğrattı, ve Allah'a yemin

olsun ki ben (müşriklerin safında bulunan) kadınları (korkularından) dağa

tırmanırlarken gördüm. Bunun üzerine Abdullah b. Cübeyr'in arkadaşları:

Ey arkadaşlar ganimet ganimet! Arkadaşlarınız galip geldi. Siz ne bekliyorsunuz?"

dedi(ler) Bunun üzerine Abdullah b. Cübeyr;

Siz Rasûlullah (s.a.)'m size ne dediğini unuttunuz mu? dedi. Onlar da;

Müslüman askerlerin yanma varacağız, biz de ganimetten pay alacağız! diye karşılık

verdiler ve müslüman askerlerin yanma varır varmaz yüzgeri edildiler. Müslümanlar

da bozulmaya başladı.^^



Açıklama

tbn Aziz'e göre Uhud savaşı hicretin üçüncü yılında Şevval'in onbirine tesadüf eden
Cumartesi gününde vâki olmuştur. Uhud Medine'ye bir fersahtan az bir mesafede bir
dağdır. İslam tarihinde büyük bir yeri vardır. Rasûl-i zîşân efendimiz birçok vesilelerle
"Uhud bir dağdır, o bizi sever biz de onu severiz." buyurmuştur. Uhud savaşı, Kur'an-ı
Kerim'de Al-i İmran suresinin pek çok ayetlerinde tasvir edilmiştir. İbn İshak'a göre,
AI-i İmrân suresinin altmışyedi âyeti Uhud savaşıyla ilgilidir. İbn Ebi Hatem'in
rivayetine göre Abdurrahman b. Avf, "AI-i İmran sûresinin yüzyirminci âyeti Uhud
savaşıyla ilgilidir" dermiş. Buharî bu hadisi tefsir bölümünde; "Hani sen (bir sabah)
erkenden (Uhud' da) müminleri savaş üslerine yerleştirmek üzere ailen(Aişe'nin evin)

den ayrılmıştın. Allah hakkıyla işiten ve bilendir. başlığını taşıyan on numaralı
babda rivayet etmiştir.

Hadisin metninden anlaşıldığına göre kafirlerle birlikte Kureyşli kadınlar da savaşa
katılmışlardır.

tbn tshak bu kadınların kimliklerini açıklarken şu isimleri veriyor:

1. Hind Bint-i Utbe (Ebû Süfyân'm karısı).

2. Ümmü Hâkim binti el-Haris b. Hişam (tkrime b. Ebu Cehrin karısı).

3. Fatımâ binti Velid b. Muğîre; (Haris b. Hişâm'm karısı).

4. Berze binti Mes*ûd es-Şakafı (SafVan b. Ümeyye'nin karısı)



5. Reysâ binti Şeybe es-Sehmiyye (Amr b. As'm karısı).

6. Sülâfe. binti Sa'd (Talha b. Ebi Talha el-Hacbi'nin karısı).

7. Hannâs binti Mâlik (Musab b. Umeyr'in annesi).

8. Umre binti Alkâme b. Kinâne

bazılarına göre, müşrikler safında Uhud savaşma katılan müşrik kadınların sayısı
onbeş idi.

Yine bu hadisin metninde Hz. Peygamber, harp için büyük bir stratejik Önemi haiz
olan bir gediği tutmaları ve Kureyş'in arkadan yapacakları çevirme hareketini
önlemeleri için elli kadar okçuyu görevlendirmiş ve başlarına da Abdullah b. Cübeyr'i
yerleştirmişti.

Her ne kadar îbn Kayyim el-Cevziyye, "Zâd'iil-meâd" isimli eserinde elli kişilik
kuvvetin okçular değil süvariler olduğunu söylemişse de, tbn Hacer'in dediği gibi bu
söz tamamen yanlıştır. Çünkü İslam tarihçilerinin açıklamalarına göre o gün

müslümanlann elinde bulunan a, say 1S1 yok deneeek kadar azda.^



Bazı Hükümler



1. Savaştan önce stratejik önemi haiz olan yerlerin belirlenip oralarda düşmana pusu
kurulması zaferin kazanılması bakımından son derece önemlidir.

2. Harp halinde ordu içinde bir ihtilafın başgöstermesi ve ordu kumandanına veya
onun vekiline isyan edip emirlerini dinlememek düşmana yenilmeye sebep olur.
Nitekim Buharî de bu hadisi cihad bölümünde, "Harp halinde ordu içinde muhasame
ve ihtilafın fenalığına ve başkumandana karşı isyankâr hareketin ukubeti ve hezimeti

tevlid edeceğine dair" başlıklı 1 64 numaralı babda rivayet etmiştir.^^
107. (Savaşta) Saflar(ın Düzeni)

2663. ...Hamza b. Ebî Useyd'in babası Ebû Useyd (Mâlik b. Rabîate'I-Ensâri's-
Sâidi)'den; demiştir ki: Biz Bedir (savaşı) gününde saf tuttuğumuz zaman, Rasûlullah
(s.a.) (şöyle) buyurdu: "(Düşman askerleri) Size yaklaştıkları zaman yani sizi (iyice
yakından) sardıkları zaman onlara ok atınız. (Ok menzilinin dışında kalacak kadar

uzak oldukları zaman ise) oklarınızı (atmayınız, yanınızda) muhafaza ediniz.



Açıklama

Yüce Allah Kur'ân-ı Keiîm'de; "Allah kendi yolunda kurşunla kaynatılmış binalar gibi

saf bağlayarak çarpışanları sever. "^^ buyurarak kendi yolunda saf bağlayarak
savaşanları övmüştür. Hz. Peygamber de Allah'ın bu emrine uyarak İslam
mücâhidlerini harpteki görevlerine göre saflar halinde mevzilendirerek Allah'ın
nzasma uygun bir harp düzeni kurduğu gibi, her saf için gerekli talimatı vermiş ve bu
suretle Allah'ın yardımına kavuşup büyük zaferler kazanmıştır.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber Bedir
savaşında da askerlerini saflar halinde harp düzenine soktuktan sonra, okçulara
hitaben, "Ok menzili içine girmedikçe düşmana ok atmamalarına, çünkü uzakta
bulunan düşmana atılan okların isabet etme ihtimallerinin zayıf olduğuna," dair bir



konuşma yapmış ve, "Okların hedefini bulup zaferin kazanılması için sadece
kendilerine yaklaşan ve ok menzili içine giren düşman askerlerine ok atmaları

[7i]

gerektiğini" hatırlatmıştır. J — 1

108. Düşmanla Karşılaşınca Kılıç Çekmek

2664. ...Malik b. Hamza b. Ebî Üseyd es-Saidi'nin dedesi (Malik b. Rabiâ el-Ensârîs-
Sâîdî) den; demiştir ki: Peygamber (s. a.) Bedr (savaşı) gününde;

"Size yaklaştıklarında onlara ok atınız. Onlar sizi iyice yakından sarmcaya kadar da

[721

kılıç çekmeyiniz/' buyurmuştur. J — 1
Açıklama

Bir önceki hadis-i şerifte de açıklandığı gibi Hz. Peygamber her silahın kendi tesir
sahası içerisinde kullanılması gerektiğini ifade etmiş ve buna riayet edilmediği
takdirde malzeme ve enerji israfına yol açılacağı için harbin kaybedileceğine dikkati

çekmiştir.^^

109. (Savaştan Önce Taraflardan) İki Kişinin Vuruşması

2665. ...Ali (r.a.)'den; demiştir ki: Utbe b. Rabîa (düşman saflarından çıkıp harp
meydanına) ilerledi oğlu ile erkek kardeşi de onun arkasından yürüdüler. Utbe
(Benimle) Kim savaşacak? diye haykırdı. Ensar'dan bazı gençler (biz savaşacağız,
diye) ona cevap verdiler (Utbe);

Siz kinsiniz? dedi. Onlar da kendilerini ona bildirdiler. Bunun üzerine (Utbe);

Bizim sizinle (döğüşmeye) ihtiyacımız yok. Biz (kendileriyle vuruşmak için

karşımıza) sadece amca oğullarımızı istiyoruz, dedi. Peygamber (s.a.) de;

"Ey Hamza kalk, ey Ali kalk, ey Ubeyde b. el-Hâris sen de kalk"buyurdu. Hamza

Utbe'ye yöneldi. Ben de Şeybe'ye yöneldim. Ubeyde ile Velîd arasında karşılıklı iki

darbe inip kalktı ve her ikisi de hasmını yaraladı. Sonra biz (Hamza ile ben) Velid'in

üzerine çullanıp onu öldürdük, Ubeyde'yi de (yine birlikte) yüklendik (yakaladık)

geldik.^
Açıklama

Yapılan bunrabareze neticesinde Hz. Ali ile Hz. Hamza hasımlarım öldürmüşlerdi.

Ancak Hz. Ubeyde hasmını ya-ralamışsa da hasmından gelen bir kılıç darbesi dizine

isabet ettiği için kendisi de yaralanmış ve yaranın tesiriyle "Safra" denilen yerde vefat

. • T751
etmiştir. —

Bazı Hükümler



1. Savaş başlamadan önce müslüman mucahıdlerden bazılarının er dileyerek ya da
kafirlerden er dileyen kimselerin karşısına çıkarak onlarla vuruşması caizdir.



Devlet reisinin veya vekilinin izin vermesi halinde yapılacak olan bu vuruşmanın caiz
olduğunda tüm ulemâ ittifak etmişlerdir. Hatta bâzıları; "Bunlar Rableri hakkında

birbirlerine husûmet eden iki hasımdır. ayet-i kerîmesinin savaştan önce bu
şekilde mübâreze yapan mücahidler hakkında indiğini söyleyenler vardır.
Ancak devlet reisinin veya vekilinin izin vermemesi hâlinde yapılan mübârezenin caiz
olup olmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır.

Hattâbî'nin açıklamasına göre, Süfyân-ı Sevrî, "devlet reisinin veya vekilinin izni
olmadan yapılan mübârezenin mekruh olduğunu" söylemiştir. İmam Ahmedle İshâk
(r.a.) da bu görüştedirler. İmam Mâlik ile İmam Şafiî (r.a.) ise devlet reislerinin veya
vekilinin izni olsun veya olmasın savaştan önce mübâreze yapmakta bir sakınca
olmadığını söylemişlerdir.

2. Mübâreze yapan müslüman bir mücâhidin hasmı karşısında acze düşmesi halinde
ona yardım etmek caizdir. Çünkü Hz. Ubeyde Velid karşısında yaralanıp acze düşmüş
Hz. Ali ile Hamza (r.a.) onun imdadına koşmuşlardır. Ulemânın büyük çoğunluğu da
bu görüştedirler.

[771

Ancak imam el-Evzâî bunun caiz olmadığını söylemiştir. —

110. El, Ayak, Kulak, Burun Keserek Cezalandırmak (Müsle) Yasaktır

2666. ...Abdullah (tbn Mes'ûd)dan; demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) "Öldürme yöntemi
yönünden insanlann en iffetlisi (merhametlisi) iman sahihleridir.- 1 — 1



Açıklama



kelimesi insanın kendisini, Allah'ın haram kıldığı fiillerden ve davranışlardan
koruması anlamına gelir.Metinde gecen, kelimesi ise, en şefkatli ve en merhametli
mânâsına veya yaratıkların organlarını kesmek ve dağlamak suretiyle onlara işkence
etmekten en çok sakınan kimse mânâlarına gelir. Çünkü İslâmiyet: "Şüphesiz Allah
herşeyde iyiliği farz kılmıştır. O halde siz öldürdüğünüz vakit, öldürmeyi iyi yapın.
Kestiğiniz zaman da kesmeyi iyi becerin. Her biriniz bıçağını bilesin ve kestiği

[791

hayvanı dinlendirsin."- 1 — 1 gibi buyruklarla müslümanlarm kalplerine merhameti ve
şefkati yerleştirmiştir. Binâenaleyh, gerçek müslümanlar bir şefkat ve merhamet
timsali oldukları için harpte ellerine geçen düşmanları öldürürken dahi, onun
organlarını keserek onu dayanılmaz işkencelere tabi tutmaktan son derece kaçınırlar.
Kâfirler ise, duygulardan tamamen mahrumdurlar. Onlar ellerine geçirdikleri
düşmanlarına en feci işkence metodlarmı uygulamaktan geri kalmazlar. Hatta bundan
zevk alırlar. Bu eskiden beri böyle olmuştur, günümüzde de böyledir.
İşte Hz. Peygamber bu hadis-i şerifte iman sahiplerinin en iffetli en merhametli
kimseler olduğunu söylemekle gerçek mü'minlerin böyle olması gerektiğini anlatmak

istemiş ve mü'minleri böyle olmaya davet etmiştir.^^

2667. ...el-Heyyac b. îmran'dan dedi ki: İmrân b. Havayn'm bir kölesi kaçmıştı. Köleyi
eline geçirdiği zaman onun elini keseceğine dair Allah için nezretti. Bunun üzerine
beni (bu mes'eleyi) kendi adına sormam için (Hz. Peygamberin sahabelerine)



gönderdi. Bende Semûre b. Cündüb'e gelip (meseleyi) ona sordum. O da;
"Rasûlullah (s. a.) bizi sadaka vermeye teşvik ederdi. Canlıların organlarını keserek
onlara işkence yapmaktanda nehy ederdi." diye cevap verdi. Sonra İmran b. Husayn'a
varıp bir de O'na sordum. O da;

"Rasûlullah (s. a.) bizi sadaka vermeye teşvik ederdi. Yaratıkların organlarını keserek

T811

onlara işkence yapmaktan nehyederdi, cevâbım verdi. —



Açıklama



Bir önceki hadisin şerhinde, tslamda canlıları işkence yaparak organlarını keserek
öldürmenin yasaklanmış oldu-
ğunu açıklamıştık.

Bu mevzuda Hanefî fıkhının meşhur kitaplarından Reddü'l-Muhtâr isimli eserde şöyle
deniliyor: "Harp devam ederken burun ve kulaklar gibi azaların kesilmesinde beis
yoktur... Fetihde zikredilmiştir ki: Harp sırasın da bir müslüman kılıcıyla bîr kafire
vurup kulağını kesebilir, ikinci sefer vurup gözünü çıkarabilir. Üçüncü sefer vurup
elini kesebilir. Bir müslüman harp devam ederken bir kafiri yakaladığında onun

azalarını kesme-yip doğrudan doğruya öldürür.- 1 — 1

Sahih-i Buhârî ile, Sahih-i Müslim'de ve diğer önemli kitaplarda harp halinde
kafirlerin azalarının kesilmesi yasaklanmıştır.

Nitekim Hattabi de; "Müsle yasağı daha önce bir müslümanm herhangi bir uzvunu
kesmemiş olan kimseler hakkında geçerlidir. Fakat bir müslümanm herhangi bir
organmı kesen bir kimseye aynı cezayı vermekte sakınca yoktur. Nitekim Yüce Allah
Kurân-ı Keriminde "Kim size saldırırsa, onun size saldırdığı kadar, siz de ona

saldırın. "^^ buyurarak, bu mânâya işaret etmiştir buyurmaktadır.^-^
111. Harpte Kadınları Öldürmek (Yasaktır)

2668. ...Abdullah (b.Ömer) den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s. a) in
gazalarından birinde bir kadın ölü olarak bulunmuş, bunun üzerine Rasûlullah (s.a)

kadınlarla çocukların öldürülmesini yasaklamıştır.- 1 — 1



Açıklama



Bu hadis"i Şerifte, savaşta kadınlarla çocukları öldürmenin yasak olduğu ifade
edilmektedir.

Bu mevzuda ed-Dürrü'l -muhtar yazarı şunları söylüyor: "Savaşta kadınlar, çocuklar,
deliler, harpte bağırıp çağıramayacak ve (mürted bile olsalar) çocuğu olmayacak
derecede yaşlı olanlar, körler, topallar, kötürümler,bunamışlar, insanlara karışmayan
rahipler Ve kilise hademesi öldürülmez. Ancak bunlardan biri kral, yahut savaşabilir,
yahut harpte rey sahibi olur, yahut mal sahibi olup, malıyla savaşa yardım ederse

öldürülür.^^

Peygamber efendimiz, Durey b.Sımne'nin harp işlerinde görüşünden istifade edilen bir
kimse olduğu için yüzyirmi yaşında ve kör olduğu halde öldürülmesini emretmiştir.



Çocuk ve deliller savaşırlarken öldürülürler. Kadınlar, rahipler vesaire esir edildikten
sonra savaştıkları takdirde öldürülürler. Hükümdar olan kadın her ne kadar
savaşamasa bile öldürülür. Keza hükümdar olan çocuk ta öldürülür. Çünkü
hükümdarların öldürülmesinde karşı tarafın önemli bir dayanağı yıkılmış yıkılmış

olur." 1 ^ 1

2669. ...Rebâh b.Rebî'den, demiştir ki: Biz Rasülullah (s. a) ile bir savaşta idik. Halkı
bir şeyin etrafında toplanmış halde görünce; "Bunlar neyin etrafında toplanmışlar, bak
gel." diyerek (oraya) bir adam gönderdi. (Bu adam oraya bakıp) geldi ve;
Öldürülmüş bir kadının etrafında (toplanmışlar) dedi. Bunun üzerine (Hz.
Peygamber);

"Bu (kadın) öldürülmez " buyurdu. (Ravi devamla şöyle dedi) İleri birliğin başında da
Halid b. el-Velid vardı. (Hz.Peygamber oraya tekrar) bir adam gönderip;
"Halid'e söyle hiç bir kadını ve (savaşın dışında bir iş için) kiralanmış (ve emir

T881

altında) olan bir kimseyi öldürmesin/' diye emir verdi. —
Açıklama

Bu hadisenin Mekke'nin fethi esnasında vuku bulmuş olması ihtimali
kuvvetlidir.Nitekim Taberânî'ninlbn Ömer'den rivayet ettiği bir hadiste
Hz.Peygamberin Mekke'ye girişinde böyle bir olayın meydana geldiğinden
bahsedilmektedir.

Her ne kadar mevzûmuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte savaş esnasında hiç bir kadını
öldürmenin caiz olmadığı ifade ediliyorsa da, İbn Mâce'nin rivayetinde geçen; "... Bu
kadın savaşanlar içinde savaşmış değildi..." ifadesi, harpte öldürülmesi yasaklanan
kadınların, sadece savaşa katılmayan kadınlar olduğunu, bilfiil harbe katılmış olan
kadınları öldürmekte bir sakınca bulunmadığını ifade etmektedir. Nitekim Musannif
Ebû Dâvûd'un mürsellerinde, îkrime'den rivayet ettiği şu hadis-i şerifte bu gerçeği
te'yid etmektedir: "Peygamber (s. a) Taif te öldürülmüş bir kadın gördü. Bunun üzerine
"Ben sizi kadınları öldürmekten menetmedim mi? Bunun sahibi kim? dedi.
Müteakiben bir adam:

Ya Rasûlallah, ben bu kadını terkime aldım, o ise beni yere vurarak öldürmeye
kalkıştı. Artık ben de onu öldürdüm, dedi. Rasülullah (s. a.) kadının gömülmesini emir
buyurdu."

Rasülullah (s.a.)'in katile birşey demeyip onu takrir buyurması çarpışmaya iştirak eden
bir kadının öldürülebileceğine delâlet etmektedir.^^

Hafız İbn Hacer el-Askalâni'nin açıklamasına göre, İmam Malik ile İmam Evzâî;
düşman, müslümanlara karşı kalkan olarak kullansa bile yine de savaşta kadın ve
çocukların öldürülemeyeceği görüşündedirler.

İmam Şafiî ile Küfe ulemasına göre ise, savaşta savaşan kadınlarla münafık çocukları
öldürmek caizdir.

Mevzûmuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi İmâm-ı Şafiî ile Küfe ulemâsının delilini
teşkil etmektedir.

Yine mevzûmuzu teşkil eden bu hadisi şerifte savaşta harple ilgisi olmayıp ta, harple
ilgisi olmayan işleri görmek üzere kiralanan kimseleri öldürmenin de yasak olduğu



ifâde edilmektedir. Hanefî ulemâsından Aliy-yü'l-Kârî'nin açıklamasına göre bir
kimsenin harple ilgisi olmayan ücretli bir kimse olduğunun alâmeti silahsız olmasıdır.

£901



2670. ...Semûra b. Cündüb'den; demiştir ki: Rasûlullah (s. a.); "Müşriklerin yaşlılarını

[9i]

öldürün, çocuklarını bırakın" buyurmuştur.- 1 — 1
Açıklama

Henüz bulûğa ermeyen çocuklardır.Kendişinde yaşlılık alâmetleri beliren, yahut 50-5 1
yaşlarına varan kimsedir. Burada kastedilen, gücü kuvveti yerinde olup harbe yaraya-
cak adamlardır. Yahut mutlak surette bulûğa erenler kasdedilmiştir. Yoksa elden
ayaktan düşmüş ihtiyarlar kasdedilmemiştir. Şu halde "Buluğa ermeyen çocuklarla işe
yaramayan ihtiyarlar öldürülmeyecek," demek olur ve hadis, çocukların öldürülmesini
yasaklayan hadise muvafık düşer.

Şerh sözünden, bıyıkları yeni terlemiş delikanlılar da kastedilmiş olabilir. Böyleleri
müslüman olurlar ümidi ile öldürülmeyebilir. Nitekim İmam Ahmed b. Hanbel:
"Yaşlılar hemen müslüman olmazlar; gençler İslâmi-yeti kabule daha yakındırlar"
demiştir. Binâenaleyh bu hadis vergi karşılığında kâfir olarak bırakılanlarla tahsis

edilmiş olur.^^

2671. ...Aişe (r.anha) den demiştir ki; Kureyza oğullarının, bir tek kadınından başka
hiçbir kadın öldürülmedi. Rasûlullah (s. a.) (Kureyza oğullarının) erkeklerini kılıçla
öldürürken bu kadın benim yanımda, sarsıla sarsıla gülüyor ve (kendi kendine)
söyleniyordu. Derken sahibini göremediğim bir ses

Falanca kadın nerededir? diye, kadının ismiyle çağırdı. Kadın da;
Benim! diye cevap verdi. (Hz. Aişe diyorki); "Ben (o kadına);
Bu hâlin ne? dedim.

Ben bir iş yaptım (da ondan dolayı aranıyorum), dedi ve hemen götürülüp boynu
vuruldu. Ben o kadına olan şaşkınlığımı hala unutamıyorum. Çünkü öldürüleceğini

[931

bildiği halde sırtı ve karnıyla (sağa sola döne döne) gülüyordu.- 1 — 1



Açıklama

Bilindiği gibi, Benû Kureyza Medine'deki yahudi kabilelerindendi. Medine İslam
devletine tabi idiler. Fakat hicretin beşinci, (milâdi 627) senesinde Hendek Savaşında
düşmanla birleşerek İslam devletine ihanet ettiler.

Hz. Peygamber, Hendek savaşından sonra Benû Kureyza mahallesini kuşattı ve eli
silah tutan tüm erkekleri idam etti. Kadınlardan da sâdece bir kadının boynunu vurdu.
Hattâbî'nin beyânına göre, kadının suçu Hz. Peygambere sövmekti. Hanefî ulemâsı da
bu kadının suçunun Hz. Peygambere sövmek olduğuna hükmetmiş ve
Peygamberlerden herhangi birine sövmenin cezasının ölüm olduğunu söylemişlerdir.
Ulemâ peygambere söven bir kimsenin had vurularak mutlaka öldürülmesi mi
gerektiği, yoksa ceza vermeden kendisine tevbe etmesi için bir teklifte bulunmak mı
gerektiği hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Bâzıları onun tevbesinin makbul olmadığı



ve dolayısıyla hemen cezalandırılması lâzım geldiğini söylerken bir kısmı da bu
kimsenin de mürted gibi tevbesinin makbul olduğunu binâenaleyh tevbe ettiği takdirde
kendisine had vurulamayacağını söylemişlerdir.

Hanefî fıkıh kitaplarından ed-Dürrü'l-Muhtâr isimli eserde deniliyor ki: "Musannifin
Fetavâsmda zikredilmiştir Ki; Peygamber efendimize dil uzatma cür'etinde bulunan
veya ona kalbiyle buğzeden müslüman hadden öldürülür. Nitekim yukarıda geçmiştir,
fakat Kitabü'ş-Şifâ'da: "Peygamber Efendimize dil uzatma cür'etinde bulunan veya
kalbiyle buğzeden müslümanm hükmü mûrted'in hükmü gibidir." diye zikredilmiştir.
Bundan anlaşılmıştır ki, o müslümanm tevbesi kabul edilir yani hadden öldürülmez.
Nitekim akıl sahiplerine gizli değildir.

Musannif kendi şerhinde: "Ben Mısır'da Hanefi müftüsü Şeyhülislam İbnAbdülaFden
işittim ki, kemal ve diğer fukaha, Bezzâziye sahibine tabi olmuşlar. Bezzâziye sahibi
de es-Seyfu'l-MeslûI sahibine tabi olmuş. es-Seyfül-Meslûl sahibi Peygamber
efendimize dil uzatan veya buğzeden müslümanm tevbesinin kabul edilmeyeceğini
kendisine nisbet edip, kendisinden başka Hanefî âlimlerinden hiçbir kimseye nisbet
etmemiştir." diye zikretmiştir. Netf, Muînu'l-hükkam, Şerhü't-Tahâvi, Haviz-Zâhidi ve
diğer mu'teber fıkıh kitaplarında: "Peygamber efendimize dil uzatan müslümanm
hükmü, mürtedin hükmü gibidir." diye açıklanmıştır.

Netfin ibaresi şöyledir: Peygamber efendimize dil uzatan müslüman mürteddir.
Hükmü mürtedin hükmü gibidir. Mürted'e tatbik edilen ceza ona da tatbik olunur.
Bundan anlaşılmıştır ki; Peygamberimize dil uzatan kişinin tevbesi kabul edilir,
hadden öldürülmez. Nitekim evvelce geçtiği vecihle Kitabü'şşifa'da da böyle

zikredilmiştir.^^

2672. ...es-Sa'b b. Cessâme'den rivayet olunduğuna göre; Kendisi (bir gün) Peygamber
(s.a.)'e, (savaşta) üzerlerine gece baskını düzenlenen müşriklerin saldırıya uğrayan,
kadın çocuk ve evlerinin durumunu sordu. Peygamber (s.a.)'de:

"Onlar da onlardandır' 1 buyurdu. Amr b. Dinar (bu son cümleyi) "Onlar
babalarmdandır." diye rivayet ederdi.

ez-Zührî dedi ki; Daha sonra Rasûlullah (s. a.) (savaşta) kadınların ve çocukların
öldürülmesini yasakladı.^^

Açıklama

Buhârî sarihlerinden Kastalânî'nin açıklamasına göre metinde geçen; "Onlar da
onlardandır" cümlesinden maksat; "Savaşta çocuklar ve kadınlar da mutlak surette
müşrik erkekler gibi öldürülür" demek değildir. Ancak savaşta, gece baskını gibi
müşriklerin kadın ve çocuklarını kendilerinden ayırdetmenin mümkün olmaması gibi
hallerde çocuklar ve kadınlar da öldürülebilir. Bu gibi haller dışında çocuklar ve
kadınlar Öldürülemez, demektir. Kastalânî'nin bu izahı bu mevzuda gelen hadisler-
deki farklı ifadelerin arasını uzlaştırmaktadır.

Hattâbî de bu cümleyi açıklarken, "Müşriklerin çocukları ve kadınları din bakımından
müşrikler gibidirler ve harpte onlar, ancak müşriklerden ayır-dedilemedikleri zaman
öldürebilirler, aksi takdirde öldürülemezler" demek suretiyle Kastalânî'nin bu sözlerini
te'yid etmiştir.

Biz mezheb imamlarının bu mevzudaki görüşlerini 2667-2669 numaralı hadislerin



şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz. Metinde geçen, "Onlar
da onlardandır" cümlesi, Müslim'in Amr b. Dînâr'-dan naklettiği hadiste; "Onlar

babalarindandır"^^ şeklinde geçmektedir.

Her ne kadar Zührî mevzuumuzu teşkileden bu hadisin neshedildiğini söylemişse de
bu doğru değildir. Çünkü yukarıda da açıkladığımız gibi bu hadis müşriklerin
kadınları ile çocuklarının öldürülmesini mutlak surette emretmiş değildir. Müşriklerin
Öldürülmesi cevazı gece baskını gibi çoklarla kadınları erkeklerden ayırdetmenin

[971

mümkün olmadığı hallerle ilgilidir ve bu hüküm kıyamete kadar geçerlidir.- 1 — 1
Bazı Hükümler

1. Düşmana gece baskını düzenlemek caizdir.

2. Daha önce dine davet edilen kafirlere, bılahere habersiz olarak baskın yapılabilir.

3. Kâfirlerin çocukları dünyevi muamelelerde babalarına tabidirler. Hadisin Ahiretle
ilgili hükümleri hakkında ise üç görüş vardır:

a) Kâfirlerin çocukları ergenlik çağma varmadan ölürlerse cennetlik olurlar,

b) Cehennemliktirler,

c) Bu mevzuda birşey söylenemez.-^^
112. Düşmanı Ateşle Yakmanın Keraheti

2673. ...Muhammed b. Hamza el-Eslemî'nin babasından rivayet olunduğuna göre,
Rasûlullah (s. a.) onu bir seriyye'nin başına başkan tayin etmiş (Bu zat başından geçen
hadiseyi) şöyle anlattı: Seriyyenin yanma vardım. Rasûlullah (s.a.);
"Eğer falan kimseyi bulursanız onu ateşle yakınız," buyurdu. Sonra ben (seriyyenin
yanından) geri döndüm. (Rasûlü Ekrem) beni çağırdı. Huzuruna varınca;
"Falan kimseyi bulursanız onu öldürünüz. (Fakat) onu yakmayınız. Çünkü ateşle

[991

ancak ateşin sahibi (olan Allah) azâbeder." Buyurdu. —
Açıklama

Şevkâni'nin açıklamasına göre ulemâ ateşle cezalandırma mevzuunda ihtilâfa
düşmüşlerdir. Hz. Ömer ile Ibn Abbas (r.a.) bunun mutlak surette mekruh olduğunu
söylemişlerdir. Hz. Ali (k.v. ile Halid b. Velîd'e göre ise mahlûkatı bu şekilde
cezalandırmak caizdir.

el-Mühelleb, bu hadis-i şerifte geçen yasağın tahrim ifade etmediğini ve canlıları bu
şekilde cezalandırmanın da buna delâlet ettiğini söylemiştir. Mühelleb, Hz.
Peygamberin Arenîlerin gözlerine mil çekmesini, Hz. Ebû Bekr'in bazı kimseleri
sahabenin huzurunda yakmasını ve Halid b. Velîd'-in dinden dönen bazı kimseleri
ateşle cezalandırdığı gibi Hz. Ali'nin de bu cezayı tatbik edişini delil olarak

.. . . rıooı

göstermiştir.- 1 1

Ateşle cezalandırmanın caiz olduğunu söyleyenler, Hz. Peygamberin, hadis uyduran
bir kimse hakkında diri yakalandığı takdirde öldürülmesi, ölü olarak yakalandığı
takdirde yakılması için emir verdiğini ve neticede, o kimsenin yılan sokması



neticesinde ölü olarak bulunup cesedinin ateşte yakıldığını ifade eden hadis-i şerifle

Buhari'nin rivayet ettiği şu hadisi de delil olarak gösterirler.^^

"Nebilerden birini bir karınca ısırdı. O peygamber, karıncaların ocağının yakılması)nı

emretti de (onların ocağı) yakıldı. Bunun üzerine Allah Teâlâ o peygambere:

"Seni bir karınca soktu değil mi? Ya sen Allah'ı teşbih eden ümmetlerden bir ümmeti

yakmadın mı?" diye hitâb etmiştir. ^

Tirmiziyyü'l-Hâkim bu hadis hakkında, "Allah bir karıncanın yakılmasına izin
verdiğine göre bu karıncanın dışında kalan canlıları yakmanın da caiz olduğu ortaya

çıkar." demiştir. Canlıları yakmanın caiz olmadığını söyleyen ulemaya göre,
canlıları yakmanın caiz olduğuna dâir deli! olarak ileri sürülen hadislerin hiç birinde
de böyle bir cevaza delâlet eden bir mânâ yoktur. Çünkü Hz. Peygamberin Arenîlerin
gözlerine kızgın mil çekmesi bir kısas idi. Çünkü onlar daha Önce bâzı müslümanlarm
gözlerine kızgın mil çekmişlerdi. Ayrıca bu uygulama sonradan neshedildi. Her ne
kadar sahabilerden bazısı ateşle cezalandırmayı caiz görmüşlerse de, bâzıları bunun
yasak olduğunu söylemiştir. Oysa bilindiği gibi sahabilerin bazılarının muhalefetiyle
karşılanan bir sahabinin uygulaması delil olma niteliğinden mahrumdur. Ayrıca bu
hadis canlıları ateşle cezalandırmanın haram olduğunu ifade etmekte, canlıları ateşle
cezalandırmaya cevaz veren baş taraftaki cümleler, son cümleyle neshedilmiş

bulunmaktadır: - ^

Kâmil Miras bu hadisle ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır: "Hadiste adlan açıkça
söylenmeyip kinaye târiki ile zikredilen bu iki şerirden birisi Hebbar İbn Esved'dir. Ve
bunda ravilerin ittifakı vardır. Ötekini tayinde ihtilaf edilmiştir. İbn Hişam, Siyretinde
Halid İbn Abdi Kays diye gösterir. Peygamberimizin bunlar hakkında ateşte yakmak
gibi ağır bir ceza tayin buyurması, peygamberin kerimesi Zeyneb'in ölümüne sebeb
olmaları ile suçlu olmalarındandır. Şöyle ki: Rasûlullah hicretten evvel kızı Zeynebi,
Ebü'l-As ibn Rebi' ile evlendirmişti. Ebü'l-As müşrik olduğundan Zeyneb,
peygamberimizle hicret edemeyip Mekke'de kalmıştı. Bedir harbinde, Ebû Cehil
ordusunda, Ebu*l-As da bulunup esir düşmüş ve Zeynebi Medine'ye göndermek
şartıyla bırakılmıştı. Ebu'l-As bu şarta bağlı kalarak Zeyneb'i rahat bir şekilde
Medine'ye göndermek için mükemmel teçhiz ederek yolcu etmiş ve kendisine hizmet
etmek üzere bu iki şahsı refakatine vermişti. Bunlar yolda Zeyneb'in bindiği deveye
mü-dahele ederek o sırada hamile olan Hz. Zeynebi mahfesinden düşürmüşler ve
karnındaki çocuğuyla birlikte ölümüne sebeb olmuşlardır. Bu ağır cinayetin cezasının
da o nisbette ağır olacağı tabii idi. O devirde ihrak (yakma) cezası da vahşet
sayılmazdı. Bu cihetle Rasûlullah ilk önce böyle bir cezanın tatbikini emretmişken
bunu, İslam dîninin tesis etmekte olduğu yüce medeniyetle bağdaştırmadığından

bilahere ölüm cezasıyla cezalandırılmalarını emir buyurmuştur. - - ^



Bazı Hükümler



1. Bir hükümle amel edilmeden önce, o hükmün neshedılmesı caizdir.

2. Hadlerde ateşle yakma cezası yoktur. Hadler kılıçla yerine getirilir. Küfe ulemâsıyla
en-Nehâî, es-Sevrî, Ebû Hanîfe ve taraftarları ile Hicaz ulemâsından Atâ bu
görüştedirler.



Ulemadan bir topluluk ta, Hz. Ali'nin görüşüne tabi* olarak dinden dönenleri
yakmanın caiz olduğunu söylemişlerdir. Bazıları da, ancak bir kimseyi yakmış olan
kimselerin yakılabileceğini, bunların dışında kimsenin yakılamayacağmı
söylemişlerdir. İmam Mâlik ile Medîneliler, Şafiî ulemâsı İmam Ahmed ve îshak
(r.a.)'de bu görüştedirler.

3. Bir müctehîdin kendi içtihadıyla vermiş olduğu bir hükümden dönmesi caizdir.

4. Bir hüküm verdikten sonra delilini zikretmek müstehabdır.

5. Sünnet, sünneti neshedebilir. Bu mevzuda ittifak vardır.

2674. ...Ebû Hüreyre (r.a.)'den demiştir ki: Rasûluliah (s.a.) bizi (bir miktar askerle
birlikte savaşa) gönderdi ve gönderirken (şöyle) buyurdu: "Eğer, falan kimse ile falan
kimseyi bulursanız..." (Hz. Ebû Hureyre rivayetinin bundan sonraki kısmında bir

önceki hadîsin) mânâsını nakletti/
Açıklama

Bir önceki hadisin şerhinde bu hadisle ilgili açıklama bulunduğundan burada tekrara
lüzum görülmemiştir. ^ ^

2675. ...Abdullah b. Mes'ûd'dan; demiştir ki: Rasûluliah (s.a.) ile bir seferde idik, bir
ihtiyacından dolayı (yanımızdan) uzaklaşmıştı. O sırada iki tane yavrusuyla birlikte bir
kaya kuşu gördük ve yavrularını yakaladık. Bunun üzerine (anne) kuş gelip kanatlarını
(onların üzerine) germeye başladı. Derken Peygamber (s.a.) geldi ve;

"Bunu yavrularıyla üzen kimdir? Onları kendisine geri veriniz!" buyurdu. Yine (Fahr-i
kainat efendimiz) bizim yakmış olduğumuz bir karınca yuvasını gördü de;
"Bunu kim yaktı" diye sordu. Biz de,
Biz dedik.

"Ateşle cezalandırmak, ateşin yaratıcısından başka hiçbir kimse için uygun değildir,"
buyurdu J-^^



Açıklama



2673 numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi bu hadis-i şerifte yaratıkları
ateşle cezalandırmanın yasak olduğuna delalet etmektedir.

Metinde geçen hummare kelimesi başı ve gagası kırmızı olan ve Türkçede kaya kuşu
diye bilinen bir kuş türü anlamına gelir.

Hattâbî'nin açıklamasına göre bu hadis eşek arılarının ocağını yakmanın mekruh
olduğuna delalet etmektedir. Karıncalara gelince bunların ocağım yakmak için bir
sebep yok gibidir. Çünkü bunların yuvalarım yakmadan da zararları önlenebilir.
Esasen karıncalar iki kısımdır. Bunlardan bir kısmı insanı rahatsız eder ve zararlıdır.
Bunların zararını önlemek için ateşle yakma yoluna gidilmeden öldürülmeleri caizdir.
İkinci kısım karıncalar ise uzun bacaklıdırlar. Bunlar zararsız oldukları için

Öldürülmeleri caiz değildir.^



Bazı Hükümler



1. Karıncaların yuvalarını ateşe vermek caiz değildir.

2. Hayvanların kendilerine muhtaç olan yavrularını yakalayarak onları rahatsız etmek
yasaktır.^ - ^

113. Bir Kimsenin Diğer Bir Kimseye (Hayvanla Kazanacağı Kârın) Yarısı
Karşılığında Yahut Da (Savaştan Elde Edeceği) Ganimet Karşılığında Hayvan
Kiraya Vermesi Caizdir

2676. ...Vasile b. el-Eşkâ'dan demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) Tebûk savaşma (gidilmek
üzere) çağrıda bulundu. Bunun üzerine ben hemen (harp için gerekli malzemeyi temin
etmek için) ailemin yanma vardım. Geri döndüğümde Rasûlullah (s.a.)m sahâbilerinin
ilki (savaş için yola) çıkmış bulunuyordu. Bunun üzerine Medine'de
Bir adama (savaştan kazanacağı) ganimeti karşılığında kiralık at verecek kim vardır?
diye bağırmaya başladım. Derken Ensardan yaşlı bir adam;

Savaştan kazanacağı ganimetin bizim olması şartıyla ona bizimle nöbetleşe bineceği
bir hayvan veririz, yemesi de bizimledir diye haykırdı.
Ben de;

Kabul dedim. (Yaşlı adam);

Yüce Allah'ın bereketi üzere (savaş için) yürü dedi. Ben de (bu) hayırlı arkadaşla
(yola) çıktım. Nihayet Allah bize (bu yolculuktan) bir fey nasibetti. Benim hisseme de
birtakım genç develer isabet etti.Develeri sürüp ona getirdim. (Arkadaşım) çıkıp
develerin (arkasına konan) heybelerinin birinin üzerine oturdu. Sonra;
Bunları geriye, doğru sür dedi. Sonra da;
İleri doğru sür dedi. Arkasından da;

Senin genç develerinin kıymetli olduklarım görüyorum, dedi. (Ben de ona);

Bu(nlar) benim sana şart koştuğum sana ait ganimet(Ier)dir dedi(m).

Ey kardeşim (bu) genç develerini al (götür). Bizim arzumuz (aslında) senin

ganimetinden başka (Ahiret sevabı ve senin arkadaşlığın) idi. cevâbını verdi. ^
Açıklama

Bir fıkıh terimi olarak "fey", savaşmaksızm müslümanlann, düşmanlar dan ele
geçirdikleri mal demektir.

Hadîs-i şerifte açıkça belirtildiğine göre bu hadise hicretin dokuzuncu yılında cereyan
eden Tebûk seferinde geçmiştir.

Bilindiği gibi Tebûk seferi, Bizanslıların müslümanlara karşı besledikleri düşmanca
niyyetlerin bertaraf edilmesi maksadıyla yapılmıştı. Fakat bu sefer Bizanslıların harp
sahnesinde görülmemeleri üzerine herhangi bir çatışma olmadan sonuçlanmıştı.
Ancak Halid b. Velid bu seferden sonra, DûmeCül-Cendel'e gidip orada Ukeydir'i esir
etmiş ve onu iki bin deve sekizyüz at, dörtyüz zırh ve dörtyüz mızrak karşılığında
serbest bırakmıştı. Hz. Vâsıla da Hz. Ha-lid'in birliğinde olduğu için kendisine bu
fey' den birtakım genç develer isabet etti.

Her ne kadar Hz. Vâsılâ'nm elde edeceği ganimet karşılığında bir hayvan
kiraladığından bahseden bu hadisin, bab başlığındaki, "Bir kimsenin bir kimseye



(savaştan elde edeceği) ganimet karşılığında hayvan kiraya vermesi" cümlesiyle ilgisi
açıksa da bu hadisin, yine bab başlığındaki; "Bir kimsenin diğer bir kimseye (hayvanla
kazanacağı kârın yarısı karşılığında) hayvan kiraya vermesi cümlesiyle bir ilgisi
görülmemektedir.

Demek ki Musannif Ebû Dâvûd şu noktadan hareket ederek bu hadisle başlıktaki
sözkonusu cümle arasında şöyle bir ilgi kurmuştur: "Madem ki miktarı meçhul olan
bir ganimet karşılığında bir hayvanı kiraya vermek caiz oluyor o halde bu hayvanla
kazanılacak miktarı meçhul bir kârın yarısı karşılığında hayvanı kiraya vermenin de
caiz olması gerekir."

Fakat hadis sarihleri; "Hz. Peygamber, Hz. Vâsılâ'nm bu şartlarla hayvan kiraladığını,
ne görmüştür ne duymuştur, ne de takrir veya emretmiştir. Binâenaleyh, Hz.
Peygamberin böyle bir kiralama olayını tasvib ettiği sabit değildir. Hem de Hz.
Vâsılâ'nm yaptığı bu kiralama, kiralamanın sıhhatinin şartlarına uygun olmadığından
sahih değildir." gerekçesiyle Musannif Ebû Dâvûd (r.a.)'in bu görüşünü tenkid
etmişlerdir.

Hadis ulemâsından Hattâbî (r.a.) bu mevzuda şunları söylüyor: "Bir kimsenin diğer bir
kimseye savaşta kazanacağı ganimet karşılığında hayvanını kiraya vermesinin caiz
olup olmadığı mevzuunda ulemâ İhtilâfa düşmüşlerdir." Ahmed b. Hanbel (r.a.) bunda
herhangi bir sakınca görmediğini söylemiştir.

İmam Evzâî de bunu caiz görmektedir. Malik b. Enes'e göre hayvanı bu şartla kiraya
vermek mekruhtur. İmam Şafiî de bunun caiz olmadığını, ancak hayvanını bu şekilde
kiraya veren kimsenin işi bittikten sonra pazarlık ettiği kirayı değil de o gün için o

hayvanın benzerlerinden alman binme ücretini alabileceğini söylemiştir.^



114. Esir Zincir Ve Bukağılarla Bağlanabilir



2677. ...Ebû Hüreyre, Rasûlullah (s.a.)'ı şöyle buyururken işittiğini söylüyor:

"Azîz ve Celîl olan Allah bukağılarla bağlı olarak cennete sürüklenen bir toplumdan

hoşnut olmuştur."^ ^



Açıklama

Metinde geçen "acibe" kelimesi kıymet verdi, Önem verdi memnun ve hoşnut oldu
gibi mânâlara gelir.

Bu cümlede ise, değer ve önem verdi mânâsında kullanılmıştır. Buna göre, cümlesi;
"Bukağılarla bağlanmış olarak cennete sürüklenip götürülen kimselere Allah çok
değer verir. Onların Allah yanındaki değeri büyüktür," mânâsına gelir. Bu cümlenin;
"Allah bukağılar içerisinde cennete sürüklenen kimselerden memnun ve razı olur,
onlara çok sevab verir," anlamına geldiği de söylenmiştir.

Hanefi ulemasından Alüyyü'l-kari'ye göre bu cümle ile övülmek istenenler savaşta esir
edilerek zorla kelepçelenip tslam ülkesine getirilen, sonra Allah'ın lütfuyla kendilerine
îmân nâsib olan ve bu sayede cennete girmeye hak kazanan kimselerdir. Binâenaleyh
burada bukağılarla cennete sürüklenen kimselerden maksat elleri ve ayakları bağlı
olarak, İslâm ülkesine getirilen ve sonra da kendi arzularıyla "İslam dinine giren
kimselerdir". İslam insanı cennete götürdüğü için hadisi şerifte, "İslama girme" yerine,



"Cennete girme" tabiri kullanılmıştır/ ^

Kirmânî ile Bermavî'ye göre ise bu hadîs-i şerifte övülmek istenenler, "Savaşta
kafirlere esir düşerek elleri ayakları bağlanıp şehid edilen ve kıyamet gününde de bu
haliyle Allah'ın huzuruna çıkartılan müslüman mü-câhidlerdir."

Bu mevzuda Hafız Münziri de şunları söylüyor: "Aslında bu cümle ile övülmek
istenen kimseler, zorla İslama sokulan esirlerdir. Ulemâdan bâzıları hayırlı bir işe

zorlanan herkesi bu hadisin hükmü içerisine sokmuşlardır. —
AIiyyü'l-Kârî'nin açıklamasına göre, burada övülen kimselerin nefs-i emmârenin
tuzaklarına düşüp elleri ayakları bağlanan, nevasının bataklıklarına saplanıp kalan
fakat Allah'ın cezbesiyle hidâyet yoluna sürüklenen, sûflî duygulardan kurtulup ulvî
duygulara ve dolayısıyla cennete yol bulan kimseler olması ihtimali de vardır.
Pranga ve kelepçelerle hastalık, fakirlik, musibet gibi insanı dünyevi lezzetlerden ve

günahlardan koruyup da Allah'a sığınmaya zorlayan haller de kasdedilebilir. ^ ^
Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, Aliyyü'l-kârî (r.a.) bu hadisin zahiri ve batini
mânâsım en güzel ve doğru bir şekilde açıklamıştır. Buna göre harp esirlerinin ellerini

ayaklarını bağlayarak İslam ülkesine sevket-mek caizdir.^

2678. ...Cündûb b. Mekis'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a.), Abdullah b. Gâlib el-
Leysî'yi bir seriyye ile (savaşa) göndermişti. Seriyye de ben de vardım. (Seriyyeyi
oluşturan) askerlere el-Kedîd (denilen yer) de,bulunan el-Mülevveh oğullarına ayrı
ayrı kollardan baskın yapmalarını emretti. (Yola) çıktım. el-Kedîd (denilen yer)e
varınca el-Haris b. el-Bersa el-Leysi'yle karşılaştık ve onu yakaladık.
Ben (buraya) sadece Islamı isteyerek geldim ve ancak Rasûlullah (s.a.)'a (varmak) için
(yola) çıktım, dedi. Biz de;

Eğer sen (gerçekten) müslüman isen bizim seni bir gün ve bir gece bağlamamız sana
zarar vermez. Eğer bunun aksine ise biz de seni bağlıyoruz, dedik ve onu sıkıca

bağladık.^



Açıklama



Bezlu'l-mechûd yazan, Eş-Şeyh Halil Ahmed es-Sehârenfurî'nin ifadesine göre, Rasûl-
i zîşân efendimizin sözü geçen seriyyenin başına kumandan olarak tayin ettiği kişinin
adı metinde geçtiği gibi Abdullah b. Galib değil, Galib b. Abdillah'dır. Her ne kadar,
bazı kayıtlarda bu kişinin ismi mevzumuzu. teşkil eden hadiste olduğu gibi Abdullah
b. Gâlib şeklinde geçiyorsa da kayıtlara bir yanlışlık eseri olarak böyle geçmiştir.
Doğrusu Gâlib b. Abdillah'dır. Siyer ulemâsının verdiği bilgilere göre mevzumuzu
teşkil eden hadîs-i şerifte anlatılan hadise hicretin beşinci yılında vuku bulmuş ve
seriyye onbeş kişiden ibaretmiş.

Hattâbi'nin de ifade ettiği gibi bu hadis-i şerif, kâfir olan bir esîri, bukağı ve
kelepçelerle bağlamanın caiz olduğuna delâlet etmektedir. Serbest bırakıldığı takdirde
şerrinden emin olunamayan veya kaçmasından korkulan tüm esir, cani ve mahbuslar

da bu hükme girerler/



2679. ...Sâid b. Ebi Said'den rivayet olunduğuna göre, kendisi Ebû Hüreyre'yi (şöyle)



derken işitmiş; Rasûlullah (s. a.) Necid taraflarına bir süvari birliği gönderdi. (Bu
birlik) Hanife oğullarından olan ve Semâme b. Üsal diye anılan Yemâme halkının
başkanını (yakalayıp) getirdi. Onu mescidin direklerinden birine bağladılar. Rasûlullah
(s. a.) onun karşısına geçti ve;

"Ey Sümame içinde taşıdığın (gerçek düşünce) nedir?" dedi.

Ey Muhammed içimdeki hayırdır. Eğer öldürürsen kan sahibi birini öldürmüş olursun.
Eğer bir iyilikte bulunursan (iyiliğe) şükreden bir kimseye iyilik etmiş olursun. Eğer
mal istiyorsan. îşte ondan sana istediğin kadar verilir. Cevabını verdi. Bunun üzerine
Rasûlullah (s. a.) onu öylece bıraktı. Ertesi gün olunca (Hz. Peygamber) ona;
"Ey Sümame içinde taşıdığın (gerçek düşünce) nedir?" diye (tekrar) sordu. O da (bir
gün önceki) sözün aynısını tekrarladı. Rasûhıllah (s. a.) onu tekrar bırakıp gitti, ertesi
gün olunca (burada ravi daha önce geçen) şu (yukarıdaki soru ve cevab)larm aynısını
anlattı (ve rivayetine şöyle devam etti); Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.):
"Sümame'yi serbest bırakınız" dedi (Serbest bırakılan Sümame) Mescide yakın bir
hurmalığa gitti. Orada yıkandı sonra mescide girip "Eşhedüenlâ ilahe illallah ve
eşhedü enne Muhammeden abdü-hû ve rasûluhu" diyerek şehadet getirdi (Bu) hadisi
(bu şekliyle Ku-teybe) rivayet etti.

İsa (bu hadisdeki -Eğer öldürürsen kan sahibi birini öldürmüş olursun- cümlesindeki
"kan sahibi'* lafzını); Bize el-Leys*in haber verdiğine göre, (Sümame Hz.
Peygambere;)

Eğer öldürürsen söz sahibi birini (öldürmüş olursun) cevâbını vermiştir, diye rivayet

«um

Açıklama

Beni Hanîfe Yemâme'de yaşayan meşhur bir kabiledir. Hz. Sümame bu kabilenin reisi

idi. Islâmiyeti kabulünden sonra da sahabe-i kiramın büyüklerinden olmuştur. Kıssa,

Mekke'nin fethinden evvel geçmiştir. Onun için de "Sümame'yi esir edip getiren

Abbas b. Abdi'l Muttalib'dir." diyenlerin sözüne itibar edilmemiştir. Çünkü Hz. Abbas

o zaman henüz müslüman olmamıştı. O müslümanlığı Mekke'nin fethinde kabul

. . .. [122]
etmiştir.

Metinde geçen ve "...İçinde taşıdığın duygu nedir?" manasına gelen cümleye
"Kalbinde İslama rağbet veya nefret hislerinden hangisi vardır?"
"Sana nasıl muamele yapacağımı zannediyorsun?" gibi değişik manalar verilmiştir.
Aslında bu cümlede bulunan istifhamiyye, ism-i mevsul, de sıla olur. Bununla beraber
bu cümleyi daha başka şekillerde tahlil etmek te mümkündür. Şöyle ki: Hz. Üsame'nin
bu soruya, "Ey Muhammed içimdeki hayırdır." diye cevap vermesi; "Sen Zalimlerden
değilsin; afVını ve ihsanını umarım." manasınadır. Peygamber (s.a.) bu soruyu üç gün
tekrarlamış, Sümame (r.a.) de üç gün aynı cevâbı vermiş, "Eğer öldürürsen kan sahibi
birini Öldürmüş olursun..." demiştir.

Kadı Iyâz'm beyânına göre bundan maksat; "Öldüreceğin adam şerefli bir reis olduğu
için kanı dava edilecek ve katilinden öç alınacak bir adamdır..." demektir. Diğer
ulemâ: "Sümame'nin bu sözü kanı heder olmaya lâyık, ölümü haketmiş birini
öldürmüş olursun. Binaenaleyh onu öldürmekle mes'ûl olmazsın manasına gelir."
[1231

demişlerdir. J 1 "Zademin" kelimesinin "za zemmin" şeklindeki rivayeti nazar-ı



itibara alınacak olursa o zaman bu cümleye "Eğer öldürürsen kendisine hürmet edilen,
sayılan ve sözü dinlenen bir kimseyi öldürmüş olursun." şeklinde mânâ vermek
gerekir.

Hz. Peygamberin aynı suali üç gün tekrar etmesi kalpleri İslâmiyete yatıştırmak ve
müslüman olması ümit edilen eşrafa bir lütufkarlık göstermek içindir. Zira bu gibi
zevatın ardından onlara tabi bir çok kimselerin müslüman oldukları bilinen bir şeydir.
£124]

Bazı Hükümler

1. Esiri bağlayıp hapsetmek ve kafiri mescide sokmak caizdir. Halife Ömer b.
Abdılazız ile Katade ve İmam Malike göre kâfirin mescide girmesi caiz değildir.
İmam-ı Azam, kitab ehli olanların girmesine cevaz vermiş, imam Şafiî ise
müsİümanm izin vermesi şartı ile ehl-i kitap olsun, olmasın, bütün kâfirlerin mescide
girebileceğini söylemiştir. Müşriklerin Mescid-i Harama girmelerini yasak eden âyete
gelince, Şâfiîler bunu, Mescid-i Harama mahsus kabul etmiş ve oraya girmelerinin
caiz olmadığını söylemişlerdir. Hanefî-lere göre bu âyetten murad, müşriklerin istila
için yâhud kendi âdetleri olan çırılçıplak tavaf etmek maksadı ile girmeleridir. Ehl-i
kitabın ziyaret için girmelerinde sakınca yoktur.

2. Esiri karşılık almadan serbest bırakmak caizdir.

3. Kâfir müslüman olunca yıkanması gerekir. Ancak bu kısım ihtilaflıdır.
Hanefiler'den rivayet edilen bir kavle göre cünüb iken müslüman olan kâfirin
yıkanması farz; diğer kavle göre, müstehaptır. Şâfıîlere göre müslüman olmak isteyen
bir kâfirin hemen İslâmı kabul etmesi, şayet küfür halinde cünüp oldu ise ondan sonra
yıkanması icâb eder. Küfür halinde iken yıkanması yeterli değildir. Bazıları yeterli
olacağını söylemişlerdir. Yine Şâfıîlerden bazıları ile, Mâlikîler hiç gusul
icâbetmeyeceğine kail olmuşlardır; onlara göre cünüblük hükmü, müslüman olunca
sükût etmiştir. Fakat bu kavil zâif görülmüştür.- Cünüb olmayan bir kâfir müslüman
olursa, imam Mâlik ile Şâfiîlere ve diğer ulemâya göre yıkanması müste-hâb olur.
İmam Ahmed'le bazı ulemâ: "Müslüman olan kâfirin mutlak surette yıkanması

vacibtir." demişlefdir.^^

2680. ...Yahya b. Abdillah b. Abdirrahman b. Sa'd b. Zürâre'-den; demiştir ki:
(Kureyşli) esirler (Medine'ye) getirildikleri zaman, Şevde binti Zem'a, Afrâ'nm (o
anda) evlerinde bulunan Avf ve Muavvız isimli oğullarının yanında idi. Bu (hadise)
Hz. Peygamber'in hanımları hakkında örtünme (emri) gelmeden önce (olmuş) idi. Şev-
de (r.anha) diyor ki; Ben (o gün) onların yanında idim. (yanıma) gelindi ve (o anda
Medine'ye getirilen esirlere işaret edilerek);

Şu esirler (Bedir'den) getirildiler, denildi. Ben de evime döndüm. Rasûlullah (s. a.)
evde idi. Bir de ne göreyim, Ebû Yezîd Süheyl b. Amr odanın bir köşesinde elleri bir
iple boynuna bağlanmış bir halde duruyor: (Ravi Yahya rivayetine devam ederek)
hadisi (sonuna kadar) nakletti.

Ebû Dâvûd der ki; Avf ile Muavvız (Bedir'de) Ebû Cehl b. Hişâm'ı öldürdüler. Onunla
karşılaştıklarında (onu) tanımamışlar bile. Her ikisi Bedir'de şehid edildiler.



Açıklama



Ebû Abdillah el-Hakîm'in Müstedreki ile Zehebi'nin Telhisinde de rivayet edilen bu
hadisin devamı şöyledir: "Al

lah'a yemin olsun ki ben Ebû Yezid'i bu halde görünce;

Ey Ebû Yezid şerefle Ölmekten kaçtınız da kendi ellerinizle kendinizi teslim mi
ettiniz? demekten kendimi alamadım. Ancak Rasûlullah (s. a.) in evden
"Ey Şevde! Bu sözü Allah'a ve Rasûlüne karşı mı söylüyorsun?" diye seslenmesiyle
kendime gelebildim. Bunun üzerine;

Ey Allah'ın Rasûlü seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki: Ebû Yezid'i iple
elleri boynunda kavuşturulmuş görünce kendime hakim olamadım da onun için bu
sözleri söyledim, dedi.

Hakîm'in bu rivayeti Müslim'in şartlarına göre sahihtir. Her ne kadar musannif Ebû
Dâvûd bu hadiste Ebu Cehl'in Afra isimli kadının oğullarından Muavviz ile Avf
tarafından öldürüldüğü ifade ediliyorsa da aslında musannif Ebû Dâvûd'la İbn Sa'd'dan
başka Ebu Cehli öldürenler arasında Hz. Avfm ismini zikreden yoktur. Bezlü'I-
Mechûd yazarı, Ebu Cehli öldürenler Afra hatunun Muaz ve Muavviz isimli oğul-
larıdır. Ancak Ebû Cehl'in Muaz b. Amr b. Cemûh ile Muaz b. Afra tarafından

[1271

öldürüldüğüne dair rivayetler de vardır.- 1 1

Buhârî'de bu hadise şöyle anlatılıyor: Muâz b. Amr b. Cemûh ile Muaz b. Afra
peygamberimizin huzuruna geldiler ve hadiseyi anlattılar. Peygamberimiz onlara;
"Kılıçlarınızı şildiniz mi?" diye sordu.

Hayır silmedik dediler. Bunun üzerine, peygamberimiz onların kılıçlarını gözden
geçirdi.

"İkiniz de öldürmüşsünüz" dedi. Fakat Ebu Cehl'in kılıcını ve eşyasını Muaz b. Amr b.
rı TSİ

Cemûh'a verdi. " J 1 doğrusu da budur.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadisi şerifte Bedir'de ele geçirilen esirlerin Medine'ye
getirildiği sırada, Hz. Muavviz b. Afra ile Avf b. Afra'nm Medine'de bulundukları
ifâde edilmektedir. Oysa bazt haberlerde Muavviz b. Afra ile Avf b. Afra'nm Bedir'de

Ebu Cehil tarafından şehid edildiği ifade edilmektedir. J 1 İşte mevzûmuzu teşkil

eden hadîste geçen bu ifâdenin tarihi gerçeklere aykırı olduğunu ifade etmek için
musannif Ebû Dâvûd hadisin sonuna bir ta'lik ilâve ederek, "Avf ile Muavviz Bedir'de
şehid edildiler." demek lüzumunu hissetmiştir. Bu hadis-i şerifte anlatılmak istenen
şudur: "Bir esirin kaçmasını önlemek, ya da tehlikesinden emin olmak için ellerini,

kelepçelemek veya bağlamak caizdir. "^"^

115. Esirlere Sözlü Hakarette Bulunma, Onları Dövme Ve İtirafa Zorlama

2681. ...Enes'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.) es-hâbmı (Bedr'e gitmeye)
davet etmiş, onlarda Bedr'e (doğru) yola çıkmışlar, (yolda) Kureyş'in su taşıyan
develeriyle karşılaşıvermiş-ler, (develerin idarecisi olarak) başlarında da Haccac
oğullarına ait siyah bir köle varmış, bunun üzerine Rasûlullah (s.a.)'m ashabı onu
yakalayıp

"Ebû Süfyân nerededir? diye köleyi sorguya çekmişler. O da;

"Vallahi benim, onun işi hakkında hiçbir bilgim yoktur. Fakat işte Kureyş geldi,



içlerinde Ebû Cehîl, Râbiâ'nm iki oğlu Şeybe ile Utbe ve Umeyye b. Halef de vardır,
diyordu. O bunu söylüyor (sahabe-i kiram da) onu dövüyordu. Bunun üzerine (köle
korkusundan);

Beni (dövmeyi) bırakınız, beni bırakınız, size (gerçeği) haber vereceğim." diyordu.
Bıraktıkları zaman da;

Vallahi benim Ebû Süfyân hakkında hiçbir bilgim yok. Ama işte Kureyş (size doğru)
yola çıktı içlerinde Ebu Cehil, Râbiâ'nm iki oğlu Utbe ile Şeybe ve Umeyye b. Halef
de var. (Size doğru) yöneldiler." diyordu. Peygamber (s. a) de namaz kılıyor ve bu
konuşmayı işitiyordu. Namazı bitince;

"Nefsim yedi elinde olan Zât'a yemin olsun ki, siz onu doğru söylediği zaman
dövüyürsunuz, yalan söylediği zaman da bırakıyorsunuz. İşte Kureyş Ebu Süfyam
(sizin saldırınızdan) korumak için (size) yönelmiş (üzerinize gelmektedir." buyurdu.
(Daha sonra) Enes şöyle devam etti; Rasûlullah (s.a.) (onlara bu ikazı yaptıktan sonra);
"Şurası yarın falanın düşeceği yerdir." deyip elini yere koydu "ve şurası da yarın
falanın düşeceği yerdir." deyip elini tekrar (bir başka) yere koydu. "Şurası da yarın
falanın düşeceği yerdir." deyip elini tekrar (bir başka) yere koydu. Şurası da yarın
falancanın değeceği yerdir." deyip elini (bir başka) yere (daha) koydu. (Enes) dedi ki:
Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki ertesi gün müşriklerden hiçbiri Rasûlullah
(s.a.)'m elini koyduğu yerden öteye geçemedi. (Hepsi de işaret edilen yerlere düştüler).
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) onlar hakkında emir verdi ayaklarından tutulup

çekilerek Bedr'in Kuleyb isimli kuyusuna atıldılar.



Açıklama

Metinde geçen Ravâyâ kelimesi, Râviye kelimesinin çoğuludur. Râviye ise, "Su
taşıyan deve" demektir. Bu hadis mürseldir. Fakat bilindiği gibi sahabinin mürsel

[1321

haberi merfu' hükmündedir.- 1 1



Bazı Hükümler



1. Kendisine eman verilmeyen kâfir esir, fayda temm edileceğine inanıldığı zaman
dövülebilir.

2. Hz. Peygamber bir mucize olarak istikbâle âit bâzı haberler verirdi ve bu haberler

[1331

aynen onun ağzından çıktığı şekilde vukua gelirdi.

116. Esirin Müslümanlığı Kabule Zorlanması

2682. ...İbn-i Abbas (r.a.)'den demiştir ki: (İslam'dan önce) çocuğu yaşamayan (bir)
kadın çocuğu yaşadığı takdirde onu yahudi olarak yetiştireceğine dair adakta
bulunurdu. İçlerinde Ensar çocukları da bulunan (yahudilerden) Nâdir oğulları
(Medine'den) sürgün edilince (Ensâr);

"Biz çocuklarımızı bırakmayız, dediler. Bunun üzerine Azız ve Celîl olan Allah;

"Dinde zorlama yoktur. Gerçek hak, bâtıldan iyice ayrılmıştır.. ."J— ayet-i
(kerimesi)ni indirdi.



Ebû Dâvûd dedi ki; Miklât, çocuğu yaşamayan kadın demektir.



Açıklama

Metinde geçen âyet-i kerîmenin iniş sebebi hakkında çeşitli rivayetlerden birine göre;
İslâm'dan önce çocuğu yaşamayan ensâr kadınları, çocuğu olduğu takdirde onu
yahûdîler arasında yetiştirip yahûdî yapacaklarını adarlardı. Çünkü Yahudileri, din
bakımından kendilerinden üstün görürlerdi. Böylece bazı ensar çocukları, yahûdîler
arasında büyümüş ve yahûdî olmuşlardı. İslam gelip de yahudilerden, Na dır oğullan
yurtlarından sürülünce Ensarlılar: "Biz çocuklarımızın onlarla beraber gitmesine izin
vermeyiz" dediler ve çocuklarını müslüman olmaya zorlamak istediler. Bunun üzerine
bu ayet-i kerime nazil oldu. Nitekim mevzûmuzu teşkil eden hadis-i şerifte de bu
rivayete yer verilmiştir.

Diğer bir rivayete göre ise bu âyet yine ensârm bir kolu olan Salim b. Avf
oğullarından el-Husayn hakkında inmiştir.

Bu zâtın iki oğlu vardı. Bunlar Şam'dan Medine'ye kuru üzüm götüren iki tüccarın
telkiniyle hristiyan olmuşlardı. Bu çocuklar da o tüccarla beraber Şam'a gitmek
isteyince babaları, bunları zorla İslama sokmak istedi ve Allah'ın Rasûlünden, arkadan
adam gönderip bunları İslama döndürmesini rica etti. Bunun üzerine bu âyet-i kerime
nazil oldu.

Bu iniş sebeplerine dayanarak bazı müfessirler bu ayetin ancak kitap ehlinden olan
kimselerin müslüman olmaya zorlanamayacakları görüşünü ileri sürmüşlerdir.
Bâzılarına göre de âyet önce bütün insanlara şâmil olmak üzere inmiş, sonra kıtal
âyetiyle müşriklerle olan ilişkisi neshedilmiş ve hükmü yalnız kitap ehline ilişkin

olmak üzere baki kalmıştı/

Şöyle ki Ehl-i kitap cizye vermeyi kabul etmeleri halinde dinleri üzerinde bırakılırlar.
İslama girmeleri için zorlanmazlar. Fakat arap müşrikleri doğrudan doğruya İslam'a
girmeye zorlanırlar. İslam'a girmedikleri takdirde 2640 numaralı hadis-i şerifte ifade
edildiği gibi, "La ilahe illallah" deyinceye kadar onlarla savaşılır. Cizye vererek

[1371

kendilerini kurtaramazlar.- 1 1 Ancak bu mesele mezhebler arasında ihtilaflıdır. Biz

bu görüşleri 2612 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımızdan tekrara lüzum
görmüyoruz. Müşrikleri bu şekilde İslama girmeye zorlayarak cihâd etmek aslında hak
din olan İslâmm ulviyyetini fiilen isbât eden bir beyyine-i haktır. Çünkü aklî ve ilmî
beyyineleri dinlemeyen kâfir ve zâlimlerin tecâvüzleri böyle fiili bir beyyine (açık
delil) olmadan önlenemez. Ayrıca küffâra karşı ilân edilen bu savaş, ikrahın yasak
olduğu İslâm ülkesi hâricinde cereyan edeceği için bunu, "İslam inançlara baskı
yapıyor" şeklinde değerlendirmek yanlış olur. Aslında îslâmm bu baskıyı, insanlığın
tek alternatifi ve kaçınılmaz hayat düzeni olan islâmı kabul etmeyip, hakkın kabul ve
intişarına engel olmaya çalışan ve gücünün yettiği kadar başkalarının inancına baskı

yapmaktan geri durmayan kâfirlere uyguladığını unutmamak gerekir. J 1

Binaenaleyh İslâmm bu mücadelesi, hakkın kabulüne zorla engel olan zorbalığa karşı,
yapılan bir mücadeledir. Hadis ulemasından Hattabi'nin açıklamasına göre İslâmiyet
gelmeden önce hrıstiyanlığa veya yahûdîliğe giren kimseler ehli kitaptan sayılırlarsa
da islamiyet geldikten sonra hrıstiyanlığa ya da yahûdîliğe giren bir müşrik ehl-i kitap
sayılamaz, yine müşrik olarak kaldığına hükmedilir. Çünkü İslâmiyet geldikten sonra



hrısti-yanlık ve yahûdîlik neshedilmiş olduğundan artık hrıstiyanlığa veya yahu-diliğe
girmenin bir hükmü yoktur.

Binâenaleyh, islâmdan önce yahûdîlik veya hrıstiyanlığa giren bir kimse ehl-i kitaptan
sayılacağı için cizye vermeyi kabul ettiği takdirde kendisine kılıç kaldırılmaz. Kendi
dîni üzere kalmasına izin verilir, müslümanlar tarafından kızları alınabilir ve kestikleri
yenilebilir.

Fakat İslamiyyet geldikten sonra hrıstiyanlığı veya yahûdîliği kabul eden bir müşrik
böyle değildir. Onun yine müşrik olarak kaldığı kabul edilir ve hakkında müşriklik
hükümleri uygulanır. Bazılarına göre de, "dinde zorlama yoktur' ayeti, "Fitne

T1391

kalmaymcaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaş. âyetinden

sonra inmiş ve bundan sonra hiçbir kimsenin zorla dine sokulamayacağını
açıklamıştır. Fakat kıymetli alimlerimizden Elmalık Muhammed Hamdi Efendinin de
açıkladığı gibi müfessirlerden, Süddi; "Fitne kalmaymcaya kadar., onlarla

savaş. ^ ayet-i kerîmesi, Arap müşriklerinin tslâmı kabul etmemeleri halinde

kılıçtan geçirmeleri icabettiğini açıklamak için; "Dinde zorlama yoktur. "^-U ^yet-i
kerîmesi de cizye veren ehl-i kitabın İslama girmeye zorlanamayaca-ğtnı açıklamak
üzere ve Arap Yarımadasındaki müşrikler tamamen müslü-man olduktan sonra nazil
olmuştur." Fakat bu ayetlerin iniş tarihleri belli olmadığından birinin diğerini nesh
ettiğini söylemek mümkün değildir. "Dinde zorlama yoktur." ayet-i kerimesini;
"savaşarak müşrikleri İslama zorlamak, İslam'a girmeyen hnstiyanları da vergiye
bağlamak yoktur." şeklinde değilde; "genel olarak islamm daire-i hükmünde zorlama
yoktur" şeklinde anlamak icâbeder. Binâenaleyh harp ve harbî mes'elesi esâs itibariyle
bu âyetin hükmünden hâriç kaldığı gibi, zorlamaya karşı zor kullanma ve suça karşı
ceza uygulama da bu hükmün dışında kalır. Ancak bu ayeti, "Fitne kalmaymcaya

[1421

kadar ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar savaşın. " J 1 ayetiyle birlikte mütâlâa

etmek gerekir. O zaman İslâm'm daire-i hükmünde zorlama olmamasının fitnenin
bulunmasına bağlı olduğu, fitnenin ortaya çıkmasıyla gerekli zorlamanm

yapılabileceği anlaşılır.

117. İslâm'ı Telkin Etmeden Esîri Öldürmenin Hükmü



2683. ...Sâ'd'dan; demiştir ki: Rasûlullah (s. a.), Mekke'nin fethi günü dört erkek iki
kadının, dışında (Mekke'de bulunan tüm) halka eman verdi. (Ravi Mus'âb) bunların
(hepsinin) isimlerini verdi ve (bu isimler arasında) İbn Ebî Şerhi de zikretti. Sonra
hadisi (sonuna kadar) rivayet etti. (Ravi Sa'd rivayetine devam ederek) dedi ki:
İbn Ebi Şerh'e gelince o, Osman b. Affân'm yanında gizlendi. Rasûlullah (s. a.), halkı
kendisine beyat (etmeleri) için çağırınca (Osman b. Affan) onu ta Rasûlullah (s.a.)'in
yanma kadar getirdi ve;

"Ey Allah'ın elçisi Abdullah ile de bey'atlaş" dedi. Bunun üzerine (Hz. Peygamber)
başını kaldırıp (Abdullah'a) üç. defa baktı bu bakışların hiç birinde de (Osman r.a)'ın
ba(sözü) nü kabule yanaşmadı ancak üçüncü (defa baktık)dan sonra onunla bey'atlastı.
Sonra ashabına dönüp:

"İçinizde Abdullah'ın (benimle) bey'atlaşmasm(ı istemediğimden (dolayı) ellerimi
sakındığımı görünce kalkıp da onu öldürecek anlayışlı birisi yok muydu?" buyurdu.



(Orada bulunanlar da:)

Ey Allah'ın Rasûlü, biz senin içindekini ancak bize gözle işaret edersen (o zaman)
anlayabiliriz dediler. (Hz. Peygamber de);

I" 1441

"Bir peygambere hain gözlere sahip olmak yakışmaz." buyurdu.

Ebû Dâvûd der ki: Abdullah, Osman*in sütkardeşiydi, Velid b. Ukbe ise Osman Un

anne bir kardeşiydi ve Osman ona şarap içtiğinden dolayı hadd vurmuştu.



Açıklama

Fahr-i kâinat efendimiz Mekke'ye girince Mekkelilere hitâben yaptığı bir konuşmada;
"Kim Ebû Süfyân'm evine girerse o, emindir. Kim silahı bırakırsa o da emindir, kim

kapısını kaparsa o da emindir." buyurmuş'- ve isimlerini sayarak istisna ettiği
kişilerin dışında tüm Mekkelilere emân vermiştir. Hadis ve siyer ulemâsının verdikleri
bilgilere göre bu emân'm dışında kalan kimselerden bazıları şunlardır:

1. Abdullah b. Sa'd b. Ebisserh; onu Hz. Osman evinde himaye etmişti. Metinde de
açıklandığı gibi daha sonra Hz. Peygamberin huzuruna gelip müslümân oldu.

2. Abdullah b. Hatal; Bunu da Ebu Berze öldürdü.

3. lkrime b. Ebî Cehl: İkrime gemiye binerek kaçtı. Bir ara gemi fırtınaya tutuldu.
Bunun üzerine gemide bulunan bazı kimseler;

Hak dînine ihlasla sarılın çünkü burada ilahlarınızın (putlarınızın) size hiç bir faydası
olmaz, deyince îkrime;

Vallahi denizde beni ihlasdan başka bir şey kurtaramazsa burada da kurtaramaz.
Allahım sana söz veriyorum, eğer beni bu tehlikeden kurtarırsan Muhammed'e gidip
eline yapışacağım. Mutlaka beni affeder, dedi. Gemiden kurtulunca gidip müslümân

oldu.^

4. El-Huveyris b. Nakid: Bunu Hz. Ali öldürdü

5. Mekîs b. Subabe: Bunu da müslümanlar çarşıda yakalayıp öldürdü.

6. Hebbar b. Esved; Hz. Peygamberin kızı Zeyneb Medine'ye hicret ederken devesini
ürküterek bir kayanın üstüne düşmesine ve karnındaki çocuğunun düşmesine sebeb
olan kimsedir. Bu zat daha sonra müslümân oldu.

7. Ka'b b. Zübeyr: Bu zatta sonradan müslümân oldu.

8. Vahşi b. Harb: Bu da müslümanhkla müşerref oldu.

9. SafVan b.Ümeyye:, Bu zat da Umeyr b.Vehbel Cümehi'ye sığınarak onun delaletiyle
Hz. Peygamberin huzuruna geldi ve müslümân oldu.

10. Haris b. Talatıle: Bu herif Hz. Peygamberi hicvederjji. Kendisini Hz. Ali öldürdü.

11. Abdullah b. ez-Zebâri; Bu zat kendisinin öldürüleceğini işitince Necrân'a kaçıp
buraya yerleşti. Fakat bir süre sonra kalbine İslam sevgisi düştü. Bunun üzerine Hz.
Peygamber'in huzuruna gelip müslümân oldu.

Hz. Peygamberin emân vermediği kadınlar da şunlardı:

1. Ebû Süfyân'm karısı Hind binti Utbe'dir. Bu kadm Unut savaşında Hz. Hamza'nm
şehadetinden sonra, karnım yardırıp ciğerlerini çıkarttırmış, ağzında çiğnemiş,
yutamaymca da yere atmış, şehidlerin, burun ve kulaklarını kestirerek halhal ve

gerdanlıklar yapmış ve böylece hıncını almıştı. ^— ^
Hind kocası Ebu Süfyan'a gelerek:



Ben gidip Muhammed'e bey'at etmek istiyorum deyince Ebu Süfyan;

Dün senin bu sözünü yalanlar bir şekilde davrandığını görmüştüm, dedi. Hind de;

Vallahi şu mescidde, bu geceden öncesine kadar Allah'a hakkıyla ibâdet olunduğunu

görmedim. Vallahi onlar geceyi namaz kılarak geçiriyorlar, dedi. Ebu Süfyan da;

Sen yapacağın şeyi muhakkak yaparsın kavminden bir adamı yanma al da bey'at

etmeye onunla birlikte git, dedi. Hind tanınmamak için peçe-lenmiş, kılık

a - ■ ,11491
değiştirmişti. 1

Babam anam sana feda olsun. Sen bizi ne kadar güzel şeylere davet ettin, diyerek
müslüman oldu.^~^

2. Fertena (veya Kureyna); Bu kadın, Fetih günü Mekke'den kaçmıştı. Sonradan emân
diledi. Kendisine eman verilince kılık kıyafet değiştirerek gelip müslüman oldu.

3. Kureybe (veya erneb); Bu kadın fetih günü yakalanarak öldürüldü. Aslında bu iki
kadın tbn Hatal'm cariyesi idiler, tbn Hatal kafayı çeker, peygamberimizi hicv ve
tahkir eden şiirler söyler onları bu cariyelere okuturdu.

Kureyş müşrikleri de İbn Hatal'm ve bu şarkıcı karıların yanlarına gelirler, içki
içerlerdi, İbn Hatal'm söylediği hicv şiirleri okunurdu.

Her ne kadar mevzumzu teşkil eden hadis-i şerifte bu kendisine eman verilmeyen
kimselerin dördü erkek, ikisi kadın olmak üzere altı kişi oldukları rivayet edilmişse de,
bu rivayet sözü geçen kişilerin daha fazla olamayacağı anlamına gelmez. Çünkü râvi
hatırlayabildiklerini rivayet etmiştir.

Hz. Osman Abdullah b. Ebi Şerh'e eman verdiği halde Hz. Peygamberin; "İçimizde...
onu öldürecek anlayışlı biri yok muydu?" diyerek onun öldürülmesini arzu etmiş
olması; "müslümanlarm-kısas ve diyet açısmdan-kanları müsâvîdir. Onların en azı

veya en aşağı tabakadaki ferdi bile ahd ve emân verme hakkına sahiptir. "H^l
mealindeki hadis-i şerife aykırı değildir. Çünkü Hz. Osman, ona eman vermeden önce
Hz. Peygamber onun öldürülmesini istemiş ve kanını heder etmişti. Bilindiği gibi Hz.
Peygamberin kanını heder ettiği bir kimseye, başka birisi eman veremez. Metinde
geçen; "Bir peygambere hain gözlere sahip olmak yakışmaz." sözü, "Bir peygamberin
göz ederek konuşması ona yakışmaz." anlamında kullanılmıştır. Çünkü göz ederek

konuşmak karşısmdakileri aldatmaktır. Bu bir peygambere yakışmaz.^ ^



Bazı Hükümler



1. Mekke-i Mükerreme'nin evlerini satmak ve kiraya vermek caizdir. Hanefılerle
Ş afiler ve bazı ulema bu görüştedir.

Çünkü bu hadiste Ebu Süfyân'm ikâmet ettiği ev, Ebu Süfyân'a izafe edilmiştir.
Bilindiği gibi bir insana izafe edilen bir şeyin o insanın mülkü olması kaidedendir.
Bilindiği gibi bir insan mülkünde meşru çerçeve içerisinde olmak şartıyla istediği gibi
tasarrufta bulunabilir.

2. Mekke'nin harple mi sulhla mı alındığı meselesi ihtilaflıdır. İmam Ebû Hânife ile
İmam Mâlik ve Ahmed (r.a)'e göre ve ulemânın büyük çoğunluğuna göre harple
alınmıştır. îmam-ı Şafiî'ye göre ise sulh yoluyla alınmıştır.

3. Bir esirin kendisine İslam telkin edilmeden öldürülmesi caizdir. Çünkü harpten
önce gereken davet yapılmıştır.



4. Hz. Peygamberin, huzurunda işlenen bir fiili sükutla karşılaması onu tasvib ettiği
anlamına gelir.

5. Ebû Süfyân, İslam ile müşerref olmuş şerefli bir kimsedir. L-^-J

2684. ...Sâid b. Yerbu'dan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.) Mekke'nin fethi
günü (şöyle) buyurmuştur:

"Dört kişi vardır ki onlara harem dışında da harem içinde de eman vermiyorum."
buyurmuş ve (onların) isimlerini vermiş. (Râvî) dedi ki; (Hz. Peygamber bu isimler
arasında) Makîs'e ait şarkıcı iki cariye (nin isimlerini) de (yerdi). Bunlardan birisi
öldürüldü, diğeri de (önce) kurtulup kaçtı. Bir süre A sonra da müslüman oldu.
Ebû Dâvûd der ki: Bu hadisin (Şeyhim) Ibnü'l-Ala'dan (gelen) isnadını iyice

anlayamadım. ^ ^



Açıklama



Her ne kadar metinde sözü geçen cariyelerin Makyes'e ait oldukları ifade ediliyorsa da

siyer ulemasının açıklamasına göre bu cariyeler İbn Hatal'a aittir. Bu iki cariyenin

hayat hikayeleri bir önceki hadisin şerhinde geçtiği için burada tekrara lüzum

.. .. [156]
görmüyoruz.- 1 1

2685. ...Enes b. Malik den (rivayet olunduğuna göre) Rasûlullah (s.a.) fetih yılında

Mekke'ye başında miğferle girmiş. Miğferi çıkarınca yanma bir adam gelip;

İbn Hatal Ka'be'nin örtüsüne sarılmış (duruyor), demiş. (Bunun üzerine Hz.

Peygamber),

"onu öldürün'* diye emir vermiş.

Ebû Dâvûd dedi ki: İbn-i Hatal'm ismi Abdullah 'dır. O'nu Ebû Berze el-Eslemî
öldürdü.



Açıklama

İbn-i Hatal, Ka'be'nin örtüsü altına sığınmış olarak bulunsalar bile, öldürülmeleri emr
ve kanlan heder edilen kişiler arasında idi.

Heder lügatta, lağv ve bâtıl anlamına gelir. Boşa gitmeye ve boşa gidene denir.
Devlet başkanınca, kanı heder edilip öldürülen kimse için, ne kısas ne de diyet gerekir.
İbn Hatal, BeniTeymülEdrem b. Galiplerden idi. Asıl adı, AbduFuzza b. Hatal idi.
Bazı kaynaklara göre ismi, Hilâl b. Abdullah b. Abd-i Menafü'l-Edremî idi.
İbn Hatal, müslüman olmuş, Medine'ye hicret etmişti.

Peygamberimiz, onu, zekat ve sadaka toplayıcılığı vazifesine tayin etmişti. İbn-i
Hatal'm hizmetini gören, azadlı, Müslüman bir kölesi vardı. Hu-zaalardandı.
Peygamberimiz, bu köleyi de yanma katarak İbn Hatal'ı tahsilata yollamıştı. Köle, ibn
Hatal'm hizmetini görüyor, yemeğini yapıyordu.

Bunlar, bir konak yerinde konakladılar. İbn Hatal, kendisi için erkek bir davar kesip
yemek yapmasını köleye emretti. Öğle vakti, yatıp uyudu. Uyandığı zaman kölenin
kendisi için yapacağı yemeği yapmadığını gördü. Çünkü, köle de uyuya kalmıştı. İbn



Hatal, son derece öfkelendi. Kölenin üzerine atıldı. Onu döve döve öldürdü.
Öldürdüğü zaman "vallahi Muhammed'in yanma varırsam, bu suçumdan dolayı,
muhakkak beni öldürür!*' dedi. İrtidad etti, islamiyetten müşrikliğe döndü. Topladığı
zekat ve sadaka mallarını da sürerek Mekke'ye kaçtı. Mekkelİler, İbn HataPa, "Seni
bizim yanımıza geri çeviren nedir?" diye sordular.

îbn Hatal, "Sizin dininizden daha iyisini bulamadım" dedi. Müşrik kalmakta devam
etti.

tbn Hatal, tepeden tırnağa kadar silahlanmış, uzun kuyruklu bir at üzerinde ve mızrağı
elinde olduğu halde, Mekke'nin yukarısından çıkıp gelirken Said b. As'm kızları,
peygamberimizin, Mekke'ye girdiğini İbn-i HataFa haber verdiler,
îbn Hatal onlara "Fakat, vallahi göreceksiniz ki: Vücudları kılıç darbelerinden, su
tutmayan tulumların ağızlarına benzemedikçe, Mekke'ye giremeyeceklerdir!" dedi.
Handeme'ye kadar çıkıp gitti.

Handeme'de İslam süvarilerini ve yapılan çarpışmaları görünce içine korku düştü.
Titremeye başladı. Ka'be'ye kadar gitti. Atından indi silahlarını çıkardı. Ka'be'nin
örtüleri arasına girdi.

Beni Ka'b'dan birisi, tbn Hatal'in zırhını, zırh altına giydiği gömleğini, miğferini,
tulgasmı, kılıcını aldı. Atma binip Hacûn'a Peygamberimizin yanma geldi.
İbn Hatal'ı Ebu Berzetü'l-Eslemî ile Said b. Hureys'ül Mahzumî'nin elbirliğiyle
öldürdükleri bildirildiği gibi, Şerik bin AbdetüTadanî veya Am-mar b. Yasir'in
öldürdüğü de, rivayet edilir.

Ebû Berzetü'l-Eslemî'nin öldürdüğü sabittir deniliyor.

Ebû Berzetü'l-Eslemî, onu, kendisinin öldürdüğünü açıklamış, "İbn Hatal'ı Kâ'be'nin
örtüsüne sarılmış olduğu halde yakalayıp, Rükünle Makam arasında boynunu vurdum"

demiştir. Hattabi'nin açıklamasına göre, Hz. Peygamberin fetih günü Mekke'ye
başında miğferle girmesi tecavüze uğrayacağından bir kimsenin ihramı terkederek zırh
ve miğfer gibi kendisini koruyacak elbiseler giymesinin caiz olduğuna delalet ettiği
gibi, hac veya umre niyyeti olmaksızın herhangi bir ihtiyacını görmek isteyen bir
kimsenin de ihrama girmesi gerekmediğine delalet etmektedir. Biz fıkıh ulemasının bu
mevzudaki görüşlerini 1738 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada

tekrara lüzum görmüyoruz. ^ - ^



Bazı Hükümler



1. Mekke harp yoluyla fethedilmiştir. Ulemanın büyük çoğunluğu bu görüşte olduğu
gibi mezheb imamlarından İmam-ı Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik ve İmam Ahmed (r.a.)
bu görüştedirler. İmam Şafiî (r.a.)'e göre ise sulh yoluyla alınmıştır.

2. Harem-i şerifde had ve kısas cezalarının uygulanabileceğini söyleyenler bu hadisi
şerifi delil getirirler.

3. Harpte miğfer giymek caizdir

4. Taarruza uğrayacağından korkan bir kimsenin harem sınırları içine ihramsız olarak
girmesi caizdir.

5. Fesad çıkaranları, yetkili makam ve mercilere şikâyet etmek caizdir. Bu hareket
gıybet veya koğuculuk olarak nitelendirilemez. ^ — ^



118. Bir Esîri (Elini Kolunu Bağlayıp) Hedef Yaparak Öldürmenin Hükmü



2686. ...İbrahim en-Nehai'den; demiştir ki: Dahhak b. Kays, Mesrûk'u vali tayin etmek
istediği zaman Umare b. Ukbe Dahhak'a;

Hz. Osman'ın katillerinden arta kalan birini mi vali tayin ediyorsun? dedi. Mesrûk da,
Umâre'ye:

Bizce sözüne güvenilir bir kişi olan Abdullah b. Mesud(un) bize haber verdi (ğine
göre); Peygamber (s.a.) babanı öldürmek isteyince (baban Ukbe);
(benim) çocuklara kim? (kefil olacak) diye sormuş. Rasûlullah sal-lallahü aleyhi ve
sellem de:

"ateş (kefil olacak)! buyurmuş, cevâbını verdi (Bunu işiten mesrûk Umâre'ye):
Rasûlullah (s.a)'m senin için hoş gördüğünü biz de hoş görürüz" dedi.^^



Açıklama



Ukbe b. Ebi Muayt Mekke döneminde Hz.Peygambere zulmetmekten zevk alan ve
bunu kendine görev edinen kimselerin başında gelenlerinden biri idi. Bir gün Rasûli
zişân efendimiz, Kabenin yanında namaz kılarken secdede bulunduğu bir sırada yeni
boğazlanmış olan bir devenin işkembesini getirerek onu kanlı kanlı peygamberimizin

iki küreğinin arasına koymuştu.

Bu yüzden, Bedir savaşında esir edilince, elinden bütün silahları ve kendini müdafaa
imkanları alınarak öldürülmüştü. ^ " ^

Bu hadise dayanarak ulemâdan bazıları, esirlerin ellerini ayaklarını bağlayıp onları
hedef yaparak Öldürmenin caiz olduğunu söylemişlerdir. İmam Buhari'ye göre ise

herhangi bir canlıyı bu şekilde öldürmek mekruhtur.

Hz.Peygamberin, Bedir savaşında bu şekilde öldürdüğü Ukbe ile aralarında şöyle bir
konuşma geçmiştir: Ukbe b. Muayt, peygamberimizin, Mekke'den Medine'ye hicreti
üzerine:

Hicret edip bizden uzaklaştm ey Kasvâ adındaki devenin binicisi, Göreceksin pek
yakında beni atlı olarak karşında!

Saplayıp duracağım size mızrağımı, sulayacağım onu kanınızla

Kılıç da bırakmayacak sizin hiç bir örtülü yerinizi." kıt'asmı söylemişti.
Peygamberimiz onun bu sözlerini işitince:

"Allahım onu, yüzükoyun, burnunun üzerine düşür", diyerek beddua etmişti.

Ukbe b. Ebi Muayt, Bedir'de Kureyş ordusunun hezimete uğradığı sırada kaçıp

kurtulmak isterken atı, hırçmlaşarak onu yere vurmuş, Abdullah b. Seleme de esir

etmişti.

Peygamberimiz, Irkuz-Zubya'dan çıkıldığı sırada Asim b. Sâbit'e, Ukbe b. Ebî
Muayt'mboynununvurulmasmı emretti. Ukbe:

Yazıklar olsun sana ey Kureyş Cemaati. Şunlar arasında burada, neden bir tek ben
öldürülüyorum dedi. Peygamberimiz;

"Allah'a ve Rasûlüne olan düşmanlığından dolayı" dedi. Ukbe:

Yâ Muhammed! Kavmimden, herkese yaptığım bana da yap, onları öldürürsen beni de
öldür. Onlara, eman verirsen, bana da eman ver. Onlardan kurtulmalık akçesi alırsan,
benden de onlar gibi kurtulmalık akçesi al!



Ya Muhammed! Sen beni öldürürsen, küçüklere kim bakacak?" dedi. Peygamberimiz;
"Ateş! Git, ey Asım! Vur onun boynunu!" dedi. Asım gidip Ukbe'nin boynunu
vurunca Peygamberimiz;

"...Allah'a hamdolsun ki o seni öldürdü. Senin ölümünden dolavı eözünü aydınlattı."

dedi.^^ Aliyyü'l-kari'nin ifadesine göre Ukbe'nin, "Benim çocuklara kim kefil
olacak" sözüne Rasulullah'm "ateş" diye cevap vermesi şu iki manaya da gelebilir:

1. Kimse kefil olmayacak. Onlar zayi olup gidecekler.

2. Sen kendini bekleyen ateşi düşün, onları düşünme çünkü yüce Allah;

"Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah'a ait olmasın... buyurarak
herkesin rızkına kefil olduğunu bildirmiştir. Binâenaleyh sen onları düşünme de

kendini bekleyen cehennem ateşini düşün. Uygun olan da bu ikinci manadır.
119. Esiri Okla Öldürmenin Hükmü

2687. ...İbn-i Ti'lî'den; Demiştirki; Abdurrahman b. Halid b. Ve-lid ile birlikte savaşa
girmiştik. Dört düşman (askeri) getirildi. (Abdurrahman) onlar hakkında
(öldürülmeleri için) emir verdi. Bunun üzerine bir yere bağlanıp (üzerlerine ok atılmak
suretiyle) öldürüldüler.

Ebû Dâvûd der ki; Said'den başka birisi bu hadisi bize, îbn-i Vehb'den, (rivayet eden
Şeyhlerimizden) birisi (îbn Ti'UJ'nin şöyle dediğim rivayet etti -(onlar) bir yere
bağlanıp (üzerlerine) ok (atılmak suretiyle) öldürüldüler. Bu durum Ebû Eyyub el-
EnsarVye ulaşınca;

Rasûluüah (s.a.)dan, eli kolu bağlı kişinin öldürülmesini neh-yettiğini duydum.
Nefsim elinde olan zata yemin olsun (öldürmek istediğim canlı) bir tavuk bile olsa onu
bağlayıpta hedef yaparak öldürmem dedi. (Ebû Eyyûb el-Ensâri'nin söylediği) bu (söz)
Abdur-rahman b. Halid'e ulaşınca (bu cinayetine karşılık olmak üzere) dört tane köleyi
azadetti.üM



Açıklama

Sabr, bir canlıyı nişan alıp öldürmek için hapsetmek veya bağlayıp hedef yapmak
anlamına gelir. Hareket halindeki bir

av hayvanını veya savaş alanındaki düşmanı öldürmek bu hükmün dışındadır. Burada
kasdedilen ise bir düşmanın elini kolunu bağlayıp iyice hareketsiz bir hale getirilerek
atış hedefi yapmak ve ok yağmuruna tutarak öldürmektir. Bir canlıyı bu şekilde hedef
alarak öldürmek İslamiyette yasaklanmıştır. Nitekim mevzumuzu teşkil eden bu hadis-
i şerifte canlıları bu şekilde öldürmenin Hz. Peygamber tarafından yasaklandığı ifâde
edilmektedir.

Enes b. Malik hazretleri de bir tavuğu dikip atış yapan çocukları görünce "Rasulullah
hayvanların hedef olarak dikilmesini yasaklamıştır" diyerek çocukları ikaz etmiştir.
Aynı şekilde îbn Ömer'in de bir ikazı sözkonusudur.

Canlıyı hedef alarak öldürmek ona işkencedir. İşkence ise yasaktır. İbn Ömer(r.a);
"Nebi(s.a)hayvanaişkence veazabedene lanetetti" demektedir.

Öte yandan dinimizde her konuda, îhsan-iyilik ikram emredilmiştir. Şed-dad b. Evs,
"Rasulullahtan iki haslet öğrendim" dedikten sonra Rasulul-lah'm şöyle buyurduğunu



nakletmektedir: "Şüphesiz Allah herşeyde iyiliği farz kılmıştır. O halde siz
öldürdüğünüz vakit, öldürmeyi iyi yapın. Kestiğiniz zaman da kesmeyi iyi becerin.

Her biriniz bıçağını bilesin. Ve kestiği hayvanı rahat ettirsin" L- ^

120. Esir(Ler)i Karşılıksız Olarak Serbest Bırakmanın Hükmü

2688. ...Enes (r.a) den; demiştir ki: Sabah namazı vaktinde Mekkelilerden seksen kişi
Tenim dağlarından Peygamber (s. a) in ve ashabının üzerine, onları öldürmek için.
(ansızın) indiler. Rasûlullah (s. a) onları esir olarak ele geçirdi. Sonra serbest bıraktı.
Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah, "Mekke'nin göbeğinde onlara karşı size zafer

verdikten sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken odur."^^

ayet-i kerimesini sonuna kadar indirdi.



Açıklama



Tenîm, Mekke ile Şerif arasında, Mekke'ye üç ya da dört rriil uzaklıkta bir yerdir.
Mekke'ye en yakın mikat burası olduğu için harem dairesi içerisinde bulunup da Umre
yapmak isteyenler, ihrama girmek için buraya gelirler. Bu sebeple halk arasında burası
"umre" ismiyle anılır.

Mekkeli müşriklerin Hudeybiye musalehası yılında müslümanlara saldırmak için
sabah namazı vaktini seçmiş olmalarının sebebi, kendilerince müslümanları ansızın ve
gafil olarak yakalamaktı. Fakat aslında gafil olan kendileri oldukları için müslümanlar
tarafından kıskıvrak yakalandılar.

Metinde geçen kelimesi "selem" ve "silm" şeklinde okunabilir.

"Selem" şeklinde okunduğu zaman esir etmek, "silm" şeklinde okunduğu zaman da
sulh yapma, uzlaşma anlamına gelir. Hattabi ile lbnü'1-esir bu kelimeyi esir etme
anlamına gelen "selm" şeklinde okumanın daha doğru olacağını söyledikleri için biz
de tercümemizde bu manayı tercih ettik.

Bu hadisri şerif esiri karşılıksız olarak serbest bırakmanın caiz olduğunu söyleyen
İmam-ı Şafiî'nin delilidir.

Hanefi ulemasına göre ise esiri meccânen serbest bırakmak caiz değildir. İsterse bu
esir islamiyeti kabul etmiş olsun.

İmam Malik ile İmam Ahmed'e göre de esirleri serbest bırakmak caiz değildir.

İmam Şafiî (r.a)'e göre ise veliyyüM-Emr, göreceği bir gerekçeye bağlı olarak, esirleri

[1731

bir bedel mukabilinde olmaksızın serbest bırakabilir.- 1 1



2689. ...Muhammed b. Cübeyr b. Mut'îm'in babasmdan-rivayet olunduğuna göre;
Peygamber (s. a.) Bedir esirleri hakkında; "Eğer Mut'îm b. Adiyy sağ olsaydı da şu
kokmuşlar hakkında şefaatta bulunsaydı onun hatırına bunları serbest bırakırdım."

buyurmuştur. ^ - ^



Açıklama



Hz.Peygamber'in müşrik Mut'îm'i, oğlunun yanında bu şekilde saygıyla anması,
Mut'îm'in oğlu Cübeyr'in gönlünü İslam'a ısındırma gayesine matuf olabileceği gibi,
gerçekten mut'imin yaptığı iyilikleri dile getirmek için onu bu şekilde yadetmiş de
olabilir.

Çünkü Mut'im b. Adiy aslında Hz. Peygamber'e kötülük eden müşriklerden biri
olmakla beraber, müşriklerin müslümanları açlığa mahkum etmek için uyguladıkları

boykot kararının metnini yırtan kimsedir.

Ayrıca Hz. Peygamber, taif seferinden sonra Nahle'ye gelip geceleyin namaza
durmuştu. O sırada Nusaybin cinlerinden yedisi oradan geçerken Hz.Peygamberin
okuduğu Kur'an-ı Kerim'i dinleyip müslüman oldular. Hz.Peygamber orada birkaç gün
kaldıktan sonra Mekke'ye yöneldi. Fakat yalnız başına Mekke'ye girmesi çok
tehlikeliydi. Mutlaka birisinin himayesine ihtiyacı vardı. İşte Mut'im bu görevi de

yüklenerek Hz.Peygamberin Mekke'ye sağ-salim girmesini sağladı/
Ulemâ, savaşçı esirlere yapılacak muamele hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. İmam
Şafiî'ye göre devlet reisi esirleri isterse öldürtür, isterse karşılıksız olarak serbest
bırakır, ister fidye karşılığında serbest bırakır, isterse köle yapar. Hasan-ı Basri (r.a)'ye
göre ise, esirleri öldürmek mekruhtur. Binâenaleyh, esir ya fidye karşılığında ya da
karşılıksız olarak serbest bırakılır. Atâ (r.a) da bu görüştedir. Rivayete göre ıstaharm
ileri gelenlerinden bir esir öldürülmek üzere Hz.İbn Ömer'e gönderilmişti .İbn Ömer
(r.a), "...Ondan sonra artık (esirleri) ya lütfen bırakır veya karşılığında fidye

alırsınız."'- ayet-i kerimesini okuyarak o esiri öldürmekten imtina etti. İbn Şîrîn ile
Mü-câhid (r.a)'in esirleri öldürmenin mekruh olduğu görüşünü taşıdıkları rivayet
edilmektedir. Hanefi ulemâsının bu mevzudaki görüşü Ed-Durru'l -muhtar isimli
eserde özetle şöyle açıklanıyor:

Hükümdar, esir aldığı kafirler, islamiyeti kabul etmezlerse muhayyer olup dilerse
onları öldürür, dilerse köle olarak kullanır, dilerse müslüman-lara haraç ve cizye
vermek üzere kendilerini hür ve zımmî olarak bırakır. Arap olan müşrikler ile
mürtedler ehl-i zimmet olarak bırakılmaz (kılıçtan geçirilir)

Kafirleri yenip esir ettikten sonra, islamiyeti kabul ettikten sonra olsa bile meccanen
salıverilmeleri haramdır. Çünkü gazilerin hakkı taalluk etmiştir. İmam Şafii Allahu
Teâlâ'nm:

"Ya iyilik (karşılığında hiçbir şey almayarak azâd) edin, yahut fidye (alın)" nazm-ı
cehlinin gereğince esirlerin meccanen bırakılmasını caiz görmüştür..
Hanefîler; İmam Şafii'ye, "bu ayet-i kerime, "Müşrikleri, nerede bulursanız öldürün"
ayet-i kerimesiyle neshedilmiştir." diye cevap verirler, Harb ettikten sonra kafirlerden
biraz mal alıp da esirlerini salıvermek şer'an haramdır. Ama harb bitmeden önce mal
karşılığında esirlerin bırakılması caizdir. Müslüman esir karşılığında caiz değildir.
Imameyn'e göre caizdir. İmam-ı A'zam'm iki rivayetinden kuvvetli olanı da budur.
[178]

Bu mevzuda İbn Abidin de şöyle diyor; "Hatta (esirlerin) mal veya müslüman esir
karşılığında bırakılmaları da caiz değildir, ihtiyaç zamanında mal karşılığında
bırakılmaları caizdir. İmam Muhammed'e göre çocuğu olmayacak, derecede yaşlı
olursa mal karşılığında bırakılması caizdir, tmameyn'e göre ise müslüman esir
karşılığında bırakılması caizdir. Diğer üç mezheb imamlarının kavilleri de böyledir.
Nitekim RasûM Ekrem Efendimiz, bir müşrikle iki müslümanı değiştirmiştir. Bir



[1791

müşrik kadınla Mekkelilerin esir ettiği müslümanları değiştirmiştir. " J 1 Ben derim

ki; Kâfir esirlerin mal karşılığında bırakılmalarının haram olması ihtiyaç olmadığına
göredir. Ama ihtiyaç olursa mal veya müslüman esir karşılığında bırakılmaları

caizdir.



121. Esirin Mal Karşılığında Serbest Bırakılması (Nın Hükmü)

2690. ...Ömer b. el-Hattabdan; demiştirki: Bedir günü Peygamber (s. a.) (serbest
bıraktığı esirler için) bir karşılık alınca, Aziz ve Celil olan Allah; "Yeryüzünde ağır
bas (ip küfrün belini iyice kır) mcaya kadar hiçbir peygambere esirler sahibi olmak

yaraşmaz."^ ^ ayetini "...Aldığınız (fidye) dan dolayı size mutlaka bir azab
Tl 821

dokunurdu. ay etiyle birlikte indirdi. Sonra Allah ganimetleri onlara helal kıldı.

Ebu Dâvûd der ki; Ahmed b. Hanbeİ'e Ebu Nuh 'un isminden soruldu da onun; "Onun
ismini ne yapacaksın? Onun ismi çirkin bir isimdir" diye cevap verdiğini duydum. Ebu
Nûh 'un ismi "kuradadır. (Fakat onun isminin) doğrusu Abdurrahman b. Gazvan'dır.
[İM]



Açıklama

Bedir savaşı müslümanlarm zaferiyle neticelendikten sonra Hz.Peygamber esirler
hakkında Hz.Ebûbekir ve Ömer ile istişare etti. Bu istişare Müslim'in rivayetinde şöyle
anlatılıyor; "Müslümanlar esirleri aldıktan sonra, Rasûlullah (s. a.) Ebû Bekir'le
Ömer'e;

Bu esirler hakkında rey'iniz nedir?" diye sordu. Ebû Bekir:

Ya Nebiyyallah! Bunlar amca oğulları ve akrabadırlar; ben onlardan fidye almanın
doğru olacağı fikrindeyim. Bu suretle, kafirler üzerinde kuvvetimiz olur. Umulur ki
Allah, onları İslâm'a hidâyet buyurur, dedi. Müteakiben Rasûlullah (s.a.);
"Sen ne fikirdesin ey Hattâb oğlu?" diye sordu. Ömer diyorki; Ben:
Hayır, vallahi ya Rasûlullah, Ben Ebû Bekir'in fikrinde değilim. Lâkin ben, bize
müsaade buyursan da şunlarm boyunlarını vuruversek fikrindeyim. Ukay'le karşı
Ali'ye müsaade buyurmaksın ki onun boynunu vursun! Bana da filana karşı müsaade
buyurmaksın, ben de onun boynunu vurmalıyım. Zira bunlar küfrün imamları ve
eşrafıdırlar, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) Ebu Bekir'in söylediğine meyletti.
Benim söylediğimi beğenmedi. Ertesi gün olunca ben geldim. Bir de ne göreyim Ra-
sûlullah (s.a.) ile Ebû Bekir oturmuş ağlıyorlar! Bunun üzerine ben;
Ya Rasûlallah, bana haber ver; sen ve arkadaşın neden ağlıyorsunuz? Ağlayacak bir
şey bulursam ben de ağlarım, ağlayacak bir şey bulamazsam siz ağladığınız için ben
de ağlar görünürüm» dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.);

"Bana senin arkadaşlarının teklif ettiği fidye alma meselesine ağlıyorum. Gerçekten
onların azapları bana şu ağaçtan daha yakın bir şekilde arz olundu." dedi ve yakın bir

ağaca .şaretetü.^

Mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinden anlaşılıyor ki, Bedir esirlerine
uygulanacak muamele hakkında çıkan bu farklı görüşlerin ortaya çıkması üzerine
Yüce Allah, "yeryüzünde ağır bas (ip küfrün belini iyice kır) mcaya kadar hiçbir



peygambere esirler sahibi olmak yakışmaz. Siz, geçici dünya malım istiyorsunuz,
Allah ise (sizin için) ahireti istiyor. Aliah daima üstün ve hikmet sahibidir." (İslâm
iyice yerleşip küfür ezilmedikce, sizin esirleri tutup onlardan fidye almayı beklemekle
uğraşarak vakit kaybetmeniz doğru değildir)

"Eğer Allah'tan (yanılma ile verilen hükümlerden ötürü azabetmemek hakkında) bir
yazı geçmemiş olsaydı, aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azab
dokunurdu." (Ama Allah, islam için çarpışan sizleri desteklemeye ve korumaya söz

vermiştir. Bunun için size azab etmeyecektir)^ ^ ayet-i kerimesini indirmiştir.

Hz. Peygamberin Bedir esirleri hakkında böyle bir istişarede bulunması bazı hadis

kitaplarında şöyle anlatılıyor;

"Rasûlullah (s. a.) buyurdu ki: Cebrail, kendisine inerek şöyle dedi: "Onları -yani
ashabını- Bedir esirleri hakkında muhayyer kıl; ya öldürülmelerini veya gelecek yıl
kendilerinden onlar kadar öldürülmek şartı ile fidyeyi ihtiyar etsinler." Ashab, "fidyeyi

ve bizden de öldürülmesini ihtiyar ediyoruz." Dediler. L-^J

Görülüyor ki Tirmizi'nin rivayeti ile Müslim'in rivayeti arasında zahirde bir çelişki
mevcuttur. Şöyle ki, Allahu Teâlâ hazretleri, Cebrail (a. s) aracılığıyla müslümanları,
esirleri öldürmekle fidye karşılığında serbest bırakmak arasında muhayyer bırakmışla
bu tercihlerden her ikisinin de mubah olması gerekirdi ve dolayısıyla, esirleri fidye
karşılığında bırakma yolunu tercih ettiklerinden dolayı mesul tutulmamaları gerekirdi.
Oysa Müslim'in rivayetinde, bu yolu tercih eden müslümanlarm mes'ul oldukları ve bu
yüzden hak ettikleri azabın Hz. Peygambere çok yakından gösterildiği ifâde
edilmektedir. Ulemâ bu meseleyi şöyle açıklamışlardır. Bu tercihi yapmalarından
dolayı azaba müstehak olanlar, bu tercihe katılanların tümü değildir. Sadece dünya
menfaati temin etmek gayesiyle bu tercihe katılanlardır. Fakat, esirleri ve onların
nesillerini kazanmak, rahmet yoluna sarılmak, esirlerden alınacak mallarla
müslümanları düşmana karşı daha güçlü hale getirmek gibi sebeplerle, bu tercihe
katılanlar, tercihlerinden dolayı sorumlu değillerdir. Metinde bu mevzu ile indiği ifade
edilen; "...sîz, geçici dünya malını istiyorsunuz. Allah ise (sizin için) ahireti

istiyor... " J 1 ayet-i ke-rimesiyle kasdedilenler, dünya menfaati elde etmek gayesiyle

bu tercihe katılanlardır. Bedir savaşma katılanların büyük çoğunluğu bu sorumluluğun
dışındadır. Hz.Fahr-i kainat ile, Ebû Bekr Sıddık'm bu tercihe katılmala-rmdar dolayı
mesul olmaları ise asla sözkonusu değildir.

Hz. Pey amberin, bu tercihe katıldıklarından dolayı mesul olan kişiler hakkında
ağlaması ise onların bu günahlarının bağışlanması için olmuştur ve Yüce Allah sevgili
peygamberinin döktüğü gözyaşları neticesinde onları azaba çarptırmayacağını ve
küfrün belini kırıp düşmanı tamamen mağlup etmeden hiçbir peygamberin elinde
esirler bulundurarak bunların karşılığında fidye almasının doğru olmadığını, bunun

ancak kafirleri zelil, müslümanlan aziz kıldıktan sonra meşru olacağını'-
bildirmiştir.

İbn Kayyım el-Cevziyye'nin ifâde ettiğine göre ulemâ Bedir esirlerini kılıçtan
geçirme, ya da fidye karşılığında serbest bırakma şıklarından hangisinin daha isabetli
olduğunda ihtilafa düşmüş, bir kısmı kılıçtan geçirilme şıkkını tercih ederken bir kısmı
da fidye karşılığında serbest bırakılmaları şıkkını tercih etmeştir. Bu ikinci şıkkı tercih
edenler, şu gibi sebeblerden dolayı bu görüşü tercih etmişlerdir:
1. Çünkü daha sonra hüküm bu görüş üzerinde karar kılmıştır.



2. Enfal suresinin 68. ayetinde ifade edilen, Allah'ın ezeli yazgısına uygun düştüğü ve
bu uygulama müslümanlara helal kılındığı için,

3. Allah'ın gazabına galip gelen rahmet sıfatına uygun düştüğü için,

4. Hz.Peygamberin bu görüşü tercih eden Hz.Ebu Bekir'i Hz.İbrahim ve İsaya (a.s.)
benzettiği için,

5. Sözkonusu esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmaları pek çok kimselerin
müslüman olmasına vesile olduğu için,

6. Elde edilen fidyelerle müslüman mücâhidler takviye edildikleri için,

7. Allah ve Rasûlü bu görüşü tercih ettikleri için.

Yine metinde geçen "...sonra Allah ganimetleri onlara helal kıldı..." cümlesiyle, daha
önce yaşayan ümmetlere ve peygamberlere ganimetleri yemenin haram olduğu,
ganimet yemenin ancak ümmet-i Muhammed'e helal kılındığı İfade edilmek
istenmiştir. Çünkü geçmiş ümmetler ele geçirdikleri ganimetleri yiyemezlerdi.
Nitekim, "...Eğer Allah'dan bir yaa geçmemiş olsaydı size mutlaka büyük bir azab

dokunurdu..."^ ayet-i kerimesiyle bu gerçeğe işaret edilmiş ve; "...Artık elde

ettiğiniz ganimetleri helal ve temiz olarak yeyin..."^^ ayet-i kerimesiyle
ganimetlerin bu ümmete helal kılındığı açıkça ifade edilmiştir.

Esirlerin mal karşılığında bırakılması hakkında fıkıh ulemâsının görüşlerini bir önceki
hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.

2691. ...Ibn Abbas'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (s. a.), Bedir (savaşı) günü
(fidyeyle serbest bıraktığı) her bir müşrik hakkında dört bin (dirhem para) takdir

, • H92]
etmiştir. 1



Açıklama



es-Sfretü'l-Halebiyye'de ifâde edildiğine göre, Bedir savaşında esirlere mali güçlerine
göre fidye takdir edilmiştir. Binâenaleyh, takdir edilen fidyelerin miktarı 1000 dirhem
ile 4000 dirhem arasında değişen mikdarlarda olmuştur. Takdir edilen bu mikdarı
ödemeye gücü yetmeyenlerde, okuyup-yazma bilmeyen bir müslümana okuyup yazma
öğretmeleri karşılığında serbest bırakılmışlardır. Hz.lbn Abbas sadece bildiği miktarı
anlatmakla yetinmiştir. Aslında esirlerden alman fidye mikdarı 2000-4000 dirhem
arasında değişmektedir. Bu hadisle ilgili hükümler 2689 ve 2690 numaralı hadislerin

r 1 931

şerhinde geçtiğinden burada tekrara lüzum görülmemiştir. J 1

2692. ...Aişe (r.anha)'dan; demiştir ki: Mekkeliler (Bedir' de müs-lümanlarm eline
geçen) esirlerine fidye olmak üzere (mal) göndermeye başlayınca (Hz.Peygamberin
kızı) Zeyneb de kocası Ebu'İ-As'm fidyesi olmak üzere (bir miktar) mal gönderdi.
(Hz.Zeyneb'in gönderdiği) bu mallar arasmda kendisine ait bir de gerdanlık vardı. (As-
lında) bu gerdanlık Hz. Hatice'nin idi ve Zeyneb'i Ebu'l-As ile evlendirirken bu
gerdanlığı ona vermişti. Rasûlullah (s. a) gerdanlığı görünce Zeynep için çok üzüldü ve
(yanındaki Müslümanlara);

"Eğer Zeyneb'in esirini serbest bırakmayı (uygun) görürseniz (onu şerbet bırakın) ve
Zeyneb'e ait olan (mal) ı da kendisine iade ediniz" dedi. Onlar da;



Olur, diye cevap verdiler. Rasûlullah (s. a) Ebu'l-As'dan (Zeyneb'i kendisine
göndereceğine dair) söz almıştı. -Yahut da- Ebu'l-As (Zeyneb'i Hz.Peygambere
göndereceğine dair) söz vermişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a) Zeyd b. Harise İle
ensardan bir adamı (Hz.Zeyneb'i getirmek üzere Mekke'ye) gönderdi, (gönderirken
onlara) "Ye'cic (denen yer)in çukurunda bekleyin. Nihayet sizin yanınıza gelince be-

ri 941

raberce yola çıkar ve onu alıp getirirsiniz." buyurdu.



Açıklama



Bedir esirleri arasında Peygamberimizin damadı ve Hz.Zeyneb'in kocası Ebu âs
b.Rebi'de bulunuyordu.

Ebu'l-As; Mekke'de zengin, güvenilir ve ticarette sayılı kişilerdendi. Annesi Hâle binti
Huveylid, Hz.Hatice'nin kızkardeşi idi. Hz.Hatice, yeğenini, kızı Hz.Zeyneb'le
evlendirmesini Peygamberimizden istemiş, Peygamberimiz de buna muhalefet
etmemişti. Bu, peygamberimize, peygamberlik ve vahiy gelmeden önce idi.
Peygamberimiz Hz.Zeyneb'i Ebu'l-As'a nikahladı. Hz.Hatice yeğeni Ebu'l-As'ı oğlu
yerinde tutardı.

Yüce Allah, Peygamberimizi peygamberlikle şereflendirdiği zaman Hz.Hatice ile
kızları peygamberimize iman ettiler. Peygamberimizin Allah'tan getirip tebliğ ettiği
şeyleri tasdik, peygamberimizin dinini kabul ettiler. Ebu'l-As ise, müşriklikte kaldı.
Peygamberimiz, kızı Hz.Rukiyye'yi veya Ümmü Külsüm'ü de Utbe b Ebî Leheb'e
nikahlamıştı.

Kureyş müşrikleri, yüce Allah'ın emirlerine karşı koymaya ve düşmanlığa başladıkları
zaman;

Siz Muhammed'in kızlarını almakla onu derdinden kurtardınız. Kızlan geri çevirip
onlarla kendisini meşgul ediniz, dediler. Ebul As'a gittiler, ona,

Aileni kendinden ayır. Biz, seni Kureyş kadmlarından*hangisini istersen, onunla

evlendiririz, dediler.

Ebu'l-As;

Hayır. Vallahi, ben zevcemden ayrılmam. Onun yerine Kureyş kadınlarından bir
kadının, benim karım olmasını da istemem, dedi...

Müslümanların karşılıksız olarak serbest bıraktığı Ebu'l-As, Mekke'ye gidince, birkaç
gece Mekke'de oturduktan sonra, bir gece, Hz.Zeyneb'le birlikte Mekke'den yola çıktı.
Onu, Zeyd b.Harise'ye ve arkadaşına teslim etti. Onlar da Zeyneb'i peygamberimize

getirdiler. Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, "Esirleri mal karşılığında
serbest bırakmak caizdir." diyenlerin delilidir. Biz fıkıh ulemasının bu mevzudaki
görüşlerini 2690 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum

.. .. [196]
görmüyoruz.- 1

2693. ...Urve b. ez-Zübeyr (in) el-Misver b. Mahreme ile Mervan'dan naklettiğine
göre; Rasûlullah (s. a) Hevâzin (kabilesi) elçileri müs-lümanlığı kabul ederek kendisine
gelip de mallarının kendilerine geri verilmesini istedikleri zaman onlara (şöyle)
konuştu:

Benim yanımda şu gördüğünüz (askerler) vardır." (onların hepsinin de bu mallarda
hakkı vardır) söz (ler)den en hoşuma gideni en doğru olanıdır. (Binaenaleyh) ya esir



(leriniz)i tercih ediniz ya da mallarınız)!" Bunun üzerine (Hevazin elçileri);
Biz esir(ler)imizi tercih ediyoruz dediler. Rasûlullah (s. a) de (onlara bir hitabede
bulunmak üzere ayağa) kalktı Allah'a (hamd-ü) senada bulunduktan sonra dedi ki:
"...Gelelim mevzumuza! Sizin şu (Hevazinli) kardeşleriniz (müslümanlığı kabul edip)
tevbe ederek geldiler. Ben onlara esirlerini (karşılıksız olarak) geri vermeyi uygun
görüyorum. Sizden kim kendi arzusuyla bunu yapmayı istiyorsa (bunu) yapsın. Kim
de bizim kendisine Allah'ın bize vereceği ilk feyden (biraz mal) vermemize kadar
(esirler üzerindeki) hakkını elinde tutmak istiyorsa (o da bunu) yapsın" (orada
bulunan) halk;

Ey Allah'ın Rasûlü biz kendi gönlümüzle bu esirleri onlara (karşılıksız olarak)

veriyoruz, dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.)

"Biz (esirleri karşılıksız olarak bırakmamız hususunda bize) izin verenle vermeyeni

biribirindcn ayırdedemiyoruz. Gidiniz başkanlarınıza (danışınız) sizin kararınızı bize

onlar getirsinler." dedi. Halk da (başkanlarının yanma) gitti. Başkanları onlarla

konuştular ve hepsinin de esirleri karşılıksız olarak bırakmayı gönülden istediklerini

["1971

ve (buna) izin verdiklerini bildirdiler. 1

Açıklama

Bu hadis-i şerifte mevzuu bahis edilen olayın özeti şudur: Hz.Peygamber hicretin
sekizinci yılında Mekke'yi fethedip de sonra Huneyn üzerine bir sefer düzenlemiş ve

neticede Hevazinlerden pek çok kimseyi esir etmişti. ^ Bu seferi müteakip yapılan

Taif gazasından sonra da zilkade ayının altıncı günü Cirâne'ye geldi ve orada on üç

gece kaldı. Hevazinden alman harp esirleriyle ganimet mallan da Cirane'de
[199]

bulunuyordu. Bir temsilci gelmeyince Hz. Peygamber, Hevazinden alman

ganimetleri mücahitler arasında taksim etti. Nihayet Hevazin temsilcileri pey-
gamberimizin yanma gelip müslüman oldular ve gerilerdeki kavimlerinin de
müslüman olduklarını haber verdiler.

Bunlar başlarında Ebu Sured Züheyr b. Sured olmak üzere ondört kişi idiler.
Peygamberimizin süt annesinden amcası olan Ebu Burkan da aralarında bulunuyordu.
[200]

Hevazin Temsilcilerin İsteklerini Dile Getirişleri:

Hevâzin temsilcileri; Ya Rasûlullah! Biz, köklü bir kabileyiz.

Sana meçhul olmadığı üzre biz bu musibete uğramış bulunuyoruz. Allah'ın sana lutfu
ihsanda bulunduğu gibi, sen de bize karşı lutufkâr ol! dediler.
Benî Sa'd b. Bekir oğullarından Ebû Sured Züheyr, ayağa kalktı.
Ya Rasûlallah! Şu gölgeliklerde bulunanlar, senin süt halaların, teyzelerin ve sana süt
emdirip bakmış olan kadınlardır. Eğer biz, Şam kralı Haris b. Ebi Şimr'i veya Irak
kralı Numan b. Münzir'i emdirmiş ve şimdiki duruma düşüp te kendilerinin şefkat ve
ihsanlarını dilemiş olsaydık, bize esirgemezlerdi. Halbuki, sen süt emdirip bakılanların
en hayırhsısm! dedi. Bu hususta bir de şiir söyledi.

Hevazin temsilcileri mallarının ve esirlerinin kendilerine geri verilmesini istediler.



[2011

Peygamberimizin Hevazin Temsilcilerine Teklif Ve Tavsiyesi:

Peygamberimiz;

"Ben, sîzin için gelmeyeceğinizi sanmcaya kadar -işi bekletmiş- geciktirmiştim. Fakat
siz çok geç kaldınız. Esirler bölüşülmüş bulunuyor. Bana sözün en sevimli, en güzel
olanı, doğru olanıdır. Görüyorsunuz ki yanımda bunca müslümanlar var onların
hepsini haklarından vazgeçirmek zordur. Şimdi siz iki şıkkın birisini; ya esirleri, ya da
malları tercih ediniz! Size çocuklarınızla kadınlarınız mı daha sevgilidir, yoksa
mallarınız mı?" buyurdu.

Temsilciler, Peygamberimizin ancak ikisinden birisini geri verebileceğini anlayınca,
Ya Rasûlallah! Sen bizi, mallarımızla, çoluk çocuklarımız arasında onlardan birini
seçmekte serbest bıraktın. Sen bize kadınlarımızı ve çocuklarımızı geri ver! Çünkü
onlar bizim yanımızda maldan daha sevgilidir, dediler. Peygamberimiz:
"Benim hissemi ve Abdulmuttalip oğullarının hisselerine düşenleri size bağışladım.
Halka öğle namazını kıldırdığım zaman, sizler ayağa kalkıp:

("Biz çocuklarımız ve kadınlarımız hakkında Rasûlullah'm müslüman-lar katında

müslümanlarm da Rasûlullah katında şefaatini diliyoruz") deyiniz.

Bunun üzerine ben de (bana ve Abdulmuttalip oğullarına düşenleri size bağışladım)

derim.

[2021

Müslümanlardan da sizin için istekte bulunurum." buyurdu.

Muhacirlerin Ensar'ın Hisselerini Peygamberimiz İçin Bağışlamaları

Peygamberimiz, müslümanlara öğle namazını kıldırınca, Hevazin temsilcileri
Peygamberimizin kendilerine emrettiği üzre ayağa kalktılar;

Biz çocuklarımızla kadınlarımız hakkında Rasûlullah'm, Müslümanlar katında,

Müslümanların da Râsulullah katında şefaatini diliyoruz dediler.

peygamberimiz;

"Benim hisseme ve Abdulmuttalip oğullarının hisselerine düşenler, sizin olsun"
buyurdu.

Bunun üzerine, muhacirler;

"Biz de hisselerimize düşenleri, Rasûlullah Aleyhisselam için bağışladık, dediler.
Ensar;

[2031

Biz de hisselerimize düşenleri, Rasûlullah Aleyhisselam için bağışladık dediler. 1 1

Akra B. Habis, Uyeyne B. Hısn Ve Abbas B. Mirdas'ın Hisselerini Bağışlamaktan
Kaçınmaları

Akra b. Habis;

Ben ve kabilem olan Temim oğulları adına hayır, bağışlamayız, dedi. Uyeyne bin
Hısn,

Ben ve kabilem olan Fezare oğullan adına hayır, bağışlamayız, dedi. Abbas b. Mirdas
ü's-sülemî;



Ben ve kabilem olan Beni süleymler adına; "hayır, bağışlamayız dedi. Fakat her iki

kabile halkı, Akra ile Abbas'm;

Hayır, bağışlamayız sözleri üzerine onlara;

Hayır, yalan söylüyorsun. Esirler, Rasûlullah Aleyhisselama bağışlanmıştır, dediler.
Süleymoğullan; Biz hissemize düşenleri Rasûlullah Aleyhisselama bağışladık."
dedikleri zaman, Abbas b. Mirdas, onlara Siz, beni, zaif ve küçük düşürdünüz,

diyerek çıkıştı.
Bazı Hükümler

1. Ganimetler bölüşüldükten sonra, askerlerin özel mülJcü durumuna geçer.

2. Arap ırkından olan kâfir esirleri köleleştirmek caizdir.

3. Süresi belli olmayan bir zaman için borçlanmak caizdir. Çünkü Hz. Peygamber,
esirleri fidye karşılığında bırakmak isteyenlere, fidyelerini Allah'ın nasibedeceği ilk
feyden vermeyi vadetti. Allah'ın ilk feyi ne zaman nasibedeceği de belli değildi.

4. Ganimetler, müslümanlar arasında paylaştırıldıktan sonra düşman kuvvetleri
müslümanlığı kabul ederek gelirler de mallarını isteyecek olurlarsa devlet reisi veya
vekili, bir yarar gördüğü takdirde ganimetleri geri verebilir.

5. Müslümanların güvendikleri kişileri kendilerine rehber edinip işlerini onlara
danışmaları caizdir.

6. Haber-i vahide itimad etmek caizdir.

7. Vekilin müvekkili adına yaptığı ikrar makbuldür. İmam-ı Ebu Hanife (r.a)'ye göre
ise vekilin müvekkil adına yapacağı ikrar sadece hakim huzurunda geçerlidir. Bunun

dışında geçersizdir.

2694. ...Amr b. Şuayb'm dedesinden, demiştirki: Şu, (hevazin el-çileriyle ilgili)
hadisede Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellem;

"Onların kadınlarını (ve oğullarını) kendilerine geri veriniz (içinizden) her kim şu
ganimetten bir hisse ele geçirir (de sonra onu geri verir) se (şunu bilsin ki iade
edeceği) bu ganimet karşılığında ona Allah'ın bize vereceği ilk ganimetten altı deve
vermek üzerimize borçtur." buyurmuş sonra bir deveye yaklaşıp hörgücünden bir tüy
kopararak:

"Ey insanlar benim için şu ganimetten ve şu (elimdeki)nden hiç bir pay
yoktur" (demiş) ve (tüy tuttuğu) iki parmağını kaldırıp (sözlerine devam ederek),
"Ancak beşte biri müstesna. O beşte bir de (tarafımdan) size geri verilmiştir.
Binaenaleyh (ganimetten almış olduğunuz mallardan her şeyi hatta) iplik ile iğneyi
(bile sahiplerine iade edilmek üzere geri) veriniz." buyurmuş. Bunun üzerine elinde
kıldan yumak olan bir adam kalkıp;

Ben Devemin palanı altında bulunan çulu tamir etmek için (ganimet mallarından) şu
yumağı almıştım dedi. Rasûlullah (s.a.)'da;

"Benim ve Abdulmuttalib oğulları için olan (ganimet) senindir" buyurdu. (O adam da
bir yumak hukuki bakımdan şu)

Gördüğüm (hal)e erişmişse artık benim ona ihtiyacım yoktur dedi ve onu (elinden)
atıverdi.



Açıklama



Hevazin elçileriyle ilgili olayı bir önceki hadisin şerhinde açıklamıştık. Bilindiği gibi
Hz.Peygamberin ganimetlerde üç hakkı vardır:

1. Ganimetlerin tümünün beşte birinin beşte biri. Yani ganemitlerin tümünün beşte biri
ayrılınca bu beşte bir de tekrar beşe ayrılıp şu beş sınıf arasında paylaştırılır:

a) Hz. Peygamber

b) Hz.Peygamberin yakınları

c) Öksüzler

d) Miskinler

e) Yolcular

2. Safıyy; Hz. Peygamberin bir peygamber olarak seçip alabileceği pay

3. Mücahidlerle birlikte onlardan birine denk olarak aldığı pay

Ancak Hz.Peygamber Hevazinlilerden elde edilen ganimetlerden sadece beşte birden
düşen hakkını almış onu da geri vermiş ve ileri de eline ganimetten yada feyden
geçecek olan payını da yine esirlerini karşılıksız olarak bırakmak istemeyen
mücahidlere, bırakacakları esirler için fidye olarak vermeyi vadetmek suretiyle
borçlanmıştır.

Biz bu hadisle ilgili hükümleri bir önceki hadisin şerhinde ve fıkıh ulemasının bu
meseleyle ilgili görüşlerimde 2690 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımız için
burada tekrara lüzum görmüyoruz.

Ancak şurasını ilâve etmek isteriz ki, bu hadis-i şerif "Hz.Peygamberin vefatıyla

ganimetlerden aldığı payı ve dolayısıyla, akrabalarının payı yürürlükten kalkmıştır. Bu

paylar ayet-i kerimede hak sahibi oldukları Rasulü ek-remle birlikte zikredilen

öksüzlere, miskinlere ve yolculara intikal etmiştir." diyen Hanefi ulemasının delilidir.

Bazıfarma göre ise Hz.Peygamberin ve akrabalarının bu payı Rasûlüllah'm hayatında

harcadığı yerlere harcanmak şartıyla devlet reisine bırakılmıştır. Devlet reisi onu,

islamm savunması için gerekli olan hazırlıkları yapmak için sarfeder. Metinde geçen

"...İplik ile iğneyi (bile) veriniz." cümlesi, "ganimetler arasında bulunan az miktardaki

malların da taksime tabi olduğuna delalet etmektedir. Ayrıca bundan yiyecek

maddeleri müstesnadır." diyen İmam Şafii (r.a) in delilidir. îmam Malik ise ganimet

malları arasında bulunan kıymetsiz şeylerin taksimden önce alınmasında bir sakınca

. . 12071
görmemiştir.

122. Ordu Kumandanı Yenmiş Olduğu Düşmanın Toprağında Bir Süre Kalabilir

2695. ...Ebû Talha'dan; Dedi ki: Rasûlullah (ş.a) bir kavmi yendiği zaman (onlara ait
olan) toprak (1ar) da üç (gün) kalırdı. (Ebu Davud'un diğer şeyhi) İbnü'l-Müsenna (bu
hadisi); "Bir kavmi yendiği zaman onların toprağında üç (gün) kalmayı severdi" diye
rivayet etmiştir.

Ebû Dâvud der ki; Yahya b. Sâid bu hadisi tenkid ederdi. Çünkü bu hadis Said'in
(Kaîade'den rivayet ettiği) ilk hadis (1er) den değildir. Oysa Said kırkbeş yaşında iken
bunamıştır. Bu hadisi de ömrünün son zamanlarında rivayet etmiştir. (Fakat) Veki'in

T2081

de Said'den bunak halinde iken (hadis) aldığı söylenir.- 1



Açıklama



Metinde, ömrünün son zamanlarında bımadığından bahsedilen Said, Said b. Ebi
Urube'dir. Bu Said'den rivayet edilen hadislerin bazılarını tenkid eden Yahya ise;
"Yahya b. Said el-Kattan"dır.

Ve bu hadisi rivayet eden kişilerin hepsi de Said b. Ebi Urube'den rivayet etmişlerdir.
Kavilerden birisi Muaz b. Muaz, diğeri Ravh, öbürü de Abdü'l-A'la'dır Gerçi bunların
hepsinin de bu hadisi Said'den rivayet ettiği doğru olmakla beraber bu hadisi Said'den
bunaklığı döneminde aldıklarına dair bir delil yoktur. Ayrıca bu hadisi Buhari ile
Müslim de hiçbir tenkide uğramadan sahihlerine almışlardır. Binaenaleyh bu hadisi,
Said b. Ebi Urube'-den rivayet edildiği gerekçesiyle reddetmek doğru olmaz.
el-Mühelleb'in açıklamasına göre Hz. Peygamberin, zafer kazandıktan sonra düşman
topraklarında üç gün daha kalmasının hikmeti, savaşın verdiği yorgunluğu
gidermektir. Ancak orada böyle bir istirahatı göze almak için ortamın müsait olması
ve düşmanın yeni bir saldırıya geçmesi ihtimalinin olmaması gerekir. Bu istirahat
süresinin üç günle kayıtlanması ise, bir yerde konaklayan bir yolcunun orada üç gün
kalmakla misafirliğinin ikamete dönüşeceğindendir. Bu bakımdan Hz.Peygamber
fethettiği düşman topraklarında üç günden fazla kalmamıştır.

Ibnü'l-Cevzi'ye göre Rasûlullah'm zaferden sonra düşman topraklarında üç gün
kalmasının hikmeti müslümanlarm güç ve kuvvetini küffara göstermek, orada infaz
edilecek ahkamı infaz etmek ve müslümanlarm, kafirlerin güç ve kuvvetine hiçbir
değer vermediklerini bilfiil isbat etmek içindir.

İbnu'l-Munîs'e göre ise, Rasûlü ekremin düşman topraklarında zaferden sonra üç gün
kalması, o güne kadar isyana sahne olan o topraklar üzerinde Allah'a taatta bulunarak
ve Allah'ı zikrederek ziyafette bulunmak ve müslümanlarm şiarını izhar etmektir.
Ziyafetin süresi en fazla üç gün olduğu için de dördüncü gün orayı terketmeyi uygun

bulmuştur. [^9]

123. (İki) Esiri Birbirinden Ayırmak

2696. ...Ali (k.v) den rivayet olunduğuna göre, kendisi bir cariye ile çocuğunu
birbirinden ayırmış da Rasûlullah (s. a) onu bu işten neh-yetmiş ve (yaptığı bu) satışı
da reddetmiştir.

Ebu Davud der ki; (Bu hadisi Hz. Ali'den rivayet eden) Meymun Ali'ye kavuşmadı.
Cemacim (savaşın) de öldürüldü. Cemacim (savaşı hicretin) yetmişüçüncü sene (sin)
de oldu. Hine (savaşı da hicretin) altmışüçüncü sene (sin) de (olmuştur). îbn Zübeyrde

(hicretin) yetmişüçüncü sene (sin) de katledildi. ^ ^
Açıklama

Tirmizî bu hadîs-i şerif hakkında şunları söylüyor; "Bu hadis hasen garibdir.
Peygamber (s.a)'in ashabından ve sonrakilerden bazı ilim adamları akraba olan savaş
esirlerini satışta biribirinden ayırmayı mekruh görmüşlerdir. Bâzı ilim adamları İslam
diyarında dünyaya gelen akrabaları birbirinden ayırmayı caiz görmüşlerdir. Birinci
kavi daha sahihdir. İbrahim'den, satışta anne ile çocuğunu birbirinden ayırdığı, bunun
sebebi kendisine sorulunca -"Ben,o anneden bu hususta izin istedim de razı oldu-"



dediği rivayet edilmiştir.^ ^

Şevkanî'nin ifâdesine göre bu hadis harp esirlerinden anne ile çocuğu ya da kardeş
olan iki çocuğu ayrı ayrı kimselere satmak suretiyle veya benzeri yollarla birbirinden
ayırmanın haram olduğuna delildir. Anne ile çocuğu birbirinden ayırmanın haram
olduğunda ittifak vardır. Anne ile çocuğun birbirinden ayrılmasına sebep olan bu
satışın sahih olup olmadığı ihtilaflıdır. İmam Şafii (r.a)'e göre bu satış sahih değildir.
Ebu Hanife (r.a)'ye göre ise sahihdir. Diğer akrabaları birbirinden ayırmak da buna
kıyasla haram sayılmıştır. İmam-ı Şafii'ye göre ise diğer akrabaları birbirinden
ayırmak haram değildir.

Hanefi fıkhının meşhur kitaplarından "Hidâye" isimli eserde bu mevzuda şöyle
deniliyor: "Biribirleriyle evlenmeleri haram olan iki küçük köleye sahip olan bir
kimsenin bunları biribirinden ayırması caiz olmadığı gibi biribirleriyle evlenmeleri
haram olan biri küçük diğeri büyük iki köleyi birbirinden ayırmakda caiz değildir.
Biribirinden ayrılmaları yasaklananlar, biribirlerine nikah düşmeyen ve aralarında
akrabalık bulunan kölelerdir. Biribirleriyle akraba olduğu halde evlenmeleri caiz olan
ya da evlenmeleri haram olduğu halde aralarında akrabalık bulunmayan köleler bu
hükme girmezler. Onları biribirinden ayırmak caizdir. Binaenaleyh karı-koca olan iki
köleyi satmakta bir sakınca yoktur.

Fakat aralarında hem akrabalık bulunan, hem de biribirleriyle evlenmeleri caiz
olmayan ikisi de küçük ya da biri büyük diğeri küçük iki köleyi biribirinden ayırmak
mekruhtur. Fakat cinayet ve bunlardan birinin ayıplı çıkması gibi hallerde birini
diğerinden ayırmakta bir sakınca olmadığı gibi bunlardan birinin satılması halinde
yapılan satış da sahihtir. İmam Ebu Yusuf a göre ise, iki köleyi biribirinden ayırmanın
veya birini satmanın haram olması, sadece aralarında doğum sebebiyle akrabalık
bulunan köleler için geçerli, bunların dışındaki akrabalıklar için geçerli değildir. Fakat
aralarında doğum sebebiyle akrabalık bulunan köleleri, iki ayrı kişiye satarak birini
diğerinden ayırmak mekruhtur ve yapılan satış fâsiddir. Çünkü Hz.Peygamberin bu
satışı reddetmesi onun fasit olduğunu ifade eder. Bu mevzuda İbn Abidin de şunları
söylüyor: "Allame Nuh Dürer haşiyesinde Ebu Yusuf tan bu konuda iki rivayetin
olduğunu nakletmektedir. Bir rivayette ıralarında doğma akrabalığı olan ana, baba
torun, dede gibi olanlar da caiz değil, diğerlerinde caiz olduğunu söylemektendir. Şafii
mezhebinde sahih olan da budur. Bir rivayete göre de akrabalık isterse doğum
sebebiyle olsun hiç bir suret de caiz olmayacağı istikametindedir. Bu da aym zamanda
İmam-ı Ahmed'-in görüşüdür. Zira hadis-i şerifin yasaklaması ancak böyle bir akdin
fasid olmasını gerektirir, imam Malik ise anne ile çocuk arasında bir ayırma caiz

[2121

değildir, bunun dışındakiler de caizdir demektedir... " J

Birbirlerinden ayırmanın yasak olduğu köleler hakkındaki bu hükmün ne zamana
kadar devam edeceği hususu da ulema arasında ihtilaflıdır.

1. İmam Şafii'ye göre köle yedi yaşma girinceye kadar bu yasak devam eder.

2. İmam Evzai'ye göre babasına ihtiyacı kalmaymcaya kadar devam eder.

3. İmam Ebu Hanife ve arkadaşlarına göre baliğ oluncaya kadar devam eder. Ancak
İmam Ahmed'e göre akraba olan köleleri ergenlik çağma varsalar bile biribirlerinden

ayırmak caiz değildir. ^— =^

Ebu Dâvûd, metnin sonuna ilave ettiği talikte, bu hadisi Hz. Ali'den rivayet eden
Meymun'un aslında Hz.Ali'ye yetişmediğini söylemekte, buna delil olarak da



Meymun'un İbnü'l-Eş'as ile Haccac arasında vukubulan "Deyrül-cemacım" savaşında
öldüğünü göstermektedir. Musannif Ebu Da-vud bu sözüyle hicretin yetmişüçüncü
yılında vefat eden Meymun'un hicretin kırkıncı yılında vefat eden Hz.Ali ile
görüşmesinin mümkün olamayacağını ifade etmektedir. Ancak Meymun'un hicretin
yetmişüçüncü yılında vefat etmesi aslında Hz.Ali ile görüşememiş olduğunu ifade
etmez. Çünkü Meymun'un Hz.Ali'nin vefatından yedi veya sekiz yıl önce dünyaya
gelmiş olması görüşebilmeleri için yeterlidir. Musannif Ebu Dâvûd burada
Meymun'un doğum yılını tesbit etmediği için delili yeterli değildir.
Yine sözü geçen talikte sözkonusu edilen Hirre savaşının ve İbn Zü-beyr'in hicretin
yetmişüçüncü senesinde şehid edilmesinin bu hadisle hiçbir ilgisi yoktur. Musannif
ebu Davud bu olayları sadece söz arasında zikretmiş olmak için sözkonusu etmiştir.
1214]



124. Ergenlik Çağına Gelmiş Olan Esirleri Birbirinden Ayırmak Caizdir

2697. ...Selemeden; dedi ki: Biz Ebu Bekir'le birlikte (bir sefere) çıktık. Rasûlullah
(s. a) onu bizim başımıza kumandan tayin etmişti. Fezâre (kabilesi) ile savaşa başladık.
Süvarileri (hücum için) dağıttık sonra içlerinde çocuk(lar) ve kadınlar bulunan bir
topluluğa bak (maya başla) dım. (Onlara doğru) bir ok attım, (ok) onlarla dağm arasın-
da düştü. (Okun düştüğünü görünce ileri gidemeyip orada) durdular. Ben de onları
(alıp) Ebu Bekr'e getirdim. İçlerinde üzerinde deriden bir yaygı (elbise) bulunan
Fezare (kabilesin) den bir kadın vardı. Yanında da bir kızı vardı ki arabm en güzel
(ler) indendi. Ebu Bekir de bana o kadının kızını nefel (fazladan) olarak verdi. Bunun
üzerine Medine'ye geldim. Derken Rasûlullah (s. a) bana rastladı ve;
"Ey Seleme! Bu kadını bana bağışla" dedi. Ben de;

Vallahi (o) benim hoşuma gitti. Ve daha elbisesini bile açmadım, dedim. Sükut etti.
Ertesi gün olunca Rasûlullah (s.a) çarşıda (yine) bana rastladı ve;
"Ey Seleme! Bu kadını bana bağışla" dedi. Ben de;

Vallahi (o) benim hoşuma gitti. Ve daha elbisesini bile açmadım dedim. Sükut etti.

Ertesi gün olunca Rasûlullah (s.a) çarşıda (yine) bana rastladı ve;

"Ey Seleme! Baban Allah'a emanet (Bu) kadını bana bağışla." dedi. Ben de;

Ey Allah'ın rasûlü ben henüz onun elbisesini bile açmadım. O senin olsun, dedim.

Bunun üzerine o kızı Mekkelilere gönderdi. Mekkelilerin elinde (müslüman) esirler

vardı. O esirleri de (Mekkelilerden) bu kadına karşılık olarak aldı.^^
Açıklama

Metinde geçen "lillahi Ebûke" sözü, "senin baban tamamen Allaha emanettir. Bu
bakımdan O Allah'ın izniyle senin gibi asil bir evlada sahib olmuştur." gibi manalara
gelir ve karşıdakini övgü için kullanılır. Ebu' 1 -Baka bu tabirin yemin makamında
kullanıldığını söylemiştir. "Ben henüz onun elbisesini bile açmadım" sözü ise, "daha

onunla hiç cinsi münasebette bulunmadım." demektir. ^ - ^



Bazı Hükümler



1. Askere nefel (yani harbe teSvik etmek için bahşiş) vermek caizdir.

2. Cinsi münâsebeti kinayeli sözlerle anlatmak müstehabdır.

3. Müslüman erkekleri kurtarmak için kâfir kadınları fidye olarak vermek caizdir.

4. Esir edilen bir anne ile yetişkin (akıl baliğ) çocuğunun arasını ayırmak caizdir.

5. Kumandanın, askerinden bazı ganimet hisselerini isteyerek, onları bir müslümam
kurtarmak için fidye vermesi, veya daha başka amme menfaatlarmda kullanması
caizdir. Rasûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz bunu Huneyn savaşında
da yapmıştır.

[2171

6. "Baban Allah'a emanet, ceddine rahmet... gibi sözleri söylemek caizdir.

125. Müslümanların Elinde Bulunan Bir Mal (Düşmanlarca Gaspedilip) Sonra
Tekrar Ganimet Olarak Müslümanların Eline Geçerse Eski Sahibi O Malı
Alabilir Mi?

2698. ...İbn Ömer'den rivayet olunduğuna göre, kendisine ait bir köle düşman (tarafın)
a kaçmış, bir süre sonra da müslümanlar düşmana galip gelmişler. Bunun üzerine
Rasulullah (s. a.) o köleyi îbn Ömer'e geri vermiş ve (o köle) taksime tabi
tutulmamıştır.

Ebu Dâvûd der ki, bu hadisi Yahya'dan başka bir ravi de, "O, köleyi'Halid b. Velid,

T2181

îbn Ömer*e geri Verdi" şeklinde rivayet etti.- 1 1

Açıklama

Bu hadis-i şerif, "İslam ülkesini istilâ eden müşrikler müslümanlardan ele geçirmiş
oldukları mallara hiçbir zaman malik olamazlar" diyen ulemânın delilidir. Ancak
İslam ulemâsı bu meselede ihtilafa düşmüşlerdir. İmam Ahmed ile Hanefî ulemâsına
göre, kâfirler istila ettikleri İslam ülkelerindeki müslümanlara ait malları kendi
ülkelerine götürmekle bu mallara malık olurlar. İmam Ahmed'den gelen ikinci rivaye-
te göre ise, mâlik olamazlar.

İmam MahVe göre, Kafirler müslümanlar in ellerinde bulunan bir ülkeyi istila edip
oradaki müslümanlara ait malları ele geçirmekle, o mallara sahip olurlar. Onlara sahip
olabilmeleri için, kendi ülkelerine götürmüş olmaları şart değildir. Delilleri ise, "Akil
bize bir ev bıraktı mı da?" manasma-gelen 2010 numaralı hadis-i şeriftir. Bu görüşte
olan kimselere göre; Hazreti Peygamber bu sözüyle, Mekke'yi ele geçiren müşriklerin
oradaki mallara sahip olduklarını ifâde etmek istemiştir.

İmam Şafii'ye göre ise; Kafirler bir ülkeyi istila edip orada müslümanlara ait mallan
ele geçirmekle asla onlara malik olamazlar. Binâenaleyh müslümanlar bir küfür
ülkesini istilâ edip de orada daha önce kafirlerin eline geçen mallarım tekrar ellerine
geçirecek olurlarsa, İmam Şafii'ye göre bu mallar derhal ilk sahiplerine iade edilir.
Mücâhidler arasında taksim edilmiş bile olsa yine hüküm böyledir. Hanefî ulemâsıyla
İmam MahVe ve İmam Ahmed'den bir rivayete göre ise bu mal mücahidlere taksim
edilmeden önce sahibinin eline geçerse meccanen ona verilir. Fakat taksimden sonra
eline geçecek olursa değerini ödeyerek alır.

Kâfirlerin, savaşta müslümanlara galib gelerek ehl-i İslamdan hür kadın veya kızları
ele geçirmeleri halinde onlara hiçbir zaman sahip olamayacakları hususunda
müetehidler ittifak etmişlerdir. Kâfirlerin, Müslümanlara ait Müdebber Hükateb ve



Ümmü veled denilen köle ve cariyeleri ellerine geçirmeleri halinde onlara sahip olup
olamayacakları meselesi de ulema arasında ihtilaflıdır. Ulemanın pekçoğuna göre
kafirler savaşta müslümanlardan ganimet olarak elde ettikleri sözü geçen köle ve
cariyelere sahip olurlar. Hanefi ulemâsına göre sahip olamazlar.
Efendisinden kaçıp da küffarm eline geçen kölenin, onların mülkiyetine girip
girmeyeceği meselesi hanefi uleması arasında da ihtilaflıdır. İmam Ebû Hanife (r.a)'ye
göre, bu köleye düşman sahip olamaz. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed ile
diğer üç mezheb imamına göre ise, bu köle düşmanın mülkü olur. Fakat mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şerifte bu kölenin kafirlerin mülkiyetine geçemeyeceği açıkça ifade
edilmektedir.

Sunuda belirtmek isterizki; "savaşçı bir topluluk müslümanlarm mallarını, kadınlarını,
çocuklarını elde ederek dar-ı harbe götürmek isterse ve böyle bir girişimde bulunursa

T2191

buna engel olmaya çalışmak bütün müslümanlar için bir vecibedir. " J 1 Ebu

Davud'un açıklamasına göre mevzumuzu teşkil eden hadiste geçen "Bunun üzerine
Rasûlullah (s. a) o köleyi İbn Ömer'e geri verdi." anlamına gelen cümleyi Yahya b.
Zaide'den başka bir ravi de; "O köleyi Halid b. Velid İbn Ömer'e geri verdi." anlamına
gelen lafızlarla rivayet etmiştir. 2699 numaralı hadis-i şeriften anlaşılıyor ki: Hadisi bu

[2201

şekilde rivayet eden ravi ibn Numeyr'dir. 1

2699. ...İbn Ömer'den; demiştir ki: Peygamber (s. a.) zamanında, kendisinin
(Ibn.Ömerin) bir atı (düşman ordusu tarafına) kaçınca, düşman (1ar) da onu
yakalamıştı. Akabinde müslümanlar onları yenmişler ve o (at) kendisine geri
verilmiştir. Ve (yine) kendisine ait bir köle, Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellemin
vefatından sonra kaçıp Rum topraklarına girmiş, bir süre sonra müslümanlar rumlara

r2211

galib gelince Halid b.Velid o köleyi Ibn-i Ömer'e geri vermiş. J 1

Açıklama

Bu hadis-i şerif, efendisinden kaçarak kafirlerin eline geçen bir kölenin, hiçbir zaman
eline geçtiği kafirlerin mülkü olamayacağını ve o kölenin müslümanlarm eline geçtiği
anda esas sahibine geri verilmesi icab ettiğini söyleyen İmam Ebu Hanİfenin ve bir
müslüman ülkesini istilâ eden kafirlerin orada ellerine geçirdikleri müslümanlara ait
mallara sahip olamayacaklarını binaenaleyh, müslümanlarm tekrar o ülkeyi ellerine
geçirmeleri halinde düşman elinden geri alman malların eski sahiplerine verilmesi
gerektiğini söyleyen imam Şafıinin delilidir. Bu meselelerle ilgili ayrıntılı bilgi bir

[2221

önceki hadisin şerhinde geçtiğinden burada tekrara lüzum görmüyoruz. J 1

126. Müşriklere Ait Olup Da Müslümanlara Sığınarak Müslümanlığı Kabul
Eden Kölelerin Durumu



2700. ... Ali b. Ebi Talib'den; dedi ki: (Mekkeli müşriklere ait birtakım) köleler
Hudeybiye gününde, sulhtan önce Rasûlullah (s.a)'m yanma çıkageldiler. Bunun
üzerine onların efendileri (Hz Peygambere),

Ey Muhammed Allah'a yemin olsun ki onlar sana senin dinine (karşı) bir istek duymuş
değildirler. Onlar sadece kölelikten kaçmak için (sana) gelmişlerdir, diye bir mektup



yazdılar (orada bulunan Ku-reyş'ten) bazı kimseler,

Ey Allah'ın Rasûlü (bu mektubu yazanlar) doğru söylemişler.

Binaenaleyh bu köleleri onlara geri'ver. dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a)
öfkelendi ve;

"Ey Kureyş topluluğu Allah şu tutumunuzdan dolayı boynunuzu vuracak bir kimseyi
gönderinceye kadar (bu hareketinizden) vazgeçeceğinizi zannetmiyorum." dedi, onları
geri vermeyi kabul etmedi ve

[2231

"Bunlar aziz ve celil olan Allah'ın hürriyete kavuşturduğu kimselerdir." buyurdu. 1

Açıklama

Müslümanlarla savaş halinde olan kâfirlere ait bir köle, müslümanlığı kabul ederek
gelip müslümanlara sığınacak olursa, yahut da müslümanlar kafirleri yenerek
müslüman olmuş bir köleyi ele geçirecek olurlarsa bu köle kölelikten kurtulmuş,
hürriyetine kavuşmuş olur. Bu hüküm Hanefılerin fıkıh kitaplarından, Hidaye isimli
eserde şöyle ifade edilmektedir; "İmam Ebu Hanife'ye ve taraftarlarına göre düşmana
ait bir köle müslüman olarak gelip bize sığınacak olursa, yahut da kafirlerin ülkesi ele
geçirilecek olursa bu köle hürriyetine kavuşmuş olacağı için serbest bırakılır.
Düşmanlardan kaçarak müslüman karargahına sığman bir köle de aynı şekilde
hürriyetine kavuşmuş olur."

Düşmandan kaçarak müslümanlara sığman köleler, sahibinin veya herhangi bir şahsın
yardımı ya da isteği olmadan, sadece Allah'ın emri icabı hürriyetine kavuşmuş
olduklarından Rasûl-i zîşan efendimiz mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte bu
köleler için, "Allah'ın hürriyete kavuşturduğu kimseler" kelimesini kullanmıştır.
Aslmda bu hadis-i şerifte sözkonusu edilen olay hicretin sekizinci yılının şevval
ayında cereyan edenTâif seferinde vukua gelmiştir. Fakat râviler-den birinin hatası
yüzünden Ebu Davud'un Sünen'i ile Tirmizi'nin süneninde ve Hakim'in Müstedrekinde
bu olayın Hudeybiye musalehasmda meydana geldiği ifade edilmiştir. Oysa Bezlü'l-
mechûd yazarının da ifade ettiği gibi, bu olayın Taif seferinde meydana geldiğinde
siyer ulemasının tümü ittifak etmişlerdir.

Hafız Zeylai'nin tahrıc ettiği bir hadis-i şerifte bu olay şöyle anlatılıyor;
"Peygamberimiz,

"Ne zaman bir köle, kaleden iner ve yanımıza gelirse, o hürdür diyerek nida ettirdi.
Bunun üzerine kaleden bazı köleler inip müslüman olunca Peygamberimiz, onları azâd
etti.

Kaleden inen köleler 10-19 kadardı. Onlardan bazılarının isimleri şöyledir

1. Münbaas, ismi Muztaca iken müslüman olunca Peygamberimiz onun ismini
Münbaas koydu. Münbaas, Osman b. Ammar b. Muattibin kölesi idi.

2. Ezrak b. Ukbe b. Ezrak, Benî Maliklerden Kaledetü's-Sakafînin kölesi idi. Sonra
Benî Ümeyyelerin müttefiki oldu.

Beni ümeyyeler, Ezrâk'ı kendilerinden bir kadınla evlendirdiler.

3. Verdan, Abdullah b. Rebiatü's-Sakafînin kölesi idi.

4. Yuhannes ünnebbal, Yesar b. Malik'in kölesi idi. Sonradan Yesar Müslüman
olunca, Yuhannes'i Peygamberimiz ona geri verdi

5. İbrahim b. Cabir Hareşetü's-Sakafînin kölesi idi.

6. Yesâr, Osman b. Abdullah'ın kölesi idi.



7. Ebû Bekre Nüfey b. Mesrûh, Haris b.Kelede'nin kölesi idi. Kendisi Makaradan
yararlanarak kaleden indiği için Ebû Bekre diye anıldı.

Ebu Bekre Taifden Peygamberimizin yanma inen yirmi üç kölenin üçüncüsü idi.

8. Nafı Ebü's-Sâib Gaylan b. Seleme'nin kölesi idi. Sonradan Gaylan müslüman
olunca, Peygamberimiz, onu, Nafi'ye geri verdi.

9. Merzûk, Osman'ın kölesi idi.

[2241

Peygamberimiz, kaleden inen kölelerin hepsini azâd etti. 1 Hafız Zeylâi bu hadisi

naklettikten sonra dört hadis daha zikretmiştiı ki dördü de bu hadisenin Taif savaşında
cereyan ettiğini ifâde etmektedir.

Müslümanlara sığman kölelerini istemeye gelen Kureyşli müşriklerin,
Hz.Peygambere, bu kölelerin müslümanlara sığınmasının esas sebebinin kölelikten
kaçmak olduğunu, aslında müslümanlığa hiç de rağbet etmediklerini söylemeleri
üzerine, orada hazır bulunanlardan bunları tasdik eden kimseler Hz.Peygamberin
ashabından değillerdi. Bunlar fcureyş'ten orada hazır bulunan bazı müşriklerdi. Esasen
ashab-ı kiramın Hz.Peygambere rağmen ku-reyş müşriklerinin iddialarını tasdik
etmeleri düşünülemez.

Kureyş kâfirlerini tasdik eden bu kimselerin Rasûl-i zîşan efendimize, "Yâ Rasulallah"
diye hitabetmeleri ise müslümanlarm Hz.Peygambere hitap tarzına riayet etmelerinden
ileri gelmektedir. Yoksa onların Hz. Peygamberi Allah'ın Rasûlü olarak tanımadıkları
malumdur.

Ayrıca Kureyşli müşrikleri tasdik edenler eğer müslümanlar olsaydı, içtihadlanna
dayanan yanlış kanaatlarmdan dolayı onları böyle ağır bir şekilde azarlamazdı.
Nitekim Useyd b. Hudayr ile Abbad b. Bişr kendi içtihadlanna dayanarak,
Hz.Peygambere gelip; "Ey Allah'ın Rasûlü biz kadınları hayızhiken nikahlamaz
[2251

mıyız? demelerini ve Hz. Ömer'in Hudeybiye musalehâsm-daki sulh metnine

itiraz etmesini müsamaha ile karşılaması da bunu gösterir. Ancak müşrikleri tasdik
eden bu kimselerin o anda orada bulunan müellefe-i kulûbden bazı kimselerin olması

da düşünülebilir. 1

127. (Harpten Sonra İslam Ülkesine Dönmeden Önce) Düşman Toprağında İken
(Ganimetler Arasında Bulunan) Yiyecekleri Yemek Mubahtır

2701. ...İbn Ömer'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s. a) zamanında (yapılan
bir savaşta) ordu ganimet olarak (bir mikdar) yiyecek ve bal ele geçirmiş de onlardan

beşte bir hisse alınmamıştır.
Açıklama

Bilindiği gibi savaş esnasında düşmandan ele geçen ganimetlerin beşte biri
Hz.Peygambere, yakın akrabalarına, öksüzlere, miskinlere ve yolda kalmışlara vermek
üzere ayrılır. Geriye kalan beşte dördü de mücahidler arasında usulüne göre
paylaştırılır.

Ancak ganimetler un, buğday gibi yiyecek maddelerinden ibaret olursa daha islam
ülkesine taşınmadan önce mücahidler yiyip bitirirler. Yenmiş olan bu yiyecek
maddeleri mücahidlere ödetilmez. Hanefi ulemasından Hafız Zeylâi de böyle demiştir.



Hattabi'nin açıklamasına göre ise; "Mücahidlerin düşman ülkesinde kaldıkları sürece
düşmandan ganimet olarak ele geçirdikleri yiyecek maddelerini, ihtiyaçlarını
giderecek kadar yiyebilirler. Bunlardan beşte bir hisse alınmaz. Çünkü ganimetlerden
Allah'ın, Rasulullahm, Rasulullah'ın .yakınlarının, öksüzlerin, miskinlerin ve yolda

T2281

kalmışların hakkı olarak beşte bir hisse ayrılmasını emreden ayet-i kerime nin

genel hükmü dışında kalan özel bir durumdur. Bu sebeple ordunun ganimetten az
mikdarda olmak üzere ihtiyaçlarını gidermek için tükettikleri yiyecek maddelerinden
beşte bir hisse (humus) alınmaz. Aynı şekilde Hz.Peygambere ganimetlerden ayrılan,
mücahidük ve başkanlık paylarından da beşte bir hisse alınmaz. Ulemânın büyük
çoğunluğuna göre mücâhidlerin ganimet mallarından hayvanlarına yedirdikleri
yiyeceklerde böyledir. İmam Şafii eğer hayvanlarına ihtiyaç mikdanndan fazla
yedirecek olurlarsa kıymetini öderler. Aynı şekilde yiyecek maddesinden sayılmayan
meşrubat ve ilaçları içen kimseler de kıymetlerini öderler, demiştir. Bu mevzuda
Hanefi fıkhının meşhur kitaplarından Hidaye'de şöyle deniyor: "Askerlerin düşman
topraklarında kaldıkları sürece ganimet malları içiresinde bulunan yemleri
hayvanlarına yedirmelerinde ve kendilerinin buldukları yemekleri yemelerinde bir
sakınca yoktur. Çünkü Rasulullah (s. a), Hayber savaşında ele geçen yiyecekler hak-
kında, "onları kendiniz yiyiniz, hayvanlarınıza da yediriniz fakat onları alıp
götürmeyiniz. Odunları ve silahları kullanabilirsiniz.'* buyurmuştur. Fakat öbürün bu
izinler sözügeçen maddelere ihtiyaç duyulması halinde taksime tabi tutulmadan
öncedir. Bu maddelerin satılmaları caiz olmadığı gibi taksimden önce elbise gibi
maddelerden ihtiyaç duyulmadan yararlanmak ta mekruhtur." Ancak bu hüküm kıyasa
göredir. Siyer-i kebirde gazilerin taksim edilmedik ganimet malları içindeki yiyecek

T2291

maddelerini yemelerinin istihsa-nen caiz olduğu ifade edilmektedir. J 1

2702. ...Abdullah b. Muğaffel'den; demiştir ki: Hayber (savaşı) günü atılmış (dolu) bir
yağ tulumunu (gördüm) ve varıp onu aldım ve sırtıma attım. Sonra:
"Bugün bundan kimseye birşey vermem" dedim, derken (etrafıma) bakındım ve bir de

[2301

ne göreyim Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem bana gülümseyip duruyor. J 1

Açıklama

Tîbî*nin açıklamasına göre yağ tulumunu bulan kimse, "Bugün bundan kimseye
birşey vermeyeceğim" demekle o gün o yağa zaruret derecesinde muhtâc olduğunu ve
bu zaruretin kendisini mü'min kardeşlerine tercih edecek kadar elzem olduğunu ifâde
etmiştir. Her ne kadar böylesine ihtiyaç içinde bulunan bir kimsenin ihtiyaç duyduğu
meselede kendisini mü'min kardeşine tercih etmesi caizse de sözü geçen zat, kendisini
tercih ettiği için "...Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi (göç eden yoksul kardeşlerini) öz

[2311

canlarına tercih ederler... " J 1 ayet-i kerimesiyle övülen kimselerin faziletinden

mahrum kalmıştır. Bununla beraber Rasulü zişan efendimiz onun bu yağa olan zaruri
ihtiyacını bildiği için onun bu halini tebessümle karşılamış ve Ebu Davud et-

[2321

Tayalisi'nin rivayetinden anlaşıldığına göre yağ tulumunu ona vermiştir. J 1



Bazı Hükümler



1. Müslüman savaşçılar harp ülkesinde kaldıkları sürece ganimetler içerisinde bulunan
yiyecek maddelerinden ihtiyaç miktarı yiyebilirler. Bu mevzuda tüm ulemâ ittifak
etmişlerdir. Bu cevazı kumandanın iznine bağlayan el-Ezher'den başka bir ilim adamı
da yoktur. Sâdece Evzai bu cevaz için kumandanın iznini şart görmektedir.

2. Harb ülkesinden İslam ülkesine yiyecek götürmek caiz değildir. Şayet götüren
olursa o yiyeceğe sahip olamaz. Mücahidler arasında usulüne göre taksime tabi
tutulur. Cumhuru ulemâ bu görüştedirler. Evzâi'ye göre ise İslam ülkesine taşman bu
mal taşıyan kimsenin olur taksime tabi tutulmaz.

3. Yahudilerin kestiği hayvanları ve o hayvanların iç yağlarını yemek caizdir. îmam-ı
Azam, Malik, Şafii ve Cumhur buna kaildirler. îmam-ı Azamla Şafii'ye göre, bunda
kerahet dahi yoktur. İmam Malik mekruh olduğunu söylemiştir. Hanbelilerden bazıları
ile Malikilerden Eşheb ve tbni Kaâsim'e göre haramdır. Bu kavil İmam Malik'ten de
rivayet olunmuştur.

4. Ehli kitabın kestikleri de yenir. Bu hususta ehl-i sünnet ulemâsı müttefiktir. Yenmez
diyen yalnız Şiilerdir.

5. Hadis-i şerif sahabenin Peygamber (s.a.)*e karşı gösterdikleri saygı ve hürmete
işaret etmektedir.

128. Düşman Ülkesinde Yiyecek Az Olduğu Zaman Orada Yağma Yapmak
Yasaktır



2703. ...Ebû Lübeyd'den; Dedi ki: Biz Abdurrahman b. Semure ile beraber Kabilde
idik. Halk bir ganimete rastgeldi ve onu yağma ettiler. Derken (Abdurrahman) söze
başlayıp; "Ben Rasûlullah sallallahtt aleyhi ve sellemi, yağmacılığı yasaklarken
işittim." dedi. Bunun üzerine (Halk da) aldıkları mallan geri verdiler ve

[2341

(Abdurrahman) malları onlara bölüştürdü.- 1 1



Açıklama



Nühbfc: Ganiroet mallarının gaziler arasında usûlüne uygun olarak taksim edilmeyip,
gaziler tarafından yağma edilmesidir. Bu ise, askerlerden bir kısmı hakkından daha
fazlasını alırken bir kısmının da hak ettiği ganimeti alamamasına sebep olduğundan ve
adaletli bir taksimi engellediğinden Rasûlü zîşan efendimiz tarafından yasaklanmıştır.
Bilindiği gibi ganimet mallan taksim edilirken piyadelere iki hisse süvarilere de bir
hisse verilir .Yağmacılıkta ise bu şer'î ölçü kaybolduğu gibi piyadelerin süvarilerden
daha çok ganimet ele geçirmesi bile mümkündür. Bezlü'l-Mechûd yazarı Şeyh Halil
Ahmet'in açıklamasına göre, bu hadis-i şerifte yağma edildiğinden bahsedilen mallar,
yiyecek maddeleridir. Çünkü yiyecek maddelerinin taksim edilmeden yağma edilmesi
caizdir. Ancak yiyecek maddesi az olup asker yiyecek sıkıntısı içinde bulunursa o
zaman devlet yetkilisi tarafından taksim edilmeden önce askerlerin ganimetler
arasındaki yiyecek maddelerini yağma etmeleri de yasaktır. Böyle bir durumda gaziler
taksim edilmedik yiyecek maddelerinden sadece ihtiyaçları kadar alabilirler.
Fazla alamazlar. Nitekim Musannif Ebû Dâvud da bu görüşte olduğu için bu hadisi,
"Düşman ülkesinde yiyecek az olduğu zaman, orada yağma yapmak yasaktır" başlığı
altında rivayet etmiştir. Diğer malları yağma etmenin hiçbir zaman caiz olamayacağı



kesin olarak bellidir. O mallar burada söz-konusu değildir.



2704. ...(Muhammed b. Ebu'l-Mücâhid) dediki:Ben Abdullah b. Ebi Evfaya;

Siz, Rasûlullah (s. a.) zamanında (ganimet olarak ele geçen) yiyecek maddelerinden

beşte bir hisseyi çıkanrmıydmız? diye sordum da;

Biz Hayber (savaşı) günü (ganimet olarak) yiyecek maddesi ele geçirmişdik. Adam
gelip ondan kendisine yetecek kadarını alıyor sonra dönüp gidiyordu.



Açıklama

Hz. Peygamber in Hayber savaşında ganimet olarak ele geçi-rilen yiyecek maddelerini
nasıl bir işleme tabi tuttuğuna dâir soru soran kimse Muhammed b. Ebi'l-Mücâhid'dir.
Bu sorunun, yöneltildiği kimse de, Hz.Abdullah b. Ebî Evfâ; (r.a) hazretleridir. Bu
husus Ahmed b. Hanbel'in müsnedinde gayet açık bir şekilde ifâde edildiği halde
Avnü'l-Ma'bud yazan bu meselede hata etmiş, Bezlü'l-Mechud yazarı da bu hataya
işaret ederek tashihi cihetine gitmiştir.

Bu hadis-i şerifte ganimet olarak ele geçirilen yiyecek maddeleri dağıtılmadan önce
mücahidlerin onlardan faydalanmasının caiz olduğu ifade edilmektedir. Hanefi
ulemâsından Ibn Abidin bu mevzuda şunları söylüyor; "Gaziler, insan yiyeceği,
odun,silah ve yağ kabilinden olarak ele geçen şeylerden dar-ı harpte taksim edilmeden

istifâde edebilirler. "^^J

"Bu yiyecek, yenilmek için hazırlanmış olsun veya olmasın, gazilerin alması caizdir.
Hatta koyun sığır gibi hayvanları kesip yemeleri caizdir. Ancak, derilerini ganimet
mallarına koyarlar. Gazilerin taksim edilmedik ganimet malı içindeki yenilecek
maddelerden istifade edebilmeleri için bunlara muhtaç olmaları şart değildir."
"Ben derim ki; Mültekâ sahibi bu kavli tercih etmiştir. Bilindiği gibi hak olan da
T2381

budur. " J 1 "Velhasıl hükümdarın taksim edilmedik ganimet malları İçerisinde

bulunan silahdan hayvanlardan ve ilaçdan faydalanmayı menetmesi bunlara muhtaç

olunmadığı takdirdedir.

Ibn Abidin'in bu ifadesinden de anlaşılacağı üzere taksim edilmeyen mallar içerisinde
bulunan silah, hayvan ve ilaçlardan gazilerin faydalanmalarının caiz olabilmesi için o
anda sözü geçen mallara ihtiyaç duymuş olmaları şarttır. Yoksa o mallardan

faydalanmaları caiz olmaz. [240]



2705. ...Ensar'dan bir adam dedi ki; Biz Rasûlullah (s. a) ilebir-likte bir yolculuğa
çıkmıştık. Halka şiddetli bir açlık ve sıkıntı arız oldu. Bir süre sonra bir koyun
sürüsüne rastladılar ve onu yağma ettiler. Tencerelerimiz kaynıyordu. Derken
Rasûlullah (s. a.) (elindeki) yayma dayanarak çıkageldi ve yayıyla (tüm)
tencerelerimizi devirdi. (Ten-cerelerdeki) etleri de toprakla karıştırmaya başladı. Sonra
(şöyle) buyurdu:

"Yağmacılıktan elde edilen bir mal(ı yemek) ölü (eti yemek) den daha helal değildir."
Yahut da (şöyle buyurdu);

"Ölü (eti yemek) yağmacılıktan elde edilen bir mal (ı yemek) dan daha helal



değildir." (Buradaki) tereddüt (ravi) Hennâd'a aittir.



Açıklama

Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi darü'l-harpte ganimet malları
içerisinde bulunan koyun, sığır gibi hayvanları mücâhidlerin kesip yemelerinde
herhangi bir sakınca yoktur. Hatta buna ihtiyaçları olmasa bile yine de bu hayvanları
kesip yemeleri caizdir. Çünkü bunlar, "yiyecek maddesi" hükmündedirler. Dört
mezhep imamının görüşü de budur. Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte ise,
Hz.Peygamberin bir seferde iken kendilerine şiddetli bir açlık arız olan mücâhidlerin
ganimet olarak ellerine geçirdikleri koyunları kendilerine taksim edilmediği halde, ke-
serek etlerini pişirmek üzere tencereye koyduklarını görünce gelip kaynamakta olan
tencereleri devirdiği etleri de kumlara buladığı ifâde edilmektedir. Mezheb
imamlarımızın bu meseledeki görüşleriyle, mevzumuzu teşkil eden hadis arasında bir
çelişki olduğu iddia edilemez. Çünkü Hanefi ulemasından Ayni (r.a) nin tahkikine
göre hicretin sekizinci senesinde, Huneyn savaşında vukua gelen bu olay müstesna bir
olaydır, bu sebeple bu olayı diğerleriyle kıyas etmemek icâbeder. Zira bu olayın vukua
geldiği günlerde orada yiyecek kıtlığı vardı. Bu bakımdan o gün herkesin o koyunların
etlerine aynı derecede ihtiyacı vardı. Aliyyü'l-kari'nin İbnü'l-Humam'dan naklettiği
açıklamaya göre böyle bir durumda mücâhidlerin hazır yiyecek maddelerinden ya da
bu hükümde olan koyun ve keçi gibi hayvanlardan taksim edilmeden önce
faydalanamazlar. îşte Hz.Peygamber bu yüzden sözkonusu etlerin yenilmesine izin
vermemiştir.

Bazıları da bu meseleyi şöyle açıklamışlardır: Müslümanlara harp ülkesinde şiddetli
bir açlık isabet edecek olursa, o zaman ganimet malları içerisinde bulunan hazır
yiyecek maddelerinden ya da bu hükümde olan koyun, keçi gibi hayvanlardan,
ganimet malları taksim edilmeden önce ihtiyaçları nisbetinde faydalanabilirler. Daha
fazlasından faydalanamazlar. Oysa sözkonusu hadise de mücahidler ihtiyaç miktarını
gözününde bulundurmadan o malları yağma suretiyle rastgele paylaşmışlardı. Kimisi
ihtiyacı kadar et elde edememişken, kimisi ihtiyacından kat kat fazlasını ele
geçirmişti. Hz.Peygamber de bu yüzden onlara tencerelerini devirmelerini emretti.
Bu hadis-i şerifte izaha muhtaç olan diğer bir mesele de Hz.Peygamberin tencereleri
devirmesi meselesidir. Rasûlü zişan efendimiz tencereleri devirmekle ve
tencerelerdeki etleri kumlara bulamakla askerin fevkalade muhtaç olduğu yiyecek
maddelerini imha edip, aynı zamanda bir israfa mı yol açmıştır. Yoksa bunun bir
başka anlamı mı vardır?

Hiç şüphesiz ki Hz.Peygamberin bu hareketiyle bir israfa yol açtığı söylenemez.
Çünkü Hz.Peygamber tencereleri devirmeyi emretmekle onların içinde bulunan suyu
dökmelerini emretmiş ve bununla onları yaptıkları gayr-i meşru işten dolayı
cezalandırmak istemiştir. Etlerin kumlara bulanmasını istemekle de onların taksimden
önce yenmesini önlemiştir. Yoksa etleri imha etmemiş bunları daha sonra usulüne

T2421

göre taksim ederek tekrar mücâhidlerin istifadesine sunmuştur. J

129. (Ganimet Olarak Ele Geçirilen) Yiyecek Maddelerini Düşman Ülkesinden
(tslam Ülkesine) Götürmek



2706. ...Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin ashabından birisi (şöyle) dedi: "Biz
savaşta iken (ganimet malları içerisinde bulunan) kesilmiş deve (ve koyun) etlerini
yerdik, onları taksime tabi tutmazdık. Hatta yerlerimize (veya evlerimize)

[2431

heybelerimiz bu etlerle dolu olarak dönerdik.

Açıklama

Metinde geçen "rihâl" kelimesi ile mücahidlerin savaş esnasında konakladıkları yerler
kasdedilmiş olabileceği gibi, Medine'deki evleri de kasdedilmiş olabilir.
Eğer burada bu kelimeyle gazilerin savaş esnasında ikâmet ettikleri yerler
kasdedilmişse o zaman mücahidlerin ganimet malları arasında bulunan etleri
ganimetler taksim edilmeden önce ihtiyaçları kadar alıp istirahat ettikleri yerlerde
yedikleri anlaşılır. Daha önceki hadislerin şerhinde de açıkladığımız gibi savaş
meydanında kalındığı sürece ganimet mallan içerisinde bulunan yiyecek maddelerini
devlet reisi veya vekili tarafından yasaklanmamış olmak şartıyla taksim edilmeden
önce alıp yemek caizdir. Bu durumda meselede kapalı kalan bir taraf yoktur. Fakat
eğer bu kelimeyle mücahidle-rin Medine'deki evleri kasdedilmişse o zaman mesele
izaha muhtaçtır. Çünkü Aliyyü'l-Karinin de ifade buyurduğu gibi Harp ülkesinde
ganimetler arasındaki yiyecek maddelerin taksimden önce yenmesinin caiz oluşunun
sebebi orada bulunmanın verdiği zaruret halidir. Fakat islam ülkesi sınırlarına girildiği
andan itibaren bu zaruret hali ortadan kalkmış olacağı cihetle, devlet reisi veya vekili
tarafından ganimet mallan taksim edilmedikçe onlardan hiçbir şey alınamaz ve daha
önce harp bölgesinde usulüne göre taksim edilmedik ganimet mallarından alman
malların da tekrar yerine iadesi gerekir. 59

Hadis-i şeriflerden anlaşılan bu mana gözönünde bulundurulursa, mü-cahidlerin
Medine'deki evlerine götürdükleri et çuvallarını, ganimet mallan dağıtıldıktan sonra
götürdüklerini kabul etmek icâbeder. Bu mevzuda Hat-tabi (r.a) şöyle diyor: "Harb
ülkesinde ganimet malları dağıtılmaksızm ganimetler arasında bulunan yiyecek
maddelerini İslam ülkesine götürmenin caiz olup olmadığı meselesinde ulema ihtilafa
düşmüşlerdir. Süfyan-ı Sevrî'ye göre, harp bölgesinde böyle bir malı alan kimsenin
İslam ülkesi sınırlarına girer girmez devlet reisine geri vermesi gerekir. İmam Ebû
Hanife (r.a) de bu görüştedir. İmam Şafii'den bu mevzuda iki görüş rivayet edilmiştir.
İmam Evzâi (r.a) 'ye göre ise böyle bir malı harp bölgesinde taksimden önce almış olan
bir mücâhid İslam ülkesine döndükten sonra da o mala sahip olur. Devlet reisine iade
etmesi icâbetmez. Ancak o malı satamaz. Çünkü o mal sadece yemesi için o kimsenin
[2441

mülkü olmuştur.

130. Düşman Ülkesinde (Ganimetlerden Artan) İhtiyaç Fazlası Yiyecekleri
Satmanın Hükmü

2707. ...Abdurrahman b.Ganm'den; demiştirki; Biz Şürahbil b. es-Simt ile birlikte
Kinnasr'm şehri (sınırı) nde (savaşmak üzere) hazır kıta olarak bulunuyorduk.
(Şürahbil) orayı fethedince orada (düşmandan bir mikdar) koyun ve sığır ele geçirdi.
Bunun üzerine ganimetin bir kısmını bizlere bölüştürdü, kalanını da ganimetlerin
toplandığı yere koydu. Kısa bir süre sonra ben Muaz b Cebel (r.a) ile karşılaştım ve bu
durumu ona anlattım. Bunun üzerine Muaz (r.a):



Biz de Rasûlullah (s.a) ile birlikte Hayber'de savaşa katılmış ve orada (bir mikdar)
ganimet ele geçirmiştik Rasûlullah (a. s.) (ganimetlerin) bir kısmını bize bölüştürmüş,

[2451

kalanını da ganimetlerin toplandığı yere koymuştu, diye cevap verdi. J 1

Açıklama

Musannif Ebû Davud'a göre bu hadis-i şerif, düşman ülkesinde ele geçirilen ganimet
malları arasında bulunan ve zaruri ihtiyaca binâen, ganimetlerin taksiminden önce
gazilere dağıtılan yiyecek maddelerinden ihtiyaç fazlasının, gaziler tarafından orada
satılmasının caiz olduğuna delalet etmektedir. Çünkü aslında ganimet mallarının
taksiminde gerçekten bir "değişim" manası vardır. Zira ganimet mallarının her birinde
ayrı ayrı her gazinin hakkı vardır. Ganimet malları gaziler arasında taksim edilince,
gaziler ganimet mallarının her birine yayılmış olan haklarını kendi aralarında değişmiş
sayılırlar. Binaenaleyh aslında alış-veriş anlamı taşıyan böyle bir taksim neticesinde
ele geçmiş olan yiyecek maddelerinin ihtiyaç fazlasını henüz İslam ülkesine taşımadan
düşman ülkesinde satmakta da bir sakınca olmaması gerekir.

Ancak Hattabi'nin de açıkladığı gibi ganimet mallarındaki Allah ve Ra-sûlünün beşte
bir hakkı öncelikle ayrılmadan ganimet malları gaziler arasında bölüştürülemez. Fakat
zaruretten dolayı yiyecek maddeleri bu hükmün dışındadır. Yiyecek maddeleri
zaruretten dolayı daha ganimetler düşman ülkesinde iken ihtiyaç mikdan nisbetinde
gazilere bölüştürülebilir. İhtiyaç mik-darmdan fazlası ise satılamaz. Yine ganimet
mallan arasına konmak üzere geri verilir. Sonra İslam ülkesine nakledilerek usulüne
göre bölüştürüıuı. Hadis-i şeriften anlaşılan da budur. Nitekim Hanefi fıkıh
kitaplarından ed-Dürrü'l-Muhtar isimli eserde de bu mevzu şöyle açıklanıyor; "Dar-i
harpte ganimet malı taksim edilemez. Ancak hükümdar ganimet malının gaziler ara-
sında taksim edilmesinin faydalı olduğu içtihadında bulunur veya gazilerin ona

ihtiyacı olursa bu takdirde taksim sahih olur..."^^

"Gerek hükümdar gerekse başkası.mülk edinmek için ganimet malını taksim
edilmeden önce satamaz. Ama yenilecek şey için ganimet malından bir mikdar satılsa
caizdir. Satılması caiz olmadığı halde, ganimet malı satılmış olursa fesadı önlemek
için geri alınır. Geri alınması mümkün olmazsa ganimete konulmak üzere parası

131. Bir Mücahidin (Henüz Paylaşılmamış) Ganimet Mallarından
Yararlanmasının Hükmü

2708. ...Ruveyfi' b. Sâbiti'l-Ensarî'den; Peygamber (s.a.) in şöyle buyurduğu rivayet
olunmuştur: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse, müslümanlarm (henüz
dağıtılmamış) ganimet mallarından olan bir hayvana, zayıflatmcaya kadar binip de
onu, (bu haliyle) gerisin geriye ganimet malları arasına bırakmasın. Vine Allah'a ve
ahiret gününe inanan bir kimse müslümanlarm (henüz dağıtılmamış) ganimet
mallarından olan bir elbiseyi eksikitinceye kadar giyip de onu (bu haliyle) gerisin

geriye ganimet malları arasına bırakmasın. "^^1



Açıklama



Sübülu's-selâm yazarı bu hadisi açıklarken şöyle diyor; "Bu hadis-i şerif, ganimet
olarak düşmandan alman hayvana bi-nilebileceğine, ganimet malları arasında bulunan
elbiselerin giyilebileceğine delalet ediyor. Ancak yasak olan, hayvanı zayıflatmak ve

elbiseyi eskitmektir. "

Musannif Ebu Davud bu hadis-i şerifi delil getirerek harp bittikten sonra yiyecek
maddeleri ile hayvan yemi dışında henüz dağıtılmamış olan ganimet mallarının
hiçbirinden yararlanmanın caiz olmadığını söylemiştir.

Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre Hanefi uleması harpten sonra henüz
paylaştırılmamış olan ganimet malları içerisinde bulunan yiyecek maddelerinden ve
hayvan yemlerinden gazilerin ihtiyaçları nisbetin-de faydalanmaları caiz olduğu gibi,
ganimet mallan içerisinde bulunan elbise, silah ve hayvanlardan da ihtiyaç nisbetinde
faydalanıp, ihtiyaçları sona erdikten sonra onları tekrar ganimet malları arasına iade
etmelerinin de caiz olduğunu söylemişlerdir.
Bu mevzuda imam-ı Malik'den iki görüş rivayet edilmiştir:

1. Harp sona erdikten sonra henüz dağıtılmamış olan ganimet mallan arasındaki
yiyecek maddelerinden faydalanmak mutlak surette caizdir.

2. İkincisi sözü geçen maddelerden yararlanmak altın ve gümüş gibi caiz değildir.
İmam-ı Şafii (r.a)'ye göre ise harbin sonunda henüz dağıtılmamış olan ganimet
mallarından istifade etmenin cevazı sadece silahlar içindir. Bunun dışındaki mallar
için geçerli değildir. Şayet herhangi bir mücahid ganimet maddelerinden silahın
dışında bir maldan yararlanmak isterse ücret karşılığında ondan yararlanır veya kendi
payına düşecek olan eşyalardan yararlanma yoluna gider.

Fethü'l-bari sahibi İbn Hacer el-Askalanî*nin açıklamasına göre, "Harp süresince
mücahidlerin ganimet olarak ele geçen hayvanlara binmelerinin ve elbiseleri
giymelerinin, silahları kullanmalarının caiz olduğunda ulema ittifak etmişlerdir."
tmam-ı Evzai ise bu cevazı devlet reisinin yahut da onun vekilinin iznine bağlamıştır.
Harp halinde ganimetler arasında bu mallardan yararlanan bir mücahidin ihtiyacını
gördükten sonra bu malı iade etmesi icâbeder. Harp sona erdikten sonra bu mallan

kullanmaya devam etmek caiz değildir.

132. Ganimetlerin Taksiminden Önce Ganimetler Arasında Bulunan Silahların
Savaşta Kullanılması Caizdir

2709. ...Ebû Ubeyde, babası (Abdullah)dan; demiştir ki: (Bedir savaşı sona erince
ölüler arasında) dolaşmaya başladım. Bir de ne göreyim Ebu Cehil ayaklan kesilmiş
bir halde yere yıkılmış yatıyor. Bunun üzerine:

Ey Allah'ın düşmanı Ebu Cehl, gerçekten Allah hayırdan uzak olan (senin gibi) bir
kimseyi (nihayet bu şekilde) rezil etti dedim ve bunu söylerken kendisinden (hiç)
korkmadım. O, da

Bir kimseyi kavminin öldürmesinde şaşılacak ne vardır? diye cevap verdi. Bunun
üzerine işe yaramaz bir kılıçla ona vurdum bu darbeyi önleyemedi. Kılıcının elinden

düşmesi üzerine kılıcıyla ölünceye kadar vurdum. '



Açıklama



Bu hadis-i §erif, bir mücahidin henüz taksim edilmemiş olan ganimet mallan
arasındaki bir silahı düşmana karşı kullanmak için almasının bir sakıncası
olmadığına harp bittikten sonra da onu ganimet mallan arasına iade etmek gerektiğine
delil teşkil ediyor. Her ne kadar Hz. Abdullah b. Mes'ud, Ebu Cehlin silahını alıptâ
ona kendi silahıyla vurduğu zaman Hz. Peygamber orada yoktuysa da Hz. Abdullah'ın
bu silahı Ebu Cehl'e karşı kullanmasından Rasulullah'm habersiz olduğu ve dolayısıyla
buna izin verip vermediğinin belli olmadığı anlamına gelmez.

Çünkü Rasûlullah (s.a.), taksim edilmemiş olan ganimet malları arasındaki silahları
düşmana karşı kullanma hususunda izin vermemiş olsaydı veya bu silahları düşmana
karşı kullanmanın hükmü üzerinde kesin bir açıklama yapmamış olsaydı Hz. Abdullah
bu kılıcı Ebu Cehl'e karşı kullanamazdı.

Ayrıca bu hadiseyi Hz. Peygamberin sonradan işitip de Hz. Abdullah* -m bu
davranışını tasvip etmiş olması da mümkündür.

133. Ganimet Malını Çalmak Büyük Bir Günahtır

2710. ...Zeyd b. Halid el-Cüheni'den (rivayet olunduğuna göre) Hayber (savaşı) günü
Peygamber (s.a.)'in sahabilerinden birisi vefat etmiş. (Sahabe-i Kiram) bunu
Rasûlullah'a haber vermişler. (Fahri kainat efendimiz de):

"Arkadaşınızın üzerine (cenaze) namaz(m)a durunuz. (Ben bu namazda
bulunmayacağım)" buyurmuş. Bu sözden dolayı halkın yüzlerinin fengi,değişmiş.
Bunun üzerine (Hz. Peygamber)

"Gerçekten sizin (bu) arkadaşınız Allah yolunda (savaşılırken elde edilen) ganimet
malından çalmıştır." buyurmuş (Ravi Zeyd b. Halid dedi ki:) Bu açıklama üzerine biz
o kimsenin eşyasını araştırdık ve iki dirhem bile etmeyen bir Yahudi boncuğu bulduk.
L253J



Açıklama

Hz. Peygamberin "Arkadaşınızın cenaze namazını kılınız*' sözü üzerine sahabe-i
kiramın yüzlerinin kızarıp bozarmasının sebebi, onun sözü geçen kişinin cenaze
namazım kıldırmayacağını ve bu namaza katılmayacağını anlamış olmalarıdır.
Fıkıh âlimleri bu hadisi delil getirerek, "Halkın her hususta kendisini örnek kabul
ettiği müslüman ilim adamlarının, günahta ısrar eden kimselerin cenaze namazlarını
bizzat kıldırmaktan kaçınıp, halka onun cenaze namazını kılmalarını emretmesinin
caiz olduğunu ve kafirlere ait bir boncuğun dahi savaşta müslümanlarm eline geçmesi
halinde ganimetten sayılacağını söylemişlerdir. Ayrıca bu hadis çok az bile olsa

[2541

ganimet malını çalmanın sorumluluğunun büyüklüğünü vurgulamaktadır. J 1

2711. ...Ebû Hureyre'den demiştir ki: Hayber yolunda Rasûlullah (s.a) ile birlikte
(Hayber gazvesine) çıktık. (Allah'ın izniyle Hay-ber'i fethettik. Fakat) Ganimet olarak
altın ve gümüş elde edemedik. Ancak giyecek yiyecek (birtakım) mallar aldık derken
Rasûlullah (s.a) Vadi' 1 -Kura tarafına yöneldi ve (orada) kendisine Midam isimli siyah
bir köle hediye edildi. Nihayet (tüm müslüman gaziler) Vadi'l-Kura'ya vardıkları



zaman, (bu köle) Rasûlullah (s.a.)'in (hayvanının) palanını indirirken birden bir ok

gelip köleyi öldürdü. Bunun üzerine halk

Ona cennet mübarek olsun, dedi(ler). Rasûlullah (s. a.) de

"Hayır, asla! Hayatım elinde olan Allah'a yemin olsun ki Hayber günü henüz
paylaştırılmayan ganimetlerden aldığı hırka onun üzerinde alev alev yanıyor."
buyurdu. Halk bunu duyunca bir adam Rasûlullah sallallahü aleyhi ve selleme bir
nalin tasması getirdi. Rasûlullah (s.a.)'da;

"Ateşten bir nalin parçası!" ya)ıut da "Ateşten iki nalin tasması!" buyurdu.



Açıklama



Metinde ismi geçen vadi Medine'ye yakın bulunan : "Vadi'l- kura ismiyle maruf
koydur.

Rasûlullah (s.a.)'m kölesinin ismi Mid'amdı. Bu köleyi Kifa'a b. Zeyd. Hudeybiye
musalehasmda bir cemaatla Hz. peygamber'e gelerek müslümanlığı kabul ettiği sırada
hediye etmişti.

Rasûlullah (s.a.)'m "Hırka ateş olmuş, onun üzerinde alev alev yanmaktadır." "Ateşten
bir nalin tasması -yahud ateşten iki nalin tasması../* buyurması ganimet malları
arasından bu malı çalan kimseye bu ihanetinden ötürü verilecek uhrevi cezadan
kinayedir. Yani çalman eşyanın ateş haline getirilerek çalanın bu ateşle azab edileceği
anlatılmak isteniyor. Bununla birlikte ibarenin böyle gelişiyle manâ şu şekilde de
olabilir. "Hıyanet edenler, ganimetten çaldıkları eşya yüzünden cehennemde azab

olunurlar.



Bazı Hükümler



1. Ganimete ihanet edilerek o maldan birşey çalmak BAZI HÜKÜMLER kesinlikle
haramdır.

2. Bu babda çalman eşyanın az veya çok olmasının farketmeyeceği belirtiliyor. İmam
Ebû Hanife ile İmam Şafii ve İmam Ahmed (r.a) bu görüştedirler.

3. Hain harpde öldürülse bile ona şehid denilemez.

4. Kâfir olarak ölen bir kimse cennete giremez. Bu hususta islam ulemâsının icmâı
vardır.

5. Zaruret yokken de yemin edilebilir

6. Ganimetten çalman bir malın tekrar ganimete geri verilmesi iade edildiği takdirde
de kabul edilmesi icâbeder.

7. Ganimet mallarına ihanet eden kimse çaldığı eşyayı iade etsin etmesin kendi eşyası

[2571

yakılamaz. imam Ebû Hanife ile imam Şafii ve imam Malik bu görüştedir.

Nitekim 2713 Nolu hadisin şerhinde de açıklanacaktır.

8. Bir kimse hakkında cennetlik veya cehennemliktir diye kestirip atmak doğru
değildir



134. Bir Kimsenin Ganimetlerden Çaldığı Malın Az Olması Durumunda Devlet
Başkanının Onu Serbest Bırakacağı Ve Eşyasını Yakmayacağı



2712. ...Abdullah b. Ömer'den Demiştirki: Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellem (bir
seferde) ganimet elde edince halkın ellerinde bulunan ganimetleri getirmelerini ilan
etmesi için Bilal'e emir verdi. Bunun üzerine (Hz. Bilal ellerindeki ganimetleri
getirmelerini) halka ilan etti. (Halk ellerinde bulunan) ganimetlerini getirince(Hz.
Peygamber) bu ganimetlerin beşte birini (kendine) ayırıp (geri kalanını gazilere)
paylaştırdı. Taksimden hemen sonra bir adam kıldan bir yular getirdi ve
Ey Allah'ın Rasûlü işte bizim ele geçirdiğimiz ganimet budur. dedi. Bunun üzerine
(Hz. Peygamber) üç defa:

"Sen Bilali ilan ederken duymadın mı?" dedi. (O zat da)
Evet (duydum) diye cevap verdi. (Hz. Peygamber de)

"Onu (zamanında) getirmene engel olan neydi?" diye sordu. Bunun üzerine (adam)
Hz. Peygamber'den özür diledi ama Rasûlullah (s.a.)

"Sen bunu kıyamet gününde getirirsin (şimdi) bunu senden asla kabul etmeyeceğim."
buyurdu.



Açıklama



Hz. Peygamber her mücahidin yanında bulunan ganimet eş-yasım getirip ona teslim
etmesini Hz. BilaFe ilan ettirdiği halde mücahidlerden birinin yanında bulunan
ganimet mallarını, zamanında getirmeyip, ancak ganimetlerin taksiminden sonra
getirdiği için bu mallan ondan teslim almayı reddetmesi ve ona "Sen bunu kıyamet
gününde getirirsin" diyerek, onu tehdit etmesi sebebiyle, İslam ulemâsı, ganimet eş-
yalarından mal çalmanın haram olduğuna ve bu hususta aşırıları malın az ile çoğu
arasında bir fark olmadığı görüşüne varmışlardır. Şafii ulemâsından Nevevi'nin
açıklamasına göre ganimet mallarından çalmanın büyük günahlardan olduğunda icma

vardır.

Nitekim Cenab-ı Hak Kur'an-ı Keriminde: "... kim böyle bir hainlik ederse, kıyamet

günü hainlik ettiği şey ile gelir... ' buyurarak bu meseleyi açıkladığı gibi, Hz.
Peygamber de "... sizden hiçbirinizle kıyamet gününde bir omuzunda meleyen bir
koyun, diğer om uzunda da kişneyen bir at olduğu halde karşılaşmayayım. O kimse
bana ya Muhammed, yetiş, diye feryad eder ben de ona -Benim elimden birşey

gelmez, ben sana bunu dünyada iken haber vermiştim- diye karşılık veririm.
buyurarak bu gibi kimselerin kıyamet gününde düşecekleri acıklı durumu haber
vermiştir.

Şevkanî'nin açıklamasına göre, bir kimse yanında bulunan ganimet malını zamanında
getirmeyip de ganimet malları paylaştırıldıktan sonra getirirse bu malın devlet yetkilisi
tarafından kabul edilip edilmeyeceği meselesi ulema arasında ihtilaflıdır.
İmam Mâlik ile İmam Sevrî, Evzâi ve el-Leys'e göre yanında bulunan ganimet malını
zamanında teslim edemediği için pişman olup tevbe ederek teslim etmek üzere gelen
bir kimsenin elindeki bu malın beşte birini devlet başkanı veya temsilcisi alır, geriye
kalan kısmını da kendisi sadaka olarak fakirlere dağıtır. Ancak İmam Şafii; "Eğer bu
mal gerçekten o kimsenin kendi malı ise başkasına sadaka olarak vermeye mecbur
değildir. Yok eğer bu mal kendisine ait değilse o zaman sadaka olarak dağıtmasının
hiçbir anlamı yoktur. Kanaatime göre bu kişinin, bu malı buluntu bir malmış gibi
devlet yetkilisine teslim etmesi gereklidir." diyerek bu görüşe itiraz etmiştir.



Hanefilerin meşhur ve muteber fıkıh kitaplarından biri olan es-Siyeru'l-Kebîr şerhinde
zikredilmiştir ki, ganimetten gizlice bir şey çalan kimse, pişman olup ordu dağıldıktan
sonra çalmış olduğu şeyi emir'e getirse, emir isterse onu tekrar getirene verip hak
sahiplerine vermesini emreder, istersede ondan alıp beşte birini hak sahiplerine verir.
Geri kalan dört kısmı buluntu gibi olur. Hak sahiplerini bulamazsa onu ya tasadduk
eder veya beytülmala koyup üzerine emrini yazar. Ganimete ihanet ederek birşey
çalan kimse çaldığı şeyi devlet başkanı veya kumandana getirmezse bakılır; eğer hak
sahipleri bulunmazsa tasadduk etmesi müstehabdır. Hak sahiplerini bulursa, ondan
beşte biri alınıp hak sahiplerine verilir. Bir mücahidin ganimet malı taksim edilmeden
Önce kendi payım satması doğru değildir. Taksim edilmeden önce payından

vazgeçmesi de doğru değildir. ^-=^

Kendisindeki ganimeti ganimetlerin taksiminden önce teslim etmek üzere getiren
kimse için Münziri, o malın bu kimseden kabul edileceğinde ulemânın ittifak ettiğini

■• i ■ + - ,, 1264]
söylemiştir. 1 1

Mevzûmuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, bir rahmet peygamberi olan Hz.
Muhammed'in ganimetlerin taksiminden sonra, yanındaki ganimet mallarım taksime
getiren bir kimseden getirdiği bu malı kabul etmeyerek, cezasını çekmek üzere o malla
birlikte ahirete gelmesine razı olup onun bu müşkilini dünyada halletmeye
yanaşmaması izaha muhtaç bir husustur. Tîbî'nin açıklamasına göre aslında, Hz.
Peygamber böyle bir tavır takınmakla, onun Allah'ın huzuruna suçlu olarak çıkmasını
arzu etmiş değildir. Bilakis ona yaptığı işin ne büyük bir suç olduğunu anlatarak bu
malı sahiplerine teslim edip sonra da tevbe etmesini sağlamak istemiştir.
el-Muzhir'e göre ise bu kimsenin elindeki ganimet malında hakkı olan gaziler
dağıldığı için bu malı hakkı olan kimselere dağıtması veya onlarla helalleşmesi
imkansız olduğundan Hz. Peygamber o kimseyi günahıyla baş-başa bırakmaktan
başka çare bulamamış ye ona böyle davranmak zorunda kalmıştır. Hanefî ulemâsından

Aliyyü'l-Kâri de Muzhîr'in görüşünü desteklemiştir. ^— ^



Bazı Hükümler



1. Ganimetlerin beşte biri toplum yararına tahsis edilmıştır.Nitekim Yüce Allah (c.c);
Biliniz ki ganimet olarak aldığınız şeylerin beşte biri Allah'a, peygambere, yakın

akrabalara, öksüzlere, muhtaçlara ve yolculara aittir. buyurmaktadır.

2. Ganimet mallarından bir eşya çalmak büyük günahlardandır.

3. Yanında bulunan bir ganimet malını ganimetler paylaştırıldıktan sonra getiren bir
kimseden o mal kabul edilmez.



135. Ganimet Malı Çalan Kimsenin Cezası



2713. ...Salih b. Muhammed b. Zaide'den, demiştirki; [Ebû Davud dediki; sâlih denen
kişi Ebû Vakid'dir.

Mesleme ile Rum topraklarına girmiştik. (Ganimetten) mal çalmış bir adam getirildi
(Mesleme) Salim'e bu adamı (n nasıl cezalandırılması gerektiğini) sordu. ((Salim de)
Babamı, Ömer b. Hattab'dan naklen, Peygamber (s.a.)'in; "Ganimet eşyalarından mal



çalan bir kimseyi ele geçirecek olursanız eşyasını yakınız. Kendisini de dövünüz."
buyurduğunu rivayet ederken işittim." diye cevap verdi. (Salih b. Muhammed
sözlerine devam ederek) şöyle dedi: O esnada (sözü geçen) adamın eşyaları arasında
bir Kur'ân-ı Kerim bulduk. Bunun üzerine (Mesleme) Salime bunu sordu. O da

Sen onu sat parasını da sadaka olarak dağıt diye cevap verdi.
Açıklama

Hattabi (r.a)'nin açıklamasına göre, ganimet mallarından bir eşya çalan kimsenin
bedeni üzerinde bir te'dip cezası uygulanmasının caiz olduğunda ulema ittifak etmişse
de, malî bir cezaya çarptırılmasının caiz olup olmayacağı konusunda ayrı görüşleri
vardır.

Hasan-ı Basri (r.a)'ye göre ganimetten mal aşıran bir kimsenin mallan elinden alınarak
yakılır. Ancak hayvan ve Kur'an-ı Kerim bu hükmün dışındadır. Bunlar yakılamazlar.
İmam Evzâi ile İmam Ahmed ve İshak da bu görüştedirler. Fakat bu imamlara göre o
kimsenin şahsi mallan yakılırsa da ganimetten çaldığı mallar yakılamaz. Çünkü onlar
gazilerin hakkıdır ve bu mallar gazilere dağıtılır.

İmam Kurtubî'nin açıklamasından anlaşıldığına göre, İmam Mâlik, İmam Şafiî, Ebû
Hanife ve taraftarlarıyla el-Leys, "Böyle bir suçu işleyen kimsenin şahsi malları veya
ganimet mallarından çalmış olduğu mallar asla yakılamaz. Ancak ganimetten aşırmış
olduğu mallar o kimsenin elinden alınıp gazilere dağıtılır, kendisi de tazir cezasıyla
cezalandırılır şeklinde görüş bildirmişlerdir. Ancak İmam Şafii ile el-Leys ve Davud'a
göre, bu kimsenin sözkonusu suçtan dolayı tazir cezasına çarptırılabilmesi için işlediği
bu suçun cezayı gerektiren bir suç olduğunu bilmesi şarttır. Bu mevzuda İmam
Evzâî'de şöyle diyor:

"Bu kimsenin silahı, üzerindeki elbisesi, hayvanı ve hayvan üzerinde bulunan eğerinin
dışındaki tüm şahsi mallan ceza olarak yakılırsa da ganimet mallarından çalmış olduğu
mallar yakılamaz. Nitekim İmam Ahmed ile İshak da bu görüştedirler. Hasan-ı Basrî
(r.a) ise, o kişinin yakılması icabeden şahsi malları içerisinde Kur'an-ı Kerim ile
hayvanları bu hükmün dışındadır." görüşündedir.

İbn Adi'l-Berr'in bildirdiğine göre Mekhûl ile Said b. Abdul-Aziz de ganimet malı

çalan bir kimsenin şahsi eşyasının yakılabileceğini söyleyenlerdendir. " ^ ^ Ganimet
malı çalan bir kimsenin eşyasının yakılabileceğini söyleyen ulemâ delil olarak
konumuzu teşkil eden hadisi şerifi göstermişlerdir. Ancak bu hadis kendisinden daha
kuvvetli hadis-i şeriflere aykırı olduğundan kendisiyle amel edilerek haram sınırları
çiğnenemez ve ona dayanılarak kendisinden daha kuvvetli hadislerin hükmüne aykırı

bir hüküm verilemez.

Nitekim bu hadis hakkında İmam Tirmizî de şunları söylüyor: "Bu hadis garibdir. Onu
yalnız bu vecihden bilmekteyiz. Bazı ilim adamları bu hadise göre uygulama
yapmışlardır. el-Evzaî, Ahmed ve İshak'm görüşü de budur. Muhammed Buharî'ye bu
hadisi sordum, dedi ki: "Bu hadisi yalnız Salih b. Muhammed b. Zaide rivayet ediyor.
Salih, Ebu Vâkıd el-Leysî'dir. Ve onun rivayeti miinkerdir." Muhammed (Buhari),
"Ganimette hıyanet hakkında Rasûlullah (s.a.)'den birden çok hadis rivayet edilmiş ve
hadislerle hıyanet edenin metaı (eşyası)nm yakılması emredilmemiştir." dedikten

sonra "Bu hadis garibdir. demiştir. Hanefi ulemâsından Tahavî ise, "Hadîs-i



şerif sahihse, insanları mali cezaya çarptırarak cezalandırmanın Islamm ilk yıllarına ait
olduğunu kabul etmek gerekir." diyerek bu hadisin mensuh olabileceği ihtimali

[2721

üzerinde durmuştur.- 1 1

Hafız Şemsüddin İbn-i Kayyim (r.a.) de, bu hadisin ravisi Salih b. Muhammed'in
güvenilir bir ravi olmadığından onun rivayet ettiği hadislerin herhangi bir hükme delil
olamayacağını Buhârî ve benzeri hadis alimlerinin de onun zayıf bir ravi olduğunu

[2731

söylediklerini ifade etmiştir.

[2741

Dârekutni ise, "Salih olan bu hadis aslında Sâlim'in Fetvalarından biridir. " J

demiştir.

2714. ...Salih b. Muhammed'den; demiştirki; Biz Velîd b. Hişam ile birlikte
savaşıyorduk. Yanımızda Salim b. Abdillah b. Ömer'le, Ömer b. Abdilaziz de vardı.
Bir adam (ganimet mallarından) bir eşya çaldı. Bunun üzerine Velid onun eşyasım(n
getirilmesini) emretti. Ve (getirilen eşyayı) yaktı sonra o kimse (halk arasında)
dolaştırılarak teşhir edilmek suretiyle cezalandırıldı. (Velid) ona (ganimetten payına
düşecek olan) hissesini vermedi.

Ebû Dâvûd der ki: Bu hadis (Salih b. Muhammed'den rivayet edilen 2713 ve 2714
numaralı) iki hadisin en sahihidir. Bu hadisi birçok ravi -Velid b. Hişam, Ziyad ibn

Sa'd'm çalmış olduğu eşyasını yaktı ve onu dövdü- şeklinde rivayet etti.

Açıklama

Velîd b. Hişam, Emevi halifelerinden Velid b. Hişam b. Abdil Melik b. Mervan'dır.
Bilindiği gibi mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif 1713 numarada merfu' olarak
rivayet edilmişti. Burada ise mevkuf olarak rivayet edilmiştir. Musannif Ebû Davud,
konumuzu teşkil eden ve mevkuf olarak rivayet edilen bu hadisin merfu' olarak rivayet
edilen bir önceki hadisten daha sahih olduğunu ve bu hadisi daha birçok ravilerin de
mevkuf olarak rivayet ettiğini söylüyor.

Bir Önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi İmam Ahmed b. Hanbel ve
arkadaşlarından ona tabi olanlar mevzumuzu teşkil eden bu hadisin zahirine göre fetva
vermişler, İmam Ebû Hanife, İmam Mâlik, Şafiî (r.a) ve ulemânın büyük çoğunluğu
bu görüşe karşı çıkarak; "Ganimet malından çalanın eşyası yakılmaz, ancak çaldığı
mikdardan dolayı ta'zir cezası verilir, demişlerdir. Buharı de; "Rasûlullah sallallahü
aleyhi ve sellem ganimet malından çalanın üzerine cenaze namazı kılmayı reddetmiş,

fakat eşyasını yakmamıştır" demiştir. t^ZZJ



Bazı Hükümler



1. Ganimet malı çalanı, devlet başkanı veya yardımcısı mallarını yakmak suretiyle
cezalandırabilir.

2. Devlet yetkilisi sözügeçen kimsenin mallarını yaktıktan sonra ayrıca onu dövme
yoluyla ikinci defa cezalandırabilir. Nitekim İmam Ahmed (r.a) ve taraftarları bu
görüştedirler.

3. Bu suçtu ganimetlerdeki hissesinden de mahrum edilir. Ancak Muvaffık, bir



kimsenin kazanmış olduğu haktan hiçbir zaman mahrum edilemeyeceğini ve bunun bir
hadis-i şerifle de sabit olduğunu ifâde etmiştir. [^8]

2715. ...Amr b. Şuayb'm dedesi Abdullah b. Amr b. el-As'dan rivayet edildiğine göre;
Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellemle Ebu Bekr ve Ömer (r.a.) ganimetten mal çalan
bir kimsenin eşyasını yakmışlar ve onu dövmüşlerdir.

Ebû Dâvud der ki: "(Şeyhim) Ali b. Bahr'm bu hadise ilave olarak Velid (b. Müslim)
deh> (bazı cümleler rivayet ettiği söyleniyorsa da ilave (edildiği iddia) edilen "ona
hissesini vermediler" cümlesini kendisinden duymadım."

Bu hadisi bize ayrıca el-Velid b. Udbe ile Abdullah b. Necde rivayet ettiler ve (şöyle)
dediler: "Bize bu hadisi Velid (îbn Müslim) Zü-heyr b. Muhammed'den o da Amr b.
Şuayb'dan (Amr b. Şuayb'm) sözü olarak rivayet etti. " (Diğer şeyhim) Abdulvehhab
b. Necdet el-Havtıyy ise (metinde geçen) -Ona hissesini vermedi(ler)- (Cümlesini)

rivayet etmedi.
Açıklama

Senedde de görüldüğü gibi bu hadis-i şerifi, Musannif Ebu Davud'a metinde geçtiği
şekilde rivayet eden ravi, Musannifin Şeyhlerinden olan Muhammed b. Avf dır. Bu zat
Musannif Ebu Davud'a bu hadisi; "Rasûlullah (s. a.) ile Ebû Bekr ve Ömer (r.a.)
ganimetten mal çalan bir kimsenin eşyasını yaktılar ve onu dövdüler." anlamına gelen
ibarelerle rivayet etmiştir.

Ebu Dâvûd (r.a)un ifadesine göre, kendisi şeyhlerinden Ali b. Bahr'in bu hadise
ilaveten "... Ve ona ganimetten payına düşen hissesini vermediler." anlamına gelen bir
cümle rivayet ettiğine dair bir söylenti duymuşsa da kendisi bu cümleyi Şeyhinden
bizzat işitmemiştir. Ve yine musannif Ebu Davud'un ifade ettiğne göre, şeyhlerinden
el-Velid b. Utbe ile Abdul Veh-hab b. Necde metinde geçen ".. Rasûlullah (s. a.) ile
Ebû Bekr ve Ömer (r.a) ganimetten mal çalan bir kimsenin eşyasını yaktılar ve onu
dövdüler." anlamına gelen hadisi Amr b. Şuayb'm bir sözü olarak bir başka ifadeyle
mevkuf hadis şeklinde rivayet etmişlerdir. Ancak bu iki şeyhin mevkuf olarak rivayet
ettiği bu hadis-i şerifte, el-Velid b. Utbe'nin rivayetinde "Ve ona ganimetten payına
düşen hissesini vermediler." anlamına gelen bir ilave de vardır. Fakat bu ilave cümle
Musannifin diğer şeyhi Abdülvehhab b. Necde'in rivayetinde bulunmamaktadır.
Fıkıh ulemasının bu hadisle ilgili görüşlerini ve yine bu hadisle ilgili fıkhı hükümleri
bu babın daha önce gecen hadislerinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum
görmüyoruz.

Hafız Şemsüddin b. Kayyim (r.a.)'in açıklamasına göre bu hadis illetlidir. Çünkü
senedinde Züheyr vardır. Züheyr ise zayıf bir ravidir. Beyhaki'-ye göre bu zatm

kimliği meçhuldür.

[2811

Ganimetten Mal Çalan Bir Kimsenin Bu Suçunu Saklamak Yasaktır 1 L



2716. ...Semura b. Cündüb'den demiştir ki Rasûlullah (s. a.); "Ganimetten mal aşıran

T2821

bir kimseyi saklayan kimse onun gibidir." buyurdu.- 1 1



Açıklama



Bu hadis-i şerifin zahirinden anlaşıldığına göre ganimetten mal çalan kimsenin işlediği
bu suçu bildiği halde onu yetkili mercilere haber vermeyen kimse de hırsızın bu
suçuna ortak gibidir. Dolayısıyla ganimet hırsızına uygulanan ceza hırsızın suçunu
saklayan kimseye de aynen uygulanacağı gibi, ahirette de bu hırsızın yaptığım
saklamak suçundan Allah'ın huzurunda hesaba çekilecektir.

Abdurrauf el-Münavi de; "Bazı ilim adamları bu kimsenin sadece ahirette, hırsız gibi
hesaba çekileceğini, fakat dünyada ona hırsız muamelesi yapılamayacağım
söylemişlerse de seleften bazı kimselerin o kimsenin hem dünyada hem de ahirette
aynen ganimetten mal çalan hnırsız gibi muamele göreceğini söylediklerini" ifade

etmektedir.

Ancak Hafız ez-Zehebî, Mizanü'l-İtida) isimli eserinde, Musannif Ebû Davud'un
süneninde, Semûra b. Cündüb isnâdıyla altı hadis rivayet ettiğni ve bunların hiç
birinde de hükme medar olma niteliği olmadığını söylüyor.

Şurasını da belirtmek isteriz ki, "Her kim bir müslümanm dünya gus- salarından bir
gussasmı giderirse, Allah onun kıyamet günü gussalarmdan bir gussasmı giderir. Kim
başı sıkılan birine kolaylık gösterirse Allah ona dünya ve ahirette kolaylık ihsan eder.
Kim bir müslümanm ayıbım örterse Allah onun hem dünyada hem de ahirette ayıbını
örter. Kul din kardeşinin yardımında bulundukça Allah da onun yardımında

bulunur. anlamındaki hadis-i şerifle bu hadis-i şerif arasında bir çelişki olduğu
zannedilmemelidir. Çünkü müslümanlarm günahlarını saklamayı emreden müslim
hadisinin hükmü vacib değil menduptur. Binaenaleyh, bir müslümanm gizli b ir
suçunu bilen onu hakime haber verse günahkar olmaz. Ancak bu hüküm fitne ve
fasetçılığıyla tanınmış kimseler hakkındadır. Bir defa bir suç işleyerek tevbe eden ve
bir daha yapmayan kimsenin kusurunu gizlemek icabeder. Çünkü fesatçının kusurunu
gizlemek, onu daha başka fitne ve fesatlar çıkarmaya teşvik olur. Bir defe suç
işleyenin hali ise böyle değildir.

Buraya kadar verilen izahat suç işlendikten sonraya aittir. Onu işlerken görenin
hükmüne gelince, menetmeye iktidarı olursa derhal müdahelede bulunarak menetmesi
vaciptir. Çünkü bu müdahale münkeri yasaklamak demektir. MUdahale etmemekse
helal değildir. Mesela hırsızı birinin malını çalarken görenin mal sahibine haber

T2851

vermesi icabeder aksi takdirde hırsıza yardım etmiş olur.

136. Seleb Düşmanı Öldürene Verilir

2717. ...Ebû Katade'den; Dedi ki: Huneyn (harbi) yılında Rasû-Iullah (s. a) ile birlikte
(savaşa) çıkmıştık. Biz düşmanla karşılaşınca müslümanlarda bir bozulma oldu. O
sırada müşriklerden bir adamın müslümanlardan birini altına aldığını gördüm ve
hemen arkasından dolanıp yanma vardım ve kılıçla boynuna vurdum. Bunun üzerine
(o kafir) beni yakalayarak öyle bir sıktı ki onun bu sıkışından ölümün kokusunu
duydum. Sonra (aldığı yaradan ötürü) ölünce beni bırakıverdi. Derken Ömer b. Hattab
ile karşılaştım ve kendisine;

Bu insanlara ne oluyor (da böyle bozguna uğruyorlar) dedim.



Allah'ın işidir, diye cevap verdi. Sonra (bozguna uğrayan) halk geri dönüp geldi.
Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellem de oturdu ve;

"Her kim birini öldürür de onu öldürdüğüne dair bir delili olursa Ölenin üzerindeki

eşya ona aittir." buyurdu. Bunun üzerine ayağa kalktım ve;

Bana kim şahitlik edecek? dedim. Ve oturdum. Sonra (Fahr-i kainat efendimiz);

"Her kim birini Öldürür de onu öldürdüğüne dair bir şahidi bulunursa ölenin (üzerinde

bulunan) eşyası öldürene aittir." (diyerek) bu sözünü ikinci defa tekrarladı. Bunun

üzerine ben (tekrar ayağa) kalkıp;

Bana kim şahidlik edecek dedim ve tekrar oturdum. Sonra (Hz. Peygamber bu sözünü
üçüncü defa (olarak tekrar) söyledi. Ben de (yine) ayağa kalktım. Bunun üzerine
Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellem;

"Ey Ebu Katade sana ne oldu?" dedi ben de (başımdan geçen) olayı kendisine
anlattım. Topluluktan bir adam;

Ey Allah'ın Rasulü (Ebu Katade) doğru söyledi. Bu Ölen kişinin zati eşyası da benim
yanımdadır bu eşyadan (payına düşeni kendisine 'vererek gerisini de bana bırakarak
onu razı et, diye seslendi. Bunun üzerine Ebu Bekr es-Sıddık:

Hayır vallahi bu olmaz. Hiç Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Allah ve
Rasulünün yolunda savaşan Allah arslanlarmdan bir ars-lanm hakkını çiğneyerek onun
eşyasını sana verir mi? dedi. Rasûlullah salallahü aleyhi ve sellem de (Bana şahitlik
eden Ebû Bekir'i tasdik ederek)

"Doğru söyledi. Bunu ona ver" buyurdu ve bana verdi. Sonra zırhı sattım da onunla
beni Seleme (kabilesin) de bir bahçe aldım. İşte İslamda ilk edindiğim mal budur.
[2861



Açıklama

Huneyn Mekke'ye üç mil uzaklıkta bir vadidir. Burada hicretin sekizinci yılında
müşriklerle müslümanlar ara smda harb olmuş, müslümanlar çokluklarından dolayı
gurura kapıldıkları için harbin başında bozulmuşlar, fakat sonra Allah üzerlerine
sekinet ve yardımcı melekler indirerek kafirlerin cezasını vermişti. İşte Ebû Katade'nin
"Bu insanlara ne oldu?" demesi bozulduklarına şaştığı içindir. Bazılarına göre bu
sözün manası: "Etu bozgundan sonra acaba halleri ne olacak?" demektir. Buna
mukabil Hz. Ömer'in: "Allah'ın emri" diye cevap vermesi "Allah'ın emri geldi" yahut:
"Allah'ın emri galibtir, Netice Allah'tan korkanların lehinedir." manasınadır.
Bu gazada müslümanlar genel bir bozguna uğramadılar. Resûl-i Ekrem (sallalahü
aleyhi ve sellem) ile mü'minlerden bir grup yerlerinden ayrılmamışlardı. Bu hususta
meşhur hadiseler vardır ki, yeri geldikçe görülecektir. Nevevi diyor ki: "Peygamber
(s.a.) bozguna uğramıştır demenin doğru olmadığında, müslümanlarm görüş birliğine
vardıkları nakledilmiştir. Onun hiç bir yerde bizzat yenildiğini hiç bir kimse rivayet
etmemiştir. Bilakis sahih hadisler daima ikdam ve sebatını isbat etmektedir,
ifadesi bütün rivayetlerde bu şekilde tesbît edilmiştir. Hat-tabî ile lisân ulemâsı ise,
bunun raviler tarafından yanlışlıkla yapılmış bir değişiklik olduğunu, doğrusunun
şeklinde olması gerektiğini ve bunun lâ vallahi manâsında yemin olduğunu

söylemişlerdir.

Cumhur; Selebi: Savaşçının yanında taşıdığı giyecek, silah ve diğer eşyalarıdır,
şeklinde tarif etmiştir. Ahmed'e göre savaşan kişinin hayvanı selebten'sayılmaz.



Şafii'ye göre ise seleb, silahtan ibarettir. Yani savaşçının beraberinde bulunan diğer
eşya selebe dahil değildir. Bu hadislere göre savaşta müslüman mücahidin öldürdüğü
düşman üzerinde ve beraberinde bulunan eşya selebe dahil değildir.
Bu hadislere göre savaşta müslüman mücahidin öldürdüğü düşman üzerinde ve
baraberin,de bulunan eşya ganimet malına dahil edilmeyip öldüren mücahide verilir;.
Tirmizi, Ebu Katade(r.a.)'nin hadisini rivayet ettikten sonra; "Peygamber (Aleyhi's-
salatü ve's-selam)'in ashabından ve başkalarından teşekkül eden alimlerden bir grub bu
hadisle amel etmişlerdir. Evzâî, Şafiî ve Ahmed'in fetvaları da böyledir. İlim
adamlarından bazıları da, "Devlet başkanı Se-leb'den beşte bir hisseyi çıkarabilir, yani
dilerse seleb'in beşte dördünü öldüren mücahide verir ve kalan beşte birini uygun
gördüğü yolda harcayabilir." demiştir. Tuhfe yazarının beyanına göre Hanefiler ile
Malikiler: "kafiri öldüren mücahid, selebi alma hakkına sahip değildir. Ancak devlet
başkanı selebin öldürene ait olduğunu söylemişse o zaman seleb öldürenin hakkı
olur," demişlerdir.

Tuhfe yazarı bu arada şöyle der: "Cumhura göre öldüren mücahid, selebi alma hakkına
sahiptir. Mücahidlerin başında bulunan kumandan selebin öldürene ait olduğunu
önceden söylemiş olsun veya olmasın netice değişmez. Cumhur bu görüşünde Ebû

T2881

Katade (radıyallahü anh)'m hadisine dayanır. Açık olan hüküm de budur. 1 1



Bazı Hükümler



1. "Seleb yani öldürülen kimsenin üzerindeki eşya, ganimetin aslmdandır, beşte birden
değildir, diyenler bu hadisle istidlal etmişlerdir. Çünkü Peygamber (s.a.)'in Hz. Ebû
Kata-deye bu eşyayı vermesi, ganimetin taksiminden önce idi. Fakat Hanefilerle İmam
Malik bu istidlale cevap vermiş: "Hadis size değil, bize hüccettir. Zira bu konuşma
harp bitip ganimetler toplandıktan sonra olmuştur ki, o halde gazilerin hakkı olan
beşte birin dördü ayrılmış olur. Binaenaleyh selebin beşte birden sayılması icabeder."
demişlerdir. Kurtûbî ise; "Bu hadis Malik ile Ebû Hanife'nin görüşlerinin sahih
olduğuna en büyük delildir, "demiştir.

2. tabiri yemindir.

3. Kumandandan istenilen bir şeyi onun cevabını beklemeden yardımcısı verebilir.
Nitekim Hz. Ebu Bekr böyle yapmıştır.

4. Öldürdüğü düşmanın üzerinden eşyayı almak isteyen gaziye bu eşyanın beyyinesiz
verilip verilemeyeceği hususunda görüş ayrılığı vardır. Bir grup ulema, beyyine.
mutlaka lâzımdır. Delilleri bu hadistir. Leys, İmam Şafii ve cemaatin görüşü budur.
Evzai ise beyyineye gerek olmadığını söylemiştir.

5. Seleb, düşmanı öldüren gazinin hakkıdır, velek ki, bir kadın öldürsün. Başında
bulunmak kafi değildir. Ebû Sevr ile ibnü'l-Münzîr'in görüşleri böyle. Cumhura göre
ise, bunun şartı, öldürülen kimsenin harb eden asker olmasıdır. İbn Kudâme:
"Öldürülenlerin üzerlerindeki eşya alınarak çıplak bırakılmaları caizdir" demiş Sevri

ile İbn Münzîr bunu kerih görmüşlerdir. J 1

2718. ...Enes b. Malik'den; dedi ki Rasûlullah (s. a.) Huneyn (savaşı) günü;
"Kim bir kâfiri öldürürse eşyası onundur." buyurdu. O gün Ebû Talha yirmi kişi
öldürdü ve onların (üzerlerinde) bulunan şahsi eşyalarını aldı. Ebû Talha (o gün orada
karısı) Ümmü Süleym ile karşılaştı. Ümmü Süleym'in elinde bir hançer vardı. Ebû



Talha ona:

Ey Ümmü Süleym yanındaki şey nedir? dedi. Ümmü Süleym de:

Allah'a yemin olsun ki eğer bana o düşmanlardan biri yaklaşacak olursa bununla

karnını yarmak istiyorum, diye karşılık verdi. Ebû Talhâ da bunu Rasûlullah (s.a.)'a

haber verdi.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadis hasendir. Biz bu hadisle (savaşta) hançer kullanmanın

T2911

caiz olduğunu belirtmek istedik.

Açıklama

Bu hadis-i şerif, savaşta düşmanın silah, at, elbise gibi eşyasının, onu öldüren
gaziye ait olduğunu söyleyen ulemanın delilidir.

Hanefî ulemâsından îbn Abidin'in beyânına göre bu hadis-şerifte geçen kâfir
kelimesinin kapsamına harpte öldürülmeleri caiz olan kâfirler girinektedir. Bu
bakımdan bu ifâde içerisine kafirlerin kiraladıkları askerler,kafır olan tacirler,
efendilerine hizmet eden köleler, dar-ı harbe kaçmış olan mürtedler veya zimmîler,
harb edemese bile hasta ve yaralı olan kafirler, rey sahibi veya çocuğu olması umulan
yaşlı kafirler girer. Çünkü bunların öldürülmeleri caizdir. Bir müslüman kafirlerin
safında savaşan müslümanı öldürse, öldürülen müslümanm eşyası öldüren
müslümanm olamaz. Çünkü her ne kadar kafirlerin safında savaşan müslümanın
öldürülmesi caiz ise de eşyası ganimet olmaz. Hükümdara isyan eden müslümanlarm
malları ganimet olmadığı gibi ancak kafirlerin safında savaşan müslümanm eşyası
kafirlerin blup o eşyayı müslümana ariyet olarak vermişler ise bu takdirde bu müslü-
manm eşyası Öldüren müslümanm olur.

Bu mevzuda Bidâyetü'l-Müctehid isimli eserde de şu satırlar yer almaktadır: "İmamın
ganimetten, istediği kimseye payından fazlasını vermesi konusunda ulemâ caizdir
görüşünde birleşmiştir. Fakat hangi şeyden ve ne kadar verebildiği, bu konuda
savaştan önce herhangi bir kimseye söz verebilip veremeyceği bir kimsenin öldürdüğü
kişinin üzerindeki eşyanın imam tarafından kendisine verilmese bile bu eşya üzerinde
hakkı olup olmadığı mevzularında ayrılığa düşmüşlerdir ki, bunlar bu bab'm dört ana
meselesidir.
Birinci mesele:

Kimisi: İmam herhangi bir kimseye hissesinden fazla olarak ancak Beytül-mal'ın
hissesi olan ganimetin beşte birinden verebilir" demiştir, tmam Malik te buna kaildir.
Kimisi: "Ancak kendi payı olan beşte birin beşte birinden verebilir" demişlerdir. İmam
Şafiî de bu görüşü seçmiştir.

Bazıları da; "Ganimetin mecmuundan çıkarır" demiştir. İmam Ahmed ile Ebu Ubeyd
de bu görüşe sahiptirler. Ulemâdan kimisi de; "İmam isterse ganimetin hepsini istediği
kimseye verebilir." demiştir. Bu ihtilâfın sebebi; "Biliniz ki ganimet olarak aldığınız
şeylerin beşte biri Allah'a, peygambere, yakın arka balara, öksüzlere, muhtaçlara ve
T2931

yolculara aittir. ' ayet-i kerimesi yle "Sana ganimetlerin hükmünü sorarlar. De ki:

Ganimetler Allah'ın ve Paygamberinindir (istediklerine verebilirler).) Şu halde

T2941

Allahtan korkun da bunun için aranızda bulunan gerginliği kaldırın. ayeti

arasında zıtlık var mıdır, yok mudur? diye ihtilaf etmeleridir.



Birinci ayet, ikinci ayeti neshetmiştir, diyenler: "Her hangi bir kimseye hissesinden
fazla olarak verilen şey, ancak ganimetin beşte birinden veya beşte birinin beşte
birinden verilebilir" demişlerdir.

Bu iki ayet arasında zıtlık yoktur ve ayetlerin ikisi de muhayyerliği ifade ederler, yani
imam isterse, gamimetin hepsinden verir, isterse kimseye fazladan bir şey vermez de
ganimetin beşte dördünün tamamını askerlere verir, diyenler: "Fazla olarak verilen şey
ganimetin toplamından verilebilir" demişlerdir. Bu ihtilafın sebeplerinden biri bu
mevzudaki hadîslerin çeşitli olmasındandır. Zira bu mevzuda iki hadis bulunmaktadır.
Biri; imam Malik'in İbn Ömer'den "Rasulullah (s.a.v) bizi Necit tarafına gönderdi,
ganimet olarak bir çok develer ele geçirdik. Her birimize on iki deve düştü. Bundan
başka her birimize ayrıca birer deve daha verildi." mealinde rivayet ettiği hadistir. Bu
hadis fazladan ve/ilen develerin, ganimet taksim edildikten sonra kendilerine
verildiğini göstermektedir. İkinci hadisde, Habip b. Mesleme'nin "Ra-sûlullah (s.a.)'in
seriyelere savaşa çıkarken ganimetlerin beşte birini ayırdıktan sonra, kalanın dörtte
birini ve dönüşlerinde de beşte birini çıkardıktan sonra üçte birini verirdi" mealindeki
hadisidir.
İkinci Mes'ele

Ganimetten hisselerden fazla vermenin cevazına inananlar, fazla olarak ne verilebilir?
diye ihtilaf etmişlerdir. Kimisi: "Habib b. Mesleme'nin hadisinde geçtiği üzere
ganimetin üçte ya da dörtte birinden fazla verilemez" demiştir. Kimisi de yukarıda
geçen Enfal süresindeki ayetin mensuh olmadığına ve âmm manasında olduğuna kail
olup "imam seriyyeye ganimetin tamamını da verse caizdir" demiştir. Ayetin, Habip b.
Mesleme'nin hadisi ile tahsis edildiğine inananlar ise: Üçte veya dörtte birinden fazla
verilemez." demişlerdir.
Üçüncü Mesele

İmam, savaştan önce herhangi bir kimseye, ganimet vereceği vaadinde bulunup
bulanamayacağı hususunda da ihtilaf edilmiştir.İmam Malik, bunu mekruh görmüş bir
gurup ta caizdir demiştir. Bu ihtilafın sebebi, savaşın gayesinden anlaşılan mana ile
hadisin zahiri arasında bulunan zıtlıktır. Çünkü savaştan gaye, Allah rızasını
kazanmak ve Allah'ın dinini yüceltmek olduğuna göre, İmam birisine ganimet
vereceğini va'dettiği zaman, o adamın kanını dünyevi bir maksat uğruna heder edeceği
endişesi başgösterir. Bunun cevazını gösteren hadis ise yukarıda geçen Habip b.
Mesleme'nin hadisidir. Zira bu hadiste "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz seriyelere
ganimetlerin dörtte ya da üçte birini verirdi" denilmektedir. Bu ise savaşa teşvikten
başka bir şey değildir..
Dördüncü Mesele:

Kişiye, öldürdüğü şahsın (seleb denilen) üzerindeki eşyasının (imam vermezse) düşüp
düşmediğinde ihtilaf etmişlerdir. İmam Malik: "Savaş bittikten sonra maktulün
selebini eğer İmam onu öldürene vermezse ona düşmez" demiştir. İmam Ebu Hanife
ile Süfyan-ı Sevri buna kaildirler.

İmam Şafiî, İmam Ahmed, Ebu Sevr, İshak ve seleften bir grup: "İmam, kendisine
verse de vermese de öldürdüğü kimsenin selebi ona aittir." demişlerdir. Ancak
bunlardan kimisi, selebin kendisine düşmesi için, maktul savaşırken maktulu
öldürmesini şart koşmuş ve "Eğer maktulu, kaçarken öldürürse selebi ona düşmez"
demiştir. İmam Şafii buna kaildir. Kimisi de, selebin kendisine düşmesi için maktulu
savaş başlarken ya da biterken öldürmesini şart koşmuş ve: "Savaşın hengamesi
sırasında öldürülen kimsenin sebebi öldürene düşmez." demiştir. Bunu da Evzâî



söylemşitir. Kimisi de : "Seleb öldürene aittir. Fakat imam Selebi çok görürse taksim
edebilir' demiştir.

Bu ihtilafın sebebi, Peygamber (s.a.) Efendimizin Huneyn savaşının kargaşası dindiği
sırada buyurduğu : "Kim bir kimseyi öldürüşe onun selebi onundur" hadisinin iki
ihtimal mana taşımasmdandır. Zira peygamber (s.a.) Efendimiz, bunu bir fetva olarak
söylemiş olabildiği gibi, bir hüküm olarak da söylemiş olabilir. İmam Malik'e göre,
hadisin bir hüküm olma ihtimali daha kuvvetlidir. Çünkü ona göre, Peygamber (s.a.)
Efendimizin bunu başka savaşlarda ne söylediği, ne de bununla hükmettiğ sabit
olmamıştır. Eğer fetva olursa yukarıda geçen Mâide suresinin 41. ayet-i kerimesi ile
çelişir. "Eğer ölenin çocuğu olmayıp da ana ve babası ona varis olurlarsa terekesinden

T2951

anasına üçtebir düşer. J 1 ayet-i kerimesinden, nasıl terekenin geri kalan üçteikisinin

ölünün babasına düşdüğü anlaşılıyorsa, bu ayetten de ganimetin geri kalan
beştedördünün ganimet ele geçiren askerlere düştüğü anlaşılmaktadır. Ebû Ömer: Bu
söz Peygamber (s.a.) efendimizden, Huneyn savaşından başka Bedir savaşında da
işitilmiştir." demiştir.

Hz. Ömer'den de: "Peygamber (s.a.) Efendimiz zamanında selebi taksim etmezdik"
diye söylediği rivayet olunmuştur.

Ebu Davud da Avfb. Malik el-Eşcai ile Halid b. Velid'ten: "Peygamber (s.a.)
Efendimiz maktulün selebini katile verirdi" diye rivayet etmektedir, îbn Ebi
ŞeybedeEnes b. Malikten "Bera b. AzıpDaresavaşmdaMer-zuban'ı atı üzerinde
mızrakla öldürdü ve Merzubanm selebi otuzbin dirhemi buldu. Bunu öğrenen Hz.
Ömer Ebû Talha'ya "Biz selebleri taksim etmedik. Fakat Merzubanm selebi büyük bir
meblağ tuttuğundan taksim edilmesinin gerektiği kanaatindeyim dedi." diye rivayet
etmiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Sîrîn'den: "Enes b. Malik bana: Bu, islamiyette ilk taksime tabi
tutulan selebtir dedi" diye rivayet etmiştir. Miktarı çok ve az olan selepler arasında
ayırım yapanlar, buna dayanmışlardır. Alimler, selebin ne olduğu hakkında da ihtilaf
etmişlerdir. Kimisi: "Maktulun üzerinde bulunan bütün şahsi eşyası selebtir" demiştir.
Kimisi: "Eğer bu eşya arasında altun ve gümüş bulunursa bunlar selebe girmezler"

demiştir.

Bazı Hükümler

1. Kafir olan düşmanın silah, at ve elbise gibi zati eşyası; onu öldüren gaziye verilir.

2. Harpte hançer kullanmak caizdir. 129X1

137. Devlet Reisi Uygun Gördüğü Takdirde Bir Gaziye Öldürmüş Olduğu
Kafirin Zati Eşyasını (Selebini) Vermeyebilir At Ve Silah Da Selebten Sayılır

2719. ... Avfb. Malik el-Eşcaîden demiştir ki:

Zeyd b. Harise ile birlikte Mûte savaşma çık (mış) tim. Yemen halkından gönüllü bir
asker de bana arkadaş olmuştu. Yanında bir de kılıcı vardı. Derken müslümanlardan
bir asker bir deve kesti. Gönüllü asker de onun derisinden bir kısmını ondan istedi. O
da isteğini ona verdi. O gönüllü de bu deriden bir nevi kalkan şeklinde bazı şeyler
yaptı. Yola koyulduk ve bir rum topluluğuyla karşılaştık. Onların arasında altın



yaldızlı bir eğeri olan al bir at üzerinde birisi vardı. Bu rum askeri, müslümanlara
müthiş bir şekilde saldırıyordu. O sırada gönüllü asker onu (vurmak) için bir kayanın
arkasına oturdu. Rum askeri onun yanma varınca hemen (harekete geçip) atının
ayaklarını kesti. Bunun üzerine rum askeri atından düştü. Gönüllü müslüman asker de
üzerine çullanarak onu öldürdü ve atıyla silahım ele geçirdi. Aziz ve Celil olan Allah
müslümanlara (zafer kapılarını) açınca Halid b. Velid, o gönüllüye (birisini) gönder
(ip yanma çağır) di ve (elinde bulunan) selebin bir kısmını (ondan) aldı. (Daha sonra
ravi) Avf (sözlerine devam ederek şunları) söyledi. Bunun üzerine Halid'in yanma
varıp "Ey Halid sen Rasûlullah (s.a.)in, selebin katile ait olduğuna dair hüküm
verdiğini bilmiyor musun?" dedim. O da "Evet, (biliyorum) fakat ben bu (kadar)
selebi (onun için biraz) fazla buluyorum" diye cevap verdi. Ben de:
Ya bunu ona geri verirsin ya da seni Rasûlullah (s.a.)'in yanında cezalandırırım." diye
(onu) tehdid ettim (Fakat selebi) ona geri vermeye yanaşmadı. Derken (ikimiz)
Rasûlullah (s. a.) in yanında bir araya geldik. Ben Hz. Peygambere gönüllü askerin
macerasını ve Halid'-in (ona) nasıl muamelede bulunduğunu anlattım. Bunun üzerine
Rasûlullah (s. a.):

Ey Halid! Seni bu harekete sevkeden (sebep)nedir?" diye sordu (Hz. Halid de)

"Ey Allah'ın Rasulü bu (selebi onun için biraz) fazla buldum" cevabını verdi. Bunun

üzerine Rasûlullah (Hz. Halid'e)

"Ey Halid ondan aldığını ona geri ver." buyurdu. Ben de (bunu duyunca Halid'e)

"Al işte(dediğimi) yaptım mı ey Halid" diye karşılık verdim. (Bu sözümü işiten)

Rasûlullah (s. a.):

Bu nedir? dedi. Ben de 'Halidle aramızda geçen münakaşayı) kendisine anlattım.
Rasûlullah (s. a) (bana) öfkelendi ve

"Ey Halid (bu selebi) ona iade etme (dedi ve bana hitaben)siz kumandanlarımı bana
bırakır mısınız hiç?Oysa onların işlerinin en temiz olanı sizin olur, bulanık oluna da

T2981

kendi üzerlerinde kalır" buyurdu.

Açıklama

Hadis âlimlerinden Hattâbî, bu hadisle ilgili olarak şunları söylüyor.Bu hadis-i şerifte
atın da seleb sayılması gerektiği, az olsun veya çok olsun düşman askerinin üzerinde
bulunan zati eşyanın (selebin) onu öldüren müslüman askere verilmesi lazım geldiği
ve se-lebden, Rasûlullah (s.a.)'a akrabalarına, fakirlere, öksüzlere ve yolda kalmışlara
verilmek üzere beşte bir hissenin ayrılması icabetmediği ifade edilmektedir. Çünkü
Hz. Peygamberin; Hz. Halid'e Yemenli askerin, öldürmüş olduğu askerden aldığı zati
eşyanm tümünü kendisine iade etmesini emretmesi, bunu ifade eder. Fakat Hz.
Peygamberin sonradan Hz. Avf b. Ma-lik'in Hz.Halid b. Velid'e karşı takındığı
saygısızca tavrı öğrenince, hükmünden dönüp Hz. Halide sözkonusu selebi, Yemenli
askere iade etmemesini emretmesi ise, hem Hz. avf b. Maliki te'dib etmek ve hem de
halkın kumandanlara karşı haksız bir şekilde saygısızlık yapmalarına imkan
vermemek, kumandanlara isyan ve saygısızlık yolunu kapamaktır.
Esasen Hz. Halid b. Velid, bu mevzuda kendi içtihadıyla hüküm vermişti. Bu ictihad
hatalı da olsa, Hz. Peygamber daha büyük hataları ve büyük tehlikeleri önlemek
maksadıyla Hz. Halid'in bu içtihadını tasvib ederek içtihadının uygulanmasını emretti.
Aynı zamanda Hz. Peygamber, bu tutumuyla Hz. Avf b. MalikM de bir nevi



cezalandırmış oldu.

Hz. Peygamber, bu hükmü vermeden önce, selebini elinden almak istediği Yemenli
askere kendi hissesinden onu razı edecek kadar mal vermek suretiyle onun gönlünü
almış olması da düşünülebilir. Metinde geçen ,

"Oysa onların işlerinin en temiz olanı sizin olur, bulanık olanı da kendi üzerlerinde
kalır." cümlesiyle Hz. Peygamber, halk her şeyin iyisini ve hoş olanını yer, içer
rahatına bakar, çileyi ise amirler çeker, ganimet mallarını onlar toplar ve yerli yerince
sarf ederler, halkı onlar korur, idare ederler sonra bu hususta bir soruşturma olursa

[2991

hesaba yine onlar çekilir, demek istemiş olabilir.



Bazı Hükümler



1. At da selebden sayılır.

2. SeleD az olsun, çok olsun, sahibini öldüren müslüman askere aittir.

3. Bir hükmün hiç uygulanmaya konmadan önce neshedilmesi caizdir.

4. Hz. Peygamberin gazab halinde hüküm vermesi caizdir. Diğer insanların gazab

halinde hüküm vermeleri, tenzihen mekruhtur.

2720. ...(Musannif) Ebu Davud dedi ki: Bize Ahmed b. Hanbet (in) haber verdi (ğine
göre) el- Velid (b. Müslim el-Kureşî şöyle) demiştir. : Ben, şu (bir numara önce
geçen) hadisi Sevr (b. Yezid) 'e sordum. ( O da) Bana, Halid b. Ma "den Cübeyr b.
Nüfeyr (Cüber ibn Nüfeyr'-in) babası Avf b. Malik el-Eşcaî kanalıyla bu hadisin bir

benzerini nakletti.



Açıklama

Bezlü'l-Mechûd müellifi Şeyh Halil Ahmed'in açıklamasına göre; bu hadisin
senedinde Cübeyr b. Nüfeyr'den sonra geçen "babasından" kelimesi bazı nüshalarda
yoktur. Gerçekten de bu kelimenin bulunmaması gerekir. Çünkü Cübeyr, babasından
hiç hadis rivayet etmemiştir. Esasen bu kelime Sünen-i Ebu Davud'un Mısır nüsha-
sında ve Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde yoktur. Bu ilave bazı katipler tarafından
yazılmış olsa gerektir.

Bu hadisle ilgili diğer gerekli açıklamalar, bir önceki hadisin şerhinde geçtiği için
burada tekrara lüzum görmüyoruz. ^ ^

138. Selebden Hazine İçin Beşte Bir Hisse Ayrılmaz



2721. ...Avf b. Malik el-Eşcaî ile Halid b. Velid' den rivayet edildiğine göre Rasûlullah
(s.a.) (maktulün) eşya (sı) nın (tümüyle onu) öldürene ait olduğuna ve bu eşyanın

[3031

(beşte birinin hazineye konması için) beştebirinin ayrılmayacağına hükmetmiştir. J 1



Açıklama



Bilindiği gibi seleb; bir kimsenin üzerindeki elbisesi, silahı, parası ve bindiği



hayvan ile bunun üzerindeki eşyasıdır.^ ^

Mevzumuzla ilgili bu hadis-i şerif, savaş esnasında bir kafiri öldüren mücahidin bu
kafirin selebinin tümüne malik olacağını ve diğer ganimetlerden Allah'a peygambere
yakın akrabalara, öksüzlere, muhtaçlara ve yolculara verilmek üzere ayrılan beştebir

hissenin^^ selebden ayrılması gerekmediğini selebin olduğu gibi onun sahibini
Öldüren mücahide verilmesi icabettiğini ifade etmekte ve dolayısıyla "Seleb
bölünmeden olduğu gibi mücahide verilir" diyen Hanefi âlimlerinin görüşünü teyid
etmektedir. Çünkü Hanefi ulemasının görüşüne göre; bir kumandanın "Her mücahid
harp sahasında Öldüreceği düşmanın selebine nail olsun" diye, askerleri harbe teşvik
etmesi caizdir. Böyle bir emre uyarak düşman askerini öldüren bir mücahid, onun
sele-binden sayılan mallarının tümüne sahip olur. Buna diğer gaziler iştirak ede-
mezler. "£^^1

Ancak daha önce de açıkladığımız gibi , Maliki ve Hanefi ulemasına göre; mücahidin

bu selebi hakkedebilmesi için kumandanın harp bitmeden önce herkesin ele geçirdiği

selefin kendisine ait olacağını ilan etmesi gerekir. İmam-ı Malik'e göre; Devlet reisi

isterse bu selebin tümünü mücahide verir, dilerse beşte birini beytü'l mal için alır.

Kadı İsmail de bu görüştedir. İshak'tan rivayet edilen görüşe göre; eğer seleb çok ise

devlet reisi beşte birini alabilir. Mekhûl ile es-Sevriye göre devlet reisi mutlak surette

beşte birini alır. Bu hususda İmam Şafiî'den iki görüş rivayet edilmiştir. Seleb'in beşte

birinin bölüneceğini söyleyenler, "Biliniz ki ganimet olarak aldığınız şeylerin beştebiri

Allah'a, peygambere, yakın akrabalara, öksüzlere, muhtaçlara ve yolculara

T3071 T3081
aHtir.' ,J 1 ayetinin genel hükmüne dayanmışlardır.- 1 1 Bezlül Mechûd yazarının

açıklamasına göre İmam Ahmed'e ve İmam Şafii'nin meşhur olan görüşüne göre de,

selebden beytü'l -mal için beşte bir hisse bölünemez. İmam Malik'e göre ise,

mücahidin hak ettiği seleb, aslında ganimetten olmayıp humustan verildiğinden ondan

ayrıca bir humus ayırmak gerekmez.

Şurasını da belirtmek isteriz ki; Avn'el-Ma'bûd yazarının ifadesine göre; bu hadis-i
şerifin senedinde İsmail b. Ayyaş bulunmaktadır. Bu ravi; hadis âlimleri tarafından

tenkid edilmiştir. Bu hadis senedi cihetiyle cerh edil m -İtiştir.

139. Çökertilmiş Yaralı Bir Düşmanı Öldüren Kimse Onun Selebinin Bir Kısmını
Alabilir



2722. ...Abdullah b. Mes'ûd'dan rivayet olunduğuna göre: "Bedir (savaşı) günü
Rasûlullah (s. a.) Ebu Cehl'in kılıcını neflolarak bana verdi." (bu hadis İbn Mes'ûd'dan
nakleden ravi der ki) Onu (Abdullah b. Mes'ûd) öldürdü, (ama onu esas yaralayarak

çökertenler Muavviz İbn Afra ile Muaz b. Afra' dır)



Açıklama

"Nefl" kelimesi; lugatta ziyade manasına gelir.

Fıkıhta ise, gazilere ganimetteki hisselerinden fazladan verilen mala denir.

Bu hadis, bir kimsenin yaralayarak çökertmiş olduğu düşman askerini öldüren



mücahidin o kafirin selebini alabileceğine delalet etmektedir. Bilindiği gibi Ebû
Cehl'in kafasını keserek ölümünü gerçekleştiren Abdullah b. Mes'ud (r.a.) ise de,
aslında onu yaralayarak çökerten ve kendini müdafaa edemez hale getirenler; Muavviz
b. Afra ile Muaz b. Afra isimli iki kardeştir. Rasûli zişan efendimiz, Ebû Cehl'in
kılıcını İbn Mes'ûd (r.a.) e vermiştir. Bu hadisin sonunda bulunan "Onu (Abdullah b.
Mes'ûd) öldürdü." cümlesinin bu hadisi Hz. İbn Mes'ud' dan rivayet eden Ebu
Ubeyde'ye ait bir söz olmasi ihtimali bulunmakla beraber Hz. tbn Mes'ud'un
yukarıdaki cümlelerinden ayrı olarak, başlıbaşma ilave ettiği veya iltifat yoluyla
söylediği bir cümle olması ihtimali de vardır. Avnu'l-Ma'bud yazarının el-Münziri'den
naklettiğine göre, Ebû Ubeyde, aslında babası İbn Mes'ud (r.a.)'den hiç hadis
işitmemiştir. Binaenaleyh bu hadis münkatıdır.

Bu hadisi şerif, Müslim'in sahihinde geçen "...Onu ikiniz de öldürmüşsünüz, buyurdu
ve Ebû Cehl'in üzerindeki eşyanın Muaz b. Amr b. el-Cemuh'a verilmesine
[3121

hükmetti. " J 1 mealindeki hadis-i şerife aykırıdır. Çünkü mevzuumuzu teşkil eden

hadis-i şerifte, Rasû!-ü Ekrem'in, Ebû Cehl'in kılıcını İbn Mes'ud'a verdiği ifade
edilirken Müslim'in rivayet ettiği hadiste, Muaz b. Amr b. el-Cemuh'a verdiği ifade
ediliyor.

Bezlü'l-Mechûd yazan bu mesele ile ilgili olarak şu açıklamayı yapıyor:
"Önce şurasını belirtmek isteriz ki, Ebu Davud hadisi münkatıdır. İkinci olarak;
Zeylai'nin de Na,sbu'r-Raye'de ifâde ettiği gibi, eğer Ebû Dâvûd hadisinde
ifadeedildiği gibi maktulün selebi onu yaralayana verilmeyip de öldürenlere
verilseydi, o zaman Hz. Peygamberin Ebû Cehl'in selebini Afra isimli bir kadının oğlu
olan Muaz ile Muaz b. Amr arasında bölüştürmesi icabederdi. Çünkü Buhari ile
Müslim'in rivayetlerinde, Ebû Cehl'i bu iki gencin öldürdüğü ifade ediliyor. Yine
Müslim ile Buhari'nin rivayetlerinde Hz. Peygamberin Ebû Cehl'in selebinin tümünü
Muaz b. Amr'e verdiği ifade edilmektedir. Bu uygulama birkaç kişi tarafından
öldürülmüş olan bir maktulün selebinin bunlardan hangisine verileceği hususunun
devlet reisine bırakıldığını, binaenaleyh devlet reisinin bu selebi istediği kimseye
vermekte muhayyer olduğunu ortaya koyar. Beyhaki ise el-Ma'rife adlı eserinde Hz.
Pey gamberin bu tatbikatı Bedr muharebesinde ele geçen ganimetlerle ilgili özel bir
tatbikattır. Çünkü yüce Allah, Bedr savaşında elde edilen ganimetlerin Hz.
Peygambere ait olduğunu ve onu dilediği gibi taksim etmekte serbest bulunduğunu,
Kur'ân-ı Kerim'in de açıkça bildirmişti. Hz. Peygamber Bedr ganimetlerini dilediği
gibi dağıttı, hatta savaşa katılmayanlara bile ganimetten pay verdi. Sonra ganimetlerin
nasıl taksim edileceğini belirleyen yeni ayetler nazil olunca, bu uygulama yürürlükten

kaldırıldı ve Rasûlü Ekrem de sele-bin katile ait olacağına hükmetti. Daha sonra bu

[3131

hüküm hiç değişmemek üzere yürürlükte kaldı diyor.

Üçüncü olarak şunu belirtmek isteriz; aslında Ebû Cehl'in tüm selebi-nin Muaz b.
Amr'in hakkı olduğu halde Hz. Peygamber onun gönlünü yaparak sadece kılıcını, İbn
Mes'ûd'a verilmesine onu ikna etmiş, sonra da kılıcı İbn Mes'ûd (r..a.)'a vermiş

olabilir. "^^^ Her ne kadar yukarıda mealini sunduğumuz Müslim hadisinin sonunda
Ebû Cehl'i Muaz b. Amr ile Muaz b. Afra'nm öldürdükleri bildiriliyorsa da, Müslim
ile Buhari'nin ittifakla rivayet ettikleri diğer bir hadis-i şerifte onun Afra isimli bir
kadının iki oğlu öldürdüğü, Müslim'in diğer bir rivayetinde de Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'un başını kestiği kaydedilmektedir. Kadı Iyaz *'ekseriyetle siyer ulemasının kavli



budur" diyor.

Nevevî, bu rivayetlerin arasını bulmuş ve Ebû Cehl'in katline, bunların hepsi iştirak
etmiştir. Onu müdafaadan aciz hale getiren darbeyi Muaz b. Amr vurmuş, İbn Mes'ûd

can çekişirken kafasını koparmıştır, demiştir.^

Selebin katile verilmesiyle ilgili görüşler 2712-2718 numaralı hadislerin şerhinde
geçtiğinden, burada tekrara lüzum görmüyoruz. Ancak şu kadarını ilave edilim ki,
yaralı bir düşman askerini öldüren mücahid, İmam Ah-med ile İmam Şafiî'ye göre
maktulün selebini alamaz. İmam Malik'e göre selebin kime verileceğini tayin etme
yetkisi devlet reisine verilmiştir. Hanefı-lere göre ise, düşman askeri aldığı ilk yarayla
kendini savunamaz bir duruma düşmüşse, onun selebini onu ilk yaralayan mücahid
alır. Eğer aldığı yara onu güçsüz duruma düşürmemişse, ona ikinci darbeyi indirerek

onu öldüren kimse alır.^^



140. Ganimetler Dağıtıldıktan Sonra Savaşa Gelen Kimse Ganimetten Bir Pay
Alamaz



2723. ...Ebu Hureyre (nin) Said b. elrAs'a anlattığına göre, Rasûlullah (s. a.) Eban b.
Said b. el-As*ı bir seriyyenin başında Medine'den Necid tarafına gönder (miş) di.
Eban b. Said ve arkadaşları (Ne-cid'den dönerlerken) Hayberi fethettikten sonra (daha)
Hayber'de (bulunan) Rasaûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin yanma geldiler. Atla-
rının kemerleri lif (ten) idi. Eban:

"Ey Allah'ın Rasûlü (elinize geçen ganimetten) bize de bir pay ayır." dedi. Ebu
Hureyre (sözlerine devam ederek hadiseyi şöyle) anlattı: Ben de
"Ey Allah'ın Rasûlü (sakın onlara bir) pay ayırma" dedim. Eban da bana
"Ey tavşan kılıklı sen (bize) bunu (söylüyorsun) dağın tepesinden üzerimize
sarkıyorsun ha? diye karşılık verdi. Peygamber Sallal-lahü aleyhi ve sellem de:

[317]

"Ey Eban otur" buyurdu ve onlara pay ayırmadı. J 1



Açıklama



Eban, Ebû Hureyre'ye "Ey tavşan kılıklı sen bize bunu söylüyorsun ha?" demekle Ebû

Hureyre'nin Rasul-ü Ekrem'in huzurunda ganimetler hakkında hüküm vermek

salahiyetini haiz olmadığım ve Rasul-ü Ekrem'in huzurunda onun bir hiç mesabesinde

olduğunu ifade etmek ve onu haddini aşmamaya davet etmek istemiştir.

Hadis-i şerif, harpte bulunmayan kimselerin harpte elde edilen ganimetten bir pay

alamayacaklarmı söyleyen ulemanm delilidir. Bu mevzuda Hattâbî şunları

kaydetmiştir:

İmam Ebû Hanife (r.a.)'ye göre; düşman ülkesinde iken, ganimetler dağıtılmadan
önce, savaşmak üzere gelip de mücahitlere katılan kimse ganimete ortak olur ve diğer
gazilerle beraber ondan pay alır, yoksa alamaz.

İmam Şafiîye göre; harbe bizzat katılan ya da bilfiil mücahidlere yardım eden kimse,
ganimetlerden pay almaya hak kazanır. Aksi halde ganimetten pay almaya hakkı
yoktur. İmam Ahmed ile İmam Malik(r.a.)de bu görüştedirler.

İmam Şafiî; "Bir mücahid harp bittikten sonra daha ganimetler taksim edilmeden
ölecek olursa, onun ganimetteki hissesi varislerine intikal eder." derdi.



İmam Evzâî, Allah yolunda savaşmak üzere yola çıkan bir kimse harbe katılsa da,
harbe katılmadan savaş sona erse de ganimetlerden pay almaya hak kazanır, demiştir.
[3181



2724. ...Ebû Hureyre'den demiştir ki:

Ben Medine'ye geldiğim sırada, Rasûlullah (s. a.) Hayber'i fethetmişti ve orada
bulunuyordu. Bunun üzerine (yanma varıp kendisinden, Hayber savaşında ele
geçirdikleri ganimet mallarından) bana da pay ayırmasını istedim. Said b. el-As'in
çocuğunun biri söze karışıp.

"Ey Allah'ın Rasûlü ona pay verme" dedi. Ben de "Bu (adam) İbn Kavkal'm
katilidir." (onun sözüne itibar edilmez) dedim. Said b. el-As (in oğlu Eban) da:
"Şu tavşan kılıklı kişiye hayret ediyorum, hurma ağacının tepesinden üzerimize
sarkıyor da yüce Allah'ın ikramda bulunduğu, fakat beni onun önünde rezil olmaktan
koruduğu müslüman bir kişinin benim önümde ölmesinden dolayı beni ayıplıyor."

diye karşılık verdi.



Açıklama

İbn Kavkal, en-Nu'man b. Kavkale b. Ahram b. Fihr b. Sa'-lebe b. Ganem b. Amr b.
Avf dır. Musa b. Ukbe ile İbn İshak, onun Bedr savaşma katılıp Uhud savaşında şehid
olduğunu, ifade etmişlerdir. Beğavünin açıklamasına göre, İbn Kavkal savaş esnasında
güneş batmadan önce şehid olmayı arzu etmiş, güneş batmadan önce bu gayesine
ermiştir. Rasulü zişan efendimiz bu hadise üzerine "Onun cennette arzu ettiği
makamlara eriştiğini gözlerimle gördüm." buyurmuştur.

Ebû Hureyre'nin metinde geçen sözlerinden anlaşılıyor ki, İbn Kavkal'ı Uhud' da Eban
b. Said b. el-As şehid etmiştir. O zaman Hz. Eban b. Said henüz müslüman olmamıştı.
Kendisi Hz. İbn Kavkal'ı şehid etmekle, onun şehitlik mertebesine erişmesine sebep
olmuştur. Fakat orada kendisi Hz. İbn Kavkal tarafından Öldürülmüş olsaydı, imansız
olarak gideceği için ebedi cehennemlik olacaktı. İşte Ebû Hureyre'nin "Bu (adam) İbn
Kavkal'm katilidir." sözlerine karşılık olarak Hz. Eban"... Yüce Allah'ın ikramda
bulunduğu, fakat beni onun önünde rezil olmaktan koruduğu müslüman bir kişinin
benim önümde ölmesinden dolayı beni ayıplıyor" demekle bunu ifade etmek
istemiştir.

Her ne kadar metinde Rasulü-Ekrem'in huzurunda cereyan eden bu münakaşa, Hz.
Ebû Hureyre ile Hz. Eban b. Said b. el-As tarafından başla-tıldıysa da sonradan bu
münakaşaya Said b. el-As'm da katıldığı ifade ediliyor, aslında Said b. el-As bu
münakaşaya karışmamıştır. Hafız İbn Hacer'-in el-Isabe isimli eserinde de ifade ettiği
gibi, ravilerden birinin yaptığı bir yanlışlıktan dolayı, Eban b. Said b. el-As yerine
Said b. el-As ismi rivayet edildiğinden bu hatalı durum ortaya çıkmıştır. Buharî'nin
rivayetinde ise bu hata yoktur.

Yine Hafız İbn Hacer (r.a), bu hadisle ilgili olarak şu açıklamayı yapıyor: "Bu hadis-i
şerifte Hz. Peygamberden ganimet isteyenin Ebû Hureyre ve ona ganimet verilmesine
engel olmak isteyenin de Eban (r.a) olduğu, ifade edilirken bir önceki hadis-i şerifte,
tam tersine Hz. Peygamberden ganimet isteyenin Hz. Eban, ona ganimet verilmesine
engel olmak isteyenin de Ebû Hureyre (r.a) olduğu ifade ediliyor. Bu durum hadisin
senedinde isimlerin yanlışlıkla yerlerinin değiştirildiğini, dolayısıyla bu hadisin



maklub hadislerden olduğunu ortaya koyar. ez-Züheylî, bu duruma bakarak, bu iki
hadisten doğru olanın bir önceki hadis olduğunu, ikinci hadisin de, ona göre
düzeltilmesi gerektiğini söylüyor.

Aslında bu hadislerde böyle yanlışlıkla isimler arasında bir değişiklik yapılması
sözkonusu olmayıp Ebû Hureyre ile Hz. Eban'm her ikisinin de ganimetten pay
istemesi ve ikisinin de biribirlerine mani olmaları da ihtimal dahilindedir. Nitekim Hz.
Ebû Hureyre'nin "O İbn KavkaFm katilidir" demesi, buna karşılık Hz. Eban'm da Hz.
Ebû Hureyre'nin ganimette hiçbir hakkı bulunmadığını ifade etmek üzere onun
hakkında"... Hurma ağacının tepesinden üzerimize sarkan tavşan..." gibi sözler

[3201

sarfetmesi de bu ihtimali kuvvetlendirmektedir.- 1 1

Hanefi âlimlerden 1 Şeyh Halil Ahmed, Bezlii'l-Mechûd isimli eserinde, bu hadisle
ilgili olarak şu açıklamayı yapıyor; "Eğer sen Hz. Eban ile Ebû Hureyre daha
ganimetler dağıtılmadan önce düşmanla savaşmak üzere Hay-ber'e vardıkları halde,
niçin kendilerine ganimetten pay verilmedi?" diye sorarsan ben de sana şu cevabı
veririm: Hanefi ulemasına göre mücahidlere yardım için savaş alanına varıp onlara
katılmak isteyen bir kişinin ganimetlerden hisse alabilmesi için ganimetler daha harp
ülkesinde iken ve İslam ülkesine taşınmadan önce onlara katılmış olması gerekir.
Halbuki sözü geçen sahabiler, Hayber'de savaşan mücahidlere katılmadan önce
Hayber fethedilmiş, İslam topraklarına katılmış, harp ülkesi olmaktan çıkmıştı.
Dolayısıyla ganimetler harp ülkesinde değil, İslam ülkesinde bulunuyordu. Bu
bakımdan ganimetten pay almaya haklan yoktu. Şafiî ulemasına göre ise, mü-cahidlere
sonradan katılan kimselerin ganimetten pay alabilmeleri için savaş bitmeden önce
mücahidlere katılması gerekir. Ancak Hz. Peygamberin Hz. Ebû Musa el-Eş'arî gibi
bazı zatlara savaşa katılmadıkları halde Hayber ganimetlerinden pay ayırması, ayrı bir
meseledir. Çünkü Hz. Peygamber o payı onlara ya kendi payından vermiştir ya da

[3211

diğer gazilerin gönüllerini alarak onların payından vermiştir. J 1

2725. ...Ebû Musa (el-Eş'arî) den demiştir ki:

"Rasûlullah (s. a.) Hayber'i fethettiği sırada, biz de Yemen'den gelip yanma vardık.
(Ganimet mallarından) bize de hisse verdi." Yahut da (Ebû Musa el-Eşârî şöyle) dedi:
"Ganimetlerden bize de hisse verdi. (Fakat) Hayber savaşma katılmayan kimselere
ganimet mallarından hiçbir hisse vermedi. Ancak bizim gemi halkından olan Ca'fer ile

[3221

arkadaşlarına (Hayber savaşma bilfiil katılan) kimselerle birlikte hisse verdi.



Açıklama



Metindeki tereddüt ve şüphe ifadesi olan yahut kelimesi metnin aslından değil ravi
tarafından ilave edilmiş bir kelimedir. Ravi Hz. Ebû Musa el-Eş'arî'nin sözlerini
kesin bir şekilde hatırlayamadığı için bu şüphesini de ifade etmek maksadıyla bu
kelimeyi de metine ilave etmek lüzumunu hissetmiştir.

Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, aslmda Şafiî ulemasına göre
harp bitmeden önce, savaş alanına varıp mücahitlere katılamadıkları için, Hanefi
âlimlerine göre de ganimet malları henüz harp ülkesinden İslam ülkesine taşınmadan
önce mücahidlere katılamadıkları için, ganimet mallarından bir pay alamamaları
gerekirdi. Onlar Hayber'e vardıkları zaman orası harp ülkesi olmaktan çıkmış, İslam



ülkesi haline gelmişti. Fakat

Hz. Peygamber, onlara verdiği bu hisseyi, ya kendi rızasıyla kendi hissesinden
vermiştir. Yahut da mücahidlerin rızasını alarak onların hakkından vermiştir. Ayrıca
gemi halkının Hayber'in fethinden önce oraya vardıkları için ganimetten pay almayı

hak etmiş oldukları da düşünülebilir.
2726. ...İbn Ömer'den demiştir ki:

Rasûlullah (s.a.) Bedir (savaşı) günü (ayağa) kalarak: "Gerçekten Osman, Allah'ın ve
Rasulünün yolunda hizmette bulundu. Ben de onun adına biat ediyorum." deyip
(ganimet mallarından) ona da pay verdi. Oysa onun dışında, harbe katılmayan hiçbir

[3241

kimseye (ganimetten) pay vermemişti.



Açıklama



Her ne kadar metinde Hz. Peygamberin Hz. Osmanm dışında Bedir savaşma
bilfiil katılmayan kimselerin hiçbirine ganimetten hisse vermediği ifade ediliyorsa
da aslında, es-Siyerü'l -Kebir isimli eserde açıklandığına göre, Hz. Peygamber bilfiil
Bedir harbine katılmayan Hz. Osman'a Bedr ganimetlerinden pay verdiği gibi, Şam
taraflarına giden Kureyş Kervanım takib etmek ve onun hakkında haber getirmekle
görevlendirdiği Talha b. Ubeydullah ile Said b. Zeyd (r.a)'e ve Medine'den gelen
münafıklarla ilgili bir haberi tahkik etmek üzere, Medine'ye gönderdiği Ensar'dan beş
mücahide de bilfiil savaşa katılmadıkları halde, Bedir ganimetlerinden hisse vermiştir.
Bu mücahidler her ne kadar bilfiil savaşa katıl-mamışlarsa da aslında, bilfiil harp
ülkesinde Rasul-i Ekrem'in ve tüm müs-lümanlarm hizmetinde bulunmuşlardır.
Medine'ye gönderirken Hz. Talha ile Hz. Said' den Medine'de bulunduklarından dolayı
harp ülkesinde değil, İslam ülkesinde bulundukları iddia edilemez.
Ayrıca bazı kimseler, "Allah Teâlâ hazretleri, Bedir ganimetlerinin paylaştırılmasını
Rasulünün arzusuna bırakmıştı. O ganimetlerde kimsenin hakkı yoktu. Bu sebeple Hz.
Peygamber sözkonusu ganimetlerden istediği kadarını istediği kimseye vermeye
salahiyetli idi de onun için sözü geçen kimselere de Bedir savaşma katılmadıkları
halde ganimetlerden pay verdi. Nitekim "... Ganimetler, Allah'ın ve
[3251

Rasûliinündür... ayet-i kerimesi de bunu gösterir." demişlerdir. Siyer-i Kebir

şerhinden naklettiğimiz bu ifadelerden de anlaşılıyor ki aslında Bedir savaşma bilfiil
katılmadığı halde Bedir ganimetlerinden pay alan sadece Hz. Osman değildir. Fakat
Hz. İbn Ömer bundan haberi olmadığı için "Savaşa katılmadığı halde ganimetlerden
pay alan sadece Hz. Osman'dır..." diye rivayette bulunmuştur.

Hanefi âlimlerinden Ebû Ca'fer Tahavî, bu hadisle ilgili olarak şu açıklamayı yapıyor:
*'Hz. Osman Hz. Peygamberin emriyle Medine'de kalarak ailesi Rukiyye'nin
hastalığıyla ilgilenmek üzere görevlendirildiği ve bu yüzden de katılmayı çok istediği
halde bilfiil katılamadığı, Bedir savaşının ganimetlerinden hisse aldığı gibi,devlet
reisinin bir başka cephede savaşmak üzere müslümanlarm işleriyle görevlendirildiği
bir kimse de müslümanlarm eline geçen ganimet mallarından pay almaya hak kazanır.
Kumandan, harp malzemesi ikmal etmek üzere İslam ülkesine geri gönderdiği
kimselerle, Harbe katılmayı çok arzu ettikleri halde devlet reisinin görevlendirdiği yeri
terke-demeyen ve bu yüzden de savaşa katılmayan kimseler de ganimetten pay almaya



hak kazanırlar. Her ne kadar 2723 numaralı Ebû Hureyre hadisinde Hz. Ebanı, Necd
taraflarına gitmek üzere bizzat Hz. Peygamber gönderdiği halde, dönüşte ona ve
arkadaşlarına Hayber ganimetlerinden pay verilme-mişse de, aslında bunun sebebi Hz.
Peygamberin Hz. Eban ile arkadaşlarını savaş başladıktan sonra değil de savaş
başlamadan önce göndermiş olmasıdır. Bir başka ifadeyle, Hz. Eban'ı Hayber savaşma
katılmaktan alıkoyan sebep kendisine Hz. Peygamberin vermiş olduğu görev değildi.
İstese idi Hayber savaşı sona ermeden önce arkadaşlarıyla birlikte Hayber
mücahidlerine katılabilirdi.

Avnü'l-Ma'bûd yazarının ifade ettiğine göre, her ne kadar konumuzu ilgilendiren bu
hadis-i şerifte Bedir muharebesinin sonunda Hz. Peygamberin, Hz. Osman'ın
gıyabında onun adına biat aldığı ifade ediliyorsa da, bu doğru değildir. Hadisin bu
kısmını bazı raviler yanlış rivayet etmişlerdir. Hz. Peygamberin kendi sağ elini sol eli
üzerine koyarak Hz. Osman'ın gıyabında, onunla biatlaşması hadisesi, Bedir savaşında
değil, Hudeybiye gazvesinde olmuştur. Nitekim Buharı ve Tirmizi'de zikredilen şu
hadis-i şerifte bu gerçeği ifade etmektedir:

"Osman b. Abdullah b. Mevhibden rivayet edilmiştir ki, Mısır halkından bir adam,

Beytullah'ı haccetti ve (orada) oturmakta olan bir cemaat gördü.

"Bunlar kimlerdir?" diye sordu.

"Kureyşdir" dediler.

"Şu şeyh kimdir?" diye sordu.

İbn (i Ömer) dir." dediler. Yanma geldi ve:

"Sana birşey soracağım; şu ka'be'nin kutsiyeti hakkı için senden bana (gerçeği)
söylemeni istiyorum. Uhud savaşı esnasında Osman'm kaçtığını bilir misin?" dedi.
Şeyh:

"Evet" diye cevap verdi. Adam:

"Rıdvan Matından geri kaldığını ve bu biate katılmadığını biliyor musun?" diye sordu.
Şeyh:

"Evet" diye cevap verdi. Adam:

"Bedir savaşından geri kaldığını ve bu savaşa da katılmadığım bilir misin?" dedi.
Şeyh:

"Evet" diye cevap verdi. Bunun üzerine adam "Allahü ekber" diye mukabele etti. İbn
Ömer Ona:

"Gel" dedi "sorduğun hususları sana açıklayayım. Uhud günü esnasında Osman'ın firar
etmesi ise şehadet ederim ki; Osman, Allah tarafından affedilmiş ve bağışlanmıştır.

Bedir savaşından geri kalmasına gelince, çünkü peygamber (s.a.)'in kerimesi Hz.

Osman'ın yanında veya nikahı altında bulunuyordu. Peygamber, (s.a.v) ona "Bedir
savaşma katılan kişinin sevabına ve (ganimet) payına sahip olacaksın." buyurmuştu.
Rıdvan bi'atinden geri kalması da Mekke içinde Osman'dan daha kıymetli bir kişi
olsaydı Rasûlullah (s. a) Osman'ın yerine onu gönderirdi. Rıdvan biati Osman Mekke'-
ye gittikten sonra oldu. Peygamber (s. a) sağ eli için "Bu Osman'ın elidir" buyurarak,
onunla (sol elinin üzerine vurdu ve (biat) Osman içindir- buyurdu." İbn Ömer, ona

f3271

simdi bunu (izahı) da beraberinde götür" dedi.

141. Ganimetten Kadınla Köleye De Pay Verilir



2727. ...Yezid b. Hürmüz'den rivayet olunmuştur ki: (Haricilerin başkanı) Necdet (b.



Amir el-Harûrî), İbn Abbas'a (bir mektup) yazarak ona bazı şeylerle birlikte kölenin
de ganimette bir hakkı olup olmadığım, kadınların da peygamber (s.a)le birlikte (sava-
şa) çıkıp çıkmadıklarını ve onların da ganimette bir hakkı bulunup bulunmadığını
sordu. İbn Abbas (r.a) da:

(Eğer bu adamın) Ahmakça bir iş yapmayacağından emin olsaydım, ona mektupla
cevap vermezdim- dedi (ve mektubunda ona şunları yazdı) "Kölelere gelince (onlara
da ganimetten pay) verilirdi. Kadınlarsa onlar yaralıları tedavi ederler ve su

verirlerdi.



Açıklama



Metinde geçen "Eğer (bu adamın) ahmakça bir iş yapmayacağından emin olsaydım
ona mektupla cevap vermezdim." anlamındaki cümle, Müslim'de "... Bir ilmi

[3291

gizlemiş olma durumuna düşmesem buna (cevap) yazmazdım... " J 1 anlamına gelen

lafızlarla rivayet edilmiştir.

Yine Müslim'in rivayetinden öğrendiğimize göre, Haricilerin reislerinden olan
Necdet'in, îbn Abbas'a gönderdiği mektupta kendisine şu beş soru yöneltilmiştir:

1. Rasûlullah (s. a.) kadınlarla birlikte savaşa gider miydi?

2. Onlara da ganimetten hisse ayırır mı idi?

3. Çocukları öldürür müydü?

4. Yetimin yetimlik müddeti ne zaman sona erer?

5. Beştebir kimin hakkıdır?

Hz. İbn Abbas da ona şu cevabı vermiştir:

"Bana mektup yazarak; Rasûlullah (sallallahü Aleyhi ve sellem) kadınlarla birlikte
gaza eder mi idi? diye sordun. (Evet) Onlarla birlikte gaza ediyordu. Onlar da
yaralıları tedavi ediyor; kendilerine ganimetten bir şeyler veriliyordu. Hisseye gelince;
onlara hisse ayırmamışlar, şüphesiz Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellem çocukları da
öldürmezdi. O halde sen de çocukları öldürme!

Bana yazarak; yetimin yetimlik müddeti ne zaman sona erer? diye sordun. Ömrüme
yemin ederim ki adam vardır, sakalı biter de halâ kendi hakkını almaktan zayıf, kendi
namına vermekten acizdir. İşte kendisi için başkalarının aldığının elverişlisini almaya
başladı mı artık ondan yetimlik gitti demektir.

Bana yazarak; beştebirin kime verileceğini sordun. Biz: Bu bizim hakkımızdır, derdik,
fakat kavmimiz bunu kabul etmedi." Aslında Hz. tbn Abbas Necdet'in bu mektubuna
cevap vermek istememiştir. Çünkü bu zat, İslam, alemine saçtıkları fitne tohumları ve
ortaya attıkları bid'atlerle, İslam dairesinden çıkan ve sonu gelmez tartışma ve
fitnelerin öncülüğünü yapan haricilerin liderlerinden di.

Fakat, -'Kim bildiği bir meseleyi kendisine soran bir kimseye açıklamaktan kaçınırsa

[3301

kıyamet gününde onun ağzına ateşten gem vurulacaktır. " J 1 hadis-i şerifindeki

tehdide hedef olmaktan korktuğu ve Necdet'in de açıkladığı gibi ahmakça bir
uygulama yaparak, yeni birtakım bid'atlere yol açacağından çekindiği için, ona cevap
vermeyi daha uygun görmüştür. Konumuzla ilgili bu hadis-i şerifte kölelere
ganimetten bir şeyler verildiği ifade edilmekte ise de, bunun mikdarı ve mahiyeti
hakkında kesin bir açıklama olmadığı gibi, kadınlar hakkında da bu hususta bir
açıklama yoktur. Ancak yukarıda tercümesini sunduğumuz Müslim'in rivayetinde ise;



kadınlara ganimetten hisse mikdarma erişmeyen birşeyler verildiği açıklanmaktadır.
Daha sonra gelecek olan 2728 numaralı hadis-i şerifte, kadınlara ganimetten verilen bu
mikdarm razh denilen bir miktar olduğu ifade edilmektedir.

Ömer Nasuhi Bilmen Razh kelimesini şöyle açıklıyor: "Harpte hizmetleri görülen
kadınlara, çocuklara, kölelere ve ziminilere ganimet mallarından verilen bir mikdar
maldır. Savaşanların paylarından eksiltilir. Bu mik-darı tayin veliyyü'l-emre aittir.
Razh kelimesi; lügatte az birşey vermek ve az bir mikdarda verilen şey manasmdadır.
Kendileri savaşçı ve mücahidlerden sayılmadıklan halde harpte, bazı hizmetleri
görüldüğünde dolayı ganimet mallarından razh namıyla birer mikdar mal alan

R31]

kimselere de Ehl-i razh denilir.- 1 1 Müslim'in rivayet ettiği diğer bir hadis-i şerifte

de "... Ganimet mallarının başında bulunan kölelerle kadınlara sade bir mikdar

[3321

hediyye verileceği... ifade edildiğinden Hanefi âlimleri, ganimet mallarının

başında bulunan kölelere, kadınlara ganimet mallarından bir hisse verilemeyeceğini,
sadece "razh" adıyla bir hediyye verilebileceğini söylemişlerdir. Burhaneddin el-
Merğmani el-Hidaye isimli eserinde, Hanefî âlimlerin bu meseledeki görüşünü şöyle
ifade ediyor: "Köle ile kadına, çocuğa ve zimmiye ganimet mallarından bir hisse
verilemez. Onlara ancak razh verilebilir. Razh'm mikdarmı da ancak devlet reisi tayin
eder. Çünkü Hz. Peygamber, sözü geçen sınıflara, ganimetten bir hisse ayırma-mıştır.
Zira cihad bir ibadettir. Zimmi ise ibadet ehlinden değildir. Çocukla kadına gelince,
bunlar cihad etmekten acizdirler. Ancak köle savaşacak olursa, kadınlar da yaralıları
tedavi edip hastalara bakacak olurlarsa, kendilerine razh denilen bir hediye verilir.
T3331 •

Ibn Humam'm beyanına göre "Hanefi âlimleri bu Razh ganimetlerden Allah ve

Rasulü için ayrılacak olan humus çıkarılmadan önce, sahiplerine verileceğini
söylemişlerdir.

İmam Şafiî ile imam Ahmed (r.a) bu görüştedirler. İmam-ı Ahmed'den gelen diğer bir

rivayete göre de, razh ganimetlerden humus çıkarıldıktan sonra kalandan alınır, tmam

[334] .

Şafiî'nin diğer bir görüşüne göre de humusun beşte birinden alınır. J 1 imam Malik'e

[335]

göre ise bunlara nimetten hiçbir şey verilmez. J 1



Bazı Hükümler



1. Kadınlar harbe katılarak, yaralıların ve hastaların hizmetinde bulunabilirler.

2. Dar'ül-Harpte ganimetler dağıtılırken orada hazır bulunan kadınlara, ganimetten bir
mikdar hediyye verilir, tmam Ebû Hanife ile es-Sevri, el-Leys, Şafii ve ulemanın
büyük çoğunluğu bu görüştedir. İmam Evzâî'ye göre; eğer kadınlar hastaların veya
yaralıların hizmetinde bulunmuşlarsa, mü-cahidler gibi ganimetten hisse alırlar, imam

Malik'e göre, kadmlar ganimetten hiçbir Ş ey alamazlar
2728. ...Yezid İbn Hürmüz'den demiştir ki:

Necdetü'l-Harûrî, îbn Abbas'a (bir mektup) yazarak ona "Kadınlar Rasûlullah (s.a)'le
birlikte savaşa katılırlar mıydı? Rasûlullah (s. a) onlara (ganimetten) bir pay ayırır
mıydı?" diye sordu. (Yezid b. Hürmüz rivayetine devam ederek şunları) söyledi: İbn
Abbas'm Necdet'e (gönderdiği) mektubunu ben (bizat kendi ellerimle ve şu şekilde)
yazdım: "Kadınlar da Rasûlullah (s.a.)'la birlikte savaşa katılırlardı. (Ganimetlerden)



[3371

pay (ayıimay)a gelince (işte bu) yoktu, fakat onlara razh verilirdi.



Açıklama



Harûra: Küfeye iki mil uzaklıkta bir yerdir. Hariciler ilk toplantılarını burada
yaptıkları için daha sonra, buraya nışbet edilerek Harûralılar diye anılmışlardır.
Hariciler, çeşitli fırkalara ayrılır. Fakat üzerinde ittifak ettikleri esaslardan biri, mutlak
olarak Kur'ân'm emrine uymak ve hadisin Kur'ân'da bulunmayan emrini reddetmektir.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde

geçtiği için burada tekrara lüzum görmüyoruz. ^ ^

2729. ...Haşrec b. ZiyacTm baba annesi (Ümmü Ziyad el-Eşçiyye) nden demiştir ki;
kendisi Rasûlullah (s. a.) ile birlikte (Hayber savaşma katılan) altı kadının altıncısı
olarak Hayber savaşma çıkmıştır. (Hz. Ümmü Ziyad sözlerine) şöyle devam etti:
Bizim de. erkeklerle birlikte savaşa çıktığımız haber olarak Rasûlullah (s.a.)'e erişince
bize (emir) gönderip (yanma çağırdı) Biz de (emre uyup huzuruna) vardık. Kendisinde
öfke (alametleri) gördük. (Bu savaşa)

"Kiminle ve kimin izniyle çıktınız?" dedi. Biz de "Ey Allah'ın Rasûlü, biz yün
eğirerek (savaşa) çıktık. Bununla Allah yolunda hizmet edeceğiz. Ayrıca bizim
yanımızda yaralıları(tedavi) için (birtakım) ilaçlar da var, (ganimetlerden) hisse alırız
(halka buğday ve arpadan yapılmış) sevk (denilen bir şurup) içiririz" dedik, (bu hadisi
Hz. Ümmü Ziyad'dan nakleden Haşrec, sözlerine devam ederek şunları) söyledi (Bu
konuşmadan sonra) "Kadınlar kalktılar" (gittiler, Hz. Ümmü Ziyad sözlerine devam
ederek bana) "Allah, peygamberine Hay-ber'i (n kapılarım) açınca bize de erkekler
gibi (ganimetten) pay verdi." dedi. Ben de ona: "Ey nineciğim (Hz. Peygamberin size

T3391

verdiği) bu şey ne idi?" dedim. "Hurma" (idi) diye cevap verdi.



Açıklama



Şevkanî'nin açıklamasına göre bu hadisin senedinde bulunan Haşrec kimliği meçhul
bir kimsedir. Bu bakımdan onun rivayet ettiği hadisler delil olmaz. Hafız tbn Hacer
Telhis isimli eserinde bu ravi hakkında bu hükmü vermiştir. Hattâbî'nin bu hadisle
ilgili açıklamalarını şu şekilde özetlemek mümkündür: "Fıkıh ulemasının büyük ço-
ğunluğuna göre kadınlarla, kölelere ve çocuklara ganimetten bir pay verilemez. Ancak
bunlara Razh denilen ve mikdarmı kumandanın tayin edeceği, az bir hediyye verilir.
Fakat imam Evzaî, savaşa katılan kadınlara da erkekler gibi ganimetten bir hisse
verilmesi gerektiğini iddia etmiş. Kanaatimce imam bu hükmü verirken bu hadise
dayanmıştır. Oysa bu hadis, delil olma niteliği taşımayan zayıf bir hadistir. Bilfiil
savaşa katılan kadınların da erkekler gibi ganimetten hisse alabileceklerini iddia
edenler olduğu gibi, harbe gücü yeten mürahiklik çağma gelmiş çocukların da, buluğ
çağma ermiş mücahidlere denk hisse alacaklarını söyleyenler de vardır." Hafız
Şemsüddin b. el-Kayyim (r.a) de bu mevzuda şunları söylüyor: Her ne kadar bu hadis-
i şerifte "Rasûlullah ganimet eşyasından erkeklere verdiği gibi bize de verdi"
anlamında bir ifade varsa da, burada erkeklerle kadınlara, ganimetten aynı miktarda
mal verildiği kasdedilmiyor. Bir başka ifadeyle burada miktar üzerinde durulmuyor.



Sadece ganimetten erkeklere verildiği gibi kadınlara da birşeyler verildiği ifade

edilmek isteniyor. Sözü geçen kadınlara ganimetten verilen bu malların,
erkeklere verilen hisse gibi olmadığını anlamak için, onlara verilen bu malın, hurma
olduğunu düşünmek yeterlidir. Çünkü hurma bir yiyecektir. Yiyecekler ise diğer

mallar gibi değildir.

2730. ...Âbîllahm'm kölesi Umeyr demiştir ki:

Ben, efendilerimle birlikte Hayber savaşma katıl (mış) tim. Onlar benim hakkımda,
Rasûlullah (s. a.) le konuştular. (Rasul-ü Ekrem de silahlanmam içip) bana emir verdi.
Ben de bir kılıç kuşandım, bir de baktım ki (yaşımın küçüklüğü ve boynumun kısalığı
sebebiyle)kılıcı yerde sürüklüyorum. Benim köle olduğum (Hz. Peygambere) haber
verildi. Bunun üzerine bana (ganimetten) işe yaramaz ev eşyası (verilmesini) emretti.
Ebû Dâvûd der ki: (Bu son cümlenin) manası "Hz. Peygamber ona (ganimetten) pay
vermedi" (demektir). Ebû Ubeyd kendisine et yemeyi yasakladığı için abillahm diye

isimlendirildi.



Açıklama

Metinde geçen Abîllahmi kelimesi kaçman imtina eden ânlamma gelen Abi
kelimesiyle et anlamına gelen el-lahm kelimesinden meydana gelmiş birleşik bir
kelimedir ki "et yemekten kaçman kimse" demektir. İşte bu isimle anılan kimse ev
halkının ileri gelenleriyle birlikte Hz. Peygamberin huzuruna vararak daha küçük
yaşta ve dolayısıyla kısa boylu olan Umeyr'in de Hayber savaşma girip girmemesi
hususunda istişarede bulunmuştur. Hz. Peygamber de bu çocuğun harp sanatını
öğrenmesi için techizâtlanarak savaşa girmesini tavsiye etmiştir. Bunun üzerine Hz.
Umeyr, kılıcını kuşanmışsa da boyu kısa olduğu için kılıcın ucu yere değmiş ve
etrafmdakilerin dikkatini çekmiştir.

Savaştan sonra, ganimetler bölüşülmeden önce, Hz. Peygamber'e, Hz. Umeyr'in köle
olduğu haber verilince ona diğer mücahidlere verdiği gibi bir hisse vermemiş, sadece
tencere gibi kapkacak cinsinden döküntü bazı ev eşyası vermiştir.
Bu hadis-i şerif, köleye ve çocuğa ganimetten hisse verilmez, ancak sadece razh
denilen bir hediye verilir, diyen Ebû Hanife (r.a.)»üe tmam Şafiî'nin ve ulamenan
büyük çoğunluğunun delili olduğu gibi, köleye ganimetten hiçbir şey verilmez diyen
İmam Malik ile "harbe iştirak eden köleye de diğer mücahidler gibi hisse

[3431

verilir, "diyen Hasan, Ibn Şirin, Nehai ve Hakim'in aleyhine delildir.



2731. ...Cabir'den demiştir ki:

Ben Bedr (savaşı) günü (orada bulunan ve tabanındaki su gayet az olduğu için içine
atılan kova boş çıkan) bir kuyuya inip kovaya bizzat kendi ellerimle su doldurururdum

R44]

(ve) arkadaşlarıma (dağıtırdım). J 1



Açıklama



Metinde geçen kelimesi ikinci babdan olan fiilinden gelen muzari bir fiildir. fiili



tabanında su az olduğu için atılan kovanın, dolmadığı bir kuyuya inip kovayı elle
doldurmak anlamında kullanılır. Buna göre hadis-i şerifte Hz. Cabir'in Bedir savaşında
orada bulunan bir kuyuya inerek bizzat elleriyle doldurduğu kovalarla gazilere su
taşıdığı.bu suretle hizmette bulunduğu ifade edilmektedir. Avnü'l-Ma'bud yazarının da
ifade ettiği gibi, bu hadis-i şerifin mevzu-muzu teşkil eden "Kadınlarla kölelerin
ganimet mallarından pay alıp almayacağı" mevzuundaki hadisleri ihtiva eden babla
hiçbir ilgisi yoktur. Ancak bu hadis savaşta mucahidlere su dağıtarak da hizmet
edilebileceğini ifade etmesi sebebiyle, savaşın bir ayrıntısını teşkil ettiğinden musannif

Ebû Dâvûd onu da bu babdaki hadislerin sonuna ilave etmeyi uygun bulmuştur.

142. (Müslümanların Safında Çarpışan) Bir Müşrike De (Ganimet Mallarından)
Pay Verilebilir (Mi?)

2732. ...Yahya (b. Meîn) Hz. Aişe'den naklen (şöyle) demiştir.

(Müslümanlar, Bedir savaşma çıktıklarında) Bir müşrik Hz. Peygamberle birlikte
savaşmak için yanma vardı. (Hz. Peygamber de onun bu teklifini reddederek)
"geri dön" dedi. (Hadisin bundan) sonra (ki kısmını Yahya b. Main ile Müsedded)
aynı lafızlarla rivayet ettiler. (Bu iki ravinin ittifakla rivayet ettiklerine göre Uz.
Peygamber o müşrike şöyle) buyurmuştur: - "Biz bir müşrikten yardım

• ,, £346]
istemeyiz. 1

Açıklama

Hanefi âlimlerinden Burhaneddin el-Merğaninî'nin açıklamasına göre; Hanefi
âlimleri; "Müslümanlar safında kafirlere karşı savaşan bir kafirin ganimetten bir
hisse alamayacağını, çünkü cihad bir ibadet olduğundan kafirlerin cihada katılmaya ve
dolayısıyla ci-haddan elde edilen ganimetten pay almaya ehil olmadıklarını
söylemişlerdir. Delilleri ise mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şeriftir. Bu hadisle ilgili
olarak Hanefi ulemasından İbn Abidin şunları söylüyor: Cihadda kafirden yardım
istemek caiz değildir. Zira peygamber Efendimiz, Bedir gazasına çıktıklarında
kendilerine bir kafir yetişip müslümanlar safında savaşmak için geldiğini söyledi.
Peygamber Efendimiz kendisine

"Allah'a ve Rasûlüne iman ediyor musun?" diye sordu, o da: "Hayır" dedi. Bunun
üzerine Rasul-i Ekrem efendimiz

"Öyle ise dön! Ben bir kafirden asla yardım istemem" buyurdu. Bu hadis-i şerifi,
Müslim rivayet etmiştir.

İmam Şafiî demiştir ki; Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Bedir gazasında bir veya iki kafirin
cihada katılmasını reddetmiştir. Sonra Peygamber Efendimiz, Hayber gazasında Beni
Kaynuka yahudilerinden yardım istemiştir. Hu-neyn gazasında, Saffan b.
Umeyyeh'den, kafir olduğu halde yardım istemiştir. Buna göre Peygamber Efendimiz,
kafirden yardım istemekle istememek arasında muhayyer olduğu için, Bedir gazasında
kafirin yardımını reddetmiş ise de iki hadis arasında ihtilaf yoktur. Bedir gazasında o
kimsenin kafir olduğu için yardımını reddetmiş ise, sonra Hayber gazasında ve diğer
gazalarda kafirlerden yardım istemesi hakkındaki hadis-i şerifleri Bedir gazasında ka-

[3471

firden yardım istemediğine dair hadis-i şerifin hükmünü neshetmiştir. 1



Yine Hanefi âlimlerinden İbnü'l-Humam'm açıklamasına göre; Peygamber
Efendimizin Hayber gazasında yahudilerden yardım istuneleri hakkındaki hadis-i
şerifin senedinde zayıflık vardır. Çünkü fukahadan bir çokları -cihadda kafirden

yardım istemek caiz değildir- demişlerdir."^^

Bezlü'l-Mechûd yazarının bildirdiğine göre İmam Şafiî ve diğer ulemaya göre,
müslümanlar hakkında iyi düşündüğüne inanılan bir kafirin, yardımına ihtiyaç
duyulduğu zaman, ondan yardım istemek caizdir. Böyle bir ihtiyaç yokken, ondan
yardım istemek ise tahrimen mekruhtur. Bu şekilde müs-lümanlarm kendine
güvenmesi ve imamın da kendisine izin vermesi neticesinde müslümanlar safında
kafirlere karşı savaş veren bir kimse ganimetlerden pay alamaz sadece "razh" denilen
az bir hediye alır. İmam Malik ile İmam Şafiî, İmam Ebû Hanife (r.a.) ve ulemanın
büyük çoğunluğu bu görüştedirler.

İmam Şa'rânî ise Mizan'ül-Kiibra isimli eserinde "İmam Malik ile İmam Ahmed'e göre
kafirlerden asla yardım istenemez, İmam Şafiîye göre ise, kafirden yardım
istenebilmesi için iki şart vardır: Birincisi müslümanlar az olması lazım, ikincisi de o
kafirin müslümanlar hakkında iyi niyet beslediğinin bilinmesi gerekir.
Nitekim Bahrü'r-Raik isimli eserde, kendisine verilen talimata uygun hareket ettikleri
takdirde savaşta kafirlerden ve fasıklardan yardım istenebilir. Küffara karşı yapılan
savaşlarda münafıklarla, fasıklardan yardım istenebileceğinde icma vardır. Bağilere
karşı yapılan savaşta da fasıklardan yardım istemek Hanefi ulemasına göre caizdir.
Çünkü Hz. Ali, bağilere karşı Eş'as'dan yardım istemiştir. Kâfirlere karşı yapılan
savaşlarda, kafirlerden yardım istemenin cevazına delâlet eden bir hâdisede Hz.
Peygamberin kâfirlerle yaptığı bir savaşta kafir kısmına müslümanlar safında
savaşması için izin vermesi ve sonra da

[3491

"Allah bu dinî facir kimselerle de kuvvetlendirir," buyurmasıdır.

143. Atlı Mücahitlerin Ganimetlerdeki Payları
2733. ...İbn Ömer'den demiştir ki

Rasûlullah (s. a) mücahid ve atı için birisi kendisine ikisi de atma (olmak üzere
ganimet mallarından) üç pay vermiştir.

Açıklama

Ulema, bir mücahidin ganimet mallarından alması gereken pay hakkında ihtilafa
düşmüşlerdir.

Esasen bir mücahid, savaşta ya süvari olarak bulunur ya da piyade olarak bulunur.
Savaşa piyade olarak katılan bir mücahidin, ganimet mallarından sadece bir hisse
alması gerektiğinde tüm ulema ittifak etmişlerdir.

Fakat, süvari olarak katılması halinde, alması gereken hissenin mikda-rı hakkında
ihtilafa düşmüşlerdir. İmam Ebû Hanife (r.a) ile İmam Züfer (r.a)'e göre savaşa süvari
olarak katılan bir mücahid, birisi kendisi, diğeri de hayvanı için olmak üzere ganimet
mallarından iki hisse alır. Yine Hanefi imamlarından İmam Ebû Yusuf ile İmam
Muhammed (r.a.)'e göre; birisi kendisi için, ikisi de hayvanı için olmak üzere üç hisse
alır. İmam Şafii ile İmam Malik, Ahmed, İshak, İbn Abbas, Mücahid, el-Hasen, İbn



Şîrîn, Ömer b. Abdülaziz, el-Evzâî, es-Sevri, Ebû Ubeyd, İbn Cerir ve diğer ulema da
İmam Ebû Yusuf un görüşündedirler.

Şafiî ulemasından Hafız İbn Hacer ise, Hz. Ali (r.a) ile Hz. Ömer (r.a)'in de bu
mevzuda cumhurun görüşünde olduklarını söylemiştir.

Süvari olarak savaşa katılan bir mücahidin, birisi kendisi için, ikisi de hayvanı için
olmak üzere ganimet mallarından üç hisse alacağını söyleyen cumhur ulemanın bu
mevzudaki delili; konumuzu teşkil eden İbn Ömer hadisi ile benzeri hadislerdir. İmam
Ebû Hanife (r.a)'nin bu mevzudaki delili ise 2736 numaralı Mücemmi b. Cariye
hadisidir. İmam Ebû Hanife (r.a) kendisine göre tesbit ettiği bazı deliller sebebiyle
mevzumuzu teşkil eden İbn Ömer hadisiyle amel etmeyi uygun görmemiştir.
Çünkü İbn Ömer hadisinde, sözü geçen ganimet taksiminin hangi savaşta elde edilen
ganimetlerle ilgili olduğu açıklanmamıştır. Bu ganimetlerin Hayber savaşından
Önceki savaşlarda ele geçen ganimetlerle ilgili olması ihtimali vardır. Oysa Rasul-ü
Zişan efendimizin Hayber savaşından önceki ganimetlerle ilgili uygulaması daha
sonraki ganimetlerin taksimi için bir ölçü olamaz. Allahu Teâlâ Hayber ganimetlerini
hiçbir ölçüye tabi olmaksızın istediği şekilde dağıtmak üzere Hz. Peygamberin
arzusuna bırakmıştı. Ayrıca konumuzla ilgili bu hadis-i şerif te at için verildiği ifade
edilen, iki hisseden birinin normal ganimet payı olarak diğerinin de tenfil olarak
verilmiş olması, savaşta kullanılan atlar için iki hisse değil bir hisse verilmiş olması,
ihtimal dahilindedir.

Buharî sahihinde, bu hadisi iki yerde rivayet etmiş. Bunlardan birisi ci-hâd bölümünde
"Rasûlullah (s.a) Hayber günü at için iki, piyade için bir hisse verdi." anlamına gelen
lafızlarla rivayet etmiştir. Ancak burada söz konusu ganimetlerin Hayber ganimetleri
olduğu ifade edilmekle beraber, bu-»adaki at için verildiği ifade edilen iki hissenin
sadece ata verilmiş olmayıp sahibiyle birlikte ata verilmiş olması ihtimali vardır. Bu
durumda aslında ata ve sahibine birer hisse verilmiş demektir.

Ayrıca metinde geçen at anlamındaki Feres kelimesinin aslında atlı anlamına gelen
faris olduğu halde yanlışlıkla elifi düşerek metne "feres" şeklinde geçmiş daha sonraki
devirlerde gelen raviler bu metne itibar ederek, "bir ata iki hisse bir piyadeye de bir
hisse verildiğine göre bir atlıya üç hisse verilmesi icabeder." mantığından hareketle,
bu mevzudaki hadisleri "Bir süvariye üç hisse verilir" şeklinde rivayet etmiş olmaları
kuvvetle muhtemeldir. Nitekim İbn Ebî Şeybe'nin Musannafmdaki "Rasûlullah (s.a.)
süvariler için iki piyadeler için de bir hisse verirdi." mealindeki hadis-i şerifle ben-
zerleri bu gerçeği te'yid etmektedir.

Darekutnî'nin el-Mü'telif ve'l-Muhtelif isimli eserinde de bu hadiste geçen el-feres
kelimesi el-far(is şeklinde rivayet edilmiştir. Bu kelimeyi, Faris şeklinde rivayet eden
ravilerin tümünü görmek isteyen okuyucularımıza Bezlü'l-Mechûd isimli Sünen-i Ebu
Davud şerhinin 335-336. sayfalarına bakmalarını tavsiye ederiz.
Şevkanî'nin bu mevzudaki görüşünden dolayı İmam Ebû Hanife'ye saldırması,

kendisine yakışmayan bir tutumdur. '

2734. ...(Ebû Umre'nin) babasından rivayet etmiştir ki: Biz dört kişi, yanımızda bir(er)
atla Rasûlullah (s.'a.)'in yanma gelmiştik. Bizden herkese bir hisse, her bir at için de

iki hisse ayırdı. "^^1



Açıklama



Münziri'nin açıklamasına göre, bu hadisin senedinde el-Mesudı vardır. Bu ravı çeşitli
yönlerden tenkit edilmiştir. Fakat Buharı bu zatın rivayetlerini şahid getirmiştir. Bu
durum Buhari'-nin ona güvendiğini gösterir. Bu hadisle ilgili açıklamalarımız bir

[3531

önceki hadisin şerhinde geçtiğinden burada tekrara lüzum görmüyoruz. J 1

2735. ...(Şu bir önceki hadis-i şerifin) manası Ebû Ömer'den de (rivayet olundu)
Ancak Ebû Umre (bir Önceki hadisten farklı olarak Hz. Peygamberin ganimet verdiği
atlıların) üç kişi (olduklarını) söyledi (ayrıca) "Her bir atlı için üç hisse

verildi" (cümlesini de) ilave etti.^~^



Açıklama



Bu hadis-i Şerif, süvari olarak savaşa katılan bir mücahidin bir hisse kendisi için,
iki hisse de atı için olmak üzere ganimetlerden üç hisse alması gerektiğini
söyleyen cumhur ulemanın delilidir. Biz fıkıh ulemasının bu mevzudaki görüşlerini
2733 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.
D551



143-144. (Savaşa Katılan) Bir At Içîn (Ganîmetlerden)Bîr Hisse Verileceğini
Söyleyen Kimselerin Delilini Teşkil Eden Hadisi İhtiva Eden Bab

2736. ...Kur*an-ı (Kerim-i en güzel bir şekilde) okuyanlardan biri olan Mücemmi b.
Cariyeti'l-Ensarî'den demiştir ki:

Rasûlullah (s.a.) ile birlikte Hudeybiye'de bulunduk. Oradan döndüğümüz sırada, halk
(Hz. Peygamber'in bulunduğu yere doğru) develerini koşturmaya başladı. Halkın bir
kısmı, diğerlerine "Halka ne oluyor?" (da hayvanlarını böyle koşturuyor?) diye
sormaya başladılar. Onlar da Rasûlullah (s.a.)'e vahy geldi." (de onu görmek için ko-
şuyorlar) diye cevap verdiler. Bunun üzerine (bulunduğumuz yerden) koşarak çıktık
ve peygamber (s.a.) Kürâf 1-Ğamîm (denilen yer) de devesi üzerinde dururken bulduk.
Halk (tamamen) yanında toplanınca (Hz. Peygamber) onlara = Biz sana apaçık bir fe-
tih verdik. "^^^ (ayet- kerimesini) okudu, (orada bulunan) bir adam "Ey Allah'ın
Rasûlü bu (ayet-i kerimede va'dedilen) bir fetih midir?" dedi. (Hz. Peygamber de)
"Muhammed'in hayatı kudret elinde olan zata yemin olsun ki bu(sulh) bir fetihdir."
buyurdu. Kısa bir süre sonra da (Hayber fethedildi ve) Hayber (ganimetleri)
Hudeybiye mücahid-leri arasında paylaştırdı. (Bu taksimde) Rasalullah (s.a.)
(ganimetleri) onsekiz pay üzerinden bölüştürdü. Asker (in sayısı ise) binbeşyüz
(kadar) idi. İçlerinde üçyüz de atlı vardı. Her bir atlıya iki hisse, her bir piyadeye de
bir hisse verdi.

Ebû DâvûÜ der ki: (Bir önceki) Ebû Muaviye hadisi daha sahihtir ve amel onunladır.

Öyle zannediyorum ki MücemmVnin hadisinde hata var-dır. Çünkü Mücemmi

[3571

(orduda) üçyüz atı olduğunu söylemiştir. Oysa (orduda) iki yüz atlı var idi. 1



Açıklama



Bilindiği gibi, Hudeybiye sulhu görünüşte müslümanlarm aleyhine gibi idi. Bu sulh
yürürlüğe girdiği andan itibaren, müslümanlığı kabul eden bir Mekkeli Medine'ye
gelip müslümanlara sığınacak olursa, anlaşma gereği bu kimse Mekkeli müşriklere
geri verilecekti. Bunun yanında bir müslüman dininden dönüp Mekke'ye sığınacak
olursa Medine'ye geri gönderilmeyecekti. İlk bakışta bu anlaşma müslümanlarm
aleyhine gibi görünüyordu. Hatta Hz. Ömer bu sulha itiraz eder gibi bir tavır
takınmıştı. Fakat aslında bu sulh tamamen müslümanlarm lehine idi. Çünkü sözü
geçen sulh maddeleri sayesinde, Müslümanlar Mekkeli müşrikler içinde kalma ve
onlara İslâmı anlatma imkânı buldular. Dolayısıyla bu sulh Mekke'nin kapılarını
müslümanlara açan bir anahtar vazifesi gördü.

İlk bakışta müslümanlar sulhun aleyhlerine olduğunu zannettikleri için, bu anlaşmanın
Mekke'nin kapılarını kendilerine açacağını anlatmak çok zordu. Bu yüzden Rasûl-i
Zişan Efendimiz Allah' in kendilerine fethi müjdelediğini bu anlaşmanın büyük bir
fethin kapısını açacağını açıklarken sözlerini yeminle te'yid etmek lüzumunu
hissetmişti.

Hazret-i Peygamberin feth hakkındaki kesin açıklamasından sonra, Sa-habilerden
bazıları "ey Allah'ın Rasülü bu fetih sana mübarek olsun, peki Allah bizim için ne
vahyetti diye sordular. Bunun üzerine de "O, imanlarına îman katsınlar diye mü* m

R 581

ünlerin kalplerine huzur (ve sebat) indirdi... mealindeki ayet-i kerimeyi indirdi.

İbn Kayyim'in Zâd'ül-Mead isimli eserinde belirttiğine göre, Hudeybi-ye'de Hz.
Peygambere "Ey Allah'ın Rasûlü bu bir fetih midir?" sorusunu yönelten zat Hz.
Ömer'dir.

Her ne kadar musannif Ebû Dâvûd (r.a), savaşta süvarilere ikişer hisse verilir, diyen
İmam-ı Ebû Hanife (r.a)'nin delilini teşkil eden bu hadisi senedinde Mücemmi b.
Yakub isimli kimliği meçhul bir ravi olduğu gerekçesiyle, tenkid ederek Cumhurun bu
mevzudaki delilini teşkil eden 2733 ve 2734 numaralı hadis-i şerifleri, bu hadise tercih
etmişse de aslında, o tenkid isabetli değildir. Çünkü Hafız Zeylaî'nin de belirttiği gibi
musannif Ebû Dâvûd bu tenkidini isbatlayacak bir delil de göstermemiştir. İmam Şafiî
de bu

hadisi aynı gerekçe ile tenkid etmiştir. Hafız Zeylânî'nin ifadesine göre her-ne kadar
bu hadis, ravisi Ya'kub b. Mücemmî'nin kimliğinin meçhulluğu gerekçesiyle tenkid
edilmişse de Ya'kub b. Mücemmî'den hem kendi oğlu hem de başkaları hadis rivayet
etmişlerdir. Oysa Ya'kub'un oğlu Mücemmî güvenilir bir ravidir. Hafız ibn Hacer de
şu sözleriyle Ya'kub'un güvenilir bir ravi olduğunu ifade etmektedir. "Ya'kub'dan oğlu
Mücemmî hadis rivayet ettiği gibi, kardeşinin oğlu İbrahim b. İsmail b. Mücemmî ile
Abdüla-ziz b. Ubeyd b. Süheyb de ondan hadis rivayet etmişlerdir, ibn Hibban Ab-
dülaziz'i güvenilir raviler arasmda zikretmiştir. Bu durum onun kimliği meçhul bir
ravi olmadığını, bilakis güvenilir bir ravi olduğunu gösterir."

Hafız İbn Hacer, İmam Şafii'nin bu hadise yönelttiği tenkitleri de cevaplandırırken
şunları söylemiştir: "Ya'kub'dan Yunus b. Muhammed el-Müeddeb, Yahya b. Hassan,
İsmail b. EbîÜveys, el-Ka'nebi, Kuteybe, Muhammed b. et-Tabba, gibi güvenilir
raviler hadis rivayet etmişler. Böylesine sağlam ravileri olan bir kimsenin hüviyetinin
meçhul olduğu nasıl iddia edilebilir. Sonra İbn Meîn, en-Nesâî, Ebû Hatim gibi hadis
uleması, bu ravi-den hadis almakta bir sakınca olmadığını söyldikleri gibi, İbn Sa'd da
onun güvenilir bir ravi olduğunu söylemektedir. İbnü'l-Katlan da İmam Ebû Ha-



nife'nin delilini teşkil eden bu hadisin ravisi Ya'kub'un güvenilir bir ravi olduğunu ve
bu hadisi Hakim'in de Müstedrek'inde rivayet ettiğini, senedi ci-hetiyle asla şüphe

T3591

edilemeyecek sahih bir hadis olduğunu ortaya koymuştur. " J 1

144-145. Nefel (Gazilere Ganimet Hissesinden Fazla Olarak Verilen Mükafat)

2737. ...îbn Abbas'dan demiştir ki:
Bedir (savaşı) günü Rasûlullah (s. a.):

"Kim (savaşta) şöyle şöyle yaparsa, ona ganimet hissesinden fazla olarak, şu kadar
mükafat var." buyurdu. Bunun üzerine gençler, ileri atıldılar, ihtiyarlar da bayraklara
sarılıp onlardan ayrılmadılar. Allah, onlara fethi nasib edince, ihtiyarlar; (gençlere
hitaben; bu savaşta) "Biz size yardımcı olduk, eğer siz bozguna uğrasaydmız (sizleri
bayrakların altında bekleyen) bize dönecektiniz. Binaenaleyh (biz eliboş) kalırken
sizler ganemitler (in hepsin) i, alıp götürmeyin" dedi (1er).

Gençlerse "Rasûlullah (s. a.) ganimetleri bize va'detti" diyerek (onların bu teklifini)
kabul etmediler.

Bunun üzerine Allah, "Sana savaş ganimetlerinden sorarlar. (ayetini) "...
Nitekim hak uğruna (savaşa gitmek için)) Rabbin seni evinden çıkardığı zaman,

mü'mirilerden birtakımı bundan hoşlanmıyorlardı..."^^ ayet-i kerimesine kadar
indirdi. (İbn Abbas bunları anlatırken şöyle) diyor (du); "Bu (savaşa çıkmak) Bedir
mücahidleri için çok daha hayırlı oldu . Ganimetlerin gençlerle ihtiyarlar arasında eşit
olarak paylaştırılması da aynı şekilde (hayırlı oldu). Öyleyse (bu anlattığım hususlarda
şimdi) siz de bana uyun. Çünkü ben bu (ganimetlerin paylaştırılması) işi (ni) sizden

daha iyi bilirim. "^^1



Açıklama



Kafirlerden ele geçen mallar hakkında üç tabir kullanılır:

1. Nefel: Gazilere, ganimet hissesinden fazla olarak verilen mükafatlar. Bu kelime
mutlak olarak kullanıldığı zaman ganimet anlamına gelir.

2. Ganimet: Kafirlerden harp yoluyla ele geçirilen mallar için kullanılir. Çünkü nefl
kelimesi ziyade anlamında kullanılır. Ganimetler, bizden önceki ümmetlere haram
olduğu haelde, bize helal kılındığı için "nefl" ismini almıştır.

3. Fey': Kafirlerden savaşsız olarak ele geçirilen mallardır.

Bu hadis-i şerifle, ganimetlerin Allah'a ve Rasûlüne ait olduğu, onu paylaştırma işinin
de Allah tarafından Hz Peygambere havale edildiği, Allah ve Rasûlünün dışında hiçbir
kimsenin, ganimetlerin taksimi hususunda herhangi bir söz söyleme yetkisi olmadığı
ifade edilmektedir.

Metinde geçen "... Ganimetler, Allah'ın ve Rasûlünündür. " — ^ ayet-i kerimesinin
mensuh olup olmadığı konusunda ulema ihtilaf etmiştir.

Ulemanın büyük çoğunluğuna göre; bu ayet-i kerime ganimetlerin hükmünü icmali
olarak açıklayan muhkem bir ayettir ve "...Bilin ki ganimet (olarak) aldığınız şeylerin
beştebiri, Allah'a, Rasûlüne ve (Allah'ın rasulü ile) akrabalığı bulunan (lar)a,

yetimlere, yoksullara ve yolcu(lar)a aittir. Allah her şeye kadirdir. ayet-i



kerimesi bu ayeti açıklamak üzere gelmiştir.

Bazılarına göre ise; sözkonusu ayet-i kerime mealini sunduğumuz En-fal suresinin 41.
ayet-i kerimesiyle neshedilmiştir. Ulema, devlet başkanının veya devlet yetkilisinin
mücahidlerden bazılarına hisselerinin dışında gani-

metmallarmdan bağışta bulunmasını caiz görmekle beraber,bunun zamanı hususunda
ihtilafa düşmüşlerdir.

Ulemanın büyük çoğunluğuna göre, devlet yetkilisinin humus ayrılmadan önce,
gazilerden bazılarına hisselerinin dışında ganimet mallarından bir mikdarmı bağış
olarak vermesi caizdir. Delilleri ise; "Kim bir kafiri öldürürse ona şu kadar mükafaat
vardır. Kim bir kafiri esir ederse ona da şu kadar mükafat vardır." mealindeki 2738
numaralı hadis-i şeriftir.

İmam Malik'e göre, nefel; caiz ve mekruh olmak üzere iki kısma ayrılır: Caiz olan
nefel; savaş sona erdikten sonra verilen nefeldir. İmam Malik (r.a.)'in bu mevzudaki
delili 2717 numaları hadis-i şeriftir.

Caiz olan nefel; savaş sona erdikten sonra verilen nefeldir. İmam-ı Malik (r.a.)'in bu
mevzudaki delili 2717 numaralı hadis-i şeriftir.

Mekruh olan nefel; savaştan önce kumandanın, savaşta şöyle hareket edene şu kadar
mükafaat var, diye vaadde bulunması neticesinde verilen nefeldir. Çünkü böyle bir
mükafaata nail olmak için yapılan bir savaş dünyalık için yapılmış olur. Nitekim
Rasûl-i zişan Efendimiz, savaşın Allah yolunda yapılıp yapılmadığını tesbit etmenin
ölçüsünü verirken "Allah kelimeşini yükseltmek için savaşan kimse Allah

yolundadır." Buyurmuştur. Ayrıca ulema, nefelin ganimet mallarından mı, yoksa
ganimet mallarından humus çıkarıldıktan sonra geriye kalan kısımdan mı veya
humustan mı, yoksa humusun beşte birinden mi? verileceğinde de ihtilafa
düşmüşlerdir.

İmam Şafiî'nin bu husustaki üç görüşünden en sahih olanına göre nefel, humusun
beşte birinden, İmam Malik'e göre humustan, İmam Ahmed'e göre ise; humus
çıkarıldıktan sonra ganimetin geriye kalanından verilir. Ancak İmam Şafiî ile İmam
Ahmed'in seleb hakkında görüşleri, buradaki görüşlerinden farklıdır. Bu iki mezheb
imamına göre seleb, ganimetlerdendir, dolayısıyla, seleb, daha humus ayrılmadan
önce mevcud ganimetin tümünden verilir. İmam Malik ile Hanefilere göre; nefel ile
selebin taksimleri arasında bir fark yoktur. Hanefilere göre eğer, kumandan nefeli
mevcud ganimetin tümünden değil de humus çıktıktan sonra, geriye kalan ganimetten
vereceğini vadederse, nefeli bu kayda uyarak verir. Böyle bir şart koşma-mışsa;
mevcut ganimetin tümünden verir.

Hanefi mezhebinin nefel hakkındaki görüşleri Durrü'l-Muhtar isimli eserde şöyle
özetlenmiştir. "Hükümdarın, savaş zamanında mücahidleri harbe tergib ve teşvik için

tenfıli (nefel vereceğini vadetmesi) menduptur. " ^ ^ Bu ibare er-Reddü'l -Muhtar
isimli eserde şöyle açıklanıyor: Kuduri sahibi, ten-fil harp devam ederken caizdir, harp
bittikten sonra hükümdarın tenfılde bulunması caiz değildir, demiştir. Bazı fukaha
hükümdarın dar-ı harpte olduğu müddetçe, tenfilde bulunması caizdir, demiştir.
Bunların sözünü Peygamber Efendimizin, Huneyn muharebesi bittikten sonra "her
kim bir kafiri öldürürse, eşyası öldürenin olacaktır" hadis-i şerifleri teyid etmektedir.
Ben derim ki; Bu söz şüphe götürür. Çünkü Peygamber efendimiz bu hadis-i
şeriflerini, müslümanlar hezimete uğradıklarında onları tekrar savaşa teşvik etmek için



buyurmuşlardır. " J 1

2738. ...İbn Abbas'dan demiştir ki: Rasûlullah (s. a) Bedir (savaşı) günü:
"Kim bir kafir öldürürse ona şu kadar (mükafat) vardır. Kim de bir kafiri esir ederse
ona şu kadar (miikafaat) vardır." buyurmuştur. (Daha) sonra (Hz. İbn Abbas bir önceki
hadisin) bir benzerini rivayet etti. (Ancak bir önceki) Halid'in hadisi (bundan) daha da

uzundur.



Açıklama

Siyer-i Kebir'de, açıklandığına göre Bedir (savaşı) günü Hz.Peygamberin
münadilerinden bir münadi ortaya çıkıp "kim bir kafiri öldürürse, Selebi öldürenindir.
Kim de bir kafir esir ederse bu esir onun olacaktır." diye haykırmıştır. Nihayet savaş
sona erdikten sonra Ebû Cehrin selebini, onu öldüren kimse almış ve ganimetler de
eşit olarak paylaşılmıştır. O gün herkes öldürdüğü kafirin selebini almıştır. Asım b.
Ömer b. Katade'den rivayet olunduğuna göre; o gün el-Velid b. Ukbe'nin Selebini Ali
(r.a.), Utbe'nin selebini Hamza (r.a.), Şeybe'nin Selebini de Ubeyde b'. el-Haris hak
etmiş iken savaşta aldığı yara sonucu Medine'ye varmadan yarı yolda vefat ettiğinden

bu selep onun varislerine intikal etmiştir.



2739. ...Şu (bir önceki) hadisi (yine bir önceki) senediyle Davûd da rivayet etti.
(Davud'un bu rivayetine göre Hz. İbn Abbas şöyle) demişti:

Rasûlullah (s. a.) (ele geçirilen) ganimetleri (yaşlı mücahidlerle genç mücahidler
arasında) eşit olarak paylaştırdı. Halid'in(2736 nolu)hadi-si (bu hadisden) daha

tafsilatlıdır. [^0]



Açıklama



Daha önce tercümesini sunduğumuz 2736 numaralı hadis-i şerifte, Bedir savaşı
sonunda elde edilen ganimetler, taksim edilmeden önce, ileri atılarak bu ganimetleri
ele geçiren genç mücahidlerle, ordunun bayraklarını taşıyan ve bu sebeple de ileriye
atılıp ganimet toplama imkanı bulamayan yaşlı mücahidler, arasında ihtilaf çıktığı ve
neticede bu mevzuu ile ilgili, ayet-i kerimelerin nazil olmasıyla Rasûl-i Zişan
Efendimizin ganimetleri, harbe iştirak eden tüm mücahidler arasında, yaş farkı gö-
zetmeden eşit olarak dağıttığı ifade edilmişti. Mevzuumuzu teşkil eden bu hadis-i
şerifte, yine aynı mevzu ile ilgilidir ve yine İbn Abbas (r.a.) den rivayet olunmuştur.
Bezlü'l-Mechûd, yazarının açıklamasına göre "Esasen, Bedir savaşında ganimetlerin
taksimi hususunda anlaşmazlığa düşen üç grup vardı:

Birinci gurup, bozguna uğrayan düşmanı takibe koyulanlardı. Bunlar düşmanı daha da
perişan duruma getirerek tam bir hezimete uğratmak ve tekrar toplanmalarına fırsat
vermemek için, düşmanın peşinden gittiklerinden, ganimet toplamaya fırsat
bulamadıkları gibi, bunu akıllarından bile geçilmemişlerdi.
İkinci grup , düşman bozguna uğrar uğramaz ganimet toplamaya koyulanlardı.
Üçüncü grup, da Hz. Peygamberi, düşmanın herhangi bir saldırı ve ihanetinden
korumak için, onun etrafından ayrılmayanlardı.



Neticede ikinci grubu teşkil edenler, bütün harp ganimetlerini ele geçirince, bu
ganimetlerin kendilerinin olması gerektiğini iddia ederek bunları diğer mücahidlerle
paylaşmaya razı olmadılar. Bunun üzerine "Sana savaş ganimetlerinden sorarlar, de ki:

[371]

"Ganimetler Allah'ın ve Rasûlünün-dür... ayet-i kerimesi indi de Hz. Peygamber

ganimetleri Bedir Harbine iştirak eden tüm mücahidler arasında eşit olarak taksim

etti."I2221



2740. ... (Mus'abb. Sa'd'm) Babasından (rivayet olunmuştur ki:)
Bedir (savaşı) günü, peygamber sallallahü aleyhi ve selleme, bir kılıç getirdim ve "Ey
Allah'ın Rasûlü, bugün Allah, düşman (la savaşmak) dan kalbime bir şifa verdi.
Binaenaleyh şu kılıcı bana ver." dedim. "Bu kılıç benim de değildir. Senin de değil."
buyurdu. Bende "Bugün bu kılıç (bugünkü) benim başıma gelenler, kendisinin başına
gelmeyen bir kişiye verilecektir." diyerk (oradan uzaklaşıp) gittim.
Ben (böyle düşünüp durur) iken yanıma (Rasûlullah'm göndermiş olduğu) bir elçi
çıkageldi ve (Rasûlullah seni çağırıyor) "Haydi emrine icabet et" dedi. Ben de (Biraz
önceki) sözümle ilgili olarak, bir ayet indiğini zannetim. Ve derhal (Hz. Peygamberin
huzuruna) geldim. Bunun üzerine Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem bana "Sen
(biraz önce) bu kılıcı benden iste(miş)tin. (O zaman) bu kılıç ne be-nimdi ne de
senindi, (şimdi ise)Allah onu bana verdi (Ben de sana veriyorum) Binaenaleyh şimdi o
senindir." buyurdu. Sonra da Sana savaş ganimetlerinden sorarlar, de ki: Ganimetler

[3731 [374]
Allah'ın ve Rasûlü-nündiir... 1 (ayetini) sonuna kadar okudu.

[375]

Ebû Dâvûd der ki: Ibn Mes'ud bu âyeti şeklinde okudu.- 1 1



Açıklama



Bu hadis-i şerif, ganimet malından, kimseye bir şey vermenin helal olamayacağına
delalet ediyorsa da Kadı lyaz:

"İhtimal bu hadis, ganimet ayeti inmezden ve ganimet helal kılınmazdan önce varid
olmuştur. Doğrusu da budur. Hadis buna delalet ediyor. Zira hadisin tamamında
peygamber sallallahü aleyhi ye sellemin ayet indikten sonra Hz. Sa'd'a:
"Al kılıcını! Sen onu istediğin vakit o ne benimdi ne senin. Şimdi Allah onu bana

verdi, ben de sana veriyorum.'* buyurduğu rivayet olunmuştur." Diyor. Bu
mevzuda fazla tafsilat için 2740 numaralı hadisin şerhine de bakılabilir.
Konumuzla ilgili bu hadiste sözkonusu edilen Hz. İbn Mes'ud'un kıraati cumhurun
kıraatından iki cihetten farklıdır:

a) Cumhur ulemanın; enfal şeklinde çoğul olarak okuduğu kelimeyi İbn Mes'ud tekil
olarak "nefl" şeklinde okumuştur.

b) Cumhurun kıraatinde enfal kelimesinden önce harf-i cerri bulunduğu halde, İbn
Mes'ûd'un kıraatinde A harf-i cerri yoktur.

Bu farklı iki kıraat tarzı, ayete iki ayrı mana vermeyi gerektirir.

Cumhur'un okuyuşuna göre âyete "Sana ganimetlerin hükmünü soruyorlar." şeklinde
mana vermek gerekirken, İbn Mes'ûd'un kıraati Halk senden ganimet istiyor" şeklinde
mana vermeyi gerektirir.

Müslim'in rivayetinde ise; mevzumuzu teşkil eden bu hadis, şu manaya gelen lafızlarla



rivayet edilmiştir. "Babam (ganimetin) beşte bir (in) den bir kılıç aldı. Ve onu

peygamber (s.a.)'e getirerek bunu bana hibe et dedi. Fakat o razı olmadı. Bunun

üzerine Allah (Azze ve Celle): "Sana enfalin hükmünü soruyorlar. De ki: Enfâl Allah

T3771 T37R1
ve Rasûlüne aittir..' ayet-i kerimesini indirdi. Müslim'in bu rivayetinde bir

kapalılık vardır. Çünkü Müslim'in bu rivayetinde "beşte bir" anlamına gelen "humus"

kelimesi, bulunmaktadır. Oysa humusun hükmü ile ilgili olarak inen"... Bilin ki

ganimet aldığınız şeylerin beşte biri Allah'a, rasûlüne ve (Allah'ın rasûlü ile) akraba-

lığı bulunan (lar)a, yetimlere, yoksullara ve yolcu (lar)a aittir... " J 1 mealindeki ayet-

i kerime, Bedir savaşından epey bir zaman sonra inmiştir. Hatta bu sebeple ulemadan
bazıları, Enfal suresinin bu 41. ayet-i kerimesinin, yine Enfal suresinin 1. ayetini
neshettiğini söylemişlerdir. Müslim'in, Bedir savaşı ganimetleriyle ilgili bu
rivayetinde humustan bahsedilmesi izahı güç bir hususdur.

Bu hadis-i şerifte bulunan izahı güç meselelerden biri de, Bedir savaşında, daha
ganimetlerin ve dolayısıyla selebin hükmüyle ilgili bir ayet inmemişken, Rasûl-i Zişan
Efendimizin gazileri harbe teşvik için, "Kim bir kafiri öldürürse selebi öldürene

olur."- 1 1 ve buyurduğu halde, Sa-id b. el-As'ı öldüren ve onun kılıcını hakkeden

Sa'd b. Ebi Vakkas hazretlerini bu kılıcı almaktan menetmesidir.
Herhalde, buna şöyle cevap vermek mümkündür: Bilindiği gibi eski ümmetlere harp
ganimetlerini yemek haramdı. Onlar, ganimetleri yakarlardı. Ateşin ganimetleri
yakmasıganimetlerin Allah tarafından kabulünün alameti sayılırdı. Hz. Peygamber,
İslâm dininin kolaylık dini olduğunu bildiği için, Allah'ın birgün bu ümmete
ganimetlerden faydalanmayı helal kılacağını ümid ediyordu. Ayrıca, Allahü Teâlâ'nın
indirmiş olduğu "Allah yolunda savaş. Sen yalnız kendinden sorumlusun! İnananları

da (savaşa) teşvik et..."^^ "Ey Peygamber, mül m inler i savaşa teşvik et..."^^
gibi ayetleri de, mü'minleri savaşa teşvik etmeyi emrediyordu. Hz. Peygamber, bu
ayetlerin tavsiyesine uyarak ve ele geçen ganimetlerin de helal kılınacağını ümid
ederek "Kim bir kafiri öldürürse selebi onun olacaktır inşaallah" anlamındaki sözlerle,
onlan harbe teşvik etti. Bir taraftan da ganimetlerin helal kılındığını haber veren bir
ayetin inmesini de dört gözle bekliyodu. Sa'd b. Ebî Vakkas hazretleri öldürmüş
olduğu Said b. el-As'm kılıcını istediği sırada, henüz bu mevzuyu açıklığa kavuşturan
bir ayet-i kerime gelmemişti. Fakat birz sonra Al-lahu Teâlâ "... Ganimetler Allah'ın

ve Rasûlünündür...' tJ 1 ayet-i kerimesini indirip ganimetlerin taksimini Rasûlünün

takdir ve arzusuna bıraktığını açıklayınca, hemen Hz. Sa'd b. Ebi Vakkas'm isteğini

hatırlayıp derhal o kılıcı, kendisine teslim ederek onun arzusunu yerine getirdi.
145. Ordu İçerisinden Gönderilen Seriyye Birliklerine Nefel Verilmesi
2741. ...İbn Ömer'den demiştir ki:

Rasûlullah, (s. a.) bizi bir askeri birlik içerisinde (seriyye olarak) Necid taraflarına
göndermişti. Seriyye ordudan ayrıldı (yaptığımız baskın sonunda bizim) seriyyenin
(fertlerinin herbirinin) hisseleri onikişer deve idi. (Rasûlullah sallallahü aleyhi ve
sellem) seriyye askerleri ne nefel olarak birer deve daha verdi de onların hisseleri on

üçer (deve) oldu.^^



Açıklama



Seriyye; dörtyüze kadar olan askerî bir bölüktür. "Seriyye" lafzı geceleyin yuruyuş

demek olan seradan alınmıştır. Necd; Hicazın Irak tarafına düşen kısmıdır.
Rivayete göre; Hz. Abdullah b. Ömer'in de iştirak ettiği bu seriyye, on kişiden
ibaretmiş. Ganimet olarak 150 deve almışlar. Bunlardan otuz tanesini Peygamber (s.a.)
almış. Kalan 120 deveyi, on kişi aralarında taksim etmişler. Kendilerine Peygamber
(s.a.) tarafından birer deve de nefel olarak verilmiş. Ulemadan bazıları oniki devenin
bütün gazilere verilen yekûn olduğunu söylemişlerse de Nevevî bunun hata olduğunu
ifade etmiştir. Çünkü Ebû Davud'un bazı rivayetlerinde, oniki devenin bir gaziye
isabet ettiği açıklanmıştır.

Rivayetlerin birinde oniki, yahut onbir denilerek şek edimiştir. İbn Ab-dilberr'in
beyanına göre, *el Muvatta' ravilerinden Velid b. Müslim'den başkası onuşekk'li
rivayet etmişlerdir. Nafı'in diğer ravileri ise "on ikişer" diye seksiz söylemişlerdir.
Bazı rivayetlerde: Nefel verildi" denirken bir rivayette de "Rasûlullah sallallahü aleyhi
vesellem nefel olarak verdi" deniliyor. Bunların arası şöyle bulunur: Seriyye
kumandanı arkadaşlarına nefeli taksim etmiş; paygamber sallallahü aleyhi ve sellem
de buna cevaz ve izin vermiştir. Bu suretle bu işin ikisine de nisbeti sahih olmuştur.
r3871

Hafız İbn Hacer'in beyanına göre, bu hadiste seriyyeye iştirak eden askerlere onikisi
ganimet olarak bir de nefel olarak verildiği ifade edilen on üç devenin tümünün
seriyye kumandanı tarafından mı Hz. Peygamber tarafından mı yoksa bu develerden
bir kısmının ganimet veya nefel olarak Hz. Peygamber tarafından, diğer bir kısmını da
seriyye kumandanı tarafından mı verildiği hususunda, ganimet olarak verilenlerin de
Hz. Peygamber tarafından mı, verildiği hususunda gelen rivayetler oldukça farklıdır,
îbn îshak'm rivayetinde, nefel olarak verilen develerin, seriyye kumandanı tarafından,
ganimet olarak verilenlerin de Hz. Peygamber tarafından, verildiği açıkça ifade
edilmektedir. el-Leys'in rivayetinin zahirinden anlaşılan manaya göre ise; tüm
develerin seriyye kumandanı tarafından verildiği Hz. Peygamberin de seriyye

T3881

kumandanının bu taksimini tasvib ettiği anlaşılmaktadır. 1 1 el-Leys'in bu rivayeti,

bu mevzudaki farklı rivayetlerin arasını telif etmektedir. Rivayetten anlaşılıyor ki,
aslında bu taksimi yapan seriyye kumandanıdır. Hz. Peygamber de bu taksimi geçerli
kılmıştır. Netice itibariyle» bu mevzudaki rivayetlerin hepsi doğrudur." İbn Hacer'in
sözleri burada sona erdi.

Ayrıca şurasını da ifade etmek isteriz ki; siyer ulemasını verdikleri bilgilere göre;
sözkonusu seriyyenin bu baskında ellerine ikiyüz deve ile ikibin koyun geçmişti. îbn
Abdil-Berr'in bildirdiğine göre; bu seriyye Necid taraflarına gönderilmeden önce,
îslâm ordusunda bulunan askerlerin sayısı dört bin kişi idi. Askerlerin içinden seriyye
birliği olarak ayrılan askerler ise, on-beş kişiden ibaretti. Bu durumda seriyyenin ele
geçirdiği, İkiyüz devenin dört-bin asker arasında bölüştürülüp, her birinin nasibine,
onikişer deve düşmesi imkansız görülmektedir. Ancak bu meseleyi şu şekilde
açıklamak mümkündür: Sözü geçen ikiyüz deve ile ikibin koyun sadece seriyyenin ele
geçirdiği ganimetlerdir. Seriyye Necid taraflarına gittikten sonra îslâm ordusu da bazı
ganimetler elde etmiştir. İşte, bu iki ganimet birleştirilince, ordunun fertlerinden



herbirine onikişer deve düşmesi ve fazladan seriyye fertlerine bir deve daha verilmiş
olması, son derece mümkündür. Bu te'vil seriyyenin elde ettiği develerin tüm ordu
arasında dağıtıldığını ifade eden bazı rivayetler içindir. Fakat seriyyenin elde ettiği
ganimetlerin sadece seriyye fertleri arasında dağıtıldığı, sahih ve muteber rivayetler

esas alınacak olursa o zaman bu tevile de lüzum yoktur.



Bazı Hükümler



1. Seriyye göndermek müstehabdır.

2. Ordunun herhangi bir kısmı, görevli olarak ordudan ayrılacak olursa ordunun elde
ettiği ganimete, görevli olarak ayrılan birlik de ortak olur. Ancak harple hiçbir ilgisi
olmaksızın, harp sahası dışında, oturan kimselerin bu ganimette bir hakları yoktur. Bu
şekilde ordudan ayrılan bir seriyyenin elde ettiği ganimetlerde de onları bekleyenin
diğer ordu fertlerinin hakkı vardır. Ganimetler seriyye birliğiyle diğer ordu birlikleri

arasmda bölüştürülür.^

2742. ...Velid b. Müslim demiştir ki:

Ben (Abdullah) îbn el-Mubarek'e şu (bir önceki) hadisten bahsettim ve (bunu) "bize
aynı şekilde îbn Ebî Ferve'de Nafı'den rivayet etti" dedim de (Bana) "Senin (Şuayb b.
Ebî Hamza ve îbn Ebî Ferve diye) ismini zikrettiğin kimseler (adalet ve zapt
yönünden) Malik b. Enes'e uymaz" (1ar) şeklinde veya buna benzer şekilde bir cevap

verdi.



Açıklama

Bu hadis-i şerifte, bu hadisin ravilerinden îbn Ebî Ferve ile bir önceki hadisin ravisi
Şuayb b. Ebî Hamza'nm adalet ve zapt yönlerinden, Malik b. Enes'e denk
olamadıkları, ifade edilmekte ve her ne kadar îbn Ebî Ferbe ile Şuayb'm hadisleri
birbirini teyid etse de, aslında Malik b. Enes'in rivayet ettiği hadisin daha sağlam ve
muteber olduğuna işaret edilmektedir. Bilindiği gibi, tbn Ebî Ferve ile Şuayb'm rivayet
ettikleri hadis-i şerifte, önce savaş için bir ordu gönderildiği, sonra da bu ordu
içerisinde bir grubun da Neeid taraftarlarına gönderildiği neticede ise ele geçen
ganimetlerden ordu ve seriyye fertlerin herbirine ganimet olarak onikişer deve
düştüğü, taksim sonunda, seriyye fertlerinin her birine de oni-kisi ganimet, biri de
nefel olmak üzerfe, onüç deve düştüğü ifade edilmektedir.

Malik b. Enes'den rivayet edilen hadis-i şerifte; savaşmak üzere gönderilen bir askerî
birlikten ve bir seriyyeden bahsedilmekle beraber gönderilen bu seriyyenin, sözü
geçen askeri birlik içerisinden ayrılıp gittiğinden söz edilmemektedir. Sadece bir
seriyye gönderildiğinden ve ganimet mallarında bu seriyye fertlerinin eline geçen

T3921

miktardan bahsedilmektedir o kadar. J 1

Bir Önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi, Malik b. Enes hadisi, diğerlerine
tercih edildiği takdirde "Seriyyenin ganimet olarak ele geçirdiği ikiyüz devenin dört
bin kişilik ordu fertleri arasında dağıtılıp her birine oni-ki deve düşmesi nasıl mümkün

T3931

olur?" diye bir müşkil ve bu müşkili halletmek için bazı te'villere ihtiyaç kalmaz.- 1 1



2743. ...İbn Ömer'den; demiştir ki:

Rasûlullah (s. a.) Necid'e bir seriyye gönderdi. Bu seriyye ile ben de (yola) çıktım.
Derken (ganimet olarak) birçok deve ele geçirdik. Kumandanımız nefel olarak
içimizden her askere birer deve verdi. Sonra Rasûlullah (s.a.)'e geldik, ganimetlerimizi
aramızda paylaştırdı da bizden her bir kişiye humus (çıktık)tan sonra (paylaştırılan bu
ganimetten) onikişer deve düştü. Rasûlullah (s. a.) bize vermiş olduğu şeylerden dolayı
kumandanımızı hesaba çekmedi. Yaptığı bu işten dolayı onu ayıplamadı. Neticede
(seriyyeye katılmış olan) her adamın (kumandandan almış olduğu) ganimetiyle birlikte

(toplam) onüç devesi oldu.^^

2144. ...Abdullah b. Ömer'den; demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) içerisinde Abdulah b.
Ömer'in de bulunduğu bir seriyyeyi Necid taraflarına göndermiş ganimet olarak birçok
deve ele geçirmişler. Kumandanlarının bu develeri paylaştırması neticesinde paylarına
düşen (ganimet mikdarı) oniki deve olmuş kendilerine birer deve de nefel olarak
verilmiş.

(Bu rivayete) İbn Mevhib (şu cümleyi de) ilave etmiştir: Rasûlullah (s. a.) (huzuruna

T3951

vardığımız zaman, kumandanımızın yapmış olduğu) bu taksimi değiştirmedi.

2745. ...Abdullah b. Abbas'dan; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.)bir seriyye ile beraber
bizi (düşman üzerine akın yapmak üzere) göndermişti. (Ganimetlerden ele geçen)
paylarımız oniki deveye ulaştı. Bize nefel olarak birer deve de Rasûlullah (s.a.) verdi.
Ebû Dâvûd der ki: Bürd b. Sinan da (bu hadisi) aynen Ubeydul-lah hadisi gibi (yani
mevzumuzu teşkil eden hadis gibi) Nafı'den rivayet etmiştir. Bu hadisi Eyyub'da aynı
şekilde Nafı'den rivayet etmiştir. Ancak (farklı olarak) Eyyub Peygamber (s.a.)'i hiç

anmaksızm "bize nefel olarak birer deve verildi." dedi/~^^

2746. ...İbn Ömer'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) (düşman üzerine baskın yapmak
üzere) gönderdiği seriyyeler içerisinden bazı kimselere ordunun genel olarak hissesine
düşen payın dışında özel olarak nefel verirdi. (İbn Ömer dedi ki): Ancak (ganimet payı
ile nefelin) her ikisinin de (verilmesinden önce) humus (un ganimetlerden çıkarılması)

gerekir.



Açıklama



Bilindiği gibi "nefel" gazilere ganimet hissesinden fazla olarak verilen mükafattır.
Humus: Yoksullara, muhtaçlara ve yolculara verilmek üzere ganimetten ayrılan beşte
bir mikdardır. Bu husus Elimize geçen ganimetin beşte biri Allah'a, Peygambere, onun

T3981

akrabalarına öksüzlere, yoksulara ve yolculara aittir.' ayet-i kerimesine

dayanmaktadır.

2741 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi Mekke'nin fethinden önce
hicretin sekizinci senesinde Şaban ayında, Ebû Katade başkanlığında Necid
taraftarlarına baskına giden bu akıncı birliğine dağıtılan ganimet malları ile nefel
olarak verilen mükafatların hepsinin seri yy e kumandanı Hz. Ebû Katade tarafından



mı yoksa Hz. Peygamber tarafından mı veya birinin kumandan tarafından da diğerinin
Hz. Peygamber tarafından mı verildiği hususundaki rivayetler oldukça farklıdırlar.
Nitekim tercümesini sunduğumuz ve mevzuumuzu teşkil eden 2745 ve 2746 numaralı
hadislerde ganimetlerin kimin bölüştürdüğünden hiç bahsedilmeyip, sadece Hz.
Peygamberin nefel olarak verdiği mükafattan bahsedilirken, 2743 numaralı hadis-i
şerifte de nefelin kumandan tarafından ganimetlerin de Hz. Peygamber tarafından
dağıtıldığı ve seriyyeye iştirak eden askerlerden herbirinin eline toplam olarak onüç
deve düştüğü ifade edilmektedir. Bir başka ifadeyle rivayetler arasındaki ihtilafları bu
hadis-i şeriflerde de görmek mümkündür. Ancak konumuzu teşkil eden 2744 numaralı
hadis-i şerif rivayetler arasındaki ayrılıkları uzlaştıracak niteliktedir.
Bu hadis-i şerifte ganimetlerin ve nefel olarak verilen mükafatların aslında seriyye
kumandanı tarafından dağıtıldığı ve Hz. Peygamberin de onun bu uygulamasını tasdik
ve takrir ettiği ifade edilmektedir. Bu ifade gerek ganimetlerin gerekse nefellerin hem
seriyye kumandanının hem de Hz. Peygamberin eliyle dağıtıldığı anlamına gelir ki, bu
mevzudaki rivayetlerin hepsim de uygun düşer.

Ayrıca bu hadisler, sözkonusu seriyyenin elde ettiği ganimetlerin tüm ordu mensupları
arasında değil sadece seriyyeye katılan onbeş kişilik askerler arasında dağıtıldığını
ifade etmektedirler. Bu durum, bazı rivayetlerin kafalarda doğurmuş olduğu "Acaba
bu seriyyenin elde ettiği 200 deve 4000 kişilik ordu mensubu arasında dağıtıldığı
halde nasıl olup ta herbirine oniki-şer deve düşüyor?" şeklindeki sorulan kafalardan
sildiği gibi bu sorulara cevap aramaya da ihtiyaç bırakmıyor.

Ayrıca 2746 numaralı hadis-i şerifte ganimetler dağıtılmadan önce ganimetlerde
bulunan Allah'ın ve peygamberin hakkı olan beşte bir (humus) un ganimetlerdan
çıkarıp ayrılması icabettiği ifade ediliyor.

Avnu'l-Ma'bûd yazan el-Azimabadî'nin açıklamasına göre ganimetlerden öncelikle
humus ayrılır sonra harpte fevkalade yararlılıklar gösterecek olanlara vadedilmiş olan
nefel ayrılır. Daha sonra da kalan ganimetler usulüne göre gaziler arasında
paylaştırılır. Mezhep imamlarının bu mevzudaki görüşlerini 2737 numaralı hadis-i

şerifin şerhinde açıkladığımızdan burada bu kadarla yetiniyoruz J"^^
2747. ...İbn Ömer'den demiştir ki;

Rasûlullah (s. a.) Bedir (savaşı) günü üçyüz onbeş (kişi) ile (savaşa) çıkmış ve;
"Ey Allahım bu askerler kendilerini taşıyacak bir binekten yoksundur. Onları sen taşı,
çıplaktırlar, onları sen giydir, açtırlar, sen doyur." diye dua etmiş. Neticede Allah
Bedir günü kendisine fetih nasi-betmiş (fetihden sonra harbe iştirak eden askerler)
öyle bir değişikliğe uğramışlar ki onlardan herbiri mutlaka bir ya da iki deveyle

elbiseli ve karınları tok olarak (Medine'ye) dönmüşlerdir.
Açıklama

Metinde geçenHufâtünkelimesi sözlükte yalınayak, ayakkabısız olarak yürüyen
kimseler, anlamına geldiği gibi binecek bir hayvanı veya vasıtası olmayan kimseler
anlamına da gelir. Metne ikinci mana daha uygun düştüğü için biz de tercümemizde
bu ikinci manayı tercih ettik. Ayrıca bu hadis-i şerifte sözkonusu edilen Bedir savaşı
hicretin ikinci yılı Ramazan ayının onyedisinde cuma günü (Miladi Mart 624)
vukubulan ikinci Bedir savaşıdır. Buna "Büyük Bedir" de denir. Harbi kısaca şu



şekilde özetlemek mümkündür: Hz. Peygamber Mekke'li müşriklerin ticaret
kervanlarının geliş ve gidişlerini engellemek için tedbirler alıyor, bunun için komşu
kabilelerle ittifaklar yapıyordu.

Yine Hz. Peygamber Suriye'den dönmekte olan böyle bir kervanı üç-yüzü aşkın bir
kuvvetle zabdetmek istemişti. Bunu haber alan kervan reisi Ebû Süfyân yolunu
değiştirerek Mekke'den yardım istedi. Mekkeliler bin kişilik silahlı kuvveti kervanın
yardımına gönderdiler. Bunlar kervanın Mekke'ye kaçıp kurtulduğunu öğrenmekle
beraber yollarına devam edip Bedir'e kadar geldiler. Daha önce Mekkeli müşriklerin
hareketini öğrenen Hz. Peygamber ashabıyla müşavereden sonra kervanı takibetmeyip
savaşmaya karar verdi. Bunun üzerine İslam kuvvetleri Bedir'e gelmiş ve Hz.
Peygamber harekat için en uygun yeri seçerek müşriklerin su ile de alakalarını
kesmişti. Yine Hz. Peygamber îslam ordusunun savaş nizamını geceden tesbit etmişti.
O gece Hz. Peygamber Allah'a şöyle dua etmişti: "Yarabbi! Bana va-dediğin yardımı
bugün lütfet. Yarabbi bu İslam cemaati bugün telef olursa yeryüzünde sana ibadet
edecek kimse kalmayacaktır."

Ayrıca Hz. Peygamber mevzumuzu teşkil eden hadiste ifade edildiği şekilde de
Allah'a yalvarıp dua ve niyazda bulunmuştur.

Nitekim bu savaşta melekler müslümanlara yardım etmişlerdi. Savaşta düşman ağır bir

yenilgiye uğradı. Yetmiş ölü ve bir o kadar da esir bırakarak kaçtılar.

Bu hadisin "Ordu içerisinden gönderilen seriyye birliklerine nefel verilmesi" anlamına

gelen ve mevzuumuzu teşkil eden babla ilgisini şöyle açıklayabiliriz:

Bu hadis-i şerifte Bedir savaşma katılan mücahidlerin savaşa piyade olarak gittikleri

halde dönerken düşmandan ele geçirdikleri ganimetten aldıkları hisseleri sayesinde

kimisinin bir, kimisinin de iki deveyle döndükleri ifade

edilmektedir.

Oysa harbe piyade olarak katılan askerlerin ganimetten eşit miktarda hisse almaları
icabederdi. Burada kimisinin bir deve kimisinin de iki deveyle döndüğü ifade
edildiğine göre, iki deve ile dönenlerin devenin birini ganimet hissesi olarak, ikinci
deveyi de nefel olarak aldıkları ve bu kimselerin de seriyye birliklerine katılmak gibi
yiğitlik gösteren müstesna kişiler olduğu ortaya çıkar.

İşte bu hadisin bab başlığı ile ilgisi burası olması gerekir.

146. Humusun Nefelden Önce (Ganimetlerden)Avrılması Gerekir Diyenlerin
Delillerini Teşkil Eden Hadisler

2748. ...Habib b. Meslem el-Fihrî'den, denilmiştir ki: Rasûlullah (s. a.) Humus (denilen
beşte bir hisseyi ganimetlerden ayırdık) tan sonra (kalanın) üçte biri (ni) nefel olarak

(müeahidlere) verirdi.
Açıklama

Bu hadis-i şerife iki türlü mana vermek mümkündür:

1. Rasûlullah (s. a.) seriyye birliklerine "Elde edilen ganimetlerden humus denilen
beşte bir hiseyi ayırdıktan sonra kalanın üçte-b irin i de size mükafat olarak
vereceğim" diye va'dederdi. Sonra bu va'dine uyarak önce ganimetlerden beşte bir
hisseyi ayırırdı. Kalanının üçte birini de va'dde bulunduğu seriyye birliğine nefel



olarak dağıtırdı. Kalanı da tüm müeahidlere bölüştürürdü. Hanefi ulemasına göre Hz.
Peygamber ancak vereceği nefeli bu şekilde kayıtladığı zaman bu şartlara uyardı. Aksi
takdirde nefeli humusu ayırmadan önce vermekte sakınca görmezdi.
2. Rasûlullah (s. a.) savaştan sonra ganimet olarak elde bulunan mallardan öncelikle
humus denilen beşte bir hisseyi ayırırdı, sonra geriye kalan ganimetlerin üçte birini de
(kahramanlıklarıyla dikkatleri çeken kimselere) nefel olarak verirdi. Kalanı da
mücahidler arasında bölüştürürdü. Hadis ulemasından Hattâbî: "Bu hadisten nefelin
humus ayrılmadan önce de ayrıldıktan sonra da verilebileceği anlaşılmaktadır"
demiştir.

Fıkıh âlimlerinin nefelle İlgili görüşlerini 1337 numaralı hadis-i şerifin şerhinde
açıklamış olduğumuzdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.



Bazı Hükümler



1. Savaşta mücahidleri harbe teşvik için mükafat va'detmek mustehabdır.

2. Ganimetlerin taksiminde esas olan; önce ganimetlerden humus denilen beşte bir
hisse ayrılır. Kalanın üçte biri harpte kahramanlıklarıyla dikkatleri çeken yiğitlere
nefel olarak verilebilir.

3. Ganimetlerin üçte birine kadar olan kısmı nefel olarak verilebilir. Ancak ganimet
mallarının nefel olarak verilebilecek miktarı ulema arasında ihtilaflıdır.

Ulamedan Mekhûl ile Evzâî'ye göre ganimetlerin üçte birinden fazlası nefel olarak
verilemez. İmam Şafiî'ye göre ise nefel için bir sınır yoktur. Devlet reisi ganimetten
istediği kadarını nefel olarak verebilir. Bunun takdiri devlet başkanının içtihadına

bırakılmıştır.

2749. ...Habib tbn Mesleme'den demiştir ki

Rasûlullah (s. a.) (bir seriyyeyi savaşa gönderirken) Humus (denilen beşte bir hisseyi
ganimetlerden çıkardık) tan sonra (kalanın) dörtte birini nefel olarak vereceğini
va'dederdi. (Seriyye savaştan) dönerken (bir nefel vadetmek isterse o zaman da)
Humus (denilen beşte bir hisseyi ganimet mallarından çıkardık) tan sonra (kalanın)

üçte biri(ni nefel olarak vereceğini va'dederdi).
Açıklama

Hz. Peygamber; ordu içerisinden bazı kimselerden bir seriyye birliği ttşkil ederek
düşman üzerine gönderirken, onlara ganimet paylarının dışında bir de nefel vereceğini
vadettiğinde mevcut ganimetlerden Allah'ın ve Rasûlünün hakkı olan beşte bir hisse
çıkarıldıktan sonra kalanın dörtte birini nefel olarak vereceğini va'dederdi. Fakat
savaştan dönerken gösterilecek yeni bîr yiğitlik için bir nefel vadederse humus
ayrıldıktan sonra kalan ganimetlerin üçte birini nefel (bağış) olarak vereceğini va'-
dederdi.

Hz. Peygamberin savaşa çıkan gazilere ganimet mallarından Allah'ın ve Rasûlünün
beşte bir hissesi çıkarıldıktan sonra kalan ganimetin dörtte birini va'detttiği halde
harpten dönerken düşmana ikinci defa galebe çalması halinde, beşte bir hisse
çıkarıldıktan sonra kalan ganimetin üçte birini vermeyi va'detmesinin hikmetini İbnü'l-



münzir şöyle açıklıyor: Çünkü harbe girerken askerlerin hayvanları kuvvetli,
harpten sonra ise daha yorgun ve zayıftırlar. Askerlerin kendi durumları da böyledir.
Bu bakımdan mücahid-ler bir an önce, çoktandır kendilerinden uzak kaldıkları,
ailelerine kavuşmak isterler. Bu sebeple dönüşte kendilerine daha fazla vermeyi
va'detmiş-tir. Hattabi, İbnü'l-Münzir'in yukarıdaki sözlerini naklettikten sonra şu gö-
rüşlere yer veriyor:

"Bu söz vazih (açık) değildir. Çünkü hadisdeki dönüş tabirinin yurtlarına dönüş
manasına geldiği kanaatini uyandırıyor. Halbuki hadisin manası bu değildir. Hadisteki
sefere çıkmak sözüyle kastedilen bir müfrezenin gaza için sefere çıkmasıdır. Bunlar
düşmandan bir gruba üstünlük sağlarlarsa aldıkları ganimetten dörttebiri kendilerine
verilir. Geriye kalan kısmına da tüm ordu iştirak eder. O savaştan kendi birliklerine
dönerlerken düşmanı ikinci defa daha yenilgiye uğratacak olurlarsa bu defa aldıkları
ganimetten kendilerine üçte bir verilir. Zira düşman daha dikkatli ve uyanık olduğu
için harpten sonra tekrar hezimete uğratmak daha güç olur." Hattâbî'nin bu görüşü da-
ha çok kabul görmüştür. Hanefi ulemasına göre Hz. Peygamber seriyye mensuplarına
"ganimetlerden beşte bir hisseyi ayırdıktan sonra kalan ganimet mallarının dörtte birini
veya üçtebirinî size nefel olarak vereceğim" diye şart koştuğu için onların nefelini
ganimetlerden beşte bir hisseyi çıkardıktan sonra vermiştir. Eğer devlet reisi bu
durumda olan askerlere "Size nefelinizi beşte bir hisseyi ayırdıktan sonra ganimet
mallarının kalanından şu kadarını vereceğim" diye bir şart koşmazsa onların
nefellerini ganimet mallarından beşte bir hisseyi çıkarmadan önce verebilir. Nitekim
Hattâbî bunun da caiz olacağını söylemiştir. Hanefılerin meşhur kitabı Hidaye
Haşiyesinde açıklandığına göre İmam-ı Ahmed "Ganimetler ele geçmeden önce
va'dedilen nefelin ganimetlerden beştebir hisse ayrıldıktan sonra ganimet mallarının
kalanından verilir. Fakat ganimetler ele geçtikten sonra vadedilen nefeller sadece
ganimet mallarından ayrılan humustan (beşte bir hisseden) verilebilir." demiştir. İmam
Malik ile İmam Şafiî'ye göre ise nefeller hiçbir zaman ganimetlerden verilemezler.
Ancak ganimetlerden ayrılan beşte bir hisseden verilirler. Hatta îmam-ı Şafiî'ye göre
nefeller bu beştebir hissenin beşte birinden verilir. Bu sebeple İbn Raslan metinde
geçen "üçtebir" kelimesini "beş-tebirin, beştebirinin üçtebiri" şeklinde te'vil ettiği gibi
"dörttebir" kelimesini de" beşte birinin beşte bHnin dörtte biri" şeklinde te'vil etmiş-
lerdir.^^



2750. ...Mekhûl (şöyle) diyor: Ben Mısır'da Huzeyl oğullarından bir kadının
kölesiydim. Beni hürriyetime kavuşturdu. Öyle zannediyorum ki, ben Mısır'da ilimden
ne varsa hepsini alarak çıktım. Sonra Hicaza geldim. Orada da ilimden ne varsa
hepsini aldım da öyle çıktım. Sonra Irak'a vardım. Irak'ta bulunan ilmi de toplayıp
çıktım. Sonra Şam'a geldim. Şam (halkm)ı iyice inceledim ve hepsine nefel sordum.
Bana nefel hakkında bilgi verecek kimse bulamadım. Nihayet Ziyad b. Cariye et-
Temimî denilen bir ihtiyarla karşılaştım. Kendisine hiç nefel hakkında birşey (1er)
duydun mu? diye sordum. O da -evet Habib b. Mesleme el-Fihrî'yi "Ben Peygamber
(s.a.)'in (harbe) başlarken (ganimetin) dörtte biri (ni) dönüşte de üçte biri (ni) verdiğini

gördüm..." derken işittim, cevabını verdi.



Açıklama



Metinde Bed'e ve Rac'a kelimeleri hakkında Hattâbî şunlan söylüyor: "Bede "savaş
yolculuğunun başlangıcı demektir. Ordu savaş için yola çıktığı zaman içlerinden bir
müfreze, kumandanın emriyle ordudan ayrılarak düşman kuvvetlerine saldırıp bir
ganimet elde edecek olursa bunun dörtte biri müfrezeye ait olurdu. Geriye kalan kısım
ise müfrezeyi teşkil eden askerlerle diğer ordu birlikleri ortak olurdu. Savaştan sonra
eğer bu müfreze, kumandanın emriyle tekrar düşmana sal-rır da ikinci defa bir
ganimet elde ederse üçte biri müfrezeye ait olup geri kalan kısım da müfreze fertleri
ile geride bekleyen ordu mensupları arasında ortak olarak paylaşılırdı. İlk elde edilen
ganimetlerden dörtte biri müfreze fertlerine verilirken ikinci ganimetlerin müfreze
birliklerine daha fazlasının verilmesinin hikmeti; düşman üzerine ikinci defa saldırıya
geçmenin ve onları ansızın yakalamanın birinciye nisbetle daha zor oluşudur."
Fıkıh âlimlerinin bu meseleyle ilgili görüşlerini bir önceki hadis-i şerifin şerhinde

açıklamış olduğumuzdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.

147. Seriyye (Baskından) Ele Geçirdiği Ganimetleri Orduya Gönderir

2751. ...Abdullah b. Amr b. As'dan rivayet olunmuştur ki: Ra-sülullah (s.a.)
"Müslümanların kanları (kıymetçe) birbirlerine eşittir. Müslümanların (sayıca)en azı
(bile) onların zimmetleri uğrunda koşar. Müslümantarm en uzak olanı (dahi) onlar
adına eman verebilir. Müslümanlar kendilerinin dışındaki kimselere karşı bir el
(hükmünde) dirler. Onların kuvvetli olanı (elde ettiği ganimetleri ortaklaşa bölüşmek
üzere) zayıf olana, gönderir. Seriyye olarak (düşman üzerine) giden(ler) de (ele
geçirdikleri ganimetleri beraberce paylaşmak üzere, cephede kendilerini bekleyip)
oturanlarına gönderirler. Bir mü'min, bir kafir karşılığında, öldürülemez. Ahdinde
(sadık) olan bir zimmi de bir (harbi) kafir karşılığında öldürülemez" buyurdu. îbn

îshak Kısası ve (kanlardaki) eşitliği rivayet etmedi.
Açıklama

Zimmet sözlükte, eman, zaman ve ahd manalarını ifade eder. Ahdi bozmak,
zemmi mucib olduğu için ahde "zimmet " denilmiştir. Çoğulu "zimem" dir.
İslâm zimmetini , ahd ve eman sahibi olan gayri müslimlere ehl-i zimmet denir.
Bunların erkeklerinden her birine zimmî kadınlarından her birine de zımmiye denilir.
[410]

Metinde geçen "müslümanlarm kanı biri birleri ne eşittir." cümlesinden maksat;
kanları dökülen müslümanlarm diyetleri ve kısasları hususunda birinin diğerinden
farkı yoktur. Bir kabilenin öldürülen en şerefli kimsenin kısası ve diyeti ne ise
cemiyette itibarı en az olan bir kimsenin kısası ve diyeti de odur. Ayrıca öldüren
kimse şerefli de olsa kendisine kısas cezası uygulanır. Cemiyetin en zayıf bir ferdi de
olsa katili kısas cezasına çarptırılır. İslam gelmeden önce; cahiliye dönemi arapları
kısası sadece zayıflara uygulayıp, itibarlı kişileri bağışlarlardı. Ayrıca bazan öldürülen
şerefli kişilerin karşılığında, karşı kabilelerden birden fazla sayıda insan öldürülerdi.
İslâmiyet gelince insanlar arasındaki bu adaletsiziği kaldırdı ve kan ci-hetiyle hiçbir
kimsenin diğerinden farkı olmadığını ilan etti.

Yine metinde geçen "Müslümanların en aşağısı" sözü burada "sayıca en aşağısı" yani



"en azı" anlamında kullanılmıştır ki, müslümanlarm "tek bir tanesi" demektir. Bu
kelimeyi "müslümanlarm en aşağısı olan bir köle" şeklinde anlamak doğru değildir.

Metindeki kelimesine "Müslüman askerlerin derece itibarıyla en aşağısı olan,
efendisinin harbe girmesine izin verdiği köle, diye mana verilmişse de Hattâbî'ye göre
bu kelime "müslümanlarm, İslam diyarından en uzak olanları" anlamında
kullanılmıştır. Hattâbî'nin verdiği bu manaya göre bu kelimenin geçtiği cümleyi şöyle
anlamak, gerekir. "Savaş alanında bulunduğu için İslam ülkesinden uzak ve kafirlere
yakmolan bir kimse bile bir kafire eman verecek olsa onun bu emanı geçerlidir. Hiçbir
müslümanm bu emanı (emniyete nâiliyyet, hakkında düşmana verilen söz veya işareti)
bozmaya hakkı yoktur."

Ancak yine Hattâbî'nin beyanına göre bir müslümanm diğer müslüman-lar adına
vermeye yetkili olduğu eman sınırlıdır. Bu emanı sadece kafirlerin bazılarına verebilir.
Kafirlerin tümü için böyle bir eman veremez. Kafirlerin tümüne birden eman verme
yetkisi sadece devlet reisine aittir. Hanefi ulemasından el-Kasânı'nin el-Bedayî isimli
eserinde bildirdiğine göre müslümanm eman verme yetkisine sahip olabilmesi için akıl
ve baliğ olması gerekir. Delinin ve çocuğun verdiği eman geçerli değildir. Genel
olarak ilim adamlarının görüşü budur. Ancak İmam Muhammed'e göre buluğ şart
değildir. İslamı idrak eden mürahik bir çocuk da eman verebilir. Eman verecek bir
kimsede aranacak şartlardan biri de islamdır. Müslümanların safında çarşıpan bir-
kafırin vereceği eman geçerli değildir.

Ancak Şafiî âlimlerinden Hafız İbn Hacer'in beyanına göre, el-Evzâî; "müslümanlar
safında kafirlere karşı çarpışan bir zımminin verdiği emanm geçerli sayılıp
sayılmaması devlet başkanının kararma bağlıdır. Devlet başkanı, isterse bu emanı
geçerli kılar, isterse iptal eder.*' demiştir.

Verilen bir emanm geçerli sayılabilmesi için, bu emanı veren kimsenin hür olması şart
değildir. Efendisi tarafından harbe katılmasına izin verilmiş olan bir kölenin verdiği
emanm geçerli olmasında icma vardır. Fakat efendisinin harbe girmekten men ettiği
bir kölenin verdiği emanm geçerli sayılıp sayılmaması ulema arasında ihtilaflıdır. Ebû
Hanife (r.a.) ile Ebû Yusuf (r,a.)e göre bu durumda olan bir kölenin verdiği eman
sahih değildir. İmam Muhammed (r.a.) ile İmam Şafii (r.a.) e göre ise bu eman
sahihdir. İmam Muhammed (r.a) ile İmam Şafii (r.a.) in bu mevzudaki delilleri
mevzumuzu teşkil eden hadiste geçen cümlesidir. Sözü geçen bu iki İmama göre
hadiste geçen kelimesi "onların en aşağısı"anlamma gelir ki bundan maksat
müslümanlarm köleleridir. Binaenaleyh, müslümanlarm kölelerinden herbirinin
verdiği eman geçerlidir. Bu hususta kendisine harbe girmesi için izin verilen köleyle
verilmeyen köle arasında bir fark yoktur. Eman da zimmet gibi bir ahd olduğundan her
kölenin verdiği eman geçerlidir.

Ebû Hanife ile Ebû Yusuf a göre metinde geçen sözkonusu cümle efendisinin harbe
girmeye izin vermediği kölelere şamil değildir. Çünkü bu cümledeki edna kelimesi
birisi aşağılık, horluk, diğeri de yakınlık olmak üzere iki manaya gelir. Curada bu
kelimeye aşağılık ve horluk manası vermek mümkün değildir. Çünkü mü'minlerin
hiçbirisi hor, hakir görülemez. Nitekim hadisin müslümanlarm kanları (kıymetçe)
biribirlerine eşittir" anlamındaki ilk cümlesi de edna kelimesine hor ve hakir manası
vermeye engeldir. Bu bakımdan bu kelime burada "yakın" anlamında kullanılmıştır ki
"düşmana en yakın olan, yani kendisine harbe katılması için izin verilen ve bizzat



savaşan köle manasına gelmektedir. Harbe girmesine izin verilmeyen kölenin verdiği
eman geçerli değildir.

Ancak Hafız İbn Hacer âlimlerin büyük çoğunluğuna göre her kölenin verdiği eman
geçerli olduğunu, bu hususta savaşa katılan bir köleyle katılmayan bir köle arasında
bir fark olmadığını söylemiştir. Yine metinde geçen "Müslümanlar kendilerinin
dışındakilere karşı bîr el (hükmünde) dirler." cümlesi adeta bir nevi kendinden önce
geçen cümlelerin bir açıklaması hükmündedir. "Müslümanların birinin verdiği emanı
hepsi kabul eder. Birine yapılan bir saldırıyı hepsi kendine yapılmş kabul eder. Bir
anda hepsi sıkılmış bir yumruk haline gelirler/* anlamındadır.

"Müslümanların kuvvetli olanlarının ganimetleri zayıf olana göndermesi demek gerek
vücut, gerekse mali cihetiyle daha kuvvetli olan askerlerle toprakları, ganimetleri
kendilerinden daha zayıf olan müslüman askerlere bölüşmeleri, demektir. Gerçekten
savaşta müslüman askerlerin toplamış oldukları ganimetler bir yerde toplanır, sonra
tüm askerler arasmdada usulüne göre paylaştırılır. Aynı şekilde seriyye olarak
gönderilen askerler de ele geçirdikleri ganimetleri kendilerini cephede beklemekte
olan tüm müslüman askerlerle paylaşırlar. Metinde geçen "seriyye olarak (düşman
üzerine) giden(ler) de (ele geçirdikleri ganimetleri beraberce paylaşmak üzere cephede
kendilerini bekleyip) oturanlarına gönderirler." anlamındaki cümleden kasdedilen de
budur. Rey taraftarlarına göre metinde geçen kelimesi ..." cümlesindeki "müminûn"
kelimesi üzerine atfedilmiş-tir. Bir başka ifadeyle bu cümlenin aslı = hiçbir mü'min
ve ahdinde duran bir zimmi kafir karşılığında öldürülemez." şeklindedir. Bu bakımdan
İmam Ebû Hanife'ye göre her ne kadar harbi bir kafir karşılığında bir mü'min kısas
olarak öldürülemezse de bir zimmi karşılığında bir mü'min öldürülebilir. Çünkü
hadiste mü'minle zimmi arasında bir ayırım yapılmamış, kafirin karşısında birlikte
zikredilmişlerdir. Ancak imam Şafiî ile İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed (r.a.)e
göre bir mü'min kafir karşılığında öldürülemediği gibi ahdinde duran bir zımmî
karşılığında da öldürülemez. Çünkü kelimesiyle cümlesi arasında bir ilgi yoktur. İkisi
de müstakil iki ayrı cümledir. Bu ikinci cümle atıf olarak değil, ancak birinci
cümleden sonra kafalarda doğacak olan "acaba zımmilerin kanını dökmek helal
midir?" sorusuna Haramdır cevabını vermek ve her ne kadar bir zımmî karşılığında bir
mü'min (kısas olarak) öldürülemezse de meşru bir sebep olmaksızın zimmilerin kanını

[4121

dökmenin de haram olduğunu açıklamak üzere gelmiştir. J 1

2752. ...Seleme'den (şöyle) dediği rivayet edilmiştir: Abdurrahman b. Uyeyne
Rasûlullah (s.a.)in develerine baskın yapıp, çobanını öldürmüş ve yanındaki
süverilerle o develeri sürüp gitmişti. Bunun üzerine ben yüzümü Medine'ye doğru
çevirdim sonra üç defa "yetişin" diye feryad ettim ve onları takibe koyulup (onlara ok)
atmaya ve onları yaralamaya başladım. (Onlardan) Bir atlı (beni öldürmek için) geriye
dönecek olursa bir ağacın dibine oturuyor (ve onlara ok atıyor) dum. Nihayet Allah'ın
yaratmış olduğu develerden Peygamber (s. a.) e ait ne varsa onu (müşriklerin elinden
kurtarıp) arkama almıştım. Otuzdan fazla mızrak ve otuz (kadar) elbise bıraktılar,
hafiflemek istiyolardı. Sonra Uyeyne onlara yardımcı olarak geldi ve (onlara benim
hakkımda) "Sizden bir grup onun yanma var (ip onunla anlaş) sm" dedi. Bunun
üzerine onlardan dört kişi bana doğru gelmeye ve dağa tırmanmaya başladılar (onların
bana yaklaşmasıyla sesimi) kendilerine işittir (ebilecek bir duruma gel) ince "Beni
tanıyor musunuz?" diye seslendim. Onlar da: "Sen kimsin?" dediler (Ben de): "Ben el-



Ekvâ'nm oğluyum,Muhammed (s. a.) in yüzünü şereflendiren zata yemin olsun ki;
sizden beni (yakalamak) isteyip de yakalayacak bir adam olmadığı gibi (içinizde) ben
(yakalamak) isteyince elimden kurtulabilecek (bir kimse) de yoktur." diye cevap
verdim (Onlarla konuşmaya) devam ettim. Nihayet Rasûlullah (s.a.)'m süvarilerini
ağaçların arasına girerlerken gördüm, onların başı(nda) el-Ahram ül Ese-di (var idi) ve
Abdurrahman b. Uyeyne'nin üzerine varıyordu. Abdur-rahman b. Uyeyne'de onun
üzerine çullandı. Karşılıklı vuruştular, der: ken el-Ahram Abdurrahmanı (n atını)
yaraladı. Abdurrahman da el-Ahram'ı şehid etti ve onun atma geçti. Bu esnada Ebû
Katâde de Ab-durrahman'm karşısına çıktı. Karşılıklı olarak vuruşmaya başladılar.
Derken (Abdurrahman) Ebu Katade' (nin atı) nı yaraladı. Ebû Kata-de de onu öldürdü
ve el- Ahram'm atma geçti. Sonra ben, onları kovduğum suyun başında bulunan
Rasûlullah (s.a.) in yanma geldim. (Bu su) zü kared (denilen su idi) Bir de ne göreyim
Peygamber (s.a) beş-yüz kişi ile birlikte (orada bekliyor. O gün Rasûlullah) bana hem

süvari hem de yaya hissesi verdi. L- ^



Açıklama



Zûkarad Sam vom üzerinde Medine ile Hayber arasında Medine'ye bir beridlik (oniki
millik) uzaklıkta bir sudur. Sel dağına sekiz mildir. Sık ağaçlı bir yerdir. İşte bu sudan,
ismini alan Zalükarad gazvesi aynı zamanda Gazvetü'l-Gâbe adıyla da anılır. Bu
mevzuda siyer kitaplarında şöyle söylenmektedir: "Vakıdî, İbn Sa'd, îbn Kayyim ve
daha başkalan bu gazayı Gâbe gazası diye andıkları gibi tbn İshak Ahmed b. Han-bel,
Buhârî, Belâzurî, Taberî ve daha başkaları da Zûkarad gazası diye an-mışlardır. Hz.
Peygamberin sağmal develerinin ğabe'de yağmalanıp, çobanın orada şehid edilmiş
olması, Seleme b. Ekva ile ona yetişen tslam süvarilerinin öâbe'den itibaren
baskıncıların ardına düşerek onlarla çarpışa çarpışa Zûkarad'a kadar ilerlemiş
bulunmaları, bu gazanın Gâbe gazası olarak anılmasına tslam karargahının Zûkarad' de
kurulmuş olması da ayrıca Zûkarad diye adlandırılmasına yol açmış olabilir.
Gazanın sebebi; peygamberimizin Gâbe (orman) yaylımında yayılmakta bulunan
sağmal ve doğurmaları yaklaşmış yirmi devesini, Uyeyne b. Hısn el-Fezari'nin

Gatafan ve Fezarilerden kırk atlı salarak baskıp yaptırıp sürdürmesi ve Ebû Zerr el-

[414]

Gıfarî*nin oğlunu da $ehid ettirmesidir.- 1 1

Bu savaşın ne zaman yapıldığı hangi tarihte vukubulduğu meselesi ihtilaflıdır.
Buhârî'nin rivayetine göre bu savaş Hayber savaşından üçgün önce vuku bulmuştur.
Delili ise Seleme b. Ekva'nm "Biz bu savaştan döndükten sonra Medine'de ancak üç
gün kaldık, üç gün sonra Hayber savaşma çıktık.*' sözüdür. Siyer uleması ise bu
savaşın hicretin altıncı yılında vuku bulduğu noktasında birleşmektedirler.
Metinde geçen Ya sabâhahü (ey sabahım) sözü arapçada baskına uğrayan kimselerin
yardıma çağırmak için kullandıkları bir tabirdir. Genellikle baskınlar sabaha doğru
yapıldığı için baskına uğrayan kimselerin bu tabirle başkalarını yardıma çağırması
Araplar arasında adet olmuştur. Bu şekilde feryad eden bir kimse sanki "Düşman
sabahleyin etrafımızı çevirdi yetişin" diye haykırmış ve başkalarını yardıma çağırmış
olur.

Her ne kadar siyer kitaplarında bu olayda yağma edilen develerin yirmi kadar olduğu
ve Hz. Seleme'nin bunlardan sadece on kadannı düşmanın elinden kurtardığı ifade
edilirse de metinde geçen "Nihayet Allah'ın yaratmış olduğu develerden peygamber



(s.a.)'e ait ne arsa onu (müşriklerin elinden kurtarıp) arkama almıştım." sözü, Hz.
Seleme'nin bu develerin tümünü düşman elinden kurtardığını ifade etmektedir.
Bu savaş hadis ve siyer kitaplarında çok ayrıntılı ve çok uzunca anlatıldığından
okuyucularımıza oralara bakmalarım tavsiye ederiz.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadisin, "Serİyye, baskından ele geçirdiği ganimetleri
orduya gönderir." anlamındaki bab başlığımızla ilgisi şöyledir "Hz. Seleme
müşriklerden ele geçirdiği elbise, zırh gibi ganimetleri olduğu gibi cephede kendisini
bekleyen İslam ordusuna göndermiş, Hz. Peygamber de ona bu ganimetlerden bir
piyade hissesi vermiştir." Ancak Hz. Peygamber onun bu savaşta özel bir başarısı ve
yiğitliği görüldüğü için ayrıca kendisine nefel olarak bir de süvari hissesi vermiştir.
İşte bu hadisle bab başlığı arasındaki ilgi budur. 2737 ve 2738 numaralı hadislerin
şerhinde de açıkladığımız gibi nefel humusdan yahut da humusun beşte birinden
verilir. Ganimet payı ise humus çıkarıldıktan sonra, geriye kalan ganimet mallarından
verilir. Bu duruma göre; Hz. Peygamberin, Hz. Seleme'ye nefel olarak verdiği bir
süvari hissesi kadar olan mükafatı humustan veya humusun beşte birinden ganimet
payı olarak verdiği bir piyade hissesi kadar olan payı da humus çıkarıldıktan sonra

geriye kalan ganimet mallarından vermiş olabileceği kolayca anlaşılır.

148. Altın, Gümüş Ve (Harp Ülkesine Girince Daha Düşmanla Savaşmadan
Önce) İlk (Ele Geçen) Ganimetlerden Nefel Vermenin Hükmü

2753. ...Ebû'l-Cüveyriyet'ü Cermi'den demiştir ki Muaviye'nin emirliği zamanında
Rum ülkesinde, içirde dinarlar bulunan bir küpe rastlamıştım. Başımızda da
Peygamber (s.a.)'in sahabilerinden Süleym oğullarından Ma'n b. Yezid adında bir
adam vardı. Dinarları ona getirdim (O da bunları) müslümanlar arasında paylaştırdı.
Onlardan birine verdiği kadar bu dinarlardan bana da verdi. Sonra da "Eğer ben
Rasûlullah (s.a.)ı "Nefel ancak humustan sonradır" derken işitmiş olmasaydım sana
(nefel de) verirdim." dedi ve (kendi) payını bana vermeye kalktı. (Fakat) ben kabul

etmedim.
Açıklama

Altın ile gümüşten ve daha düşman ülkesinde savaş başlamadan önce harpsiz
düşmandan ele geçirilen mallardan nefel vermenin caiz olup olmadığı; ulema
arasında ihtilaflıdır.

Musannif Ebû Dâvûd bu mevzuya dair özel bir bab açmıştır. Bu mevzuda Hanefi
fıkhının meşhur kitaplarından olan Siyer-i Kebir şerhinde şöyle deniyor: "Eğer devlet
reisi (veya temsilcisi) - Kim kafir bir askeri öldürürse onun şahsi eşyası öldürenin
olacaktır.- diye harbe teşvik eder de bunun üzerine bir mücahid bir düşman askerini
öldürecek olursa; öldürülen askerin altın veya gümüş tüm şahsi malları öldüren
mücahidin olur. Ancak Şam halkı altınla gümüş mallardan nefel verilemeyeceğini
nefelin ancak; yiyecek, giyecek, altın ve gümüşün dışındaki mallardan verilebileceğini
söylemişlerdir.

Musannif Ebû Dâvûd mevzumuzun bab başlığında bulunan "min evvel-il-mağnem"
tabiriyle islam askerlerinin harp ülkesine girdiği sırada savaştan önce harpsiz olarak
ele geçirdikleri mallan kasdetmiş olması ihtimali kuvvetlidir. Bezlü'l-Mechûd



sahibinin görüşü de budur. Bu durum Musannif Ebû Davud'un devlet reisi veya
temsilcisinin ganimet malları içinde bulunan altın ve gümüşten nefel veremeyeceği
gibi savaştan önce harp ülkesinde düşmandan ele geçirilen mallardan da nefel
veremeyeceği görüşünde olduğu ihtimalini ortaya koymaktadır.

Esasen bu görüş imam Evzâî'nin görüşüdür. Bu bakımdan Musannif Ebu Davud
aslında kendisi bu görüşte olmadığı halde sadece imam Evzai'-nin görüşüne işaret
etmek istediği için bu görüşe temas etmiş de olabilir. Hafız İbn Hacer'in de açıkladığı
gibi îmam Evzai'nin bu görüşü cumhur'un (ulemanın büyük çoğunluğunun) bu
mevzudaki görüşüne aykırıdır. Mevzumu-zu teşkil eden bu hadisin zahirinden
anlaşıldığına göre Hz. Peygamberin sa-habilerinden olan Man b. Yezid'in, Ebû
Cüveyriye'nin Rum diyarında ele geçirdiği ganimetlerden kendisine nefel
vermeyişinin sebebi bu malların altın veya gümüş oluşu değil, henüz bunlardan
humusun ayrılmamış olmasıdır. Çünkü Ma'n b. Yezid Hz. Peygamberi humus
ayrılmadıkça ganimet mallarından; nefel verilemez" derken işitmiştir. Nitekim 2748-
2749 numaralı hadis-i şeriflerde de ifade edildiği üzere nefel; ganimetlerden humus
ayrıldıktan sonra, kalan ganimet mallarından verilir. Hadisin zahirinden anlaşılan
mana bu olmakla beraber, Hz. Ebu'İ Cüveyriye'ye nefel verilmeyişinin sebebini; bu
malların savaşsız olarak ele geçmesi nedeniyle fey hükmüne girmiş olmalarına
bağlamak da mümkündür. Çünkü fey savaşsız ele geçirilen ganimet demektir ve
feyden nefel verilemez. Kadı Iyaz'm da ifade ettiği gibi Şafii ulemasından bazı
Sarihler Hz. Ma'n, nefelin humus ayrıldıktan sonra kalan ganimetlerden
verilebileceğine ve verilecek mikdann sadece devlet reisinin takdirine bırakılmış
olduğuna inanıyordu. Kendisi kumandan olunca bu düşünceden hareket ederek Hz.
Ebû Cüveyriye'ye bu mallardan nefel vermedi." demişlerdir. Bazıları da "Bu hadis
yanlış rivayet edilmiştir. Hadisin aslı -humustan sonra nefel yoktur- yanı ganimetler
İslam ülkesine taşındıktan ve ganimetler içerisinden Allah Rasûlünün hakkı olan
humusu ayırmak ica-bettikten sonra artık nefel va'detmek yoktur anlamına gelen -la

[417]

nefele ba'delhumusu-şeklindedir." demişlerdir. J 1 el-Muvaffık'm açıklamasına göre;

eğer bir kimse küfür diyarında define bulur da bunu kendi başına eline geçirmeye
gücü yetecek olursa bu define İslam ülkesinde bulunan definelerin hükmüne girer.
Dolayısıyla bu definenin beşte birini devlet alır, kalanı da bulan kimsenin olur. Eğer
bu defineyi islam askerlerinin yardımı ile ele geçirecek olursa; o zaman bu define
ganimet hükmüne girer, Ganimet taksimi esaslarına göre taksim edilir. İmam Malik ile
el-Evzâî bu görüştedirler. İmam Şafiî'ye göre ise; bu define kafirlerin ölü arazisinde
bulunmuşsa, İslam ülkesinde bulunan definelerin hükmüne tabi olur. Hanefi ulemasına
göre ise, bu define ganimet hükmündedir. Gaziler arasında taksim edilir. Delilleri,
mevzuumuzu teşkil eden hadis-i şeriftir. "Altın ile gümüşten ve düşman ülkesine
girince savaşsız olarak ele geçirilen mallardan da nefel verilebilir" diyen Cumhur
ulemanın delilini teşkil eden bu hadisin senedinde Asım b. Küleyb vardır. Ali b. el-
Medenfye göre, bu ravinin yalnız başına rivayet ettiği hadisler delil olma niteliğinden
mahrumdurlar. Ahmed b. Hanbel, Ebû Hatim er-Râzî, Nesâî gibi hadis alimleri ise

onun rivayet ettiği hadislerde bir kusur görmemişlerdir. - ^



2754. ...(Bir Önceki hadisin) manası yine aynı senedle Asım b. Küleyb'den de (rivayet
edilmiştir)



Açıklama



Bu hadis mana itibariyle bir önceki hadisin aynısıdır. Bu bakımdan bir önceki hadis

[4201

üzerinde yapmış olduğumuz açıklama bu hadis için de geçerlidir. J 1

149. Devlet Başkanı Ele Geçen Ganimetlerin Bir Kısmını Kendisi İçin Ayırabilir

2755. ...Amr b. Absete dedi ki; Rasûlüllah (s. a) ganimet olarak ele geçen develere
doğru bize namaz kıldırmıştı. Selam verince, devenin yan tarafından bir kıl aldı. Sonra
"Bana sizin ganimetlerinizden şu kadarı bile helal değildir (Bana helal olan) sadece

[4211

humusdur. Humus da size sarfedilir." Buyurdu. J 1



Açıklama



Bu hadis-i şerif mana olarak 2694 numaralı hadiste geçmiş-ti. Ancak 2694 numaralı
hadis üzerinde yaptığımız açıklama bu hadis için geçerli değildir. Çünkü Resulü
Ekremin 2694 numaralı hadiste geçen sözleri, sadece Hevazin kabilesinden alman
ganimetlerle ilgili idi. Ve sözü geçen hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi, Hz.
Peygamber Hevazin kabilesinden alman ganimetlerdeki haklarından sadece humus
hakkını almış, peygamber olarak alabileceği safıyy hakkı ile bir mücahid olarak
alabileceği ganimet payı hakkını almaktan feregat etmişti.

Hz. Peygamberin bu hadisteki ifadesi; belli bir ganimete tahsis edilemez: Buradaki
ifade tüm ganimetlerle ilgilidir. Çünkü bu hadisin metninde geçen "sizin
ganimetlerinizden" sözü tüm ganimetlere şamildir.

Fakat bu hadisin metninden bazı kısımlar atlanmıştır. Bu hadisin Ah-med b. Hanbel'in
Müsnedindeki metnini incelediğimiz zaman, atlanan kısimlan orada görmemiz
mümkündür. Sözü geçen Müsned'de bu hadisin tamamı şu manaya gelen lafızlarla
rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (s.a).bize bir gazvede -henüz takdim edilmemiş- bir
deveye doğru namaz kıldırdı. Selam verince kalkıp (deveden) bir kıl aldı şu kıl sizin
ganimetlerinizdendir. Benim bu ganimetlerde humusun dışında sizinle beraber
alacağım paydan başka bir payım yoktur. Ancak (sizden fazla olarak bir humus
alıyorum) humus'ta size sarfedilir. Binaenaleyh yanınızda iğne-iplik (iğne-iplikten)
daha büyük veya daha küçük (ganimet namına ne varsa) getirip teslim ediniz."

buyurdu.

Buna göre, mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, Hz. Peygamberin bir mücahid
olarak, ganimetlerden diğer mücâhidler gibi bir pay alma hakkı yanında, devlet reisi
olarak da humus (beştebir pay) alma hakkı olduğu ifade edilmektedir.
Bilindiği gibi Hz. Peygamberin peygamber olarak ganimetler taksim edilmeden önce
alacağı bir pay daha vardır ki; buna "safiyy" denilir. Nitekim şu manaya gelen
lafızlarla rivayet edilen bir hadis bunu açıkça ifade etmektedir: "Siz namazı kılıp,
zekatı, ganimetlerin beştebirini ve peygamberin hakkı olan safıyyi peygambere

[4231

verirseniz, Allah'ın ve Rasûlünün ema-mnda olursunuz. Hz. Peygamberin

ganimetler dağıtılmadan önce, peygamber olarak Safiyy adıyla alacağı hisse, kendi
seçimine bırakılmıştır. Şöyle ki; ganimetler dağıtılmadan önce bir köle, ya bir cariye



[4241

veya bir at seçip alır. işte safiyy budur. J 1 Fakat mevzumuzu teşkil eden hadis-i

şerifte safiyyden bahsedilmemiş sadece bir devlet reisi olarak ganimetlerden
alabileceği humustan ve almış olduğu bu humusu (beşte bir hisseyi de) yine
müslümanla-rm ortak menfaatlerine sarf ettiğinden bahsedilmiştir,
Hanefi âlimlerine göre ise Safiyy; Hz. Peygamberin, peygamber olarak ganimetlerin
taksiminden önce onların içinden bir kılıç veya zırh ya da bir cariyeyi seçip alma
hakkıdır. Hz. Peygamberin vefatıyla humustan alacağı beşte bir hisse ve safiyy hakkı
[425]

düşmüştür.- 1 1 Dolayısıyla Hz. Peygamberin, ganimetlerden ayrılan humustan,

kendisi için aldığı beşte bir hisse de, yine ümmetine kalmıştır. Sağlığında ise
ganimetler bölüşülmeden önce "... Bilin ki ganimet aldığınız şeylerin beşte biri Allah'a
Rasulüne ve (Allah'ın Rasû-lüne) akrabalığı bulunan (1ar) a, yetimlere, yoksullara ve

yolculara aittir. Allah herşeye kadirdir. ayet-i kerimesi emrince humusu şu

şekilde beş kısma ayırırdı:

1. Hz. Peygamber için,

2. Hz. Peygamberin akrabaları için

3. (Fakir olan) öksüzler için

4. Yoksullar için

5. Yolcular için.

Ayet-i kerimede her ne kadar bir de Allah'ın hakkından bahsediliyorsa da bu, Hz.
Peygamber'in humustan alacağı beştebir paydan başka bir pay değildir. Allah ismi
aslında ayet-i kerimenin başında teberrüken zikredilmiştir. Ayrıca Allah'a bir hisse
daha ayrılması için zikredilmiş değildir.

Görülüyor ki, Hz. Peygamber sağlığında humusun tümünü kendi ihtiyaçları için
harcamamıştır. Humusun sadece beşte birini kendi ihtiyaçları için harcamış,
vefatından sonra alman ganimetlerdeki hakkı düşmüştür. Hz. Peygamberin
yakınlarının humustaki haklan, sağlığında kendisine yaptıkları hizmete bağlıydı. Bu
yüzden, hem cahilliyye döneminde hem de islamiyet geldikten sonra Hz. Peygambere
yardımda geri durmadıkları için Abdulmutta-lib oğullarına humustan pay verdiği
halde» kendisine onlardan daha yakın olan Ümeyye oğullarına vermemiştir.
Hz. Peygamberin vefatından sonra, yakınlarının ganimetlerden pay almaları, fakir
olmalarına bağlıdır. Eğer fakirlerse ganimetten pay alırlar, fakir değilseler alamazlar.
Bir başka ifadeyle, Hz. Peygamberin vefatından sonra akrabalarının humustan beştebir
hak alabilmeleri için, humustan beştebir hak alan diğer üç sınıftan birinin içine
girmeleri gerekir. Yani ya yoksul, ya öksüz vey4.yolcu olmaları gerekir. Netice olarak
Hz. Peygamberin vefatından sonra humustan üç sınıf beştebir pay alma hakkına
sahiptir. Bunlar yoksullar, yolcular, yoksul olan öksüzlerdir. Humusun geriye kalan

[4271

kısmı ise savaş malzemeleri gibi ümmetin ortak ihtiyaçlarına sarfedilir. J 1

150. Ahdi Yerine Getirmek

2756. ...İbn Ömer'den (r.a) demiştir ki: Rasûlullah (s. a) buyurdu ki; "Verdiği sözü
tutmayan bir kimse için kıyamet günü, bir bayrak dikilir (ve) bu (bayrak) falan oğlu

falanın ahdini bozması (nın alameti) dir, denilir.



Açıklama



Verdiği sözü tutmayıp onu bozan kimseyi teşhir suretiyle, onu insanlar huzurunda,
rezil ve rüsvay etmek için kıyamet gününde arkasına bir bayrak dikilir ve bir münadi;
işte bu verdiği sözü bozan kimsedir, diye yüksek sesle bağırır.

Hadis-i şerif, ahdini bozan kimseleri kıyamet gününde bekleyen bu kötü akıbeti haber
vermektedir.

Hafız İbn Hacer'in el-Fethu'l-Barî isimli eserinde yaptığı açıklamaya göre İbn Ebû
Cemre bu hadis hakkında şunları söylemiştir: Kıyamet gününde ahdini bozan kimseler
için, ahidlerini bozmaları sayısınca bayraklar dikilir. Bu kimselerin ahdi bozma işi
dünyada genellikle gizli kaldığı için Allah, onları bu suçlarını teşhir etmek suretiyle
cezalandırır. Aslında Araplar, bayrak dikme tabirini; bir işi en iyi şekilde teşhir etmek
anlamında kullanırlar. Hadiste geçen "bayrak dikilir" sözünü "o kimse en iyi bir

[4291

şekilde teşhir edilir/ 1 manasında anlamak gerekir. J 1

151. Devlet Başkanı (Savaşta Ve) Barışta Kendisine Sığınılan Bir Kalkandır

2757. ...Ebû Hureyre'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a) şöyle buluştur: "Devlet başkam
bir kalkandır, savaşa ancak onunla girilir.



Açıklama



Devlet başkanı bir kalkan gibi müslü-manları düşmanın tehlikelerinden korur. Bu
görevini hakkıyla yerine getirebilmek için icabında, bazan düşmanla sulh yapar. Bazan
da düşmana karşı savaş ilan eder veya düşmanlardan bazılarına eman verir. Bu
yetkiler, sadece devlet başkanına verilmiştir. Devlet başkanı, tebaasını ileride zuhur
edebilecek tehlikelerden korumak amacıyla, ilan ettiği harplere bizzat kendisi kuman-
danlık edebileceği gibi, bu görevi uygun göreceği başka bir kimseye de verebilir.
Binaenaleyh, bir devlet başkanının müslümanlarm istikbalini düşünerek hak, adalet ve
takva ölçüleri içerisinde harp ya da sulh ilan etmek gibi, devletler arası siyasi
kararlarına, her müslümanm uyması gerekir. Devlet başkanının bu nevi kararlarına
uyan bir müslüman, bu itaatinden dolayı ecir ve sevaba nail olacaktır.
Düşmana karşı savaş ilan etmek, düşmanla sulh yapmak, eman vermek yetkisinin
sadece devlet başkanına ait bir yetki olduğuna işaret eden bu hadisle, "Müslüman
tebeadan herhangi bir kimsenin bile eman verebileceğini" ifade eden (2751) numaralı
hadis-i şerif arasında bir çelişki bulunduğu zan-nedilmemelidir. Çünkü müslüman
tebeadan bir kimsenin, bütün müslüman-larca muteber sayılan emanı, o müslümanın
bir köy, şehir veya kale halkı gibi kafirlerden bir gruba vermiş olduğu emandır. Fakat
kafirlerin tümüyle ve bazı nesilleriyle ilgili büyük çapta eman verme hakkı ise sadece

devlet reisine aittir.



2758. ...Ebû Rafı dedi ki: Kureys (halkı) beni Rasûlullah (s.a)'e (elçi olarak) gönderdi.
Rasûlullah (s.a)'i görünce kalbime İslam (a girme arzusu) düştü. Bunun üzerine "Ey
Allah'ın Rasûlü, Allah'a yemin olsun ki ben Kureyşlilere asla bir daha dönmeyeceğim"
dedim. Rasûlullah (s. a) "Ben ahdimi bozmam ve (bana gelen) elçilere baskı yapmam.



Fakat sen (Kureyşe) geri dön. Eğer şu anda kalbine gelen (İslam'a girme arzusu orada
yine) kalbine gelecek olursa (o zaman buraya) dön gel" buyurdu. Bunun üzerine
(gerisin geriye Mekke'ye) gittim. Sonra Peygamber (s.a.)'e (tekrar) geldim ve
müslüman oldum. (Bu hadisin ravilerinden) Bekir dedi ki: (Hasen b. Ali) bana Ebû
Rafı nin (islam'a girmeden önce) kipti olduğunu bildirdi.

Ebu Davud der ki: Bu (hüküm, Hz. Peygamberin yaşadığı) zamanda (geçerli) idi. Bu

[4321

gün (için bu hüküm) uygun değildir. J 1

Açıklama

Devlet başkanına elçi olarak geldiği halde İslam ülkesinde müslümanlığı kabul eden
bir kimsenin, İslam ülkesine sığınma isteğinin kabul edilmeyip onun gerisin geriye
kendi ülkesine gönderilmesi, sadece Hz. Peygamber zamanına ait bir uygulamadır.
Hatta böyle bir uygulama sadece Hz. Peygambere ait özel bir uygulamadır.
Fakat günümüzde böyle bir uygulama geçerli ve doğru olamaz. Çünkü Hz.
Peygamber, karşısında bulunan kimselerin durumunu Allah'ın bildir-mesiyle
biliyordu. Nitekim sığınma hakkı isteyen Ebû Rafı'nin Kureyş'e döndükten sonra,
İslam'a girme arzusuyla tekrar Medine'ye geleceğinden kesinlikle emindi. Bu nedenle
onun sığınma hakkını reddederek Kureyş'e dönmesini, isterse tekrar kendisine geri
dönmesini tavsiye etti. Gerçekten de Hz. Ebû Rafi, Mekke'ye gittikten sonra bir süre
sonra Medine'ye gelerek müslüman oldu.

Eğer Hz. Peygamber, Hz. Ebû Rafi'nin sığınma isteğini kabul edip onu Mekke'ye
göndermeseydi, bu uygulama düşmanların "Muhammed, elçilere baskı yapıyor, insan
haklarını çiğniyor, inanç hürriyetine saygı duymuyor milletlerarası siyasi teamüllere
uymuyor" şeklinde aleyhte propaganda yapmalarına sebep olur ve bu yüzden de
İslamm geniş kitlelere yayılmasına büyük bir engel teşkil ederdi. Bu yüzden Hz. Fahr-
i alem, bir elçi olarak huzuruna gelen, Hz. Ebû Rafı'nin sığınma isteğini reddetmiştir.
Musannif Ebu Davud'da bu görüştedir.

İbn Teymiyye Müntekâ'l-Ahbar isimli eserinde, Hz. Ebû Rafı'nin bu sığınma
talebinin Hudeybiye musalahasmm yürürlükte olduğu zamana rastladığı için kabul
edilmediğini iddia etmişse de bu doğru değildir. Çünkü Hz. Ebû Rafi, Bedir,
savaşından önce müslüman olmuş Uhud savaşıyla ondan sonraki savaşların tümüne

katılmıştır.

152. Düşmanla Sulh Yapan Bîr Devlet Başkanının Sulh Süresi Sona Erer Ermez
Hemen Düşman Lkesine Erişmek Ve Düşmana Saldırmak Üzere, Daha Sulh
Süresi Sona Ermeden Önce) Düşmana Doğru Yola Çıkması

2759. ...Himyer (kabilesin) den olan Süleym b. Amir'den, demiştir ki:
Muaviye ile Rum (1ar) arasında bir (sulh) antlaşması vardı. (Muaviye bu antlaşma
süresi sona ermeden önce) Rumların ülkesine doğru yola çıkmıştı. Sulh (süresi) sona
erince onlarla savaşacaktı. Derken "Allahü ekber, Allahü ekber (Hayret doğrusu size)
hıyanet (etmeniz) değil (ahde) vefa" (etmeniz gerekir) diyerek, at üzerinde veya
acematı üzerinde bir adam çıkageldi. Bir de baktılar ki (bu adam) Amr b. .Absete
(imiş). Bunun üzerine Muaviye ona (birini) gönderdi (ve huzuruna çağırttı) ve
kendisine (bu meseleyi) sordu. (O da) :



Ben Rasûlullah (s.a)'ı

"Kimin herhangi bir kavimle arasında bir antlaşma varsa, süresi sona erinceye kadar
ya da karşılıklı olarak (antlaşmayı) bozduğunu onlara bildirinceye kadar bu bağı ne
(yeniden) bağlasın ne de çözsün" buyururken işittim, dedi. Bunun üzerine (Muaviye

seferden) geri döndü.
Açıklama

Metinde geçen "birzevn" acem atı demektir. Çoğulu "Berazin" gelir. Anası arap âtı,
babası acem atı olan ata Mukrif babası arap atı anası acem atı olan ata da "hecîn"
denilir.

Metinde geçen Bu bağı ne yeniden bağlasın, ne de çözsün" anlamındaki cümleden
maksat, "oradaki antlaşmayı bozmamaya son derece dikkat etsin." demektir. Bilindiği
gibi böyle bir ahdi yenilemekte hiçbir sakınca yoktur. Bu bakımdan ulema bu cümleye
"aradaki ahdi bozmaktan son derece kaçınsın" manası vermişlerdir. Yine metinde
geçen "ev yenbize ileyhim ala sevâin = Ya da karşılıklı olarak anlaşmayı bozduğunu
onlara bildirsin" cümlesiyle "Her iki tarafta aralarındaki sulh antlaşmasının
bozulduğunu bilmekte eşit olsunlar/' demek istenmiştir. Çünkü karşı tarafın haberi
olmadan, sulhu bozarak saldırıya geçme ahde riayet etmemek ve karşı tarafa ihanet et-
mektir. Nitekim Allah'tı Teâlâ "Bir kavmin (antlaşmaya) hainlik yapmasından
korkarsan, sen de (onların seninle yaptıkları antlaşmayı) aynı şekilde onlara at. Çünkü

Allah hainleri sevmez. "^^1 buyurmakla sulhun bozulduğunu karşı tarafa ilan
etmeden onlara saldırıya geçmenin hainlik olduğunu haber vermiştir.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, sulh süresi içerisinde sulh sona erince
hemen saldırıya geçmek üzere, düşman sınırına kuvvet göndermenin de ahde
vefasızlık ve hainlik olduğu ifade ediliyor. Amr b. Absete (r.a)'in bu hadis-i şeriften
çıkardığı manaya göre, sulh süresi sona erip de sulhun sona erdiğini karşı tarafa ilan
etmedikçe saldırıya geçmek veya saldırıya geçmek üzere yola çıkmak hainliktir. Bu
bakımdan sulh süresi sona erince, sulhun sona erdiğini ve savaşın başlayacağını karşı
tarafa haber verilmeli, ondan sonra eğer karşı taraf müslüman olmayı yahut da cizye
vermeyi kabul etmezse, ancak o zaman saldırıya geçmelidir. Fakat karşı tarafın bir

hıyaneti görülünce onlara ansızın saldırmakta herhangi bir sakınca yoktur.

153. Kendisiyle Antlaşma Yapılan Kimseye Karşı (Antlaşma Şartlarına) Uygun
Hareket Etmek Ve Kendisine Verilen Söz Ya Da Emana Saygı Göstermek
(Gerekir)

2760. ...Ebû Bekre Rasûlullah (s.a)'in:

"Her kim (kendisiyle) antlaşma yapan bir kimseyi (antlaşma süresi sona ermeden, yani

[4371

savaş) vakti dışında öldürürse Allah ona cenneti haram kılar. J 1 Buyurduğunu

♦ n- r4381
rivayet etti.



Açıklama



Bu hadis-i şerifte sulh süresi sona ermeden, antlaşmak bir kav-me, sulhu bozmayı
gerektiren hiç bir meşru sebep yokken saldırıya geçip onları öldüren kimseler
hakkında büyük bir tehdid vardır. Bu gibi kimseler cennete ilk önce girme saadetine
erişen, büyük günahlardan kaçan bahtiyar kimselerle birlikte cennete
giremeyeceklerdir. Ancak, işledikleri bu günahın hesabını verdikten sonra cennete

girebileceklerdir.
154. Elçiler

2761. ...Nüaym b. Mes'ûd el-Eşceî'den demiştir ki:

Ben Rasûlullah (s. a) 'i (Müseylimenin elçileri, huzurunda) Mü-seylime'nin mektubunu
okudukları zaman (Müseylime hakkında) siz ne diyorsunuz, derken işittim. (Onlar da)
"Biz de (onun bu mektupta) dediği gibi (Peygamber olduğunu) söylüyoruz." diye
cevap verdiler. Bunun üzerine (Hz. Peygamber) "Şunu iyi biliniz ki: Eğer elçiler

[4401

öldürülseydi ikinizin de boynunu vururdum." buyurdu.- 1 1

Açıklama

Bilindiği gibi Müseylime, Hz. Peygamber devrinde Peygamberliğini ilan eden ve
Kezzab = yalancı ismiyle meşhur olan kimsedir. Hanife oğullarından birçok kimseleri
de kendine inandırmaya muvaffak olan bu kimse, Hz. Ebû Bekir es-Sıddık'm halifeliği
sırasında öldürülmüştür.

Şeyhü'l-islam İbn Teymiye'nin Musannafmda Ahmed b. Hanbel (r.a)'e nisbet ederek
rivayet ettiği bir hadiste Müseylime'nin Hz. Peygambere gönderdiği elçilerden birinin
İbnü'n-Nevvaha diğerinin de İbn Üsal isminde olduğu ifade ediliyor.
Bu iki elçi Hz. Peygamberin huzurunda Müseylime'nin peygamberlik iddiasını tasdik
etmekle, İslam dininden çıkmış olduklarından ölüm cezasını hak etmiş oldular. Fakat
elçilik görevleri, öldürülmelerine engel teşkil ettiğinden onlara sadece "Şunu iyi
biliniz ki: Eğer elçiler öldürülseydi ikinizin de boynunu vururdum." demekle yetindi.
Hz. Peygamberin bu sözü, küfür diyarından elçi olarak İslam ülkesine gelen bir
elçinin, devlet başkanının veya diğer müslümanlarm huzurunda küfrü gerektiren bir
söz söylemesi halinde bile öldürülemeyeceğini ifade etmektedir. Çünkü elçilik,
taraflar arasında anlaşmayı sağlayan bir görev olduğundan, elçiler kendileriyle
antlaşma yapılan taraflar hükmündedirler. Bu sebeple kendilerine saldırılamaz.
Ancak elçiler fevkalade hallerde (gözaltında) tutulabilirler. Bu sebepten peygamber

(s. a) Mekke'de alıkonulan müslüman sefir, kendisinin ordugâh kurduğu Hudeybiye'ye

[44i]

sağ ve salim avdet edinceye kadar Mekkeli murahhasları alıkoymuştu. J 1

2762. ...Harise b. Mudarrab'dan rivayet olunmuştur ki, Abdullah İbn Mes'ud (r.a) in
yanma varıp "Bende hiçbir Araba karşı düşmanlık yoktur. Hanife oğullarının
mescidine uğradım. Bir de ne göreyim, hepsi Müseyleme'ye. inanıyorlar." demiş.
Bunun üzerine Abdullah (b. Mes'ûd) onlara haber gönder (ip huzuruna gelmelerini
iste) di. Kısa bir süre sonra hepsi (huzuruna) getirildi. (Hz. Abdullah) İbnü'n-
Nevvaha'dan başka hepsinden tevbe etmelerim istedi (ve) Ibnü'n-Nevvaha'ya dönerek
-sen Müseyleme'nin elçisi olarak geldiğin zaman ben Rasûlullah (s.a)'ı (sana hitaben):



"Eğer sen elçi olmasaydın boynunu vururdum." derken işittim. Sen bugün (artık) elçi
değilsin- dedi ve Karaza b. Ka'b'a (İbnü'n-Nevvaha'yı öldürmesi için) emir verdi.
(Karaza da) Sokakta onun boynunu vurdu. Sonra (Hz. Abdullah veyahut Karaza)
"Kim Îbnti'n-Nevvaha'yı sokakta ölü olarak görmek istiyorsa" (Gitsin onu sokakta ölü

[4421

olarak görsün) dedi. J 1



Açıklama



Hz. Harise b. Mudarrab'm Abdullah b. Mes'ûd'un huzurunda "Bende hiçbir Arab'a
karşı kin yoktur" demekten maksadı, herhangi bir düşmanlık ve kin tesiri altında
konuşmadığını ve Hanife oğullan hakkında söyleyeceği sözlerde hissi olmadığını,
anlatarak Hz. Abdullah'ın kendisine güvenini sağlamak ve söyleyeceği sözlerin
doğruluğuna onu inandırmaktır.

Hz. îbn Mes'ûd, Rasûlü zişan efendimizin -"Eğer sen elçi olmasaydın, boynunu
vururdum. "sözünden İbn Nevvâha'nmöldürülmesi gerektiği halde elçilik görevinde
bulunduğu için onu öldürmediği manasını çıkarmış, sonra da ondan elçilik görevi
kalkınca, tevbeye davet etmeden onun boynunu vurmuştur.

Bu hadis-i şerif, küfrünü içinde gizleyip de tevbe etmediği anlaşılan bir kimseyi
Öldürmenin caiz olduğunu söyleyen İmam Malik'in delilidir. Gerçi Hanife oğullarının
bir îsjam ülkesi olan Kufe'de küfürlerini izhar etmeleri mümkün değildi. Hz. Harise b.
Mudarrab onların içlerine girerek hallerine yakından vakıf olmuştu. O sırada Kufe'de
vali bulunan Abdullah bin Mes'-ud (r.a) durumu öğrenince onları tevbeye davet
etmişti. Hz. İbn Mes'ûd'un bunların Müseyleme'ye kesin bir şekilde iman etmeyip de
sadece kalplerinde Müseyleme'ye karşı bir meyil olduğunu, fakat ona kesin bir şekilde
iman etmediklerini hissettiği için onları tevbeye davet etmiş ve tevbeleri sonunda
serbest bırakmış olabilir. Fakat onların, Müseyleme'ye kesin bir şekilde inanıp
İslam'dan döndüklerine inanmış olsaydı İbnü'n-Nevvaha gibi onları da öldürürdü.
Hattâbî'nin açıklamasına göre; Hz. Abdullah'ın, İbnü'n-Nevvaha'yı öldürdüğü halde
diğerlerini tevbeye davet ederek tevbeleri sonunda onları serbest bırakmasının sebebi
budur. İbnü'n-Nevvaha'yı ise tevbeye davet etmeye lüzum görmemiştir. Çünkü o

[443"i

küfrünü açıklıyor ve halkı açıkça Müseyleme'ye inanmaya davet ediyordu.



155. Kadının Eman Vermesi



2763. ...İbn Abbas'dan demiştir ki:

Ebû Talib'in kızı Ümmü Hanî, kendisine (gelerek) -Fetih günü müşriklerden birini
himayesine aldığını ve Peygamber (s.a)'e varıp bunu haber verdiğini (Hz.
Peygamberin de)

"Senin himayene aldığın kimseyi biz de himayemize almışızdır. Senin eman verdiğin

[4441

kimseye biz de eman vermişizdir." buyurduğunu-söylemiştir.



Açıklama

Hz. Ümmü Hani'nin himayesine aldığı kimse Haris b. Hişam b. Muğire el-
Mahzumi'dir.



Eman: Güvene ulaşması hususunda düşmana verilen söz veya yapılan işaretten
T4451

ibarettir. Emanm rüknü, emanı bildiren şeylerdir. Bu cihetten eman üç kısma

ayrılır:

1. Eman-ı sarih (sarih eman): Bir kimseye karşı "Sana eman verdim", "Siz eminsiniz",
"Size bir zarar yoktur" gibi bir tabirle verilen emandır.

2. Eman bilkitâbe (yazıyla verilen eman): Ehl-i harbe emanname gönderilmek
suretiyle verilen emandır.

Şu kadar var ki: Bu emannameyi gönderen zatın emin, müslüman, diğer şartlan taşıyan
kimse olduğu malum olmalıdır. Bunlar delilleriyle bilinmedikçe eman tahakkuk etmiş
olmaz.

3. Eman bilkinâye (kinaye ile eman) Emanı işrab ve ifnam eden bir tabir veya bir
işaretle verilen emandır. "Geliniz" "korkmaymız" diye kendilerine hitabedilen
şahıslar, bunun eman olduğuna zahib bulundukları takdirde emana nail olmuş olurlar.
f4461

Bu mevzuda Dürrü'l -Muhtarda şöyle deniyor: "Hür erkeğin veya kadının, her ne
kadar fasık, yahut kör, yahut ihtiyar olsa bile, yahut cihad için kendilerine izin
verilmiş çocuk veya köle de olsa, eman verdiği kafirler öldürülemez. Müslümanlar,
emanı bildikten sonra her ne kadar kafirler o lisanı bilmeseler bile öldürülemezler.
Ancak kafirlerin emanı müslümanlardan işitmeleri şarttır. Kafirler müslümanlardan

[4471

uzak bir yerde oldukları için emanı işitmezlerse, bu emana itibar edilmez.



Bazı Hükümler



1. Mekke harple fethedilmiştir. Eğer sulh ile fethedilmiş olsaydı, Mekkehlenn tumune
eman verilmiş olurdu. Dolayısıyla Hz. Ümmü Hani'nin Mekkelilerden bir kişiye özel
olarak eman verip ayrıca bu emanı Hz. Peygambere tasdik ettirmesine lüzum
kalmazdı.

2. Kadının vermiş olduğu eman sahihtir. Nitekim ulemanın çoğuna göre kölenin
vermiş olduğu eman da sahihtir. Ancak rey taraftarları, bu mevzuda köleyi savaşa
katılan köle ve savaşa katılmayan köle olmak üzere ikiye ayırırlar. Savaşa katılan
kölenin verdiği emanı sahih, savaşa katılmayan kölenin verdiği emanı da geçersiz

sayarlar.^

2764. ...Aişe (r.a)'den demiştir ki:

"Eğer (müslüman) bir kadın mü'minlere karşı (bir kafire) eman verecek olursa (bu
[4491

eman) geçerlidir. " J 1

Açıklama

Şevkanî'nin yaptığı açıklamaya göre İmam Malik (r.a)'in arkadaşlarından olan Abdü'l-
Melik b. Mecişun'ün dışında ulemanın tümü kadının verdiği emanm geçerli olduğunda
görüşbirliğine varmışlardır. Ancak Abdülmelik b. Macişün eman verme yetkisinin
sadece devlet başkanına ait olduğunu söylemiştir.

Hafız İbn Hacer'in Fethu'l-Bari sindeki açıklamasına göre bu mevzuda Sehnun'da İbn



Mâcisün gibi düşünmektedir.



156. Düşmanla Barış Yapmak

2765. ...Misver b. Mahreme'den demiştir ki:

Peygamber (s. a) Hudeybiye yılında ashabından bin küsur (kişi) ile (birlikte
Medine'den Mekke'ye doğru yola çıktı.) Nihayet Zülhu-leyfe'ye vardıkları zaman
kurbanlığına gerdanlık taktı, onu işaretledi ve umre (yapmak niyetiyle) ihrama girdi,
(ravi) Hadisi (ayrıntılarıyla) sevk(e devam) etti (ve daha sonra şunları söyledi):
Peygamber (s. a) üzerinden Mekkeliler (karargahm)a inilen Seniyye mevkiine gelmişti
ki, burada (kasva isimli) devesi çöktü. Halk "Yürü, yürü" dedi (1er ve) iki defa "kasva
huysuzlaşıp yürümez oldu." diye (bağırdılar). Bunun üzerine Peygamber (s. a) (kasva)
-"Yürümemekte inatçılık etmez. Bu onun adeti değildir. Fakat onu (yürümekten)
alakoyan (kuvvet) (Eb-rehe'nin) Fili (ni yürümekten) alakoyan (kuvvet) tir-" buyurdu.
Ve (sözlerine devam ederek) "Varlığım elinde olan zata yemin olsun ki; Mekkeliler
bugün Allah'ın (haram dahilinde) muhterem kıldığı şeylere tazim kasdederek benden
ne kadar müşkül talebde bulunurlarsa ben onu (mutlaka) onlara vereceğim" buyurdu,
sonra deveyi (yürümeye) teşvik etti. Bunun üzerine (hayvan) sıçra (yıp kalk)dı ve
Mekkeliler (in bulunduğu yön) den (aksi istikamete) döndü. (Hudeybiye'ye doğru iler-
lemeye başladı) Nihayet (Peygamber Efendimiz) Hudeybiye'nin suyu az olan Semed
kuyusu üzerindeki son noktasında konakladı. Bu sırada yanma Büdeyl b. Verka el-
Huzaî, sonra da Urve b. Mes'ûd geldi. (Urve Arapların adeti üzere Peygamber (s.a)'m
sakalından tutarak onunla konuşmaya başladı. Muğire b. Şu'be de başında miğfer ve
yanında kılıç olduğu halde Peygamber (s.a)'in yanmda bulunuyordu. Kılıcın sapıyla
Urve'nin eline vurdu ve (Urve'ye): Elini onun sakalından geri çek!" diye haykırdı.
Bunun üzerine (Urve) başını kaldırıp "Bu (da) kim?" dedi. (Oradakiler de kardeşinin
oğlu) "Muğire b. Şu'be'dir" karşılığını verdiler. (Urve Muğire'ye hitaben): "Ey gaddar!
Ben hala senin (cahiliyyetteki) hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim?"
dedi. Muğire (müslüman olmadan önce) cahiliyyette (Malik oğullarından) bazı
kimselerle yol arkadaşlığı etmiş (ve yolda) bunları öldürüp mallarını almış, sonra
(Medine'ye) gelip müslüman olmuştu. (Bu mallan getirip Hz. Peygambere arz edince)
Peygamber (s. a) "Müslümanlığını kabul ediyoruz, fakat mala gelince, o hıyanet
malıdır. Bizim ona ihtiyacımız yoktur." buyurdu (Ravi Misver bu) hadisi (tam olarak)
rivayet etti (Fakat Musannif Ebu Davud onu kısaltarak nakletti. Kureyş'in Hz.
Peygamber ile sulh yapmak üzere gönderdiği Süheyl, müslümanlarm yanma gelince
Hz. Peygamber onunla on senelik bir sulh akdi üzerinde anlaştı) Bunun üzerine
Peygamber (s. a) (Ali b. Ebû Talib(r.a)'ı çağırıp ona hitaben ev Ah*)" Şu,
Muhammed'in üzerinde karar kıldığı hükümdür, diye yaz!" buyurdu. Süheyl'in,
Allah'ın peygambere indirdiği kitapları inkar ettiğini, O'na anlattı (Hz. Ali Hz. Fahr-i
Kainat'm kabul ettiği sulh akdinin metnini (yazarken) Süheyl "Bizden bir kimsenin
sana sığmamayacağma, (sana sığınmak için yanınıza gelen bu kimse) Senin dininde
bile olsa (derhal) onu bize iade edeceğine dair." (anlaşmaya vardığımız da yazılsın)
dedi. Hz. Peygamber (bu metnin) yazılmasını bitirdikten sonra sahabilerine "Kalkınız
(hediyelik kurbanlarınızı) boğazlayınız, sonra da tıraş olunuz." buyurdu. Sonra mü'min
muhacir kadınlar geldi(ler. Nitekim Yüce Allah, ey inananlar! mü'min kadınlar göç

ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin)^^ ayet (i kerimesinde bu olaya



işaret buyurmuştur. Yüce Allah mü'min kadınların muhacir olarak Medine'ye
gelmeleri üzerine indirdiği bu ayet-i kerimeyle) bu kadınların Kureyşlilere geri
verilmesini yasakladı ve kafir kocalarının bunlara sarfettikleri mehir kadarını onlara,
müslümanlarm da ver(ererek onlarla evlen) melerini emretti. Daha sonra (Rasûlullah
(s. a) Medine'ye döndü. Bu sırada Kureyş'ten Ebû Basir (isimli) bir adam (müslüman
olarak) Hz. Peygamberin yanma geldi (Kureyşliler) onu istemek üzere iki elçi
gönderdiler (Rasûlü-Zîşan Efendimiz de sulh hükümlerine uyarak) Ebû Basir'i (bu) iki
adama geri verdi. (Onlar da) Ebû Basir ile birlikte (yola) çıktılar. Nihayet
Zülhuleyfe'ye vardıkları zaman (yanlarında bulunan) hurmadan birazını yemek için
oraya indiler. Ebû Basir (bu) iki kişiden birisine (yani Huneys'e): "Ey falanca vallahi
ben senin şu kılıcını çok güzel zannediyorum." dedi (kılıcın sahibi olan) öbür kişi de
kılıcı (kınından) çekerek: "Evet (öyledir) Ben de bu kılıcı (çok) denedim." diye
karşılık verdi. Ebû Basir de "Onu bana göster de (iyice bir) bakayım" dedi (karşıdaki)
ona bu imkanı verdi. (Ebû Basir, hemen) kılıcı ona vurdu. Nihayet (adam kılıcın
darbesiyle) can verdi. (Ölünün yanında yol arkadaşı olarak bulunan) öbür adam kaçıp
ta Medine'ye vardı ve koşarak mescide girdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a)
"Gerçekten şu adam bir korku görüp geçirmiştir." buyurdu, (o kimse Hz. Peygambere
iyice yaklaştıktan sonra) (Vallahi) "Arkadaşım (Ebû Basir tarafından) öldürüldü (Ona
engel olmazsanız) kesinlikle ben de öldürüleceğim" dedi. Bu sırada Ebû Basir de çıka
geldi:

(Ey Allah'ın Rasûlü vallahi) -"sana Allah ahdini yerine getirtti. Beni müşriklere geri
gönderdin, sonra da Allah beni onlardan kurtardı." dedi. Peygamber (s.a)
"Harbi kızıştırması yönünden, Ebû Basir'a hayret doğrusu. Eğer onun yanında bir kişi
daha olsa" (Kureyş ile aramızda olan sulhu bozup harbi yeniden başlatırdı) dedi. (Ebû
Basir) Bu sözü işitince (Hz. Peygamber'in kendisini Kureyşlilere göndereceğini anladı
ve hemen (Hz. Peygamberin) huzurundan) çıktı. (Yollara düştü) Nihayet deniz
sahiline geldi. (Bu sırada) Ebû Cendel'de (müşriklerin elinden) kurtulup Ebû Basir'e
iltihak etti. Nihayet (Ebû Cendel'in yanmda müşriklerin elinden kurtularak kaçıp

[4521

gelen) bir cemaat toplandı.

Açıklama

Hudeybiye; Mekke yakınında bulunan bir köyün adıdır, is-mini burada bulunan bir
kuyudan almıştır. Siyer ulemasının ihtilafsız beyanına göre, Hz. Peygamber
Hudeybiye seferine hicretin altıncı yılı zilkade ayının ikisine tesadüf eden pazartesi
günü çıkmıştır. Ramazanda hareket edipŞevval ayında Hudeybiye'ye vardığına dair
Urve'den gelen bir haber varsa da sarih Aynî bu haberin garib olduğunu söylüyor.
Metinde geçen Kurbanlığa gerdanlık takmak tabirinden maksat hacda kesilecek
develerin, kurbanlık olduklarının bilinmesi için boyunlarına ip, nalın gibi birtakım
alametler takmaktır. Kurbanlığı işaretlemek ten maksat ise kurbanlık devenin
hörgücünün sağ ya da sol tarafını kanatmaktır. Bu işaret hayvanm-kurbanlık
olduğunun bilinmesine yarar. İbn İshak'm rivayetine göre Hz. Peygamber bu sefere
Umre, yani ka'be-i muazzamayı ziyaret ve tavaf niyetiyle çıkmıştı, katiyyen harp
etmek istemiyordu. Yola bu maksatla çıktığına herkesi inandırmak için sahabilerine
harp malzemesi aldırmayıp sadece yolcu silahı olan birer kılıç taktırmıştı. Medine
civarında bulunan, Müzeyne, Cü-heyne, Gifar, Eşca, Eşlem kabilelerini de birlikte hac



etmek üzere davet etmişti. Fakat bu kabileler, Kureyş'ten korkarak: "Rasulullah
kendisini harp tehlikesine atıyor. Herhalde Kureyş kendisini Ka'be'yi ziyaretten men
edecektir." diye çoğu bu sefere katılmaktan kaçındı. Hz. Peygamber muhacirler ile,
ensardan ve bunlara iltihak eden diğer araplardan teşekkül eden bir sahabi
topluluğuyla yola çıktı ve Medine'nin mikatı olan "Zülhuleyfe" mevkiinde ihrama
girdi, kurbanlık develerine gerdanlıklarım takıp şevketti.

Kureyş'in beyti ziyaret ve ta'zim maksadıyla yola çıkıldığından emin olmalarını
istiyordu. İbn îshak, yetmiş tane kurbanlık deve sevkedildiğini ve yediyüz kişi sefere
katılıp, her on kişiye bir kurbanlık deve düştüğünü bildirmiş ise de İbn Ukbe'nin Hz.
Cabir'den gelen rivayetinde her yedi kişiye bir deve alındığı ve bu sefere bin dörtyüz
kişinin iştirak ettiği haber verilmiştir.

Bu kurbanlık develeri Huzaa'dan Naciye isminde biri sevketmiştir, Kureyş'in Hal ve
harekatını anlayıp bildirmek üzere de Büsr b. Süfyan maiyetine yeteri kadar kuvvet
vererek gözcü gönderdi. Asfan mevkiine varınca Büsr b. Süfyan kendilerine yetişerek:
Ya Rasûlullah! Kureyş sizin hareketinizi işitmiş ve Mekke'den çıkıp Zîtuvâ mevkiine
gelerek konaklamışlardır. Halid b. Velid de bir süvari müfrezesiyle, Gamım
mevkiinde bulunduğunu söyledi. Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem beraberindekilere
yolun sağ tarafını tutmalarım emretti.

Musannif Ebû Davûd, "Ravi hadisi şevketti." sözüyle, ravi Misver'in aslında tam
olarak rivayet ettiği bu hadisi kendisinin kısaltarak naklettiğini ifade etmek istemiştir.
Gerçekten musannif, hadisi kısaltarak rivayet etmiştir. Kısaltırken mevzuya ışık tutan
bazı kısımlarını atlamıştır.

Mevzunun tam olarak anlaşılması ve hadis-i şeriften tam olarak istifade edilebilmesi
için atlanan kısımların zikredilmesinde fayda görüyoruz. Bu-hârî'nin sahihinde
Hudeybiye seferi, şu manaya gelen lafızlarla rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a)
Hudeybiye seferinde (Medine'den hareket ederek yola) çıkmıştı. Yolun bir kısmına
vardıklarında (yanındakilere): -"Halid b. Velid birtakım Kureyş süvarileriyle gözcü
olarak Gamım mevkiinde bulunmaktadır. Şimdi siz yolun sağ tarafını tutunuz!"
buyurdu. Vallahi Halid (b. Velid) Peygamber (s.a) ile maiyyetinin hareketini
anlamadı. Nihayet Halid, ordumuzun kaldırdığı kara tozu gördü de hayvanına ayağıyla
vurup koşturarak (Rasul-ü Ekremin geldiğini) Kureyş'e bildirmek üzere (süratle) gitti.
Peygamber (fi,a) de orduyla yürüdü. Nihayet Seniyye tepesine gelmişti ki oradan
Kureyş üzerine inilirdi. Burada Rasûlullah (s.a) in bindiği (Kasva) isimli deve çöktü.
Halk "Kasva huysuzlaşıp yürümez oldu. Kasva huysuzlaşıp yürümez oldu." demeğe
başladı. Hayvan (ı sevk ettilerse de) çökmekte İsrar etti. Yİne halk "Kasva huysuzlaşıp
yürümez oldu, kasva huysuzlaşıp yürümez oldu." demişti. Bunun üzerine Peygamber
(s.a):

"Kasva huysuzlaşıp da yürümezlik etmez. Onun çökme huyu da yoktur. Fakat
(vaktiyle Mekke'ye girmekten) Fili meneden (kuvvet şimdi de) Kasva'yi men'etti."
buyurdu.

Bundan sonra Rasûlullah:

"Varlığım kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki Kureyş, Allah'ın (Harem
dahilinde) muhterem kıldığı şeylere ia'zinı kasdederek benden ne kadar müşkil talepte
bulunursa ben onu muhakkak onlara vereceğim" buyurdu. Sonra kasva'yi sürdü.
Hayvan hemen sıçrayıp kalktı.

Ravi demiştir ki: Bu defa, Rasûlullah Kureyş tarafından dönerek nihayet suyu az olan
"Semed" kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye (mevkii) nin son bulduğu yere indi.



(Daha önce oradan gelip geçen) halk bu az sudan birer parça almış orada kalmaya
yetecek kadar su bırakmayıp, kuyunun suyunu tamamen çekmişlerdi. Şimdi
Rasûlullah (s. a) e susuzluktan şikayet olundu. Bunun üzerine Rasûlullah ok
torbasından bir ok çıkardı. Sonra onlara bu oku Semed kuyusuna koymalarım emretti.
Vallahi o anda kuyunun suyu coşmaya başladı. Suyun bu feveranı Hz. Peygamberin
sahabileri oradan dönünceye kadar onları suya kandırmak için devam etti. (Orada
bulunanlar kuyunun kenarında oturarak su kaplarını doldururlardı) Rasûlullah ile
beraberindeki sahabiler bu halde iken Huzaa kabilesinden olan Büdeyl b. Verka kendi
kabilesinden birkaç kişi ile çıkageldi (Mekke ve havalisindeki) Tihane kabileleri
arasında Huzâiler, ötedenberi, Rasûlullah (s. a) in sırdaşı idi. (Müslim olsun, müşrik
olsun bütün Huzâîler Mekke'de olup biten herşeyi Rasul-ü Ekrem'den saklamazlar,
gizlice bildirirlerdi.)
Büdeyl gelince Hz. Peygambere:

-(Haberiniz olsun, Kureyş'in) Ka'b b. Süheyl ile Amr b. Lüey kabileleri Hudeybiye
sularının en zengin menbalarma kondular. Sütlü ve yavrulu develeri (kadınları ve
çocukları) da yanlarında bulunuyor. (Maişetleri yolundadır) Şimdi ben onları bu halde
bıraktım, geldim. Bunlar muhakkak size karşı harbedecekler ve sizi beyt-i şerife
girmekten men edeceklerdir" dedi. Rasûlullah da şöyle buyurdu:
"Fakat biz, hiçbir kimse ile harbetmek için gelmedik. Biz yalnız umre etmek niyetiyle
geldik. Bununla beraber (Bedr ve Hendek)harbi,Kureyş'in maddi ve manevi bütün
kuvvetlerini za'fa ve onları hayli zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse ben
onlarla aramızda bir (sulh) müddeti tayin edeyim (şu

şartla ki bu müddet zarfında ben onlarla harbetmeyeyim); onlar da benimle diğer
müşriklerin arasını serbest bıraksınlar, (karışmasınlar) Eğer ben, Araplara galip
gelirsem, Kureyş müşrikleri de halkın girdiği bu (Hakka) itaat yoluna girmek isterlerse
(kendi arzularıyla) girebilirler. Şayet ben (müşriklerin sandıkları gibi) Araplara galip g
elemezse m, bu ihtimale göre de müşrikler (benimle harbetmek zahmetinden kurtulup)
rahata ererler.

Eğer Mekke'liler böyle bir sulhu kabul etmez, ve diğer Araplarla beni kendi halimize
bırakmayıp müdahale etmek isterlerse, hayatım kudret elinde olan Allah'a yeni in
ederim ki; müdafaa ettiğim bu müslümanlık uğrunda, başım vücudumdan ayrılıncaya
kadar, Mekkelilere karşı cihad edeceğim, bu muhakkaktır. Şu da kesindir ki; (o
zaman) Allah (Kur'an-ı Mübin'deki) yardım va'dini yerine getirecektir."
Bunun üzerine Büdeyl İbn Verka, Rasûlullah'a

Şimdi bu sözlerinizi ben herhalde Kureyş'e tebliğ ederim, dedi ve ravi-nin beyanına
göre gidip Kureyş'(m karargahm)a vardı ve:

Şimdi ben yanınıza şu adamın (Nebî Sallallahü aleyhi ve sellem) yanından geliyorum.
Şöyle bir söz söylediğini işittim; isterseniz anlatayım, dedi, (tkrime b. Ebî Cehl ve
Hakem b. Ebî'l-As gibi) Kureyş'in sefihleri:

Senin bize ondan birşey haber vermene ihtiyacımız yoktur, diye karşılık verdiler.
Fakat içlerinden rey sahibi olan birisi:

"Haydi işittiğin söz ne ise söyle bakalım, dedi. Budeyl: Onun (Rasû-lullah (s. a) in)
şöyle dediğini işittim:" diyerek Peygamber (s.a)'in söylediklerini onlara birer birer
anlattı. Bunun üzerine Urve b. Mes'ûd kalkıp Kureyş'e (karşı bir hutbe irad ederek):
"Ey kavm! Siz benim babam yerinde değil inisiniz?" diye sordu, Ku-reyşliler de:
"Evet!" diye tasdik ettiler. -Bunun üzerine:
"Ben de sizin oğlunuz mesabesinde değil miyim?" dedi. Onlar da:



"Evet!" diye tasdik ettiler. Sonra Urve:

"Beni bir şüphe ile itham eder misiniz?" diye sordu. Buna da:

"Hayır!" diye cevap verdiler. Bu defa Urve:

Ukaz halkını tam bir seferberlik halinde size yardıma çağırdığımı ve onların imtina
etmeleri üzerine kendim ehl-ü iyalimi çağırdığımı ve bana itaat eden etbaımla size
yardıma koştuğumu pekala bilirsiniz değil mi? dedi. Onlar da (hep bir ağızdan:
Evet, biliriz diye tasdik ettiler. (Bu teminatı aldıktan sonra) Urve:
Bu adam (Nebi sallallahü aleyhi ve sellem) size hayrı, salah yolu gösteriyor. O yola
yöneliniz! Ve beni bırakınız. Ona gideyim, dedi. Mekkeliler:

Haydi git, diye izin verdiler. Urve geldi. Durumu Peygamber (s.a)'e arz etti. Hz.
Peygamber de Urve'ye, BüdeyPe söylediği sözlere benzer şekilde bir fikir beyan etti.
(Bu arada Hz. Peygamber'in Bir sulh antlaşmasını kabul etmezlerse Kureyş ile
ölünceye kadar harbedeceğim- buyurması üzerine) Urve:

"Ey Muhammed! Sen kaviminin kökünü kazırsan bana söyler misin, senden önce
Arapdan kendi kavmini (toptan) helak eden bir kimse işittin mi? Ya mesele öbür türlü
neticelenirse (Kureyşk'in size ne fena bir muamelede bulunacakları belli değil midir?)
Vallahi ben, (aranızda) eşraf ve ayandan bazı kimseler görüyorum. (Bu muhakkak
olmakla beraber) yine ben bir takım kabilelerden toplanmış devşirme kimseler
görüyorum ki; bunlar harp sırasında kaçıp seni yalnız bırakabilecek kabiliyettedirler."
dedi.

Ebû Bekir (r.a) (Urve'nin, sahabileri Hz. Peygamberi harpte yalnız bırakıp kaçmakla
itham etmesine dayanamayarak) Urve'ye:

"Haydi sen lât in kıçını yala!... Biz mi Rasûlullah'ı yalnız bırakıp kaçacağız? (Hâşâ)
diye çıkışarak onun(n bu sözlerini) reddetti Urve:
"Bu da kimdir?" diye sordu. Sahabiler
"Ebû Bekir'dir." dediler. Urve:

"Ah Ebû Bekir! Hayatım kudret elinde olan zata yemin ederim ki, eğer üzerinde -
henüz ödeyemediğim- bir iyiliğin olmasaydı elbette ben de sana cevap verirdim." diye
karşılık verdi.

Ravi diyor ki: Urve Peygamber (s.a)'e söz söylemeye devam etti ve (araplarm adeti
üzere) her söz söyledikçe eliyle Rasûlullah'm sakalını okşa(yarak iltifatta bulunu)
yordu ve Urve ne zaman Hz. Peygamberin sakalını okşamaya başlasa derhal Muğire
kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye:

"Rasûlullah (s.a)'m sakalından elini çek!" ihtarında bulunuyordu. Mu-ğire'nin bu

ihtarları üzerine Urve başını kaldırarak:

"Bu da kimdir?" diye sordu. Sahabiler:

"Muğire b. Şu'be'dir." dediler. Bunun üzerine Urve:

"Ey gaddar! Ben hala senin (cahaliyyetteki) gadr-ü hıyanetini tazmine çalışmakla
meşgul değirmiyim?" dedi. Muğire (müslüman olmadan önce) cahiliyyette (Malik
oğullarından) bazı kimselerle yol arkadaşlığı etmiş ve yolda bunları öldürüp mallarını
almış, sonra (Medine'ye) gelip müslüman olmuştu. (Rasul-û Ekrem'e bu malları arz
ettiğinde) Nebi Sallallahü aleyhi ve sellem:

"Müslümanlığın bize kabule layıktır. Fakat bu mallar, (hıyanet mahsulüdür) biz

bunlardan hiçbirini kabul etmeyiz." buyurmuştu.

Sonra Urve Nebi (s.a)'m sahabilerini gözleriyle tetkike başladı ve

"(Bu ne tazimdir?) Vallahi Rasûlullah (s. a) birşey emredince sahabileri derhal emrini

yerine getirmeye koşuyorlardı. Abdest aldığı zaman da abdest suyu(nun fazlası)nı



almak için biribirleriyle yarışıyorlardı, peygamber söz söylerken huzurundaki bütün
sahabiler, seslerini alçalt(arak cevap ver)iyorlar ona saygılarından, yüzüne de dikkatle
bakmıyorlar." dedi. Daha sonra Urve Kureyş'in yanma geldi de gördüklerini şöyle
anlattı:

"Ey ahali! Vallahi ben vaktiyle birçok padişahların huzuruna sefir olarak çıktım.
(Netice olarak Rum meliki) Kayserin, (Fars Meliki) Kisra'nm, (Habeşe Meliki)
Necaşi'nin divanlarına sefaretle girdim. Vallahi bunlardan hiçbir padişahın tebaasını,
MuhammedMn sahabilerinin Muhammed'e tazim ettikleri derecede padişahlarına asla
tazim eder görmedim. Muhammed'in sahabileri onun tükrüğü ile bile teberrük
ediyorlar. O birşey emredince onun ashabı derhal, emrini yerine getirmeye koşuyorlar.
O abdest aldığı zaman da abdest suyu (nun fazlası) m aşırı bir istekle paylaşıyorlar. O
söz söylerken sahabileri saygılarından yüzüne dikkatle bakmıyorlar.
Şimdi Muhammed güzel bir sulh teklifinde bulundu, bunu kabul ediniz." dedi.
Bunun üzerine Kinane oğullarından birisi Kureyş'e hitaben "Beni bırakınız bir defa da
Muhammed'in yanma ben gideyim" dedi. Onlar da:

"Pekala git" dediler. Kinane oğullarından olan bu zat Peygamber (s. a) ve ashabına
doğru gelirken, Rasûlullah (s. a)

"Bu gelen, filan kimsedir. Öbür kabiledendir ki, onlar hac ve saygı kurbanlarına ta'zim
ederler. Gerdanlıktı kurban develerini bu zatın gözü önüne salıveriniz!" buyurdu.
Ashab bütün kurbanlık develeri (yayılmaları için) onun yolu üzerine salıverdiler ve
yüksek sesle (Lebbeyk, Allahümme lebbeyk) diyerek Kinaneliyi karşıladılar. Kinaneli
zat kurban develerini ve halkın telbi-ye ile (kendisini) karşıladığını görünce hayret
ederek:

"Sübhanallah! Bu zatı beyt-i şerifi ziyaretten men etmek bunlara karşı layık olmayan
bir muameledir." dedi. Kureyş'in yanma döndüğünde de:

"Ben bunları um i için kesecekleri kurban develerini (boyunlarına) gerdanlık takılmış
ve işartilenmiş bir halde gördüm. Doğrusu bunları beyti ziyaretten men eımeyi uygun
görmüyorum" dedi. Sonra Kureyşli-

ler arasından Mikrez İbn Hafs denilen birisi kalkıp izin veriniz de Muhammed'e bir de
ben gideyim" dedi. Onlar da:

"Haydi git" dediler. Mikrez Hz. Peygamberle ashabına doğru gelirken, Peygamber
(s.a):

"Şu gelen Mikrez'dir, gaddar bir kimsedir" buyurdu.

Mikrez, peygamber (s.a) ile görüşmeye başladı ve Rasulü ekreme (Kureyş'in) durumu
(nu) arz etmek üzere iken Süheyl b. Amr çıkageldi (Süheyl gelince) Peygamber (s.a)
(bu ismi hayra yorarak) sahabilerine karşı:

"Artık işimiz bir dereceye kadar kolaylaştı" buyurdu. Süheyl b. Amr gelince Rasûl-ü
Ekrem'e:

"Haydi (hokka, kalem, kağıt) getir; sizinle aramızda (yazılması gereken) bir barış
metni yaz!" dedi.

Bunun üzerine Peygamber (s.a) katibi (ki Ali b. Ebi Talİb'dir) çağırdı ve:
"Bismillâhirrahmânirrahîm diye yaz buyurdu. Bunun üzerine Süheyl (cahiliyyet
kavmiyyetçüiği tesiriyle) Rasulü Ekrem'e:

"İyi ama ben Rahman kelimesinin mahiyeti nedir, bilmiyorum; fakat vaktiyle senin de
yazdırdığın gibi (bismikellahümme = Allah'ım senin isminle yazmaya başlarım) diye

yaz!" dedi.^"^ Müslümanlar da hep bir ağızdan:



"Vallahi biz onu yazmayız, ancak Bismillâhirrahmânirrahim yazılmasını isteriz."
demişlerdi. Peygamber (s. a) (Hz. Ali'ye hitaben):

"Haydi "Bismikellahümme yaz!" buyurdu. Sonra da: "Bu metin Allah'ın Rasulü
Mutıammed'in muhtevasına hüküm ve imza ettiği sulh-namedir" diye yazmasını
emretti. Şimdi Süheyl (Buna da itiraz ederek):

"Vallahi biz senin Rasûlullah olduğunu bilmiş ve tasdik etmiş olsak seni beyt (i
ziyaret) ten men etmez ve sana karşı savaşa kalkışmazdık. (Buraya) sadece
Muhammed b. Abdullah yaz!" dedi. Bu teklif üzerine Rasulü Ekrem
"Vallahi siz yalanlasanız da ben Allah'ın Rasulüyüm." buyurdu ve Ali b. Ebî Talib'e,
"Haydi (Rasûlullah kelimesini sil de) Muhammed b. Abdullah yaz." diye emretti (Ali
b. Ebi Talib):

"(Vallahi ben senin peygamberlik unvanını) katiyyen silemem!" dedi. Bunun üzerine

[4541

Rasul-ü Ekrem yazıyı eline alıp Muhammed b. Abdullah yazdırdı.

Sulhnamenin başlığı "Ya Rabb senin isminle başlarım. Bu yazı Muhammed b.
Abdullah'ın muhtevasına hüküm ve imza ettiği bir sulh-namedir." şeklinde
kararlaştırılıp yazıldıktan sonra Rasul-ü Ekrem antlaşma metninin şartlarım teklif
ederek Süheyl b. Amr'e:

"Siz bizimle beytin arasını boş bırakın da biz beyti tavaf edelim" buyurdu. Süheyl, bu
teklife de itiraz ederek,

"Vallahi sizinle beytin arasını boş bırakmayız. Çünkü Arap (milleti) Zorla ve kahren
istila olunduk" diye hakkımda dedikodu eder; şu kadar ki bu beyt ile sizin aranızı boş
bırakma meselesi gelecek seneden itibaren başlasın" dedi (ve anlaşma bu şekilde kabul
olundu). Hz. Ali de (anlaşmayı böylece) yazdı. Şimdi de Süheyl b. Amr "Sana bizden
bir erkek gelirse, o gelen kimse senin dininde olsa bile, onu bize geri vereceksin." diye
yeni bir madde teklif etti. Bu teklife müslümanlar hayret ederek:
"Sübhanallah İslam camiasına sığman bir müslüman, müşriklere nasıl geri verilir?
dedi (1er) Onlar bu halde iken Süheyl b. Amr' in oğlu Ebu Cen-del, ayaklan bukağılı
seke seke geldi. (Ebu Cendel müslüman olmuştu ve bu cihetle habs olunmuştu. Bu
sırada) Mekke'deki haps edildiği yerden kaçmış (ve türlü müşkülat ile gelip) nihayet
kendisini müslümanlar arasına atmıştı. Bunun üzerine Süheyl:

"İşte ey Muhammedi Sana karşı imza edeceğim anlaşma metninin (protokolün) birinci
maddesine uyarak bunu bana geri vermelisin" dedi. Peygamber (s. a) de
"Biz bu anlaşma metnini henüz imza etmedik bile." buyurdu. Süheyl: "Şu halde
vallahi ben de seninle hiçbir madde üzerinde sulh olmam. "dedi. Peygamber (s. a) ise:
"Haydi bunu bana bağışlayıp imza et" diye karşılık verdi. Süheyl de: "Ben bunu sana
bırakmayı asla uygun göremem" diye reddetti. Rasul-ü Ekrem:

"Hayır bu işi (hatırım için) yap," buyurdu. Süheyl (ısrar edip): "Asla yapamam" dedi.

Mikraz (İbn Hafs ki bu da Kureyş elçisi idi. O da) Rasul-ü Ekrem'e hitaben:

"Haydi bunu senin için kabul ettik." dedi (fakat imza yetkisi kendisinde olan Süheyl

buna razı olmadı) Şimdi Ebu Cendel (babası Süheyl'in inadından ümitsizliğe
düşerek):

"Ey müslüman topluluğu! müslüman olarak geldiğim halde şimdi ben müşriklere geri
mi veriliyorum? Benim uğradığım şu felaketi görmüyor musunuz?" diye haykırdı.
Hakikaten zavallı Ebu Cendel Allah yolunda Kureyş'in en şiddetli işkencesiyle azab
olunmuştu.

(İbn İshak şu rivayeti ziyade etmiştir: Rasûlullah (s. a):



"Ey Ebu Cendel! Sabret, Allah'dan ümidini kesme. Biz müslümanlar mağdur ve
mağlub olmayız, Yüce Allah yakında sana da bir kurtuluş yolu nasibedecektir."
buyurdu.)

Bu müşkül durumdan müteessir olan Ömer b. el-Hattab şöyle demiştir: Bunun üzerine
ben Peygamber (s.a)'e varıp:

" Sen Allah'ın hak peygamberi değil misin?" dedim. Rasûlullah:
"Evet, hak peygamberiyim." buyurdu. Ben:

"Biz müslümanlar Hak, düşmanlarımız batıl üzere bulunmuyorlar mı?" dedim. Rasul-
ü Ekrem:

"Evet öyledir" buyurdu. Ben:

"O halde dinimiz uğrunda bu alçaklığı niçin kabul edelim?" dedim. Rasul-ü Ekrem:
"Gerçekten ben Allah'ın peygamberiyim ve ben (bu maddeyi kabul etmekle Allah'a
isyan etmiş değilim. Allah benim yardımcımdır." buyurdu. Ben yine:
"Vaktiyle sen bize; yakında Beyt(-i Şerif)'e varıp Beyt'i tavaf edeceğiz diye haber
vermez mi idin?" dedim. Rasûlullah:

"Yok ben sana (vakit tayin ederek): Bu sene varıp tavaf edeceğiz diye haber verdim
mi?" buyurdu. Ben de:
"Hayır" dedim. Rasul-ü Ekrem:

"Herhalde sen (yakın bir zamanda) Beyte' varıp tavaf edeceksin" buyurdu.

Ömer b. Hattab demiştir ki: Sonra ben Ebu Bekir'e vardım ve "Ey Ebu Bekir, bu adam

Allah'ın hak Peygamberi değil midir?" dedim o

da:

"Evet öyledir" diye cevap verdi. Tekrar ben:

"Öyle ise niçin dinimizi küçük düşürüyoruz?*' dedim. O da:

"Be hey adam! Muhammed Allah'ın Peygamberidir. O rabbine asi değildir. Allah
O'nun yardımcısıdır. Sen hemen onun emrine sarıl. Vallahi Muhammed hak üzeredir."
dedi. Ben tekrar

"O bize Medine'de: Beyt-i şerife varacağız, tavaf edeceğiz." demedim mi?" diye
sordum. Ebû Bekir:

"Evet öyledir. Fakat sana bu sene varıp tavaf edersin diye mi haber verdi?" dedi ben
de:

"Hayır" dedim. Ebû Bekir:

"Dur bakalım, yakın bir zamanda sen beyte varıp onu tavaf edeceksin! dedi. Ömer
(r.a) bu itirazlarımdan dolayı keffaret olarak ileride bir çok salih ameller işledim."
demiştir.

Ravi diyor ki: Rasûlullah (s. a) barış metninin yazılıp imza edilmesi sona erince
sahabilere hitaben:

"Haydi artık kalkınız, kurbanlarınızı kesip sonra başlarınızı tıraş ediniz." buyurdu.
Vallahi sahabilerden bir kişi olsun kalkmadı. Hatta Rasûlullah bu emrini üç defa

tekrarladı. Ashab-ı kiramdan hiçbirisi kalkmayınca (ezvac-tahirattan) Ümmü
Seleme'nin yanma girdi ve (şu halkı görüyor musun? Onlara emrediyorum da icabet
etmiyorlar diye) halktan gördüğü kayıtsızlığı ona anlattı. Ümmü Seleme:
"Ey Allah'ın peygamberi! emrini yerine getirmek istiyor musun? O halde şimdi dışarı
çık. Sonra kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırıp o seni tıraş edinceye
kadar, ashabdan hiçbirisine bir kelime bile söyleme" dedi. (İbn İshak'm rivayetine
göre Ümmü Seleme (r.a) şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasulü sahabilerin emrinizi



yerine getirmekte yavaş davranmalarından dolayı onları azarlamayınız. Çünkü
nefsinize ağır gelen şartlarla bir sulh akdi yapılması ve Mekke fethedilmeden
Medine'ye geri dönülmesi onlara çok güç gelmiştir. Onları mazur görünüz ve siz çıkın,
kurbanınızı kesin tıraş olarak onlara örnek olunuz. Bunun üzerine Peygamber (s! a)
Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve sahabilerden hiçbirisiyle görüşmeyerek menasiki
ifa etti. Kurbanlık develerini kesti (Kurbanlık develeri yetmiş tane idi. Bunların
arasında Bedir'de Ebû Cehil'den ganimet olarak alman bir deve de bulunuyordu, fiu
devenin boynunda "Büre" denilen bir gerdanlık takılıydı. Develeri kestikten sonra
berberi (Huzaalı Hıraş b. Ümeyye'yi) çağırıp tıraş oldu.

Ashab, Hz. Peygamberi bu halde görünce hemen kalkarak kurbanlarını kestiler,
biribirlerini tıraş etmeye başladılar. Hatta (Hz. Peygambere uymak için gösterdikleri
çaba ve aceleden doğan izdihamdan dolayı) biribirlerini öldüreyazdılar. (îbn İshak'm,
İbn Abbas'a ulaşan bir senetle rivayetine göre, Hudeybiye'de, halkın bir kısmı tıraş
olmuş, bir kısmı da saçlarını kestirmişti. Ve Rasûl-ü Ekrem - "Allah tıraş olanlara
rahmet etsin** diye dua etmiştir. Bunun üzerine halk: Ya Rasûlullah, Allah saçını ki
sal t anlara da rahmet etsin! demiş, fakat Rasûl-ü Ekrem - "Allah tıraş olanlara rahmet
etsin"-diye duasını tekrarlamış. Ashab da ikinci defa saçlarını kısaltanlar hakkındaki
temennilerini tekrar edince, Rasûl-ü Ekrem de üçüncü defa - * Allah tıraş olanlara
rahmet etsin*'- buyurup ashabın üçüncü temennisi üzerine -"haydi saçını kestirenlere
de"- demiştir.)

[4571

Rasûl-ü Ekrem tıraş olduktan sonra huzuruna müslüman kadınlar geldi. Bu

hususta tutulacak yolu öğretmek için de Cenab-ı Hak "Ey inananlar, mü'm in kadınlar

göç ederek size geldiği zaman onları imtihan edin..."^^ âyet-i kerimesini "... Kâfir
kadınlar (a gelince onlar) in da ismetlerine yapışmayınız..." (ve onları nikahınızda
[4591

tutmaymız. J 1 Kavl-i kerimine kadar indirdi (ki âyet-i kerimenin tam olarak) meali

şöyledir: "Ey mü'minler size mii'min kadınlar (müşrikler tarafından) hicret edip
geldiklerinde imanlarını sınayınız. -Allah onların imanı (nm mahiyeti)ni pek iyi bilir
ya- denediğinizde onları mü'mine sanırsanız artık o kadınları, kafir (zevç) lere geri
çevirmeyin (çünkü) ne müslüman kadınlar kafir (zevç) lere helaldir, ne de kafirler
müslüman kadınlara helal olur. Bununla beraber siz kafirlerin sarfettik-leri mehri
(muacceli) kendilerine veriniz..! Bir de (İslamiyetin kocalarından ayırdığı) bu
müslüman kadir lan nikahlamanız da size günah değildir. Kafir kadınlar (a gelince

onların) da ismetlerine yapışmayınız."^^ (ve onları nikahınızda tutmayınız)

Bu ayetin inmesi üzerine Hz. Ömer henüz müşrik olan iki karısını boşadı (Bunlardan

birisi Ebû Ümeyye kızı Kureybe idi. Öbürü de Huzaalı Cer-vel'in kızı Ümmü

Gülsüm' dü) Bunlardan birisini (Kureybe'yi) Muaviye b. Ebî Süfyan, öbürünü de

Safvan b. Ümeyye nikahladı. (Bir rivayete göre de Ümmü Gülsümü Ebû Cahm

nikahlamıştır.)

Sonra Peygamber (s. a) Medine'ye döndü. Kureyş'in kendisiyle antlaşma yaptığı Ebû
Basir müslüman olarak (Medine'ye) geldi. Bunu istemek üzere de Kureyş iki kişi
gönderdi. (Bunlardan birisi Huneys b. Cabir öbürü de Ez-her b. Abdi Avf idi) Bunlar
Rasûl-ü Ekrem'e "Bize karşı imza ettiğin antlaşmayı hatırlatırız." dediler. Rasûl-ü
Ekrem de (anlaşma uyarınca) Ebû Ba-sir'i bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebû Basir'le
(yola) çıktılar. Nihayet Zul-huleyfe'ye eriştiler (Dağarcıklarmdaki) hurmadan bir
mikdarmı yemek için oraya indiler. Ebû Basir bu iki kişiden birisine (Humeys'e):



"Ey falanca! Vallahi şu kılıcını emin ol çok güzel zannediyorum." dedi (kılıcın sahibi
olan) kimse de kılıcı (kınından) çekerek:

"Evet vallahi bu kılıç çok iyidir, onu ben defalarca denedim." dedi. Ebû Basir de:
"Müsaade et de bakayım" dedi. Ve bir fırsatını bulup elinden aldı ve hemen Huneys'e
vurdu. Nihayet Huneys öldü. öbür arkadaşı (bir rivayete göre Huneys'in kölesi Kevser)
kaçarak Medine'ye vardı, koşarak Mescid-i Saadete girdi. Rasûlullah (s. a) onun telaşla
koşup mescide girdiğini görünce:

"Muhakkak şu adam bir korku görüp geçirmiştir." buyurdu. Kevser, peygamber (s.a)
yaklaşınca:

"Vallahi efendim öldürüldü (engel olamazsanız) muhakkak ben de öldürüleceğim"
dedi. Bu sırada Ebû Basir geldi ve:

"Ey Allah'ın Rasûlü, vallahi sana Allah verdiğin sözü yerine getirtti. Beni müşriklere
geri verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı." Dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a)
sahabilere hitaben:

"Ebû Basir'e hayret doğrusu. Bu adam harbi kızıştırmaktadır. Eğer onun fikrine
yardım eden bulunsa" (o fırın karıştırır gibi harbi ateşleyecek, sulhu bozacak)
buyurdu. Ebû Basir Rasûl-ü Ekrem'in bu sözlerini işitince, kendisini müşriklere hemen
teslim edeceğini anladı ve deniz sahiline kadar, firar etti. "îs" denilen yerde karar kıldı.



Ravi der ki Süheyl'in oğlu Ebû Cendel de (yetmiş süvari ile birlikte) müşrikler
arasından kaçarak Ebû Basir'e katıldı. Şimdi artık müslüman olan herkes Kureyş
arasından ayrılarak Ebû Basir'e iltihak etmeye başladı. Nihayet Ebû Basir'in yanında
mühim bir kuvvet toplandı. Vallahi bunlar, Kureyş'in Şam'a bir ticaret kafilesinin
gittiğini duyar duymaz hemen onları çevirirler, kendilerini öldürüp mallarını alırlardı.
Kureyş, kendisini tehdid eden bu vaziyet üzerine Rasûlullah (s.a)'e (Ebû Süfyan'ı
hususi salahiyetle) gönderdi. Şimdi Kureyş, Rasûl-ü Ekrem'den Allah rızası için. ve
aradaki akrabalık bağına hürmeten Ebû Basir (emrindeki) cemaatın yaptığı
soygunculuğa engel olunmasını ricaya başlamıştı. Artık bundan böyle Mekke'den
Medine'ye kim giderse emindir, (iade edilmeyecektir) diye haber göndermişlerdi.
Peygamber (s.a) Ebû Basir Cemaatine (mektup) gönderdi (Medine'ye gelmelerini

bildirdi)^"^ Bunun üzerine yüce Allah "hüvvellezi keffe ey diye hûm an kûm,
bibatni Mekkete min ba'di ezferaküm aleyhim" âyeti kerimesini ta "el-hammiyete,
hamiyyetelcahiliyyeti" âyetine kadar indirdi. (Bu üç âyet-i kerimenin yüce meali
şöyledir: "Mekke'nin göbeğinde onlara karşı size zafer verdikten sonra, onların ellerini
sizden sizin ellerinizi de onlardan çeken odur. Allah yaptıklarınızı görmektedir. Onlar
öyle kimselerdir ki, inkar ettiler, sizi mescid-i haram (ı ziyaret) den ve bekletilen
kurbanları yerlerine varmaktan alakoydular. Eğer (orada) kendilerini bilmediğiniz için
tepeleyeceğiniz ve bilmeyerek tepelemenizden ötürü kendileri yüzünden bir belaya
uğrayacağınız inanmış erkekler ve inanmış kadınlar olmasaydı (Allah, sizin
savaşmanıza engel olmazdı. Böyle yaptı) ki Allah, dilediğini rahmetine soksun. Şayet
(inananlar ve inanmayanlar) birbirinden ayrılmış olsalardı, elbette onlardan inkar
edenleri aci bir azaba çarptmrdık.

O zaman inkar edenler, kalblerine kızgınlık ve gayreti o cahiliyye (çağının) kızgınlık
ve gayretini koymuşlardı. Allah da elçisine ve müzminlere huzur ve güvenini indirdi;
onları takva kelimesine (sebata ve ahde vefaya) bağladı. Zaten onlar, buna layık ve



ehil idiler. Allah, her şeyi bilendir. J 1

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifteki atlanan kısımları ve hadisin tamamını
göstermek maksadıyla yukarıda tercümesini sunduğumuz Buharı hadisi hakkında,
merhum Kamil Miras Efendi şunları söylüyor: Hudeybiye hadisi ilmî rivayet
bakımından hadisi mürseldir. Yani tabii, ravinin sahabiyi atlayarak doğrudan Rasul-i
Ekrem'den rivayet etmesidir. Şöyle ki; Hudeybiye hadisinin iki ravisinden biri bulunan
Mervan sahabi değildir ve Hudeybiye seferinde bulunmamıştır. Çünkü Mervan gayri
mümeyyiz çocukluk çağında iken babası Hakem, Hz. Peygamber tarafından taife
sürüldüğünden o da babası ile Taife gitmiştir. Hazreti Osman'ın hilafet zamanına
kadar Taif te kalmış, Hz. Osman Halife olunca affa mazhar olarak baba, oğul Me-
dine'ye gelmişlerdir. Binaenaleyh Mervan'm Rasûl-i Ekrem'i ne görmesi ne de sohbeti
sabit değildir.

Misver İbn Mahreme'ye gelince, gerçi Misver; sahabi oğlu şahabıdır. Rasûl-i
Ekrem'den hadis işitmiş olması sahihtir. Fakat Misver de babası Mahreme ile beraber
Mekke'nin Fethinden sonra çocukluk çağında Medine'ye gelmiştir. Hudeybiye vakası
ise, Mekke'nin fethinden iki sene evvel cereyan etmiştir. Binaenaleyh gerek Mervanm,
gerek Misver'in bila vasıta Rasûl-i Ekrem'den rivayette selahiyetleri yoktur.
Usuli rivayete göre; böyle olmakla beraber her iki ravi de Hudeybiye'-de hazır
bulunmuş bir çok ashabı kirama mülaki olmuşlardır ki Ömer, Osman, Ali, Muğire b.
Şu'be, Sehl İbn Hanîf, Ümmü Seleme ve emsalidir. Her halde bunlardan işitmişlerdir.
Nasıl ki Buharı Şurut bahsinin ihtidasında bu Hudeybiye hadisinin bir rivayet
tarikinde bu noktayı tesbit eder mahiyette: Misver ile Mervan, Nebi (s.a)'in ashabından
rivayet ederek haber vermişlerdir, diye tahric etmiştir. Biz de senede ait bu mühim
noktayı tercememizde gösterdik.

Şimdi bir cihet kalıyor ki şudur: Bu suretde Misverle Mervan, sahabe ismini
açıklamayarak meçhulden rivayet etmiş bulunuyorlar. Bu da bir sebebi kadh olmaz
mı? denilirse buna da: "Ashabı kiramın hepsi sahibi adalet bulunduklarından ravinin,
sahabe isimlerini bilmemesi hadis hakkında vesi-lei kadh olamaz." diye cevap verilir.
[465]



Bazı Hükümler

1. Vesikaların başına "Bu vesika falanca kişinin falan işiyle ilgilidir" gibi ibareler
yazılabilir. Kadı Iyaz "Hadiste, vesikalarda ziyadeye hacet kalmaksızın, bir kimsenin
meşhur olan adı ile yetinmenin caiz olduğuna delil vardır." diyor.

2. Hükümdar, müslümanlar için lüzumlu gördüğü bir sulhu bazı yakınlarına haber
vermeden imza edebilir.

3. Büyük zararı önlemek veya büyük bir faydayı sağlamak için küçük zarara
katlanmak caizdir. Hudeybiye antlaşmasını imzalamakla müslüman-larm zillete
düştüklerini iddia etmek asla doğru olamaz. Her ne kadar Hudeybiye antlaşması ile
müslümanlara o sene hac yolu kapanmışsa da bu antlaşmanın ardından, Mekke'nin
fethi, insanların kitleler halinde müslüman oluşu gibi zaferler elde edilmiştir. Oysa bu
antlaşmadan önce Araplar müs-lümanlann arasına karışmazlar, bu yüzden de
peygamber (s.a)'m yolunu tafsilatıyla bilmezlerdi. Sulh yapılıp karşılıklı temaslar
başlayınca, onun mucizelerini gördüler, getirdiği dinin hak olduğuna gönülleri yattı ve
birçokları Mekke'nin fethinden önce müslümanlığı kabul etti. Mekkeliler, müslüman



olunca, çöllerde onların müslüman olmasını bekleyen bütün Araplar da müslümanlığı
kabul ettiler. Kıymetli ilim adamlarımızdan Kamil Miras efendinin beyanına göre,
Hudeybiye sulhundan Mekke'nin Fethine kadar geçen bir sene zarfında İslam
camiasına girenlerin sayısı bi'seti Muhammediye'-den sulh gününe kadar takriben
yirmi seneye yaknf zaman zarfmcfâ-tnüslü-man olanlardan çok fazla idi... Haccetü'l-
veda'da Rasûlü Ekrem'le hac edenlerin sayısını, ehl-i siyerin yüzyirmi bin olarak
bildirmeleri, islam nurunun, yayılış hızını anlamak için herkesin anlayabileceği bir

mikyas olabilir.

4. Alimlerden bazıları, bu hadisi delil getirerek Hudeybiye antlaşmasını, Peygamber
(s.a)'in kendi eliyle düzelttiğini söylemişlerdir. Bu zatlara göre bu ahitnameyi Hz.
Peygambere Cenab-ı Hak yazdırmıştır. Bu da, ya Rasû-lullah(s.a)'in
neyazdığmıbilmedenAllah'm izni ve emriyle elindeki kalemin hareket edip yazmasıyla
olmuştur. Ya da Allah o anda ona yazmayı öğretmiştir. Bu takdirde yazıyı bir anda
Öğrenmesi ümmilik mucizesine bir ziyade olur. Okumayı hiç bilmezken Cenab-ı Hak
onu birden nasıl okur yaptı ise, bu sefer de yazı bilmezken yazar yapmıştır. Hz.
Peygamber (s.a)'in yazıyı öğrenmeden dünyadan gitmediğini bildiren bir çok eserlerle
de delil çıkarılmıştır.

Alimlerin çoğu, bu söylenenleri kabul etmemişlerdir. Zira kabul edilirse, Peygamber
(s.a)'in ümmiliğinin batıl olması icabedecektir. Halbuki Allah Teâlâ Hazretleri Kur'an-
ı Kerim'inde onu ümmilikle vasıflandırmıştır. Onlara göre buradaki "yazdı" sözünden
murad: "Yazma emrini vermesidir." Bu hususta her iki taraf sözü bir hayli
uzatmışlardır.

5. Medinelilerin mikatı Zülhuleyfedir.

6. Ka'be'ye sevkedilen Kurbanlık develere gerdanlık takmak ve hörgüç-lerini bıçak
gibi bir aletle kanatarak onları işaretlemek sünnettir.

7. Toplu seferlerde, düşman tehlikesinden emin olmak için önden gözcüler göndererek
düşmanın halini gözetlemek müstehabdr.

8. Müslümanların, gerçekleştirmesi mümkün olmayan bazı casusluk ve gözetleme
işlerinde, kendileriyle antlaşma yapılmış olan kafirlerden istifade etmek caizdir.

9. Önemli işlerde, ilim ve tecrübe sahipleriyle istişare etmek müstehabdır.

10. îhramlı bir kimsenin, kendisini beyt-i şerife girmekten, hac veya umre ibadetinden
men eden bir kimseyle savaşması caizdir.

11. Hac ve umre yapmaktan men eden, bir kafirin elinden kurtulabilmek için onlarla
savaşa girmemek caizdir. Bazı ilim adamlarına göre, eğer hacc ya da Umre yapmaktan
men eden müslümansa onunla savaşmamak, savaşmaktan daha evladır.

12. Düşman tehlikesi sözkonusu olursa, bir kumandanın etrafına muhafızlar
yerleştirmesi caizdir. "Etrafına insanları saflar halinde dikenler, cehennemde yerlerini
hazırlasınlar." mealindeki hadis-i şerif ise keyfi olarak, büyüklük ve ihtişamım
sergilemek için etrafında nöbetçi bulunduran kimselerle ilgilidir.

13. Savaşta, müşriklerin elinden zorla alman mallar, ganimet olarak müs-lümanlara
helal ise de sulh halinde, onların elinden alman mal haramdır. Bu mal, sahibine geri
verilmesi gerekir. Nitekim Hz. Muğire, cahiliyye döneminde yol arkadaşlığı ettiği bazı
kimseleri öldürerek mallarını gasbetmiş-ti. Sonra kendisi müslüman olarak Hz.
Peygamber'in huzuruna gelmiş ve bu malları da beraberinde getirmişti. Rasûl-ü
Ekremse, hıyanet mahsulü olduğu gerekçesiyle bu mallan kabul etmedi.

14. Abdestte kullanılmış olan su temizdir.



15. Güzel bir ismi, uğurlu saymak caizdir. Fakat herhangi bir ismi, uğursuz saymaksa
tahrimen mekruhtur.

16. İslama zarar getirmemek ve Allah'ın bir hakkını çiğnememek şartıyla, insanlara
yumuşak davranmak ve güleryüz göstermek caizdir.

17. Hz. Ebu Bekr'in, Ömer (r.a)e aynen Peygamber (s.a)'in cevabı gibi cevap vermesi,
onun ilm-ü faziletinin büyüklüğüne ve bütün ashaba üstünlüğüne delalet eder.

18. Kafirlerle barış yapmakta bir fayda mülahaza edilirse, barış akdi caizdir. Yalnız,
bazı alimlere göre; İslam kumandanı muzaffer olmuşsa, küf-farla ancak dört aylık
barış imzalayabilir. Bazı alimler ise bir seneden az olmak şartıyla da barış
yapılabileceğini söylemişlerdir, imam Malik'e göre, bu işin muayyen bir vakti yoktur.
r4681

19. Herhangi bir vakitle kayıtlamadan "Şu işi yapacağım" diye yemin eden bir kimse,
o işi ne zaman yaparsa yapsın, yemininin sorumluluğundan kurtulmuş olur. Bu işi
yapmak için önünde, Ölünceye kadar vakit vardır.

20. Bu falancanın falan kimseden aldığı (mal)dır, şeklinde bir kayıt koymak caizdir.
Tutanakların başına veya uygun bir yerine, böyle bir ibare yazmanın caiz olmadığını
söyleyen müteahhirin âlimlerinden bazıları yanılmışlardır. Çünkü metinde geçen "Bu
yazı Allah'ın Rasûlü Muhammed'in muhtevasını imzaladığı bir yazıdır.*' anlamına
gelen lafızlar da, bu görüşün yanlış olduğunu gösterir.

21. Hac ya da umre için ihrama girerek düşmanla karşılaşan bir kimse, kurbanı
Mekke'ye erişmeden önce bulunduğu yerde tıraş olup ihramdan çıkabilir. Nitekim
"Onlar öyle kimselerdir ki inkar ettiler. Sizi mescid-i Ha-ram(ı ziyaret) den ve

[4691

bekletilen kurbanları yerlerine varmaktan alakoydular...' ,J 1 âyet-i kerimesi de buna

delalet eder.

22. Kadınlarla istişare etmek ve isabetli kararlarında onların görüşlerine uymak
caizdir.



2766. ...Mervan b. el-Hakem ile Misver b. Mahreme'den rivayet edilmiştir ki:
Halkın emniyetle yaşayacağı on sene süreyle savaşı bırakmak, içimizde (içerisine
yaramaz eşyaların konulmadığı) kapalı bohça (gibi itimatsızlığın giremediği güven
dolu bir kalp taşımak) ve (aramazda) hırsızlık ve hıyanet olmamak üzere

[47 i]

(Hudeybiye'de müslümanlarla Mekke müşrikleri) barış yaptılar.- 1 1



Açıklama



Bu hadis-i şerif, harbî denilen, gayr-i müslim düşmanlarla lüzumunda savaş
yapılabileceği gibi, icabederse barış da yapılabileceğine delalet etmektedir. Uzun
süreli barışlarda, seran bir antlaşma metninin hazırlanması gerekir. Hudeybiye
antlaşması, bunun en güzel bir örneğidir.

Barış süresi; görülen lüzuma göre uzun veya kısa olabilir. Bu (veliyyülemrin
içtihadına ve) görülen lüzumun derecesine bağlıdır.

Şafiî fakihlerine göre; fazla bir zaruret görülmediği takdirde, dört aylık bir barış
yapılması caizdir. Zaruret halinde ise yapılacak barışlar, nihayet Hudeybiye barışma

[4721

müsavi bir müddetle olmalıdır ki, bu müddet, meşhur olan kavle göre on senedir.- 1 1



Yine Şafiî Fakihlerine göre, on senelik barış süresi sona erince lüzumu halinde, onar

[4731

sene olmak üzere yeni antlaşmalarla uzatılabilir.



2767. ...Hassan b. Atıyye'den demiştir ki:

Mekhûl ile İbn Ebû Zekeriyya (bir gün) Halid b. Ma'dan (in ya-nm)a gitti (1er).
Onlarla birlikte ben de gittim. (Halid b. Ma'dan) bize Cübeyr b. Nüfeyr'den hadis
nakletti. (Halid) dedi ki: Cübeyr (bir gün bana) -bizimle beraber gel (de) Zü Mihber'e
gidelim- dedi. (Zü-Mihber) Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellemin sahabilerinden
bir adam (idi). Kısa bir süre sonra yanma vardık. Cübeyr ona (ahir zamanda müslü-
manlarla kafirler arasında yapılacak) barışı sordu (Zü-Mihber de şöyle) cevap verdi:
Ben Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellemi (şöyle) derken işittim: "Sizler Rumlarla
güvenli bir barış yapacaksınız. (Sonra) Siz ve onlar (birleşip) arkanızdan (saldıran

başka) bir düşmanla savaşacaksınız.



Açıklama

Bu hadis-i şerif müşriklerle sulh yapmanın caiz olduğuna delildir. İbn Mace'nin
Sünen'inde ve Ahmed b. Hanbel'in Müsnedinde hadîs şu manaya gelen lafızlarla
tamamlanmaktadır. ve zafer kazanıp, ganimet mallarını alarak (savaştan) salimen
çıkacaksınız. Sonra savaştan dönüp de tepeleri bulunan bir meraya varacaksınız
(orada) haç ehlinden bir adam, haçı yukarı kaldırarak -Hac (yani hrıstiyanhk) galip
geldi- diyecek, müslumanlardan bir adam da kızarak, kalkıp 6 haçı kıracaktır, tşte o
zaman Rumlar, (aranızdaki) barışı bozarak (sizinle) büyük bir savaş yapmak üzere
toplanacaklardır.

Bu hadisi, rivayet eden sahabinin ismi burada Zû-Mihber olarak zikredilmiş olmakla
beraber İmam Tirmizî bu ismin doğrusunun Zû Mıhyer olduğunu söylemiştir. İmam
Evzaî de bu ismi aynen Musannif Ebu Davud gibi Zu-Mıhber şeklinde rivayet
etmiştir. İbn Sa'd da, doğrusunun Zu minber olduğu görüşündedir.
Sözü geçen sahabi, Habeşistan Kralı Necaşi'nin erkek kardeşinin oğludur.
Müslümanlığı kabul ettikten sonra Medine'ye gelip Peygamber efendimizin özel
hizmetinde bulunmuştur. Sonra, Şam'a gidip orada rahmet-i rah-man'a kavuşmuştur.
Beş hadis rivayet etmiştir. Ravileri ise Cübeyr b. Nü-feyr ile Halid b. Ma'dan'dır.
Cübeyr bin Nüfeyr el-Hadrami Ebu Abdirrahman es-Şâmi (r.a): mu-hadramlardan;
yani hem câhiliyet,hem İslamiyet devirlerine yetişenlerdendir. Ebu Bekr Sıddık (r.a),
devrinde müslüman olmuştur. Kendisi Ubade, Muaz bin Cebel, Halid bin el-Velid,
Ebu'd-Derda, Ebû Zer ve Zü Mıhmer (r.a)'dan hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de
oğlu Abdurrahman, Halid bin Ma'dan, Mekhûl ve başka bir grup ta rivayette
bulunmuştur. Müslim ve Sünen sahipleri, onun hadislerini rivayet etmişlerdir. H. 75.
yılında vefat etmiştir.

Halid b. Ma'dan Ebu Abdillah (r.a) bir grup sahabiden mürsel rivayette bulunmuştur.
Ayrıca Muaviye, Mıkdam b. Madikerib ve Ebû Ümame (r.a)'den de rivayette
bulunmuştur. Kendisinden de Nur b. Yezid, Muham-med b. İbrahim et-Teymi, Hassan
b. Atiyye ve Safvan b. Amr rivayet etmişlerdir. Bu zat, tabiilerin fıkıhçılarmdan ve
seçkin simalarmdandır. Yetmiş sahabiye yetiştiğini, söylediği kendisinden rivayet
edilmiştir. Seleme b. Şe-bib: O günde kırk bin defa sübhanallah zikrini tekrarladı.
Vefat edip cenazesi yıkanacağı zaman, parmağını şöyle kımıldatmaya başladı,



demiştir. H. 100 veya 104, ya da 108. yılında vefat etmiştir.

Hassan b. Atiyye el-Muhâribi Ebû Bekir ed-Dımeşkî, fikıhçı olup Ebû Umame (r.a)
den mürsel rivayette bulunmuştur. Çünkü ondan hadis işitme-miştir. Ayrıca İbnü'l-
Müseyyeb'den de rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Evzaî ve Ebû Gassan
Muhammed bin Ömer rivayet etmişlerdir. Ahmed ve İbn Main onun sıka, yani
güvenilir olduğunu söylemişlerdir. Zehebî'nin dediğine göre H. 130. yıla yakın

zamana kadar ya»^

157. Kılıklarına Girilerek Ansızın Düşman Üzerine Yapılan Baskın (Hakkında
Hadisler)

2768. ...Cabir'den şöyle dediği rivayet edilir ki: Rasûlullah (s. a) "Ka'b b. Eşrefe (karşı)
kim çıkacak? Çünkü o, Allah'a ve Rasûlüne eza etmiştir." buyurdu. Muhammed b. M
esleme kalkıp "Ben (karşı çıkacağım) ya Rasûlullah! Onu öldürmemi ister misin?"
dedi. (Hz. Peygamber de) "Evet" (istiyorum) buyurdu. (Muhammed b. Mesleme)
(onun hile ile öldürebilmek için ona sizden yakınarak) "Bir şeyler söylemem için
(lütfen bana) izin verin." Dedi (Hz. Peygamber "evet (sana bu hususta izin veriyorum
ona benim hakkımda gerekeni) söyle" (yebilirsin) buyurdu. (Muhammed b. Mesleme,
Ka'b b. Eşrefin) yanma gelip (Hz. Peygamberi kasdederek); "Bu adam bizden sadaka
istedi ve bizi dara düşürdü." dedi. (Ka'b b. Eşref de) "Siz ondan daha çok bıkkınlık
getireceksiniz." karşılığını verdi. (Muhammed b. Mesleme de)

"Biz ona (bir defa) uy(muş bulun)duk. İşinin sonu nereye varacağını görünceye kadar,
onu bırakmayı uygun görmüyoruz." Ve biz (senden) bize ödünç olarak bir vesk veya
iki vesk (hurma) vermeni rica ediyoruz." dedi. Ka'b da: "Bana (bu borç karşılığında)
rehin olarak ne vereceksin?" dedi. (Muhammed b. Mesleme) "Sen bizden (rehin
olarak) ne istiyorsun?" diye sordu. (Ka'b):

"Kadınlarınızı" (istiyorum) dedi (Muhammed b. Esleme ile yanındakiler):
"Sübhanallah sen Arabm en yakışıkhsısm. (Böyleyken) biz sana kadınlarımızı (nasıl)
rehin olarak vereceğiz (öyle mi?). Bu bizim için bir utanç (kaynağı) olur." dediler, (o
da öyleyse), "çocuklarınızı rehin verirsiniz." dedi (Muhammed b. Mesleme ile
arkadaşları ise)

"Sübhanallah! Birimizin oğMna(birgün) sövülür de (kendisine bu) bir vesk -veya İki
vesk (hurma) karşılığında rehin verildi, denir. Biz sana zırhı yani silahı rehin olarak
verelim." dediler, (o da): "olur" dedi. (Muhammed b. Mesleme geceleyin Ka'b'm)
yanma gelince ona seslendi, O da güzel kokular sürünmüş bir halde başı(ndan
kokular) saçarak, karşısına çıktı. (Muhammed b. Mesleme) üç veya dört kişiyle
A irlikte gelip, (Ka'b'm) yanma oturunca ona (burunlarına gelmekte olan güzel bir
kokudan) bahsetmeye başladılar. O da

"Üenim yanımda (nikahlım olarak) falanca kadın vardır. O, halkın en güzel kokulu
kadınıdır." dedi. (Muhammed b. Mesleme)

"Bana izin verir misin (başındaki bu kokuyu) koklayım?" dedi (Ka'b da):
"Hv;t!" (izin veririm) dedi. Bunun üzerine (ibn Mesleme) elini (Ka'b'm) başm(daki
saçlarının arasm)a soktu ve (eline bulaşan kokuyu) kokladı. (Sonra Ka'b'a bu
hareketini) "Tekrar edeyim mi?" diye sordu o da da "Evet" dedi. Bunun üzerine (İbn
Mesleme tekrar) elini onun başın (daki saçların arasm)a soktu Ka'b (ona) bu imkanı
verince (îbn Mesleme) "Haydin!" (vurun!) diye bağırdı, onlar da hemen ona vurdular,



nihayet onu öldürdüler. L-^-J



Açıklama



Ka'b b. Eşref, BenîKureyza yahudilerinin şairidir. Daima peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem)le müslümanları hicveder, müsiuman 1ar aleyhine müşriklere yardımda
bulunurdu. Bedir harbinde, maktul düşen müşriklere ağlamış ve haklarında şiirler
yazmıştı. Zengindi. Hicretin üçüncü yılı Ramazanında öldürüldü.
Muhammed b. Mesleme (r.a.) Ashab-ı Kiramın büyüklerinden olup Bedr'de ve diğer
gazaların hepsinde bulunmuş 43 veya 46 tarihinde Medine'de vali bulunduğu sırada
vefat etmiştir.

Ulema, Ka'b'm bu şekilde hile ile öldürülmesinin sebebi ve cevabı hususunda ihtilaf
etmişlerdir. İmam Mâzırî şöyle diyor: "İbn Mesleme'nin Ka'b'ı bu şekilde öldürmesi,
Peygamber (s.a)'e verdiği ahdini bozduğu, ona hicvederek sövdüğü içindir. Rasûlullah
(s.a) aleyhine kimseye yardım etmeyeceğine söz vermişti. Sonra onun aleyhine,
düşmanlarla birleşerek onlara yardım etti..."

Kaadî Iyaz'ıh beyanına göre; ulemadan bazıları bu meseleye şöyle cevap vermişlerdir.
Muhammed b. Mesleme hiç bir sözünde Ka'b'a eman vermiş değildir. Onunla sadece
alış-veriş hususunda konuşmuş bir de halinden şikayet etmiştir. Kendisine bir söz veya
eman vermemiştir. Hiç bir kimsenin Onu gadren öldürdü demesi helal olamaz.
Ka'b b. Eşrefin katline bir rivayette dört, diğer rivayette beş kişi iştirak etmiştir.
Bunlar Muhammed b. Mesleme, Ebû Naile Silkan b. Selame, Abbad b. Bişr, Ebû Abs

b. Cebr ve Haris b. Evs'tir.^^



Bazı Hükümler



1. Bazıları, bu hadisle istidlal ederek: "Evvelce tslamı kabule davet olunmuş bir kafire
hile yapmak ve baskında bulunmak caizdir" demişlerdir.

2. Ta'riz caizdir. Ta'riz: Manası sahih ve kapalı olan fakat, muhatabın ondan daha
başka bir mana anlaması mümkün olan sözdür. Şer'i bir hakka mani olmamak şartı ile
harplerde ve sair yerlerde bu caizdir. Mesela: Muhammed b. Mesleme'nin: "Bu adam
sadaka istedi ve bizi dara düşürdü.'* sözü caiz hatta müstehab bir ta'rizdir. Çünkü
kapalı manası; bizi içinde yorgunluk ve darlıkla ve şeriat adabı ile te'dib ve terbiye
etti. Ama bu yorgunluk Allah'ın rızası uğrundadır; bizim için makbuldür; demektir.

[4781

Fakat muhatab bundan makbul olmayan yorgunluk anlamıştır.- 1 1

2769. ...Ebu Hureyre'den demiştir ki:

Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "İman ihaneti bağlamıştır. Mü'min, ihanet

J4791
etmez. 1 1



Açıklama



Yular, atın zararlı yerlere gitmesine engel olduğu gibi, iman da mü'mini şanına

yakışmayan hak ve adalet ölçülerine uymayan hareketlerden alıkoyar.

Bu cümleden olmak üzere iman; mü'minin arkadaşına veya kendisine güvenen bir



kimseye ihanet etmesine engeldir. Bir müslüman, şanına yakışmayan ihanet gibi çirkin
bir işi yapamaz. Ona pusu kurarak, veya uygun bir ortamı bulunca zayıf bir anında
karşısına çıkarak, üzerine saldırıp onu öl-düremez.

Metinde geçen "mü'min ihanet etmez." anlamına gelen cümlesini nehiy anlamında bir
haber cümlesi olarak kabul etmek, mümkün olabileceği gibi litfl şeklinde meczum
okuyarak nahy-i gaib olduğunu ve cümlenin mü'min ihanet etmesin anlamına geldiğini
kabul etmek de mümkündür.

Her iki halde de, bu hadis-i şerifle, mü'minler, ihanetten men'edilmişlerdir. Dolayısıyla
ihanet eden bir kimsenin, kamil bir mü'min olduğu söylenemez. Her ne kadar Ka'b b.
Eşref ve İbn Ebî Hakik müslümanlar tarafından hile ile öldürülmüşlerse de, aslında
bunlar Hz. Peygambere ve diğer müslümanlara dil uzatmakta çok ileri gitmiş
kimselerdi ve müsrüman-larla onlar arasında herhangi bir anlaşma, sulh ve karşılıklı
güven yoktu. Müslümanların, onlara verilmiş herhangi bir teminatı da yoktu. Bunlar
hareketleriyle müslümanlan karşı bir harekete zorluyorlardı. Müslümanların da
kendilerini onların zararından koruyabilmek için, onların vücudunu ortadan
kaldırmaktan başka bir çareleri kalmamıştı. İşte, bu gibi şartlar altında»
müslümanlarm onları hile ile öldürmelerini, ihanetle vasıflandırmak mümkün değildir.
Ayrıca sözü geçen kimselerin, müslümanlar tarafından öldürülmelerinin İslamda

ihanetin yasaklanmasından önceki bir tarihe rastlamış olması da düşünülebilir.
158. Yolculukta, (Çıkılan) Her Tepe Üzerine Tekbir Getirmek
2770. ... Abdullah b. Ömer'den demiştir ki:

Rasûlullah (s. a) (herhangi bir) savaştan veya hacdan ya da umreden döndüğü zaman,
karada (rastlayıp da üzerine çıktığı) tepe üzerinde üç defa tekbir getirir ve = Allah' dan
başka hakiki ma'bud yoktur. O, birdir, ortağı yoktur. Mülk onundur, hamd (yalnız)
O'nadır. O'nun herşeye gücü yeter. (Biz seferden memleketimize) dönenleriz, tevbe
edenleriz, (sadece Allah'a) ibadet edenleriz, secde edenleriz ve (sadece) rabbımıza
hamdedenle-riz. Allah va'dine sadıktır. Kuluna yardım etmiş bütün hizipleri tek başına

o hezimete uğratmıştır." derdi.



Açıklama



Metinde geçen "Allah va'dinde sadıktır" cümlesiyle, yüce Allah'ın "O, Rasûlunü
hidayetle ve hak dinle gönderdi ki: (Allah'a) ortak koşanlar hoşlanmasa da, o (hak din)

T4821

i bütün din(ler)in üstüne çıkarsın" 1 1 ayet-i kerimesindeki, yeryüzünde mevcut

dinler arasında yegane hak din olan İslam dinini, bütün dinlere üstün kılacağına dair

olan vadiyle "Müminlere yardım etmek üzerimize borç idi."^"^ ayet-i kerimesindeki
vadini gerçekleştirdiği, dolayısıyla mü*mirilere zafer nasibettiği ifade ve kas-
dedilmiştir. Şüphesiz ki yüce Allah va' dinden dönmez.

Metinde geçen "Kuluna yardım et!" cümlesindeki "kul" kelimesiyle kas-dedilen,
bizzat Rasûl-ü Zişan efendimizin kendisidir.

Şafiî ulemasından İmam Nevevi'nin açıklamasına göre, "Metinde geçen "Bütün
hizipleri tek başına o hezimete uğratmıştır." cümlesindeki hizipler kelimesiyle
kasdedilen, Hendek harbinde toplanarak müslümanlara karşı birleşen müşriklerdir.



Bunlar, müslümanlan topyekün imha etmek için Medine'yi kuşatınca Allahü Teâlâ
onların üzerine geceleyin korkunç bir fırtına ile birlikte göremedikleri birtakım
melekler göndermekle, ateşlerini söndürmüş, yüzlerini gözlerini toz içinde bırakmış,
onlara savaşı bırakıp kaçmaktan başka bir kurtuluş çaresi bırakmamıştır. Nitekim yüce
Allah "Ey inananlar Allah'ın size olan nimetini hatırlayın, hani bir zaman size ordular
gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgar ve sizin göremediğiniz ordular göndermiştik.

[4841

Allah yaptıklarınızı bilir. 1 ayet-i kerimesiyle bu gerçeği ifade buyurmuştur.

Yine Kadı Iyaz'm ifadesine göre, sözkonusu cümlede geçen Ahzab kelimesiyle,
Hendek savaşma katılan kafir gruplarının yanısıra kıyamete kadar, müslümanlarm
karşısında toplanacak olan grupların da kasdedildiğini söyleyenler de vardır.
Bazıları, Rasûl-ü Ekrem'in başkalarını seçili konuşmaktan men ettiği halde kendisinin,
burada seçili konuşmasını izah etmenin mümkün olmadığını söylemişlerse de,
kendilerine "Rasûlullah'm menettiği seçili konuşma, kahinlerin yaptığı gibi özene
bezene, yapılan seçili konuşmalardır. Tekellüf ve tasannu olmadan, ağızdan
dökülüveren seçili konuşmaları ise yasaklamamıştır. Kendisinin buradaki secileri de

bu kabilden olan secilerdir." diye cevap verilmiştir.

159. Yasaktan Sonra (Allah Ve Rasûlü Tarafından, Yasaklanan Fiile Tekrar)
Dönme İzni (Verilebilir)

2771. ...İbn Abbas'dan demiştir ki:

"Allah'a ve ahiret gününe inananlar -mallarıyla canlarıyla cihad etme hususunda-

senden izin iste (yip geri kal)mazlar."^^ (mealinde ki) ayet-i (kerimenin hükmünü)
Nûr (suresin)deki: (şüphesiz ki Allah) "... çok bağışlayan, çok merhamet edendir."
sözüne kadar (devam eden) "mü'minler o kimselerdir ki; Allah'a ve peygamberine

[4871

(gönülden) inanmışlardır... " J 1 (mealindeki) ayet(i kerime) yürürlükten kaldırmıştır.

r4881



Açıklama



Bu hadis-i şerifte geçen, iki ayetin tefsirinde, ulema ihtilaf etmiştir. Hasan-ı Basrî ve
İkrime'ye göre, metinde geçen Tevbe süresindeki ayet-i kerimenin hükmünü, Nur
süresindeki ayet-i kerime yürürlükten kaldırmıştır.

Sözü geçen alimlere göre; Tevbe süresindeki ayet-i kerimede meşru bir sebeple de
olsa, mü'minlerin cihada çıkmamak için Hz. Peygamberden izin istemeleri
yasaklanırken "Mü'minler o kimselerdir ki, Allah ve peygamberine (gönülden)
inanmışlardır. İçtimai bir iş (görüşmek) üzere o, (Allah'ın Rasûlü ile) bulundukları
zaman, ondan izin almadan gitmezler. (Ey Muhammed), senden izin alanlar, işte onlar,
Allah'a ve Rasûlüne inanan kimselerdir. Bundan dolayı bazı işler için senden izin
istedikleri zaman, onlardan dilediğine izin ver ve onlar için Allah'dan mağfiret dile.

[4891

Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. J 1 mealindeki ayet-i

kerimede ise, Hazret i Peygambere meşru mazaretleri olan mü'minlere, cihada
çıkmamaları için izin vermesi emredilmektedir. Bu durum, Nur süresindeki ayet-i
kerimenin yukarıda mealini sunduğumuz, Tevbe suresinin 44. cü ayet-i kerimesinin



hükmünü yürürlükten kaldırdığını ortaya koymaktadır.

Mevzumuzu teşkil eden bab başlığından musannif Ebu Davud'un da bu görüşte olduğu
anlaşılıyor.

Bazı ilim adamlarına göre ise; bu iki ayet-i kerimenin hükmü arasında bir çelişki
olmadığından, birinin diğerinin hükmünü yürürlükten kaldırması da sözkonusu
değildir.

Bu görüşte olan alimler; Tevbe suresinin 44. cü ayet-i kerimesi "Mü'minler asılsız
mazeretler ileri sürerek cihaddan geri kalmak için Hz. Peygamberden asla izin
istemezler. Ancak meşru bir mazaretleri çıkınca böyle bir izin isteme yoluna
gidebilirler. Fakat münafıklar, birtakım uydurma mazeretler ileri sürerek harbe
çıkmamak için Hz. Peygamberin huzuruna gelip izin isterler." anlamına gelir ki, Nur
suresinin sözü geçen ayet-i kerimesinde buna aykırı bir hüküm bulunmadığı son
derece açıktır. Hatta Nur suresinde mazereti olan mü'minlere yeteri kadar izin vermesi
için, Hz. Peygambere emir vardır. Binaenaleyh sözkonusu iki ayetten, birinin diğerini

neshetmesi düşünülemez. L- ^



160. Müjdeci(Ler) Göndermek



2772. ...Cerir'den demiştir ki:

Rasûlullah (s. a) bana (hitaben ey Cerir) "Zülhalasa hakkında (hayırlı bir haber
getirsen) de bizi rahatlatsan" dedi. (Ravi Kays rivayetine şöyle devam etti) Bunun
üzerine (Cerir yola düştü, Zülhalasa'-nm) yanma varıp onu parçaladı. Sonra Ahmes
(kabilesin)den Ebû Er-tât künyesiyle anılan bir adamı müjde vermek üzere peygamber

[4911

sal-lallahü aleyhi ve selleme gönderdi. J 1



Açıklama



Zülhalasa: Devs, Hasam ve Becile kabilelerine ait bir putun bulunduğu evin ismidir.
Hafız İbn Hacr'in görüşü budur. Bir rivayete göre bu putun adı zülhalasa idi, bu putun
içinde bulunduğu evin ismi de Halasa idi. Mekke'nin fethinden sonra, Hz. Cerir
müslüman olarak Hz. Peygamberin huzuruna gelmişti. Hz. Peygamber onu Zülhalasa
ismindeki putu kırmaya teşvik edince, Hz. Cerir bu putu kırmak üzere yola çıkmış ve
yanma, kendi kabilesi olan Ahmes oğullarını da alarak putu koruyan, Hasam kabilesi
üzerine yürümüş ve onlarla savaştıktan sonra putu kırmaya muvaffak olmuş.
Rasûl-ü Zişan efendimizi memnun etmek için de bu haberi vermek üzere, Ebû Ertat
künyesiyle anılan bir sahabiyi müjdeci olarak göndermiştir. Hz. Cerir' in bu hareketi ve
Rasûl-ü Zişan efendimizin onun bu hareketini tasvib etmesi, Fetih ve zafer gibi hayırlı
haberleri müslümanlara müjdelemenin, bu müjdeyi vermek için özel müjdeciler

[4921

göndermenin, müstehab olduğunu gösterir. J 1



161. Müjde Vermek



2773 . ...Ka'b b. Malik demiştir ki:

Peygamber (s. a) bir yolculuktan geldiği zaman, ilk önce mescid-de iki rek'at namaz
kılar, sonra da halkla otururdu. (Musannif Ebu Davud'un şeyhi) İbnü's-Serh (Ka'b b.



[4931

Malik'in bu hadisini sonuna kadar) nakletti. J 1 (Ka'b b. Malik konuşmasına devam

ederek şöyle) dedi: Rasûlullah (s. a) müslümanlara, bizim üçümüzle konuşmayı yasak-
ladı. Nihayet, (onların bu küskünlüğü) bana (iyice) uzaymca (birgün). Amcamın oğlu
olan Ebû Katade'nin bahçesinin duvarına tırmandım ve kendisine selam verdim. Daha
sonra ellinci gecenin sabahında, sabah Alamazını evlerimizden bir evin damında
kıldım ve hemen arkasından "Ey Malik'in oğlu Ka'b müjde sana!" diye bağıran birini
işittim ve bana müjde vererek bağıran kimse yanıma gelince, (üzerimdeki) iki (kat)
elbisemi çıkarıp ona giydirdim (ve) hemen arkasından (Rasûlü Ekrem'in huzuruna
varmak üzere) harekete geçtim. Nihayet mescide girdim. Bir de ne göreyim,
Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem (orada) oturuyor. Talha b. Ubeydillah kalktı,

T4941

koşarak bana (geldi) benimle, müsafaha etti (elimi sıktı) ve beni tebrik etti.

Açıklama

Ka'b b. Malik (r.a) tamamı Buhari ve Müslim'de zikredilen bu uzun rivayetinde,
Tebük seferine niçin iştirak edemediğini açıklarken, aynı zamanda bu şanlı seferin bir
çok noktalarına da işaret etmiştir. Hz. Ka'b Ensardandır. Ebu Abdullah künyesini taşır.
Akabe'de bulunan üç şairden biridir. Diğer iki şair de Abdullah b. Revaha ile Hassan
b. Sabit'tir. Fahr-i kainat efendimizin bu güzide şairlerinden Hassan, şiirlerinde
Kureyş'in nesilerini hedef alır. Abdullah b. Revaha da küfürlerini ayıplardı, Hz. Ka'b
ise Kureyş'i daima harb ile tehdid eden kahramanlık şiirleri söylerdi.
Hz. Ka'b'm Tebük seferine iştirak etmediği bir gerçek olmakla beraber, Hz.
Peygamberin bu ateşli şairi, Tebük seferinden korkaklığı nedeniyle geri kaldığı
söylenemez. Aslında, kendisi Bedir'den başka bütün seferlere iştirak etmiş, Uhud
harbinde onbir yara almıştı. Mevzumuzu teşkil eden bu hadisin Buhari'de tam olarak
zikredilen rivayetinden anlaşıldığına göre; Tebük savaşma katılmak için son derece
istekli olduğu halde, savaş hazırlıklarını vaktinde yapamadığı için, müslümanlarla
birlikte sefere çıkamamış ve daha sonraki günlerde de onlara yetişmemiştir.
Son ömründe gözleri görmez olmuştu. H. 50. tarihinde Muaviye'nin hilafeti
zamanında, yetmişyedi yaşında vefat etmiştir. Medinelilerden sayılır. Tabiinden bir
cemaat kendisinden hadis rivayet etmiştir.

Sarih Aynı: "Şair Ka'b'm bu hadisi elliden ziyade hüküm ve faydayı muhtevidir" diyor
ve birer birer bildiriyor. Bunlardan en mühimi nefiri âm (umumî seferberlik) ilanı
üzerine devletçe vukubulan davete icabet edilmeyip, döneklik ve kaçaklık
gösterilmesinin Allah Teâlâ ve Rasûlullah, tarafından en ağır nefret ve şiddetle
karşılanmış olmasıdır. Dini ve milli bir mühimmeyi hiç bir izaha muhtaç olmaksızın

hadis-i şerifin satırlarında ke-malî vuzuh ile okuyoruz.
Bazı Hükümler

1. Hayırlı bir haberi ulaştırarak, müslümanian sevindirmek müstehabdır.

2. İkram için, faziletli bir kimseye karşı ayağa kalkmak müstehabdır.

3. Müslümanların birbirleriyle karşılaştıkları zaman musafaha yapmaları ve
büyüklerin tabilerini sevindiren bir habere sevinmeleri müstehabdır.

4. Devlet tarafından ilan edilen seferberliğe katılmak her müslümana farz-ı ayndır.



f4961



162. Şükür Secdesi

2774. ...Ebû Bekre'den demiştir ki:

Peygamber sallallahü aleyhi ve selleme, sevindirici bir haber ulaşınca veya kendisine

r4971

bir müjde verilince Allah'a secde-i şükr ederek yere kapanırdı.

Açıklama

Bu hadis-i şerif, şükür secdesinin meşruluğuna bir delildir. Sübül'üs- S elam müellifi
Sana'ni'nin beyanına göre; İmam Şafiî (r.a) ile İmam Ahmed (r.a) bu görüştedir. İmam
Malik ile İmam Ebû Hanife'ye göre; şükür secdesinde bir kerahet olmadığı gibi
mendup ta değildir. Şükür secdesi için, taharetin şart olup olmadığı hususunda ulema
ihtilaf etmiştir. Bazıları, namaza kıyas ederek şükür secdesi için de taharetin şart
olduğunu söylerken, bazıları da şart olmadığını söylemişlerdir. İmam Sammanî,
taharetin şart olmadığı görüşündedir.

Neyl'iil-Evtar müellifi Şevkani; şükür secdesinde tekbir getirileceğine dair bir delilin
bulunmadığını söylüyor.

Zad'ül-Mead müellifi İbn Cevzi; Hz. Ka'b b. Malik'in tevbesinin kabul edildiği
haberini alınca, secdeye vardığım, bunun her hayırlı haberin gelmesinde secdeye
varmanın sahabenin adeti olduğuna delalet ettiğini ve bu secdenin, yeni nimetlere
erişilip, musibetlerden kurtulunca yapılan şükür secdesinden başka bir şey olmadığını
söylüyor. Yine İbn Kayyim'in ifadesine göre; Ebû Bekir es-Sıddık, Müseylemetü'l-
kezab'm ölüm haberini alınca; şükür secdesine vardığı gibi Hz. Ali, Haricilerden
Züssedyi denilen kişi ölü olarak bulunduğu zaman, Hz. Fahr-i kainat efendimiz de Hz.
Cebrail'in "Kendisine bir defa salat okuyan bir kimseye, bu salatı karşılığında Allah'ın
o kula on defa salatta bulunacağı" haberini getirdiği zaman ve ümmetine üç defa
şefaatta bulunup da üçünün de kabul edildiğinde, şükür secdesine varmıştır. Nitekim
Hz. Peygamberin şefaat duasının kabul edilmesi meselesi, (2775) numarada
sunacağımız hadis-i şerifte açıklanacaktır.

Şükür secdesi, konusunda Hanefılerin ed-Dürrü'l-Muhtar isimli meşhur kitabında
"Şükür secdesi müstehabdır. Bununla fetva verilir." diyor. Hanefî ulemasından, îbn
Abidin de bu metni açıklarken şunları kaydetmiştir: Şükür secdesi, yeni bir nimete nail
olan veya Allah Teâlâ kendisine mal, evlat ihsan eden, yahut bir musibetten kurtulan
kimselere müstehaptır. Bu secde için kıbleye dönülür, Allah Teâlâ'ya şükür için secde
edilir. Secdede Allah'a hamd ile teşbih ve tekbir getirilir. Ondan sonra secde-i tilavette
olduğu gibi, secdeden baş kaldırılır. Sirâc sarihinin "bununla fetva verilir" sözü
imameynindir.

İmam Azam'a gelince; Muhit'de onun "Ben bu secdeyi vacip görmüyorum. Çünkü
vacip olsa, her an vacip olurdu. Zira Allah Telâlâ'nm kuluna verdiği nimetler,
kesintisiz devam eder. Bunda; güç yetmeyecek şeyi teklif vardır." dediği rivayet
olunmuştur. Zahire'de İmam Muhammed'den rivayet olunduğuna göre; İmam Azam,
secde-i şükürü bir şey saymazmış. Mü-tekaddimin ulema bunun manası hakkında
ihtilafa düştü; bazıları "Onu sünnet saymazdı" demek olduğunu; bazıları da "tam şükür
olmaz" demek istediğini söylemişler. "Çünkü şükrün tamamı Mekke'nin fethi gününde



Peygamber (s.a.)'in yaptığı gibi iki rek'at namazla olur" demişlerdir. İmam Azam, bu
sözü ile secde-i şükür, vacip değildir, demek istemiştir, diyenler olduğu gibi, "Meşru
değildir. Yapılması mekruhtur. Ondan dolayı sevap verilmez, bilakis terki evladır"
manasına geldiğini söyleyenler de olmuştur. Musaffa sahibi, bu kavli ekser ulemaya
nisbet etmiştir. Ekser ulemanın bu kavli, İmam Azam'dan sübut bulmuş bir rivayete
dayanıyorsa mesele yoktur. Aksi takdirde, yukarıdaki iki ibaresinden her ikisi de
ihtimallidir. En zahir mana müstehap olmasıdır. Nitekim bunu imam Muhammed
nassan bildirmiştir. Bu hususta birçok hadisler varit olmuş. Bu işi, Ebû Bekir Ömer ve
Ali (r.a) hazeratı yapmışlardır. Peygamber (s.a.)'in fiilinden mensuhtur diye, bahset-
mek doğru olamaz. "Hılye'de böyle denilmiştir." ibaresi kısaltılmıştır. Sözün tamamı
Hılye ile İmdat'dadır. Onlara müracaat edebilirsiniz.

Münye şerhinin sonunda şöyle denilmektedir: "Bu hususta peygamber (s.a.)'den bîr
çok rivayetler varit olmuştur. Ondan (secde-i şükürden) mene-dilmez. Çünkü onda
(secdede) tevazu vardır. Fetva buna göredir."

Eşbah'm çeşitli meseleler bahsinde şu satırlar vadır: "Secde-i .şükür, İmam Azam'a
göre, vacip değil, caizdir. Ondan rivayet edilen "Secde-i şükür vacip olarak meşru
değildir." sözünün manası da budur, ttimad edilen kavle göre, ihtilaf onun caiz olup
olmadığında değil, sünnet olmasındadır."

"Lakin namazdan sonra yapılması mekruhtur." Münye şerhinde şöyle denilmiştir:
"Sebebsiz dursa ibadet değildir. Ama mekruh da sayılmaz. Namazın ardından yapılan
secde mekruhtur. Çünkü cahiller onun sünnet veya vacip olduğuna itikat ederler. Buna
sebeb olan her mubah mekruhtur."

Hülasa şudur: Sebebsiz yapılan secde, cahillerin sünnet olduğuna itikadına vesile
olmazsa mekruh değildir. Ben, vitir namazından sonra bu secdeye devam eden birini
gördüm. Bunun aslının ve senedinin olduğunu söylüyordu. Kendisine buradakini

söyledim. Hemen secdeyi terketti.^^

2775. ...(Amir b. Sa'd'm) babasından demiştir ki:

Rasûlullah (s.a)'le birlikte Medine'ye gitmek üzere Mekke'den (yola) çıktık.
Azver'e yaklaştığıız zaman (hayvanından) indi, sonra ellerini kaldırıp Allah'a bir süre
dua etti, sonra secdeye kapandı, uzun bir süre (secdede) kaldı, sonra kalktı, ellerini
kaldırıp bir süre daha Allah'a dua etti(kten), sonra (tekrar) secdeye varıp uzun süre
(secdede) kaldı. Sonra (tekrar) secdeden kalktı, ellerini kaldırıp bir süre Allah'a dua
ettikten sonra (yine) secdeye vardı. (Bu hadisi Musannif Ebu Davud'a nakleden)
Ahmed İbn Salih Rasûlullah, ellerini kaldırıp bir süre Allah'a dua etti. Sonra secdeye
vardı, anlamındaki) cümleyi üç defa zikretti ve sonra rivayetine şöyle devam etti:
Rasûlü Ekrem bu duaları ve secdeleri bitirdikten sonra) buyurdu ki:
"Ben Rabbimden (rahmet) diledim ve ümmetim (in günahlarının affolması,
derecelerinin yükselmesi) için, şefaatte bulundum da bana ümmetimin üçtebirini
bağışladı. Bunun üzerine Rabbime bir şükür olmak üzere secdeye vardım. Sonra
başımı kaldırıp ümmetim için (tekrar) Rabbimden dilekte bulundum. Bana üçtebirini
(daha) bağışladı. Bunun üzerine Rabbime şükür olmak üzere (ikinci defa) secdeye var-
dım. Sonra başımı kaldırıp ümmetim için Rabbimden (üçüncü defa olmak üzere bir)
dilekte (daha) bulundum. Bunun üzerine bana (ümmetimin) son üçtebirini bağışladı.
Rabbime şükür olmak üzere (üçüncü kez) secdeye vardım."

Ebû Dâvûd der ki: (Şeyhim) Ahmed b. Salih bu hadisi bize naklederken (bu hadisin



sened zincirinde bulunan) Eş'âs b. İshâk'ı (zincirden) düşürmüştür, (Fakat) bu hadisi
bana Ahmed b. Salih'ten, Musa b. Sehl er-Remli'de rivayet etti.) Onun rivayet

senedinde ise, Eş'as b. İshak zikredilmiştir. [^9]
Açıklama

Musannif Ebu Davud'un metnin sonuna ilave ettiği talikte mevzumuzu teşkil eden bu
hadisin senedinde, Esas b. İshak'm atlandığını ifade edilmektedir. Bilindiği gibi
senedinden bir ravinin atlandığı bu gibi hadislere "munkatı" hadis denir. Ve munkatı
hadisler zayıf hadislerdendir.

Ancak musannif kendisine bu hadisi aynı zamanda Musa b. Sehl'in de rivayet ettiğini
ve Musa b. Sehl'in rivayet senedinde Esas b. İshak'm da bulunduğunu ifade
etmektedir. Merhum Musannif bu ifadesiyle mevzumuzu teşkil eden ve kendisine
Ahmed b. Salih yoluyla gelen bu hadisin başka bir yoldan takviye edildiği için
zayıflıktan kurtulup Hasen derecesine yükseldiğini ifade etmek istemektedir.
Tîbî'nin ifadesine göre; Hz. Peygamberin Mekke'den Medine'ye giderken Azver
denilen yere yakm bir yerde inip de orada ümmetine dua etmesi, oranın bir
hususiyetinden değil, sadece orada kendisine inen bir vahiyden dolayıdır. Hanefi
ulemasından Aliyyü'l-Kariye göre; ümmetin avamı ve havası için böylesine dua edilen
bir yer hususiyetten uzak olamaz.

Konumuzla ilgili hadis-i şerifte Rasûl-ü Zişan Efendimizin daha dünyada iken,
ümmeti için şefaatta bulunduğu ve bu şefaatinin kabul edildiği, ümmeti hakkındaki bu
isteğinin kabul edildiğini görünce, şükür secdesine vardığı ifade edilmektedir.
Şefaat; birisi için ricacı, istirhamcı yalvarıcı ve aracı olmak demektir. Istılahta şefaat;
Peygamber Efendimizin ve diğer büyük zatların ahifet gününde, bir kısım, günahkar
mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için,
Allah Teâlâ'dan niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.

Şefaat aslında Allah'a mahsus bir haktır. Diğer insanların şefaatçi olmaları ancak

onun izni iledir. Kafirler şefaatten mahrum kalacaklardır. Bir rahmet kapısı
olan şefaatten istifade edemeyeceklerdir.

Ahirette, bütün insanlara muhakeme ve muhasebenin bir an evvel yapılması için, en
büyük şefaatte bulunacak olan Peygamber Efendimizdir. Yani şefaat kapısını o
açacaktır. Onun, bu şefaatine şefaat-i uzma (büyük şefaat) denir. Onun bu şekilde sahip

olduğu yüksek makam ve imtiyaza da Makam-ı Mahmud denir.

Allah Teâlâ bu şefaati kabul buyurup ahiret muameleleri için emir buyuracaktır.

İlk şefaatten sonra, diğer peygamberlere, alimlere, şehidlere şefaat etmek için izin

verilecektir. ^ Yine meleklere ve bazı müminlere de şefaat etmeleri için müsaade

edilecektir. Yine kişinin tuttuğu oruç ve okuduğu Kur'an, Kıyamet gününde

kendisine şefaatçi olacaktır.

Rasûl-i Zişan efendimizin şefaatinden istifade etmeyecek bir kul bile yoktur. Az da

olsa her kul onun şefaatinden istifade edecektir.

İmam Nevevi'nin açıklamasına göre; şefaat beş mertebede olacaktır.

1. Haşirde olan korkulardan kurtarmak için şefaat. Nitekim, bütün insanlar haşirde



hesaba çekilmek üzere korkulu anlar geçirirken, önce Hz. Adem'e daha sonra sıra ile
Hz. Nuh, İbrahim, Musa, İsa (a. s) hazretlerine şefaat etmeleri ricasıyla başvurup da bu
ricalarından olumlu bir netice alamadıklarını görünce, Hz. Peygamber efendimize

başvururlar ve onun ricasıyla hepsi oradan kurtulurlar.

2. Bir topluluğu hesapsız olarak cennete koymak için şefaat.

3. Hesabı görülmüş ve azaba müstehak olmuş bir topluluğu cehenneme girmekten
kurtarmak için yapılacak olan şefaat.

Nitekim İmam Müslim'in naklettiği "Sizin peygamberiniz -Ya Rabb selamet ver- der."
anlamındaki hadis-i şerif buna delalet eder.^^

4. Asilerin cehenneme girenlerini cehennemden çıkarmak için yapacağı şefaat..
Nitekim Buhari'nin rivayet ettiği, "Muhammedîn şefaatiyle bir topluluk ateşten

çıkarılıp cennete konur. Bunlar cehennemlikler diye isimlendirilmiş olanlardır" ^
anlamındaki hadis buna delalet eder,

5. Dereceleri yükseltmek için olacak şefaat; İmam Nevevi Ravza isimli eserinde bu
şefaatin sadece peygamberimize has bir şefaat olduğunu zikretmekle yetinmiş, delilini
zikretmemiştir.

Kadı Iyaz, bu şefaatlere bir altıncısını da ilave ederek "Rasûlullah efendimizin amcası
Ebû Talib'e azabının hafifletilmesi için ettiği şefaat altıncı şefaattir" demiştir. Hz.
Peygamber, şerefli kabrini ziyaret edenlere de şefaat edeceği gibi, ayrıca müezzine
icabet edene ve salihlerin kusurlarım gördüğü halde onları görmezden gelenlere de
şefaat edecektir. Ancak bu zümreler, yukarıda geçen beş sınıfın dışında değillerdir.

[5111

et-Tâc musannifinin açıklamasına göre, yukarıda beş maddede zikrettiğimiz şefaat

çeşitlerinden, birinci ile ikinci sadece Fahr-i kainat efendimize aittir.
Bezlü'l-Mechûd yazarı eş-Şeyh Halil Ahmed'in beyanına göre, mevzu-muzu teşkil
eden hadis-i şerifte Rasûl-ü zişan efendimizin ilk duasında, bağışlananların (icabet)
ümmetinin üçtebirini teşkil ettiğinden bahsedilen zümre, sabikun denilen ve İslamî
hakikatleri öğretmek için canla başla çalışan ve hayırda yarışı kazanan
müslümanlardır. İkinci duadan sonra bağışlananlar-sa, Allah'ın kitabından
ayrılmayarak ömürlerinin ekserisini adalet üzerine geçiren müslümanlardır. Üçüncü
duadan sonra bağışlananlarsa nefislerine zulmedenlerdir.

Hz. Peygamberin bu üç zümreden birincisiyle, ikincisine şefaati, onları haşirde
beklemekten kurtarma şeklinde olacaktır. İlk iki zümreye şefaatin onların makam ve
derecelerinin yükselmesi şeklinde olabileceği düşünülebilir. Çünkü bu iki zümre
cennete Rasûl-ü ekremin şefaatıyla değil Allah'ın rahmetiyle gireceklerdir. Nitekim
Taberani'nin İbni Abbas'dan mevkuf olarak naklettiği bir hadis-i şerifte "Önce hesabı
olmayanlar, adalet edenler, Allah'ın rahmetiyle cennete girerler. Sonra kendine

zulmedenler ve Araf ehli Rasûlullah (s.a)'in şefaatıyla cennete girerler. ^— ^

buyurmuştur.

Bazı Hükümler



1. Sevindirici bir olayla karşılaşınca şükür secdesine varmak caizdir.



2. Şefaat haktır.



163. Yoldan Gelen Kimsenin (Evine) Geceleyin Girmesi (Mekruhtur)

2776. ...Cabir b. Abdillah'dan demiştir ki: "Rasûlullah (s. a) (yoldan gelen) bir kişinin
ailesinin yanma (geceleyin) girmesini çirkin görürdü. '

Açıklama

Turûk: Geceleyin gelmek demektir. Bu hadis-i şerifte uzun bir yolculuğa çıktığı için,
uzun zaman ailesinden ayrı kalan bir kimsenin dönüşte ansızın evine gelmesi
mekruhtur. Çünkü böyle uzun zaman ailesinden uzakta kalan bir kimse ailesinin
yanma ansızm girecek olursa, onu çirkin bir kıyafetle, temizliğini ihmal etmiş ve
kocası için gerekli temizliği yapmamış bir halde bulması mümkündür. Böyle bir hal
ise o kimsenin karısından nefret etmesine yol açacaktır.

Nitekim ashabdan Abdullah b. Revana geceleyin bir seferden dönüp ansızın evine
girmek isteyince, bir kadının karısının saçlarını taramakta olduğunu gördü, onu
öldürmek için kılıcına sarıldı'. Fakat gerçeği anlayınca bundan vazgeçti. Durumu Hz.
Peygambere anlatınca, Rasulü Ekrem, geceleyin seferden dönen bir kimsenin ansızm
karısının yanma girmesini yasakladı.

Durum böyle olunca, geceleyin yoldan gelen bir kimsenin ansızın ailesinin yanma
girmesi uygun değildir.

Fakat yolcu yakın bir yere gitmiş karısı gelmesini bekliyorsa, evine gece dönmesinde
beis yoktur. Keza askerde veya benzeri kalabalık bir cemaat içinde seferde bulunur da
dönmekte oldukları ve şimdi şehre girecekleri haber verilirse, istediği zaman evine

girmesinde beis yoktur. ^ - ^

2777. ...Cabir' den demiştir ki:

Peygamber (s. a) (şöyle) buyurmuştur. "Seferden dönen kişinin ailesinin yanma
gireceği vaktin en güzeli gecenin başlangıç zamanıdır."^



Açıklama



Metinde geçen ahsene kelimesinin başında bulunan ma kelimesi bazılarına göre ismi
mevsuldur ve sıla cümlesinde bulunması gereken aid zamiri hazf edilmiştir. Bu
takdirde hadise "seferden dönen bir kimsenin ailesinin yamna gireceği vakitlerin en
güzeli, gecenin ilk vaktidir." şeklinde mana vermek icabeder.

Bazılarına göre ise bu "ma" masdariyyedir. Bu takdirde hadis: "Seferden dönen kişinin
ailesinin yanma girmesinin en güzeli, gecenin ilk zamanındaki girişidir" anlamına
gelir. Tîbîye göre, bu "ma" ile ilgili tevcihlerin en güzeli "ma"nm mevsufe olduğunu
kabul eden tevcihtir. Bu tevcihe göre hadisin manası: "Seferden dönen kişinin
ailesinin yanma girme vakitlerinin en güzeli gecenin başlangıcıdır" şeklindedir.
Görüldüğü gibi bu takdir ve tevcihlerin belirlediği manalar arasında önemli bir fark
yoktur. Netice itibariyle hepsi de birdir.

Bir önceki hadis-i şerifte, seferden dönen birkimsenin, geceleyin ailesinin yanma



ansızın girivermesi yasaklandığı halde bu hadis-i şerifte, seferden dönen bir kimsenin
karısının yanma girebileceği en uygun vaktin; gecenin ilk saatleri olduğu ifade
edilmektedir. Zahiren bu iki hadis arasında, bir çelişki bulunduğu kanaati uyanıyorsa
da aslında bu iki hadis arasında bir asla bir çelişki yoktur. Hadiste "Seferden dönen
kişinin karısının yanma gelmesinden maksat onun yanma ansızın girmek değil, onunla
cinsî münasebette bulunmaktır."

Oysa bir önceki hadisi şerifte "geceleyin seferden dönen kişinin yanma girmesi"
sözünden maksat; yerinde de açıklandığı üzere onun yanma ansızın girmektir.
Seferden dönen kimsenin ailesiyle cinsî münasebette bulunacağı en uygun saat,
gecenin ilk saatleridir. Yolculuk sebebiyle karısından uzun süre ayrı kalan kimse,
şehvetini teskin etmeye son derece muhtaçtır. Şehvetini gidermeden sakin bir uykuya
varıp yorgunluğunu gidermesi, mümkün değildir. Bu bakımdan, daha gecenin ilk

saatinde cima ederek uykuya varması tavsiye edilmiştir.
2778. ...Cabir b. Abdillah'dan demiştir ki:

Rasûlullah (s. a) ile birlikte bir yolculukta idik (seferden dönüp ailelerimizin yanma)
girmeye kalkıştığımızda (Rasûl-i Zişan Efendimiz):

"Yavaş olunuz, (kadınlarınızın yanma) geceleyin (yatsı vaktinde) girelim, dağınık
saçlı olan (kadınlar) taransın, kocası gurbette olan (1ar) da usturasını kullansın."

buyurdu.

Ebû Dâvûd der ki: Zühri "Geceleyin girmekten maksat yatsıdan sonra girmektir" dedi.
Akşamdan sonra girmekte de sakınca yoktur.



Açıklama



2776 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, geceleyin yoldan dönen
bir kimsenin, ansızın ailesinin yanma girmesi mekruhtur. Çünkü kadın, kocası için
gerekli temizliği ve süslenmeyi yapmamıştır. Kişi, karısını bu halde görünce; ondan
soğuyabilir. Bu sebeple, yoldan dönen bir kimsenin karısının yanma varmadan önce,
onu geldiğinden haberdar ederek gerekli temizliği yapmasına imkan verecek kadar
yanma varmakta, geç davranmalıdır.

Bu hadisin sonundaki talikten anlaşıldığına göre; musannif Ebû Dâvûd "Seferden
dönünce ev halkına haber vermeden ansızın eve girmekle ilgili bu yasağın, seferden
yatsıdan sonra dönen kimselerle ilgili olup, akşamdan sonra seferden dönen bir
kimsenin yatsıdan önce ailesinin yanma ansızın girmesinde bir sakınca olmadığı"
görüşündedir. Çünkü akşamdan sonra ve yatsıdan önce, evine dönen bir yolcunun

karısı, gerekli temizliği yapma fırsatına sahiptir.



164. (Seferden Dönenleri) Karşılamak



2779. ... es-Saib b. Yezid'den demiştir ki:

Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Tebük gazvesinden döndüğü zaman, kendisini

[5231

halk (yolda) karşıladı çocuklarla birlikte ben de onu Veda tepesinde karşıladım.



Açıklama

Tebük; Medine ile Şam arasında bir yerin adıdır. Karayolu ile hacca gidenler,
Tebük'ten geçerler. Tebük gazvesi, miladın 630. senesinde, (hicretin 9. senesinde)
vuku bulmuştur.

Seniyyetü'l-veda: Medine'nin dışında bulunan bir tepedir. Cahiliyye devrinde,
Medine'den taşraya gitmek isteyenler buradan uğurlandığı için bu tepeye Uğurlama
tepesi anlamına Seniyyetü'l-veda ismi verilmiştir.

Çocukları, savaştan veya hacdan dönen kimseleri karşılamaya göndermekte onları
güzel ahlaklara alıştırmak ve onlara seferden dönenlerin duasını kazandırmak gibi
faydalar vardır. el-Mihleb'in beyanına göre hacıları ve gazileri yolda sevinçle

karşılamakta emr-i maruf manası vardır. Bu iyi amellerden biridir.

165. Savaşta (Sarfetmek Üzere Hazırlanan) Bir Malzemeyi Vaz Geçilince Onu
(Yine Allah Yolunda) Bir Savaşta Harcamak Müstehaptır

2780. ...Enes b. Malik'den demiştir ki:

Eşlem (kabilesin)den biri (Hz. Peygamberin huzuruna gelip):

"Ey Allah'ın Rasûlü ben (Allah yolunda) savaşmak istiyorum, (fakat) benim savaş
hazırlığı yapacak malım yoktur." demiş. (Hz. Peygamber de):

"Ensardan olan falan kimseye git (harp malzemelerini ondan iste). Çünkü b, gerekli
hazırlığı yaptı ve hastalandı. Ona -Rasûlullah (s.a.)'in sana selamı var (harp için)
hazırladığın malzemeleri bana ver (eceksin) de." buyurmuş. Bunun üzerine o (genç,
gidip) Ensarlı zata bu sözü söylemiş, o zat da karısına "ey kadın harp için bana vermiş
olduğun malzemeyi bu adama ver, onlardan hiçbir şeyi (yanında) bırakma. Allah
aşkına ondan hiçbir şey bırakma ki Allah onun hakkında sana bereket versin." demiş.
L525J



Açıklama

Şafiî alimlerinden Nevevî'nin açıklamasına göre; bir kimse malını Allah yolunda
sarfetmek üzere ayırır, buna imkan bulamazsa, onu başka bir hayra sarfetmesi
müstehabdır. Nezr etmedikçe, bu malı ilk niyyet ettiği yere sarfetmesi gerekmez.
Fakat o malı ayırırken belli bir yere sarfetmek için nezretmişse, onu mutlaka nezrettiği
yere sarfetmesi icabeder. Başka yere sarf edemez.

Hafız el-Münziri'ye göre; sözü geçen Ensarlı şahabının bu malzemeyi ayırırken Allah
yolunda yapacağı savaşta sarfetmek üzere ayırdığı halde, hastalığı yüzünden buna
muvaffak olamadı, yine Allah yolunda sarfetmiş olmak gayesiyle Eslemli gence
verdiği düşünülebileceği gibi, Rasûlü zişan efendimiz, emrettiği için verdiği de
düşünülebilir.

Ayrıca bu hadis, hayra delalet etmenin faziletini de ifade etmektedir.
166. Yolculuktan Dönünce Namaz Kılmak



2781. ...Ka'b b. Malik'den demiştir ki



Hz. Peygamber, yolculuktan ancak gündüzün dönerdi. Hasan (b. Ali ise Hz.
Peygamberin seferden ancak)kuşluk vakti(dönerdi dediğini) ve seferden dönünce (de
ilk iş olarak doğruca) mescide varıp orada iki rek'at namaz kıldıktan sonra,

[5271

(Müslümanlarla görüşmek üzere orada bir süre) oturduğunu söylemiştir.

Açıklama

Bu mevzuda, ed-Dürrü'l-Muhtar'da şöyle deniyor: "Menduplardan bazıları da, yola
çıkılacağı zaman kılman iki rek'at ile, yoldan dönüldüğü zaman kılman iki rek'at
namazdır. 1' Bu metinle ilgili olarak merhum İbn Abidin şu açıklamayı yapmıştır:
'Mukattam b. Miktam'dan rivayet edilmiştir ki, Rasûlullah (s. a.):
"Hiç bir kimse sefere çıkacağı zaman ailesine onların yanında kılacağı iki rek'at
namazdan daha faziletli bir şey bırakmaz." buyurmuştur. Bu hadisi Taberanî rivayet
etmiştir. Ka'b b. Malik'den de şu hadis rivayet olunmuştur: Rasûlullah (s. a) ancak
gündüzleyin kuşluk zamanında seferden dönerdi. Dönüşte mescidde iki rek'at namaz
kılardı. Sonra orada otururdu.

Bundan anlaşılan, sefer namazının eve, dönüş namazının da mescide mahsus

T5281

olmasıdır. Şafiiler bunu açıkça söylemişlerdir.- 1 1

Görülüyor ki, bu hadis-i şerif, sefere çıkan bir kimsenin memleketine gündüzün
kuşluk vakti girmesinin ve ilk iş olarak mescide girip orada iki rek'at namaz

T5291

kılmasının müstehab olduğunu ifade etmektedir. J 1

2782. ...îbn Ömer'den demiştir ki:

Rasûlullah (s. a) (veda) haccmdan döndüğü zaman, Medine'ye girmiş, mescidinin
önünde devesini çöktürmüş, mescide girip orada iki rek'at namaz kılmış, sonra evine
girmiştir.

[5301

(Bu hadisi Ibn Ömer'den rivayet eden) Nafi; "îbn Ömer de böyle yapardı" dedi. J 1

Açıklama

Bu nacusi §erif» yoldan gelen bir kimsenin evine varmadan önce, mahalle mescidine
uğrayarak orada iki rek'at namaz kılıp evine ondan sonra dönmesinin sünnet olduğuna
delalet etmektedir.

Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız; bu dönüş namazı kılınınca, aynı
zamanda sahibinin seferden döner dönmez ansızın eve girme gibi yasak bir işi
işlemekten alıkoyar ve hanımına da kocasının dönüş haberini alarak onu karşılamak

üzere gerekli hazırlığı yapma imkanı verir
167. Hisselerin (Ayırdetme) Ücreti

2783. ...Ebû Said el-Hudri(nin) haber verdiğine göre: Rasûlullah (s. a.) "Yaptığınız bir
taksimden dolayı kendinize de bir pay ayırmaktan sakınınız." buyurdu. (Ebû Said
sözlerine devam ederek) dedi ki: Biz (ey Allah'ın Rasûlü) "Kusame nedir?" diye sor-
duk. Rasûlullah:



"Bir şey, bazı kimseler arasında müşterek olur (Birisi de onu paylaştırmak üzere) gelir.

[5321

(Bir kısmını kendisine ayırarak) onu eksiltir." (işte Kusame budur) buyurdu.



Açıklama

Bab başlığında bulunan mukasim kelimesi Bölüştürücü anlamına gelir. Eğer bu kelime
başında bulunan "mim" harfinin fethasıyla mekasim şeklinde okunursa o zaman, bir
mimli masdar olan ve kısmet anlamına gelen maksim kelimesinin çoğulu olur.
Bilindiği gibi kısmet, (taksim) ortaklığa son vermek, birden fazla kimsenin bir
maldaki karışık ve orantılı hisselerini birbirinden ayırdetmek demektir.
Taksimin meşruiyeti; kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kur'an-ı Kerim'de de "Biliniz
ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin mutlaka beştebiri Allah'ın, Rasûlünün,
hısımlarının, yetimlerin, yoksulların, yolcunundur. Allah herşeye hakkı ile
[5331

kadirdir. " J 1 Duyurulmaktadır ki bu da taksimden ibarettir.

Hz. Muhammed de, ganimet ye mirasları taksim etmiştir. Hayber arazisini, sahabe
arasında paylaştırdı. Hz. Ali de Abdullah b. Yahya'yı hane ve arazileri taksim etmekle

vazifelendirmişti. Abdullah bu işin karşılığında bir ücret te alıyordu.
Hattâbî'nin açıklamasına göre, hadis-i şerifte yasaklanan husus, bilir kişi olarak bir
toplumun müşterek olan mallarını paylaştırma vazifesini üzerine alan bir kişinin, bu
görevi yerine getirirken o malın bir kısmını kendisine ayırmasıdır. Fakat herhangi bir
kimsenin, ortaklarla anlaşarak yapacağı taksim karşılığında belirli bir ücret isteyip onu
almasında bir sakınca yoktur. Nitekim bu husus bir sonraki tercümesini sunacağımız
hadis-i şerifte de açıklanmaktadır.

Fakat böyle bir anlaşma olmadığı halde, hisseleri ayırdeden bir kimsenin, o maldan bir
kısmını kendisine ayırmasının haram olduğunda alimler ittifak etmiştir. Mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şerifte, yasaklanan da bu muameledir, îbn Şîrîn, ortak bir malı,
hissedarlar arasında paylaştıran kimsenin bu emeğine karşılık ücret almasında bir
sakınca görmezdi. Ancak Hafız îbn Hacer'in beyanına göre; İmam Malik (r.a) bu

ücreti almanın mekruh olduğunu söylemiştir.

2784. ...Peygamber (s.a.)'den (bir önceki hadisin) benzerini (miirsel olarak) Ata b.
Yesar da (rivayet etmiştir. Ata b. Yesar) Bir kimse, bir topluluk üzerinde (bilir kişi
olarak görevli) olur da bir şunun bir de bunun hissesinden alır. (İşte hadiste yasaklanan

budur) dedi.^"^
Açıklama

Gerek bu hadis-i şerifte, gerek bir önceki hadis-i şerifte bilir-kişi veya başkan olarak
bir toplumun müşterek mallarım dağıtma görevini üzerine alan bir kimsenin, mal
sahiplerinin hisselerinden ken: dişine birşeyler ayırarak az da olsa, onların haklarını
ellerinden almasının yasak olduğu, ifade edilmektedir. Fakat bir kimsenin müşterek bir
malı, hissedarları arasında dağıtması karşılığında ücret almasında herhangi bir sakınca

yoktur. Hadis-i şerifte bunu yasaklayan bir ifade de yoktur.



168. Savaşta Ticaret Yapmak



2785. ...Peygamber (s. a.) sahâbîlerinden bîr adam, Ubeydullah b. Süleyman'a (şöyle)
demiştir: Biz, Hayber'i fethettiğimiz zaman (mü-câhidler) mal ve esirden (ele
geçirdikleri tüm) ganimetlerini (ortaya) çıkar(ıp paylaş)tılar. Bunun üzerine halk
ganimetlerini değişmeye başladı. Derken (Hz. Peygamberin huzuruna bir) adam geldi
ve "Ey Allah'ın Rasûlü! Bugün ben şu vadi halkından hiçbirinin benzerini
kazanmadığı bir kazanç elde ettim." dedi. (Hz. Peygamber de): "Vay, yazıklar olsun
sana! Sen ne kazandın?" dedi. (O zat ta) "Alışverişe devam ettim. Nihayet üçyüz okka
kazanç elde ettim" cevabını verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s. a): "Ben sana kişinin
kazandığı kazancın en hayırlısını haber vereyim mi? buyurdu (O zat ta):
" O nedir ey Allah'ın Rasûlü?" diye sordu. (Hz. Peygamber de): (Farz olan) namazdan

sonra (kılman) iki rekat (nafile namaz) dır buyurdu.



Açıklama



Ukiyye: 7 mıskal (33,6 gr) altın veya 40 dirhem (128 gr) gümüş demektir.
Bu hadis-i şerifte, savaşta ahş-veriş meselesi işlenmektedir.

Şafiî alimleri, bu hadisin zahirine bakarak, savaş alanında alışveriş yapmanın caiz
olduğunu söylemişlerdir. Bu hadis-i şerifte, her ne kadar iki rekat nafile namaz
kılmanın, savaş alanında alışveriş yoluyla elde edilecek en büyük maddi kazançtan
daha kârlı olduğu ifade ediliyorsa da, bu alışverişin caiz olmadığına dair bir ifade
yoktur.

Nitekim Musannif Ebû Dâvûd da bu görüşü tercih etmiştir.

Hanefilere göre; savaş alanında yapılan alışveriş sahihse de, bu fiili işlemek
mekruhtur. Bu hadis-i şerifte, sözkonusu edilen alışveriş, Hayber ganimetleri ile
ilgilidir. Bu husus metinde açıkça ifade edilmektedir. Ayrıca hadis-i şerifte, bu
alışverişin ganimet mallarının mücahidler arasında taksim edilmeden ya da orası İslâm
ülkesi haline gelmeden Önce yapılan başka bir alışveriş olduğuna dair bir ifade yoktur.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Hayber fethedildikten sonra orası harp ülkesi
olmaktan çıkıp, islâm ülkesi olmuştu. Bu sebeble, orada ele geçmiş olan ganimetler,
gaziler arasında paylaştırılmıştı. Artık bu ganimetlere tam manasıyla sahip olan
gaziler, bu malları kendi aralarında değişiyorlardı. Bu bakımdan Hz. Peygamber onları
bundan menetmedi. Sadece farzlardan sonra kılınacak iki rekatlık bir nafile namazın,
cihadın ruhuna daha uygun ve ganimet mallarının değişiminden elde edilecek kârdan
daha hayırlı olduğunu ifade buyurmakla yetindi. "Gerçi dar-ı harp'te ganimet malı
taksim edilmez. Ancak hükümdar, ganimet malının gaziler arasında taksim
edilmesinin faydalı olduğu içtihadında bulunur veya gazilerin ona ihtiyacı olursa bu

T5391

takdirde taksim sahih olur.- 1 1 Hz. Peygamber de, askerlerin ganimete muhaç

olduklarını gördüğü için, ganimetleri Medine'ye nakletmeden mücahitler arasında
paylaştırmış, gazilerde artık tamamen kendi mülkleri haline gelen bu mallan, Hayber
tamamen fethedilip İslâm diyarı haline geldikten sonra, kendi aralarında değişmiş
olabilirler.

Hanefi alimlerine göre; ganimetlerin mülk haline gelebilmesi paylaştı-rılmaları sonucu
gazilerin eline geçmesiyle olur.^^



Şafıîlere göre; ganimetler sadece kafirlerin elinden müslümanlarm eline geçmesiyle
mülk haline gelir. Üzerinde alışveriş gibi tasarruflarda bulunabilirler. İşte, savaş
alanında ganimetlerin taksimi ve satış meselesinin caiz olup olmaması meselesinde
Hanefi alimleri ile Şafiî alimleri arasında ihtilafın aslı, ganimet mallarının ne zaman

mülk haline geleceği meselesindeki bu anlayış farkından kaynaklanmaktadır. ^ - ^
169. Düşman Ülkesine Silah Götürmek

2786. ...Dıbâb (oğullarm)dan Zülcevşen lakabıyla anılan bir adamdan rivayet
olunmuştur ki:

Ben (müşrik iken) Peygamber (s. a.), Bedir mücâhidlerinin işlerini bitirdikten sonra,
kendisine bana ait Karha diye anılan bir kısrağın tayını götürdüm ve:
"Ey Muhammed sahiplenmen için sana, karhâ'nm erkek yavrusunu getirdim." dedim.
"Benim Ona ihtiyacım yok. Eğer sen onu Bedr'in zırhlarından seçilmiş bir zırhla
değiştirmemi istersen (onu) yaparım" buyurdu. Ben de:

"Ben bugün onu (değil bir zırh) bir atla bile değiştirecek değilim" dedim. (Bunun
üzerine)

[5421

"Benim (de) ona ihtiyacım yok" buyurdu.



Açıklama



Metinde kendisinden Zülcevşen diye bahsedilen zatın ismi ihtilaflıdır. Bazıları bu
zatın isminin Evs olduğunu bazıları da Osman olduğunu söylemişlerdir. Bu rivayetler
arasında en meşhur olanı, bu zatın isminin Şurahbil olduğunu ifade eden rivayettir. Bu
zât vaktiyle İran'a gidip Kisra'nm huzuruna varmış, kisra da ona bir zırh giydirmişti,
Bu hadiseden sonra araplar arasında, ilk defa zırh giyen bir kimse olarak bu zata zırh
sahibi anlamına gelen Zülcevşen ismi verildi. Kendisi iyi bir binici ve şairdi.
Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde bu zatın, bir tay hediye etmek üzere Hz. Peygamberin
yanma geldiği zaman, henüz müşrik olduğu ve Hz. Peygamber kendisini, islam'a davet
ettiği halde İslâmı kabul etmediği ve Mekke'nin fethine kadar küfür üzerinde kaldığı
ifade edilmektedir.

Konumuzla ilgili hadisin ifadesinden anlaşıldığına göre; Hz. Peygamber, küfür
diyarında yaşayan bir kimseye Bedir ganimetleri içerisinde bulunan harp
malzemelerinden bir zırhı seçip vermek istemiş, fakat o müşrik buna ihtiyacı
olmadığını belirtince bundan vazgeçmiştir. Bu durum, küfür diyarına düşmanın işine
yarayacak bir silah götürmenin caiz olduğunu ifade eder. Eğer bu caiz olmasaydı, Hz.
Peygamber, Bedir ganimetleri arasında bulunan güzel bir zırhı o müşriğe vermeye
teşebbüs etmezdi. Hanefi alimlerine göre; bir müslüman, düşman ülkesine at, silah,
esir, demir gibi düşmanın harpte işine yarayacak şeyler götürmesi caiz değildir.
Nitekim İbrahim En-Neha Ata b. Ebî Rebah, Ömer b. Abdül-Aziz (r.a) de bu
görüştedirler.

Sözü geçen alimlere göre, düşman ülkesine götürülen harp malzemele ri, düşmanın
eline geçmekle onları müslümanlara karşı daha güçlü hale getireceğinden, bu
malzemelerin düşman ülkesine götürülmesi caiz olamaz. Çünkü müslümanlar
düşmanın kuvvetlerini takviye ile değil onu kırmakla ve fitnelerine son vermekle
mükelleftirler. Nitekim yüce Allah Kuran-ı Keriminde "Onlarla savaşın ki: Fitne



ortadan kalksın, din yalnız Allah'ın dini olsun. ^ buyurarak bu mevzudaki

hükmünü açıkça ortaya koymuştur. Ayetin sübutu ve hükmü daha kesin ve açıktır.
Konumuz olan hadise tercih edilir.

Bir esir, düşmanın işine bilfiil yardımcı olacağından düşman ülkesine götürülmesi caiz
olmadığı gibi, silah olarak kullanılabileceği için, düşman ülkesine demirin götürülmesi
de mekruhtur. Bu hususta işlenmiş demirle ham demir arasında bir fark yoktur. Çünkü
işlenmiş demirin aslı ham demirdir. Aynı asıldan çıkan şey hakkında sabit olan hüküm
onun aslı hakkında da sabittir, geçerlidir.

Her ne kadar Hz. Peygamberin, düşman ülkesine yiyecek maddesi gönderdiğine dair
Şemame b. Esan El-Hanefı'den rivayet edilmiş bir hadis varsa da, hadis munkati

[5441

olduğundan, delil olma niteliğinden mahrumdur.- 1

170. Şirk Ülkesinde İkamet Etmek
2787. ... Semüre b. Cündüb'ten demiştir ki:

Rasûlullah (s. a) "kim müşrikle beraber olur ve (müşrik diyarında) Onunla beraber
ikamet ederse o da müşrik gibidir." buyurmuştur.



Açıklama

Hadis-i şerifte, kafirlerle beraber olup, her hususta onlarla anlaşarak arkadaşlık ve
dostluk kurduktan sonra, onlarla birlikte, onların ülkesinde kalan kimselerin, onlardan
sayılacağı ifade edilmektedir.

Avnu'Mna'bûd yazarının açıklamasına göre; metinde geçen müşrik kelimesiyle
kasdedilen kafirlerdir. Kafirler genellikle müşrik oldukları için, metinde kafir yerine
müşrik kelimesi kullanılmıştır.

Abd-ür-rauf El-munavi'nin Feyzüi-Kadir'indeld ifadesine göre, metinde geçen câmea
kelimesi evlendi anlammadır. Bu hadis, müşrik bir kadınla evlenip te onunla birlikte
yaşayan kimsenin kafirlerden sayılacağını ifade etmektedir.

Yine Avnu'l-Ma'bud yazarının açıklamasına göre, müşriklerle beraber ikamet
etmekten maksat küfür ülkesine yerleşmek ve orada ölünceye kadar, onlarla beraber
yaşamaya niyet etmektir.

Çünkü Allah düşmanlarına yönelmek ve onlarla dost olmak, Allah' dan yüz çevirmeye
sebep olur. Allah'dan yüz çeviren kimseyle de şeytanlar dost olur ve onu küfre
götürürler.

Zemahşeri'nin dediği gibi, bu kaçınılmaz bir sonuçtur: Zira dostu dost edinmekle,
düşmanı dost edinmek birleşmesi mümkün olmayan iki zıttır.

Nitekim yüce Allah; "müminler, inananları bırakıp kafirleri dost edinmesin. Kim

böyle yaparsa, Allah ile dostluğu kalmaz."^^ buyurarak bu gerçeği açıkça
bildirmiştir.

Müminlerin dostluğuna layık olanlar, yine müminlerdir. Fakat bir mümin, bir kafiri
dost edinecek olursa, bu dostluk o müminin imanının zayıflayarak yok olmasına sebep
olur. Bu sebeple, Cenab-ı Hak: "Ey inananlar, eğer inkâr edenlere itaat ederseniz, sizi

[5471

gerisin geri (küfre) çevirirler. O zaman büsbütün kaybedersiniz. " J 1 buyruğuyla



mümin kullarına, bu tehlikeyi açıkça haber vermiştir. Ahmed b. HanbeFin İbn
Dinar'dan naklettiği bir hadis-i şerifte şu mealdedir: "Allahu Teala peygamberlerden
birine Vahy edip: -Kavmine söyle düşmanlarımın girdikleri yerlere girmesinler,
onların giydiklerini giymesinler, bindiklerine binmesinler (Eğer bunları yapacak olur-
larsa) onlar da diğerleri gibi düşmanım olurlar- buyurmuştur.

Alkami Elcâmiu's-sağır üzerine yazdıği'(Elkevkebü'l-münir" isimli eserde,
mevzumuzu teşkil eden hadisin hasen hadis olduğunu kaydettikten sonra, bu hadisin
kafir diyarında yaşayıp ta İslam ülkesine göç etmeye gücü yeten fakat orada dinini
açıklamaya gücü yetmeyen bir müminin İslam ülkesine göç etmesinin farz olduğuna
delâlet ettiğini ve bir müslümamn kâfirler arasında herzaman aciz duruma düşmeye
mahkum olduğunu söylüyor. Nitekim Ta-beranî'nin rivayet ettiği bir kudsi hadiste de:
"Ben müşriklerle beraber olan her ntüslümandan beriyim." buyuruluyor.
Bezl-ül-mechûd yazarının açıklamasına göre, sözkonusu hadis-i şerifte, müminlerin
sakındırılmak istendiği mesele, adette, merasimlerde kılık ve kıyafette müşriklere
benzemekten ibarettir. Onlarla beraber olmak, dostluk kurup sohbet etmek zamanla
onlara benzemeye sebep olduğundan hadis-i 'şerifte "Onunla beraber olursa" Cümlesi
bu benzemenin sebebi olarak zikredilmiştir. Bu izaha göre hadis-i şerifin meali
şöyledir: Kim müşriklerle birlikte ikamet ederek onlar gibi yaşarsa, tamamen onlardan

olması yakındır.



m

el-Enfâl (8) 65.

[21

1-1 el-Enfâl (8) 66.
Ol

el-Enfâl (8) 66.

İÜ

Buhârî, Tefsirü'l-Kur'ân suretü'l-Enfâl 6,7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/180.

fil

1-1 el-Enfal (8) 66.

Miras Kâmil, tecrîd-i sarih VIII, 348 1. baskı.

LU

J — 1 Bezlü'l-Mechûd, VII, 158.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/181.

111

Tirmizî, cihâd 36; Ahmed b.Hanbel, 1 1,70,86,100,1 1 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/181-182.

[21

1 — 1 en-Nisa (4), 121.
[10]

Aliyyü'l-kârî, Mirkatü'l-Mefâtîh IV, 238.

[11]

1 — 1 el-Enfâl (8) 16.
[121

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/182-183.

r i3i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/183-184.

[141

1 — 1 el-Enfâl (8) 16.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/184.
[161

1 — 1 el-Enfâl (8) 66.
İT 71

1 — 1 el-Enfâl (8) 15.
[181

1 — L Kurtûbi, el-Câmiu'l-ahkâm, VII, 381-382.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/184.

1191

Buhari, menâkıb 25, ikrah 1; Ahmed, b.Hanbel, V, 109-1 10.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/185.



[201

1 — 1 el-Mü'min (40), 60.
[21]

el-En'âm (6), 43.

£221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/186-187.

[23J

Buhari, cihâd 141; Tefsir sûre (60), 1; Meğazi 46; Müslim, Fezailu's-sahâbe 161; Tirmizi, Tefsir sûre, (60),l;Ahmed b.Hanbel 1,79.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/187-189.

[241

el-Mümtehine (60), 1.

[251

Miras Kâmil, Tecrid-i sarih, X, 324.

[261

bk. Miras Kâmil, Tecrîd-i sarih, X, 322.

[271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/189-191.

[281

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/191-192.

1291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/192-193.

LM

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/193.
^ Ahmed b.Hanbel IV, 236.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/193.
[321

— Bk. Şevkâni, Neylü'levlâr, VIII, 9.
[331

Mansûr Ali Nâsûh, Et-Tâc, IV, 40 1 .

[341

Bk. A. el-Bennâ, el-Fethurrabbânî, XIV, 112.

[351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/193-195.

[361

Buhârî, cihâd 173; Ibn Mâce, cihâd 29.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/195-196.

[371

Bilmen O.N. Hukuku Islâmiyye, III. 347.

^ Miras Kâmil,Tecrid-i Sarih, VIII, 475, 476.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/196-197.

bk. Müslim, cihâd 45.

[401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/197-198.

[411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/198.

1421

bk. Davudoğlu A. Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi VIII, 497.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/198.

[431

Buhârî, cizye 1 ; Tirmizi, siyer 46; Ahmed b.Hanbel, 445.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/199.

Bk. Tırmızı, siyer 46.

[45]
[46]
[47]
148]
[49]

[50]
[51]
[52]

Buhârî, cihâd 167; Müslim, cihâd 78-80.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/202.
[53]

Ayrıntılı bilgi için bk. 1213 no'lu hadis.

[54]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/202-203.

[55]

1 1 Nesâî, zekât 66; Ahmed b.Hanbel, V,63, 445-446.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/199-200.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/200.
Şevkâni, Neylu'l-evtâr VII, 276

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/200-201.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/201.

Bu hadis için bk. 1528 numaralı hadis; Miras Kâmil Tecrid-i Sarih, 1254 numaralı hadis.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/201.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/203-204.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/204-205.
[ŞU

Buhârî, cihâd 170, meğazi 28.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/205-206.

1 — 1 Ibn Hacer el-Askalânî, Fethu' 1 -bâri, VII, 382-383.
[591

bk. Erdem H.H. Rıyaztı's-Sâlih'in 1 erce m esi, III, 101.

İM

Riyazu's-Sâlihin Terce m esi, III, 101.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/207-209.
1621

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/209-210.

[631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/210.

^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/210.
[651

Buhârî, Tefsir III, 10; Buhârî, cihâd 164; Ahmed b.Hanbel, IV, 293,294; Buhârî, Meğazi 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/210-211.
[661 . .

1 1 Al-i Imrân (3), 121.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/21 1-212.

[681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/212.

[691

Buhârî, cihâd 78; Megâzî 10; Ahmed b.Hanbel, III, 98.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/213.

^es-Saff (61), 4.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/213-214.
[721

1 1 Buhârî, Megâzî 10; Ahmed b.Hanbel III, 98.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/214.
[731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/214.

T741

1 1 Buharı, meğâzi 8, 23; tefsir 22/3; Ahmed, I, 1 17. Hakka, (69), 19.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/215-216.
[751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/216.

1761

el-Hacc(22), 19.

[771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/216.

1781

— Ibn Mâce, diyet 30; Ahmed b.Hanbel, I, 393.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/217.

1791

bk. 2815 numaralı hadis

1801

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/217-218.

1811

Buhârî, meğazî 36; Müslim, ilim 15; Ebû Dâvûd, zekât 39; Nesaî, cum'â 26; Tahrim 10; Darimî, mukaddime 44; Ahmed b.Hanbel, II, 471, 560;
111,314,318; IV, 361,362.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/218.

^ bk. Davudoğlu Ahmed, tbni Abidîn, VIII, 387.
1831

1 — 1 el-Bakara (2), 194.
1841

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/218-219.

[851 ...

Buhârî, cihâd 147, 148; Müslim, cihâd 25, 26; Tirmizi, siyer 19; Ibn Mâce, cihâd 30; Dârimi, siyer 24; Muvatta, cihâd 9; Ahmed b.Hanbel II, 22,

23,76,91, 100, 115,122,123.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/219.
1861

Davudoğlu Anmed, Ibn Abidin, VIII, 384.

1871

1 1 Davudoğlu Ahmed, Ibn Abidin, VIII, 387.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/220.

^ İbn Mâce, cihâd 30; Ahmed b.Hanbel, III, 488; IV, 178.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/220-221.
1891

bk.Davudoğlu A.Selâmet Yollan IV, 1 10.



[901

1 1 Aliyyü'l-Kâri, Mirkâtü'l-Mefâtih, IV, 237.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/221-222.
[91]

Tirmizi, siyer 28; Ahmed b. Hanbel, V, 12, 20.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/222.

[92J

Davudoğlu Ahmed, Selamet Yollan, IV, 111.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/222.
[931

1 1 Ahmed b. Hanbel, VI, 277.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/222-223.

[941 . -

Davudoğlu Ahmed, Ibn Abidin, IX, 26, 27.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/223-224.
[951

Buhârî, cihâd 146; Müslim, cihâd 26-28; Ibn Mâce, cihâd 30.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/224-225.
[961

Müslim, cihâd 28.

[921

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/225.

[9J1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/226.

[991

Buhârî, cihâd 107, 149; Tirmizi, siyer 20; Dârimî, siyer 23; Ahmed b. Hanbel, II, 307, 338, 452.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/226.

Şevkânî, Neylü'l-evtâr, VII, 283.

Aynî, Umdetü'l-kâri, XIV, 220.

riQ2i

bk. Miras kamil, Tecrid-i sarih, VIII, 449.
Aynî, Umdetü'l-kâri, XIV, 220.

ri041

1 1 Aynî, Umdetü'l-kâri, XIV, 220.

no5i

Miras Kâmil, Tecrid-i sarih, VIII, 400.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/227-228.

no6i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/228.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/229.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/229.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/229-230.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/230.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/230.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/230-232.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/232-233.

1 Buhârî, cihâd 144; Ahmed b. Hanbel II, 302, 406, 448, 457; V, 249.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/233.
[115]



11071
[108]
11091
11101
11111
11121
11131
11141



bk. Aliyyü'l-kari, Mirkatü'l-mefâtih, IV, 238.

ni6i



Sünen-i Ebû Dâvûd, III, 127, 128.

[İI71



Aliyyü'l-kâri, Mirkâtül-Mefâtih, IV, 240.

nişi



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/233-234.

[1191



1 Ahmed b. Hanbel III, 468.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/235.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/235-236.

Buhârî, Salât 76; el-Husumat 7; Müslim, cihad 59, 60.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/236-237.
IT221

bk. Davudoğlu, Ahmed, Sâhih-i Müslim tercüme ve şerhi, VIII, 524.

[123]

Davudoğlu A., Sahih-i Müslim, tercüme ve Şerhi, VIII, 525.



[124]

Bk. A.g.e.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/237-238.



[133]
[134]
[135]
[136]
[137]
[138]
[139]
[1401
[141]
[142]
[143]



[125]

bk. A.g.e. s,526

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/238-239.
[126]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/239-240.
r 1271 .

1 1 Ibn Hişam, Sîre 1,1 1,634,635; Ibn Abdilberr, el-tstiâb III, 410.

[128]

Buhari, IV, 57; V, ll;Müsned, 1673. hadis; Müslim V, 149.
ri291 .

1 1 Ibn Sa'd, Tabakat, III, 492-493; Vakidî, Meğâzî, 65.

[130]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/240-241.

Müslim, cihâd 83.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/241-243.
[132]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/243.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/243.
Bakara (2), 256.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/243-244.
Ateş Prof. Dr. Süleyman, Kurân-ı Kerîm'in Yüce Mefilî ve Çağdaş Tefsiri, I, 304.
bk. Taberi, Câmiü'l-beyân III, 16.
Yazır Muhammed Hamdi, Hak dini Kur'an Dili, II, 864.
el-Enfâl (8), 39.
el-Enfâl (8), 39.

el-Bakarâ (2), 256.
el-Enfâl (8), 39.

1 Yazır M.Hamdi, Hak Dîni Kuran Dili, II, 868.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/244-246.
[144]

Nesâî, Tahrîmu'd-dem 14.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/246-248.
Müslim, cihâd 86.
Nesâî, tahrimü'd-dem 14.

bk. Koksal A. İslam Târihi, VIII, 304.
bk. A.g.e., 305.
bk. A.g.e., 308.

Koksal M. Asım, İslam Tarihi VIII, 258

bk.-Nesâî, Kasâme 10, 13; îbn Mâce, diyat 31; Ebû Dâvûd, 4530 numaralı hadîs.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/248-250.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/250.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/250-251.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/251.

' Buhârî, cezaü's-sayd 18, cihâd 169, el-Meğâzî47 libâs 17; Müslim, hac 450; Tirmizi, cihâd 18; Nesâi, menâsık 107; ibn Mâce, cihâd 8; Dârimî,
menâsık 88; siyer 20; Mu-vatta', hac 247; Ahmed b. Hanbel, III, 109, 163, 180, 186, 224, 231, 232, 240.
[158]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/251-252.

[1591

bk. Koksal M. Asım, islam Tarihi, VIII, 255-257.

[160]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/252-253.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/253-254.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/254.
[163]

Koksal M.Asim, islam Tarihi Mekke Devri s. 189; Meylânî A, Peygamber ve Ashabının Yaşadığı Hayat I, 334-335.



[1451
[1461
[1471
[1481
[1491
[1501
[151]
[1521
[1531
[1541
[1551
[1561
[1571



[164]

bk. el-Benna A.A, el-Fethu'r-Rabbani XIV, 107.

^ ^ bk. Buhâri, sayd 25.
ri661

bk. Koksal M.Asim, islam Tarihi, II, 140.
^Hud(ll),6.

ri68i

Aliyyü'l-kâri, Mirkatü'l-mefâtih, IV, 351.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/254-256.
f 1691

Ahmed b.Hanbel, V, 422; Darimi, edahi 35.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/256-257.



[170]

Müslim, sayd 57.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/257.



[171]

el-Fetih(48), 24.



T 1721

1 1 Müslim, cihad 133; Tirmizi, tefsir 48,24; Ahmed b.Hanbel III, 125, 290.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/258.
T173



Bilmen Ö.Nasuhi, Hukuki İslâmiyye, III. 403.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/258-259.

^ ^ Buhârî, hums 16; meğazi 12.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/259.
r 1751

bk. Koksal MA., islam Tarihi, Mekke Devri, 281.

[176]

bk. Koksal MA.. Ulam Tarihi, Mekke Devri, 318.

f 1771

Muhammed (47), 4.

Davudoğlu Ahmed, İbn Abidin Tercemesi ve şerhi, VIII, 399.

rn9i

Müslim, nezr 8.

[180]

Bak Davudoğlu A. Ibn-i Abidin Terceme ve şerhi, VIII, 401.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/259-261.

[181]

el-Enfâl (8) 67.

1 1 el-Enfâl (8) 68.

U831



Müslim, cihâd 58; Ahmed b.Hanbel, I, 3 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/261-262.

' Müslim, cihad 58.

el-Enfâl (8) 67,68.

Tirmizi, siyer 18.

el-Enfâl (8) 67

bk. Yazır M.Hamdi, Hakdini kuran Dili, IV, 2432.
el-Enfâl (8), 68.
el-Enfâl (8), 69.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/262-264.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/265.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/265.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/265-266.
Koksal MAsım, İslam Tarihi, II, 167-169.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/266-267.

1 Buhârî, el-vekâle 7, hums 15, ıtk 13, hibe 10,24, meğazi 54; Ahmed b.Hanbel, IV, 327.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/267-268.

Koksal MÂsim, islam Tarihi, VIII, 433.

f 1991

1 1 Bk. A.g.e., s.483.



[185]
[186]
[187]
[188]
[1891
[1901
[1911
[1921
[1931
[1941
[1951
[1961
ri971



[200]
[201]
T2021
T2031
T2041



Yayınevi'


10/268-269.


Yayınevi:


10/269.


Yayınevi:


10/269-270.


Yayınevi:


10/270.



1 Bak Koksal M.A., islam Tarihi, V- 485-86.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/270-271.

[205]

Ayni, Umdetü'l-kari, XII, 138.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/271.
T2061

1 1 Ahmed b.Hanbel, II, 184.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/271-272.
12071

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/272-273.

[208]

Buhârî, cihad 185; meğazl 8; Tirmizi, siyer 3; Dârimi, siyer 21; Ahmed b.Hanbel, 145; IV, 129.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/274.
12091

el-Mubarekfüri, luhfelü'l-Ahvezi V, 157.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/274-275.

[210]

Tirmizi, büyü, 52; siyer 17; Ibn Mâce, ticara 46; Darlmî, siyer 38; Ahmed b.Hanbel, V, 413,414.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/275-276.

Molla Mehmetoğlu, O.Z.Sünen-i Tirmizi tercümesi, II, 413.

r2121

Bk. Davudoğlu, A. Ibn Abidin Terceme ve Şerhi X, 440.

Bk. el-Mübarekfüri, tuhfetü'l-Ahvezi IV, 504.

[2j4]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/276-278.
^ 15 ^ Müslim, cihad 40.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/278-279.
[216"



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/279.

2171



Bk. Davudoğlu A. Sahih-i Müslim, Terceme ve Şerhi, VIII, 499.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/280.

[2j8]

Muvatta, cihâd 17; Ahmed b.Hanbel, IV, 428, 432.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/280-281.

[2191

Bk. Bilmen O.N. Hukuk-u Islamiyye, III, 405; Davudoğlu A. Ibn-i Abidin Terceme ve Şerhi, VIII, 428.

12201

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/281-282.

[221]

Buhari, cihâd 187, Ibn Mâce, cihâd 33.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/282.
T2221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/282-283.

f2231

23 kişi oldukları da rivayet edilir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/283-284.
T2241

1 1 bk. Zeylâî, Nasbu'r-Râye, III, 281.

bk. 258. hadis.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/284-286.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/286.
el-Enfal (8)41.

' Bk. Davudoğlu Ahmed, tbn-i Abidin Terceme ve Şerhi VIII, 409.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/286-287.
T2301

Buhârî, Farzu'l-Humûs 20; el-Meğazi 38; ez-Zebâih 22; Müslim, cihâd 72,73; Ahmed b.Hanbel, IV, 86; V,56.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/287.
T2311

1 1 Haşr (59), 9.

[2321

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/288.



[225]
[226]
[227]
[228]
[229]



[238]
[239]
[240]
[241]
[242]
[243]
[244]
[24Ş]
[246]
[2471



T2331

Bk. Davudoğlu A. Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VIII, 546.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/288.
T2341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/289.

[2351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/289-290.

Ahmed b.Hanbel IV, 354.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/290.

[2371

bk. Davudoğlu Ahmed, Ibn-i Abidin Terecine ve Şerhi, VIII, 408.
Bk. A.g.e. s.409.
Bk. A.g.e. s.409.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/290-291.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/291-292.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/292-293.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/293.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/293-294.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/294-295.
Davudoğlu A. İbn-i Abidin Terceme ve Şerhi VII, 402.

1 Davudoğlu A. İbn-i Abidin Terceme ve Şerhi VIII, 403 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/295-296.
T2481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/296-297.

12491

' 1 Davudoğlu A. Selamet Yolları, IV, 133.

12501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/297-298.

[251]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/298-299.

[2521

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/299.

f2531 .

Ibn Mace, cihad 34.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/299-300.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/300.

f2551

Buharı, eymân 33; el-Meğâzî, 38; Müslim, el-Imân 183; Nesâî, eymân 38; Muvatta, cihad, 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/300-301.
T2561

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/301.

bk. Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, I, 441; Bezlu'l-mechûd, XII, 287.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/302.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/302-303.
bk. Şevkaııî, NeylüT-evtâr, VII, 342.
Âl-i İmrân, 3/161.

Buhârî, cihâd 189; zekât 3, hibe 17, ahkâm 24; Müslim, imare 24; Nesâî, zekât 6, 61; Ahmed b. Hanbel, II, 462.

bk, Davudoğlu A. tbn Abidîn, VIII, 426.

Şevkânî, Neylii'l-Evtâr, VII, 342.

1 Aliyyü'l-kari, MirkatiH-Mefâtih, IV, 279.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/303-305.
T2661



[257]
[258]
[259]
[260]
[261]
[262]
[263]
[264]
T2651



el-Enfâl, 8/41.

[2671



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/305.

T268]



Tirmizî, hudûd 28; Dârimî, siyer 49.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/305-306.
T2691



bk. Kurtubî, el-Cami'li Ahkami'l-Kur'ân, IV, 260.
T2701

bk. el-Cami'li Ahkami'l-Kur'ân, IV.



[271]

Sünen-i Tilmizi tercemesi, III, 64.

T2721

el-Azîmabâdî, Avnu'l-ma'bûd, VII, 381.

T2731

el-Azîmabâdî, AvnuT-ma'bûd, VII, 381.
r2741 .

Ibn kesir Hadislerle Kur'an-ı Kerîm Tefsiri, IV, 1410.

T2751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/306-307.

T2761

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/307-308.
[277].

Ibn Kesir Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, IV, 1410.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/308.
T2781

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/308-309.

T2791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/309.

T2801

Azımabadî, Avnü'l-ma'bûd, VII, 384.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/310.
[2811

Bu bab'a, Concordance numara vermemiştir.

T2821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/310-31 1.

T2831

1 1 Bk. el-Münâvî, Feyzu'l-kadir, VI, 212.

T2841

Müslim, ez-Zikr ve'd-duâ 38.

T2851

bk, Davudoğlu Ahmed, Selâmet Yollan, IV, 355.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/311-312.

f2861

Buhârî, hums 18; Meğâzî 54; Müslim, cihad 41; Muvatta, cihad 18; Tirmizî, siyer 13; Ibn Mâce, cihad 29; Ahmed b. Hanbel V, 12, 295, 306.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/312-314.
[2871

Sahih-i Müslim Terceme ve şerhi, VIII, 489.

[288]

Hatipoğlu Haydar, Sünen-i Ibn Mace Terceme ve Şerhi, VII, 568.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/314-315.

[2891

Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, VIII, 490.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/315.

T2901

Müslim, cihad 134; Darımı, siyer 43; Ahmed b. Hanbel II, 1 14, 123, 190, 198, 279; IV, 46, 50; V, 295, 306.

[2911

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/316.

[292]. .

IbnAbidin, VIII, 421-422.

T2931

^^Enfâl (8), 41.
[294]

Enfâl (8), 1.

[2951

Nisa, 4/11.

[2961

' 1 bk. Meylânî Ahmed, Bidayetü'l-Müctehid, I, 594, 597.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/316-319.
[2971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/320.

T2981

Müslim, cihâd, 43, 44.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/320-322.
[2991

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/322-323.

r3ooı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/323.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/323.

T3021

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/323.

T3031

Ahmed b. Hanbel, IV, 90; VI, 26.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/324.

[3041



Hukuk-u Islamiyye Kamusu, Bilmen Ömer Nasuhi, III, 350.

[3051



'bk. el-Enfâl8/41.
^Ag.e.375.



[307]

[308]
[309]
[310]
[311]
[312]
[313]
[314]
[315]
[316]
[317]



el-Enfâl, 8/41.

bk. Şevkânî Neylii'l-Evtâr, VII, 299.
Bezlü'l-Mechûd, XII, 313.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/324-325.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/325-326.

Müslim, cihâd 42.
Zeylaî, Nasbu'r-Raye, III, 432.

bk. Bezlü'l-Mechûd c. 12, s. 315.

Davudoğlu A. Sahih-i Müslim, Terceme ve Şerhi, VIII, 492-493.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/326-327.

1 Buhârî, el-Meğazî 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/328-329.
[3181

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/329.

f3 191

Buhari, el-meğazi, 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/329-330.
f3201 .

1 1 Ibn Hacer, Fethu'I-Bâri, IX,33.

[3211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/330-332.

f3221

Buhârî, meğazî 38; Tirmlzî, siyer 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/332.
[3231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/332-333.

[3241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/333.

T3251

el-Enfâl 8/1.

[3261 „ .

bk. Al-ilmrân, 3/155.

[3271

bk. Mollamehmetoğlu O. Zeki Sünen-i Tirmizî Tercümesi, VI, 261-262.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/333-335.
[3281



1 Ahmed b. Hanbel, I, 294-308; Müslim, cihâd 137-139.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/336.
T3291



Müslim, cihâd 137.

T3301



bk. Ebû Dâvûd, ilim 9; Tirmlzi, ilim 3; Ibn Mâce, mukaddime 24; Ahmed b. Hanbel II, 263, 305, 344, 353, 490.

[3311



bk. Hukuk-u İslamiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, III, 349.

T3321



bk. Müslim, cihad 139.

T3331



Ibn Humam, Fethu'l-Kadir, IV, 326-327.

£3341



Ibnü'l-Humam, Fethu'l-Kadir, IV, 326.

T3351



1 Bezlü'l-Mechûd, XII, 324.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/336-338.
[3361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/338-339.

T3371

1 1 Ahmed b. Hanbel I, 224, 352.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/339.
[3381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/339.

T3391



1 Ahmed b. Hanbel, V, 271; VI, 371.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/340.

[3401



Avnu'l-Ma'bûd, VII, 400.

13411



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/341.

[3421



Tirmizi, siyer 9; Ibn Mâce 37; Darimi, siyer 37; Ahmed b. Hanbel V, 223.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/341-342.



13431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/342.

[344]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/342-343.

13451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/343.

[3461

Müslim, cihâd 142, 150; Tirmizî, siyer 10; Ibn Mace, cihâd 27; Darimî, siyer 53; Ah-med b. Hanbel VI, 68, 149.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/343-344.

[3471 •

bk. Ibn Abidin Terceme ve Şerhi, VIII, 415-416.

13481

1 1 bk. A.g.e.,415.

[3421

Bezlü'l-Mechûd, XII, 332, 333.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/344-345.

[3501

Buhârî, cihâd 51; meğazi 38; Müslim, cihâd 57; Tirmizi, siyer 6, 8; Muvatta, cihâd. 21; Ahmed b. Hanbel.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/345.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/346-347.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/347.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/347.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/348.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/348.

el-Fetih48/l.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/348-350.
el-Feth, 48/3.



[352J
13531
13541
[355J
13561
[3571
[3581
f3591



Bezlü'l-Mechûd, Şeyh Halil Ahmed, XII, s. 342.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/350-351.
13601

1 el-Enfâl 8/1.

[361]
[3621
13631
[3641
[3651
13661
13671



el-Enfâl 8/5.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/351-352.
el-Enfâl 8/1.

el-Enfâl 8/41.

bk. Revaiu'l-Beyân, Sabunî Muhammed Ali, I. 592, 593.

bk. İbn Abidin Terceme ve Şerhi, VIII, 419.

1 bk. İbn Abidin, VIII 420.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/352-354.
13681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/354-355.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/355.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/355.
el-Enfâl 8/1.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/355-356.
el-Enfâl 8/1.

Müslim, cihad 33, 34; Tirmizi, tefsir Enfal (8), 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/356-357.
bk. Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, VIII, 481.
el-Enfâl 8/1.
Müslim, cihad 33.
el-Enfâl 8/41

bk. 2738 no'lu hadis ve şerhi.



13691
[370]
13711
[372]
[373]
[374]
13751
[376]
13771
13781
[379]
13801



[387]

[388]
[389]
[390]
[391]
[392]
[393]
[394]
[3951



[381]

1 1 Nisa (4), 84.

T3821

el-Enfâl 8/65.

T3831

J 1 el-Enfâl 8/1.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/357-359.
T3851

Buharı, meğazi 58; Müslim, cihad 37; Darimi, siyer 41; Muvatta, cihad 51; Ahmed b Hanbel, II, 156.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/359-360.
f3861 .

bk.Ibn-i Abidin Terceme ve Şerhi, VIII, 42 1 .

bk. Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VIII, 485.
bk. Müslim, cihad 36.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/360-361.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/361.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/361-362.
Malik b. Enes hadisi için bk. Müslim, cihad 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/362.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/362-363.

1 Buharı, farzu'l-humûs 6, meğazi 57; Müslim, cihad 35-37; Muvatta, cihad 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/363.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/364.
[3971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/364-365.

T3981

Enfâl8/41.

[3991

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/365-366.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/366.
14011

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/366-367.
f4021 .

Ibn Mace, cihâd 35.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/368.
T4031

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/368-369.

T4041

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/369.

T4051

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/369.
'-^ bk. BezlüT-Mechûd XII, 363-364.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/369-370.

r4071 .

Ibn Mâce, cihad 35.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/371.

T4081

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/371-372.

T4091

Ibn Mâce, Diyât 31; Ebû Dâvûd, diyat ll;Nesâî,kasamelO; Darimi, siyer 58; Ahmed b. Hanbel, II, 365; IV, 197, V, 650; VI, 180, 210.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/372-373.
[4101

Hukuk-u Islamiyye Kamusu, Bilmen Ömer Nasuhi III. 422-423.
'-^ bk. BezlüT-Mechûd.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/373-375.

^"^Buharî, cihad 166, meğazi 37; Müslim, cihad 131-132; Ahmed b. Hanbel, IV, 48.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/376-377.
f4141 .

1 1 islam Tarihi, Koksal M. Asım, VI 19-20.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/377-379.
14 161

1 1 Ahmed b. Hanbel, III, 470.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/379-380.
[417]

Mirkatü'l-Mefatlh Aliyyü'l-Kari IV, 277.



[418]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/380-381.



[4191

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/381.

T4201

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/381-382.

[421]

Nesaî, fey 8; Ibn Mace, cihad 34; Ahmed b. Hanbel, IV 127-128.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/382.

[422]

bk. el-Fethu'r Rabbani Benna A.A. XIV, 74.

[423]

bk. A.g.e., 78



[424]

bk. A.g.e., 12.

T4251

1 l bk. el-îhtiyar, el-Mevsilî IV, 131

T4261

1 1 Enfâl (8), 41

[4271 .

1 1 el-Ihtiyar, Mevsıli IV, 131-132.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/382-384.
T4281

Buharı, cizye 22, edeb 99, hayl 9; Tirmizî, siyer 27, fıten 26; Ibn Mace, cihad 42; Ahmed b. Hanbel II, 96, 103, 1 12 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/384-385.

T4291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/385.

^ Buhari, cihad 109, Müslim, imare 43; Nesâî, beyat 30.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/385.

[431]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/386.

[4321

1 1 Ahmed b. Hanbel, VI, 8.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/386-387.
[4331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/387-388.

[434]

Tirmizî, siyer 26; Ahmed b. Hanbel, IV, 386.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/388-389.

EnfâT (8), 58.

14361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/389.

[43H

Nesaî, kasame 14; Darimî, siyer 61; Ahmed b. Hanbel, V, 36, 38.

[4381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/390.

[4391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/390.

F4401

1 1 Ahmed b. Hanbel, 111, 487.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/390-391.
[4411



İslam'da Devlet İdaresi Hamidullah Muhammed 120-121.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/391-392.
[4421



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/392.

14431



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/393.

[4441



Buhari, cizye 9, Salat 21, edeb 94; Müslim, müsafırin 82; Tirmizî, siyer 25; Darimî, salat 151, siyer 58; Muvatta sefer 28; Ahmet b. Hanbel, VI,
341,343,423,425.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/393-394.
[4451

bk. Hukuk-u İslamiye Kamusu, Bilmen Ömer Nasuhi III, 336.

[4461

A.g.e.
[4471 .

bk. Ibn Abidin, Terceme, Davudoğlu, A. VIII, 391.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/394.
[4481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/395.

[4491

Tırmızı, siyer 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/395.
[4501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/395.

14511

bk. el-Mümtehine, (60), 10.



T4521

1 1 Buharı, cihad 59, şürût 15; Ahmed b. Hanbel, IV, 323, 329, 330.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/395-399.



f4531

Gerçekten Hz. Peygamber tslamiyetin ilk günlerinde Arapların cahiliyyet devrinde yazdıkları gibi yazıların başlıklarında "Bismikellahümme"
kelimesini kullanırdı. Daha sonra tnnehii min siileymane ve înnehii bismtllahirrahmanirrahim" ayet-i kerimesi nazil olduktan sonra yazıların başında
BismiHahiiTahmaniiTahim" kelimesini kullanmaya başlamıştır.

[454] ,

Bu hadisin ravilerinden Zühri'nin açıklamasına göre, Hz. Peygamberin, gerek besmelenin, gerekse sulh-namenin yazılış şekli hakkında Süheyl b.

Amr'ın tekliflerine uyması, daha önce "Kureyş Allah'ın haremi içerisinde muhterem kıldığı şeylere saygı kasdederek benden ne kadar müşkil talebde

bulunursa bulunsun ben onu mutlaka onlara vereceğim." şeklindeki verdiği kararının bir tecellisidir.

[455] . ,

islam tarihinin mühim bir dönüm noktası olan Hudeybiye, antlaşmasını, Kureyş adına imzalayan Süheyl b. Amr'in tarihî simasını da burada

açıklamakta fayda görüyoruz: Süheyl b. Amr Kureyş kabilesindendir ve Kureyş'in en beliğ ve hakim hatiplerinden sayılır. Mekke'nin fethi sırasında

müslüman olmuş ve Rasûlü Ekrem tarafından kendisine Huneyn ganimet malından bir hisse verilmiştir. Hz. Süheyl Mekke'de kafir İken Rasûl-ü Zişan

Efendimiz aleyhine hutbe irad ederdi. Bedir muharebesinde de Kureyş ile birlikte gelerek esir düşmüştü. Hz. Ömer bu fırsattan istifade ederek Rasûl-ü

Ekrem'e:

"Ey Allah'ın Rasûlü! İzin veriniz de aleyhinizde söylediği sözlerin cezası olarak Süheyl'in iki ön dişlerini sökeyim. Aleyhinizde bir daha hutbe
söyleyenlesin." dedi. Rasûlü Ekrem:- "Ey Ömer, Süheyl'i bırak! Belki o bir gün gelir bir hutbe irad eder de senin takdir ve şükranını kazanır." buyurdu.
Hakikaten Rasûlü Ekremin bu sözleri vefatından sonra ortaya çıkan arapların dinden dönmeleri sırasında gerçekleşti. Bu dinden dönme olaylarının
ortaya çıkardığı karışıklık sırasında,Kureyş'in iman ve iradesi de Mekke'de sarsılmaya başlamıştı. Hatta Mekke valisi Utabe b. Useyd kaçıp gizlemneye
mecbur olmuştu. Halkın iradesinin sarsıldığı böyle karışık bir zamanda iman ve kanaatine tamamıyle bağlı kalan Süheyl (r.a) mühim bir halk kitlesi
karşısında beliğ bir hutbe irad ederek kısaca:

Ey Kureyş topluluğu, sakın siz iman edenlerin sonu dinden dönenlerin de ilki olmayınız! Vallahi bu İslam dini, güneşle ayın doğuşundan batışına kadar
dünyayı aydınlattıkları gibi insanlığı aydınlatmaya devam edecektir." dedi.

Mekke'nin fethi sırasında müslüman olan Kureyşliler arasında Süheyl b. Amr (r.a) derecesinde metanet gösteren hiçbir kimse bulunmamıştır. Aynı
zamanda Süheyl hazretleri Kur'an-ı Kerim karşısında son derece hassas bir kalbe sahipti. Kur'an-ı Kerim okunurken rengi sararır ve kendinden geçerek
gözyaşı dökerdi.

Hz. Ömer'in halifeliği sırasında bütün akrabasıyla Şam'ın fethine katılmış, hepsi de bu gazada şehid olmuşlardır. Kendisi de Yermuk harbinde şehid
düşmüştür. Bir rivayete göre de Taun'da vefat etmiştir. Vefatından sonra kızı Hİnd ile oğlu Utbe'nin kızı Fahte berhayat olup Fahte, Hz. Ömer
tarafından Haris b. Hişam'ın oğlu Abdur-rahman'a nikahlanmışım

r4561

Ashab-ı Kiram'm peygamberin emrine uymakta ağır davranmaları şartlarım ağır bulduk) vahy ile Ibtal olunması ve bu yıl umre menasikinl ifa
etmenin kendiler plması, ümidinden kaynaklanıyordu. Hiç şüphesiz Rasûlü Ekrem'e karşı muhalif bir hareket değildi. Rasûl-ü Ekrem'in bu emri
mutlaktı, bu emri anında yerine getirmek ;icabetmediği (fevri olmadığı) ashabı kiramca malum idi.

[4521

Hadisin metninde, Buharî'nin metninde "Sümme câe nisvetiin, mü'minatiin = Bundan sonra mıı'mm kadınlar geldi" denilmekte olup, hafız tbn
Hacer Fethu'l-Barî'de:

Bu kavlin zahirine göre Rasul-ü Ekrem henüz Hudeybiye'de iken müslüman kadınların huzuruna geldiği anlaşılırsa da gerçek böyle değildir. Müslüman
kadınlar; Hz. Peygamberin huzuruna sulh müddeti İçerisinde ve Medine'de gelmişlerdir- diyor. Sarih Kas-talani de bu meselede Hafız İbn Hacer gibi
düşünmektedir.

Şarİh Aynî ise, bu kadınlar Rasûl-ü Ekremin huzuruna sulh antlaşmasını müteakip kendisi daha Hudeybiye'de iken gelmişlerdi. Nitekim Buhari'nin
rivayet ettiği "Sonra mü'min kadınlar da muhacir olarak getdi(ler). Ve Ukbe b. Ebî Muayt'ın kızı ÜmmÜ Gülsüm de kadınlık çağını idrak etmiş olduğu
halde, o gün Rasûlullah'a gelenlerdendi. Müteakiben de aile halkı gelerek Ümmü Gülsüm'ün kendilerine geri verilmesini istediler. Fakat gelen bu
kadınlar hakkında Yüce Allah "Ey inananlar, mü'min kadınlar göç ederek size geldiği zaman onları imtihan edin." (Mümtehine, 10) ayet-İ kerimesini
indirdiği için, Rasûlü Ekrem, Ümmü Gülsüm'ü ailesine vermemiştir. (Bak Bu-hâri, Şurût, 15) mealindeki hadis-i şerif de Sarih Aynî'nin bu görüşünü
te'yid etmektedir.
14581

el-Mümtehine, (60) 10.

El-Mümtehine, (60) 10.
Müntehine, (60) 10.

İs; Şam'a giden Mekkelilerin yolu üstünde bulunan bir yerdir.

Ebû'l-Esved'İn Urve'den gelen bir rivayet tarikinde, Ebû Cendel'in beraberinde kaçan müslümanlarm yetmiş kişi olduğu ifade edilmektedir.
Süheyli İse bunların üçyüz kişi olduğunu iddia etmektedir. Kırk kişiden ibaret olduğunu söyleyenler de vardır. Yine Zühri'nin açıklamasına göre,
Hudeybiye'de, Ebû Cendel'in babasına teslim edilmesine itiraz edenler tesliminden dolayı ortaya çıkan neticeyi gören Kureyşlilerin, sulh metninin bu
mesele ile ilgili maddesinin kaldırılması için Rasûl-ü Zişan Efendimize geldiklerine şahid olunca Rasûl-ü Ekrem'e itaatin, kendi reylerine uymaktan
daha hayırlı olduğunu anlamış oldular.

İbn-i Hacer, "Ebu Bâsır kıssasından ilmî birtakım hükümler çıkartılabilir" diyerek "Mütecaviz bir müşriki hile ile öldürmenin caiz olduğunu" bildiriyor
ve Hz. Ebû Basır'm müşriki hile ile öldürmesinin asla bir hıyanet sayılamayacağını iddia ederek, şöyle isbat ediyor: Ebu Basir, Rasûl-ü Ekremle kureyş
arasındaki antlaşmada bulunmamıştı. Çünkü Ebu Basir, o zaman Mekke'de mahbus İdi. Sonra Mekke'ye götürülüp müşriklere teslim edilince kendisini
öldürecekleri kesindi. Bunlardan başka Rasû-lü Ekrem'e "Ey Allah'ın Rasûlü siz ahdinize vefa ettiniz ve beni Kureyş'e geri verdiniz,, fakat Allah beni
Kureyş'in zulmünden kurtardı." dediğinde Rasûl-ü Ekrem, Ebû Bask'ın bu düşüncesini red etmemişti.

tbn-i Hacer (r.a)'e göre bu hadisten çıkarılacak hükümlerden biri de Ebû Basir'in kendisini Mekke'ye götürmekte olan iki kureyşliyi öldürmesinden
dolayı kendisine bir kısas cezası lazım gelmediğidir. Nitekim Ibn îshak'm rivayetine göre, Amİrî'nin öldürüldüğü haberi Mekke'de duyulunca maktul,
Süheyl b. Amr'ın kabilesinden olduğu için Süheyl onun diyetini taleb etmek istemiş fakat Ebû Süfyan: *'Bu diyeti kimden isteyeceksin?" Bunu
Muhammed'den istemek doğru değildir. Çünkü o, sözünü yerine getirmiş ve Ebû Basir'i adamımıza teslim etmiştir ve Ebû Basir maktulü Muhammed 1 -
in emriyle öldürmemiştir." demiştir..

[4631

Sarih Ibn Hacer Musa b. Ukbe'nin Zühri'den naklen şöyle btr açıklamada bulunduğunu bildiriyor: Rasûl-ü Ekrem, Ebû Basir'e mektup yazdı.
Fakat mektup kendisine eriştiği sırada bu ateşli mücahid ölmek üzere idi. Okudu ve mektup elinde olduğu halde teslim-i ruh etti. Ebû Cendel, bu
kahraman reisini, öldüğü yere defnetti ve kabrinin yanma bir mescid inşa etmek suretiyle son görevini yerine getirdi.

Zührî, sonra Ebû Cendel'in masiyetiyle birlikte Medine'ye geldiğini ve mücahid olarak Şam'a gidinceye kadar, Medine'den ayrılmadığını ve Hz.
Ömer'in hilafeti zamanında Şam'ın fethi esnasında şehid olduğunu rivayet etmektedir.

T4641

Feth, (48) 24, 25,26 (Bu hadisin metni, tercümesi ve açıklamaları için bk. Miras Kamil Sahih-i Buharı, VII. Hadis No. 1 164 edenler.



[4591
14601
T4611



T4651

1 l bk. Sahih-iBuhari, Miras Kamil, VIII, 208, 1. Baskı, 1941.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/399-413.
T4661

1 1 bk. A.ğ.e.,215.

[4671

bk. Sünen-i Ebû Dâvûd, III; 3, 199-203.

[468]
14691
[£70]
1471'



bk. Sahih-t Müslim Tercüme ve Şerhi, VIII, 592.
Feth, (48) 25.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/413-415.

' Ahmed b. Hanbel, IV, 325.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/415-416.

T4721



bk. Hukuk-u İslamİyye Kamusu, Bilmen Ö. Nasuhi, III, 387.

[4731



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/416.

T4741



Ebû Dâvûd, melahim 2; Ibn Mace, fıten 35; Ahmed b. Hanbel, IV-91; V-372, 409.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/416-417.
r4751

Sünen-i Ibn Mace Tercemesi ve Şerhi, Hatipoğlu H, X, 354.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/417-418.
T4761

Buhârî, cihad 158, errehn 3, el-Meğazi 15; Müslim, cihad 119.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/418-420.
T4771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/420-421.

[478]

bk. Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Davudoğlu A, VII, 621-622.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/421.

Ahmed b. Hanbel, I, 166-167; IV, 92.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/421.

T4801

bk. Feyzül-Kadir, el-Münavi, Abdur'rauf, III, 1 86.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/421-422.
T4811

Buhârî, umre 12, meğazi 29; Tirmizi, hac 104; Muvatta, hac 243; Ahmed b. Hanbel, II, 5, 10, 15, 63, 105.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/422-423.

'-^ Tevbe, (9) 33.

Rûm, (30)47.

Ahzab, (33) 10.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/423-424.
Tevbe, (9)44.
Nur, (24) 62.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/424-425.
Nur, (24) 62.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/425-426.

' Buhârî, cihad 154, 192; meğazi 62; Tirmizi, davat 18; Ahmed b. Hanbel, IV 360, 363, 365.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/426.

T4921

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/426-427.

[493]

Bu hadisin tüm metninin tercümesi için bkz. Miras Kamil Sahih-i Buhari muhtasarı, X, 474-485 (1. B) 1659 no'lu hadis.

14941



[483]
[484]
[485]
[486]
[487]
[488]
[489]
[490]
[49T



Buhârî, meğazi 79, istizan 27; Müslim, Tevbe 53, Ahmed b. Hanbel III 459.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/427-428.

14951

bk. Miras Kamil Sah ili-i Buharı Muhtasarı X, 48S (1. B).
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/428-429.

14961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/429.

[497]

Tirmizi, siyer 24; Ibn Mace, ikame 192.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/429.
f4981

1 1 bk Davudoğlu tbn Abidln III, 246-247.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/429-431.
T4991

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/43 1-433.
Zümer, (39) 44.
Yunus, (10)3.
En'am, (6) 70.
Ahmed b. Hanbel, II 444.
İbn Mace, Zühd 7.
Buhârî, tevhid 24.

Ahmed b. Hanbel, II 74.

Müslim, iman 326, 327, birr 55; Buharı, enbiya 3, 9.
Buhârî, Enbiya 3, 9.

bk. Şerh ale'l-mevahib, Zürkani, VIII, 380.
bk. A.g.e.
bk. A.g.e.,381.

bk et-Tâc, eş-Şeyh Mansur Ali Nasıf V, 383.
bk Şerh ale'l-mevahib, Zerkani, VIII, 381.



[500]
15011
[502]
15031
15041
[505]
[506]
[507]
[508]
[509]
[510]
[511]
[512]
[513]
[514]
[515]
15161



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şam:
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şam:



Buhârî, nikah 120; Müslim, imare 182-183
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yay

Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi IX, 147.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yay

[518]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şam:

[519]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şam:

[520]

Buhârî.cihad 196, nikah 10, 121, 122; Müsl

15211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şam:



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şam:



Buhârî, cihad 196; Tirmizî, cihad 39.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yay

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şam:
[525"



Müslim, imare 134.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yay

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şam:



Buhari, meğazi 79, cihad 198; sala 59, tefsir
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yay

[528]

Tere. Davudoğlu A. Ibn Abidin, III, 48, 49.

[5291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şam:

T5301

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şam:

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şam:
[5321

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şam:
^BnflU.41.



1 Yayınevi: 10/433-435.
1 Yayınevi: 10/435.

Tirmizi, istizan 19; Ahmed b. Hanbel, III 299, 314, 355, 395, 399.
nevi: 10/435-436.

nevi: 10/436.

1 Yayınevi: 10/436.

1 Yayınevi: 10/437.

m, reda' 58, imare 181, 182; Darimi, nikâh 32; Ahmed b. Hanbel, III, 298, 303, 355.
1 Yayınevi: 10/437-438.
1 Yayınevi: 10/438.

nevi: 10/438-439.
1 Yayınevi: 10/439.

nevi: 10/439-440.
1 Yayınevi: 10/440.

sure 9/18; Müslim, tevbe 53, salatü'l-Müsafirin 74; Nesai, mesacid 38; Ahmed, VI, 386, 388.
nevi: 10/440-441.

1 Yayınevi: 10/441.
1 Yayınevi: 10/441-442.
1 Yayınevi: 10/442.
1 Yayınevi: 10/442-443.



bk. el-lbtiyar metni -el-Muhlar li'l-Fetva tercümesi 107.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/443.



T5361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/444.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/444.
15381 .

1 1 Ibni Mâce, Cihad 23.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/444-445.
15391



bk. Ibn-i Abidin, VIII, 402.

15401



1 bk. el-Mevsili el-Ihtiyar, IV, 126.
15411



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/445-446.

T5421



Ahmed b. Hanbel, III-484, IV-68.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/446-447.

T5431



el-Bakara 2/193.

15441



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/447-448.
T5451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/448.

[546]

Al-i Imran, 3/28.

[5471

1 1 Al-i Imran, 3/149.

^ ^ Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/449-450.



23. DAVALAR BÖLÜMÜ

1. Hâkimlik Görevi İstemenin Hükmü

2. Hâkim Verdiği Hükümde Yanılabilir

3. Hâkimliğe Talip Ve Hırslı Olmak

4. Rüşvetin Çirkinliği

5. Devlet Memurlarının Hediye Kabul Etmelerinin Hükmü

6. Hüküm Nasıl Verilir?

7. Hakimin Yanhş Hüküm Vermesi

8. Davacı İle Davalı Mahkemede Hakimin Önünde Otururlar

9. Hakimin Öfkeli İken Hüküm Vermesi

10. Hâkimin Müslümanların İdare Ve Himayesi Altında Yaşaman Gayri
Müslimlerin Davasına Bakması

11. Hâkimin Hüküm Verirken fctihadda Bulunması
12.Sulh

13. Şahitlik

14. Bir Kimsenin Aslını Esasını Bilmediği Bir Davada Taraflardan Birine Yardımcı
Olmaya Çalışması

15. Yalan Şahitliği

16. Şahitliği Kabul Edilmeyen Kimseler

17. Göçebenin Yerleşik Halk Aleyhinde Şahitliğinin Hükmü

18. Süt Kardeşliği Hususunda Şahitlik Yapmanın Hükmü

19. Müslümanların İdaresinde Yaşayan Zımmîlerin Şahitliği Ve Yolculuk
Esnasında (Vefat Eden Bir Kimsenin Vefatından Önce Yaptığı) Vasiyetin Hükmü

20. Hâkim Doğruluğunu Bildiği Zaman Bir Şahidin Şahitliğiyle Hüküm Verebilir

21. Yemin Ve Bir Şahitle Hüküm Verilebilir Mi?

22. Şahidleri Olmayan İki Kişinin Bir Mal Üzerinde Hak t ddia Etmeleri

Bir Mal Hakkında İki Kişi t htilâfa Düştüğü Ve Her Birisi Malın Kendisine Ait
Olduğunu t ddia Ettiği Takdirde Hüküm Nedir?

23. Yemin Etmek Davalıya Düşer

24. Yemin Nasıl Ettirilir?

25. Müslümanların İdaresinde Yaşayan Azınlıklardan Olan Davalılara Da Yemin
Ettirilir Mi?

26. (Dava Konusu Olan Hadiseyi Görmediğini Söyleyen Davalı) Bir Adam
Görmediği (Bu) Hâdise Hakkında Bilgisine Göre Yemin Eder

27. Müslümanların İdaresinde Yaşayan Azınlıkla* Nasıl Yemin Ederler?

28. Kişi Hakkını t sbat İçin Yemin Edebilir

29. Bir Kimseyi Borçtan Veya Diğer Haklarından Dolayı Hapsetmenin Hükmü

30. Vekillik

31. Bazı Kaza (Yargı) Hükümleri



23. DAVALAR BÖLÜMÜ



Bu bölümün başlığını teşkil eden "akdiye" kelimesi "kadiyye" kelimesinin çoğuludur.
Kadiyye ve kaza; bir şeyi sağlam yapmak ve sonuçlandırmak, ilzam etmek, haber
vermek, takdir etmek, bir şeyi diğer bir şeyin yerine koymak gibi çeşitli manalara



gelir.

[21

"Rabbin, yalnız kendisine tapmanızı ve anaya babaya iyilik etmenizi emretti..."
âyet-i kerimesinde kaza kelimesi emretmek, hükmetmek manalarında; "Kitapta, İsrail

[3]

oğullarına şu hükmü verdik..." âyet-i kerimesinde ise haber vermek manasında

' [41

kullanılmıştır.

Hukuk dilinde ise kaza, "Amme velayetini üzerine alan bir kimsenin söylediği geçerli
[51

sözdür."

Kazanın meşruiyyeti Kitap, sünnet, ve icmâ ile sabittir. Kazanın meşru-iyyetine
Kitab'tan delil şu âyet-i kerimelerdir:

1- "Biz sana Kitab'ı hak ile indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği

M

biçimde hüküm veresin..."

m

2- "...Ve eğer hüküm verirsen aralarında adaletle hüküm ver..."

[81

3- "Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma..."

4- "Ey Dâvûd, biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık.



İnsanlar arasında adaletle hükmet...




Sünnetten delil ise, "Hâkim, hüküm verir (ken) ictihadda bulunur da isabet ederse
onun için iki sevap vardır. Ama hüküm verir (ken) ictihad eder de yanılırsa ona bir
sevap vardır" anlamındaki 3574 numaralı hadis-i şerifle; Hz. Peygamber'in, Hz. Ali ile
Muaz'ı Yemen'e kadı olarak göndermesidir.

Kazanın meşruiyyeti icmâ ile de sabittir. İnsanların yaratılışında zulmetme kabiliyet
ve meyli bulunması ve bu meyle sed çekmenin ancak bir hâkimin müdahalesiyle
mümkün olacağı gerçeğinden hareketle ilim adamları halk arasında adaleti ikame
etmek üzere hâkim tayin edilmesinin meşruluğunda icmâ etmişlerdir.
Mezhep imamlarına göre; halk arasında adaletin icra edilmesi için bir hâkim tayin
etmek devlet başkanı üzerine farzdır. Delilleri ise, "Ey inananlar, adaleti tam yerine

um

getirerek, Allah için şahitlik edenler olun..." âyet-i kerimesidir.
Kaza, emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil münker hükmünde olduğundan kaza
müessesesini yaşatmanın hükmü de emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil münker
müessesesinin hükmü gibi farz-ı kifâyedir.

Kaza; din işleriyle ve müslümanlann maslahatlanyla ilgili olması cihetiyle aynı
zamanda Allah'a yaklaştıran taat çeşitlerinden biridir. Bu sebeple peygamberler de
kadılık görevi yapmışlardır.



İbn Mes'ud; !'Bir kadı olarak iki kişi arasında adaletle hükmetmem benim için yetmiş
senelik (nafile) ibadetten daha sevimlidir." demiştir.

Mezheb imamları, kadı olacak bir kimsenin âkil, baliğ, hür, müslüman olması; kör,
sağır, dilsiz olmaması gerektiği hususunda ittifak etmişler; ancak adaletli, erkek ve

HU

müctehid olması hususunda ise ihtilâfa düşmüşlerdir.

Hâkim olabilmek için erkeklik (zükûret) cumhura göre, hükmün sıhhati hususunda
şart değildir. İmam A'zam'a göre, kadınlar da şahitlikleri makbul olan hususlarda,

meselâ mallarla ilgili davalarda hâkim olabilirler.

Fıkıh kitaplarında açıklandığı üzere; hâkimlik beş derecedir:

1- Farz: Hâkimliğin bir kişiye verilmesinde zaruret varsa o kişinin bu görevi
kabullenmesi farzdır.

2- Müstehab: Daha üstün ve yetkili bir kişinin hâkimliği kabul etmesi müstehabtır.

3- Muhayyer: Yetki bakımından eşitlik olursa görevi kabullenmek ihtiyaridir.

4- Mekruh: Daha üstün ve yetkili birisi varken hâkimliği kabul etmek mekruhtur.

5- Haram: Aciz olduğu halde hâkimliği kabul etmek haramdır.

Hâkim devletten maaş alır. Hâkim; dini ve aklı tam; Kur'an, sünnet ve fıkhı iyi bilen
kimselerden seçilmeli, mümkünse müctehid olmalıdır.

Hâkimlik görevi peşinde koşmak doğru değildir. Görev verildiğinde, duruma göre
kabullenilmelidir.

İslâm devleti olmakla birlikte, zalim veya günahkâr yöneticilerin verdiği hâkimlik
görevini kabul etmek caizdir.

Hâkim için belirli bir yer yoktur. Mescid sayılan bir yerde hüküm vermesi daha iyidir.
Hâkimin hediye kabul etmesi yasaktır. Sadece davalı olmayan yakınlarından veya
önceden beri hediyeleşmekte olduğu kimselerden, o zamanki miktarları aşmayacak
kadar hediye alabilir.

Hâkim, davalıların bulunduğu umumi davetlere katılabilir. Fakat kendisi için
düzenlenen özel davetlere ne olursa olsun katılamaz.

Hâkim, muhakeme esnasında davalılara eşit muamele yapmalı, mevkiine uymayan
hafif davranışlardan kaçınmalı; kederli, uykulu, öfkeli, acıkmış, susamış iken
duruşmayı yönetmemen', duruşma esnasında şahitlere "Şuna şahitlik eder misin?" vs.
şeklinde telkinde bulunmamalıdır.

Kısas ve hadle ilgili bütün hukuk davalarında bir hâkim diğer bir hâkime mahkemede
bulunmayan bir davalı aleyhindeki şahitlerin ifadelerini tes-bit ederek gönderir.
Hâkim, şahitlerin ifadelerini kendilerine okur ve kendisi zaptı imzaladıktan sonra bir
nüshasını davalının bulunduğu yerin hâkimine gönderir. Davalı duruşmaya getirilince
şahitlerin ifadesi kendisine okunur ve hakkında kararlar alınır.
Kadın, hukuk davalarında hâkimlik yapabilir. Ancak kısas ve hadle
ilgili ceza davalarında hakimlik yapamaz.

Bir hâkim, başkasını hüküm vermeye -eğer kendisini böyle bir yetki verilmemişse-
yetkili kılamaz.

Bir hâkim başka bir hâkimin kararma; Kitap, sünnet ve icmâa aykırı olmadıkça uyar.
Şahitler yalan söylemiş olsalar bile, hâkimin bunu bilmeden verdiği helâl ve haramla
ilgili hüküm geçerlidir.

Bir hâkim hazır bulunmayan bir davalı aleyhine ancak vekili veya vasisi hazır



£131

bulunmak şartı ile hüküm verebilir.

Bundan önceki İmâre bölümü ile mevzumuzu teşkil eden bu bölüm arasındaki fark
açıktır. İmâre bölümü, devlet başkanlığı ile ilgilidir. Bu bölüm ise hâkimlikle ilgilidir.
Bilindiği gibi devlet başkanı ayrıdır, onun memuru durumunda olan hâkim yine

041

ayrıdır.

1. Hâkimlik Görevi İstemenin Hükmü