بَابٌ فِي الرَّجُلِ يَتَّجِرُ فِي مَالِ الرَّجُلِ بِغَيْرِ إِذْنِهِ

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابٌ فِي الرَّجُلِ يَتَّجِرُ فِي مَالِ الرَّجُلِ بِغَيْرِ إِذْنِهِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2991 حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْعَلَاءِ ، حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ ، حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ حَمْزَةَ ، أَخْبَرَنَا سَالِمُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ ، عَنْ أَبِيهِ ، قَالَ : سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ : مَنِ اسْتَطَاعَ مِنْكُمْ أَنْ يَكُونَ مِثْلَ صَاحِبِ فَرْقِ الْأَرُزِّ ، فَلْيَكُنْ مِثْلَهُ قَالُوا : وَمَنْ صَاحِبُ فَرْقِ الْأَرُزِّ يَا رَسُولَ اللَّهِ ؟ فَذَكَرَ حَدِيثَ الْغَارِ حِينَ سَقَطَ عَلَيْهِمُ الْجَبَلُ ، فَقَالَ : كُلُّ وَاحِدٍ مِنْهُمُ اذْكُرُوا أَحْسَنَ عَمَلِكُمْ ، قَالَ : وَقَالَ الثَّالِثُ : اللَّهُمَّ إِنَّكَ تَعْلَمُ أَنِّي اسْتَأْجَرْتُ أَجِيرًا بِفَرْقِ أَرُزٍّ ، فَلَمَّا أَمْسَيْتُ عَرَضْتُ عَلَيْهِ حَقَّهُ فَأَبَى أَنْ يَأْخُذَهُ ، وَذَهَبَ فَثَمَّرْتُهُ لَهُ حَتَّى جَمَعْتُ لَهُ بَقَرًا وَرِعَاءَهَا ، فَلَقِيَنِي ، فَقَالَ : أَعْطِنِي حَقِّي ، فَقُلْتُ : اذْهَبْ إِلَى تِلْكَ الْبَقَرِ وَرِعَائِهَا فَخُذْهَا فَذَهَبَ فَاسْتَاقَهَا

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

‘Amir Al Sha’bi said “The Prophet (ﷺ) had a special portion in the booty called safi. This would be a slave if he desired or a slave girl if he desired or a horse if he desired. He would choose it before taking out the fifth.”

(3387) Salim b. Abdullah, babası (Abdullah b. Ömer)'nm şöyle dediğini haber
vermiştir:

Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken işittim:

"Sizden, bir ferak (ölçek) pirinç sahibi gibi olmaya gücü yeten onun gibi olsun."
Sahâbîler:

Bir ferak pirinç sahibi kimdir ya Rasûlallah? dediler. O da, üzerlerine dağ göçtüğü
zamanki "Mağara hadisini" anlattı ve şöyle dedi:

Mağaradakilerden birisi; "Amellerinizin en iyisini anlatınız" demişti; bunun üzerine
üçüncüsü şöyle anlattı:

[2061

Ey Allah'ım! Biliyorsun ki, ben bir ferak (ölçek) pirince bir işçi tuttum. Akşam
olunca kendisine hakkını vermek istedim ama almak istemedi ve çekip gitti. Ben, o
pirinci ürettim; o kadar ki, işçi için çobanı ile birlikte bir sığır sürüsü biriktirdim.
Sonra adam bana gelip; hakkımı ver, dedi. Ben de, "Şu sığır sürüsüne ve çobanına git,

f2071

hepsini al" dedim. Adam gitti, sürüyü önüne katıp götürdü.
Açıklama

Ferak: Medinelilerin kullandığı bir ölçektir. Onaltı rıtıl kadardır.
Bu rivayet tam değildir. Ebû Dâvûd, uzun olduğu için olsa gerek hadisi tam olarak
almamış, sadece başkasının malı ile ticaret yapmak ile ilgili bölümü almıştır. Hadisin
tamamı bazı küçük farklarla Buharı ve Müslim'de mevcuttur. Buharî'nin büyû'daki
rivayetine göre hâdise şudur:

"Üç kişi yola çıkmışlar, giderken yağmura tutulup, dağdaki bir mağaraya girmişler.
Ama bir taş yuvarlanıp mağaranın ağzını kapamış. Bunlar birbirlerine; yaptığınız en
iyi amelle tevessül ederek dua ediniz, demişler.
İçlerinden birisi başlayıp şöyle demiş:

Ey Allahım! Benim ihtiyar anam ve babam vardı. Ben (her gün kırlara) gider,
(koyunlarımı) otlatır, sonra gelip sağardım. Sütü getirir önce anama babama verirdim,
onlar içerlerdi. Sonra küçük kızıma, aile fertlerime ve hanımıma içirirdim. Bir gece
geciktim, geldiğimde anamı babamı uyumuş buldum. Ayak ucumda küçük çocuklar
ağlayıp durdukları halde anamı babamı uyandırmak istemedim. Sabaha kadar onlar
uyudular, ben de elimde sütle bekledim. Ey Allah'ım, eğer bunu, senin rızanı isteyerek
yaptığımı bilirsen (yapmışsam) bize bir delik aç da o delikten gökyüzünü görelim.
Bunun üzerine taş birazcık aralandı. Diğer birisi şöyle dedi:

Allah'ım! Biliyorsun ki, ben amcamın kızlarından birisini bir erkeğin kadınları
sevebileceği en büyük bir aşkla sevdim. O: "Bana yüz dinar vermedikçe benden hiçbir
şey elde edemezsin" dedi. Ben de gidip yüz dinarı biriktirinceye kadar çalıştım. Tam
istediğimi elde edeceğim anda kız bana: Allah'tan kork, (bekaret) mührünü haksız yere
açma, dedi. Ben de kalktım ve onu bıraktım. Eğer bunu, senin rızanı isteyerek
yaptığımı biliyorsan şu taşı arala.



Bu sefer kapının üçte ikisi aralandı.
Diğer şahıs da şöyle anlatmaya başladı:

Ey Allah'ım! Biliyorsun ki ben bir ferak (ölçek) darıya bir işçi tuttum. Ücretini
kendisine verdim ama onu almak istemedi. Ben de bu darıyı ektim ve onunla
çobanıyla birlikte bir sığır satın aldım. Bir zaman sonra adam gelip, "Ey Allah'ın kulu!
Hakkımı ver!" dedi. Ben de: "Şu sığıra ve çobanına git, o senindir" dedim. Adam;
"Benimle alay mı ediyorsun?" dedi. "Hayır, seninle alay etmiyorum, ama o senin"
dedim.

Ey Allah'ım, eğer bunu senin rızanı elde etmek için yaptıysam şu kayayı bizden
uzaklaştır, dedi ve kapı açıldı."

Anlaşıldığı gibi bu hâdise, Hz. Peygamber (s.a)'den önceki ümmetlerden birisinde
olmuştur. Rasûlullah'm bunu anlatması, ümmetini başkasının hakkını yememeye ve o
malı tükenmeye terketmeyip, üretmeye teşvik içindir.

Ebû Dâvûd ve Buharî'nin bu hadisleri "ahşveriş"le ilgili bölümde zikretmeleri,
başkasının malında onun haberi olmadan ticarî muamele yapılabileceğine işaret
içindir. İbn Hacer, "Bu hadisin delil olarak alınması; 'Bizden önceki şeriatler, bizim
için de şeriattır' esasına mebnidir, ama cumhur buna muhaliftir" der.
Aynî ise; "Şâri'nin inkârı bulunmadıkça bizden öncekilerin şeriatleri, bizim için de
uyulması gereken bir delildir. Üstelik Hz. Peygamber Efendimiz bunu yapanı
övmüştür. Eğer başkasının malında ticaret caiz olmasaydı, bunu söylerdi" demektedir.
Bundan evvelki babın hadisini izah ederken, beyu'l-fuzûlî (başkasının malını, onun
haberi olmadan satmak) konusundaki görüşleri aktarmıştık. Hatırlanacağı üzere İmam
Şafiî'nin dışındaki mezhep imamları bunu caiz görmüşlerdir. Hadis sarihlerinden bir
kısmı bu üzerinde durduğumuz hadisi, beyu'l-füzûlîyi caiz görenler için bir delil kabul
ederler. Çünkü, işçiyi bir ölçek pirinç (veya darı) karşılığında kiralayan şahıs; -işçi
hakkını almadığı için-işçinin hakkını üretmiş, gelince ona teslim etmiş, Efendimiz de
bunu övmüştür.

Avnü'l-Ma'bûd'da nakledildiğine göre Kastalânî, Buharı şerhinde özetle şöyle
demektedir:

"Bu hadiste; kişinin işçinin malında onun izni olmadan tasarrufta bulunduğu
görülmektedir. Müellif (Buharı) bununla, füzûlînin satış ve satın alışının caiz
olduğunu istidlal etmiştir. Bey'ul-füzûlî'nin caiz oluşu, Mâlik'-in mezhebidir. Şafiî'nin
ilk görüşü (kavl-i kadîmi) de böyledir. Buna göre, satış sahibinin icazetine bağlı olarak
gerçekleşir. Sahibi icazet verirse kesin-leşir, vermezse hükümsüz olur. Şafiî'nin
sonraki gördüşü (kavl-i cedîdi) ne göre ise füzûlînin satışı bâtıldır.
Bu hadisteki hâdise şu şekilde ele alınmıştır: Zahir olan şu ki, işçi Ölçeğe malik
olmamıştı. Çünkü işveren onu, belli bir ölçek (darı veya pirinç) karşılığında tutmadı.
Aksine zimmetindeki bir ölçek karşılığında tuttu. İşçiye ücreti verilince o kötü olduğu
için kabul etmedi, dolayısıyla ölçekteki mahsul onun mülküne girmedi. Bilâkis hakkı,
işverenin zimmetinde bir borç olarak kaldı. Çünkü zimmette olan bir şey, ancak kabz
ile (ele almakla) muayyen hale gelir. Öyleyse işverenin mülkünde meydana gelen
mahsul, onun işçisine teberrusudur. Bu da her ikisinin rızası ile olmuştur. Mesele
şudur: İşveren, borcunu en iyi şekilde ve fazlasıyla ödemiştir. Eğer ölçek işçi için
taayyün etse idi, işverenin ondaki tasarrufu haksız olurdu."

Avnü'l-Ma'bûd sahibi, Kastalânî'nin bu sözünün birçok yönden ten-kid edilebileceğini

r2081

ama bunun sözü uzatacağını söyler.



29. Sermaye Olmadan Yapılan Ortaklık