بَابُ الْأَمْرَاضِ الْمُكَفِّرَةِ لِلذُّنُوبِ

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابُ الْأَمْرَاضِ الْمُكَفِّرَةِ لِلذُّنُوبِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2734 حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ النُّفَيْلِيُّ ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سَلَمَةَ ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ إِسْحَاقَ ، قَالَ : حَدَّثَنِي رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الشَّامِ ، يُقَالُ لَهُ : أَبُو مَنْظُورٍ ، عَنْ عَمِّهِ ، قَالَ : حَدَّثَنِي عَمِّي ، عَنْ عَامِرٍ الرَّامِ ، أَخِي الْخَضِرِ - قَالَ أَبُو دَاوُدَ : قَالَ النُّفَيْلِيُّ : هُوَ الْخَضِرُ ، وَلَكِنْ كَذَا قَالَ - قَالَ : إِنِّي لَبِبِلَادِنَا إِذْ رُفِعَتْ لَنَا رَايَاتٌ وَأَلْوِيَةٌ ، فَقُلْتُ : مَا هَذَا ؟ قَالُوا : هَذَا لِوَاءُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، فَأَتَيْتُهُ وَهُوَ تَحْتَ شَجَرَةٍ قَدْ بُسِطَ لَهُ كِسَاءٌ ، وَهُوَ جَالِسٌ عَلَيْهِ ، وَقَدِ اجْتَمَعَ إِلَيْهِ أَصْحَابُهُ ، فَجَلَسْتُ إِلَيْهِمْ ، فَذَكَرَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْأَسْقَامَ ، فَقَالَ : إِنَّ الْمُؤْمِنَ إِذَا أَصَابَهُ السَّقَمُ ، ثُمَّ أَعْفَاهُ اللَّهُ مِنْهُ ، كَانَ كَفَّارَةً لِمَا مَضَى مِنْ ذُنُوبِهِ ، وَمَوْعِظَةً لَهُ فِيمَا يَسْتَقْبِلُ ، وَإِنَّ الْمُنَافِقَ إِذَا مَرِضَ ثُمَّ أُعْفِيَ كَانَ كَالْبَعِيرِ ، عَقَلَهُ أَهْلُهُ ، ثُمَّ أَرْسَلُوهُ فَلَمْ يَدْرِ لِمَ عَقَلُوهُ ، وَلَمْ يَدْرِ لِمَ أَرْسَلُوهُ فَقَالَ رَجُلٌ مِمَّنْ حَوْلَهُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، وَمَا الْأَسْقَامُ ؟ وَاللَّهِ مَا مَرِضْتُ قَطُّ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : قُمْ عَنَّا ، فَلَسْتَ مِنَّا ، فَبَيْنَا نَحْنُ عِنْدَهُ إِذْ أَقْبَلَ رَجُلٌ عَلَيْهِ كِسَاءٌ ، وَفِي يَدِهِ شَيْءٌ قَدِ الْتَفَّ عَلَيْهِ ، فَقَالَ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، إِنِّي لَمَّا رَأَيْتُكَ أَقْبَلْتُ إِلَيْكَ فَمَرَرْتُ بِغَيْضَةِ شَجَرٍ فَسَمِعْتُ فِيهَا أَصْوَاتَ فِرَاخِ طَائِرٍ ، فَأَخَذْتُهُنَّ فَوَضَعْتُهُنَّ فِي كِسَائِي ، فَجَاءَتْ أُمُّهُنَّ فَاسْتَدَارَتْ عَلَى رَأْسِي ، فَكَشَفْتُ لَهَا عَنْهُنَّ فَوَقَعَتْ عَلَيْهِنَّ ، مَعَهُنَّ فَلَفَفْتُهُنَّ بِكِسَائِي ، فَهُنَّ أُولَاءِ مَعِي ، قَالَ : ضَعْهُنَّ عَنْكَ فَوَضَعْتُهُنَّ ، وَأَبَتْ أُمُّهُنَّ إِلَّا لُزُومَهُنَّ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِأَصْحَابِهِ : أَتَعْجَبُونَ لِرُحْمِ أُمِّ الْأَفْرَاخِ فِرَاخَهَا ؟ قَالُوا : نَعَمْ ، يَا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ : فَوَالَّذِي بَعَثَنِي بِالْحَقِّ ، لَلَّهُ أَرْحَمُ بِعِبَادِهِ مِنْ أُمِّ الْأَفْرَاخِ بِفِرَاخِهَا ، ارْجِعْ بِهِنَّ حَتَّى تَضَعَهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَخَذْتَهُنَّ وَأُمُّهُنَّ مَعَهُنَّ فَرَجَعَ بِهِنَّ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

We four persons, came to the Messenger of Allah (ﷺ), and we (i.e. each one of us) had horses. He therefore, allotted one portion for each of us, and two portions for his horse.

(3089) Amir er-Rami'den demiştir ki:

Ben memleketimizde idim. Birdenbire bizim için bayrakların ve sancakların dikilmiş
olduğunu gördüm (ve) "Bu da nedir?" dedim. "Bu Rasûlullah (s.a)'in sancağıdır"
dediler. Bunun üzerine (Rasûlullah'm) yanma vardım. Bir ağacın altında kendisi için
serilen bir elbisenin üzerinde oturuyordu. Sahabileri etrafına toplanmışlardı. Ben de
onlar (in arasm)a oturdum. Rasûlullah (s. a) hastalıklardan bahsediyordu. Bu sırada...
"Bir mü'mine hastalık isabet eder, sonra Allah bu mü'mini o hastalıktan kurtarırsa o,
hastalık, bu mü'minin günahlarına keffâret, ileride (başına) gelecek işler hakkında ona
bir öğüt olur. (Fakat) bir münafık hastalanır da sonra iyileşecek olursa, tıpkı
sahihlerinin bağlayıp da sonra salıverdiği bir deve gibi olur. Kendisini niçin bağladık-
larım da bilmez, niçin saldıklarını da bilmez." buyurdu. Bunun üzerine orada
bulunanlardan bir adam:

"Ey Allah'ın Rasûlül (Bu sözünü ettiğin) hastalıklar da nedir? Vallahi ben (hayatta) hiç
hastalanmadım" dedi. Peygamber (s. a) de:

"Sen yanımızdan kalk. (git) Çünkü sen bizden değilsin" (Kâmil bir mü'minin özelliği
bela ve musibetlere maruz kalmaktır. Sen bizim derdimizi anlayamazsın) dedi. Biz
(Hz. Peygamberin) yanında (böyle sohbet etmekte) iken oraya (elinin) üzerinde elbise
olan bir adam çıkageldi. Elinde bir şey (daha) vardı (ve elbise o şeyin) üzerine sarıl-
mıştı. O zat:

"Ey Allah'ın Rasûlü: Ben seni görünce (huzuruna gelmek üzere) sana (doğru)
yöneldim. (Gelirken) ağaçlan sık olan bir yere uğradım. Orada (birtakım) kuş yavrusu
sesleri işittim. Onları alıp elbisemin içine koydum. Bunun üzerine anneleri gelip
başımın üstünde dolaş (maya başla)dı. Ben de onun için elbisemi yavruların üzerinden
kaldırdım. Bunun üzerine anneleri yavruların üzerine kondu. Bende hepsini (birden)
elbisemin içine sardım, işte şu yanımdakiler onlardır" dedi. (Hz. Peygamber de):
"Onları (yere) bırak!" buyurdu. (Adam da) Onları (yere) bırakıverdi. Anneleri ise
(yine) onlardan ayrılmadı. Bunun üzerine Rasû-lullah (s.a)(orada bulunan)
sahabilerine (şu):

"Yavruların annesinin yavrularına olan şefkatine hayret ediyor musunuz?" diye sordu.
(Onlar da):

"Evet ya Rasûlullah" cevabım verdiler. (Hz. Peygamber de):

"Beni hak (din) ile gönderen Zata yenlin olsun ki, Allah kullarına yavrularına karşı
şefkatini gördüğünüz şu yavruların annesinden daha merhametlidir. Onları geri götür
ve anneleri ile birliktelerken kendilerini yakaladığın yere koy." (o zat da) onları geri



[İÜ

götürdü.
Açıklama

Rasûl-ü Zişan Efendimiz, sahabilerinin başına gelen hastalık ve musibetlerin
hikmetinden şikayette bulunmadan bunlara sabretmenin ahiretteki sevabından ve
Allah'a ait küçük büyük bütün günahlara keffaret olacağından bahsederken, orada
bulunanlardan biri söze karışarak kendisinin hiç hastalanmadığını ve hastalığın ne
olduğunu bilmediğini söylemiş, Hz. Peygamber de "Sen (bela ve musibetlere
tahammül eden ve bu sayede kemale eren kâmil mü'minlerin yoluna ve onların sohbe-
tine tamamen yabancısın" buyurarak onu meclisten uzaklaştırmak suretiyle ona
kalbinin katılığım tevbe ve taata daha çok devam ederek bu durumdan kurtulması
gerektiğini unutmayacağı bir şekilde hatırlatmıştır. Eğer Rasûl-ü Zîşan Efendimiz o
kimseye o mecliste kalması ve musibetlerin müzminlere olan faydasıyla ilgili sohbeti
dinlemesi için izin verseydi, o kimse bu sohbetten bir şey anlamayacağı ve istifade
edemeyeceği gibi hem de konuşulanları yadırgayacak ve dolayısıyla zarar görecekti.
Netice olarak mevzumuzu teşktil eden bu hadis-i şerifte, Allah'ın tnü'-min kullarına
karşı çok merhametli olduğu, onu bu dünyadaki günahlarından temizlemek ve
cennetine sokmak için, günahlarına keffaret olacak hastalık ve musibetlere maruz
bıraktığı ifade edilmektedir.

Kâmil mü'minler, bunu bildikleri için Allah'tan gelen tüm musibetleri rıza ile
karşılarlar ve bu sayede varsa günahları affedilir, yoksa cennetteki makamları yükselir.
Gafil mü'minler ise, bu hikmeti bilmedikleri için başlarına gelen musibetleri kullara
şikayet ederek bu sevaba ermekten mahrum kalırlar. Sahibi tarafından bir süre
bağlandıktan sonra bırakılıvereri devenin hali ne ise, hastalıklar ve musibetler,
karşısında kâfirlerin hali de odur. Bu hususta duygusuzluk, basiretsizlik, şuursuzluk
yönünden deve ile kâfir arasında bir fark yoktur. İkiside başlarına gelen bu sıkıntıdan
bir ibret dersi ve bir manâ çıkaramazlar. Sadece yiyecek ve içecek gibi dünya
nazlarından mahrum kaldıklarına üzülürler.

Her ne kadar, senedinde kimliği meçhul iki tane ravi bulunduğu için, bu hadis-i şerif
zayıfsa da şu hadis-i şerifler mana itibarıyla onu takviye ettiklerinden, zayıflıktan
kurtulup hasen dereceye yükselmiştir:

1. "Mü'min rüzgarların bir yandan bir yana sallayıp bazan yere yatırıp bazan da
doğrulttuğu yeşil ekine benzer. Münafık da dimdik ayakta duran, kendisine hiçbir
arıza gelmeyen, fakat (vakti gelince) birdenbire kökünden koparılıp sökülen pirinç

£14]

fidanı gibidir."

2. "Aziz ve Celil olan Allah melaikelere emredip gidiniz, falanca kulumun üzerine
belâ ve musibetleri dökünüz, der. Onlar da gidip o kulun üzerine bela ve musibetleri
dökerler. Bunun üzerine o kul Allah'a şükretmeye başlar. Melekler Allah'a dönüp
gördüklerini anlatırlar. "Haydin geri gidiniz. Ben o kulumun yalvarıp yakarmasından

[151

hoşlanıyorum" buyurur"

3. "Mü'min olan kişiye yorgunluktan, hastalıktan, meraktan, mahrum-luktan, gamdan,
ezadan, hatta kendisine batan bir dikenden mütevellid herhangi bir musibet



[161

gelmeyedursun, ille cenâb-ı hak bunlar sebebiyle onun günahlarını yarlığar."

4. "İnsanlar içinde belası en çetin olanlar peygamberlerdir. Onlardan sonra da efdalden
efdale teveccüh eder. Kişi dininin derecesine göre belala-nır. Artık dininde selabet (ve
kuvvet) varsa belası çetinledir. Dininde yufkalık (za'f) varsa o da dini mikdarmca
ibtila görür. Bu suretle kula ait bela yeryüzünde üzerinde hiçbir günah kalmayarak

un

yürüyeceği bir zamana kadar devam eder, gider."

5. Kendisini sar'a tutan bir kız Rasûlullah (s.a)'e gelerek:

"Ey Allah'ın Rasûlü: Benim için dua et de kurtulayım." dedi. Rasûl-ü Ekrem de:
"Eğer dilersen dua edeyim de bu hastalıktan kurtul. Fakat dilersen sabret de hesaba
çekilmeden cennete gir." buyurdu. Kadın da "Dünyada bu hastalığa sabreder ahirette
hesaba çekilmeden cennete girerim." dedi.

6. "Kul cennete Allah'ın kendisi için hazırladığı makama erişecek bir amel
işleyemezse, Allah onun bedenine, veya malına veya çoluk çocuğuna bir musibet

£18]

verir. Kulda ona sabretmek suretiyle cennetteki makamına eriştirir. Netice olarak
hastalık ve musibetler, mü'minler için bir nimet, münafıklar için büyük sıkıntıdır.
Çünkü günahkâr mü'minlerin günahlarına keffaret olur, salih mü'minlerin de
cennetteki makamını yükseltir. Nitekim Cenâb-Hak Kur'ân-ı Kerîminde "Sîzi çarpan
her musibet, kendi ellerinizin (ihtiyarınızın) işleyip kazandığı (günahlar) yüzündendir.

119]

Bununla beraber (Allah) birçoğunu da affeder." (de musibete uğratmaz) buyurarak
bu gerçeğe işaret etmiştir.

tbn Ata der ki: "Kim başına gelen fitnelerin, musibetlerin kendi kusurundan neş'et
ettiğini, bununla beraber mevlasmm bunlardan birçoğunu af-vetmiş bulunduğunu
bilmezse onun, Rabbmm kendisine olan ihsanı hakkındaki nazar ve teemmülü cidden
kıttır." (Muhammed bin Hamid) de şöyle demiştir: "Kul her zaman günahtan hali
kalmaz. Onun taatı içindeki akisleri ise masiyet yolundaki günahlardan daha çoktur.
Zira masiyet günahı bir cihettendir. Taat günahı birçok cihetlerdendir. Allah kulunu
türlü türlü musibetlerle günâhlardan temizler, tâ ki kıyamet gününde onun yükünü
hafifletmiş olsun. Yoksa onun afvi, rahmeti olmasaydı kul daha ilk adımda helaka
[201

uğrardı.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2735 حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ النُّفَيْلِيُّ ، وَإِبْرَاهِيمُ بْنُ مَهْدِيٍّ الْمِصِّيصِيُّ الْمَعْنَى ، قَالَا : حَدَّثَنَا أَبُو الْمَلِيحِ ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ خَالِدٍ - قَالَ أَبُو دَاوُدَ : قَالَ إِبْرَاهِيمُ بْنُ مَهْدِيٍّ السَّلَمِيُّ - عَنْ أَبِيهِ ، عَنْ جَدِّهِ - وَكَانَتْ لَهُ صُحْبَةٌ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - قَالَ : سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ : إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا سَبَقَتْ لَهُ مِنَ اللَّهِ مَنْزِلَةٌ ، لَمْ يَبْلُغْهَا بِعَمَلِهِ ابْتَلَاهُ اللَّهُ فِي جَسَدِهِ ، أَوْ فِي مَالِهِ ، أَوْ فِي وَلَدِهِ قَالَ أَبُو دَاوُدَ : زَادَ ابْنُ نُفَيْلٍ : ثُمَّ صَبَّرَهُ عَلَى ذَلِكَ - ثُمَّ اتَّفَقَا - حَتَّى يُبْلِغَهُ الْمَنْزِلَةَ الَّتِي سَبَقَتْ لَهُ مِنَ اللَّهِ تَعَالَى

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The tradition mentioned above has also been transmitted by Abu ‘Umrah through a different chain of narrators to the same effect. But this version has “Three Persons” and added “To the horseman three portions.”

(3090) İbrahim b. Mehdi'nin sahabi olan dedesinden (rivayet olur-muştur) dedi ki ben:
Rasûlullah (s.a)'i (şöyle) derken işittim:

"Bir kul kendisi için (cennette) hazırlanmış olan makama ameliyle erişemeyecekse,
Allah onun bedenine veya malına veya çoluk çocuğuna bir bela verir." (de bu belaya
sabrı sebebiyle o makama eriştirilir.)

Ebû Dâvûd der ki: (Ravi İbn Nüfeyl rivayetine devamla şunları) ilave etti "Sonra
(Allah) 6 kulu bu musibete sabretmeye muvafak kılar. " (metnin buraya kadar olan
kısmından sonra (hadisin her iki (ravi) si de birleş (erek şu cümleyi rivayet et) tiler.



"Nihayet (Allah) o kulu kendi katından hazırlamış olan makama eriştirir.



Açıklama



Bir önceki hadis-i şerif üzerinde yapmış olduğumuz açıklama bu hadis-i şerif için de

1221

geçerli olduğundan burada yeni bir şerhe lüzum görmedik.

Salih Amel Sahibi Kişiyi Yolculuk Veya Hastalığın Bu Amellerinden Alıkoyması
1231