بَابُ مَا جَاءَ فِي التَّشْدِيدِ فِي أَكْلِ مَالِ الْيَتِيمِ

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابُ مَا جَاءَ فِي التَّشْدِيدِ فِي أَكْلِ مَالِ الْيَتِيمِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2536 حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ سَعِيدٍ الْهَمْدَانِيُّ ، حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ ، عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ بِلَالٍ ، عَنْ ثَوْرِ بْنِ زَيْدٍ ، عَنْ أَبِي الْغَيْثِ ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : اجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ . قِيلَ : يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا هُنَّ ؟ قَالَ : الشِّرْكُ بِاللَّهِ ، وَالسِّحْرُ ، وَقَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ ، وَأَكْلُ الرِّبَا ، وَأَكْلُ مَالِ الْيَتِيمِ ، وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ ، وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ قَالَ أَبُو دَاوُدَ : أَبُو الْغَيْثِ سَالِمٌ مَوْلَى ابْنِ مُطِيعٍ حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ يَعْقُوبَ الْجُوْزَجَانِيُّ ، حَدَّثَنَا مُعَاذُ بْنُ هَانِئٍ ، حَدَّثَنَا حَرْبُ بْنُ شَدَّادٍ ، حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ أَبِي كَثِيرٍ ، عَنْ عَبْدِ الْحَمِيدِ بْنِ سِنَانٍ ، عَنْ عُبَيْدِ بْنِ عُمَيْرٍ ، عَنْ أَبِيهِ أَنَّهُ حَدَّثَهُ ، وَكَانَتْ لَهُ صُحْبَةٌ أَنَّ رَجُلًا سَأَلَهُ ، فَقَالَ : يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا الْكَبَائِرُ ؟ فَقَالَ : هُنَّ تِسْعٌ ، فَذَكَرَ مَعْنَاهُ زَادَ : وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْنِ الْمُسْلِمَيْنِ ، وَاسْتِحْلَالُ الْبَيْتِ الْحَرَامِ قِبْلَتِكُمْ أَحْيَاءً وَأَمْوَاتًا

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Prophet (ﷺ) said: Our Lord Most High is pleased with a man who fights in the path of Allah, the Exalted; then his companions fled away (i.e. retreated). But he knew that it was a sin (to flee away from the battlefield), so he returned, and his blood was shed. Thereupon Allah, the Exalted, says to His angels: Look at My servant; he returned seeking what I have for him (i.e. the reward), and fearing (the punishment) I have, until his blood was shed.

(2874) Ebû Hüreyre'den demiştir ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
" Helak edici olan yedi şeyden çekininiz!" buyurmuş da (kendisine)!
"Ey Allah'ın Rasûlü onlar nedir?" diye sorulmuş (Hz. Peygamber de):
Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak, haklı bîr sebep olmaksızın Allah'ın haram kıldığı
bir cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum gününde kaçmak,
zinadan uzak hiç bir şeyden haberi olmayan müslüman kadınlara zina iftirasında

£631

bulunmak' cevabım vermiş.

[641

Ebû Dâvûd der ki: Eb'ul Gays Ibn'üt-Mutî'in azatlı kölesi olan Salim' dir.



Açıklama



Ulema-i Kiram, büyük günahların muayyen bir adedle mahsur olarak ifâde
edilmeyeceğini söylemişlerdir. İbn Abbas (r.a.) hazretlerine:
Büyük günahlar dokuz mudur? diye sorulduğu zaman:

"Onlar yetmişe yakındır." bir rivayette de "yediyüze daha yakındır." dediği rivayet
olunmuştur. Yine İbn Abbas (r.a.)'ya göre Allah'ın yasaklarının tümü büyük günahtır.
Bazılarına göre; Allah'ın cehennem ateşiyle tehdid ettiği günahlarla, işlenmesinden
dolayı dünyada had cezası gereken günahların hepsi büyük günahtır. Üzerinde ısrar
edilen küçük günahlar da büyük günaha dönüşür.

Hz. İbn Mes'ûd ile ulemadan bir cemaata göre; Kur'ân-ı Kerim'de Nisa sûresinin
başından "Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük

165]

günahlarınızı örteriz. Ve sizi ağırlanacağınız bir yere sokarız." âyetine kadar
açıklanmış olan günahların tümü büyük günahlardır.

Bezi yazarının da ifâde ettiği gibi; bu mevzuda en güzel tarifin, Kurtu-bi'nin şu ta'rifi
olduğu söylenir: "Kitap ve sünnette kendisine zenb - günah ismi verilen, yahutta
büyük olduğuna dair icma bulunan, ya da işleyenler için ahirette şiddetli azab tehdidi
bulunan, dünyada ise had lazım gelen, ya da işleyenin Allah'ın şiddetli intikamına
hedef olduğu günahlara, büyük günahlar" denir.

İbn Ata, Hikem: isimli eserinde "Allah'ın fazlı yetişince büyük günah diye bir şey
olmadığı gibi, Allah adaletle hükmedince de küçük günah diye bir şey yoktur.
Günahların hepsi büyüktür" diyor.
Halimî'de, el-Minhâc isimli eserinde şöyle diyor:

"Günahlar büyük ve küçük günahlar olmak üzere ikiye ayrılır. Bazan küçük günahlar,
bazı sebepler dolayısıyle büyük günaha, büyük günahlar da daha büyüğe dönüşür.
Ancak küfür bunlardan hâriçtir. Çünkü küfür bütün günahların üstünde olduğu için
onun küçüğü olmaz. Bir başka ifadeyle küfrün her çeşidi en büyük günahlardan daha
büyüktür.

Bununla beraber günahlar çirkinlikleri itibariyle iki kısma ayrılır. Mesela bir kimseyi
haksız yere öldürmek büyük günahtır. Bir kimsenin babasını veya dedelerinden birini
yahutta evladından birini veya diğer akrabalarından birini öldürmesi, yahutta herhangi
bir kimseyi haksız olarak harem-i şerifte öldürmesi ise çok daha büyük ve çirkin bir
günahtır.

Zina büyük bir günahtır. Fakat komşusunun karısıyla zina etmek, yahut bir kadınla
Ramazan-ı Şerifte veya harem-i şerifte, zina etmekse çok daha büyük ve çirkin bir
günahtır.

Şarab içmek büyük bir günahtır. Fakat Ramazanda gündüzün içilecek olursa veya
harem-i şerifte içilecek olursa, yahud herhangi bir zamanda veya mekanda açıktan
içilecek olursa, o zaman bunun günahı çok daha büyük ve çirkin olur.
Yabancı bir kadının avret mahalline dokunmak küçük günahtır. Fakat bu kadın insanın
kendi babasının veya arkadaşının ya da oğlunun karısı olursa, yahutta akrabasından bir
kadınsa o zaman büyük günah olur.

Had vurulması için gerekli olan nisab miktarından az bir malı çalmak küçük günahtır.
Fakat bu malın sahibinin başka bir malı bulunmayıp ta bu mal'm çalınmasıyla bir
sıkıntıya düşmüşse o zaman bu hırsızlığın günahı büyük günah olur"
Büyük günahlar, bu kadar çok iken mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, onların
sayısının yedi olduğundan bahsedilmesi, sözü geçen yedi günahtan başka büyük günah
olmadığı anlamına gelmez. Yani Hadis-i şerifte yedi büyük günah vardır sözüyle



"Aslında büyük günahlar çoktur. İnsanların sık sık işledikleri şu yedi günah da, insanı
helake götüren büyük günahlardandır." denilmek istenmiştir. Rasûl-u Ekrem
Efendimiz bu hadisiyle büyük günahların tümünü saymak istememiş, insanların büyük
günah olduğunu bilmeden sık sık işledikleri büyük günahlara dikkatleri çekmek
istemiştir. Daha sonra yeri geldikçe diğerlerini de açıklamıştır. Ibn Hacer-el-Mekki'nin
Kilâb, ez-Zevâcir isimli eseri bunun örnekleriyle doludur.

Ebû'l-Hasen el-Vakidî'nin açıklamasına göre; Rasûl-u Ekrem Efendimiz, büyük günah
olur endişesiyle bütün günahlardan sakınmasını temin etmek gayesiyle, büyük
günahların hepsini birden saymaktan kaçınmıştır. Bu hal, insanların devamlı ibâdet ve
taat üzere olmaları için, Allah'ın kadir gecesi ile Cuma günlerinin icabet saatini ve
ism-i azamı kullarından gizlemesine benzer bir haldir.

Fahr-i Kâinat Efendimiz yedi şeyden çekininiz buyurmakla Bu yedi şeyi terkedin
demek istemiştir.

Bilindiği gibi yedi şeyden çekininiz ifadesi yedi şeyi terkedin ifadesinden daha veciz
ve daha beliğdir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de yüce Allah; zina etmeyin yerine zinaya
1661

yaklaşmayın. Şimdi bu yedi günah üzerinde duralım.

1. Kaçınılması gereken yedi şeyden birincisi, Allah'a ortak koşmaktır. Bilindiği gibi
bundan daha büyük bir günah yoktur. Allah'a şirk koşan bir kimse ebedi olarak
cehennemde kalır.

2. Sihir yapmak: Sihir lügatte; bir şeyin yönünü değiştirmektir. Cevheri; "sihir
efsundur; Me'haz ve menşei lâtif ve gizli olan her şey sihirdir." demiştir; aldatmak
ma'nasma da gelir.

Ebû Abdîllah Râzi, sihri sekiz kısma ayırmıştır şöyle ki:

1. Yabancıların ve yedi yıldıza tapanların sihri. Bunlar taptıkları yedi seyyarenin bu
âlemi idare ettiğine, hayr ve şerrin onlardan geldiğine inanırlar. Hz. İbrahim (a. s) bu
kavme gönderilmişti.

2. Evham sahibleriyle kuvvetli ruh sahihlerinin sihri,

3. Cinlerin yardımı ile yapılan sihir. Buna azaim ve teshir denir.

4. Tahayyül, göz boyacılık ve el çabukluğu ile yapılan sihir. Bazı müfessirlerin
beyanına göre Fir'avn'un yaptırdığı sihir bu kabildendi.

5. Bir takım mürekkeb aletlerle yapılan acaip fiiller.

6. Bir takım devaların, yani yiyecek ve yağların hassalarından bilistifade yapılan sihir.

7. Kalbin taallûku ile yapılan sihir. Bunda sihirbaz ism-i azamı bildiğini ve ekseri
işlerde cinlerin kendisine mut'i ve râm olduklarını iddia eder.

8. El altından koğuculuk yapmak suretiyle meydana gelen sihirdir. Halk arasında
yaygın olan sihir budur.

Acaba sihrin hakikati var mıdır? Bu suâle Ebu'l-Muzaffer Yahya b. Mu-hammed şu
cevabı vermiştir: Alimler sihrin hakikati olduğunda ittifak etmişlerdir. Bunlardan
yalnız Ebû Hanife müstesna kalmış; ve sihrin hakikat olmadığına kail olmuştur.
Kurtubi dahi: "Bizce sihir sabittir. Allah Teâlâ'-nm dilediğini yaratmasıyla onun
hakikati vardır. Bu hususta Mu'tezile ile Şâfıîlerden Ebû İshâk el-Esferani muhalefet
etmiş; ve sihrin bir tahayyül ve göz aldatma olduğunu söylemişlerdir." demiş ve sihrin
şâbaze (el çabukluğu) Esma-i ilâhiyyeden bazılarıyla ezber edilen bir takım sözler,
şeytani ta'-limat, yiyecek ve saire ile yapılan kısımları olduğunu bildirmiştir.
Fahreddin Râzi tefsirinde, Mu'tezile taifesi için: "Bunlar sihrin mevcudiyetini inkâr
eder. Ve ona inananların küfrüne kail olurlar. AmaEhl-i sünnet, sihirbazın havada



uçmasını, insanı eşeğe, eşeği insana kalbetmesini olabilirliğini caiz görürler. Ancak
sihirbaz, muayyen efsun ve kelimeleri söylerken vücuda gelen şeyleri halk eden
Allah'dır; derler. Onlar felsefecilerle müneccimler ve yıldız perestler gibi felek veya
yıldızların müessir olduğuna kail değillerdir." diyor. Râzi sihrin vaki olduğuna ve
onunla meydana gelen tefsiri Allah halk ettiğine;

[67]

"Onlar Allah'ın izni olmaksızın o sihirle hiç bir kimseye zarar veremezler... âyet-i
kerimesiyle ve Peygamber (s.a.)'e yapılan sihrin te'sir ettiğini bildiren hadislerle
istidlal eder.

Sihri öğrenme meselesine gelince; Râzi bu babda şunları söylemiştir; "sihri öğrenmek
ne çirkin ne de memnû'dur. Muhakkak âlimler bunda ittifak etmişlerdir. Çünkü ilim,
zatı itibariyle şereflidir. Bir de şu var ki; eğer sihir bilinmezse onunla mucizenin
farkını bilmek te mümkün olmaz. Mu'cizin âciz bırakan manâsına geldiğini bilmek
vaciptir. Vacibin tevakkuf ettiği şeyi bilmek de vâcibdir. Bu ise sihri öğrenmenin
vâcib olmasını iktiza eyler. Vâcib olan bir şey nasıl haram ve çirkin olabilir!..."
Fakat Sahih Buhârî sarihlerinden Bedrüddin Aynî, Râzi'nin bu sözüne bir kaç yönden
itiraz ederek demiştir ki:

1. Eğer Râzi "sihri öğrenmek çirkin değildir" demekle onun aklen çirkin olmadığım
anlatmak istiyorsa; muhalifleri olan Mu'tezile taifesi bunu men' etmektedirler. Şer'an
çirkin değildir, demek istiyorsa Allah Teâlâ hazretlerinin: "Şeytanların okuduğu sihre

1681

tabi oldular..." âyeti kerimesi sihrin çirkinliğini beyan ediyor. Sahih hadisde:
"Her kim bir müneccim veya kahine müracaat ederse Muhammed (s.a)'e indirilene
küfretmiş olur/' buyurulmuştur. Sünen' de dahi:

"Her kim bir düğüm yapar da ona üfürürse sihir yaptı demektir" hadisi vardır.

2. Râzi: "Sihir memnu' değildir; Muhakkik âlimler, ittifak etmişlerdir..." diyor.
Zikrettiğimiz âyet ve hadislerin karşısında sihir nasıl memnu' olmayabilir?
Muhakkikin dediği zevat, şeriat âlimleridir. Hani bu babdaki sözleri nerededir.

3. "Eğer sihir bilinmezse, onunla mu'cizenin farkını anlamak mümkün olmaz vd. ..."
sözleri fasiddir. Zira Peygamberimiz (s.a.)'in en büyük mucizesi Kur'ân-ı Kerim' dir.

4. Mucizenin âciz bırakan manasına geldiğini öğrenmek, asla sihir ilmine bağlı
değildir. Sonra bizzarure malumdur ki sahabe tabiin ve müslüman-larm büyükleri
mu'cizeyi bilirler; mucize ile başka şeylerin arasını ayırırlardı. Halbuki sihri
bilmezlerdi. Onu ne okumuş ne de okutmuşlardı. Alimler, fakihlerin nassan
bildirdiklerine göre; sihri öğrenmek de öğretmek de büyük günahtır. "et-Telvih" adlı
eserde, bazı Şâfıîlerin: "Sihri öğrenmek haram değildir. Bilinip onu yapana karşı
koymak ve sihri evliyanın kerametinden ayırmak için öğrenmek caizdir" dediği
bildiriliyor. Aynîye göre; bundan muradın Fahreddin Razi ile İmam Gazali olduğunu
söylemiştir.

Sihri öğrenerek yapmanın hükmü âlimler arasında ihtilaflıdır. Ebû Ha-nife, Mâlik ve
Ahmed b. HambePe göre; küfürdür. Yalnız.Hanefîlerden bazısına göre, şerrinden
korunmak için sihri öğrenmek küfür değildir. Ama sihir yapmanın caiz olduğuna,
yahud fayda verdiğine inanmak küfürdür. Şeytanların insana istediğini
yapabileceklerine inanmak dahi küfürdür.

İmam Şafiî şöyle demiştir: "Bir kimse sihri öğrenirse kendisine "bize sihrini tarif et!*'
deriz. Şayet Bâbillilerin i'ti kad ettikleri yedi yıldıza ibadet ve bu yıldızların
kendilerinden istenen şeyi yapması gibi küfrü icâbedecek şekilde beyânda bulunursa o



kimse kâfirdir. Beyanı küfür icâbetmiyor da sihrin mubah olduğuna inanıyorsa yine
kafirdir."

Sihir yapan kimsenin şer'i cezası ölümdür. Yalnız İmam Mâlik ile Ahmed b. Hanbele
göre; bir defa yapmakla, Ebû Hanîfe ile Şafiî hazretlerine göre, bir kaç defa yapmakla
yahud muayyen bir şahsa sihir yaptığını i'tiraf etmekle öldürülür. Şafiî'den başka
imamlara göre, sihirbazın öldürülmesi bir hadd-i şer'idir. Şafiî'ye göre; fiilin tekrarı
veya i'tiraf halinde sihirbaz kısas olmak üzere öldürülür.

İmam Ebû Hanîfe'ye göre, ehl-i kitabın sihirbazı da öldürülür. Eimme-iselâse denilen
Mâlik, Şafiî ve Ahmedb. Hanbel'e göre, sihir yapan kadının hükmü de erkek gibidir.
Ebû Hanîfe'ye göre öldürülmezse de hap solunur.

Sihir yapan kimsenin tevbesinin kabul edilip edilmemesi ihtilaflıdır. İmam Mâlik'e
göre kabul edilmez. Ebû Hanife ile Ahmed b. Hanbel'den nakledilen meşhur kavle
göre de hüküm budur. İmam Şafiî'ye göre kabul edilir, tmam Ahmed'in ikinci kavli de
budur. İmam Mâlik'den bir rivayete göre sihirbaz yakalanırsa, zındık gibi onun da
tevbesi kabul olunmaz. Fakat yakalanmadan tevbe eder de tevbekâr olarak gelir teslim
olursa öldürülmez. Ancak yaptığı sihirle insan öldürmüşse kendisi de öldürülür. İmam
Şafiî'ye göre sihirbaz: "Ben öldürmeyi kasdetmedim." derse hata etmiş sayılarak ken-
disinden diyet alınır.

İmam Buhârî'nin naklettiğine göre Said b. el-Müseyyeb, sihir yapan kimseden sihrini
çözmesini istemeyi caiz görmüştür. Bazıları "Nüşra"ya cevaz vermişse de Hasan-ı
Basri bunu mekruh saymıştır.

Nûşra: Cinlerin çarptığı zannolunan bir kimseye tatbik edilen ilaç ve okumadır.

3. Allah'ın haram kıldığı cana kıymak: Haksız yere insan öldürmek İmam Şafiî (r.a.)'e
göre; Allah'a şirkten sonra en büyük günahtır. Bir hadiste: "Allah'ın arşı üç şeyden
deprenir. Ve Allah üç şeyden gazaba gelir." buyrulmuş; Kati bunlar arasında
zikredilmiştir. Katilin tevbesi hususunda ihtilâf edilmiştir. İbn Abbâs (r.a.)'ya göre;
katil ebedi olarak cehennemde kalacaktır. Hanefılerle diğer âlimlere göre; ebedi
olmasa da cehennemde uzun zaman kalacaktır. Dünyevi cezası ise kısasen
öldürülmektir. Ancak maktulün velileri affeder, yahut uzlaşırlarsa kısas edilmez.
Çünkü hak onlarındır. Kasden, haksız yere insan öldürmede Hanefıle-re göre keffâret
verilmez. Zira keffarette ibadet manâsı vardır. Binaenaleyh onunla büyük günah olan
kati ödenemez. Şâfiîlere göre; keffâret lazımdır.

4. Ribâ yemek: Ribâ: mal verip karşılığında mal alırken alman veya verilen karşılıksız
ziyadedir veya haksız kazançtır.

Buradaki yemek tabirinden maksat, riba muamelesi, yani faizcilik yapmaktır.
Faizcilikle kazanılan malların çoğu yenildiği için mezkûr kazanca mecazen yemek
denilmiştir.

Riba meselesi birçok âyet ve hadislerde en şiddetli bir lisanla haram kılınmıştır.

5. Yetim malı yemek: Yetim; babası ölen küçük çocuktur. Hatta Ze-mahşeri'ye göre,
büyük çocuğa da yetim denilebilir. Zira kelimenin lügat manâsı yalnız kalmaktır.
Ancak bu kelime daha ziyade küçükler hakkında kullanılır.

Hadisin zahirine bakılırsa yetim malını yemek mutlak surette- haramdır. Biz bu
mevzuyu 2871 numaralı hadisin şerhinde ayrıntılı olarak açıklamıştık.

6. Düşmana hücum edileceği zaman harpten kaçmak: Ancak bu kaçış, bir müslümana
kendilerinin iki mislinden fazla olmayan bir düşman kuvveti karşısında bulunduğu
zaman haramdır. Daha fazla olurlarsa fazla zayiat vermeyi önlemek için geri
çekilmekte bir sakınca yoktur. Nitekim 2646 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.



7. Zinadan uzak müslüman kadınlara zina iftirasında bulunmak. Bu hükme erkeklere
edilen zina iftirası da dahildir. Binaenaleyh kadın olsun erkek olsun akıl, baliğ ve
namuslu olan bir müslümana zina iftirasında bulunmanın cezası seksen, köleye kırk
1691

değnek vurmaktır.

Bezl-ül-Mechûd yazarının da açıkladığı gibi, mevzumuzu teşkil eden hadiste Sevr b.
Yezid ismiyle geçen ravinin ismi aslında Sevr b. Zeyd'dir. Nitekim Buhârî'nin

rivayetinde de Sevr b. Zeyd olarak geçmektedir.

Herhalde Ebû Davud'un bazı nüshalarına bu isim yanlışlıkla Sevr b. Yezid olarak



geçmiştir.