بَابٌ فِي اتِّبَاعِ الصَّيْدِ

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابٌ فِي اتِّبَاعِ الصَّيْدِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2522 حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ ، حَدَّثَنَا يَحْيَى ، عَنْ سُفْيَانَ ، حَدَّثَنِي أَبُو مُوسَى ، عَنْ وَهْبِ بْنِ مُنَبِّهٍ ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - وَقَالَ مَرَّةً سُفْيَانُ : وَلَا أَعْلَمُهُ إِلَّا عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - قَالَ : مَنْ سَكَنَ الْبَادِيَةَ جَفَا ، وَمَنِ اتَّبَعَ الصَّيْدَ غَفَلَ ، وَمَنْ أَتَى السُّلْطَانَ افْتُتِنَ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عِيسَى ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عُبَيْدٍ ، حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ الْحَكَمِ النَّخَعِيُّ ، عَنْ عَدِيِّ بْنِ ثَابِتٍ ، عَنْ شَيْخٍ مِنَ الْأَنْصَارِ ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِمَعْنَى مُسَدَّدٍ ، قَالَ : وَمَنْ لَزِمَ السُّلْطَانَ افْتُتِنَ زَادَ : وَمَا ازْدَادَ عَبْدٌ مِنَ السُّلْطَانِ دُنُوًّا إِلَّا ازْدَادَ مِنَ اللَّهِ بُعْدًا

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Prophet (ﷺ) said: The intercession of a martyr will be accepted for seventy members of his family.

Abu Dawud said: The correct name if the narrator is Rabah b. al-Walid (and not al-walid b. Rabah as occurred in the chain of narrators in the text of the tradition)

(2859) Bir defasında Süfyan es-Sevrî şöyle dedi: Peygamber sal-lallahü aleyhi ve
sellem:

"Çölde oturan kimse(nin huyu) sertleşir. Av peşinde gezen ga-fılleşir. (Fasık)

0251

sultanların kapısm)a giden, fitneye düşer" buyurdu.
Açıklama

Hadis-i şerifde, çölde eyleşen kimselerin kalplerinin katılaşacağı, mizaçlarının
sertleşeceği, ömrünü av peşinde geçirenlerin gafîlleşeceği, fasık idareci kapılarında
ömür tüketenlerin de fitneye duçar olacakları ifade buyurulmaktadır.
Gerçekten çölde oturanlar, kendilerine güzel ahlaklı, yumuşak huylu olmanın
manasını ve faziletini öğretecek ilim adamlarıyla buluşmaktan, irşad meclislerine
katılmaktan mahrum kaldıkları için, kalblerinin gıdalarını hakkıyla alamazlar.
Dolayısıyla kalpleri her gün biraz daha sertleşir ve katılaşır. Neticede o kimse katı
kalpli, kötü huylu bir adam haline gelir.

Av peşinde gezen kimse, zamanla kendisini ava o kadar çok kaptırır ki, etrafında olup
bitenlerden haberi olmadığı gibi, Allah'ın emir ve yasaklarını da unutmaya başlar.
Neticede kendisini tamamen nefsinin ve şeytanın pençesine teslim etmiş gafil bir insan
olur.

Zalim idarecilerle düşüp kalkan kimseye gelince; bunlar iki tehlikeye maruz
kalmaktan hali değillerdir.

1. Ya o zalim sultanın keyfi hareketlerini ve uygulamalarını tasdik ederler ve onun
zulmüne iştirak etmiş olurlar.

2. Yahut da onların bu hareketlerine karşı çıkarlar ve kısa zamanda onların hışmına

13261

uğrarlar.

Bazı Hükümler

1. İçerisinde ilim, irfan ve fazilet öğretilen şehirlerde oturmak, kendisinde bu imkanlar
bulunmayan köy ve kasabalarda oturmaktan daha faziletlidir.

2. İnsanın kendisini farzları, vacipleri ve mendupları unutturacak derecede ava verip
vakitlerini av peşinde geçirmesi mekruhtur. Ancak, geçimini avcılıkla geçirmek
zorunda kalan kimselerin avcılık yapmalarında bir sakınca olmadığı gibi, kişinin
karşısına çıkan bir avı avlamasında da bir sakınca yoktur. Sakınca kişinin eğlence için
vakitlerini av peşinde öldürmesidir.

Ayrıca bir avı avlamak için başkalarının ekinlerini itlaf etmek veya kendilerini

r3271

ikametgahlarında izac etmek caiz değildir.



3. Ulemanın zalim ve fasık idarecilerin kapılarına gidip, onlarla düşüp kalkmaları
yasaklanmıştır.

Çünkü zalim sultanlar veya idareciler, zulümlerine devam ederlerken ulemanın onlarla
düşüp kalkması, bu zulmü onların da tasvip etmesi anlamına gelir ki; bu durum zalim
idarecilerin ve zulümlerinin halkın tümü tarafından benimsenip tasvip edilmesine
sebep olur.

Oysa ulema, hakkı ve adaleti koruyup yaşatmakla, halk da hakkı ve hakikati öğrenmek
için onlara müracaat etmekle mükelleftir.

Cenab-ı Hakk Kur'an-ı keriminde "Allah kendilerine kitap verilenlerden: -onu

T3281

mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz- diye söz almıştı"
buyurarak ulemaya: ".... Eğer bilmiyorsanız zikr ehline (yani meseleyi bilenlere)
f3291

sorun" buyurmak suretiyle de ulemanın dışındaki halka bu mükellefiyetlerini
bildirmiştir.

Özellikle ulemayı bu hususta dikkatli ve uyanık olmaya davet eden hadis-i şeriflerden
bazılarının meali şöyledir:

a. "Benden sonra birtakım yalancı ve zalim emirler gelecektir. Onların yalanlarını
tasdik eden ve zulümlerine yardımcı olan kimseler benden değillerdir, ben de onlardan

[3301

değilim. Kevser havzmda benim yanıma da gelmeyeceklerdir."

b. Ebû Zer-i Gıfârî (r.a) Hz. Seleme'ye şöyle demiştir:

"Ey Seleme (zalim) sultanların kapısına gitme. Çünkü sen onların dünyalığından
birşey elde edemezsin. Fakat onlar senden, onların dünyalığından daha faziletli olan
1331]

dinini alırlar."

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

2523 حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ مَعِينٍ ، حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ خَالِدٍ الْخَيَّاطُ ، عَنْ مُعَاوِيَةَ بْنِ صَالِحٍ ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ جُبَيْرِ بْنِ نُفَيْرٍ ، عَنْ أَبِيهِ ، عَنْ أَبِي ثَعْلَبَةَ الْخُشَنِيِّ ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : إِذَا رَمَيْتَ الصَّيْدَ فَأَدْرَكْتَهُ بَعْدَ ثَلَاثِ لَيَالٍ وَسَهْمُكَ فِيهِ فَكُلْهُ مَا لَمْ يُنْتِنْ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

When Negus died, we were told that a light would be seen perpetually at his grave.

(2861) Ebû Salebe el-Huşenî'den demiştir ki: Peygamber (s. a) (şöyle buyurmuştur):
"Ava (okunu) atıpta, onu üç (gün üç) gece sonra (atmış olduğun) okun üzerinde



olduğu haide (Ölü olarak) ele geçirecek olursan, kokuşmamış olması şartıyla onu
13341

yiyebilirsin."
Açıklama

Bu hadis» vurulduktan sonra gözden kaybolup üzerinden bir gece geçmiş olan bir avın
etini yemek haramdır diyen Maliki âlimlerinin aleyhine bir delildir. Alimlerin büyük
çoğunluğuna göre; burada geçen üç gece tabirindeki üç adedinin bağlayıcı bir te'siri
yoktur. "Herhangi bir süre" anlamında kullanılmıştır.

Bilindiği gibi, Hanefî âlimlerine göre, vurulduktan sonra gözden kaybolan ve bir süre
sonra bulunan bir avın etinin helal olabilmesi için üç şart vardır:

1. Avcının okunun av üzerinde bulunması,

2. Başka avcıya ait okun veya bir ok yarasının bulunmaması ve başka bir tesirle
öldüğünün ortaya çıkmış olmaması,

3. Avcının onu aramaya zaruretsiz olarak mola vermemiş olması.

Bu üç şart bulunduğu takdirde av kokuşmuş olsa bile eti yenir. Aliyyü'l-Kari'nin
açıklamasına göre, Hanefi âlimleri bu hadisteki kokuşmuş avı yemenin terk edilmesi
ile ilgili emrin hükmü istihbab içindir. Bu bakımdan yenmemesi iyi olur fakat,
yenecek olursa haram işlenmiş olmaz.

Nitekim Hanefi âlimlerinden İbn Melek'in ifadesine göre, Hz. Peygamberin (s. a)
kokmuş eti yediği rivayet olunmuştur.

İmam Ahmed de kokmuş et yemenin helal olduğunu söylemiştir. Fakat İmam
Ahmed'e göre vurulduktan sonra uzun süre gözden kaybolan bir avın eti helal değildir.
Kendisine vurulduktan sonra geceli gündüzlü bir gün gözden kaybolan bir avın hükmü
sorulunca, bir günün uzun bir süre olduğunu ve dolayısıyla bu avın haram olduğunu
söylemiştir. Bu, İmam Ahmed'in uzun bir süre sözüyle geceli gündüzlü bir günlük
süreyi kasdettiğini gösterir. Bu bakımdan Hz. İmam'a göre vurulduktan sonra
kaybolup sadece bir gecenin veya sadece bir gündüzün sonunda ölü olarak bulunan bir
avın eti helaldir.

İmam Malik'e göre; vurulduktan sonra av gündüzün bulunamayıp akşamleyin ölü
olarak ele geçerse, o avın eti helaldir. Fakat üzerinden bir gece geçmişse onun eti
haram olur.

İmam Şafiî'ye göre; vurulduktan sonra oku atan kimsenin gözünden kaybolmuş olan
bir avın eti asla yenmez. Şafiî mezhebinin kokmuş bir etin yenip yenmemesi
hususundaki görüşlerini açıklarken İmam Nevevî şunları söylüyor: "Kokmuş yemeği
yemekten nehiy tahrim değil, kerahet-i tenzihiyye içindir. Diğer kokmuş etlerle
yiyecekleri yemek te tenzihen mekruhtur, haram değildir. Fakat sıhhat için zararlı hale
gelmiş olması müstesna. Bazı âlimlerimiz kokmuş etin haram olduğunu söylemişlerse
de bu görüş zayıftır.

Biz bu meseleyi münasebet düştüğü için 2849 numaralı hadis-i şerifle 2857 numaralı

f3351

hadisi şerifin şerhinde açıklamıştık.



m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/453.

[21

Kevser, (108), 2.



Ibn Mâce, edahi 2; Ahmed b. Hanbel 1 1-321.

[41

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/453-454.

[51

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/454.

[6]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/454.

LZ1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/454-455.

m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/455.

[21

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/455-456.

[im

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/456.

tül

Debbağoğhı Ahmed, Ansiklopedik Büyük İslam İlmihâli, 346-350.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/456-457.
[121

Tirmizî, edahi 18;Nesaî 1: İbn Mâce edahi 2; Ahmed b. Hanbel IV-215, V-76.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/457.
[131

Saffât, (37) 102.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/457-458.

[151

İbn Mâce, edahi 2; Ahmed b. Hanbel 1 1-321.

[161

Buhârî, îdeyn 5, 10, 17, 23, edahi 1, 4, 8, 11-12; Müslim, edahi, 1-4, 10-11.

[İH

Mecmeu'z-Zevâid, IV, 18.

risı

İbn Mâce, edahi 2; Ahmed b. Hanbel, II, 321.

r 191

Ahmed b. Hanbel, IV, 312; el Mütteki, Kenzü'l-Ummâl V, 90.

[201

Kevser (108): 2.

[211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/458-461.

[221

Nesâî, edahi 2.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/461-462.
[231

İbn Hacer, FethuT Bârî, XII- 103.

[241

Buhârî edâhî, 5 .

[251

Buhârî edeb 76; Müslim, bin' 107-108; Muvatta', hüsnü'l-hulk 12; Ahmed b. Hanbel, 1 1-236, 268, 507.

[261

el-Aynî, UmdetiH Kâarî, XXI-147-148.

[271

Ahmed b. Hanbel IV-82.

[281

el-Aynî, Umdetu'l Kaari, XXI-48.

[291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/462-464.

[M

ez-Zeylâî, Nasbü'r Râye, IV-208.

[311

Aliyyü'l KaarîMirkatü'l Mefâtih 1 1-271. 72

[321

AlliyüT Kari, Mirkatü'l Mefâtih 1 1-271.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/464.
[331

Tirmizî, edahi 2; Ahmed b. Hanbel I-I07, 149, 150.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/464-465.



[341

Hakim, el-Müstedrek, IV-230.

[351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/465.

[361

Tuhfetü'l-Ahvezî, V-79.

[371

Fethü'r-Rabbanî, A. Abdurrahman XIII-61; Mecmaü'z-Zevaid IV-21-22.

[381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/465-466.

[391

Müslim, edahi 39-42; İbn Mâce, edahi 11; Dârimî, edahi 2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/466-467.
[401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/467-468.

[411

Müslim, edahi 19; Ahmed b.Hanbel, VI, 78.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/468-469.
[421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/469.

[431

el-Muhezzeb ve şerhuhû VHI-407-408.

[441

En'am(6), 121.

[451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/469-470.

[46J

Nesai dahaya 59; Buhârî, hac 27, 1 17,1 19; Ebû Dâvûd hac, 67; Ahmed b. Hanbel, VI-35, 78, 82.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/470.
[471

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/470.

[48J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/471.

[49J

Buhârî, edahi 9, 13-14; Müslim, edahi 17-18; Tirmizî, edahi 2; Nesâî, edahi 14, 22, 29, 30-31; İbn Mâce edahi 1, 13; Dârimî, edahi 1; Ahmed b.
Hanbel, 111-115, 170, 183, 189,211,214,222,255,272,279.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/471.
[501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/471.

[511

Numddin Ali b. Ebi Beki' el-Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid 1V-17; Hakim 1V-222.

[521

Eş-Şerhu'l Kebir, İbn Kudame, 11-551.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/471-472.
[53J

İbn Mâce edahi 1; Ahmed b. Hanbel VI-220, 225.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/472-473.
[ŞU

Fethurrabbânî; Abdurrahman XI 1 1 -6 1 ; Mecme'uz-Zevâîd IV-2 1 -22

[551

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/473.

[56J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/473-474.

[571

Tirmizî, edâhî 4; Nesâî, dahaya 14; İbn Mâce, edâhî 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/474.
[581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/474.

[591

Müslim, edâhi 13; Nesaî, dahaya 13; İbn Mâce, edâhi 7; Ahmed b. Hanbel, III-3 12-327.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/474-475.
[60J

Dürrü'l-Muhtar el Haskefî V-226-227 (el-udhiye).

[611

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/475-476.

[621

Fethurrabbânî, XIII-72.

[63J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/476.

[641

Buhârî, edahi 7; Müslim, edahi 15; Tirmizî, edahi 7; Nesaî, dehaya 13; İbn Mâce, edahi 7; Darimî, edahi 4; Ahmed b. Hanbel IV-149, V-194.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/476-477.
[651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/477.



[661

Nesâî, dahaya 13; İbn Mâce edahi 7; Ahmed, V-368.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/477-478.
[671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/478.

[681

Buhârî, edahi 8; Müslim, edahi 5, 8; Tirmizî, edahi 12; Nesaî, dahaya 17; Dârimi, eda-hi 7; Ahmed b. Hanbel IV-282, 287, 298, 303.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/478-479.
[691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/479-480.

LM

Mecmeu'z-Zevâid IV-23.

[711

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/480-481.

[721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/481.

[IH

Tirmizî, edahi 7; İbn Mâce, edahi 7.

LZÜ

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/481-482.

[751

Nesâî, dahaya 5-7; Tirmizî, edahi 5; İbn Mâce, edahi 8; Darimî, edahi 3; Muvatta, da-haya 1; Ahmed, IV-284, 289-301.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/482-483.
[761

en-Nevevî, Şerhu'l Müslim XIII- 125.

[771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/483-484.

[781

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/484-485.

[791

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/485.

[M

Tirmizî, edahi 5; Nesaî, dahaya 9-11; İbn Mâce, edahi 8; Darimî, edahi 3; Ahmed b. Hanbel 1-80, 108, 128, 149.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/485-486.



Hac suresi 78.

[821

el Muhallâ İbn Hazm, VII-358, mesele 974.

[831

Şerhü Mühezzeb Nevevî VIII-399-402.

[841

İbn Kudame eş Şerhul Kebir III-546.

[85J

Muhammed Zihni Ni'meti islam 697, Tirmizi, edâhi9, Nesaî 12; ibn Mâce 8; Ahmed b. Hanbel 1-83, 109, 127.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/486-487.
[861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/487-488.

[871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/488.

İM

eş-Şerhü'l Kebir, İbn Kudame, 1 1 1-547.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/488-489.
[891

Nesâî, dahaya 12.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/489.
[M

Mirkatü'l-Mefatih Aliyyü'l-Kari, 1 1-265-266.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/489.
[911

Müslim, hac 353; Tirmizî, hac 66; Nesâî, dahaya 16; Muvatta dahaya 9; İbn Mâce eda-hî 5; Ahmed b. Hanbel III-335, V-409.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/489-490.
[921

A. Davudoğlu, Müslim, VII-23.

[İH

Fethürrabbânî, el-Bennâ A. Abdurrahman XIII-84; Nesaî, dahaya 16; İbn Mâce edahî 5; Tirmizî Edahi 9.

[911

Neylü'l-Evtar, Şevkanî V-l 15.

[951

a.g.e.; Müslim, hac 353.

[961

Bedaiussanaî, el-Kasanî, V-7 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/490-491.
[921

Müslim, hac 350, 352, 355; Tirmizî, hac 66; İbn Mace, edahî 5; Darimî, edahi 3, 5; Muvatta, danaya 9; Ahmed b. Hanbel 1-95, 105, 125, 156, 275,



IV-409, V-405-406.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/491-492.


Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/492.

[991

Müslim, hac 350; Tirmizî hac 66, edahî 8; Muvatta, dahaya 9; tbn Mâce, Edahi 5; Darimî, edahi 3, 5; Ahmed b. Hanbel 1 1 1-353, 364.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/492.

rıooı

Feth, (48), 25.

rıoıı

Buhârî, elmuhsır 1; el Benna A. A. el-Fethürrabbânî, XI -65.

[102]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/492-493.

[103]

Tirmizî, edahi 10, 20; Ahmed b. Hanbel, III-8, 356, 362.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/493.
[1041

tbn Mâce, ikametüssala 158.

11051

Buhârî, İdeyn 19;.

11061

Buhârî, İdeyn 6.

11071

Fethul Bari tbn Hacer 111-119.

[108]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/494.

[1091

ŞerhüT Mühezzeb Nevevî VIII-405, 408.

[1101

Muvatta, dahaya, 10; Tirmizî, edâhi 10: tbn Mâce edâhi 10.

fini

Fethu'r-Rabbanî el-Bennâ A. Abdurrahman XIII-85; Mecmetı'z-Zevâicl, IV-24; Müs-tedrek IV-229.

UM

Mecelle Mad; 13.

n i3i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/494-496.

[İJİl

Buharı, îdeyn 22, edâhi 6; Nesaî dahaya 3, ideyn 30; tbn Mâce edahî, 17; Ahmed b. Hanbel, 1 1-109.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/496-497.
11151

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/497-498.

mm

Buhari, hudud 31; Müslim, cihad 49, edahiy 28-29; Ebû Dâvûd, imare 19; Muvatta, dahaya 7; Ahmed b. Hanbel, 1-56, VI-51.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/498-499.
[1171

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/499.

rı ısı

Şerhü'l-Muğn:, III-582.

LU91

el-Kâsânî, Bedayiüs-Sanayi V-81.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/499-500.
[120]

İbn Mâce, edahi 16; Ahmed b. Hanbel, V-76.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/501.
11211

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/501.

[122]

Şerhü'l-Mühezzeb VIII-420, 421.

[123]

Şerhü'l-Muhezzeb VIII-420, 421.

[1241

Şerhu'l-Muğnî, 111-568.

11251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/501-502.

[126]

Müslim, edahî 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/502-503.
11271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/503.

[128]

el-Muğnî, Ibn Kudame, XI-104, 105.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/503-505.



[129]

Müslim sayd 57; Tiımİzi diyat 14; Nesaî, dahaya 22, 26-27; İbn Mâce zebaih 3; Darimî, edahi 10; Ahmed b. Hanbel, IV-123, 125.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/505-506.
[130]

Hak Dini Kur'an Dili M. Hamdi Yazır, V-3 1 17.

[131]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/506.

ri321

Buharı, zebaih 56; Müslim, sayd 58, 61; Nesaî, dahaya 79; İbn Mâce, zebaih 10; Ahmed b. Hanbel 11-94; 111-117, 171, 191, 318,322,339.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/507.
£1331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/507.

£1341

En'âm, 6/118.

£1351

En'âm, 6/121

£1361

Mâide, 6/5.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/507-508.
£1371

bk. 2819 nolu hadis-i şerif.

£138]

Tefsir, İbn Kesir, 11-170.

11391

Camiül-Beyan Taberî, VI 11-21.

£140]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/508-509.

ri4iı

Buhari, zebaih, 22.

£142]

İbn Hacer, Fethü'l-Bâri, Şerhu zebaihi ehl-il Kitabdığına dair bir âyet bulunmaması gerekir.

£143]

En'am 6/146.

£1441

En'am 6/121.

£145]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/509-51 1.

£146]

En'am 6/121.

£147]

En'am 6/121.

11481

İbn Mâce, zebaih 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/511.
£149]

En'âm: 6/121.

£1501

Taberi, Camiü'l Beyan VIII- 16.

£15U

Mâide (5)3.

£152]

Mâide (5) 3.

£153]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/512.

£1541

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/512.

£155]

Mâide: 5/121.

£1561

Tirmizî, tefsir 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/513.
£157]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/513-514.

£158]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/514-515.

£1591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/515.

£1601

Buharı, cihad 191, şirket 3, 16, zebaih 15, 18, 23, 36-37; Müslim, edâhî 20, Tirmizî, sayd 19; Nesaî, sayd 17, 35, dahaya 26, İbn Mace zebaih 9,
17; Darimî, edahi 15; Ah-medb. Hanbel, III-463-464, IV-354, 356, 381, V-367.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/515-517.
£1611

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/517-518.



[162]

Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme-ve Şerhi IX, 224-228.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/518-520.
H631

Nesaî, sayd 25, edahi 8; İbn Mâce, sayd 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/520.
[164]

Kâmil, Miras; Tecrid-i Sarih Tercemesi. VIII- 1 3

ri65i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/521.

11661

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/521.

11671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/521-522.

H681

Nesaî, edahi 19: Ibn Mâce, zebâih 5; Ahmed b. Hanbel, IV-256, 258, 377
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/522.
ri691

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/522-523.

[170]

Tirmizî, sayd 13; Nesaî, dahaya 25; İbn Mâce, zebaih 9; Dârimî, edahi 12; Ahmed b. Hanbel, IV-334.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/523.

rnıı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/523-524.

[1721

Mâide 5/3.

[1731

Bekir Karlığa, Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, V, 2098-2099.

[1741

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/524-526.

[1751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/526.

[176]

Bknz. 2821 nolu hadis-i şerîf.

[1771

Münavi, Feyzü'l-Kadir, V-42.

[1781

Ahmed Meylânî, Bidayetü'l-Miictehid I. 663-664 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/526-528.
[1791

Tirmizi, sayd 10; İbn Mace, zebaih 15; Dârimi, edahi 17; Ahmed b. Hanbel, III, 31-39-45-73-53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/528-529.
[180]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/529.

[181]

Zürkanî, Şerhü Muvalta III-397.

11821

İmam Malik, Mu vatta, zebaih 8.

11831

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/529-530.

[184]

Tirmizî, sayd 10; İbn Mace, zebaih, Darimî, edahi 17; Ahmed b. Hanbel, 111-31, 39, 45, 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/530.
[185]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/530.

ri861

Buhârî, tevhid 13, buyu 5, zebaih 21; Ebû Dâvûd, edahi 13; Nesaî, dahaya 21, 36, 39, İbn Mâce, zebaih 4; Muvatta, zebaih, 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/530-531.
[187]

En'âm, 6/121.

[188]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/53 1-532.

H891

bk. Zeylaî, Nasbur-Reye, ez-Zebâih, IV, 183.

ri901

Sünen-i Dârekutnî 549.

[1911

En'âm, 6/121.

[192]

Mâide, 5/4.

T1931

bk. Zeyla'î, Nasbü'r-Râye, IV, 182.

[1941

bk. Teysir-ul-Vüsûl 11-45.



[195]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/532-533.

[196]

Nesâî: Fera' 2, 3. İbn Mâce: Zebâih 2. Ahmed b. Hanbel, V-75, 76.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/533-534.
[197]

bk. Zeyla'î: Nasbü'r-Râye IV, 208.

[198]

bk. Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi IX, 239.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/534-535.
[199]

bk. Nevevî, Şerhu Müslim XII, 137.

r2001

bk. Nesâi, fera' ve Atîra, 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/535-536.
[201]

bk. Buharı, akîka3, 4; Müslim, edâhî 38; Tirmizî, edâhî 15: Nesâî, Fera' 1; İbn Mâce, Zebâih 2; Dârimî, edâhî 8; Ahmed b. Hanbel, II, 229, 239,
279, 490.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/536.
12021

Nesâî, fera' ve atîra, 1 .

12031

bk. İbn Hacer, Feth'ül-Bârî XII, 15.

[20H

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/536-537.

12051

bk. Buharı, akîka 3,4; Müslim, edâhî38; Tirmizî, edâhî 15; tbn Mâce, Zebâih 2; Ahmed b. Hanbel, 1 1-279.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/537.
r2061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/537.

[207]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/537-538.

12081

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/538.

r2091

bk. Nesâî, akîka 1, 3, 4; Ahmed b. Hanbel, IV, 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/538-539.
[2101

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/539.

[211]

bk. İmâm-ı Mâlik, El-muvatta, akîka, 7.

12121

bk. İmâm-ı Mâlik, Muvatta, akika 4.

[213]

bk. İmâm-ı Malik, Muvatta, akîka 7.

[214]

Bk. Nesai akika4.

[215]

bk. Mecmeû'z-Zevâid, IV, 58.

[2161

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/539-541.

[2171

bk. İbn-i Mâce, Zebâih 1; Nesâî, akîka 3. Ahmed b. Hanbel, VI-381.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/541.
[218]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/541-542.

12191

Ahmed b. Hanbel, VI, 381.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/542.
12201

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/542.

[221]

bk. Ahmed b. Hanbel, V-17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/543-544.
f2221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/544.

[223]

Hz. Aişe'nin sözü için bak: Mecmaü'z-Zevâid, IV, 59.

[224]

bk. Mecma'uz-Zevâid, IV, 45, 59.

[225]

bk. Şerhülmühezzeb VIII, 427.

[226]

bk. 2839 nolu hadis.



12271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/544-546.

12281

bk. Ahmed b. Hanbel, VI-381.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/546.
[229]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/546-547.

[230]

Buhârî: Akîka 1 .

can

Müslim: fedail 62.

T2321

Malik: Muvatta: Akîka 2.

T2331

Tirmizî: Kitâb'ül-edâhî/bâb'ül-Akîka.

[234]

Mecmaü'z-Zevâid, IV. 59.

[235]

bk. İbnüT-Kayyim, Zad'ül-Meâd, II, 5.

[2361

bk. Molla Mehmetoğlu Osman Zeki, Siînen-i Tirmizî Tercemesi III, 1 04.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/547-549.
12371

bk. Buhârî, akîka 2; Tirmizî, Edâhî 16; Nesâî, Akîka 2; İbn Mâce, Zebâih 1; Dârimî, Edâhî 9;Ahmed b. Hanbel; IV-18, 214, 215.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/549.
[2381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/549-550.

f2391

bk. Hatipoğlu Haydar, Sünen-i İbn Mâçe Tercümesi, VIII, 502-503.

[2401

bk. Bu kanunun tahkiki için.

[2411

bk. Ettehânevi Eşref Ali i'lâüssüneu 17/1 13-1 14.

[2421

bk. Yıldırım Celâl, tslamda Aile Eğitimi, I, 107, 108.

[2431

bk. A.g.e. 109.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/550-551.
12441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/551.

[2451

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/551-552.

[2461

bk. Nesâî, akika 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/552.
[2471

bk. Yıldırım Celal, I si um d a Aile Eğitimi, I, 111.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/552-553.
[2481

bk. Nesâî, akîka 1, Ahmed b. Hanbel, II, 182.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/553-554.
[2491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/554.

[2501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/554.

[2511

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/554-555.

[2521

Bk. Buhari, akika 2.

[2531

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/555.

[2541

Bilindiği gibi elinizdeki eserin kitab ve bâb numaralamasında Concordance hazırlayanlar-ca kabul edilmiş numaralama esas alınmıştır. Birçok
Ebû Dâvûd nüshasında "AV BÖLÜMÜ" ayrı bir kitap olarak kabul edildiği halde, onu "KURBAN BÖLÜMÜ"nün devamı olarak görenler de vardır.
Hafız el-Münzirî de bunlardan biridir. Nitekim Concordance'de de ayrı bir kitap olarak değil, Kurban BÖlümü'nttn devamı olarak bâb numarası
verilmiştir. Biz de böyle yaptık.
12551

Mâide (5) 2.

12561

Mâide (5) 96.

[2521

Ansiklopedik Büyük İslam İlmihali. Debbaoğlu Ahmed, 62, 63.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/9-10.



[258]

Buharî, hars 3, Bediül-halk 17, zebaih 6; Müslim, musakat 51-60; Tirmizî, sayd 17; Nesaî, sayd 10, 12-14; İbn Mâce, sayd 2; Darimî, sayd 2;
Muvatta istizan 12; Ahmed b. Hanbel, 1 1-4, 8, 27, 37,47, 55,60, 79, 101, 113, 147, 267, 345,425,456,473, V-56-57,219, 220.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/10.
[259]

Müslim, musakat 50-52, 54-55, 57.

[260]

Mirkatü'i-Mefatih Aliyyü' 1 -Kari IV-335.

[261]

Sahih-i Müslim, A. Davudoğlu, VIII-35-36.

T2621

Tecrid-i Sarih tere, Kamil Miras, VII-179, 1. baskı.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/10-13.
12631

Müslim, müsakat 47; Tirmİzî,.sayd 16-17; Nesaî, sayd 10; İbn Mâce, sayd 2, 4; Darimî, sayd 3; Ahmed b. Hanbel, III-333, IV-85, V-54, 56-57,

108.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/13.
0641

En'âm (5) 38.

[265]

lsrâ(20) 44.

[266]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/13-14.

[2671

Buhârî, sayd 7, Bedeülhalk 1; Müslim, hac 71, 73; Tümİzî, hac 21; Nesâî, menasik 1 16-1 17; Ahmed b. Hanbel, 1-257, VI-164, 259.

T2681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/14-15.

[2691

Müslim, musakat 47.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/15.
[2701

Müslim, musakat 44.

[27U

Buharı, sayd 7, Bedeul-halk 11, Müslim, hac 71, 73; Tirmizî, hac 21; Nesâî, menasik 1 16-1 17; Ahmed b. Hanbel, 1-257.

[2721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/15-16.

[273J

Buhârî, sayd 33, zebaih 1-2, 9; Müslim, sayd 1, 3-5; Tirmizî, sayd 6; Nesaî; sayd 2-3, 5,7-8,20-21, dahaya 19; İbn Mâce sayd 3; Darimî sayd 1;
Ahmed b. Hanbel, IV-194-195, 256, 258, 377, 380.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/16.
[2741

Buhârî, zebaih 1; Müslim, sayd 4; Nesaî, sayd 2; Darimî, sayd 1; Ahmed b. Hanbel, IV-256, 379.

[2751

Buhârî, zebaih 8; Müshjn, sayd 3; Ahmed b. Hanbel, 1-131.

[2761

Mâide (5) 3.

T2771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/17-18.

[2781

el-Asâr 241, rakam 1065.

T2791

Mâide(5)4.

T2801

Mâide (5) 2.

[281]

Buhârî, zebaih 4.

T2821

el Muğnî İbn Kudame, 11-17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/18-20.
[283]

Buhârî, vudu 33, buyu' 3, zebâîh 2-3, 7-10, tevhid, 13; Müslim, sayd 1-3; Tirmizî, sayd 1, 6; İbn Mâce, sayd 3; Ahmed b. Hanbel, 1-231.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/20.
12841

Mâide (5) 4.

[285]

Mâide (5) 4.

[286]

Buhârî, zebaih 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/20-21.
12871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/21.

[288]

Buhârî, zebâih 8; Müslim, sayd 6; Nesâî, sayd 16, 18-19; Ahmed b. Hanbel, IV-379.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/22.
[2891

Şerhü Müslim, Nevevî, XIII-79.

T2901

Nasbu'r-Râye Zeylâı, IV-314.

[291]

Nasbu'r Râye, Zeylâı, IV-315.

12921

Nasbu'r-Râye, Zeylâı, IV-315.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/22-23.
12931

Ahmedb. Hanbel, IV-378.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/24.
[2941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/24.

[295]

Tirmizî, Sayd 3; Ahmed b. Hanbel, IV-375.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/24-25.
[296]

el-Asâr, Ebû Yûsuf, 241, rakam 1065.

T2971

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/25.

12981

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/26.

[2991

Ahmed b. Hanbel, IV-195.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/26.

pooı

Şerhü Müslim Nevevî, XIII-77.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/26-27.
[301]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/27.

13021

Buhâri, zebâih 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/27-28.
r3031

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/28.

[3041

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/28.

[3051

Buhâri, buyu' 3, zebaih 1-2, 9; Müslim, sayd 3-4; Tirmizt, sayd 7; Nesâî, sayd 2, 8, 22-23; İbn Mâce, sayd 7; Darimî, sayd 4; Ahmed b. Hanbel,
IV-256, 377.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/28-29.
r3061

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/29.

[3071

Buhâri, zebaih 4-, 10; İbn Mâce, sayd 3; Müslim, sayd 8; Nesaî, sayd 4, Ahmed b. Han-bel IV-195.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/29-30.
13081

Mâide: (5) 4.

13091

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/30.

[310]

Buhâri, zebaih 44; İbn Mâce, sayd 5; Ahmed b. Hanbel, 11-184, IV-195.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/30-31.
[31H

Maide, (5) 4.

[3121

Ni'met-i İslâm, M. Zihnî, 688.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/3 1-32.
[3131

Buhâri, zebaih 4, 10, 14; Müslim, sayd 8; Tİrmizî, sayd 1, siyer 11; tbn-i Mâce, sayd 3; Nesâî, sayd 16; Darimî, siyer 56; Ahmed b. Hanbel, 1 1-
184.IV-193, 195.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/32-33.
13141

Ahmedb. Hanbel, 11-184.

[3151

Tirmizî, sayd 1 .

HM

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/34.

[3171

Şerh-u Müslim Nevevî, XIII-81.

[3181

Şerh-u Müslim Nevevî, XIIl-80.



[319]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/34-35.

[320]

Tirmizî, sayd 12; İbn Mâce, sayd 8; Ahmed b, Hanbel, V-218.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/35.
[321]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/35-36.

[322]

el-Âsfır Ebû Yusuf, 241, rakam 1064.

[3231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/36.

[324]

Sünen-i ibni Mace, Hatipoğlu Haydar, VIII-574, 575.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/37.
[325]

Tirmizî, fıten, 69; Nesâî, sayd 24; Ahmed b. Hanbel, 1-357, 1 1-371, 440.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/37-38.
[3261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/38.

[3271

Büyük tslam İlmihali, Bilmen, Ö. Nasûhi.

[3281

Âl-ilmran, (3) 187.

[3291

Enbiyâ, (21), 7.

[3301

Nesaî, biat 35, 36; Teysiru'l-Vüsul 1-327.

[3311

İthaf-üs-Sadet-il-Müttekin VI- 127.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/38-39.
13321

Ahmed b. Hanbel, 11-371.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/39-40.
13331

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/40.

[3341

Müslim, sayd 9; Nesâî, sayd 20; Ahmed b. Hanbel, IV-I94.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/40.
[3351

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/40-41.



35- MEHDÎ KONUSUNUN BAŞI



35- MEHDÎ KONUSUNUN BAŞI



"Mehdî" sözlükte, "kendisine rehberlik edilen" demektir. Bütün istikâmetler
Allah'dan geldiği için, bu kelime, kendisine Allah tarafından yol gösterilen, yani
hususî ve şahsî bir şekilde Allah'ın hidâyetine nail olan mânâsını almıştır.
Terim olarak, Hz. Peygamber (s.a)'in kıyamete yakın bir zamanda geleceğin haber
verdiği sâlih kuldur. Şüphesiz burada kastedilen, Şiilerin "Mehdî-I Muntazar=
Beklenen Mehdi" dedikleri Oniki İmam'm sonuncusu olan Mehdî değildir. Fakat,
Mehdi'nin Hz. Fatıma'nm torunlarından olacağına dair hadis vardır. Ancak onun Hz.
Hasan'in mı yoksa Hz. Hü-seyiniıı mi torunlarından olacağı ihtilaflıdır. İlerideki bir
hadiste geleceği üzere Mehdinin adı Peygamberimizin adından, babasının adı da
Peygamberimizin babasının adından olacaktır. Yani adı Muhammed, babasının adı da
Abdullah olacaktır. "Mehdî ise onun ismi değil lâkabıdır. Mehdi'nin çıkması
kıyametin aiâmetlerindendir. O, dini kuvvetlendirecek, yer yüzünde adaleti yayacak
ve tüm müslümanlar kendisine uyacaklardır. Mehdî'den sonra Hz. İsa inecek ve
Deccâl'ı öldürecektir. Bir rivayete göre ise, Mehdî ile Hz. İsa birlikte "inecekler ve
Deccâl'ı birlikte öldüreceklerdir. Hz. İsa, namazında Mehdiye
uyacaktır.

Mehdi'nin zuhurunu haber veren hadîsi, Ebû Davûd, Tirmizî, Ibn Mace, Bezzâr,
Hâkim, Taberanî, Ebû Râbî, rîvâyet etmişlerdir.

Bu zatlar, hadisi sahabeden kalabalık bir gruba isnâd etmişlerdir. Bu sahabeler
şunlardır. Ali, İbn Abbas, Tâlha, İbn Ömer, Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Hureyre, Enes
b. Malik, Ebû, Saîd el Hudrî, Ümmü Habîbe, Ümmü Seleme, Sevbân, Kürel b. İyas,
Ali el Hilâl Abdullah b. Haris b. Cezaî (r.a)'dır. Anılan bu zatların hadislerinin kimi
sahih, kimi hasen, kimi de zayıftır. İbn Haldun, Mehdî, konusunda varid olan
hadisleri hepsinin zayıf olduğunu ispat için gayret göstermiş, ama isabetli
görülmemiştir. Bununla birlikte Mehdî konusunda, uydurulmuş hadis de vardır. Av-
nü'I Ma'bûd'da Muhammed b. Münkedîr'den onun da Câbir'den merfû-an rivayet
ettiği söylenen "Mehdî'yi yalanlayan kafir olur" mânâsına gelen ve hadis denilen
sözün uydurma olduğu ifade edilmektedir.

Mehdi'nin varlığını kabul etmeyenlerin Rasûlullah (s.a)'den merfû olarak rivayet
edilen "Meryem'in oğlu İsa'dan başka Mehdî yoktur." mâ-nâsmdaki hadise
dayandıkları söylenmektedir. Ancak Beyhakî ve Hâkim bu hadisin zayıf olduğunu
söylemişlerdir. Buna sebep hadisin isnadmda-ki Ebân b. Salih'tir. O metrükü'l-hâdis

m

birisidir.

4279... Câbir b. Semure (r.a) şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a)'i, şöyle buyururken işittim: "Size etrafında (tüm) ümmetin
toplanacağı oniki halife gelinceye kadar, bu din ayakta kalmaya devam edecektir."
(Bu arada) Rasûlullah (s.a)'den bir söz duydum ama anlamadım, babama: Rasûlullah

IH

ne diyor?" dedim. "Hepsi Kureyş'den" (buyurdu) dedi.
4280... Cabir b. Sebûre (r.a) şöyle demiştir.

Rasûlullah (s.a)'i şunları söylerken işittim. "Oniki halife (gelince)ye kadar bu din aziz
olarak devam edecektir."



Bunun üzerine insanlar, tekbir getirdiler, feryad ettiler. Sonra Rasûlullah sessizce bir
şey söyledi, Babama: "Babacığım, Rasûlullah ne dedi?" dedim "Hepsi Kureyş'ten

(buyurdu) dedi.

4281... Esveb. Saîd el Hemedânî, Cabir b. Semûre (r.a)'den bu (önce-ki) hadisi
rivayet etti ve şunu ilâve etti:

Rasûlullah evine dönünce, Kureyşliler ona gelip "Sonra ne olacak?" dediler. "Fitne ve

141

iç savaş" buyurdu.
Açıklama

Bu babda geçen üç rivayet, aynı hadisin üç ayrı rivâyetidir. Gerek senetlerindeki,
gerek se metinlerdeki bazı farklılıklardan dolayı, musannif bu rivayetleri ayrı ayrı
hadisler halinde vermiştir. Aynı hadisin rivayetleri olduğu için hepsinin izahını
birlikte yapmayı uygun bulduk.

Efendimiz, ilk rivayette on iki halife gelinceye kadar bu dinin ayakta olmaya devam
edeceğini söylemiştir.

İkinci Rivayette ise, bu mânâ "Azız olmaya devam eder" şeklinde ifâde edilmiştir.
Müslim'in bir rivayeti de "İnsanların işi, kendilerine oniki zat hükmettiği müddetçe

151

yürümekte devam edecektir" şeklindedir.

Dinin ayakta durmasından maksat, tahrif edilmeden esaslarının muhafazası, insanlara
hakim olması, uygulanmasıdır. Aliyyü'l Kârî'de "Dinin azız olmasını" aşağı yukarı
aynı kelimelerle izah etmiştir.

Metindeki "On iki hâlife gelinceye kadar" cümlesi, Sahîh-i Müslim'in rivayetinde
"Oniki hâlife hükmettiği müddetçe" şeklindedir. Zaten bu rivayette murad edilen
mânâ da aynıdır. Hadisin devamında müslümanlarm bu on iki halife etrafında
toplanacakları beyan Duyurulmaktadır. Rasûlullah'm kasdettiği bu oniki halife
kimlerdir? Bu konu ulemâ arasında hayli tartışılmıştır.

Bazı muhakkik alimler bu oniki halifeden dördünün Hülefa-i Raşidîn olarak tanınan,
Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, ve Hz. Ali (Allah hepsinden razı olsun)
olduğunu, kalan sekizinin de kıyamete kadar geleceğini söylemişlerdir. Bir görüşe
göre bu halifelerin hepsi aynı anda bulunacak, insanlar onların etrafına dağılacaktır.
Türbeştî, buradaki halifelerden muradın âdil olan hâlifeler olup, gerçekte halife
ismine onların müstehak olduklarını söyler.

Bu hadisle ilgili olarak, Avnü'l Ma'bûd Müellifi, İmam Nevevî, VeiiyyulJah Dehlevî
ve Hafûziddîn b. Kesir' den çok kıymetli görüşler naklet-mistir. Bu görüşleri özet
olarak nakletmek istiyoruz.

İmam Nevevî, Kadî'den naklen şöyle demektedir. "Burada iki soru yö-neltilebilir.
Bunlardan birisi şudur: Başka bir hadisde Peygamber (s. a) kendisinden sonra
halifeliğin otıızüç sene olup, daha sonrasının saltanat olacağını haber vermiştir. Bu
hadiste ise, on iki halife söz konusu edilmektedir. Bu iki hadis arasında bir çelişki
vardır. Çünkü otuzüç sene içerisinde dört Râşit hâlifenin ve Hz. Hasan'in hilâfeti
geçmiştir.

Bu soruya şu cevâb verilir. Rasûlullah' dan sonra otuzüç sene sürecek olan halifelikten



murad, Nübüvetin halifeliğidir. Nitekim bazı rivayetlerde bu, "Benden sonra Nübüvet
halifeliği" şeklinde varîd olmuştur. Oniki halife de ise bu şart aranmaz dolayısıyla bu
açıdan hadisler arasında bir zıtlık yoktur.

İkinci soru da şudur; Müslümanların başına onikiden fazla halife geçmiştir. Bu,
hadise zıt düşmez mi?

Bunun cevabı da şudur: Bu, bâtıl bir itirazdır. Çünkü Rasûlullah (s.a) sadece "Oniki
gelecek" dememiş. "Oniki halife gelmedikçe", demiştir.
Dolayısıyla daha fazla halifenin gelmesi bu mânâya zarar vermez."
Şâh Veliyûllah'm söyledikleri de özetle şöyledir. "Bu din, Allah (c.c), hepsi
Kureyş'ten olmak üzere, oniki tane halife gönderilinceye kadar üstün olmaya devam
edecektir." Hadisi müşkîl görülmüştür. Bu işkâle sebep de, hadisin on iki imam
inancına sahip olan İsnâ aşeriyye mezhe-bi'nin görüşünü destekler mahiyette
görülmesidir.

Gerçek Şudur: Kur'an-ı Kerim'de olduğu gibi Rasûlullah'm hadisleri de biribirlerini
izah ederler. 4254 numarada geçen Abdullah îbh Mes'ûd'un rivayet ettiği bir hadiste
Efendimiz, "İslam'ın değirmeni otuzbeş veya otuzaltı sene dönecektir. Eğer helak
olurlarsa, onların yolu helak olanların yoludur. Eğer onların dini (düzgün olarak)
kalırsa geçen kısımdan itibaren yetmiş sene kalır" buyuruyor. Bu hadisin mânâsını
anlamakta hayli hatalara düşülmüştür. Bizim anladığımız şudur:
Bu müddetin başlangıcı, Hicrî İkinci yıldaki cihâddan itibarendir. Ha-disdeki "eğer
helak olurlarsa" cümlesinden maksat, şek veya şüphe için değil, o zaman büyük
hadiselerin çıkacağını beyandır. Açık alâmetlere bakıldığında görülüyor ki,
İslâmiyet'in kuvveti zayıflamış, Cihâd kesilmiştir. Sonra, Cenab-ı Allah, hilâfeti
yoluna koyacak kişiler gönderecek ve bu intizam 70 yıl kadar devam edecektir.
Gerçekten de Rasûlullah'm haber verdiği şeyler olmuştur. Cihâd'm başlangnndan
otuzbeş sene geçince Hz. Osman katledilmiş, müslümanlar parçalanmıştır. 36. yılında
Cemel Vak'asi meydana gelmiş, müslümanlar kâfirlerle cihadı bırakıp birbirleri ile
uğraşmışlardır. İslâmiyet zayıflamıştır. Ama Cenab-ı Allah, hilâfeti tekrar düzene
koymuş ve tekrar cihadlar başlamıştır, bu hâl Abbasilere kadar devam etmiştir.
Abbasiler döneminde de Allah Müslümanlara kuvvet vermiş, cihadlar devam etmiş
bu durumda Moğol istilâsına kadar sürmüştür.

Hadisin İsna Aşerriyye'çilerin "on iki imam görüşü"nü teyid ettiğini söylemeye hiç
imkân yoktur. Çünkü:

1- Hadiste anılan, on iki imam değil, hâlifedir. Halbuki Şiilerin kabul ettikleri oniki
imamdan büyük çoğunluğu, halife olmamıştır.

Bunu İsna Aşeriyye de kabul eder.

2- Hadiste bu hâlifelerin Kureyş'e nisbet edilmeleri onların hepsinin

Ben-Î Hâşîm'den olmadıklarını gösterir. Çünkü bir cemaatin hepsi bir batma mensup
iseler, o batınla anılırlar, ama çeşitli batınlardan iseler o batınların mensup olduğu
kabileye nisbet edilirler. Ben-I Hâşim batın, Ku-reyş kabiledir.

3- Oniki imam'a inananlar, dinin onlarla güç kazanacağını söylemiyorlar. Aksine,
Rasûlullah'm vefatından sonra dinin gizlendiğini İmamların takiyye prensibine göre
hareket ettiklerini Hz. Ali'nin bile kendi mezhep ve görüşünü açığa vuramadığını
söylerler.

4- Hadisteki, "kadar" mânâsına gelen ilâ harfi Cerri, on iki halifenin devri bitince bir
fetretin olmasını gerektirir. Halbuki onlar, Hz. İsa'nın, bizim Peygamberimizin
üzerine gelip, dini kemâle erdireceğini söylüyorlar. Bu ise gaye Muğaya mânâsına



uygun düşmez.

[61

"... Biz onlardan oniki reis seçtik" ayetini tefsir ederken Cabir b. Semûre, hadisin
Müslîmdeki rivayetini zikretmiş ve şunları söylemiştir.: Bu hadisin mânâsı, oniki
sâlih halifenin geleceğini müjdelemektir. Bunlar, hakkı ikâme edecek, adaletle
hükmedeceklerdir. Bu, onların peşi peşine gelmelerini gerektirmez. Hûlafa-i Raşîdîn
gibi, bir kısmı peşi peşine gelebilir. Bazıları da aralıklarla görülür. Ömer b.
Abdülazîz'in de bu oniki hâlifeden birisi olduğunda ittifak vardır. Ayrıca
Abbasoğullari'ndan bazıları da bunlardandır. Onların velayeti gerçekleşinceye.kadar
kıyamet kopmayacaktır. Rasûlullah'm adı ile; baba adı, Rasûlullah'm babasının adı
ile aynı olacak, yeryüzü zulümle dolduktan sonra orayı adaletle dolduracak olan ve
varlığı hadislerle bildirilen Mehdi de bunlardandır. Rafıztlerin, Samerra'daki
sirdaptan çıkacağını beklediklerini Mehdî-i Muhta-zar, bizim dediğimiz Mehdî
değildir. Hadiste anılan oniki halifenin de, îs-na Aşeriye Mezhebi mensuplarının
inandıkları oniki imamla hiçbir alâkası yoktur. Avnü'l ma'bûd müellifi, yukarıya
özetlediğimiz nakilleri daha genişçe aktardıktan sonra şunları söylemektedir:
Şiîler, özellikle İmâmîye Mezhebi'nden olanlar, Rasûlullah (s. a)'den sonraki hak
îmam'm Hz. Ali (r.a), sonra sırasıyla oğlu Hz. Hasan, kardeşi Hz. Hüseyin, O'nun
oğlu Zeynel Abidin, O'nun oğlu Muhammed Bakır, oğlu Câfer-i Sâdık, oğlu Musa
Kâzım, oğlu Ali Rıza, oğlu Muhammed Takî, oğlu Ali Nakî, oğlu Hasan El Askerî
sonra da onun oğlu beklenen Mehdî Muhammed Kâim olduğunu söylerler.
İmamiyeler, son İmam'm düşmanlarından korkarak gizlendiğini, bir gün ortaya çıkıp,
dünyayı adaletle dolduracağına inanırlar;

Hadislerde müjdelenen Mehdinin, Şiilerin gizli olup da çıkacağını bekledikleri
Muhammed b. Hasan el Askerî ile ilgisi yoktur. Görüldüğü gibi, Hadiste anılan on iki
halifeden muradın kimler olduğu konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Ancak,
Ehl-i Sünnet alimleri, bunların Şiân'm zannettiği gibi onların "Oniki İmam'ı
olmadığında hem fikirdirler.

Hadislerde, Râvî, Hz. Peygamberin, alçak sesle birşeyler söylediğini, ama kendisinin
anlayamadığını, babasına sorunca, Efendimizin "Onların hepsi Kureyş'tendir"
buyurduğunu anladığını söylemektedir. Yukarıda Veliyullah Dehvelî'den de
naklettiğimiz gibi bu, gelecek oniki halifenin Kureyş'ten olacağının açık delilidir.
Üçüncü rivayette, Hz. Peygamber (s. a) kendisine gelen Kureyşliler'in sorusu olarak

bu oniki halifeden sonra kavga ve kargaşaların çıkacağını haber vermiştir.

[81

4282... Bize Müsedded haber verdi, Onlara Ömer b. Abîd haber vermiş. Bize Ebû
Bekir, yani İbn-i Ayaş haber verdi. (H), bize Müsedded haber verdi, bize Sûfyân'dan
Yahya haber verdi (H). Bize Ahmed b. İbrahim haber verdi. Bize Ubeyduilah b.
Musa haber verdi.

Bize Zaide haber verdi. (H) Bize Ahmed b. İbrahim haber verdi, bana Ubeyduilah
b.Mûsa Fıtri'dan haber verdi, dedi. (Rivâyetlerdeki) mânâ aynıdır. Bunların hepsi
Asım'dan, Asım, Zir'den o da Abdullah (b.Mes'ûd (r.a) vasıtasıyla Rasûfullah
(s.a)'den rivayet etmiştir;
Rasûlullah (s. a) şöyle buyurmuştur:

"Dünyada sadece bir gün kalsa, -Zaîde, hadisinde şöyle dedi - Allah o günü uzatır da



121

- sonra bütün râvîler ittifak ettiler. -O günde Benden veya ehli beytimden, adı
adıma, babasının adı da babamın adına uyan bir adam gönderir"
Fitr hadisinde şu ilâve vardır:

O şahıs "dünyayı, zulümle dolduğu gibi, adaletle dolduracaktır" Süfyân hadisinde
şöyle dedi. , Araplara, adı adıma uyan ehl-i beytimden biri hakim olmadıkça dünya

um

son bulmayacak, - Veya gitmeyecektir -

Ebû Davûd der ki, Ömer ve Ebu Bekr'in (rivayetleri) Süfyân'm (rivayetinin) aynıdır,

HU

(yani son ilâve, bunların rivayetinde de vardır.
Açıklama

Tirmizî, hadis-î şerif için "Hasen Sahîh" demiştir.

Dipnotta da işaret edildiği gibi bu hadis, müsannıfa beş ayrı isnâdla gelmiştir. Bu
isnâdlardaki rivayetler mânâ itibariyle aynı olmakla birlikte, lâfız olarak aralarına
bazı küçük farklar vardır. Metinde bu farklar gösterilmiş, tercemeye de aynen
aktarılmıştır. Ancak bu: okuyucu için, hadisin mânâsını anlatmakta, bir güçlük
doğurmaktadır. Onun için, hadiste ifâde edilen mânâyı tekrar atkarmak istiyoruz.
Efendimiz'in beyânına göre, dünyanın ömründen sadece bir gün bile kalsa Cenab-ı
Allah, o günü uzatacak ve Rasûlullah'in ehl-i beytinden Abdullah oğlu Muhammed
isminde bir zat gönederecektir. Bu zat tüm araplara hakim olacak ve daha önce
zulümle dolan dünyayı adaletle dolduracaktır.

Ulemanın beyanına göre, Rasûlullah'in geleceğini haber verdiği bu zat Mehdî'dir.
Mehdî'nin, Rasûlullah'in ehl-i beytinden olduğu, hadisle sabit olmakla beraber, oun
Hz. Hasan'm mı yoksa Hz. Hüseyin'in mi soyundan geleceği konusunda bir nâss
yoktur. Bu yüzden Ulema bu hususta ihtilâf etmiştir. Aliyyü'l Kârî Mirkat'da, iki
nesebin birlikte bulunmasına bir engel olmayacağını, zahire göre Mehdî'nin baba
tarafından Hz. Hasan, Anne tarafından Hz. Hüseyin'e mensup olacağını söyler. Bunu
söylerken de Hz. İbrahim'in oğullan İsmail ve İshak (s.s)'a kıyas yapar,
îsrailoğullarmm bütün peygamberleri Hz. îshak'm soyundan geldiği halde bizim
Peygamberimiz (s. a), Hz. İsmail'in soyundan gelmiş ve Öbürlerinin tümü makamına
kâîm olmuştur. Aynı şekilde İmamların çoğu ve Ümmetim büyükleri, Hz. Hüseyin'in
soyundan gelmiştir. İşte buna karşılık beklenen Mehdî'nin de Hz. Hasan'm soyundan
gelmesi muvafıktır. İşte evliyanın sonuncusu olacak olan bu zat, diğer büyük zevatın
yerine ka-îm olacaktır.

Hadisten, gelecek zatın adının Muhammed, babasının adının da Abdullah olacağı
bildirilmektedir. Bu, beklenen Mehdî'nin, Samerra'daki bir dehlizde gizli olan
Muhammed b. Hasen el - Askerî olduğunu söyleyen Şiâyı reddetmektedir. Çünkü
onların iddia ettikleri Mehdî'nin babasının adı Abdullah değil Hasen'dir.
Efendimiz'in bildirdiğine göre, Mehdî geldiğinde yeryüzünü adaletle dolduracaktır.
Kimi alimler bundan maksadın tüm dünya, kimi alimler Arap ülkeleri ve ona tâbi
yerler olduğunu söylerler.

Süfyân'm rivayetine göre, Mehdî tüm Araplara malik olacaktır. Alimler "Araplar"m
galibe nazaran zikredildiğini, onun sadece Araplara değil tüm kavimlere mâlik
olacağını söylerler. Rasûlullah'in sadece Arapları anması, o zaman Müslümanların



araplardan oluşması, ya da diğer halklar müslüman olunca, ilk müslüman olan

Iİ21

Araplarla tek millet gibi olmalarıdır. Şüphesiz, doğrusunu Allah bilir.

4283... Ali (b. Ebî Talib) (r.a)'dan; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir.

Dünyanın ömründen sadece birgün kalsa bile, Allah (c.c) benim ehl-i beytimden bir
adam gönderecektir. O dünyayı, (daha önce) zulümle olduğu gibi, Adaletle
£131

dolduracaktır.
Açıklama

Bu hadisin senedi sağlamdır. İsnâddaki Fıtr b. Hânife'yi Ahmet b. Hanbe], Yahya b.
Saîd el-Kettân, Yahya b. Maîn, Nesaî, î, İbn Sa'ad ve Sâcî sika kabul etmişlerdir.
Bu hadis, yukarıda geçen hadisle aynı mânâdadır. Rasûlullah'm söz konusu ettiği

Lİ4J

şahıs Mehdî'dir. Yukarıda gerekli malumat verilmiştir.

4284... Ümmü seleme (r.a)şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a)'i şöyle buyururken işittim:

£151

"Mehdî benim ailemden, Fatima'nm oğullarmdandır."
Abdullah b. Cafer şöyle demiştir:

£161

Ebûl MelhYi, Ali b. Niifeyl'i överken ve onun iyiliğini söylerken dinledim.
Açıklama

Hadisin İbn Mâce'deki rivây etinde "benim ailemden cumiesi" mevcut değildir.
"Benim ailem" diye terceme ettiğimiz" kelimesi birkaç mânâya gelmektedir. Hattabî,
bu kelime ile ilgili olarak şu mânâlara işâret etmektedir.

a) Kişinin, kendi sulbünden gelen oğlu,

b) Kişinin akrabaları,

c) Kişinin amcaoğullan Hz. Ebu Bekir Sakîfe gününde, "Biz, Rasûlullah'm amca
oğullarıyız" demiştir.

İbnü'l Esir, En-Nihâye adındaki eserinde bu kelimeyi şöyle izah etmiştir: kişinin en
yakın akrabasıdır. Hz. Peygamber'in ıtresi Abdû'l Muttalip oğullandır. Kureyş olduğu
da söylenmiştir. Meşhur olan, onların, kendilerine zekat verilmesi caiz olmalayanlar
(Haşimoğullan) olduğudur.

Hadisin devamında Efendimiz, Mehdî'nin Hz. Fâtıma'mn evlâdından olacağını beyan
buyurmuştur. Hafız İmâduddin, bu ifadeyi göz önüne alarak Mehdî'nin Abbasilerden
sonra çıkacağını söylemiştir.

Sindi de İbn. Mâce Hâşiyesi'nde, İbn Kesîr'den şunları nakleder: "Dârakutnî'nin
Efrâd'da, Osman b. Affan'dan merfu olarak rivayet ettiği; "Mehdî, amcam Abbas'in
oğullarmdandır", hadisi garibtir. Dârakutni' 'nin de dediği gibi o hadisi sadece, Beni
Hâşim'inin azaltısı Muhammed b. el-Velid rivayet etmiştir."
Munâvî de, o hadisin senedinde bir yalancının bulunduğunu söyler.



Bu hadis, Mehdî'nin Hz. Fatıma'nm oğulları arasından çıkacağı konusunda açıktır.
Ama hangi oğlunun neslinden geleceği konusunda bir açıklık yoktur. Bu konu 4282.
hadisin şerhinde açıklanmıştır.

Hadisin sonunda Abduîah b. Cafer, Râvîlerden Ali b. Nüfeyl'in güvenli bir râvî
olduğuna dikkat çekmek istemiştir. Onu böyle bir izaha gerek duyduran sebep Ali b.
Nüfeyl hakkındaki bazı söylentilerdir. Ulema genelde bu zat hakkında (Lâ be se bih)

tâbirini kullanmaktadır.

4285... Ebû Saîd El Hudrî (r.a)'dan rivâyt edildiğine göre, Rasûlullah (s. a) şöyle
buyurmuştur:

"Mehdî ben (im neslim) dendir. O açık alınlı ve ince burunludur. Dünyayı zulümle

£181

dolduğu gibi adaletle dolduracak ve yedi sene hüküm sürecektir."
Açıklama

"Açık alınlı" diye terceme ettiğimiz terkibi, aslında, "başının ön tarafının saçı dökül-
müş veya saçının yarısı dökülmüş" mânâlanndandır. "İnce burunlu" diye terceme
ettiğimiz terkibinin de ayrıca, uzun burunlu, yumru burunlu mânâlarına gelmesi
ihtimal vardır. Aliyyü'l Kâıl bundan maksadın "yassı ve yumru burunlu" omadiğmı,
çünkü onun çirkin görünümlü olduğunu söyler.

Bu hadiste Efendimiz, yukarıdakilerden farklı olarak Mehdî'nin şeklini tarif etmiş,
kalacağı müddeti söylemiştir. El Münâvî bir rivayette yedi senenin yanı sıra "Veya
dokuz" sene ilâvesinin, başka bir rivayette de "Allah ona üçyüzbin melekle yardım
edecektir." ilâvesinin yer aldığını söyler.

El-Münzirî, hadisin isnadmdaki İmrân b. Kattan'm, Buharı, Affan b. Müslim ve
Yahya b. Saîd el Kattan tarafından Sîka kabul edildiğini, Yahya b. Maîn ve Nesaî'nin
ise zayıf saydıklarını, el - Hülâsa'da da Ah-med'in : "Hadisinin sâlih olduğunu

£191

umarım" dediği nakledilir.

4286... Rasûlullah (s.a)'in hanımı Ümmü seleme (r.a)'dan Rasûlul-lah'm şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir.

"Bir halife öldüğünde kargaşa çıkacak. Medineliler'den birisi, Medine'den çıkıp,
Mekke'ye kaçacak. (Ama) Mekke'lilerden bazı insanlar, onu (bulunduğu yerden)
çıkarıp, istemediği halde (Kabe'de) Rükün ile Makam-ı İbrahim arasında ona bîat
edecekler. Şam'lilarda Onun üzerine bir ordu gönderilecek, ama o ordu Mekke ile

[201

Medine arasındaki Beydâ denilen yerde yere batacak. İnsanlar bunu görünce,

[211

Şam'ın ebdâli ve Iraklıların asâîbi (şam ve Irak'ın hayırlı salih kulları) ona gelip,
bîat edecek. Sonra Kureyş'ten, dayıları Kelp (kabilesinden) olan bir adam çıkıp, o biat
edenler ü/erine bir ordu gönderecek. Fakat bîat edenler, Ben-î Kelb'linin gönderdiği
orduya galip gelecekler. Bu ordu Kelb'in gönderdiği ordudur, (o zaman) Kelb'in
ganimetinde hazır bulunmayana yazık!... Halife olan zat (Mehdî) malı taksim edecek.
İnsanlardan bir kısmı, Peygamberlerinin Sünneti ile amel edecek, İslâmiyet



yeryüzüne tamamen yerleşecek. (Mehdî) yedi sene kalıp, sonra vefat edecek ve
Müslümanlar onun namazını kılacak"
Ebû Davûd derki:

122]

"Bazıları Hişâm'dan rivayetle, dokuz sene" bazıları da "yedi sene" dedi.

4287... Bize Harun b. Abdullah haber verdi, bize Hemmaırdan naklen Abdüssamed
haber verdi. Hemmam'da katâde'den bu hadisi rivayet etti. Hemmam rivayetinde
[23]

"dokuz sene" dedi.
Açıklama

Rasûlullah (s. a) bir halife öldüğünde insanlar arasında kargaşa çıkacağını haber
vermektedir. Bundan maksat, bir şahsın ölmesi değil, devlet otoritesinin kalkmasıdır.
Çıkacak ihtilâftan Murad'da ehl-i hâl ve'l akdin arasında çıkacak olan anlaşmazlıktır.
Bu ihtilâf anında, Medine'den çıkıp, Mekke'ye koşacak olan şahsın bu hareketine
sebep ya başa geçmeyi istememesi, ya da çıkan fitneden kork-masıdır. Anılan zatın
Mekke'ye kaçmasına sebep, oraya girenin emin oluşudur.

Tîbî, Ebû Davud'un bu hadisi Mehdî konusuna almış olmasına dikkat çekerek,
hadiste anılan zatın Mehdî olduğunu söylemektedir.

Metinden anlaşıldığına göre, anılan zata Mekke'de biat edilince, kendisi ile savaşmak
üzere Şam'dan bir ordu gönderilecek, fakat, Mekke ile Medine arasındaki Beydâ
denilen yere gelince yer yarılıp bu orduyu yutacaktır. İnsanlar, bu Harikulade
hadiseyi görünce Şam'ın efdâlleri (hayırlıları) gelip ona bîat edecektir.
Ebdâl: Bedel kelimesinin çoğuludur. Nihâye'de "Bunlar Evliya ve âbîdlerdir. Tekili
bedeldir. Onlardan birisi öldüğünde yerine başkası geldiği için bunlara bedel
denilmiştir" denilmektedir.

Süyûtî Mirkat'üs - Suûd'da, Kütüb-ü Sitte içerisinde Ebdâl'in sadece Ebû Davud'un
bu hadisinde varid olduğunu söyler.

Avnü'l Ma'bud Müellifi, Ebdâl hakkında Kütüb-i Sitte'nîn haricindeki hadis
kitaplarında birçok hadisin bulunduğunu söylemiş ve şunları nak-letmiştir.
Ubâde b. Sâmir (r.a)'den, Merfii olarak rivayet edilmiştir. "Bu ümmetteki ebdâl otuz
kişidir" Onların kalpleri Hz. İbrahim (s.a)'in kalbi üzeredir. Onlardan birisi
öldüğünde Allah başkasını kor. "Ahmed b. Hanbel)

Ubâde b. Sâmît (r.a)'dan, rivayet edilmiştir. "Ümmetim içerisindeki Ebdâl otuz'dur.
Yeryüzü onlarla ayakta durur. Onların hürmetine yağmur yağar ve insanlar onlar
sebebiyle yardım görürler." (Taberanî)
Avf b. Mâlik (r.a)'den, rivayet edilmiştir;

"Ebdâl Şam'hlar arasındadır. Onlar sebebiyle yardım görürler ve onların sayesinde

rızıklamrlar." (Taberanî)

Hz. Ali (r.a)'den, rivayet edilmiştir;

"Bedeller (ebdâl) Şam'dadır. Onlar kırk kişidir. Her biri öldüğünde Allah yerine
başkasını koyar. Onlar sayesinde yağmur yağar. Onların hürmetine düşmanlara karşı
muzaffer olurlar. Onların hürmetine Şam'hlar azap edilmezler". (Ahmed b. Hanbel)
Bu hadisin Hâkim' deki rivayetinde şu ilâvelerde vardır: "Onlar insanları çok namaz,
çok oruç, ve çok teşbihle geçmediler, ama güzel ahlâk, samimiyet, hüsnüniyet ve



kalp temizliği ile geçtiler. Onlar Allah'ın hizbidirler".

Münâvî, "Ebdâl'm sayısının bu hadiste kırk, az önce geçen bir hadis de otuz olarak
anılması zarar vermez. Çünkü onların tamamının kırk, kalpleri Hz. İbrahim'in kalbi
üzere olanları otuz kişidir. On tanesi ise böyle değildir" der.

îbn Ömer (r.a)'denrivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: :Her
asırda ümmetimin hayırlıları beşyüzdür. Ebdâl'dc kırktır. Beşyüz ve kırk hiç
eksilmez. Bunlardan her biri öldüğünde, beşyüz kişiden Allah (c.c) birisini kırka
katar" Sâhâbîler, "Yâ Rasûlullah onların amellerini bize haber ver" dedi.Efendimiz:
"Kendilerine zulmedenleri affederler, kendilerine kötülük yapana iyilik ederler,
Allah'ın kendilerine verdiği malı dağıtırlar" buyurdu. (Ebû Nuaym el-İsfahânî,
Hilyetü'l - Evliya)

Görüldüğü gibi bu hadislerin hepsinde, Rasûlullah Efendimiz, bu ümmet içerisinde
otuz ya da kırk sâlih kulun bulunacağım; onların yüzü suyuna dünyanın ayakta durup,
insanların nzıklanacaklarım haber vermiş ve bunları "Ebdâl" diye isimlendirmiştir.
Asaib: Hayırlılar demektir. Rasûlullah (s.a) Iraklılar' dan biate gelecek olanları bu
kelime ile ifade buyurmuştur. Aliyyü'I Kân bu kelimenin, (asabe kelimesinin çoğulu
olup, Hayırlar manasına geldiğini söyler. Nihayede ise bu kelimenin kelimesinin
çoğulu olup on ile kırk kişi arasındaki topluluk mânâsına geldiğini belirtmiştir.
Alimler bu kelimenin, Ebdâl ile yanyana zikredilişini göz önüne alarak hayırlılar
mânâsını daha uygun görmüşlerdir.

Hadisin devamında Ben-I Kelp kabilesine mensup birisinin etrafına topladığı ordu ile
Mehdi'ye saldıracağı, ama Mağlup olup malarının Meh-dî tarafından ganimet olarak
dağıtılacağı bu savaşa katılmayıp ganimetten mahrum olanların, büyük bir fırsatı
kaçırmış olacakları bildirilmektedir. Önündeki engelleri aştıktan sonra Mehdi,
Efendimizin sünneti üzere yaşayıp muamele edecek, İslam'ı tam,olarak yerleştirecek
ve bir rivayete göre yedi, diğer bir rivayete göre dokuz sene yaşayıp vefat edecek,

£241

Müslümanlar da onun cenaze namazını kılacaklardır.

4288... Bize İbnü'l Müsenna haber verdi, Bize Amr b. Asım haber verdi. Bize Ebûl
Avam haber verdi.Bize Katâde Ebûl Halil'den, O Abdullah b. Halis'ten , o da Ümmü
Seleme (r.a) vasıtasıyla Rasûlullah (s.a)'den bu (yukardaki) hadisi rivayet etti.

1251

Muâz'm hadisi daha mükemmeldir.

4289... Ümmü Seleme (r.a) Rasûlullah (s.a)'den (Mekke ile Medine arasında)
batırılacak olanların kıssasını haber verip (şöyle devam etti): "Ya Rasûlullah, bu
orduya istemeyerek zorla götürülen ne olacak? dedim. Rasûlullah (s.a):
Öbürleriyle birlikte o da batırılacak, ama Kıyamet Günü niyetine göre diriltilir,
1261

buyurdu.
Açıklama

Hâdis-i şerifin, Sahîh-i Müslim'deki rivayeti, Ubeydullah b. Kiptiyye tankıyla şu
şekildedir:

"Haris b. Ebû Rabîa ve Abdulah b. Safvan'la birlikte Ümmü'l Mü'minin Ümmü



seleme (r.a)'nm yanma girdik. (Arkadaşlarım) ona, yere batırılacak olan Orduyu
sordular. - Bu hadise İbn Zübeyn'in halifeliği günlerinde idi.-
Ümmü Seleme şöyle dedi:

Rasûlullah (s. a) "Kabeye birisi sığınacak. Ona bir ordu gönderilecek, arzdan
[27]

Beydâ'ya geldiklerinde yere batırılacaklar" buyurdu. Kendisine: Yâ Rasûlullah,
zorla getirilenler ne olacak?" dedim. "Onlarla birlikte o da batırılacak ama, kıyamette
niyetine göre diriltilecek" buyurdu.

Müslim'deki başka bir rivayette Sâhâbîlerin, Rasûlullah'a "Yâ Rasûlullah, bazen yol
insanları toplar" dedikleri, Hz. Peygamber (s.a)'inde: "Evet onlar içerisinde kasıtlı
olanı, mecbur kalanı ve yolcusu bulunur. Bunların hepsi bir çırpıda helak olurlar,
çeşitli yerlerden çıkarlar. Allah onları niyetlerine göre diriltir." şeklinde cevapladığı
bildirilmektedir.

Ebûl Velid el-Kattanî, Ümmü seleme (r.a)'mn, Hz. Muâviye'den evvel vefat ettiğini,
dolayısıyla İbn Zübeyr'in hilâfetine erişemediğini söyleyerek hadisteki bir zaafa işaret
etmiştir. Kâdî İyâz ise, onun, Muâviye-nin oğlu Yezîd zamanında vefat ettiği yolunda
rivayetler bulunduğunu söyler.

Hadîste anılan ve Mekke ile Medine arasında Beydâ denilen yerde batırılacağı
bildirilen ordu ile ilgili bilgi 4286 numaralı hadîs izah edilirken verildi.
Bu rivayette dikkatimizi çeken bir konu şudur;

Bir topluma azap ve helak geldiği zaman iyi kötü ayırımı yapmaz topluma hep birden
gelir. Suçu olmayanlar, uğradıkları azabın karşılığını öbür dünyada alırlar. Bir de
bizzat kendileri kötülük yapmamakla birlikte, emr-i bi'l maruf Nehy-i ali'l Münker
vazifesini ihmâl ettiklerinden dolayı aynı azabı haketmiş olabilirler.
Hâdis-i Şerif, kötü insanlardan uzak kalmanın, onlarla işbirliği yapmamanın gereğine

[28]

işaret etmektedirler.

4290... Ebû İshak'tan rivayet edildiğine göre;
Hz. Ali (r.a) oğlu Hasan'a bakıp şöyle demiştir:

"Benim şu oğlum Rasûlullah (s.a)'in isimlendiği gibi seyyiddir. Onun sulbünden, adı
Nebimizin adından olan, ona yaratılışta değil, huyda benzeyen bir adam gelecektir."
Hz. Ali kıssayı zikretti, "Dünyayı Adaletle dolduracak..." dedi.

Harun şöyle dedi: Bize Amr b. Abi Kays Mutarrıf b. Tariften o Ebî Hasen'den, o'da
Hilâl b. Amr' dan şöyle dediğini rivayet etti:

[291

Maverâünnenehir'de el-Haris b. Harras adında bir adam çıkacak. Onun
(ordusunun) önünde Mansur denilen birisi bulunacak, Kureyş'in Rasûlullah'a imkan

[30]

verdiği gibi âl-i Muhammed'e (Hilâfetine) imkân verecek - veya hazırlayacak.

fiil

Her mü'minin ona yardım etmesi veya onun davetini kabul etmesi vaciptir.
Açıklama

Hz. Ali (r.a) oğlu Hasen (r.a)'in, Rasûlullah'm dediği gj seyyid olduğunu söylemiştir.
Bu sözü ile Efendimiz'in, Hz. Hasen hakkında söylediği, "Şüphesiz şu oğlum



seyiddir. Umarım ki, Allah onunla Müslümanlardan iki büyük topluluğun arasını
İslah edecektir/' Hadisine işaret etmiştir.

Hadis, Mehdî'nin Hz. Hasen'in soyundan geleceği konusunda açık delildir. Diğer
rivayetlerle birleştirilince, Mehdî'nin beklenmekte olan Mu-hammed b. Hasen El-
Akserî olduğunu söyleyen Şia'nın aleyhine delil olduğu görülür. Çünkü Muhammed
b. Hasen İttifakla Hz. Hüseyin'in so-yundandir.

Mâverâünnehir, sözlükte, nehrin arka tarafı demektir. Buradaki Nehirden Maksat
Ceyhun nehridir. Mâverâünnehir, Semerkant, Buhara gibi büyük İslâm merkezlerinin
bulunduğu bölgedir. Bu bölgelerde yetişen çok değerli İslâm alimlerinin yazdıkları
kıymetli eserler, bu gün halen İslâm kültür mirasının hazineleridir.
Hadis-i şeriften anladığımıza göre, Mâverâünnehir Bölgesi'nden el-Haris b. Harras
adında birisi çıkıp, Rasûlullah'm âline, yani Zürriyetine yardım edecektir. El Hâris'in
Ordusunun başında Mansur adında birisi olacak ve bu şahıslar, hilâfetin Rasûlullah'm
zürriyetine geçmesine imkan hazırlayacalardır. Peygamber anılan zatların,
zürriyetinin hilâfetine imkân hazırlamaları meselesinin Kureş'in kendisine imkân
hazırlamasına benzetmiştir. Bundan maksat, yâ Ebû Talib gibi kendisi müslüman
olmamakla birlikte Rasûlullah'a yardımcı olanlardır, ya da maksat, sonuçta vuku
bulan hâldir.

Hz. Peygamber, anılan bu şahıslar çıktığı zaman müzminlerin onlara yardım
etmelerinin veya onların davetlerini kabul etmelerinin gerekli olduğunu söylemiştir.
[32]



m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/393-394.

m

Tinnizî, Fiten, 46.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/394.

Ol

Müslim. İmare 7; Ahmed b. Hanbel V-90,93.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/395.
[41

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/395.

[51

Müslim, İmare 6.

[61

Mâide, 12.

121

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/395-399.

[81

Bu işaret değişik senetleri delirtmek için konulur. Bu hadis Müellife beş ayrı isnâdla gelmiş ve bunların ara sun harfi tle ayırmıştır. "Tahvil"
anlamındadır.

[21

Buradaki şek râvî'dendir,
[10]

Şek râvîdendir.

LU1

Tinnizî, Fiten 52.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/399-400.
[121

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/400-401.

roı

İbn. Mâce, Fiten 34 Ahmed b. Hanbel 1-299, III -28,37.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/401-402.

ri4i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/402.

ri5i

"Mühdi" şeklinde okumak mümkündür.

[İÜ

İbn Mâce, Fiten 34.



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/402.

rnı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/402-403.

[18]

Ahmed b. Hanbel 11-291, 1 1 1-17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/403-404.
LM

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/404.

om

Beydâ'nın bir yer ismi olduğunu söyleyenler olduğu gibi. Mekke ile Metline arasındaki kuru araziye denildiğini söyleyenlerde vardır.

1211

Makam-ı İbrahim ile Rükün arasında.

[22]

Ahmet 6/316.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/404-405.
[23J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/406.

[241

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/406-408.

[251

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/408.

[26J

Müslim fıten 4.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/408-409.
[271

Veya çöle. Müslimdeki bir rivayet hu kelimeye (çöl) diye açıklamıştır.

[28J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/409.

[291

Avnü'l Ma'bûd'da bu isim El Haris Harrâs şeklindedir. Bu durumda el-Haris İsmi Hairas'da mesleği olur ki, çiftçi demektir. (X): Bu rakam iki defa
tekrarianmis.hr. bu ve önceki hadis, Aynii'l Ma'budda numarasızdır.
[M

Şek ravîdendir.

[311

Şek râvîdendir.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/410.
[321

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/410-41 1.



36. MELÂHIM (MEYDANA GELECEK BÜYÜK OLAYLAR VE SAVAŞLAR)
KONUSU

1. Yüzüncü Yılda Olacak Hadiseler

2. Rumlarla Yapdacak Savaşlar

3. Savaşın Belirtileri

4. Savaşların Arka Arkaya Çıkması

5. Milletlerin Islama Karşı (Savaşmak Üzere) Biribirlerini Davet Etmeleri

6. Fitnelerden (Savaşlardan) Sığınılacak Yer
7-Savaşlarda Fitnenin Kalkması

8. Türkleri Ve Habeşlerı Tahrikten Nehy

9. Türklerle Savaş

10. Basra Hakkındaki Hadisler

11. Habeşlileri Tahrikten Nehy

12. Kıyametin Alametleri

13. Fırat'ın Hazinesini Açığa Çıkarması

14. Deccal'ın Çıkışı

15. Cessase'nin Haberi

16. İbni Said'in Haberi

17. (İyiliği) Emir Ve (Kötülükten) Nehy Etmek

18. Kıyametin Kopması



36. MELÂHIM (MEYDANA GELECEK BÜYÜK OLAYLAR VE SAVAŞLAR)

KONUSU



Melâhım, Melhame kelimesinin çoğuludur. Melhame sözlükte "savaş yeri" veya
"büyük olay" manalarına gelir.

En-Nihaye'de şöyle denilmektedir: "Melhame, savaş ve savaş yeridir. Bir kumaşın
luhmesi ve sedâsi (argaç ve direzisi) nin birbirine girdiği gibi, savaşta insanlar
birbirine karıştığı ve birbirine girdiği için böyle denilmiştir. Savaşta öldürülenlerin
etinin çokluğundan dolayı, bu kelimeni et manasına gelen Iahm kelimesinden alınmış

LU

olduğunu söyleyenler de vardır."

1. Yüzüncü Yılda Olacak Hadiseler

4291... Ebû Alkame; "Bildiğime göre, Ebu Hureyre (r.a) Rasûlullah (s.a)'in şöyle
buyurduğunu rivayet etti" dedi.

Allah (c.c) bu ümmete her yüz yılın başında dinini yenileyecek birisini (bir müceddid)
gönderecektir"

Ebû Davud diyor ki: Abdurrahman b. Şüreyh el - İskenderanî hadisi Şe-râhiî'i

IH

aşmadan (Ebu Aîkame ve Ebu Hureyre'yi anmadan) rivayet etti.
Açıklama

Hakim, Beyhaki, Zeynu'l -Irakî ve Hafız İbn Hacer gibi alimler bu hadisin sahih
olduğunu ifade et-mişlerdir.Mu'dal oluşu bir açıdan sakıncalı değildir. Çünkü hem
başka bir yoldan müsned olarak rivayet edilmiştir, hem de adi yapan Abdurrahman b.
Şüreyh el- İskendereyanî sika bir ravidir.

Ebu Alkame'nin, "Bildiğime göre" demesi, hadisin merfu oluşu konusundaki şüphesini
ifade etmektedir. Yani ravi hadisin mevkuf mu yoksa merfumu olduğunda şüphe
etmiş, ancak ağırlıklı kanaatinin merfu olduğu istikamette olduğuna işaret etmiştir.
Hadisten anladığımıza göre, Allah c.c. her yüzyılın başında dinini yenileyecek birisini
gönderecektir. Bu zata "müceddid = yenileyici" denilir.

Yüzyılın başı lafzında amaçlanan şeyin asrın evvelimi yoksa sonu mu olduğu konusu
ihtilaflıdır. Avnü'l-Ma'bûd müellifinin benimsediği ve ekseriyete nisbet ettiği görüşe
göre, "asrın sonu"dur.

Asrın başının ya da sonunun, Hz. Peygamberin doğumundan mi, bi'setinden mi,
hicretinden mi yoksa vefaatmdan itibaren mi başladığı konu-suda ihtilafhdir. Şafiî
ulemasından Sübkî gibi bazıları hicretin esas alınmasının daha uygun olacağını
söylemektedirler. Avnü'l - Ma'bud müellifi ise asır başlangıcının bi'sete göre olmasını
tercih eder.

Her asır başında gelecek olan müceddid, dini ve zahiri ilimleri bilen, devrinin
parmakla gösterilen, en büyük alimi olan ve asır bittiği zaman hayatta olan birisi
olacaktır. Asrın sonunda hayatta değilse, asır içerisinde devrinin en büyük alimi olan
kişi asrın sonunda yaşayan müceddidden daha alim bile olsa müceddid sayılmaz.
Müceddidin yapacağı işten, yani dini yenilemekten maksat, yeni bir din ihdas etmek
veya dine, dinde olmayan yeni şeyler ilave etmek değil, bozulan ve değişen amelleri



kitap ve sünnet ile diriltmektir. Kitap ve sünnetin gereklerini ortaya çıkarmak,
yaygınlaşan bid'atleri ortadan kaldırmaktır. Ayrıca şuna da dikkat çekmek gerekir; her
asırda sadece bir tek müceddid gelecek diye bir kayıt yoktur. Bir asırda birden fazla
müceddid gelip, sünneti ihya, bid'atleri ilga için çalışabilir.

Bu hadiste ifade edilen "müceddid" konusu üzerinde bir çok çalışma yapılmıştır.
Süyutî, de ed-Durreru'l-Müntesire'sinin sonunda bu konuda müstakil bir risale telif
etmiştir. "Tuhfetu'l-Muhtedin bi ahbari'I-mü-ceddidin" adı ile yazdığı bir şiirde de
müceddidlerin isimlerini saymıştır. Suyûtî'nin belirttiğine göre ilk müceddid Ömer b.
Abdil-Aziz ikincisi İmam Şafii'dir. Suyutî 9. asrın müceddidinin de kendisi olduğunu
umud eder.Bazı asırlar için birden fazla isimler de sayar. Ancak bunlar birer tah-
minden ibarettir ve genelde bu konuda görüş beyan edenler,mücedidleri kendi
mezheplerindeki alimler arasından seçerler.

Bezlu'l-Mechûd müellifi Camiu'l- Usûl'den naklen şöyle demektedir: "Alimler, bu
hadisteki müceddidin tevilinde bir çok şey söylemişlerdir.

Herkes kendi mezhebindeki bir âlime işaret etmiş ve hadisi ona hamlet-miştir. Ama
hadisi umuma hamletmek daha uygundur. Çünkü hadis metnindeki "kimse" kelimesi
hem bir kişi hem de cem' için kullanılır. Üstelik müceddidliği sadece fâkihlere tahsis
etmek de doğru değildir. Çünkü her ne kadar onların ümmete verdikleri fayda büyük
ise de, ülü'l-emrin, ha-disçilerin, kuiTanm, vaizlerin ve zahidlerin verdikleri menfaat
de az değildir. Çünkü dini ve siyaset kanunlarını korumak, adaleti ayakta tutup zulmü
ortadan kaldırmak ülül- emrin (devlet başkanı veya imam'in) görevidir. Aynı şekilde
kurra ve hadis uleması, kur'an ve hadisi zabtetmektedirler. Vaizler vaazla ve insanları
takvaya teşvikle yarar sağlamaktadırlar. Ancak müceddid olarak gönderilen zatın bu
ferilerden her birinde parmakla işaret edilir olması gerekir. Allah bilir ama buna göre
müceddidden maksat bir kişi değil, bir gruptur. Bunlardan her biri bir memlekette ve
bir veya bir kaç fende temayüz eder ve dinin esaslarının devamına, ilmin yok olmasını
önlemeye ve bid'atleri kaldırmaya çalışırlar.

Şüphesiz dîni yenilemek de izafi bir şeydir. Çünkü zaman geçtikçe ilim gerilemekte,
cehalet artmaktadır. Ancak zamanımızdaki alimlerin büyüklüğünün ölçüsü, bu günkü
cehle göredir. Yoksa şimdiki alimleri daha önce geçen mütekaddimin ulemâ ile
kıyaslamak mümkün değildir. Onlar Rasûlullah devrine olan yakınlıklarından dolayı
ilim, fazilet, takva, ihlas ve huy bakımından şimdikilerden çok ileride idiler.Buharı'nin
Enes (r.a) den merfu olarak rivayet ettiği şu hadis de buna delalet eder:
"Ümmetim üzerine hiç bir döneni gelmez ki kendisinden sonrası ondan daha şerli
olmasın."

Taberânî'nin İbn Abbas'dan rivayet ettiği şu sözler de bu kabildendir: "İnsanların bir
bid'at ortaya çıkarmayacakları ve bir sünneti ortadan kaldırmayacakları hiç bir yeni
sene yoktur..."

Şerhlerden Özet olarak naklettiğimiz bu bilgileri kısaca ifade edersek;
İnsanlar arasında cehaletin arttığı, bid'atlarin çoğaldığı, sünnetlerin unutulmaya yüz
tuttuğu her yüz yılın nihayetinde veya başında, Cenabı Allah, Kur'an ve Sünneti bilen,
ilmiyle amel eden kişiler yaratacak ve bu zatlar unutulan ya da unutulmaya yüz tutan
sünnetleri ihya edecekler, bid'atleri ortadan kaldıracaklar ve islamı aslî saflığına
döndürmeye çalışacaklardır. Diğer âlimler arasında ilmiyle, faziletiyle ve ameliyle
seçkinleşen bu zatlara müceddid denilir. Geçmiş devirler için çeşitli alimler tarafından
bazı isimler, yaşadıkları devrin müceddidi olarak takdim edilmektedir. Bu belki
mümkün olabilir. Ancak müceddidliği yanlız onlara has kılmak ve başka müceddidin



olmadığını söylemek yersiz olur. Onlardan başka müceddidler de gelip geçmiştir.
İleride de daha bir çok alim gelecek ve islam esaslarının unutulmamasma, İslama
sokulan bid'atlann ayıklanmasına zulmün ve müstevli hakimiyetinin yok edilip islamın

[3]

hayata hakim kılınmasına çalışacaklardır.
2. Rumlarla Yapılacak Savaşlar

4292... Hassan b. Atıyye şöyle demiştir; Mekhûl, İbn Ebi Zekeriyya ve ben Halid
b.Mi'dan'a gittik. Halid bize Cübeyr b. Nüfeyr'den naklen,(müslümanlarla Rumlar

141

arasındaki) sulhu haber verdi. Cübeyr; "Ra-sûluDah'in ashabından olan Zî Mihber'e
gidelim" dedi. Ona geldik Cübeyr (müslürrianlarla Rumlar arasmdakij sulhu sordu.
Zü'I- Mihber şöyle dedi:

Rasûlullahı (s. a) şunları söylerken dinledim: "Rumlarla güvenilir
bir sulh yapacaksınız. Onlar ve siz arkanızdaki bir düşmanla savaşacaksınız. Zafer
kazanacak, ganimet elde edecek ve (tehlikeden) salim olacaksınız. Sonra dönüp,
tepecikleri olan bir otlakta konaklayacaksınız. Rumlardan birisi salibi (haçı) kaldırıp,
salib kazandı diyecek. Müslümanlardan bir adam buna öfkelenip salibi kıracak. İşte o

[51

zaman Rumlar ahdi bozup savaş için toplanacaklar.
Açıklama

Bu hadis, kitabü'l-Cihad'da 2767 numarada geçmişti. Ancak burada da bir iki noktaya
kısaca temas etmek istiyoruz.: Şerhlerde Rum milletinin kimliği hakkında bilgi ve-
rilmiştir. Bu bilgiler günümüzde Rum diye isimlendirdiğimiz Rumlar (Yunanhlar)Ia
aynı kavme işaret ediyor. Mu'cemü'l- Buldan da Rumlarla ilgili olarak şu bilgiler
verilmektedir:

"Rum, bilinen millettir. Kendi adlarına izafe edilen geniş bir ülkede otururlar. O
ülkeye Bilâdı rûm denilir. Neseplerinin aslında ihtilaf edilmiştir. Rum ülkesinin doğu
ve kuzeyinde Türkler, güneyinde Şam ve İskenderiye, batısında deniz ve Endülüs
(İspanya) vardır. Kisralar devrinde Rakka ve Şâmât Rum hudutları içerisindedir.
Müslümanlar, Rum ülkelerini fethedip onları kovuncaya kadar Antakya başkentleri
idi. "Mu'ce-mü'l- Buldandaki bu bilgi Bizans İmparatorluğunu tarif etmektedir. Zaten
Bisans halkı Rum idi.

Hadisi şerif, Rumlarla Müslümanlar arasında yapılacak barıştan söze-diyor. Ancak
metinde önce Rumlar anılmamış, sadece "Sulh" kelimesi sözkonusu edilmiştir. Ama
buradaki, Hüdne'den maksadın Rumlarla yapılacak olan sulh olduğu İbn Mace'nin
rivayet ettiği şu hadisten anlaşılmaktadır: Peygamber (s. a), "Sizinle sarı oğullular
arasında bir sulh olacak ve onlar size olan ahidlerini bozacaklar." buyurmuştur.
Müslümanlarla Rumların düşmana karşı savaşmalarından maksat, ikisinin birlikte aynı
düşmana mı yoksa her birisinin kendi düşmanına mı karşı savaşacağı meselesi
ihtilaflıdır. Ancak birinci görüş daha kuvvetlidir.

Metinden anlaşıldığı gibi savaştan sonra iki ordu dönecek ve içerisinde yığma
tepecikler olan geniş bir Mer'aya gelecekler ve Rumlardan birisi sulhu bozmak
maksadıyla savaşı haçın kazandığını söyleyecektir. Yani savaşı Hristiyanlarm



kazandığını iddia edecektir. Buna öfkelenen bir müslüman da haçı kıracak ve
aralarındaki barış sona erecektir. Böylece Rumlar müslümanlarla savaşmak için
toplanmaya başlayacaklardır.

Hadiste anılan böyle bir olayın tarihte meydana geldiğini gösteren bir bilgiye
rastlayanı adı k. Şüphesiz hadise için bir zaman sınırı olmadığı için, kıyamete kadar

£61

meydana gelmesi mümkündür.

4293... Bize Müemmel b. Fadl. el-Harranî haber verdi ve şöyle dedi: Bize Velid haber
verdi. Velid; bize bu hadisi Hassan b. Atıyye'den Ebu Amr haber verdi dedi. Hassan
hadisinde şunu ilave etti:"... ve müslümanlar silahlarına sarılıp Rumlarla savaşırlar. O
birliğe Allah (c.c) şehitliği ikram eder."

Ancak Velid hadisi, "Cübeyr'den o da Zi Mihber vasıtasıyla Rasûlul-lah'dan" diye
rivayet etti.

Ebu Davûd der ki: "Hadisi Ravh, Yahya b. Hamze ve Bişr b. Bekr Ev-zai'den İsa'nın

121

dediği gibi rivayet etti."
Açıklama

Bu rivayet, önceki hadisin aynıdır. Yalnız bunda, müslümanlarm da silaha sarılıp

[51

savaşacakları ve Allah'ın kendilerine şehitliği nasibedeceği ilavesi vardır.
3. Savaşın Belirtileri

4294... Muaz İbn Cebel (r.a) Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Beytu'I-Makdis"in imarı, Metlinenin harabına, Medine'nin harabı büyük savaşın
çıkışma, büyük savaşın çıkışı İstanbul'un fethine, İstanbul'un fethi de Deccal'in
çıkışma alâmettir."

Sonra Rasûlullah (s. a) eli ile konuştuğu kişinin (Muaz b. Cebel'ın) dizine, veya

191

omuzuna (omuzlarına) , vurdu ve; "Bu (dediklerim) şüphesiz senin burada oluşun

um

gibi - veya senin burada oturduğun gibi - haktır" buyurdu.
Açıklama

Hadisin senedindeki Abdurrahman b. Sabit hakkında olumlu ve olumsuz beyanda
bulunanlar olmuştur. Münziri ise Abdurrahman'in salih ve sika bir şahıs olduğunu
söyler. Bu hadisi şerifte, İslâm dünyasında meydana gelecek bazı olayların, başka
olayların doğmasına sebep ve alamet olduğu ifâde edilmektedir. Ancak bir hâdise
olduktan sonra, meydana gelecek olan diğer hâdisenin öncekinin hemen arkasından
olması şart değildir, iki olay arasında uzun aralıklar olabilir. Hadiste ilk bildirilen
mesele Beyti makdisin yanı mes-cid-i Aksa'nm imarının Medine-i münevverenin
tahribatına sebep olacağıdır. Aliyyü'l-Kari bu cümleyi "Beyt-i maksidin imarı,
Medine'nin harabı vaktinde olacaktır." şeklinde izah etmiştir. Beyti makdisin imarının,



kafirlerin istilası ile olacağı da söylenmektedir.

El-Erdebili, el-ezhar'da şöyle demektedir: "Bazı sarihler, beyti makdisin imarından
maksadın, harabından sonraki imarı olduğunu söylerler. Çünkü beytü'l - Makdis ahir
zamanda harab olacak sonra onu kafirler imar edeceklerdir. Gerçek olan ise, imardan
maksadın, oranın tam olarak imar edilmesidir...."

Hadiste daha sonra Medine'nin harabının büyük savaşın çıkışma alamet olduğu
bildirilmektedir. İbn Melek, bu savaşın Şamlılarla Rumlar arasındaki savaş olduğunu
söyler. Avnü'l-ma'bud'da ise Moğollarla Şamlılar arasındaki savaşın olduğu söylenir.
Aliyyü'l-Kari'de, îbn Melek'in fikrini benimser. Anılan bu savaş İstanbul'un fethine,
İstanbul'un fethi ise Deccarin çıkışma işarettir. Bezlü'l-Mechud'da İstanbulini
fethinden maksadın, orasının Mehdi tarafından fethi olduğunu söyler. Şüphesiz bu
görüşler birer tevildir. Belirli bir nassa dayanmamaktadır. Onun için bu tevillere kesin
gözüyle bakmak mümkün değildir. Doğru olabileceği gibi hatalı olma ihtimali de



vardır.

4. Savaşların Arka Arkaya Çıkması

4295... Muaz b. Cebel (r.a)'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s. a) şöyle
buyurmuştur:

HU

Büyük savaş, İstanbul'un fethi ve Deccal'in çıkışı yedi ay içerisinde olacaktır."
Açıklama

Tirmizi bu hadis için, "hassen garibtir, bunu sadece bu yoldan biliyoruz" der. Sarihler
hadisin senedindeki Ebû Bekir b. Ebî Meryem'in hadisi ile ihticac edilemeyeceğini

£13]

söylerler.

4296... Abdullah b. Busr (r.a) demiştir ki; Rasûlullah (s. a) şöyle buyurmuştur:
(Büyük) "Savaş ile İstanbul'un fethi arasında altı sene vardır. Yedinci senede Mesihu'd
- Deccal çıkacaktır."
Ebu Davud der ki:

£141

Bu hadis, İsa'nın hadisinden (önceki hadisten) daha sahihtir.
Açıklama

Bu hadisle, bir Önceki hadis arasında bir çelişki göze çarpmaktadır. Çünkü önceki
hadiste büyük savaşla İstanbul'un fethinin yedi ay içerisinde olacağı bildirildiği halde,
bu hadiste aralarında altı yılın olacağı haber verilmektedir. Musannif Ebû Davud bu
çelişkiye işaretle, bu hadisin Önceki hadisten daha sahih olduğunu söylemiştir.
Böylece o hadisin buna muarız olamayacağına işaret etmiştir. Aliyyül- Kari'de bu
çelişkiye ve Ebu Davud'un tercihine katılmakta ve şöyle dernektedir: "Bu söz (Ebu
Davud'un bu daha sahihtir sözü) iki hadis arasıda taarruzun sabit olup, aralarını
birleştirmenin imkansız olduğuna delalet eder. Doğru olan da, tercih edilendir. Özetle:



Büyük savaş ile Deccal'in çıkışı arasında yedi sene oluşu yedi ay oluşundan daha
sahihtir."

Bazı alimler de iki hadis arasında görülen çelişkiyi şöyle te'vil ederek
kaldırmaktadırlar: "Büyük savaşın başlaması ile bitimi arasında altı sene müddet
vardır. Savaşın bitimi ile İstanbul'un fethi ise Deccal'in çıkışı da yedi aylık bir zaman
olacak şekilde yakındır."

İbn Kesir bu te'vili yapanlardandır. Münzîrî, hadisin senedinde bulunan Bakıyye b.

JUL

Velid hakkında söz edildiğini söyler.

5. Milletlerin Islama Karşı (Savaşmak Üzere) Biribirlerini Davet Etmeleri

4297... Sevban (r.a)Men rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s. a) şöyle buyurmuştur:
"Yakında milletler yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet
£161

ettikleri gibi size karşı (savaşmak için) biribirlerini davet edecekler."
Birisi:

"Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?" dedi.
Rasûlullah (s. a) ;

"Hayır, aksine siz o gün kalabalık fakat selin önündeki çörçöp gibi zayıf olacaksınız.
Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak sizin gönlünüze
de vehn atacak" buyurdu. Yine bir adam:
Vehn nedir? ya Rasûlullah diye sorunca,

im us]

"Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir" buyurdu.
Açıklama

Hadisten anladığımıza göre, İslam düşmanları, müslümanları yok edip kuvvetlerini
kırmak için birbirlerini birleşmeye davet edeceklerdir. Bu davet, sofrasına adam davet
eden bir sofra sahibi rahatlığı içerisinde olacaktır. Yani nasıl ki onlar için sofraya
oturup yemek zor olmayan bir işse, kafirlerin İslama karşı birlik çağrısında bulunup
müslümanlarm zenginliklerini yemeleri de engellenemez bir kolaylık taşıyacakcaktı.
Kafirler islam dünyasını önlerine konmuş bir sofraya benzetecekler ve bu cazip
sofrayı paylaşmak için birbirlerini davet edeceklerdir. Onları böyle bir işi yapmaya
cüretlendiren şey müslümanlarm azlığı değil aksine onların takva bakımından
güçsüzlüğü ve dünyaya aşırı düşkünlükleri olacaktır. Çünkü ölümden korkan ve
dünyaya fazlaca düşkün olanlar, fedakarlıklara katlanamazlar. Canları ve mallan ile
katılmaları gereken cihâdı ihmal ederler. Böylece eskiden olduğu gibi düşmanlara
karşı heybetli değildirler ve artık düşmanlar onlardan kor-mazlar, çekinmezler.
Hz. Peygamber (s.a)'in bu haberi, Osmanlı devletinin, birleşen kâfirler tarafından
yenilip parçalanması ve bu gün müslümanlarm zenginliklerinin çeşitli yollar ve
siyonist çabalarla yağmalanması olayı ile ne kadar da uyuşmaktadır.
Hadisi şerifte, Rasûlullah müslümanlarm uğrayacakları güçsüzlüğü vehn kelimesi ile
ifâde etmiştir. Vehn aslında sözlük olarak zayıflık manasınadır. Efendimiz vehn
konusunda kendine sorulan soruya, zaafa sebep olacak şeyleri bildirmek suretiyle
cevap vermiştir.



Tîbî bu meseleyi: " Zaafın çeşidini Öğrenmek için sorulmuş bir sorudur. Yahut da

soruyu soran şahıs, zayıflığın hangi cihetten geleceğini öğrenmek istemiştir." sözleri
£192

ile izah etmektedir.

6. Fitnelerden (Savaşlardan) Sığınılacak Yer

4298... Ebu'd - Derda (r.a)den, Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Büyük savaş gününde müslümanlarm çadırı (kalesi) Şam'ın en hayırlı şehirlerinden

£201

olan Dimeşk adındaki şehir tarafındaki Guta da olacaktır.

4299... Ebu Davud der ki: Bana İbn Vehb'den haber verildi, O dedi ki bana Cerir b.
Hazim Ubeydullah b. Amr'den Ona Nafi İbn Ömer (r.a)'den; Rasûlullah (s. a) in şöyle
buyurduğunu haber vermiş: "Yakında müsmmanlar (Dımeşk) şehrinde muhasara



edilecekler. Öyle ki onların en uzak karakolu Selah olacak"

[22J

4300... Zührî, "Selalı Hayber'e yakın bir yerdir" demiştir.
Açıklama

Tercemeye "çadır" diye geçtiğimiz kelime, sözlükte büyük çadır demektir. Burada
müslümanlarm sığınacakları kale manasında kullanılmıştır.

Dımeşk: Günümüzde Suriye'nin başşehri olan Şam şehrinin adıdı. Bu ismin
verilmesine sebep orasını Dımaşk b. Nemrûd b. Kenan'ın bina etmiş olmasıdır. Anılan
şahıs Hz. İbrahim'e iman etmişti. Bu yüzden babası Nemrud, oğlunu bu şehre
gönderdi.

Guta: Şam havalisinde suyu bol ve ağaçlıklı bir yerdir. Hadisi şerifte Dımeşk şehri için
"Şam'ın en hayırlı şehirlerinden olan" denilmektedir. Alkamî bu ifadeleri gözonüne
alarak, Dımeşk'm fazileti konusunda şunları söylemektedir:

"Bu hadis Dımeşk'in ve ahir zamanda orada oturanların faziletine ve orasının
fitnelerden sığınılacak bir kale olduğuna delalet etmektedir. Oraya Rasülullah'ı gören
on bin şahabının girmiş olması orasının faziletlerin-dendir. Nitekim Peygamber
efendimiz de peygamber olmadan önce ve peygamber olduktan sonra Tebûk seferinde
ve İsra gecesinde oraya girmiştir."

Hadiste büyük savaş çıktığında müslümanlarm Dımeşk yakınlarındaki Guta denilen
yere sığınacakları ve en uzaktaki karakollarının Selalı olacağını bildirmektedir. Selah,
Hayber yakınlarında bir yerin adıdır. Müs lümanlarm en uzak karakollarının Hayber

[23]

yakınında bir yer oluşu ne kadar çok sıkıştırılacaklarına delil kabul edilmektedir.
7-Savaşlarda Fitnenin Kalkması



Savaş ; miislümanla gayri müslimler arasındaki, fitne de müslümanlarm kendi



1241

aralarındaki muharebelere denilir.



4301... Afv b. Malik (r.a); Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

"Allah (c.c) bu ümmetin üzerinde, biri kendisinden birisi de düşmanından olan iki

1251

kılıcı birleştirmeyecektir."
Açıklama

Hadis-i şerif, müslümanlann aynı anda hem birbirleri ile kem düşmanları ile
savaşmayacaklarını bildirmektedir. Şayet müslümanlar arasında bir kargaşa çıkmışsa
ve o esnada düşmanla savaşmak zarûrçtj doğmuşsa müslümanlar kendi aralarındaki
kavgaya son verip düşmana karşı tek vücut halinde savaşırlar. Aksi halde
müslümanlann hayatiyetlerini sürdürmeleri mümkün olmaz. Bu gün İslam birliği
parçalanmış, müslümanlar küçük küçük gruplara, devletlere ayrılmışlardır. Bunlardan
bir kısmı gayri mlislimlerle savaşmak zorunda kalırken bir kısmı da birbirleri ile
boğuşmaktadırlar. Ancak bu devletlerin islamla olan irtibatları, Hz. Peygambere
ümmet olup olmayacakları son derece su götürür. Bugün halkı müslüman olan bir çok
ülkenin başındakilerin müslümanlıkla zerre kadar irtibatı olmadığı gibi, İslamiyeti yok
etmek için çırpman idareciler vardır. Böyle idarecilerin hükmettiği bir devlete ishm

126]

devleti denemez. Dolayısıyla hadisi şerifte vak'aya zıt bir durum yoktur.
8. Türkleri Ve Habeşlerı Tahrikten Nehy

4302... Ashâb-ı kiramdan birisi, Rasûlullah (s. a) 'in şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir.

"Size dokunmadıkları müddetçe siz de Habeşlere dokunmayın. Sizi terkettikleri

[27]

müddetçe siz de Türkleri terkedin. Onlara sataşmayın."
Açıklama

Görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s. a) efendimiz müslümanlara, kendilerine
sataşmadıkları müddetçe Habeşleri ve Türkleri kendi haline bırakmalarını, onlarla
savaşmamalarını emretmiştir. Şüphesiz hadiste kastedilen, henüz islamiyeti kabul et-
memiş olan Türkler ve Habeşlilerdir.

Hadiste başka milletlerin değil de Habeşlerle Türklerin bahse konu ediliş sebebini Tıbî
şöyle izah eder: "Çünkü Habeş ülkesi ile islam ülkesi arasında Büyük çöller, boşluklar
vardır. Dolayısıyla fazla yorgunluğa sebep olacağından dolayı müslümanlara onların
ülkelerine girme külfeti yüklememiştir. Ayrıca 4309 nolu hadiste geleceği üzere
Rasûlullah Ka'be'yi Habeşlilerin yıkacağını haber vermiştir. Bu, Habeşlilerin savaş-da
sakınılması gereken bir millet olduğuna delalet eder. Türklere gelince savaşçı bir
millettirler. Ülkeleri de soğuktur. İslam ordusu ise sıcak memlekette yaşamaktadır.
İşte bu yüzden müslümanlara saldırmadıkları müddetçe Türklerle savaşa girilmemesi
emredilmiştir.



Hadisten anladığımıza göre, Türkler ve Habeşlerle savaşmaktan kaçınılması tavsiyesi
bu milletlerin müslümanlara saldırmamaları hali ile kayıtlıdır. Ama müslümanlara
saldırırlar, zorla İslam ülkesine girerlerse o zaman savaşmaktan kaçımlamaz. Çünkü
bu durumda savaşmak farzı ayın, önceki durumda ise farz-ı kifayedir. Hz.
Peygamberin "Sizi terkettikleri müddetçe onları terkediniz" sözü buna delalet
etmektedir.

Bezi müellifi, hadisteki bu ifadeyi gözönüne alarak, nehyin vücûba değil, ibâhaya
delâlet ettiğini söyler.

[28]

Burada şöyle bir şey akla gelebilir: Kur'ân-ı Kerim' de "tüm müşriklerle savaşın...
buyurulmaktadır. Ayet hiç bir milleti ayırmadan, Allah'a şirk koşan bütün kâfirlerle
savaşmayı emretmektedir. Hadiste ise iki millet bu emrin dışında tutulmuştur. Bu hal,
hadisin ayete zıt olduğu izlenimini verebilir.

Aliyyü'l - Kari bu konuya işaretle şöyle demektedir: "Ayet mutlaktır. Hadis
mukayyedtir. Mutlak mukayyede hamlolunur. Hadis ayeti tahsis etmektedir. Nitekim
mecusiler konusunda da hadis ayeti tahsis etmiştir. Mecusiler kafir (müşrik) dir. Buna
rağmen müslümanlar, "Onlara ehli kitaba yaptığınız gibi muamele ed'in" hadisinden

1291

dolayı mecûsilerden cizye almışlardır."
9. Türklerle Savaş

4303... Ebû Hureyre (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Müslümanlar, yüzleri kat kat deri ile kaplı kalkan gibi olan, kıldan elbise giyen

İM

Türklerle savaşmadikça kıyamet kopmaz."
Açıklama

Hadisin sahibi Müslim'deki rivayetlerin de ve Ebû Davud'taki bir sonraki hadiste,
anılan milletin kıldan giyecekleri şeyin pabuç olduğu bildirilmektedir. Ayrıca bir
rivayette yukarıdaki özelliklere ilaveten anılan milletin gözlerinin küçük ve burun-
larının yassı olacağı da ilave edilmiştir.

Hadis-i şerifte müslümanlarm Türklerle savaşacağı bildirilmekte ve Türklerin şekli
tarif edilmektedir. Beydavi'nin dediğine göre yüzlerinin kalkan gibi olmasından
maksat geniş olması, kalkanın kat kat deri ile kaplı olmasından maksat da sert ve etli
olmasıdır. Ayrıca hadiste anılan kavmin kıldan yapılmış elsise giyeceği
bildirilmektedir. Bazı âlimler bu cümleyi Müslim'in ve Ebu Davud'un bir sonraki
rivayetlerine bakarak kıldan dokunmuş pabuç giyecekleri şeklinde açıklamışlardır.
Nevevi'de bu izahı yapanlardandır. Avnü'l-Mabud müellifi ise, sahihi Müslim'deki ri-
vayetin "Onlar kıldan (yapılan) şeyler giyerler ve kıldan yapılan ba-buçlarıyla
yürürler" şeklinde oluşuna dikkat çekerek, hem üzerlerine giydikleri elbisenin hem de
ayaklarına giydikleri ayakkabıların kıldan olacağını söyler. Sünen-i Ebi Davud'un bu
rivayetinde yürüyecekleri pabuç zikredilmediği için anılan cümle Avnü'l-Ma'bud'daki
izaha uygun olarak kıldan elbise giyerler, diye tercüme edilmiştir.
Hadisteki tarife göre, müslümanlarla savaşacak olan milletin tatarlar olması
muhtemeldir.



Aynî'nin şu izahı, Rasûlullah'm işaret ettiği ordunun Cengiz Han ve torunu Hülagü'nün
komutasında islam alemini yakıp, yıkan, gaddarlığı dillere destan olan Tatar ordusu
olduğuna işaret ediyor.
Aynî şöyle demektedir:

Rasûlullah'm haber verdiği bu savaşların bir kısmı 617 tarihinde meydana gelmiştir.
Türklerden büyük bir ordu çıkarak bütün Horasan diyarını kılıçtan geçirmiş, bundan
sadece mağaralara saklananlar kurtulabilmişlerdir. Bunlar, Rey, Kazvin ve Merağa'ya
kadarki bütün islam beldelerini çiğneyip geçmişler, kadınlarını esir edip, çocuklarını
kesmişlerdir. Sonra da İsfahan'a ilerleyerek sayısız insanı öldürmüşlerdir. Atlarını ca-

im

milere doldurup cami ve mescidlerini direklerine bağlamışlardır."

4304... Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a) şöyle
buyurmuştur: "Siz pabuçları kıldan olan bir milletle savaşma-dıkça kıyamet
kopmayacaktır. Siz, gözleri küçük, burunları yassı ve yüzleri kat kat deri ile kaplı

[321

kalkan gibi olan bir milletle sayâşmadık-ça kıyamet kopmayacaktır."
Açıklama

Hadisin Buhari ve Müslim'deki rivayetlerinde anılan kavmin metinde sayılan
özelliklerden başka.yüzlerinin de kırmızı olduğuna işaret edilmiştir. Ayrıca Buhari'nin
rivayetinde, tarif edilen milletin Türkler olduğu açıkça ifade edilmektedir.
Buhari'nin menakıb'daki rivayeti daha uzundur. Buhari'nin bu rivayetinde kıyamet
kopmadan önce müslümanlarm savaşacakları kıldan pabuç giyenlerle Türklerin ayrı
ayrı milletler olduğu izlenimini veren bir ifade kullanılmıştır. Arada atıf edatı
kullanılmıştır. Aynî bunların Türklerden iki cins ya da öncekinden maksadın kürtler
olmasının muhtemel olduğunu söyler.

Tirmizi'nin rivayetinde, savaşılacak milletin özellikleri sayılırken sadece yüzlerinin
kalkana benzeyen kısmı zikredilmiştir.

Hadisi şerif önceki rivayetle hemen hemen aynı şeyleri ihtiva etmektedir. Orada
gerekli izah yapılmıştır. Burada da sadece Nevevi'nin Sahih-i Müslim şerhinde bu
hadisleri izah sadedinde söylediği bir şeyi ilave etmek istiyoruz. Nevevi şöyle diyor:
"Bütün bunlar Rasûlullah (s.a)in mu-cizelerindendir. Rasûlullah'm tüm özellikleri ile
zikrettiği bu Türklerle savaş yapılmıştır. Zamanımızda müslümanlar onlarla defalarca
savaşmışlardır. Şu anda da savaş sürmektedir. İyi sonucun müslümanlar için olmasını

[331

dileriz." Nevevi'nin maksadı Moğollarla yapılan savaşlar olsa gerek.

4305... Abdullah b. Büreyde, babasından, Rasûîullah'm şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir:

£341

"Sizinle gözleri küçük bir kavm-yani Türkler - savaşacaktır.
siz,onları Arap Yarımadasına katmcaya kadar üç kerre süreceksiniz, ilk sürüşte
onlardan kaçanlar kurtulacak, ikincisinde bir kısmı helak olup, kimisi kurtulacak,

[351

üçüncüsünde ise kökleri kazınacak."



Açıklama



Bu hadisi şerifde Müslümanların, müslüman olma- yan Türkleri sıkıştıracakları ve
onları üç kez Arap Yarımadasına kadar sürecekleri bildirilmektedir. Aynı ravinin,
Ahmed b. Hanbel'in müsnedindeki rivayetinde ise tam aksi bildirilmektedir. Yanı
Türklerin müslümanlan Arap yarımadasına kadar sürecekleri, ilk seferinde kaçanların
kurtulacakları, ikincisinde bir kısmının kurtulup bir kısmının helak edileceği
üçüncüsünde ise hepsinin kılıçtan geçirileceği ifade edilmektedir. Yani Ebu Davud'un
rivayetinin tam tersidir. Ahmed b. Hanbel'in rivayeti şu şekildedir:
"Abdulah b. Büreyde, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben Rasûlullah (s.a)
'in yanında otururken efendimizin şöyle buyurduğunu duydum:

"Şüphesiz geniş yüzlü, küçük gözlü sanki yüzleri deriden kalkan gibi olan bir kavim
benim ümmetimi, Arap Yarımadasına sokuncaya kadar üç kerre sürecek birincisinde
onlardan kaçanlar kurtulacak, ikincisinde bir kısmı helak olup bir kısmı kurtulacak,
üçüncüsünde ise onlardan geri kalanların hepsi kılıçtan geçirilecek."
Rasûlullah'a: - Onlar kimlerdir? Ya Rasûlullah diye sordular,

"Onlar Türklerdir, nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki atlarını müslümanlarm
camilerinin direklerine bağlayacaklar." buyurdu.

Ravi der ki; Büreyde bundan sonra devamlı surette iki üç deve, yol azığı ve suyu
bulundururdu.

Görüldüğü gibi, Ebu Davud'un rivayeti ile Ahmet b. Hanbel'in rivayeti biribirine taban
tabana zıttır. Bunların telif ve te'vili de mümkün değildir. Bu hadislerden birisini
öbürüne tercih gerekecektir. Hadislerin siyakı ve vakıaları gözönünde
bulundurulduğunda, Ahmed b. Hanbel'in rivayetinin daha doğru olduğu fikri ağır
basmaktadır. Çünkü bir defa sürülen millet, Arap Yarımadasına kadar kovalanacaktır.
Arap yarımadası da müslüman olmayan tatarların değil, müslümanlarm yurdudur.
Savaşta yenilenler, düşmanın anayurduna değil, kendi anayurtlarına kaçarlar. Dola-
yısıyla galip devlet kovaladığı düşmanı onların ülkesine doğru sürer.
İkincisi; Büreyde (r.a) Rasulullah'tan hadisi duyduktan sonra her an Türklerin
saldırısını beklemiş ve kaçabilmek için deve ve azığını hazır tutmuştur. Ayrıca Ebu
Davud'un rivayetinin sonundaki - veya dediği gibi" ifadesi ile de ravinin şüphesini
ortaya koymaktadır. Ayrıca olaylar da Ahmet b. Hanbel'in rivayetini te'yid etmektedir.
Anlaşılıyor ki, Ebu Davud'un rivayetinin ravileri vehme düşmüşler ve yanlış nakilde
bulunmuşlardır.

Avnü'l-Ma'bud müellifi yukarıya aktardığımız nokta-i nazarları zikrettikten sonra,
Kurtubî'nin, Tezkiresine her iki rivayeti de aldığını ve bunun sebebini anlayamadığını
1361

söyler.

10. Basra Hakkındaki Hadisler

4306... Müslim b. Ebi Bekre, babasından rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a) şöyle
buyurdu.

Ümmetimden (bazı) insanlar, üzerinde köprü olan, Dicle denilen nehrin yanında,
Basra adını verecekleri çukur bir yere yerleşecekler. Oranın ahalisi çoğalacak ve o
şehir Muhacirlerin şehirlerinden olacak. - İbn Yahya, Ebu Ma'mer'in; mü s lü m ani



arın şehirlerinden olacak dediğini söyledi - Ahir zaman gelince geniş yüzlü küçük
gözlü Kantura oğulları gelip, nehir kısıyısma kadar inecekler (o zaman) şehir halkı üç
gruba ayrılacak; bir grup öküzlerin kuyruğuna ve arıziye sarılacak (çiftçiliğe
yönelecek) ve helak olacak, bir grup kendi canlarını tercih edip (düşmandan aman
dileyip) kâfir olacak, bir grup da çocuklarını arkalarına alıp düşmanla savaşacaktır.

£371

İşte onlar şehidlerdir.
Açıklama

Hadiste, müslümanlarm Basra şehrine gelip orada yerleşecekleri ve sarihler tarafından
Türkler (Moğollar) diye açıklanan bir kavmin hücumuna uğrayacakları bildirilmekte-
dir.

Bazı alimler, metinde geçen Basra'dan Muradın Bağdat olduğunu, Bağdat'ın dışındaki;
Basra kapısı denilen kapıdan dolayı Rasulullah'm Bağdan bu isimle andığını söylerler.
Alimleri bu düşünceye sevkeden sebepler şunlardır:

1- Dicle nehri Bağdat'ın ortasından akmaktadır,

2- Hz. Peygamber ümmetinin bir şehir kuracağını haber vermiştir. Gerçekten Bağdat
Rasûlullah zamanında bir şehir değil, köyden ibaretti. Oranın bir şehir haline getirilişi
müslümaıılar tarafından olmuştur.

3- Hadiste müslümanlarm uğrayacağı bildirilen hücumlar Basra'ya değil Bağdat'a
karşı vuku bulmuştur. Abbasî hükümdarlarından Mu'tasım billah zamanında 650
yılında Bağdat Moğolların istilasına uğramış, Rasûlullahl in haber verdiği hadise
tahakkuk etmiştir.

Hadiste belirtilen diğer bir konu da, anılan beldenin geniş yüzlü ve küçük gözlü
Kantura oğullarının hücumuna uğrayacaklarıdır. Sarihler, Kantura 'nın;

a) Türklerin atası,

b) Hz. İbrahim'in bir cariyesi olduğu tarzında iki ayrı görüş beyan etmişlerdir. Sonraki
görüş sahiplerine göre, bu cariyeden Hz. İbrahim'in çocukları olmuş ve onların
neslinden Türkler türemiştir. Ancak bu görüş tenkid edilmiştir. Çünkü Türkler Hz.
Nuh'un oğullarından Yafes'in nes-lindendir. Yafes de Hz. İbrahim'den çok öncedir.
Buna göre İzahlar biri-birleri ile çelişki arz etmektedir. Bu çelişkiyi şu şekilde
çözümleyebiliriz: Kantura adındaki Cariye Yafes'in soyundandır veya Kantura Hz.
İbrahim'in cariyesi değil, oğullarından birisinin kızıdır, Yafes soyundan birisi ile
evlenmiş ve onlardan Türkler türemiştir. Bu durumda da Türkler hem anılan cariyenin
hem de Yafes'in neslinden gelmiş olurlar.

Rasûlullah (s. a), Basra -veya Bağdat - halkının Moğolların hücumuna uğrayınca üç
gruba ayrılacaklarını bildirmiştir. Bunlar:

a) Savaştan yüz çevirip, çiftçiliğe yönelenler. Bunlar canlarını kurtarır umuduyla
tarlalarda hayvanlarının başında çiftçilikle uğraşacaklar ama bu fayda vermeyecek ve
öldürüleceklerdir.

b) Canlarını kurtarmak için Moğollardan aman dileyenler. Bunlar belki canlarını
kurtaracaklar ama kâfir olacaklardır.

c) Evlatlarını arkalarına alıp düşmana karşı savaşanlar; bunlar şehit olacaklar ve
Allah'ın rızasını kazanacaklardır.

Aliyyül-Kari, bu haberin Rasûlullah'm mucizelerinden olduğunu, bunun ayniyle H.653
yılında meydana geldiğini söyler.



[381

Münziri, hadisin isnadında Said b. Cumhan'm olduğuna dikkat çeker.



4307... Enes b. Malik (r.a) demiştir ki; Rasûlullah (s.a) kendisine şöyle buyurmuştur:
"Ya Enes! şüphesiz insanlar birtakım şehirler kuracaklar. Onlar içerisinde Basra- veya
Busayra-denilen bir şehir olacak. Eğer oraya uğrarsan - veya girersen-tuzlu yerlerden,
iskelesinden, çarşısından ve emirlerinin kapısından uzak dur. Kenarlarına git. Şüphesiz
orada yer çöküntüsü, taş yağması ve zelzele olacak. Bir kavim, akşam yatacak ve

[391

sabahleyin maymunlar ve domuzlar olarak kalkacaktır."
Açıklama

Hadisin izahına geçmeden önce bazı kelimelerin karşılıklarını vermek istiyoruz:
Sibah: Tuzlu çorak arazi, Tîbî: "O, üzerinde tuz çıkan arazidir. Bazı ağaçlardan başka
bir şey bitmez." der.

Kella veya Kila: Basra'da bir yerin adıdır. İbnü'l - Esir, en-Nihaye adındaki eserinde
"Kella gemilerin bağlandığı yerdir, Terceme İbnü'-l Esir'in izahına göre yapılmıştır.
Davahi: Güneşe açık olan yerler veya dağlar demektir. Burada maksat, insanlardan
uzleti tavsiyedir.

Hasf: Yere batmak, yerde kaybolmaktır.

Kazf: Ahali üzerine taş yağması, şiddetli ve soğuk rüzgar, toprağın ölüleri dışarı
atması. Terceme, Aliyyü'l - Kari'nin tercihi olan ilk manaya göre yapılmıştır.
Recf: Zelzele, şiddetli yer sarsıntısı

Hadisi şerif, müslümanlarm birçok şehirler kuracaklarını ve Basra'nın da bunlardan
birisi olduğunu haber vermektedir.

Nevevi'in bildirdiğine göre bu şehre, Basra, Busra, Bisra ve Busayra denilir. Bunlar
içerisinde en meşhur olanı Basra'dır.

Basra şehrini hicretin 17. senesinde Hz. Ömer'in emriyle Ukbe b. Gaz-van inşa etmiş
ve müslümanlar 18 senede buraya yerleşmişlerdir. Bu şehir müslümanlar tarafından
inşa edildiği için içerisinde asla puta tapılma-mıştır.

Rasûlullah (s.a) Hz. Enes'e, oraya yolunun düşmesi halinde bazı yerlerden uzak
kalmasını tavsiye etmiştir. Bunlardan ilk i ki sindeki hikmetle ilgili bir kayda
rastlayamadık. Ancak çorak araziden uzak kalmayı tavsiyesi, oranın verimsizliğinden
dolayı olabilir.

Çarşısından uzak kalmayı tavsiye edişindeki hikmet, oradaki gafletin ve boş
lakırdıların çokluğu, alışverişlerde fıkhın prensiplerine uygunsuzluktur. İdarecilerin
kapılarından uzak kalmayı tavsiye de, onların zulmünün çokluğu hikmetine binaendir.
Rasûlullah Enes'e oraya vardığı takdirde Basra'nın dışına çıkmasını, insanlardan
uzaklaşmasını söylemiş ve orada yere batacak, üzerine taş yağacak, sallanacak yerlerin
olduğunu ve insan olarak yatıp, maymun ve domuz olarak kalkacak insanların olacağı-
nı haber vermiştir.

Ulema bu son cümleyi, o bölgede kaderiyecilerin çıkacağına işaret saymışlar, Hasf
(yere batma) ve mesh (hayvan haline gelme)'nin onlarda olduğunu ifâde etmişlerdir.
İbnü'l-Cevzi bu hadisi, buradakinden başka bir isnadla mevzu hadisler arasında
saymıştır. Hafız Salahuddin el,Alaî'nin bildirdiğine göre, Cev-zî'nin mevzu dediği
rivayetin isnadı şu şekildedir; Ebu Ya'la el-Mevsılî, Ammar b. Zübey, Nadr b. Enes,



babası, dedesi ve Enes (r.a) Bu isnadın tenkidine sebep Ammar b.Zübey'dir. Çünkü o
itham edilen birisidir.

Ebu Ya'la'mn ifadesine göre Ebu Davud'daki rivayetin senedindeki şahısların hepsi

[401

sahihtir. Ancak ittisalmda bir kararsızlık vardır ama o da zarar vermez.

4308... İbrahim b. salih b. Dirhem, babasından şöyle duyduğunu haber vermiştir:
Hacca gidiyorduk, bir adam (Ebu Hureyre) bize:
Sizin tarafta el-Übbele denilen bir köy var mı? dedi.
Evet, dedik.

Bunun üzerine şöyle dedi:

Kim benim için, Aşşar mescidinde iki veya dört rekat namaz kılıp "Bu, Ebu hureyre
içindir" demeyi tekeffül eder (söz verir)? Ben, Habibim Ebu'l - Kasım (s.a)'i "Şüphesiz
Allah (c.c) kıyamet gününde Aşşar mescidinden şehitler diriltecek. Bedir şehitleri ile

1411

birlikte onlardan başka hiç bir şehit kalmayacak." derken işittim.

[421

Ebu davud "Bu mescid nehrin (Fıratm) yanındadır." dedi.
Açıklama

Bu hadisin ravilerinden, İbrahim b. Salih b. Dirhem ve babası Ebu Muhammed Sa]ih b
Dirhem el-Basrî hakkında hayli konuşulmuştur. İbrahim hakkında, Buharı "Peşinden
gidilmez" Ukaylî: "İbrahim ve babası meşhur değiller, hadis mahfuz değildir."
Darakutnî "Zayıf demişler, İbn Hıbban ise sikalar arasında saymıştır.
Salih b. Dirhem için de el-Acurî; "Ebu Davud'a, o Kaderi mi? dedim. LİBilmiyorum"
dedi, der. İbn Hıbban bu zatı da sikalar arasında saymış; İbn Ebî Hatim de; "Ondan
Yahya b. Said el-Kattan rivayette bulundu" demiştir. Darakutnî de İbrahim b. Salih'in
terceme-i halini verirken, "babası sikadır" kaydını koymuştur.

Metinden anlaşıldığına göre, bir hac yolculuğu esnasında - sarihlerin ifadesine göre-
Medine ile Mekke arasında yol alırken Ebû Hureyre (r.a) yanındaki Basralılara,
onların yakınında Übbele diye bir köyün olup olmadığını sormuş "evet" cevabını
alınca da birisinin oradaki Aşşar mescidinde kendisi adına iki veya dört rek'at namaz
kılıvermesmi istemiş bu isteğine sebep olarak da Rasulullah'm, "Aşşar mescidinde
Cenabı Hakkın şehitler dirilteceğini ve bunların Bedir şehidleri ile birlikte olacakları-
nı" haber verdiğini söylemiştir.

Übbele: Dicle kenarında, Basra körfezinin Basra'ya gelen istikametinde bir yerdir.
Basra'dan daha eskidir. Yukarıda işaret edildiği üzere. Basra Hz. Ömer devrinde inşa
edildiği halde, Übbele mevcut bir şehirdi.

Siyaktan da anlaşıldığına göre, Aşşar mescidi bu köyde olsa gerek.
Ebû Hureyre (r.a) Basralılardan, birisinin o mescidde kendisi için namaz kılıvermesini
ve "Bu Ebu Hureyre için" demesini istemiştir. Bu hal alimlerin dikkatini çekmiştir.
Namaz bedenî bir ibadettir. Bedenî ibadetlerde niyabet caiz değildir. O halde Ebû
Hureyre niçin böyle bir istekte bulunmuştur? Bu soruya iki türlü cevap verlişmiştir:

a) Ebu Hıifeyre nın görüşü, bedenî ibadetlerde de niyabetin caiz olduğu istikamette
olabilir.

b) "Bu, Ebu Hureyre içindir" sözünden maksat, bu namazın sevabı Ebu



Hureyre'nindir" olabilir. Çünkü Tîbî'nin bildirdiğine göre bazı alimler bunu caiz
görmüşlerdir.

Aliyyü'l - Kari'de şöyle der: "Ulemamız, başkası adına haccetmek tc asl'm şu
olduğunu söylediler. İnsan; hac, namaz, oruç, sadaka, kuran tilaveti ve zikir gibi,
ibadetlerinin sevabını başkasına bağışlayabilir. Bu başkası diride ölüde olabilir. Bir
kimse böyle bir amel işler ve sevabını başka birisine bağışlarsa ehli sünnete göre
caizdir, sevabı, bağışlanan kişiye ulaşır."

Bu haber, yapılan bir ibadetin sevabının, diriye de hediye edilebileceğini gösterir.
Şamî de bunun cevazını açıkça bildirmiştir. Rasulullah'm ümmeti için kurbanlar
kesmesi de buna delalet eder.

İmam Nevcvi; duanın dua edilen şahsa fayda vereceğinde ıcma olduğunu, Kur'an
okumanın sevabının kendisi için okunulan şahsa varıp varmayacağında ise ihtilaf
edildiğini söyler. Beziü'l-Mechud'un talikinde bildirildiğine göre, İmam Şafii'nin
meşhur görüşüne göre sevab ulaşmaz. Ahmed b. Hanbel'e göre ulaşır. Hanefi
kitaplarından Bedai'de de insanın tüm ibadetlerinin sevabını başkasına

[43]

bağışlayabileceği ifade edilmiştir.
11. Habeşlileri Tahrikten Nehy

4309... Abdullah b. Amr (r.a) demiştir ki; Rasûlullah (s. a) şöyle buyurmuştur:
"Sizi terkettikleri müddetçe siz de Habeşlileri terkedinîz. Şüphesiz Kâ'be'nin

[44J

definesini, Habeşlilerden iki cılız bacaklı birisinden başkası çıkarmayacaktır.
Açıklama

Hadisin Buharı ve Müslim'deki metinleri, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet edilmiştir. O
rivayetlerde ince bacaklı Habeşli bir adamın Ka'beyi tahrib edeceği bildirilmiş, define
(hazine) sözkonusu edilmemiştir. Zaten Ebu Davud'un rivayetindeki, Kâ'be'nin
definesinin çıkartılmasından maksat, Kâ'be'nin yıkılıp altındaki hazinenin
çıkartılmasıdır. Ayrıca Buhari ve Müslim'in rivayetlerinde Habeşlilerin
terkedilmelerine dair bir kayıt mevcut değildir.

Hadisi şerif, Habeşliler müslümanlara saldırmadığı müddetçe onlara sataşılmamasmı,
kendi hallerine bırakılmasını emretmektedir. Bu konu 4302 nolu hadisin izahında ele
alınmış ve buna sebebin, müslümanlarla Habeşliler arasında büyük bir çölün bulunuşu
olduğunu söylemiştik. Bu hadiste ise efendimiz; Ka'beyi Habeşlilerin yıkacağını haber
vermiştir. Habeşlileri kendi hallerine bırakmanın bir hikmetinin de onların müslü-
manlara zarar vermelerine mani olmaktır.

Başka rivayetlerin de delaleti ile anlaşılıyor ki, Ka'benin Habeşliler tarafından
yıkılması Hz. İsa'nın inmesinden sonra olacaktır. Habeşlilerin başında ince bacaklı
birisi bulunacaktır. Aslında Habeş milleti zayıf, çelimsiz bir ırktır. Ancak hadiste
işaret edilen olaydaki askerin başındaki şahsın bacakları çok daha ince olacağı için
efendimiz ona " = İki bacakcik sahibi" demiştir.

Ka'benin Habeşliler tarafından yıkılması Kâ'be'nin yeryüzünden kalkması demektir.
Bir rivayette Ka'be'yi yedi sene kimsenin haccetmeyeceği, sonra yıkılacağı, Kur'an'm
önce mushaflardan sonra da kalplerden silineceği, insanların şiire, müziğe ve cahiliye



hikayelerine döneceği sonra Deccal'in çıkacağı ve Hz. İsa'nın ineceği bildirilmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de Mekke-i Mükerreme'nin emin bir harem kılındığı bildirilmektedir.
[451

Halbuki bu hadiste Ka'benin yıkılacağı bildirilmekte dir. Bu durum, hadisin
ayetle çelişki arzettiği izlenimim verebilir. Ama aslında bu çelişki sözkonusu değildir.
Çünkü Harem-i şerifin emniyeti dünya harabolup kıyamet yaklaşmcaya kadardır.
Ayetin bu hadiste tahsis edildiğini söyleyenler varsa da Kadı Iyaz önceki görüşü

146]

benimsemiştir.

12. Kıyametin Alametleri

4310... Ebu Züra şöyle demiştir:

1421

Medine'de Mervan'a bir grup geldi. Onu, kıyametin alametlerinden İlkin'in
Deccal'in çıkması olduğunu söylerken dinlediler. Ben ayrılıp, Abdullah b. Amr (r.a)'ya
geldim ve olanı haber verdim.
Abdullah:

"Çıkış itibariyle alametlerin üki güneşin batıdan doğması veya kuşluk vakti Dabbe'nin
[48]

insanlar arasına çıkışıdır. Bunlardan hangisi daha önce olursa diğeri hemen
peşinden gelir."
Ebu Zür'a derki:

Abdullah-ki o kitapları okurdu. "Zannediyorum o ikisinden daha önce çıkacak olan;

149]

güneşin batıdan doğmasıdır." dedi.
Açıklama

Hadisin Müslim'deki rivayetinde, Mervan'm kendileri ile konuştuğu grubun üç kişi
olduğu belirtilmiştir. İbn mace'nin rivayetinde ise Mervan hadisesi sözkonusu edilme-
miştir.

Hadisten anladığımıza göre; Mervan kıyametin ilk alametinin Deccal'in çıkması
olduğunu söylemiş, Abdullah b. Amr ise bunun doğru olmadığını, Mervan'm sahabe
olmadığı için sözüne itibar edilemeyeceğini ihsas ederek, ilk alametlerin güneşin
batıdan doğması veya kuşluk vakti dabbenin çıkması olduğunu söylemiştir. Abdullah
bu sözlerini Rasûlul-lah'tan işittiğini söyleyerek takviye etmiştir.
Bilindiği gibi kıyamet kopmadan önce birtakım alametler belirecektir. Bunlardan bir
kısmı büyük alametler, bir kısmı da küçük alametlerdir. Bundan sonra gelecek olan
hadiste, Rasulullah (s. a) kıyametin on alametini saymıştır. Üzerinde durduğumuz bu
hadis; kıyametin, çıkacak olan ilk alametini sözkonusu etmektedir. Biz, kıyametin
diğer alametleri üzerinde konuşmayı bundan sonraki hadise bırakarak burada
kıyametin ilk alameti konusundaki münakaşaları ele almak istiyoruz.
Fethu'l-Vedûd'da şöyle denilmektedir:

"Abdullah b. Amr; Mervan'm söylediğinin batıl olduğunu kasdetmiş.-tir. Ancak
Beyhaki, Halimî'den ilk alametin Deccal'in çıkışı sonra Hz. İsa'nın inişi sonra Ye'cuc
ve me'cuc'un çıkışı, sonra Dabbe'nin çıkışı ve güneşin batıdan doğması olduğunu



söyler. Buna sebep şudur; Kafirlerin hepsi İsa aleyhisselam zamanında müslüman
olacaklardır. Şayet güneşin batıdan doğması, Deccal'm çıkışından önce olsaydı,
onların imanı fayda vermezdi. Onun için, bazı alimler bu(üzerinde durduğumuz)
hadisi, te'vil etmişler ve alametlerden maksdm ya kıyametin yaklaştığım veya geldiği-
ni bildiren işaretler olduğunu, Deccal'in çıkışının birincisinin, güneşin batıdan
doğmasının da ikincisinin ilk alameti olduğunu söylemişlerdir. 7 İbn Kesir ise,
Deccal'in çıkışı ve Hz. İsa'nın inişinin insan alışık olduğu cinsten olaylar olduğunu
çünkü bunların birer beşer olduğunu, Dabbe'nin çıkışı ve güneşin batıdan doğmasının
ise insanların alışık olmadıkları harikulade olaylar olduğunu söyler. Bu te'vil iki
rivayetin arasım birleştirmekte oldukça makul bir izahtır.

Bu rivayette Abdullah, Rasulullah'tan naklen kıyametin ilk alametlerinin güneşin
batıdan doğması veya Dabbe'nin çıkışı olduğunu haber vermiş ama hangisinin daha
önce olduğunu açıklanmamıştır. Ancak bunlardan birisi meydana gelince hemen
peşinden öbürünün zuhur edeceği beyan edilmiştir. Ancak İbn Mace'nin rvayetînçle
önce güneşin batıdan doğması, sonra da Dabbe'nin çıkışı zikredilmiştir.
Ebu Zür'a; Abdullah'ın kitapları okuduğuna işaret etmiştir. Bu kitaplardan murad;
Tevrad, ve İncil gibi kutsal kitaplardır. Tabi onlar muharrer oldukları için içindekiler
[50]

delil değildir.

4311... Huzeyfe b. Esîd el-Ğıfari demiştir ki; Rasûlullah'a ait bir çardağın gölgesinde
oturmuş konuşuyorduk. Kıyameti söz konusu ettik, seslerimiz yükseldi. Bunun
üzerine Rasulullah (s.a):

Kıyamet kendisinden önce (şu) on alamet çıkıncaya kadar kopmaz - veya olmaz-:
Güneşin battığı yerden doğması, Dabbe'nin çıkması, Ye'cuc ve Me'cuc'un çıkmaları,
Deccal, İsa b. Meryem, duman, biri doğudan biri batıdan, biri de Arap Yarımadasında
olmak üzere üç yerin batması, bunların sonuncusu da Yemen'den; Aden'in en aşağı-

£511

smdan bir ateşin çıkmasıdır. Bu, insanları mahşere sevk eder." buyurdu.
Açıklama

Müslim'in bir rivayetinde Şu'be, kendisine onuncu alamet olarak bir ravinin de
insanları denize atacak bir rüzgarın çıkması olduğunu söylediklerini nakleder.
Tirmizi'nin rivayetinde de "Onuncusu ya insanları denize atacak bir rüzgar ya da İsa b.
Meryem'in inişidir" denilmektedir.

Tirmizi bu konuda, Ali, Ebu hureyre, Ümmii Seleme ve Safıyye binti Huyey'den
mervi hadis olduğunu söyler ve bu hadisin hasen sahih olduğunu ilave eder.
Üzerinde durduğumuz hadisi şerif, kıyamet kopmadan önce meydana gelecek olan on
alameti konu edinmiştir. Şimdi bu alametleri tek tek ele alıp inceleyelim:
1- Güneşin battığı taraftan doğması: Şüphesiz bu fevkalade bir olaydır. Cenabı hak bir
düzen kurmuş ve kendi dilediği vakte kadar o düzenin aynı şekilde yürümesini
dilemiştir. Güneşin şimdi doğduğu istikametten doğup, battığı istikametten batması o
düzenin gereğidir. Güneşi doğudan doğduran Allah'ın Batıdan doğdurmaya da gücü
yeter. Bunu yapmak için de tüm kainatın nizamını değiştirmeye ihtiyacı yoktur. "O bir

[521

şeyin olmasını murad ettiği zaman ol der o da oluverir."



Kirmanı, asırlar önce, kainatın kurulmuş bir düzeni olup bu düzenin değişemeyeceği
tarzında varid olabilecek itirazlara cevap vermiş, Suyutî de bunu nakletmiştir. Anılan
alimin söyledikleri yukarıya özet olarak verdiğimiz fikir istikametindedir.
2- Dabbe'nin çıkışı: Dabbe hayvan demektir. Kur'an-i Kerim'de buna işaret edilmiştir.
Bir ayet-i kerimede: "Kendilerine söylenmiş olan, başlarına geldiği zaman, yerden bir
çeşit hayvan çıkarırız ki o, onlara, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıklarını
[531

söyler." buyurulmaktadır.

Müfessirler, dabbe'nin Safa dağından çıkacak büyük bir hayvan olduğunu söylerler.
Bazıları Dabbe'nin biri Mehdi, diğeri Hz. İsa zamanında üçüncüsü de güneş batıdan
doğduktan sonra olmak üzere üç defa çıkacağını söylemişlerdir.
İbn Mace'deki, Hz. Musa'nın asası ve mühürü beraberinde olduğu halde çıkacağı, asa
ile mü minin yüzünü parlatacağı, mühür ile de kafirin burnunu damgalayacağı ifade

£541

edilmektedir.

Gerek hadis şerhlerinde gerekse tefsirlerde, kıyamete yakın zamanda çıkacak olan
dabbenin bazı özellikleri sözkonusu edilmiştir. Bu özelliklerin bazıları Rasulullah'tan
rivayet edilen hadislere istinad ettirilirken, bazıları için kaynak gösterilmemiştir.
Fahreddin Razi'nin naklettiğine ve bir hadise dayandırdığına göre Dabbe'nin boyu
altmış zira (yaklaşık 42m)'dir. Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadise göre de iki
boynuzunun arası bir fersah (5762 m) kadardır.

Dabbe; dört ayaklı derisi tüy ve kıllarla kaplı ve iki kanatlı olacaktır. Kurtubî
Tezkire'sinde İbn Zübeyr'den naklen, Dabbe'nfn bütün hayvanlardan mürekkep bir
bütün olacağım söylemiştir. Buna göre; başı öküz başından, gözü domuz gözünden,
kulakları fil kulağından, boynuzu deve boynuzundan, boynu deve kuşu boynundan,
göğsü Aslan göğsünden, rengi pars renginden, böğrü kedi böğründen, kuyruğu koç
kuyruğundan ayaklan yük devesinin ayaklarından olacak, her iki mafsal arasında on
iki zirahk (arşmlık) mesafe bulunacaktır."

Kurtubi'nin bu söylediklerini Salebi, Maverdi ve daha başka alimler de
zikretmişlerdir. Bunlar İbn Cüreyc'ten de rivayet edilmiştir.

Dabbe'nin çıkış müddeti ve çıkış yeri konusunda da birtakım rivayetler vardır. Hz. Ali
(r.a)'dan onun üç günde çıkacağı rivayet edilmiştir. Yukarıda onun, Safa tepesinden
çıkacağını söylemiştik. Mescidi haramdan çıkacağına dair de görüşler vardır.
Fahreddin Razi'nin belirttiğine göre Dabbe, birincisi Yemen'den ikincisi çölden
üçüncüsü Mescidi Haramdan olmak üzere üç kez çıkacak, ilk ikisinde kaybolacak
üçüncüsünde kalacaktır.

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Kur'an'da Dabbe'nin çıkacağı bildirilmiş ama tafsilat
verilmemiştir. Hakkında söylenenler pek sahih hadislere dayanmamaktadır, tenkide
açıktır. Kabul edilmesi zorunlu değildir.

Bu konuda Elmalık Muhammed Hamdi Yazır Merhum'un bazı alimlerden naklettiği
ve kendisinin de katıldığı görüş daha kabule şayandır. El-malılı merhumun meseleye
bakışı özetle şöyledir: "Dabbe" kelimesi yerde yürüyen her canlı hakkında kullanılır,
dolayısıyla insana da şamildir. Ayet-i kerime de, dabbe'nin konuşacağı ve insanlara
inanmadıklarını söyleyeceği bildirilmektedir. Ayrıca İbn Mace ve daha başka
muhaddislerin rivayet ettikleri hadiste efendimiz, dabbe'nin elinde Süleyman (a.s)'ın
mühürüniin ve Musa (a.s)'mn asasının bulunacağını haber vermiştir. Ayrıca Hz. Ali"
den Dabbe'nin kuyruğu olan bir dabbe değil, sakalı olan bir dabbe olduğu rivayet



edilmiştir. Bütün bunlar insana ait özelliklerdir. O halde çıkacak olan dabbenin insan
olduğunu söylemek daha uygundur.

Hamdi Efendi'nin belirttiğine göre; dabbe maddi ve manevi harikulade bir kuvvet ve
saltanatla zuhur edecek ve büyük bir İslam devleti kuracaktır. Çıkacak bu zata dabbe
denilmesine sebep, kafirlere karşı katı olacağı ve onu çıkarmanın Allah Teâlâ ya
yerden bir dabbe çıkarır gibi kolay olması yönündendir.

İçlerinde Abdullah b. Ömer'inda bulunduğu bir grup alime göre dabbe'nin çıkışı, emri

[551

bi ma'rüf, nehyi ani] miinker îerkedildiği zamana olacaktır.
3- Ye'cuc ve Me'cuc'un Çıkışı:

Ye'cuc ve Me'cuc, Arapçaya başka dillerden geçmiş yabancı kelimelerdendir. Batılılar
bunlara Yagug ve Magug demişler ve bunların şeytanın soyundan geldiklerini iddia
ederlermiş. İbn Haldun da Mukaddimesinde bunlara Yegug Magug demiştir ki bunlar
da batıdan alınmış bir tabirlerdir.

Batılılar batı Roma İmparatorluğu'nu istila eden Hunlara Yagug ve Magug
demişlerdir.

Ehli kitaptan bazıları, Ye'cuc ve Mecuc'un Hz. Adem'in bir ihtilamin-dan meydana
geldiğine dair bir efsaneye inanmaktadırlar. Tevrat'ta ise bunların Hz. Nuh'un
oğullarından Yafes'in soyundan geldikleri bildirilmektedir. Vehb b. Münebbilrde bu
kanaati benimsemiştir. Bu görüş birçok alim tarafından hüsn-ü kabul görmüştür.
Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetinde, Ye'cuc ve Me'cuc'dan ve bunların kıssalarından
bahsedilmektedir. Kehf suresi'nin 74. ayetinde "Şüphesiz Ye'cuc ve Me'cuc
yeryüzünde fesat çıkarıcılardırlar." buyurulmakta-dır. Müfessirler bu ayetteki "fesat
çıkarıcıdırlar" lafzının cem' oluşuna bakarak, bunların iki kişiden ibaret olmayıp pek
çok olduklarını söylemektedirler. Müfessir Katade, Ye'cuc ve Me'cuc'un yirmi küsur
kabileden meydana geldiğini söyler. Elmalılı Hamdi efendinin bildirdiğine göre,
yeryüzündeki insanların yüzde doksanının Ye'cuc ve Me'cuc olduğunu nakledenler de
olmuştur.

Kur'an-ı Kerim' de, Ye'cuc ve Me'cuc'un baskısından korkan bir milletin, Zülkarneyn'e
müracaat ederek, kendilerini Ye'cuc ve Me'cuc tehlikesinden koruyacak bir set
yapmasını istedikleri, Zülkarneyn'in de demir ve bakır eriyiğinden böyle bir set

[561

yaptığını tafsilatlı bir şekilde hikaye edilmektedir.

Merhum Kamil Miras, bazı müfessirlerin, Zülkarneyn'e set yapımı için müracaat eden
kavmin Türkler olduğunu söylediklerini nakleder ve buna göre Ye'cuc ve Me'cuc'unda

[M

Moğollar olması gerektiğini söyler. Enbiya suresinin 96 ve 91 ayetlerinde:
"Nihayet Yecûc ve Me'cuc açılıp da her tepeden akın ettikleri ve hak olan va'd
yaklaştığı zaman o küfredenlerin derhal gözleri belerecek "eyvah bizlere; biz bundan
gaflet ettik, hayır kendimize zulmetmiş olduk" diyeceklerdir." buyurulmaktadır.
Müslim, İbn Mace ve Ahmet b. Hanbel'in rivayetlerinde belirtildiğine göre, Ye'cuc ve
Me'cuc o kadar kalabalık olacak ki, Taberiye gölü veya Dicle ve Fırat'ın bütün suyunu
içip bitireceklerdir. Yeryüzündekiîeri öldürdükten sonra gökyüzüne oklarını atacaklar
ve oklar kanlı olarak dönecek, göktekileri de öldürdük diyeceklerdir. Bunun üzerine
Allah (c.c) bir gecede onların burun deliklerine, boyunlarına veya kulaklarına neğaf
denilen küçük kurtlar (deve ve koyun gibi hayvanların burunlarından düşen küçük
kurtlar) gönderecek ve sabahleyin hepsi ölmüş olacaklar. Bunların leşlerinden yeryüzü



kokacak ve yeryüzüne inmiş olan Hz. İsa ve arkadaşlarının duasıyla Cenab-ı Hak deve
boynu gibi uzun boyunlu kuşlar gönderecek. Bu kuşlar, o leşleri alıp Allah'ın istediği

£581

yerlere götürecek sonra bir yağmur yağacak ve ortalığı temizleyecektir.
Hindistan'ın tanınmış alimlerinden Mehmet Enver Keşmirî (V.H. 1352 M. 1933)
Feyzu'l - Bari'de Rusların Ye'cuc, İngilizlerle Almanların da Me'cuc olduklarını,
dolayısıyla Ye'cuc ve Me'cuc'un çıkışının bir kaç defa tekrarlanacağını söylemiştir.
Taberi'nin bildirdiğine göre Ye'cuc ve Me'cuc üç tiptir: Birincileri sedir ağaçları kadar
uzun boylu, ikincileri o kadar iri, üçüncüleri de vücutlarını kulakları ile örtebilecek
durumdadırlar.

Ye'cuc ve Me'cucun çıkışı kıyametin alametlerindendir. Haklarında Kur'anda ve sahih
hadislerde söylenenler haktır, gerçektir. İnanır kabulleniriz. Bunların dışındakiler ise
ilmî dayanağı olmayan iddialardan ibarettir. Müfessir Ebu Hayyan, Ye'cuc ve
Me'cuc'un eşkali hakkkında söylenenlerin hiçbirisinin doğru haberler olmadıklarını
söyler.

4- Deccal'in çıkması: 14. bab Deccal'in çıkışı ile ilgili hadisleri ihtiva etmektedir.
Deccal konusunu orada ele almak istiyoruz.

5- İsa (a.s)'nm inmesi: Kıyamet kopmadan önce Hz. İsa (a. s) yeryüzüne inecek ve Hz.
Muhammed (s.a)'İn şeriatı ile hükmedecektir. Onun inmesi, son peygamberin Hz.
Muhammed (s. a) olup, ondan sonra peygamber gelmeyeceği gerçeğine aykırı değildir.
Çünkü Hz. İsa (a. s) yeni bir şeriat getirip, Hz. Muhammed'in şeriatini neshetmeyecek,
adaletli bir hakem olarak inecek, bizim şeriatimizle hükmedecek, insanların terkettiği
şer'î işleri ihya edecektir.

İsa (a.s)'in yeryüzüne indikten sonra Deccal ile kavga edip onu öldüreceği sahih
hadislerle sabittir.

Hz. İsa'nın yeryüzünde ineceği yerin Şam'ın doğusundaki beyaz minareli bir cami,
Kudüs'teki mescidi Aksa ve Ürdün olduğu tarzında rivayetler vardır. İbn mace'nin,
Nevvas b. Sem'an el-Kilabî'den rivayet ettiği uzunca bir hadisin, Hz. İsa'nın inmesi ve
faiiyetleri ile ilgili bölümünde şöyle denilmektedir: Deccal ile halk bu durumda
iken Allah, İsa (a.s)'yi gönderecek. İsa Dimeşk'm doğusunda beyaz minarenin yanma
boyalı bir ei-bise içinde, ellerini iki meleğin kanatlan üzerine koymuş olarak inecektir.
İsa (a. s) başını eğdiği zaman terler damlayacak, kaldırdığı zaman iri inciler gibi gümüş
taneciklerine benzeyen ter tanecikleri yuvarlanacaktır. Onun nefesi gözünün alabildiği
yere kadar ulaşacak, nefesinin kokusunu duyan bütün kâfirler ölecektir. Hz. İsa gidip,
Lud kapısı yanında Deccal'e yetişecek ve onu öldürecektir. Sonra Allah'ın Nebisi İsa,
Allah'ın Deccal'den koruduğu bir kavmin yanma varacak, yüzlerini mesbedecek ve
onlara cennetteki derecelerini anlatacaktır.

Onlar bu vaziyette iken Allah (c,c) Hz. İsa'ya "Ya İsa! Ben öyle kullar yarattım ki
onlarla savaşmaya kimsenin gücü yetmez. Sen, benim kullarımı Tur'a götür, koru"
diye vahyedecek Ye'cuc ve Me'cuc'u gönderecektir. Bunlar, Allah'ın buyurduğu gibi
her tepeden hızla ineceklerdir. Öncüleri Ta-beriye gölüne uğrayıp ondaki suyu
içecektir. Arkadan gelenler de oraya varıp, burada su vardı, diyeceklerdir. Allah'ın
nebisi Hz. İsa ve arkadaşları mahsur kalacak. Öyle ki onlardan birisine bir öküz başı,
bu gün sizden birinize yüz dinardan daha değerli olacak. Daha sonra Hz, İsa ve
arkadaşları Allah'a dua edecekler ve Allah (c.c) onların (Ye'cuc ve Me'cuc'un üzerine)
boyunlarına Neğaf (kurtlar) gönderecek. Böylece Ye'cuc ve Me'cuc bir kişinin ölmesi
gibi hepsi birden ölmüş olacaklar. Hz. İsa ve arkadaşları (Tur' dan) inecekler ve onların



leşleri, pis kokuları ve kanlan ile dolmamış bir karış yer bulamayacaklar. Bunun
üzerine İsa (a. s) ve arkadaşları Allah'a dua edecekler. Allah da onların üzerine melez
devenin boynu gibi uzun boyunlu kuşlar gönderecek. Bu kuşlar o leşleri alıp, Allah'ın
dilediği yere atacaklar. Sonra Allah (c.c) onlar üzerine bir yağmur gönderecek,
insanları o yağmurdan ne bir kerpiç ev, ne de bir çadır koruyamayacak. O yağmur her
tarafı yıkayıp ayna gibi parlatacaktır. Sonra yere, "ürününü bitir, bereketini geri getir"
denilecektir. İşte o gün herkes bir tek nardan yiyecek. Nar insanları doyuracak ve
kabuğu altında gölgelenecekler. Allah süte de bereket verecek öyle ki yeni doğuran
deve kalabalık bir cemaata, yeni buzağılamış inek bir kabileye, yeni kuzulamış bir
koyun da sülâleye yetecek kadar süt verecektir. Sonra Allah (c.c) onlara güzel bir
rüzgar gönderecek, o rüzgar onları koltuk altlarından yakalayarak, müslüman olan
herkesin ruhunu alacaktır. Diğer insanlar eşeklerin alenen çiftleştiği gibi açıkta

1591

çiftleşip duracaklar. İşte onların üzerine kıyamet kopacaktır.

Görüldüğü gibi bu hadis Hz. İsa'nın inmesi ile ilgili hayli detaylı bilgi vermiştir.
Aslında bunlara başka birşey eklemeye gerek yoktur. Ancak konu ile ilgili olarak
Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri bir hadisin mealini de aktarmak istiyoruz:
Rasulullah (s. a) şöyle buyurmuştur:

"Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki muhakkak yakında Meryem oğlu İsa,
adil bir hakim olarak gökten inecektir. O, salibi kıracak, hınzırı öldürecek ve cizyeyi
kaldıracaktır. Mal o kadar çoğalacak ki onu kimse kabul etmez olacaktır. Artık Allah

mm

(c.c)'a bir secde etmek, dünya ve dünyada olan herşeyden daha hayırlı olur."

6- Duman (Duhan)'m çıkması: Kıyametin alameti olan duman konusundaki önemli

görüşler şunlardır:

a) Kur'an-ı Kerim'de buyurulan, "O halde, gökyüzünün açık bir duman getireceği

[6Ü

günü (bekle)" ayetinde geçen dumandır. Bu duman Hz. Peygamber döneminde
geçmiştir. Huzeyfe, İbn Ömer ve Hasen (r.an-hum) bu görüştedir.

b) İbn Mes'ud'un bildirdiğine göre dumandan maksat Mekke müşriklerinin başına
gelen kıtlık felaketidir. Bu felaket esnasında müşrikler açlıktan zayıflamışlar,
gözlerinin feri gitmiş ve gökyüzünü puslu görmüşler, onu duman zannetmişlerdir.
Bazı alimler bu görüşü benimsemişlerdir.

c) Duman henüz vuku bulmamıştır, kıyametin kopacağına yakın bir zaman da olacak,
kafirlerin nefeslerini tıkayacak, mü'minlere nezle gibi bir rahatsızlık verecektir.
Nevevi bu görüşü benimsemiştir.

Huzeyfe (r.a), Duhan'm kıyamete yakın bir zamanda görülüp 40 gün 358devam
edeceği şeklinde bir hadis rivayet etmiştir.

Alimler bu farklı rivayetleri birleştirmek için, iki ayrı duman olayının varlığını;
birisinin vuku bulduğunu, öbürünün de kıyamete yakın bir zamanda meydana
geleceğini söylemişlerdir.

7,8,9- Biri doğuda birisi batıda, birisi de Arap Yarımadasında olmak üzere üç yerin
batması.

Bizden önceki bazı ümmetler, işledikleri günahlardan ötürü ceza olarak "hasf ' yere
batma cezasına çarptırılmışlardır. Bu hadisten anlıyoruz ki; kıyamet kopmadan önce
üç ayrı sarsıntı, (zelzele) olacak ve üç bölge batacaktır .İbn Melek daha önceden bir
çok batma olayının olduğunu ama bu hadiste haber verilen olayın henüz



gerçekleşmediğini, bu batmanın öncekilere nisbetle çok şiddetli olacağını söyler.
10- Bir ateşin çıkması: Üzerinde durduğumuz hadiste Aden'in en uzak köşesinden bir
ateşin çıkıp insanları mahşere sevkedeceği bildirilmektedir. Bazı alimler, buradaki
mahşerden maksadın Şam olduğunu söylerler. Bu görüş mahşerin Şam arazisi
üzerinde olacağım bildiren meşhur bir hadise dayanmaktadır. Aliyyii'l-Kari, Şam
arazisinin ya mahşerin başlangıç yeri olacağını veya bu bölgenin tüm mahşer ahalisini
alacak derecede büyültüleceğim söyler.

Hadis metininde de belirtildiği gibi Aden Yemen' de büyük bir şehirdir.
Kıyametin alameti olan ateşin, Hicaz toprağında çıkacağını bildiren bir hadis yine
ateşin Hadramutta çıkacağını bildiren bir başka hadis daha vardır.
Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyrc (r.a)'den rivayet ettikleri bir hadiste, Rasulullah
(s.a) şöyle buyurmuştur. "Hicaz toprağından Basra'daki develerin boyunlarını

[62]

aydınlatacak bir ateş çıkmadıkça kıyamet kopmayacaktır."

Tirmizi'nin, İbn Ömer (r.anhuma)'den rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s.a) şöyle
buyurmuşlardır. "Kıyametten önce Hadramııt'tan veya Hadramut denizinden bir ateş
çıkacak ve halkı Şam'a doğru sürecektir...."

Alimler kıyametten önce çıkacak olan bu ateşler konusunda şunları söylemişlerdir:

Kadı Iyaz: "İhtimal ki bunlar ayrı ayrı iki ateştir. Ya da ateşin ilk çıkışı Yemen'den

olacak ve çok kuvvetli olduğu için Hicaz'da görülecektir" demiştir.

Nevevi ise, Kadı Iyaz'm izahını beğenmemiş ve şöyle demiştir: "Hadiste Hicaz'da

çıkacak olan ateşin haşrla bir bağlantısından bahsedilme-inektedir. O ayrı bir kıyamet

alametidir. Zamanımızda Medine'de bir ateş çıkmıştır. Bu ateş pek büyük olmuştur.

Onun hakkında Şam'lılann ve başka bölgelerde yaşayanların bilgisi vardır."

Kurtubi de Medine'den böyle bir ateşin çıktığından bahsetmektedir.

Kurtubi'nin bildirdiğine göre bu ateş 654 yılında çıkmış ve ta Busra dağlarından

görülmüştür.

Bu izahlardan anlaşıldığına göre kıyamet alameti olarak çıkacak olan ateş konusunda
fazla bilgi yoktur. Alimler, bu ateşlerin bazılarının çıktığını söylemişlerdir. Tarihte bir
takım büyük ateşler çıkmış olabilir. Ama bunların kıyamet alameti olan ateş olduğunu
kesin olarak söylemek mümkün değildir.

Rasûlullah'm hadisi ile sabit olan bu on alametin hangi sıraya göre çıkacağı konusunda
farklı görüşler vardır. Bu görüşleri şöylece özetleyebiliriz:

1- Kıyamet alametlerinin çıkış sırası şöyledir: Dumanın çıkması, Dec-cal'in çıkışı, Hz.
İsa'nın inmesi, Ye'cuc ve Me'cuc'un çıkmaları, Dab-be'nin çıkışı, güneşin batıdan
doğması, bu görüş sahipleri; Hz. İsa zamanında tüm kafirlerin müslüman olacağını
hatırlatarak "Şayet güneşin batıdan doğması Hz. İsa'nın inmesinden önce olsaydı
kafirlerin müslüman olmalarının kıymeti olmazdı." derler.

2- Fethu'l - Vedûd da bildirildiğine göre, ilk alamet yer batmalarıdır. Sonra sırayla
Deccal'in çıkışı, Hz. İsa'nın inmesi, Ye'cuc ve Me'cuc'un çıkmaları, mü'minlerin
ruhlarının kabzolunacağı rüzgarın çıkışı, güneşin batıdan doğması, dâbbetü'l-arzm
çıkjşı, dumanın çıkışı.

Kurtubî de Tezkire'de bu sıraya benzer bir sıra zikretmiş ancak dumanın yerine
Deccal'i artmıştır.

Beyhaki, Hakim'den bu tertibin benzerini zikretmiş Dâbbe'nin çıkışını güneşin batıdan
doğmasından Önce anmıştır.

Rasulullah (s.a)'den rivayet edilen bazı haberlerde kıyamet alametleri sayılırken ilk



sırada güneşin batıdan doğması anılmıştır. Nitekim üzerinde durduğumuz hadiste de
öyledir. Kurtubi bu hadislerdeki alametlerin çıkış sırasına göre sıralanmadığını,
maksadın tertibe işaret olmayıp tamamını bildirmek olduğunu söyler. Kurtubi,
Huzeyfe (r.a)'den rivayet edilen bir hadisin "fâ" edatı ile tertip ifade eden bir tarzda
dizildiğini ancak bunun sahih olmadığını çünkü Huzeyfe'den başka sırayla da
rivayetler bulunduğunu söyler.

Şüphesiz bu tip şeylerin akıla ve kıyasla bilinmesi imkansızdır. Rasu-lullah'tan da
sıraya işaret eden kesin bir bilgi rivayet edilmediğine göre "alametlerin çıkış sırası
şudur" diyebileceğimiz kesin bir tertib göstermek zordur.

Şu ana kadar anlatmaya çalıştığımız alametler, kıyametin büyük alametleridir. Bir de
küçük alametler vardır. Bunların başlicalan şunlardır: Büyük inşaatlar, camilerin
süslenmesi, emanete hıyanet, içki ve bid'atle-rin çoğalması, kadınlarda hayanın
azalması, hakimlerden adaletin kalkması, bereketin azalması, şarkıcı kadınların
çoğalması, hilekarlann güvenilir, eminlerin hain tanınması, idari işlerin ehil
olmayanlara verilmesi, fitnenin çıkması, kadınların çoğalması, erkeklerin azalması,
müslüman-larla yahudiler arasında savaş, Fırat nehrinin suyunun çekilip altından altın
bir dağ çıkması..

Bu sayılanlar küçük alametlerden bazılarıdır. Bunların sayısı çok fazladır. Biz sözü

[63]

fazla uzatmış olmamak için örnek olarak bunları zikretmekle iktifa ettik.

4312... Ebu Hureyre fr.a) Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmaz. Doğup da insanlar onu gördüğü
zaman, yeryüzünde olan herkes iman edecek. İşte bu: Daha önceden iman etmiş
veya imanında bir hayır kazanmış olmayan hiçbir kimseye (o günkü) imanı fayda

I64J £651
vermez... " (ayetinin işaret ettiği) zamandır.

Açıklama

Hadisin Müslim ve İbn Mace'deki rivayetleri Ebu Davud'dakinin aşağı yukarı
aynısıdır. Ancak buradaki ayet-i kerime, ayet olduğna işaret edilmeden hadis metninin
bir bölümü olarak kaydedilmiştir.

Buhari'deki rivayeti ise hayli uzundur. Hadisin buradaki rivayetinde. Önce kıyamet
kopmadan evvel iki büyük topluluk arasında büyük bir savaş çıkacağı, otuz kadar
yalancı Deccal'in çıkıp her birinin kendisini Allah'ın elçisi sanacağı, depremlerin
çoğalacağı, zamanın kısalacağı, fitnelerin çıkıp savaşların artacağı, malın çoğalıp
insanların sadaka vermek için kişiler arayacağı, insanların bina yapımında
yarışacakları, insanların hayattan bıkıp kabirdeki ölülerin yerinde olmayı isteyecekleri
bildirilmektedir. Hadisin buradaki bölümünden sonra da, iki kişinin kumaşlarım
yayacakları, ama daha alıp satmadan ve toplamadan, insanın hayvanını sağıp daha
sütünü içmeden, havuzunu sıvayıp doldurmadan, lokmasını ağzına alıp da daha
yemeden kıyametin kopacağı bildirilmektedir.

Hadis-i şerifte güneşin batıdan doğmadan kıyametin kopmayacağı, batıdan doğduğu
zaman da yeryüzündeki herkesin iman edeceği bildirilmiş-ve bu halin En'am suresinin
158. ayetinde işaret edilen hal olduğu ifade edilmiştir. Hadis metninde ayetin tamamı
zikredilmemiştir. İşaret edilen ayetin tamamı şu şekildedir: "Onlar hala kendilerine ille



(azab edecek) meleklerin gelmesini, yahut (bizzat) Rabbinin gelmesini veya Rabbi-nin
ayet (ve mucize) lerinden birinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabi-nin ayetlerinden biri
geldiği gün daha evvelden iman etmiş veya imanında bir hayır kazanmış olmayan hiç
bir kimseye (o günkü) imanı asla fayda vermez. De ki: Bekleyin! Çünkü biz (de)
şüphesiz bekleyicileriz." (En'âm 158).

Ayetin zahiri, güneşin batıdan doğması gibi kıyamet alametleri çıktıktan sonra imanın
da tevbenin de fayda vermeyeceğine delalet etmektedir. Ebu'l-Berekât Abdullah en-
Nesefı bu ayetin tefsirinde: "Güneş batıdan doğduktan sonra kafirin imanının kabul
edilmeyeceği gibi, münafıkm ihlası ve tevbesi de kabul edilmeyecektir. Ayetin takdiri
şu şekildedir: Önceden iman etmeyenin imanı ve tevbe etmeyenin tevbesi fayda

1661

vermez" demektedir.

Rasûlullah'in birçok hadisinde de, güneş batıdan doğduktan sonra imanın fayda
vermeyeceği beyan edilmiştir. İbn Cerir'in Ebû Hureyre'den rivayet ettiğine göre
Rasûlullah (s. a) şöyle buyurmuştur;

"Üç şey var ki onlar çıktıktan sonra, iman etmiş veya imanından bir hayır kazanmış
olmayan hiçbir kimseye ( o günkü) imanı fayda vermez. Bunlar: Güneşin battığı

[671

yerden doğması, Deccal ve Dabbetü'l, arz'dır."

İbn Mace'nin Safvan b. Assal'dan yaptığı bir rivayette de efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Şüphesiz güneşin battığı tarafta genişliği yetmiş yıllık mesafe olan açık
bir kapı vardır. Güneş o kapı (batı) tarafından doğunca, önceden iman etmiş veya
imanında bir hayır kazanmış olmayan hiç kimseye (o günkü) imanı fayda
[681

vermeyecektir.

1691

13. Fırat'ın Hazinesini Açığa Çıkarması

4313... Ebu Hüreyre (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Fırat'ın, altından bir defineyi açığa çıkarması yakındır. Kim ( o zaman) orada

1201

bulunursa ondan bir şey almasın."

4314... Abdullah b. Said el-Kindî, (Abdullah'a) Ukbe - yani İbn Halid- (Ukbe'ye)
Abdullah haber verdi; Ebu'z-Zinad'dan, Ebuz'z-Zinad A'rec'den o da Ebu Hureyre
kanalıyla Rasûlullah (s.a)'den önceki hadisin mislini rivayet etti. Ancak O (ravi)



"Altından bir dağ üzerinden açılır." dedi.
Açıklama

Tirmizi bu iki rivayet için "hasen sahih" demiştir.
Hadisin Buhari'deki rivayeti aynen Ebu Davud'taki gibidir.

Sahih-i Müslim'de ise birkaç farklı rivayet vardır. Bunlardan ikisi, Sünen-i Ebu
Davud'taki birinci ve ikinci rivayetler gibidir. Müslim'in bir rivayeti de şu şekildedir:
"Fırat nehri altın bir dağın üzerinden açılmadıkça kıyamet kopmayacaktır. İnsanlar



onun için biribirleri ile savaşacaklar ve her yüz kişiden doksan dokuzu öldürülecektir.
Onlardan her biri keşke kurtulan ben olsam diyecektir."
Müslim'in başka bir rivayeti de şu şekildedir:

"Yakında Fırat nehri altın bir dağ üzerinden açılacak (altındaki altını açığa
çıkaracaktır) İnsanlar bunu duyunca ona doğru yürüyecekler, onun yanında olanlar,
"Şayet bundan birşey almalarına izin verirsek bunun hepsi götürülür" diyecekler.
Bunun üzerine savaşacaklar, her yüz kişiden doksan dokuzu öldürülecektir."
Bu babdaki rivayetlerden birisinde Fırat nehrinin tabanından altından bir define,
birisinde ise altından bir dağ çıkacağı bildirilmektedir.

Avnü'l-Ma'bud müellifinin nakline göre altına "define" denmesine sebep; nehir
açılmadan önceki haline itibarla, "dağ" denmesi de çokluğuna itibarladır. Aliyyü'l-
Kari'de rivayetlerde belirtilen olayın tek, rivayetlerin muhtelif olduğunu, maksadın;
altından bir dağ gibi büyük bir hazinenin ortaya çıkacak oluşu olduğunu söyledikten
sonra; rivayetlerin ayrı ayrı olaylara işaret edebileceğini, altından hazinenin çıkışının
ayrı, altın madeninden olan dağın çıkışının da ayrı bir olay olmasının da muhtemel
olduğunu söyler.

Avnü'l- Ma'bud müellifi, birinci görüşün sahih olduğuna işaret etmiştir.
Hadislerden anlaşıldığına göre kıyamet yaklaşınca Fırat nehrinin suyu çekilecek ve
dibinden altın bir hazine çıkacaktır. Bu hazine dağlar gibi çok olacaktır. İnsanlar bu
hazineyi almak için oraya üşüşecekler ve biri-birlerine gireceklerdir. Öyle ki, savaşan
her yüz kişiden doksan dokuzu ölecektir. Rasûlullah (s. a) ümmetinden o gün orada
hazır olanların anılan altına yaklaşmamalarını tavsiye etmişlerdir. Böylece çıkacak
olan fitneden emin olacaklarını ihsas etmişlerdir.

Muasır müelliflerden fıratm altından hazine çıkmasından maksadın, Fırat sularının
değerlendirilmesi, onun ekonomiye en yararlı biçimde kullanılması şeklinde izah

1721

edenler vardır. Tabi bu bir te'vildir, doğruluk yönü tartışmaya açıktır.
14. Deccal'in Çıkışı

4315... Rabi b. Hıraş şöyle demiştir: Huzeyfe (b. el-Yeman) ve Ebu Mes'ud (el-Ensarî)
bir araya geldiler. Huzeyfe şöyle dedi:

[73]

"Şüphesiz Deccal ile birlikte olan şeyi ben ondan daha iyi bilirim; şüphesiz
Deccal'in yanında sudan bir deniz ateşten bir nehir olacaktır. Sizin su(dan)
zannetiğiniz aslında ateş, ateş olarak gördüğünüz de sudur. Sizden her kim buna erişir
de (su isterse) ateş olarak gördüğünden içsin. Çünkü o onu su (olarak) bulacaktır."

[741

Ebu Mes'ud el,Bedri: "Rasûlullah (s.a)'den aynen böyle derken işittim" dedi.
Açıklama

Bu konu kıyametin büyük alametlerinden birisi olan Deccal ile ilgilidir. Deccal'in
şekli, yapacağı işler gibi izahına gerek duyduğumuz noktalan hadislerin izahı
esnasında açıklamaya çalışacağız.

Deccal sözlükte gizleyen, örten, yalancı manalarına gelir. Hakkı batılla örteceği için
bu isim verilmiştir. Yeryüzünün çeşitli yönlerini dolaşacağı için Deccal ismini aldığını



söyleyenlerde vardır.

Kurtubî, Tezkire'sinde bu nesneye Deccal denilmesine sebep olarak on görüş ileri
sürüldüğünü söyler.

Deccal bir insandır. İnsanları Allah'a isyana, kendine kulluğa çağıracaktır. Huzeyfe
(r.a) Ebu Mes'ut la bir araya geldiğinde "Ben Deccal'in yanmdakini ondan daha iyi
bilirim" demiştir.

Dipnotta işaret ettiğimiz gibi Huzeyfe'nin "ondan" sözü ile Deccal'i de Ebu
Mes'ud'uda kasdetmiş olması muhtemeldir. Ebu Mes'ud'u kas-detmiş ise, Ebu
Mes'ud'un bunu Rasûlullah'tan işitmediğini zannediyor olsa gerek. Nitekim Ebu
Mes'ud'da "Ben Rasûlullah'tan aynen böyle duydum" diyerek Huzeyfe'nin zannmın
hatalı olduğuna dikkat çekmek istemiştir.

Sahihi Müslim'deki bir rivayette, burada Huzeyfe'nin sözü olarak geçen bu cümle,
Rasûlullah'm sözü olarak takdim edilmektedir. O rivayette "ondan" kelimesinden
maksadın Deccal olduğu açıkça bellidir.

Hadisi şerifte, Deccal'in yanında sudan bir deniz ve ateşten bir nehir bulunacağı, ama
aslında ateş gibi görünen şeyin su, su gibi görünen şeyin de ateş olduğu
bildirilmektedir. Sahih-i Müslim'deki bazı rivayetlerde ve Buhari'nin rivayetinde deniz
ve nehir anılmadan Deccal ile birlikte su ve ateş bulunacağı, bir rivayette de ateşten
bir nehir, sudan bir nehir olacağı ifade edilmektedir. Ahmed b. Hanbel ve Taberani'nin
rivayetlerinde ise onunla birlikte iki vadi bulunacağı bunlardan birisinin cennet
Ötekinin cehennem olarak gösterileceği, ama aslında cehennemin cennet, cennetin de
cehennem olduğu beyan edilmektedir. Yine Ahmet b. Hanbel'in Ebu Hureyre'den
tahric ettiği bir hadiste de cennet ile birlikte cennet gibi bir-şey olacağı
belirtilmektedir.

Askalani Fethu'l - Bari'de nesneleri aksi olarak görmenin sebebinin görülen şeyin
görene göre farklılık arzedeceğinden kaynaklandığını söyler. Askalani'ye göre burada
sözkonusu edilen farklı görüntülerin sebebi de ya Deccal'in bir sihirbaz olup bir şeyi
olduğunun ters göstermesi ya da Allah (c.c)'m Deccal'in cennet olarak gösterdiği şeyin
içini cehennem, cehennem olarak gösterdiğinin içini de cennet kılmasıdır. Üçüncü bir
ihtimal de cennetin nimet ve rahmetten, cehennemin de mihnet ve hikmetten kinaye
olmalarıdır. Her kim Deccal'e itaat eder, Deccal de ona inam ederse onun işi sonuçta
cehennemdir. Kim de ona karşı çıkar cezasına muhatap olursa onun gideceği yer de
cennettir.

İbn Hacer bu ihtimallerden ikincisini tercih etmektedir.

Hz. Peygamber (s. a) Deccal'in yanındaki ateş ve suya erişen mü'min-lerin onun
suyunu değil ateşini tercih etmelerini, çünkü aslında onun suyunun ateş, ateşinin su
olduğunu belirtmiştir. Bu aynı zamanda Deccal'e itaat değil, karşı çıkılması yolunda
1251

bir emirdir.

4316... Enes b. Malik (r.a) Rasulullah (s. a) in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Hiç bir peygamber gönderilmemiştir ki ümmetini tek gözlü, yalancı Deccal'e karşı
uyarmış olmasın. Haberiniz olsun o tek gözlüdür, Rabbiniz Teala ise tek gözlü

değildir. Şüphesiz Deccal'in iki gözü arasında "Kâfir" yazılıdır.



4317... Bize Muhammed b. el-Müsenna, Muhammed b. Cafer'den o da Şu'be'den



(Deccal'in iki gözü arasında) "



1771

=Kefere" yazılı olduğunu haber verdi.



4318... Bize Müsedded, ona Abdulvaris haber verdi, o Şuayb b. el-Hı-cab'dan, Şuayb
da Enes b. Malik (r.a) vasıtasıyla Rasûlullah'tan rivayet ettiği bu hadiste Rasûîullah,

[78]

"Onu (Deccal'in alnındaki kafir yazısını) her müslüman okur." buyurdu.
Açıklama

Bu üç rivayet, Deccal'in görünüşü ile ilgilidir. Aralarındaki cüzi farklara işaret için
bunlar ayrı numaralar altında verilmişlerdir. Bu rivayetlerden birincisinde Deccal'in
iki gözü arasındaki yazının " = Kafir, ikincisinde, " Kaf, fe ve re harfleri) olduğu
bildirilmekte, üçüncüsünde ise bu yazının bütün müslümanlar tarafından
okunabileceği, ilavesi yer almaktadır. Sahih-i Müslim'deki bir rivayette Ke-fe-re
harfleri, "yani Kâfir" diye tefsir edilmiştir.

Hadisi şerifte, gönderilen her peygamberin ümmetini Deccal'e karşı uyardığı
bildirilmektedir. Tirmizi'nin rivayetinde, Hz. Nuh (a.s)'un da ümmetini Deccal'e karşı
uyardığı ifade edilmekte ve Rasûlullah'm Deccal'in tek gözlü olduğunu diğer
peygamberlerin haber vermediğini sadece kendisini bildirdiğini söylediği ilave
edilmektedir.

Hz. Nuh'un ve daha sonraki peygamberlerin ümmetlerini Deccal'e karşı uyarmaları
konusunda bir müşkil görülmektedir. O şudur: Bir çok sahih hadiste Hz. İsa'nın inip
Hz. Muhammed (s.a)'in şeriatı üzere amel edeceği ve Deccal'i öldüreceği haber
verilmiştir. Bu, Deccal'in Hz. Muhammed (s.a)'in Peygamberliğinden sonra çıkacağını
gösterir. O halde Hz. Nuh'un ve diğer peygamberlerin ümmetlerini Deccal'e karşı
uyarmalarının sebebi nedir?

Bu müşkile şu şekilde cevap verilmiştir: "Hz. Nuh'a ve daha sonraki peygamberlere
Deccal'in çıkacağı vakit açıklanmamıştı. Bunlar Deccal'in çıkacağını biliyorlar ama
çıkış vaktini bilmiyorlardı.

Onun için ümmetlerini uyarmışlardır. Nitekim önceleri bu bizim Peygamberimizce de
açıklanmamıştı. Onun "eğer o ben aranızda iken çıkarsa ben onun hasmıyım"
buyurmuş olması da buna delildir. Hz. Peygamber (s.a)'e Deccal'in çıkacağı zaman
daha sonra bildirilmiştir.

Bu hadiste Deccal'in tek gözlü olacağına işaret edilmiş fakat hangi gözünün kör
hangisinin açık olacağına temas edilmemiştir. Diğer hadis kitaplarında bu mes'eleye
temas eden hadislerin biribirleri ile çelişkili oldukları görülmektedir. Sahih-i
Müslim'in bir rivayetinde Deccal'in sağ gözünün kör ve üzüm tanesi gibi dışa fırlamış

[791 £801
olduğu bir rivayetinde sol gözünün kör ( başka bir rivayetinde de gözünün

£811

silik olduğu bildirilmektedir. Görüldüğü gibi bunlar birbirleri ile çelişkilidir.
Aynî, bu rivayetler arasındaki çelişkiyi izale için şöyle demektedir: "Deccal'in bir
gözü tamamıyla kör, öbürü de sakattır. Dolayısıyla her iki göz için de kör demek
sahihtir. Çünkü " = a'ver" kelimesi aslında kusurlu manasınadır."
Hz. Peygamber (s. a); "Rabbiniz tek gözlü değildir" buyurarak hem Allah'ın noksan
sıfatlardan münezzeh olduğuna işaret buyurmuş, hem de Deccal'in ilahlık iddiasını



ibtal etmiştir. Çünkü Allah mükemmeldir, yaratıklara benzemez, noksan sıfatlardan
münezzehtir. Deccal tek gözlülüğü ile hem kusurludur, hem beşere benzemektedir;
hem de kusurlarından kurtulabilecek bir güce de sahip değildir. O halde bu derece aciz
bir varlığın kalkıp da tanrılık iddiasında bulunması çok abestir. Buna rağmen insanlar
arasında ona inanan, peşinden gidenler olacaktır. Onun için bütün peygamberler
ümmetlerini ona karşı uyarmışlardır. Deccal'e inanılmasına sebep bir takım harikulade
şeyler göstermesi ve uğradığı yerlerden süratle geçmesidir. Onu gören zayıf iradeli ve
zayıf akıllılar yaptıklarına kanacaklar, noksanları konusunda düşünmelerine zaman
bırakmadan Dec-cal orayı terkedecektir. Kadı Iyaz'm belirttiğine göre Deccal birisini
öldürecek sonra tekrar çürütecektir. Dinlen şahıs onu tasdik edeceği yerde ya-
lanlayacak ve "Senin şerrin konusunda basiretim arttı" diyecektir.
Hadis-i şerifte ayrıca Deccal'in bir alameti olarak iki gözü arasında ;'kâfır" yazılı
olacağı ve bunun (okumayı bilsin bilmesin) tüm müslü-manlar tarafından okunacağı
bildirilmektedir.

Kadı îyaz bu yazının gerçekten olacak mı, yoksa onun küfrüne delalet eden bir alamet
mi olduğu konusunda ihtilaf edildiğini söyler. Kuvvetli görüşe göre bu gerçek bir
yazıdır ve harfleri ayrı ayrı değil bitişik olarak cafir şeklindedir. Nevevi'de yazının

[821

gerçek olduğunu söyleyenlerdendir.

4319... İmran b. Husayn (r.a) Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu Öylemiştir.
"Deccal'i işiten kişi ondan uzaklâşsm. Vallahi insan onu mü'min zannederek ona gelir

[83]

ve içine düştüğü (ölüleri diriltmesi gibi) üphelerden dolayı - veya içine düştüğü

İMİ İMİ
şüpheler için- ona tabi olur.

4320... Ubade b. Samit (r.a) Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Şüphesiz ben size Deccal'den (çok) bahsettim, (ama yine de) anlayamamış
olmanızdan korktum. Şüphesiz Mesihud Deccal kısa boylu, eğri bacaklı, (yürürken
bacaklarının arası açık) kıvırcık saçlı, tek gözlüdür. Gözü siliktir, kabarık da çukur da
değildir. Eğer durumu size karışık gelirse biliniz ki Rabbiniz tek gözlü değildir."

£861

Ebu Davud: "Amr b. Esved kadılığa tayin edildi" dedi.
Açıklama

Bu hadiste müslümanlann karıştırmamaları için Deccal'in özellikleri daha detaylı
olarak verilmiştir. Bu özelliklerden ikisi, sarihlerin üzerinde durdukları konulardan ol-
muştur. Bunlar:

a) Boyunun kısa olması: Bu hadiste, Deccal'in boyunun kısa olduğu bildirilmektedir.
Temimu'd- Dari'nin rivayet ettiği bir hadiste ise onun insanların en büyüğü olduğu
bildirilmektedir.

Zahirdeki bu tearuz birkaç yolla izâle edilmiştir:

1- Deccal aslında uzundur ama çok şişman olduğu için kısa görülür. İyice dikkat
edilmezse kısalığı farkedilemez.

2- Deccal'in iri olmasından maksat, şişmanlığıdır. O kısadır ama şişmandır. Aliyyü'l -



Kari, Deccal'in çok fitneci oluşundan dolayı bu te'vi-lin yerinde olduğunu söyler.
3- Aslında uzun boyludur ama çıktığı zaman Allah onun şeklini değiştirecektir,
b) Deccal'in gözlerinin durumu: Hadiste önce Deccal'in bir gözünün kör olduğu
belirtilmiş, peşinden de gözün silik olduğu; ne dışa doğru çıkık ne de çukur olduğu
ilave edilmiştir. Bu özelliklerin hepsi tek gözdedir.

Diğer göz ise üzüm tanesi gibi göz çukurunun dışındadır. Yukardaki özellikler, diğer

£871

gözün dışa doğru çıkık olmasına mani değildir.

4321... Nevvas b. Sem'an el-Kilabî (r.a)'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s. a)
Deccal'i anıp şöyle demiştir:

"Şayet ben aranızda iken çıkarsa, sizin önünüzde onun hasmı (mağlup edicisi) benim.
Eğer ben aranızda yokken çıkarsa herkes kendisinin savunucusu (galip gelicisi) dur.
Her müslüman hakkında Allah benim halifemdir. Sizden her kim ona erişirse, ona
karşı Kehf (suresinin baş tarafını) okusun. Şüphesiz o fitneye karşı sizin için emandır."
(Ravi Nevvas der ki): Biz (Rasûlullah' a):
Yeryüzünde ne kadar kalacak? dedik.

"Kırk gün; bîr gün bir sene gibi, bir gün bir ay gibi, bir gün bir hafta gibi diğer günleri
de sizin (normal) günleriniz gibidir" buyurdu.

Ya Rasûlullah bu bir sene gibi olan günde bir günlük namaz bize yeter mi? dedik;
"Hayır, onun için günü takdir ediniz."

Sonra Dımeşk (şam)'in doğusundaki beyaz minarenin yanma İsa b. Meryem (a. s)

£881

inecek, Deccal'e yetişip Lüt kapısının yanında onu öldürecek" buyurdu.
Açıklama

Hadisin Müslim, Tirmizi ve İbn Mace'deki rivayetleri hayli uzundur. Örnek olarak
Sahih-i Mülimdeki rivayetin tercümesini buraya aktarmak istiyoruz: Nevvas (r.a)
şöyle dedi. "Bir sabah Rasûlullah (s. a) Deccal'i andı, onu anlatırken sesini alçaktı,
yükseltti hatta onu hurma bahçesinde zannettik, akşamleyin yanma vardığımızda
bizdeki bu zannı anladı ve: "- Bu haliniz ne?" diye sordu. Biz:

Ya Rasûlullah, sabahleyin Deccal'i andın, onun hakkında konuşurken sesini Öyle
alçaktın yükselttin ki kendisini hurma bahçesinde zannettik, dedik. Bunun üzerine
şöyle buyurdular:

"Deccal'den başkası sizin namınıza beni daha çok korkutur. Eğer ben sizin aranızda
iken çıkarsa, ona ben galebe çalarım. Ben aranızda yokken çıkarsa, herkes kendi
başının çaresine bakar. Allah her müslüman hakkında benim halifemdir. bu adam
kıvırcık saçlı bir gençtir.. Gözü fırlamıştır. Ben onu, Abdul-Uzaz b. Katan'a benzetir
gibiyim. Sizden ona kim yetişirse, üzerine Kehf suresinin ilk ayetlerini okuyuversin.
O, Şam ile Irak arasında bir semtten çıkacak ve sağa sola fesat saçacaktır. Ey Allah'ın
kulları sebat edin." Biz:

Ya Rasûlullah! Yeryüzünde ne kadar kalacaktır? dedik

"Kırk gün (kalacak) Birgün bir sene gibi, Bir gün bir hafta gibi. Sair günleri de sizin
günleriniz gibi olacaktır." buyurdular.

Ya Rasûlullah Bir sene gibi olacak bir günde bir günlük namaz bize kafi gelecek mi?
dedik.



"Hayır, onun için günün miktarını tayin edin" buyurdu.
Ya Rasûlullah onun yeryüzünde sürati ne olacak?" dedik;

"Arkasından rüzgar esen yağmur gibidir. Bir kavmin üzerine gelerek onları davet
edecek. Onlar da kendisine iman edecek ve icabette bulunacaklardır. Gökyüzüne
emredecek o yağmur yağdıracak yere emredecek o da nebat bitirecektir. Akşamleyin
deve sürüleri o kavmin yanlarına alabildiğine uzun hörgüçlü ve bol sütlü, böğürleri
dolu olarak döneceklerdir. Sonra bir kavme gelerek onları da davet edecek, fakat onun
sözünü reddedecekler, o da kendilerinden savuşup gidecektir. Bunlar kıtlık içinde
sabahlayacaklar, ellerinde mallarından bir şey kalmayacaktır. (Bu adam) bir harabeye
uğrayarak ona definelerini çıkar, diyecek. Harabenin defineleri arı kovanları gibi
hemen arkasına düşeceklerdir. Sonra, genç babayiğit bir adam çağıracak ve onu kılıçla
vurarak ikiye bölecek, her parçayı bir ok atımı yere fırlatacaktır. Sonra bu adamı
çağıracak. Adam ona gülerek yüzü parlar bir halde gelecektir. O bu halde iken aniden
Allah, Mesih b. Meryem'i gönderecektir. Mesih, Dımeşk'in doğusundaki Akmina-reye
iki boyalı elbise içinde elini iki meleğin kanatları üzerine koymuş olarak inecek.
Başını eğdiği zaman su damlayacak, kaldırdığı zaman ondan inci gibi gümüş taneleri
yuvarlanacaktır. Onun nefesinin kokusunu duyan her kafir mutlaka ölecektir. Nefesi
de gözünün gördüğü yere varacaktır. Mesih, bu adamı arayacak nihayet onu Lut kapı-
sında yetişerek öldürecektir. Sonra bu adamın şerrinden kendilerini Allah'ın koruduğu
Meryem oğlu İsa'ya bir kavm gelecek. İsa onların yüzlerini silecek, onlarla cennetteki
derecelerine göre konuşacaktır. O bu halde iken Allah İsa'ya: "Ben öyle kullarımı
çıkardım ki, onları öldürmeye hiç kimsenin eli varmaz. Şimdi sen benim kullarımı
Tûr'a götürerek koru, diye vahy indirecek ve Allah Ye'cuc'u Me'cuc'u
gönderecektir. Bunlar her tepeden sür'atle sizacaklardır. Bu sür'atle, öncüleri, Taberiye
gölüne uğrayacak ve içindeki suyu içecekler. Son gelenleri oraya varacak ve: Bu gölde
bir zamanlar hakikaten su vardı diyeceklerdir. Nebiyullah İsa ile arkadaşları muhasara
edilecek hatta onlardan birine bir öküz başı, sizden birinize bugün yüz altından daha
makbul olacaktır. Bunun üzerine Allah'ın nebisi İsa ve arkadaşları (Allah'a) niyaz
edecekler. Allah da Ye'cuc Me'cuc'un üzerine, boyunlarına isabet edecek deve kurdu
neğaf gönderecektir. Böylece, bir kişinin ölmesi gibi helak olarak sabahlaya-caklardır.
Sonra Nebiyullah İsa ile arkadaşları (Tur'dan) yeryüzüne inecekler yeryüzünde onların
leşleri ve pislikleri ile dolmadık bir karış yer bulamayacaklardır. Nebiyullah İsa ile
arkadaşları yine Allah'a niyaz edecekler, Allah'da Horasan develerinin boyunları gibi
kuşlar gönderecek, bu kuşlar onların cesetlerini yüklenerek, Allah'ın dilediği yere
atacak ki ona ne kerpiç ev ne de çadır mani olabilecektir. Bu yağmur yeryüzünü
yıkayacak, onu ayna gibi yapacaktır. Sonra yere, "mahsulünü bitir, bereketini tekrar
getir," denilecektir. İşte o gün cemaat, nar yiyecekler ve onun kabuğu altında
gölgelenecek-lerdir. Süte bereket verilecek hatta yeni doğurmuş bir deve bir sürü
insana yetecek, yeni doğurmuş bir sığır bir kabileye yetecek, yeni doğurmuş bir koyun
akrabadan bir oymağa kafi gelecektir. Onlar bu halde iken, Allah güzel bir rüzgar
gönderecek, bu rüzgar onları koltuklarının altlarından yakalayacak, her mü'minin ve
her müslümanm ruhunu kabzedecek, insanların kötüleri kalarak yeryüzünde eşekler
gibi alenen çiftleşeceklerdir. İşte kıyamet bunların üzerine kopacaktır."
Hadisin sünen-i Ebu davııd'un rivayetindeki şu konular üzerinde durmak gerekir:
a) Hz. Peygamberin; şayet Deccal onun sağlığında iken çıkarsa, kendisinin onun
hasmı olacağı; efendimizin vefatından sonra çıkarsa herkesin kendisini savunması
meselesi:



Hadisin devamında Hz. İsa'nın yeryüzüne inip deccal'i öldüreceği bildirilmektedir. Bu
durumda hadisin baş tarafı ile son tarafı arasında bir çelişki göze çarpmaktadır. Çünkü
efendimiz baş tarafta kendisinin onunla karşılaşması ihtimali olduğu izlenimini vermiş
sonunda ise, Deccal'i Hz. İsa'nın öldüreceğini açıkça beyan buyurmuştur.
Alimler zahirdeki bu çelişkiyi genelde iki şekilde te'lif etmişlerdir:

1- Rasûlullah (s. a) daha önceleri Deccal'in ne zaman çıkacağını bilmiyordu, kendisine
bilahare bildirildi. Bu halin uzunca bir konuşmanın başı ile sonu arasında olması da
mümkündür.

2- Hz. Peygamber, Deccal'in mutlaka çıkacağını, onun çıkışında hiç bir şüphenin
olmadığını bildirmek için böyle bir ifade kullanmıştır.

Fahr-i kainat efendimiz, Deccal'in kendisinin vefatından sonra çıkması halinde
herkesin kendisini korumasından maksat, onun göstereceği bazı harika şeylere
kanmamak, elindeki delili ile kendisini savunmaktır.

b) Müslümanlara Deccal ile karşılaştıklarında Kehf suresinin ilk ayetlerini okumaları
tavsiye edilmiş, buna sebep olarak da onun, müslümanlar için eman olduğu
belirtilmiştir. Anılan sürenin baş tarafından Allah'a inanan birkaç kişinin zalim
Dakyanos'un şerrinden kaçarak bir mağaraya sığındığı ve orada Cenab-ı Hak
tarafından korunduğu anlatılmaktadır. Aynı şekilde, Deccal'in fitnesine karşı da Allah
(c.c)'m bu ayetlerle müs-lümanları koruyacağı umulur.

c) Hadisi şerifte Deccal'in kırk gün kalacağı, ama onun günlerinin uzun olacağı
bildirilmektedir. Buna göre Deccal'in bir günü bir sene, bugünü bir ay, bir günü bir
hafta geri kalan günler de normal günler kadar olacaktır. Rasûlullah {s. a) bu uzun
günlerde namazların takdir edilerek kılınacağını haber vermiştir.

Bu mes'ele ile ilgili olarak Nevevi şöyle demektedir: "Bu hadis zahiri üzeredir. Bu üç
gün, anılan rnikdar kadar uzundur. Rasûlullah 1* iti kalan günlerde sizin günleriniz
gibidir, buyurması buna delalet etmektedir."

Bazı alimler, "günlerin uzunluğundan maksat, müslümanlann gam ve kederlerinden
dolayı vaktin geçmemesi, günlerin sıkıntının miktarına göre yıl gibi ay gibi, hafta gibi
görünmesi, geçmek bilmemesi" demişlerdir. Ancak bu görüş kabule şayan değildir.
Hadiste bir yıl gibi olan günde namazların takdir edilerek kılınacağı bildirilmektedir.
Nevevi'nin beyanına göre bundan maksat normal günlerdeki zamanı esas alarak
takdirde bulunmaktır. Yani fecirden sonra normal gündeki fecir ile öğle arasındaki
zaman takdir edilip öğlen namazı kılınır. Öğle ile ikindi arasındaki vakit takdir edilip
ikindi, ikindi ile akşamın arası takdir edilip o kadar vakit geçince yatsı akşam ile yatsı
arası takdir edilip o kadar zaman geçince yatsı kılınır ve bu tekrarlanır. Yani bir sene
kadar uzun olan günde senenin günlerinin tüm namazları kılınır. Ay ve hafta kadar
sürecek olan günler için de durum aynıdır.

Kadı Iyaz ve başka alimler: Bu hüküm o güne mahsustur. Bunu bize şeriat sahibi
koymuştur. Eğer bu hadis olmayıp da biz içtihadımızla baş başa bırakılsaydık o günde
bilinen vakitlerde beş vakit namazla iktifa ederdik" demişlerdir.
Bu hadis şafağın kaybolmadığı yerlerdeki yatsı namazı ve altı ay gece ve altı ay
gündüzün devam ettiği bölgelerdeki vakit namazları konusu için de bir mesned
olmuştur. Bazı alimler vaktin, vücubun zahiri sebebi ve edasının şartı olduğunu, şart
bulunmayınca meşrutun da bulunmayacağını söyleyerek böyle yerlerde vakit
bulunmadığı için namazın farz olmayacağını söylerler. Diğer bazı alimler ise bu
hadisle istidlal ederek buralara en yakın olan; vaktin tam teşekkül ettiği yerler esas
alınmak surtiyle takdir yapılıp, beş vakit namazın kılınacağını söylerler. Eş-Şami,



İmam Şafii'den şafak kaybolmadan önce fecrin doğduğu bölgelerde yatsının farz

[891

olduğunu nakletmektedirler.

d) Hadiste, Hz. İsa'nın Şam'ın doğusundaki beyaz minareye inip Lüt kapısında
Deccal'e yetişip onu öldüreceği bildirilmektedir. Bazı rivayetlerde Hz. İsa'nın
Kudüs'teki mescid-i Aksa'ya ineceği bildirilmektedir. Aliyyü'l - Kari: "Bence bu
rivayet daha kuvvetlidir ve diğer rivayetlere ters değildir. Çünkü mescid-i Aksa
Dımeşk'in doğusundadır ve o zaman müslüman askerlerin toplandığı yer olacaktır. Şu
anda orada beyaz minare yoksa o zaman yapılır" demektedir.

Nevevi ise "Beyaz minare şu anda Şam'ın doğusunda mevcuttur" der. Hz.
Isa'nm.Ürdün'e ineceği şeklinde de rivayet vardır.

Suyûtî'nin Mirkatu's -Suut'ımda, İmadu'd-din b. Kesir'den naklen şöyle denilmektedir:
"Zamanımızda (741 yılında) minarenin yapısı beyaz taşlarla yenilenmiş ve bu, eski
minareyi yakan Hristiy ani arın mallan ile yapılmıştır. Her halde bu Rasûlullah'ın
peygamberliğinin delilleriridendir. Çünkü Allah (c.c) beyaz minarenin binasının Hz.

İM

İsa'nın inmesi için Hristiyanlann malları ile yapılmasını lütfetmiştir.

4322... Bize İsa b. Muhammed haber verdi, bize Damure haber verdi, o Şeybanî'den,
Şeybanî Amr b. abdullah'dan, Amr Ebu Ümame'den o da Rasûlullah (s.a)'den önceki
hadisin benzerini rivayet etti. Namazları da o hadisteki aynı mananın benzeri ile



zikretti.
Açıklama

Musannif Ebû Davud bu rivayeti muhtasar olarak önceki hadise havale etti. İbn
Mace'nin rivayeti ise hadisin tamamını almaktadır.

Üç sahife kadar olan İbn Mace'nin rivayetinin özeti şudur: Rasûlullah (s. a) cemaate
Deccal'i anlatmış, kendisinden önceki bütün peygamberlerin ümmetlerini Deccal'e
karşı uyardığını çünkü yeryüzündeki en büyük fitnenin Deccal'in fitnesi olduğunu
beyan etmiştir. Şayet Efendimizin sağlığında çıkarsa onunla kendisinin mücadele
edeceğini, sonra çıkarsa herkesin kendisini savunacağını bildirmiş, Deccal'in özel-
liklerini saymıştır. Rasûlullah'ın bildirdiğine göre, Deccal önce kendisiin peygamber
olduğunu söyleyecek daha sonra Allah olduğunu iddia edecektir. İki gözü arasında
Kafir yazılı olacak ve bu yazı okuma yazma bilen bilmeyen herkes tarafından
okunacaktır. Beraberinde bir cennet bir de cehennem olacaktır. Ancak aslında onun
cenneti cehennem, cehennemi de cennettir. Kehf sûresinin ilk ayetlerini okuyanlar,
Hz. İbrahim'in ateşten korunduğu gibi, Deccal'in fitnesinden korunacaktır.
Deccal bir bedeviye; anasını babasını dirilttiği takdirde kendisine inanıp
inanmayacağını soracak, onun "evet" demesi üzerine, iki şeytan onun anası babası
kılığına girecek ve bedeviyi Deccal'e tabi olmaya teşvik edeceklerdir. Ayrıca başka bir
fitne olarak da; Deccal bir adamı testere ile biçip ikiye ayıracak, sonra onu diriltip
Rabbinin kim olduğunu soracak, adam da: "Rabbim Allah'tır, sen de Allah düşmanı
Deccalsin" diyecektir. Hadiste belirtildiğine göre; Deccal'in bunlardan başka fitneleri
de vardır. Mesela buluta yağdırmasını, yere bitirmesini emredecek yağmur yağıp yer
bitki bitirecektir. Bir kabileye uğrayacak, o kabile kendisini yalanlayacak bunun



üzerine o kabilenin tüm hayvanları helak olacaktır. Başka bir kabileye daha uğrayacak
onlar ise Deccal'i tasdik edecek bunun üzerine yağmurlar yağacak, bol ot bitecek,
hayvanlar etlenecek, sütleri artacaktır. Mekke ve Medine'nin dışında Deccal'in ayak
basmadığı yer kalmayacaktır. Mekke ve Medine'ye gitmek istediğinde, ona melekler
mani olacaklardır. Nihayet Zurayb-i ahmer yanında çorak bir yere inecek, Medine
şehri üç defa sallanacak, Medine'de ne kadar münafık varsa Deccal'in yanma
koşacaktır.

O günde Araplar çok az olacak ve beytü'l-Makdis'de bulunacaklardır. Salih bir zat
olan imamları onlara sabah namazı kıldırmak üzere öne geçtiği esnada Hz. İsa inecek
bunun üzerine imam, Hz, İsa'nın namaz kıldırması için geriye çekilecek ama Hz. İsa
geçmeyecektir. Namazdan sonra Hz. İsa kapıyı açmalarını isteyecek, açtıklarında kapı
önünde yanında yetmiş bin yahudi olduğu halde Deccal durur olacaktır. Deccal Hz.
İsa'ya bakınca tuzun suda eridiği gibi eriyecek ve kaçmaya başlayacaktır. Hz. İsa,
Deccal'in peşine takılıp, Lût'un doğu kapısında ona yetişip öldürecektir. Allah
yahudileri hezimete uğratacak, yahudiler neyin arkasına gizlenirlerse o şey bunu haber
verecektir.

Rasûlullah daha sonra Deccal'in kırk yıl kalacağını, onun bir yılının yarım yıl, bir
yılının bir ay, bir ayının bir hafta gibi, kalan günlerinin de kıvılcım gibi süratli
olacağını söylemiş, o günlerde namazların takdir edilerek kılınacağını beyan
buyurmuştur.

Rasûlullah bundan sonra Hz. İsa (a.s)'mn yapacaklarının anlatmıştır. Buna göre İsa
(a. s) haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kldıracak zekatı terkedecektir.
Düşmanlık ve kin ortadan kalkacaktır. Hatta çocuk elini yılanın ağzına sokacak ama
yılan ona zarar vermeyecek, aslan çocuğun önünden kaçacaktır. Yeryüzünde tek din
olacak, herkes Allah'a tapacaktır. Yerin bereketi artacak bir üzüm salkımı bir
topluluğa yeter hale gelecektir. At fıatları azalacak, sığır fıatları artacaktır. Deccal'in
çıkmasından evvel üç yıl tedrici bir kuraklık ve kıtlık hüküm sürecektir. Üçüncü yıda
bir damla yağmur yağmayacak yerden bir ot bitmeyecektir. Tüm çift tırnaklı hayvanlar
ölecek, insanlar tekbir teşbih ve tahmid sayesinde yaşayacaklar, bunlar insanlara gıda
[921

gibi gelecektir.

4323... Ebu'd-Derda (r.a) Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Bir
kimse Kehf suresinin başından on ayet ezberlerse, Deccal'in fitnesinden korunur."
Ebu Davûd şöyle dedi:

"Hişam ed-Düstûraî de Katade'den aynen böyle rivayet etmiştir. Ancak hişam: "Kim
Kehf suresinin sonlarından ezberlerse" demiştir. Şu'be ise Katade'den: "Kehf in

sonundan." demiştir.

Açıklama

Hadisin Hemmam vasıtası ile Katade'den rivayetinde Efendimiz, Kehf suresinin baş
tarafından on ayet ezberleyen kişinin Deccal'in fitnesinden korunacağını bildirmiştir.
Sahih-i Müslim'in bir rivayeti de bu şekildedir. Tirmizi'nin rivayetinde de: "Kehf
suresinin başında üç ayet...." denilmektedir. Katade'den Hişam kanalıyla gelen
rivayette ise, Kehf suresinin sonundan ezberleyenin korunacağı bildirilmektedir.



Müslim'in ve Nesai'nin birer rivayeti de böyledir. Nesai'nin bir rivayetinde de: "Kehf
suresinden on ayeti ezberleyen Deccal'in fitnesinden emin olur" buyurulmaktadır.
Hadisin Ebu Davud'daki rivayetinde, Katade'den sonraki iki ravinin (Hemmam ve
Hişam) rivayetleri birbirinden farklıdır. Hemmam'm rivayetinde: "kehf suresinin
baştarafmdan on ayet..." denildiği halde, Hi-şam'm naklinde: "Sonundan on ayet..."
denilmektedir. Diğer hadis kitaplarındaki bazı rivayetler Hemmam'm bazıları da
Hişam'm nakillerine uygun düşmektedir. Ayrıca, "Başından üç ayet" ve baş ve son ile
kayıtlanmadan "on ayet" şeklinde de rivayetler vardır.

Bir rivayette ise: "Her kim Kehf suresini ezberler sonra da Deccal yetişirse Deccal ona
musallat olamaz" buyurulmaktadır. Suyûtî, biribi-rine muhalif görünen rivayetleri bu
rivayetle birlikte gözönüne alınarak şöyle demektedir: "Başından ve sonundan on ayet
denilmesi, tamamını ezberlemekte istidrac (peyderpey ezberlemek) cihetindendir.
"Yani suyu-ti'nin dediğine göre Rasûlullah'm istediği Kehf suresinin tamamının
ezberlenmesidir. Fakat bunu temin için bazan baştan on ayet, bazan da sondan on ayet
veya mutlak olarak "on ayet" demiştir.

Kehf suresinin şeytanın fitnesine karşı koruyucu olmasının hikmeti konusunda da
Kurtubi şunları söylemektedir. Kimileri bu .süredeki ashabı kehf ile ilgili ilginç
kıssalar olduğunu söylerler. Çünkü o kıssalara muttali olanlar Deccal'in olayım
yadırgamazlar dolayısıyla Deccal'den etkilenmezler..."

Geçen rivayetler ve izahlar göz önüne alındığında şöyle denilebilir: Kehf suresini

1941

okuyup manasını düşünen kişi Deccal'den korunur ve onun fitnesinden emin olur.

4324... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre: Rasûlullah (s. a) şöyle
buyurmuştur: "Benimle onun -yani İsa (a.s)'in- arasında peygamber yoktur ve o
mutlaka inecektir. Onu gördüğünüz zaman, tanıyınız; o, orta boylu, kırmızıya çalan
beyaz benizli, bir adamdır. Sarımtırak renkte iki elbise içerisinde olacaktır. Başına bir
ıslaklık değ-mese de (sanki yıkanmış gibi) damlali olacaktır, (başından sular damla-
yacaktır) İslam adına insanlarla savaşacak, Haç'i kıracak domuzu öldürecek ve cizyeyi
kaldıracaktır. Onun zamanında Allah islamm dışındaki tüm dinleri ibtal eder. İsa (a. s)
Mesih Deccal'i öldürecek ve yeryüzünde kırk sene kalacaktır. Sonra vefat edecek ve

[95]

müslümanlar namazını kılacaklardır.
Açıklama

Hadisi şerif Deccal'den ziyâde Hz. İsa (a.s)'nm inmesi ile ilgilidir_ Dana önce de işaret
edildiği gibi Hz. Isa yeryüzüne inecek, tüm insanları tek bir dinde birleştirecek ve
Deccal'i öldürecektir. Bu, Hz. Muhammed (s.a)'in son peygamber oluşu kcyfiyLne ters
Çünkü Hz. İsa bir peygamber olarak yeni bir şeriat getirmeyecek Hz. Mü-hammed'in
şeriatını uygulayacak, onunla hükmedecektir. Yani Hz. Muhammed'e ümmet
olacaktır. Nitekim Rasûlullah (s. a) bir hadisinde "Eğer Musa sağ olsaydı ancak benim
tabilerimden olurdu" buyurmuştur.

Hz. İsa yeni bir şeriat getirmeyeceğine göre, İslam'ın teklifleri kalkmayacak devam
edecektir. Kurtubî'nin dediğine göre Hz. İsa indiği zaman, müslümanlar üzerinde
ondan başka sultan, imam, hakim ve müftı olmayacaktır. Zaten Allah yeryüzünden
ilmi çekip almış olacaktır. Hz. İsa, İslam-dininden ihtiyacı olan ilimleri, Allah'ın emri



ile gökyüzünde öğrenmiş bir vaziyette inecektir. İsa bunu söyleyince insanîar onun
etrafında toplanacaklar ve onu kendilerine hakem seçeceklerdir.
Suyûtî ise, yeryüzünde ilmin ve ulemânın kalmayacağı görüşüne karşı çıkar, devamlı
olarak yeryüzünde İslâm ulemasının bulunacağını ancak kendisine baş vurulacak
büyük imamın Hz. İsa olacağını söyler.

Hadiste, Hz. İsa'nın kolayca tanınması için bazı özellikleri anlatılmak-ta've yapacağı
bazı şeyler sözkonusu edilmektedir. Buna göre.Hz, İsa orta boylu, kırmızıya çalar-
beyaz benizli olacaktır. Üzerinde hafif sarıya çalan iki elbise bulunacaktır. Temiz ve
parlak olduğu için başım ıslatmadığı halde sanki ıslatılmış gibi damlalar olacaktır.
Hz. İsa'nın yapacağı bazı şeyler de şunlardır:

1- Haç'ı kıracaktır: Şerhu's-sünne'de, bundan maksadın hristiyanlığı iptal edip, İslam
dini ile hükmetmesi olduğunu söyler.

2- Domuzu öldürecektir. Yani domuz sahibi olmayı ve yemeyi yasaklayarak,
öldürülmesini mubah görecektir.

3- Cizyeyi kaldıracaktır: Alimler bu konuyu üç ayrı yolla izah etmişlerdir:

a) Ehl-i kitabı İslama girmeye mecbur tutacak, onların cizye vererek dinlerinde
kalınlarına izin vermeyecektir. Müslüman olmayanları da öldürecektir. Bu izah,
Hattabi'ye aittir. Nevevi'nin görüşü de bu istikamettedir. Nevevi, cizyeyi kaldırmanın,
bizim dinimizin kabul ettiği bir hükmün neshi olmadığını çünkü cizyenin meşruiyeti
hükmünün Hz. İsa'nın nüzulüne kadar devam etmekle kayıtlı olduğunu söyler.

b) Kendisine cizye mükellefiyeti konulacak zımmî kalmayacaktır. Yani, müslümanlar
zenginleşecek, ziinmîlerin cizye vermesine ihtiyaç duyulmayacaktır. Çünkü cizye
müslümanlarm maslahatlarma,sarfedilmek için konulur. Buna ihtiyaç duyulmayınca,
cizye de alınmaz. Bu görüş Nihaye sahibine aittir.

c) Kadı Iyaz'm bildirdiğine göre, cizyenin vaz'mdan maksadın; cizyeyi kaldırmak
değil, cizye koymak olması muhtemeldir. Yani bu görüşe göre Hz. İsa hiç bir taviz
vermeden herkesten cizye alacak bu yüzden mal mülk çoğalacaktır.

4- Hz. İsa Deccal'i öldürecektir: Bu konu daha önce izah edilmişti. Daha sonra,
hadiste, Hz. İsa'nın kırk sene yaşayacağı ve sonra vefat edeceği bildirilmektedir.
Müslim'in Abdullah b. Amr'dan rivayetinde Hz. İsa'nın yedi sene kalacağı ifade
edilmektedir. Imadu'd-din b. Kesir bu iki rivayet arasında bir çelişki olduğunu
söyledikten sonra bu çelişkiyi şöyle giderir: "Bu yedi yıl, Hz. İsa'nın indikten sonraki
ikâmetine hamledilir. Bu, daha semaya yükseltilmeden önce dünyada geçen otuz üç
yıla ilave edilir ve toplam kırk yıl eder. Hz. İsa'nın semaya yükseltilmeden önceki yaşı
meşhur görüşe göre otuz üçtür."

Üzerinde durduğumuz hadis Hz. İsa'nın ineceğine açıkça delâlet etmektedir. Ehl-i
sünnete göre Hz. İsa sağ olarak ve kendi aslî unsuru ile inecektir. Bazı Mutezîlîlerle
bazı Cehmiler Hz. İsa'nın inmeyeceğini söylerler ve görüşlerini Hz. Peygamberin
Hatemü'l- Enbiya olduğunu bildiren ayet ile takviyeye çalışırlar. Ancak yukarıda da
işaret ettiğimiz gibi, Hz. İsa yeni bir peygamber olarak inmeyeceği için onun inmesi
bu ayete zıt düşmez. Hz. Peygamberden, İsa'nın ineceğine işaret eden birçok hadis
gelmiştir. Şevkâni Hz. İsa, Deccal ve Mehdî konusunu incelediği et-Tev-hidfl tevaturi
mâ câefı'l - ehadisfı'l-Mehdi ve'd-Deccal ve'l-Mesih adındaki risalesinde, Hz.İsa'nm
ineceğini bildiren yirmi dokuz hadis nakleder ve bunların tevatür derecesinde
[961

olduğunu söyler.



1971

15. Cessase'nin Haberi



4325... Fatıma binti Kays (r.anha) şöyle demiştir: Bir gece Rasûlullah (s.a) yatsı
namazını geciktirdi sonra çıkıp şöyle dedi:

"Beni, Temimu'd - Dari'nin adalardan, birindeki bir adamdan verdiği haber geciktirdi.
(Temim dedi ki)Ben saçlarını yerde sürüyen (uzun saç-h) bir kadınla karşılaştım.
Sen kimsin? dedi (m)

Ben Cessase'yim, şu köşke git, dedi. Oraya gittim, bir de ne göreyim. Saçlarını
sürüyen (uzun saçlı) bukağılara bağlı, yerle gök arasında sıçrayan bir adam!
Sen kimsin? dedim

Ben Deccal'im, ümmîlerin peygamberi çıktı mı? dedi.
Evet, dedim.

Ona itaat mı ettiler, isyan mı? dedi
İtaat ettiler, dedim.

MI

Bu onlar için hayırlıdır, dedi.
Açıklama

Haberde anlatılan hadiseyi Temimu'd-Dari haber vermiş, Hz. Peygamber de
reddetmemiştir. Böyle olunca, hadis Hz. Peygamberin verdiği haber hükmünü almış
olur.

Bu haberde Temimu'd-Dari'nin karşılaştığı Cessase bir kadındır. Bundan sonra
gelecek olan hadiste ise Cessase'nin bir Dabbe (hayvan) olduğu görülmektedir. Bu
çelişki üç şekilde izale edilmektedi:

1- Dabbe, yeryüzünde yürüyen canlı demektir. Kelimenin taşıdığı bu genel manaya
göre kadına da dabbe demek mümkündür. O zaman iki varlık da aynı olur.

2- Deccal'in iki tane cessasesi vardır. Birisi hayvan birisi de kadındır.
Temimu'd-Darî her iki Cessase ile de karşılaşmıştır.

3- Cessase bir şeytandır, değişik kılıklara girebilir. Temimu'd-Dari onunla bir
seferinde kadın kılığında iken, bir seferinde de hayvan kılığında iken karşılaşmıştır.
Haberde zincirlerle bağlı olan Deccal'in "Ümmilerin peygamberi çıktı mı?" diye
sorduğu bildirilmektedir. Ümrnî; okuma yazma bilmeyen demektir. Araplar o zaman
genelde okuma yazma bilmedikleri için, Bz. .Peygamber (s.a)'e "Ümmilerin
peygamberi'" denilmiştir.

Hadisten, Deccarin daha Hz. Peygamber devrinde yaranimış olduğu ve insan içine
çıkacağı günü beklediği anlaşılmaktadır.

Bu hadisin isnadın da Osman b. Abdurrahman el-Kureşî vardır. Onu sıka kabul
edenler olduğu gibi hakkmda tenkitli ifadeler kullananlar da olmuştur, îbn Hıbban el-
Büstî; "Bence onun rivayeti ile ihticac caiz değildir" demiştir.

Bu hadisi Müslim, değişik tanklarla tahric etmiştir. Onun tahriclerinde Osman b.

[991

Abdurrahman yoktur.

4326... Falıma b. Kays (r.anha) şöyle demiştir: Rasululîah'ın müezzininin "Namaz
toplayıcıdır" diye seslendiğini duydum ve çıktım. Rasû-lullah (s.a) ile birlikte.namazı



kıldım. Rasûluliah (s. a) namazını bitirince gülümseyerek minbere oturdu. "Herkes

yerinde kalsın" dedi. Sonra:

"Sizi niçin topladım biliyormusunuz?" dedi.

Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dediler.

Şöyle buyurdu:

Ben sizi bir korku ve rağbet (bir şeyden korkutmak veya hoşlanacağınız bir şey
söylemek) için toplam adım, şu haber için topladım:

Temimu'd-Dari bristiyan bir adamdı (Bize) gcîip bi'at etti ve müs-lüman oldu. Bana,
Deccal konusunda size anlattığım şeylere uyan şeylerden bahsetti. Anlattığına göre; o,
Lahm ve Cüzam kabilelerinden otuz kişi ile birlikte bir deniz gemisine (büyük bir
gemiye) binmiş. Dalga onlarla denizde bir ay oynamış ve güneşin battığı yerdeki bir
adaya yanaşmışlar. Geminin kayıklarına binip adaya girmişler. Onları çok kıllı bir
hayvan karşılamış.
Vah sana! sen kimsin? demişler,

Ben Cessfâse'yim, şu manastırdaki adama gidin, çünkü o sizin haberinize müştakdır,
demiş.

Temim dedi ki: Bize adamın adını söyleyince onun şeytan olmasından korktuk ve
koşarak gittik. Manastıra girince bir de ne görelim, o zamana kadar hiç görmediğimiz

IİMI

iri cüsseli, elleri boynuna sıkı sıkıya bağlanmış bir adam.." Ravi hadisi zikretti;
Deccal onlara; Beysan hurmalığını, Zûar pınarını ve Ümtrrî nebiyi sordu (sonra)
"Şüphesiz ben Mesih Deccal'im, benim çıkmama yakında izin verilecektir" dedi.
Rasûluliah (s. a) şöyle buyurdu;

"O Deccal Şam denizinden - veya Yemen denizinden, - hayır aksine doğu tarafından
evet doğu tarafından çıkacaktır." dedi. Rasûluliah (bunu söylerken) doğu tarafına
işaret etti.

Fatıma binti Kays: "Bunu Rasûlullah'tan ezberledim" dedi.

£101]

Ravi hadisi şevketti.
Açıklama

Metinlerde farkedildiği gibi hadisin Ebu Davud'daki kısmı muhtasardır. Sahih-i
Müslim'de tamamı vardır. Sahih-i Müslim'de olup da burada olmayan kısımlara
mefhum olarak işaret etmek istiyoruz. Müslim'in rivayetinin başında, Fatıma binti
Kays, kocası Mugire, bir savaşta yaralanıp ölünce Fatıma'nm dul kaldığını,
Rasululullah'm kendisini Usame b. Zeyd ile nikahlamak istediğini iddetini doldurmak
üzere İbn Ümmü Mektub'un evine gönderdiğini, iddeti bitince müezzinin "namaz
toplayıcıdır" sözünü duyup camiye gittiğini anlatmıştır.

Sahih-i Müslim'deki rivyette Ebu Davud'un rivayetinin orta kısmındaki "hadisi
şevketti" bölümü tafsilatlıca anlatılmıştır. O kısımda anlatıldığına göre manastırdaki
adam;

Siz benim haberimi almışsımzdır. Şimdi siz bana haber verin siz kimsiniz? demiş,
onlar da denizde başlarından geçeni; Cessase ile karşılaşmalarını, onun söylediklerini
anlatmışlar. Deccal gelenlere Zuğar pınarından önce Taberiye gölünü sormuştur.
Müslim'in rivayetindeki bu bölümler aynen şöyledir: Deccal:
Bana Beysan hurmalığından haber verin?



Onun nesinden haber almak istiyorsun?
Onun hurmasını soruyorum, ürün veriyor mu?
Evet

Haberiniz olsun! O yakında ürün vermez hale gelecektir. Bana Taberiye gölünden
haber verin?

Nesinden haber almak istiyorsun?
içinde su var mı?
Suyu çok

Haberiniz olsun. Onun suyu çekilmek üzeredir. Bana Züğar pınarından haber verin.
Onun nesini sororsun?

Pınarda su var mı? Sahipleri onun suyuyla ekin yetiştiriyorlar mı?
Evet onun suyu çok ve sahipleri onun suyuyla ekin yetiştiriyorlar.
Bana ümmilerin peygamberinden haber verin, o ne yaptı?
Mekke'den çıktı, Yesrib'e (Medine'ye) yerleşti.
Araplar onunla savaştılar mı? Evet
Onlarla ne yaptı?

Kendisine, Rasûlullah'm peşinden gelen Araplarla galip geldiğini ve Arapların ona
itaat ettiklerini söyledik.
Bu oldu mu? dedi
Evet oldu, dedik.

Dikkat edin bu onlar için ona itaat etmelerinden daha hayırlıdır. Ben size kendimden
bahsedeyim; ben Mesih (ud- Deccal)'im, bana yakında çıkış izni verilecektir. Çıkıp
yeryüzünde dolaşacağım. Kırk günde Mekke ve Taybe'den başka, ayak basmadığım
yer kalmayacaktır. Bunların ikisi bana haram kılındı. Ne zaman bunlardan birine
girmek istesem elinde kınından çekilmiş bir kılıç bulunan bir melek karşıma çıkacak
ve bana engel olacak. Oradaki her yol üzerinde orayı koruyacak melekler var" dedi.
Fatıma dedi ki: Rasûlullah (s. a) bastonu ile minbere vurarak: "İşte taybe budur işte
Taybe budur" dedi. O Medine'yi kastediyordu.

Daha sonra Rasûlullah: "Bunu size söylemiş miydim?" diye sordu. Cemaat "evet"
karşılığını verdi.

Hadisin devamında Rasûlullah (s.a)'ı Temîm'in, Deccal, Mekke ve Medine konusunda

£1021

söylediklerinin kendi söylediklerine uymasının hoşuna gittiğini söyledi.

4327... Fatıma binti Kays (r.anha) şöyle dedi. Nebi (s. a) öğle namazım kıldı sonra
minbere çıktı. Halbuki o daha önce minbere sadece Cuma günü çıkardı...
Ravi Amir sonra bu (bir önceki hadisteki) kıssayı aıılatn.
Ebû Davûd derki:

îbn Sadran Basralıdir. İbn Mısver ile birlikte denizde batü. ondan başka hiç kimse
£103]

kurtulamadı.
Açıklama

Bu rivayetle Fatıma binti Kays Rasuiullah'm kendilerine Cessase kıssasını öğleden
sonra anlattığını söylemektedir. Haibuki önceki rivayette, yatsıdan sonra anlattığını
söylemiştir. Halbuki önceki rivayette, yatsıdan sonra anlattığı ifade edilmekle idi. Bu,



görünüşte bir çelişkidir.

Bezlü'l-Mechud müellifi bu konu ile ilgiii olarak şöyle demektedir: "Bu iki rivayet
arasında çelişki yoktur. Çünkü Temim, hadiseyi Rasûlul-lah'a akşamdan sonra
anlatmış bu yüzden yatsı geçmiştir. Yatsıdan sonra Rasûlullah oradaki cemaate

£1041

anlatmıştır. Ertesi gün öğleden sonra da yatsıda olmayanlara anlatmıştır."

4328... Ebu Seleme b. Abdurrahman'm, rivayetine göre Cabir (r.a.) demiştir ki:
Rasûlulİah (s. a) bir gün minber üzerinde şunları söyledi: "Bazı insanlar denizde

£105]

giderlerken yiyecekleri bitti. Karşılarına bir ada çıktı. Ekmek aramak üzere adaya
çıktılar. Onları Cessase karşıladı."
(Velid b. Abdullah der ki:)
EbuSeleme'ye; Cessase nedir? dedim.

Bedeninin kıllarını ve saçlarını sürüyen (saçı ve vücudunun kılları uzun) bir kadın

dedi. (Ravi sözüne devamla şöyle dedi:) Cesase: "Şu köşkte (biri var....)" dedi. Hadisi

zikretti köşkteki (Deccal) Beysan hurmalığını ve Zuğar pınarını sordu.

Ravi Ebu Seleme:

"O Mesilurcl Deccal'dir" dedi.

Velid b. Abdullah şöyle dedi: "Ebu SeJeme'nin oğlu bana bu hadiste bir şey var ama
onu hatırımda tutamadım" dedi. Ebu Seleme şöyle dedi: "Cabir onun (Deccal'in) İbn
[İM

Sayyad olduğuna yemin etti."

Ben kendisine:

Ama o öldü, dedim;

Ölmüş de olsa o, dedi,

O müslüman oldu, dedim.

Müslüman olsa da dedi,

O Medine'ye girdi, dedim.

£107]

Medine'ye girmiş olsa bile, dedi.
Açıklama

Bu rivayette Cessase'nin kadın olduğuna işaret edilmektedir. Halbuki daha önceki bazı
rivayetlerde onun hayvan olduğu söylenmişti. Bu tezatm izalesi yoluna önce geçen
hadislerin izahı esnasında temas edilmiştir. Yine bu hadiste Deccal'in bulunduğu yerin
bir köşk olduğu bildirilmektedir. Oysa bundan önceki rivayette onun bir manastırda
bulunduğu söylenmişti.

Bu rivayette, Cabir (r.a), hadisede anılan Deccal'in İbn Sayyad olduğunu söylemiş,
hem de sözünü yemin ederek te'yid etmiştir. Ebu Seleme ise, İbn Sayyad'm öldüğü,
Müslüman olduğu ve Medine'ye girdiği gibi DeccaT ie bulunmaması gereken
özellikler taşıdığını söylemiş ama Cabir "Öyle de olsa İbn Sayyad, Deccal'dir"
demiştir. Çünkü Rasûlullah (s. a) Deccal'i Hz. İsa'nın öldüreceğini, onun kafir olarak
öleceğini, Mekke ve Medine'ye giremeyeceğini haber vermiştir. Oysa İbn Sayyad'm
yaşayış ve ölümü bu özelliklere zıt olmuştur.

Suyutî, Mirkatü's- Sıîud adındaki eserinde Deccal'in Medine'ye girememesini, oradan



çıktıktan sonra bir daha girememe şeklinde yorumlamış ve bu üç maddeden

birisindeki çelişkiyi izale cihetine gitmiştir. Ancak Hafız İmamiiddin İbn Kesir'in şu

açıklaması daha yerindedir. : "Bazı sahabeler, İbn Sayyad'in ahir zamanda çıkacak olan

Deccali ekber (büyük Deccal) olduğunu zannediyorlardı. Fakat doğrusu o, Fatıma

binti kays hadisinde haber verilen küçük Deccaî'dir."

Beyhaki'de Fatıma binti kays haberi hakkında şunları söylemektedir:

"Büyük Deccaî, İbn Sayyad değildir. İbn Sayyad Hz. Peygamber (s.a)'in çıkacaklarını

haber verdiği yalancı Deccallerde'n birisidir. Onların da çoğu çıkmıştır. İbn Sayyad'm

Deccal olduğunu söyleyenler Temim kıssasını duymamış olsalar gerek..."

Bu nakilleri 4333 ve 4334 numarada gelecek olan hadisler te'yid etmektedir. Çünkü o

hadislerde otuz tane yalancı Deccalin çıkacağı bildirilmektedir. Bundan anlaşıldığına

göre otuz tane Deccal çıkacak ama ahir zamanda çıkıp Hz. İsa tarafından öldürülecek

olan Deccal büyük Deccal olacaktır. Hz. Peygamber (s.a)'in sağlığında yaşayan İbn

Sayyad da küçük Deccallerden birisidir. Kendisinde görülen bazı olağanüstü hallerden

ve Rasulullah'm onun hakkındaki sözlerinden dolayı bazı sahabiler onu büyük Deccal

£108]

sanmışlardır.

HM

16. İbni Said'in Haberi

4329... İbn Ömer (r.anhuma)'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s. a) içlerinde
Ömer b. el-Hattab'm da bulunduğu; ashabından bir grup ile birlikte İbn Said'e uğradı.
O çocuktu ve Benî Mağale kalesi yanında erkek çocuklarla oynuyordu. İbn Said
(Rasulullah'm geldiğini) farketmemişti. Rasûlullah (s. a) eliyle onun sırtına vurdu,
sonra:

"Benim, Allah'ın Rasulü olduğuma şehadet ediyor musun?" dedi.
İbn Said (Sayyad) Rasûlullah'a bakıp

Senin, ümmîlerin nebisi olduğuna şehadet ediyorum, sen de benim Allah'ın Rasûlü
olduğuma şehadet eder misin? dedi.
Rasûlullah (s. a) (onun sorusuna kulak asmadan):
"Ben Allah'a ve Rasûllerine iman ettim," buyurdu:
Sonra İbn Said'e:

£1101

"Sana ne (1er) geliyor?" diye sordu.
İbn Said:

Bana gerçek haberler de gelir, yalan haberler de diye cevap verdi. Rasûlullah:
"Öyleyse senin işin çok karıştıktır," buyurdu. Sonra da ona: "Haydi gönlümde senin
için bir şey sakladım."

Gönlünde Semanın açık bir duman getirdiği gün" saklamıştı - (Onu bil bakalım)

buyurdu.

İbnü's - Sayyad:

O düh (duman)dur, dedi. Rasûlullah (s. a)

mu

"Defol git sen kaderini asla aşamayacaksın," buyurdu.
Hz. Ömer (r.a) :

"Ya RasüîülîaK, bana izin ver onun boynunu vurayım" dedi. Rasûlullah (s. a)



"Eğer o -Deceal- ise ona asla musallat olunamayacaktır. Deccal değilse onu

imi

öldürmekte hayır yok" buyurdu.
Açıklama

Hadisin Buharı ve Müslim'deki-rivayetlerinde İbn Sayyad'm ergenlik çağma
yaklaştığına da dikkat çekilmiştir. Ayrıca o rivayetlerde Ebu Davud'un rivayetindeki
"Sana neler geliyor" cümlesi "Sen (rüyanda) neler görüyorsun?" şeklinde varid ol-
muştur. Bir de Ebu Davud'n rivayetindeki "Rasulullah'm: gönlümde senin için bir şey

sakladım" " , " cümlesi Buharı ve Müslim'in rivayetlerinde yer

almamıştır.

Buhari ve Müslim'in rivayetlerinin sonunda îbn Ömer (r. anhuma'nm) şu taliki yer
almıştır:

"RasûluJlah (s. a) başka bir seferinde Übeyy bin Ka'b iie birlikte İbn sayyad'm
bulunduğu bir hurmalığa gitmişti. Rasûlullah onu gafil aviamak, ona görünmeden özel
hayatını görmek ve onun kehanetini ashabına göstermek istiyordu. Rasûlullah onu
kadife hırka içerisinde yan yatmış bir halde buldu. Hırka içerisinde genizden gelen bir
hırıltı vardı. O anda îbn Sayyad'm bir hurma ağacının arkasına gizlenmiş olan annesi
Rasûlullah'ı gördü ve:

Ya Safı, - bu İbn Sayyad'm adıdır- İşte Muhammed (geldi) dedi. Bunu duyan İbn
Sayyad süratle ayağa kalktı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) etrafındakilere:

013]

"Şu kadın oğlunu o halde bıraksaydı (ne sahtekar olduğunu) anlatırdı" buyurdu.
İbn Sayyad - ya da İbn Said- in esas adı Sâfî'dir. Abdullah olduğunu söyleyenler de
vardır. Bir yahudi çocuğudur. Bazı alimler de onun Beni Neccar'dan olduğunu
söylerler. İbn Sayyad zaman zaman Kehanette bulunur, kehaneti bazan doğru bazan da
ters çıkardı. Bu hali halk arasında yayılınca Rasûlullah (s.a) onu görmek ve sahtekar
bir kahin olduğunu ashaba göstermek içn İbn Sayyad'm bulunduğu yere gitmiştir. Hz.
Peygamberin onunla karşılaşması tesadüfi değil, kasdidir. Nitekim Buhari ve
Müslim'in rivayetinde efendimizin îbn Sayyad'm yanma gittikleri açıkça belirtilmiştir.
Bazı sahabiler tarafından Deccal olduğu zannedilen İbn Sayyad'm gençliği berbat
geçmiştir. Büyüdükten sonraki hali ise Hattabi'nin dediğine göre ihtilaflıdır. Onun
büyüdükten sonra kehanetlerinden ve peygamberlik iddiasmdan vazgeçip tevbekar
olduğu ve Medine'de Öldüğü rivayet edilmiştir. Hatta rivayete göre öldüğünde namazı
kılınınca yüzündeki örtü kaldırılarak halka gösterilmiş ve öldüğüne herkes şahit tutul-
muştur.

îbn Sayyad'm Harra da öldüğünü gösteren bir haber nakledilmekte ise de Hattabi'nin
Medine'de öldüğünü bildiren rivayeti daha makbul görülmüştür.
İbn Sayyad'm Deccal olmadığım ve müslüman olduğunu bildiren bir rivayet, Ebu said
el , Hudri'den değişik lafızlarla rivayet edilmiştir. Sahih-i Müslim'deki bu rivayetlere
göre İbn sayyad, Ebû Said eLHudri'ye halkın kendisini Deccal zannettiklerini oysa bu
zannm Rasûlullah'in haberine uymadığını söylemiş ve sözlerini şöyle desteklemiştir:
"Rasûlullah Deccal'in Mekke ve Medine'ye giremeyeceğini haber verdi, oysa ben
Medine'de doğdum ve şimdi Mekke'ye (hac için gidiyorum. Rasûlullah, Deccal'in
çocuğunun olamayacağını söyledi benimse çocuğum var. Rasûlullah Deccal'in yahudi



liül

olacağını söyledi bense müslümanım.

İbn Sayyad bu konuşmanın sonunda kendisi Deccal olmamakla birlikte onun doğduğu
yeri ve şimdi nerede olduğunu bildiğini söylemiştir.

Ebu said el-Hudri bu haberi naklettikten sonra; neredeyse onun sözünün kendisine
tesir edeceğini söylemiştir. Hatta rivayetlerden birinin sonunda Ebu Said'in, İbn
sayyad'a: "Günün geri kalan saatlerinde sana yazıklar olsun" dediği bildirilmektedir.
Ebu Said el-Hudri'nin bu tavrı; onun îbn Seyyad'a inanmadığını göstermektedir.
İmam Nevevi, îbn Sayyad'm ilk sözlerinin, kendisinin Deccal olmayıp, mü'min
olduğuna delalet ettiğini, sonraki sözünün ise gaybı bilme iddiası taşıması sebebiyle
küfrü hakkında kuvvetli bir hüccet teşkil ettiği için Eb said el-Hudri nin kafasının
karıştığını söyler.

Yine İmam Nevevi, İbn Sayyad ile ilgili olarak şöyle demiştir: "Alimler; onun
kıssasının müşkil, işinin karışık olduğunu söylerler. Onun meşhur mesihu'd-Deccal mi
yoksa başka birisi mi olduğu da belli değildir. Ama onun Deccallerden bir Deccal
olduğunda şüphe yoktur."
Avnü'l- Ma'bud'da da şöyle denilmektedir:

"Alimler dediler ki: Hadislerin zahirine göre, onun Deccal mi yoksa başkası mı olduğu
konusunda Rasulullah'a bir vahiy gelmemiştir. Ancak ona, Deccal'in özellikleri
vahyedilmiştir. İbn Sayyad'ta da onun Deccal olması ihtimalini gösteren karineler
vardı. Bu yüzden Hz. Peygamber (s. a) onun Deccal olup olmadığı konusunda kesin bir
tavır koymamıştır. Onun için de Hz. Ömer'e: O Deccal ise zaten dokunamayacaksın,
değilse öldürmenin faydası yok, buyurmuştur."

Bu yazılanlar ışığında diyebiliriz ki, İbn Sayyad Deccal ise, kıyametin önünde çıkacak
olan Deccal değil, Hz. Peygamber (s.a)'in haber verdiği otuz civarındaki Deccal'den
birisidir.

İbn Sayyad hakkında verdiğimiz bu malumattan sonra hadisi şerifte temas edilmesi
gereken önemli konulara geçebiliriz;

Rasulullah efendimiz İbn Sayyad'a: '"Sen benim, Allah'ın Rasûlü olduğuma şehadet
eder misin?" diye sorunca o: "Senin, ümmilerin Rasûlü olduğuna şehadet ederim"
karşılığını vermiştir.

Kadı Iyaz; İbn Sayyad'm bununla Arapları kasteddiğini çünkü onların çoğunlukla
ümmi olduklarını yani okuma yazma bilmediklerini söyler. Avnü'l mabûd müellifi
Azimabadi, Kadı Iyaz'ın bu sözüne karşılık şunları söylemektedir: "bu, her ne kadar
mantık olarak doğru ise de, mefhum olarak doğru değildir. Çünkü mefhumu, Hz.
Peygamberin Arap olmayanların peygamberi olmadığı manasına gelir. Bu da bazı
yahudilerin iddialarıdır. Şayet İbn Sayyad, verdiği cevapla bu manayı kast etmişse o
zaman bu ona şeytanının hatırlattığı bir şey olur."

İbn sayyad, Rasûlü Ekrem efendimizin sorusunu cevapladıktan sonra o da kendisinin
rasûl olduğunu iddia ederek Hz. Peygamberin onu tasdik edip etmediğini sormuş,
Rasûlü Zîşan efendimiz ise bu soruya hiç kulak asmadan, "Ben Allah'a ve RasûElerine
iman ettim" buyurmuştur. Ra-sûlullah bu sözü ile, "Ben Allah'ın hak peygamberlerine
iman ettim, sen nesin ki sana inanayım" demek istemiştir.

Peygamber efendimiz daha sonra İbn Sayyad'a kendisine ne gibi haberler geldiğini
sormuştur. Bu soru Buharı ve Müslim'de sen neler görüyorsun? şeklinde varid
olmuştur. Bazı Buharı sarihleri bu soruya; "Sen rüyanda ne gibi şeyler görüyorsun?"
diye izah etmişlerdir. İbn Sayyad'm bu soruya cevabı doğru haber de yanlış haber de



geliyor" şeklinde olmuş, Rasulullah (s. a) 'da "Senin işin karıştırılıyor" buyurmuştur.
Nevevi bu cümleyi "Şeytanının sana getirdiği şey karışıktır" diye izah etmiştir.
Daha sonra Hz. Peygamber İbn Sayyad'ı denemek için Duhan suresini aklında tutmuş
ve ona: "Senin için bir şey gizledim; bil bakalım o ne?" demiş, İbn Sayyad'da, "Dün"
cevabını vermiştir. Alimlerin cumhuruna göre 0 "Dün" Duhan (duman) manasınadır.
Yani İbn Sayyad Rasulul-lah'm aklında tuttuğu şeyi bilmiştir. Hattabi ise bu görüşe
karşı çıkmış ve bu soruda duman manasının olmadığını söylemiştir. Hattabi'nin
dediğine göre Hz. Peygamberin aklında tuttuğu şey (duman) ismi değil,
"Semanın açık bir duman getireceği günü gözet." ayetidir.

Kadı Iyaz da bu konuda şöyle demiştir: "Sahih olan görüş; İbn Sayyad'm Rasûlullah'ın
aklında tuttuğu ayeti bilemediğidir. O, kâhinlerin adeti üzere sadece bu yarım kelimeyi
(Düh kelimesini) bilmiştir. Onun şeytanı kendisi üzerine şihab gönderilmeden önce
sadece bu kadarını kapmış ve onu haber vermiştir."

Hz. Peygamber bundan sonra İbn Sayyad'a kızıp yanından kovmuş ve kovarken de
köpekleri kovmakta kullanılan bir söz sarfetmiştir. Peşinden "Sen kaderini
aşamayacaksın" buyurmuştur. Bundan maksat, "Sen kahinlerin bilebilecekleri kadarını
bilir, daha fazlasını bilemezsin" demektir.

Burada akla gelebilecek bir soruya ve ulemanın bu soruya verdiği cevaba işaret ederek
konuya son vermek istiyoruz; Akla gelmesi muhtemel soru şu:

İbn Sayyad, garip halleri olan, Peygamberlik iddiasında bulunan bir serseri idi. Hz.
Peygamber (s. a) ona karşı niçin lakayd kaldı? Onu niçin öldürtmedi veya Medine
dışına sürmedi?

Ulema bu soruya üç türlü cevap vermişlerdir:

1- îbn Sayyad o zaman henüz çocuktu. Hz. Peygamber (s. a) bu yüzden kendisine ceza
vermemiştir.

2- İbn Sayyad bir fitne idi Allah c.c bununla müslümanlan imtihan ediyordu. Nitekim
daha önce de Musa (a.s)'nm ümmetini bir buzağı ile imtihan etmişti. Hidayete erenler
o fitneden kurtulmuş, fitneye uyanlar ise helak olmuşlardı.

3- Müslümanlığın ilk yıllarında Rasûlü Ekrem, Medinelilerle bir dostluk anlaşması
yapmıştı. Onlarla savaş etmeme ve onları Medine'den kov-mamaya söz vermişti. İbn
Sayyad'm ailesi de Hz. Peygamber'in yaptığı anlaşmaya imza koyanlardandı. Eğer
Rasulullah (sa.) bu çocuğu cezalandırma cihetine gitseydi tüm yahudileri karşısında
bulacak ve henüz kuvvetlenmemiş müslümanlarm zarar görmelerine sebep olacaktı.
Onun için Rasulullah efendimiz îbn Sayyad'ı cezalandırmamış, işini zamana bırak-
mıştır.

Hattabi bu cevabı vermiş, Kadı lyaz'da benimsemiştir. İbn Sayyad daha sonra, yaptığı
davranışlardan dolayı bizzat kavminin tepkisini çekmiş ve aile soyundan kovulmuştur.
Bu kovulma olayına sadece elli kişi karşı çıkmıştır. Halbuki daha önce Rasûlullah
tarafından ce-zalandırılsa idi tüm yahudilerin düşmanlığı kazanılacak belki de muahe-
de feshedilecekti. Hatta Yahudilerin hamisi oian Beni Neccar'da bile hoşnutsuzluklar
çıkabilecekti. Ama Cenabı Hak'km verdiği hükmü, müslü-manlar için hiçbir kötü

IU51

sonuç meydana getirmeden pürüzü halletmiştir.

4330... Nafı demiştir ki; İbn Ömer (r.a): "Vallahi mesihırd-Deccarin İbn Sayyad

[1161

olduğunda asla şüphe etmiyorum"' dedi.



4331... Muhammed b. Münkedir dedi ki:

Cabir b. Abdullah'ı, İbn Said'in Deccal olduğuna yemin ederken gördüm. Kendisine:
Allah'a yemin mi ediyorsun?! dedim.

Ben Ömer (r.a)'i Rasûlullah (s. a) 'in yanında böyle yemin ederken işittim. Rasûlullah

um

da onu inkar etmedi, dedi.
Açıklama

4329... no'lu hadiste İbn Sayyad hakkında geniş bilgi verilmişti Buradaki haberlerden
birincisinde İbn. Ömer (r.anhuma), İbn Sayyad'm Deccal olduğundan emin olduğunu
söylemiştir. İkincisinde belirtildiğine göre de Cabir b. Abdullah, îbn Sayyad'm Deccal
olduğuna yemin etmiş, Muhammed b. Münkedir'in bunu yadırgaması üzerine de
iddiasını, Hz. Ömer'in aynı konuda yemin edip Hz. Peygamberin men etmemesi ile
te'yit eriştir.

ibn Sayyad kıssasında, Hz. Ömer'in onu öldürmek istemesi üzerine Rasûlullah'm mani
olduğunu ve "şayet o Deccal ise öldüremezsin değilse öldürmen fayda vermez"
buyurduğunu biliyoruz. Buna göre Hz. Peygamber (a.s) İbn Sayyad'm Deccal
olduğundan emin değildi. Durum böyle olunca nasıl olur da Hz. Ömer İbn Sayyad'm
Deccal olduğuna yemin edebilir ve Rasûlullah bunu engellemez?
Sindi, Buharı haşiyesinde bu soruya iki şekilde cevap vermiştir:

a) Hz. Peygamberin, Hz. Ömer'in sözüne karşük susması, İbn Sayyad'm Deccal
olduğuna delalet etmez.

b) Rasûlullah'm îbn Sayyad'm Deccal olduğu hususundaki şüphesi, bilahare izale
edilmiş ve kendisine onun Deccal olduğu bildirilmişti. Hz. Ömer'in yemini bundan
sonra olmuştur.

Bu cevaplardan ikincisi daha uygun gibidir. Çünkü Hz. Peygamberin yanlış birşey
duyunca susması olağan bir hadise değildir.

İbn Sayyad'm Deccal olduğu kabul edilirse, onun, geleceği Rasûlullah tarafından
bildirilen otuz Deccal'den birisi olduğunu söylemek gerekir. Çünkü kıyamet alameti
olarak çıkıp Hz. İsa tarafından öldürülecek olan büyük Deccal'in özellikleri İbn
Sayyad'ta yoktur.

İmam Nevevi, bazı alimlerin bu hadisle istidlal ederek, zan üzere yemin etmenin
cevazına kail olduklarını söylemiştir. Nevevi'nin bu nakline göre bir kısım alimlere
göre yemin edebilmek için kesin bilgi şart değildir. Kişinin doğru olduğunu zannettiği
bir konuda yemin etmesi caizdir. Bu konu ile ilgili olarak Kitabü'l - eyman ve'n-nüzur
bahsine bakılabilir.

Nevevi devamla, Beyhaki'den naklen insanların İbn Sayyad konusunda ihtilaf
ettiklerini söyler ve bu ihtilafları nakleder. Beyhakî îbn sayyad'm Deccal olmadığı
£118]

görüşündedir.

[1191

4332... Cabir (r.a) şöyle demiştir: "Biz İbn Sayyad'ı Hana gününde kaybettik"



Açıklama



Harra günü H. 63 yılıda Medineliler ile Yezid b. Muaviye arasında vuku bulan
savaştır. Bu savaşta Yezid b. Muaviye Medinelileri mağlub etmiştir.
Harra; aslında "İki dağ arasındaki siyah taşlar" manasınadır. Medine'yi iki tane Harra
kuşatmıştır. Bu taşlara Harra denilmesine sebep, sıcak oluşlarıdır.
Bazı alimler bu haberle, yine Cabir'den rivayet edilen; İbn Sayyad'm Medine'de
öldüğünü bildiren haberi arasında çelişki olduğunu söylerler. Aliyyü'l-kari ise böyle
bir çelişkinin olmadığını bildirir. Bu ihtilafa sebep onun kaybolmasının çeşitli
ihtimallere müsait oluşudur. Çünkü İbn Sayyad'm Harra gününde ölüp kaybolmuş
olması, Medine'de ölmesi, başka bir yerde ölmesi muhtemeldir. Ayrıca .dünyada kalıp

£1201

da kıyamete yakın bir zamanda çıkması da ihtimal dahilindedir.

4333... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s. a) şöyle
buyurmuştur: "Kıyamet, otuz tane Deccal çıkıncaya kadar kop-mayacaktır. Bunların

imi

her biri kendisinin Allah'ın Rasûlü olduğunu iddia eder."

4334... Ebu Hureyre (r.a)': Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Otuz tane yalana Deccal çıkıncaya kadar kıyamet kopmaz. Onların hepsi Allah'a ve

£122]

Rasulüne iftira ederler."

4335... Abide es-Selmanî bu haberi rivayet edip, (önceki hadisteki sözlerin)benzerini
zikretti.

(Abîde'nin talebesi İbrahim der ki:) "Ona şu Muhtar (es-sakafî) hakkında ne dersin? O
da mehdi mi?" dedim. Abide:

£123]

O liderlerindendir, dedi.
Açıklama

Bu üç hadisi şerif, otuz tane yalancı Deccal çıkmadjçça kıyametin kopmayacağma
delalet etmektedir. Buha-ri'deki bir haberde ise "Otuza yakın" Deccal'i'n çıkacağı
bildirilmktedir. Ahmet bin Hanbel'in, Huzeyfe'den rivayet ettiği bir hadiste ise çıkacak
Deccallerin sayısı yirmi beş olarak tahdid edilmekte bunların dördünün kadın olacağı
söylenmektedir. Ayrıca Ahmed'in rivayetinde bu yalancı Deccallerin hepsinin
peygamberlik iddiasında bulunacakları, sonuncusunun da tek gözlü olacağı
bildirilmektedir. Taberani'deki senedi zayıf bir rivayette ise yetmiş tane yalancı
Deccal'in çıkacağı söylenmektedir.

İbn Hacer bu farklı rivayetlerle ilgili olarak şöyle demektedir: "Peygamberlik
iddiasında bulunanların otuz kadar, ondan sonrakilerin de Peygamberlik iddiasında
bulunmadan insanları sapıklığa çağıran yalancılar olması muhtemeldir."
İbnü'l-Hacer, Fethu'l-Bari de daha sonra, Gulat-ı Rafızî'ye, Batmıyye, ehlu'l-vahde ve
Hululiyye gibi fırkaların bunlardan olduğunu söyler. Ah-med b. Hanbel'in
Müsnedindeki Hz. Aliye ait bir söz de buna delalet etmektedir. İşaret edinilen bu
haberde Hz. Ali; Abdullah b. el-Kuva'e Sen onlardansın" demiştir. İbnü'l-Kuva



Peygamberlik iddiasında bulunmamıştı,

Avnü'l-Ma'bud müellifi; Kadyâni'nin de Deccallerden birisi olduğunu söyler.
Anlaşılan İslama zarar veren, kendi emir ve görüşlerini Allah'ın ve Rasulünün
emirlerinden üstün tutan, İslam'a savaş açan herkes hangi milletten olursa olsun ve
hangi asırda yaşarsa yaşasın Rasûlullah'm çıkacağını haber verdiği deccallerden birisi
olabilir.

Son rivayette Abide; Muhtar es Sekafı'nin de Deccallerin ileri gelenlerinden birisi
olduğunu söylemiştir. Muhtar b. Ebî Ubeyd es-Kekafı Hz. Hüseyin'in intikamını
almak bahanesiyle çıkan birisidir. Şiaya mensuptur. Tarihçilerin bildirdiğine göre
dönek birisidir. Önce Emeviler taraftarı görünmüş, sonra da İbn Zübeyr safına
geçmiştir. İbn Zübeyr kendisine güvenmiyordu. Onun için ondan umduğunu
bulamadı. Küfe'ye giderek Şia tarafına geçti. İbn Zübeyr ve Emevilere karşı olan
kininden dolayı, Hz. Hüseyin'in intikamını almak isteyen hareketi değerlendirdi.
Ibnu'l-Hanefıyye'nin arkasına gizlendi ve onun veziri olduğunu iddia etti. Aslında
maksadı Hz. Hüseyin'in intikamını almak değil, hilafet makamını elde etmek idi. 685
yılında, Abdullah b. Zübeyr'in kardeşi Mus'ab b. Zübeyr ile Küfe yakınlarında

£1241

giriştikleri savaşta öldürüldü.

17. (İyiliği) Emir Ve (Kötülükten) Nehy Etmek

4336... Abdullah b. Mes'ud (r.a) Rasûlullah (s.a)Mn şöyle buyurduğunu
söylemiştir:

"İsrail oğullarında meydana gelen ilk kusur şudur: Birisi, (kötülük işleyen) başka bir
adamla karşılaşır ve ona: "Ey adam! Allah'tan kork, yaptığını tcrket, çünkü o sana
helal olmaz, derdi. Sonra ertesi gün onunla tekrar karşılaşır fakat dünkü yaptığı,
onunla birlikte yemesine, içmesine ve oturmasına mani olmazdı. Bunu yaptıklarında
Allah onların kalblerini biri birine karıştırdı (Günah işlemeyenlerin kalplerini günah
işleyenlerin kalplerine muvafık kıldı)" Rasûlullah sonra "İsrail oğullarından kafir
olanlar; Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın dili ile lanetlendiler" diye başlayan ayetleri:

Ü25J

"Fa-kat onların çoğu faştırlar." mealindeki ayetin sonuna kadar okudu. Daha
sonra şöyle buyurdu:

"Dikkat ediniz, gerçekten vallahi siz ya iyiliği emreder kötülükten menedersiniz,
zalimin elinden tutup onu hakka döndürürsünüz ve onu hak üzere tutarsınız (ya da

£1261

sizin de kalplerinizi biribirine karıştırır)

4337... Ebu Ubeyde, İbn Mes'ud kanalıyla Rasûlullah (s. a) 'dan önceki hadisin

benzerini rivayet etti. Ravi şunu da ilave etti: " Ya da Allah bazınızın kalbini

bazilarinmkine karıştırır. Sonra da onlara lanet ettiği gibi size de lanet eder."
Ebu Davud şöyle dedi:

"Muharibi, Ala b. Müseyyeb'ten, O Abdullah b. Amr b. Mürre'den, O. Salim el-
eflas'tan, O Ebu Ubeyde'den, Ebu Ubeyde de Abdullah'-dan rivayet etti.
Ayrıca, Halid et-Tahhan, A'Ia'dan o da Amr b. Mürre vasıtasıyla Ebû Ubeyde'den
[1271

rivayet etmiştir."



Açıklama



Hadisten anladığımıza göre İsrail oğullarından bazıjarı; kötülük yapan, günah işleyen
arkadaşlarını görürler onları yaptıklarından men ederler. Sonra da sanki hiçbirşey ol-
mamış gibi onlarla birlikte otururlar yerler ve içerlerdi. Günahkârlara gönüllerinde
hiçbir buğz ve kırgınlık beslemezlerdi. Bu yüzden Allah (C.C) kötülük yapmayanların
kalplerini de kararttı, Onları da kötülük yapanlara benzetti. Böylece hepsinin kalpleri
katılaştı, hakkı kabulden uzaklaştı. Birçok ayet-i kerime ve hadisi şerifte bir toplulukta
işlenen günahlara karşı verilecek cezanın sadece kötülere yönelik olmayacağı,
toplumun tümüne şamil olacağı bildirilmiştir. Buna sebep olarak da iyilerin kötülüğe
mani olmamaları gösterilmiştir. Bu ayet ve hadislerden birkaçının meallerini görelim:
Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:

"Geldiği zaman sadece içinizdeki zalimlere mahsus olmayacak olan bir musibetten

sakınınız." (el-Enfâl 8/25)

Şu hadisi şeriflerde aynı manaya delalet ederler:

"Allah c.c. umumun işlediği günahlar yüzünden suçsuzları cezalandırmaz. Fakat
aralarında günahın işlendiğini görür ve bunu engellemeye güçleri yettiği halde mani

£128]

olmazlarsa müstesna."

İbn Abbas (r.anhuma)'m bildirdiğine göre efendimiz: "içerisinde sa-lih insanların
bulunduğu bir belde halkı helak olur mu.?" sorusuna "evet" karşılığını vermiş, bunun
sebebini soranlara da:

"Allah'a karşı yapılan isyanlar karşısında susmanız ve bunları umursamamanız
£1291

buyurmuştur.

Bu hadisten sonra gelecek olan hadis de aynı manaya delalet etmektedir.

Aliyyü'l- Kari, "İyilerin, ikrah olmadan ve kötüler kötülüklerine son vermeden

günahkârlarla birlikte yemeleri ve içmeleri açık bir günahtjr. Çünkü Allah için

buğzetmenin gereği, günahkârlardan uzak kalmak ve onları terke t m ektir." demiştir.

Hz. Peygamber sonra Maide suresinin şu mealdeki ayetlerim okumuştur:

"İsrail oğullarından inkar edenler Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle

lanetlenmişlerdir. Bu, başkaldırmaları ve aşırı gitme-lerindendi. Biribirlerinin

yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi. Çoğunun

inkar edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin önlerine sürdüğü ne kötüdür.

Allah onlara gazab etmiştir, onlar azapta temellidirler.

Eğer Allah'a peygambere ve ona indirilen Kur'aıı'a inanmış olsalardı onları dost
edinmezlerdi, fakat onların çoğu fâsıtkır."

Rasûlü Ekrem Efendimiz bu ayetleri okuduktan sonra ümmetine hitaben tekitle ve
yemin ederek: "İyilikle emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup hakka
döndürür ve onu hak üzere tutarsınız" buyurmuştur. Bu rivayette, bu sözlerin karşıtı
olan bölüm yer almamıştır.

4337 numaradaki rivayette ise bu sözlerin karşıtı: "Veya Allah bazınızın kalbini
bazınıza karıştırır sonra da onlara lanet ettiği gibi size de lanet eder" cümleleri ile
ifadelendirilmiştir.

Bu hadiste, emri bi'l-ma'ruf ve nehyi anil münker (iyiliği emredip kötülükten men



etme)in müslümanlarm vazifesi olduğu görülmektedir. Ama bunun hükmü nedir? Bu
konuda Aliyyü'l-Kari şöyle demektedir:

"İşlenen kötülük haramsa onu men etmek vaciptir. Kötülük mekruhsa onu men etmek
menduptur. İyiliği emretmenin hükmü de ma'rufa tabidir. Eğer maruf vacipse emir
vacip, mendupsa onu emir menduptur.

İyiliği emir ve kötülükten sakındırmanın şartı; fitneye sebebiyet vermemesi,
muhatabın denileni kabul edeceğinin zannedilmesidir. Onun kabul etmeyeceği
zannedilirse, İslâmm şiarını göstermek için iyiliğin emredilip kötülükten
sakmdmlması gerekir. "Sizden her kim bir kötülük görürse..." hadisindeki " her kim"
sözcüğü, hitabın kadm-erkek, adil-fasık, çocuk-yetişkin herkese şamil olduğunu
gösterir. Ama fasık olana emri bil ma'ruf ve nehyi anıl münkerde bulunması,"
insanlara iyiliği emredip de kendinizi unutuyormusunuz ve yapmadıklarınızı niçin
söylüyorsunuz" ayetleri gereğince uygun görülmemiştir."

Emr-i bi'l -ma'ruf ve nehyi ani'l münkerin hükmü, İslam âlimleri arasında ihtilaflıdır.
Fahreddin Razi'nin, Tefsîr-i kebir (Mefâtihu'l-gayb)'in-de bildirdiğine göre, bazı
alimler: "Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder kötülükten
£131] '

nehyedersiniz." ayet-i kerimesine dayanarak emr-i bi'l Ma'ruf nehyi ani'l-

münkerin farz-ı ayn olduğunu, kimi alimler ise; "Sizden hayra çağıran, doğruyu

11321

emreden ve ve fenalıktan men eden bir cemaat bulunsun..." ayetinin ifadesine
bakarak farz-ı kifaye olduğun söylemişlerdir.

Bu ayetlerin tefsirinde, Ebu's-Sııud efendi de, yukarıda AIiyyü'i-Ka-ri'den
naklettiğimiz sözlere benzer şeyler söylemiştir. Ebussûud şöyle demiştir: "Vacip olan
bir şeyi emretmek menduptur. Bütün kötülüklere mani olmaya çalışmak ise farzdır.
Çünkü Allah'ın kötü dediği herşey haramdır."

Emr-i bi'l -ma'ruf ve nehyi ani'l-münkerin yapılma mecburiyeti yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi bazı kayıtlarla bağlıdır. Bunlar sözün tesir edeceğinin bilinmesi, tesiri
bilinmese bile kötü tepki görmeyeceğinden emin olunmasidır. Edilen nasihata küfürle
veya kavga ile karşı gelinecek-se ses çıkartılmaz, sadece kalben buğzetmekle yetinilir.

£1331.

Öyle kötülüklerin işlendiği toplumlardan uzaklaşihr, yanlarında durulmaz.
İkinci rivayetin (4337 hadis) sonundaki talikta, Ebû Davud rivayetlerin senedleri
arasındaki ihtilafa işaret etmiştir. Buna göre Muharibi, Ala b. Müseyyeb ile Salim
arasında Abdullah b. Amr b. Miirre'yi zikrettiği halde, Ebu Şihâb, Amr b. Mürre,
demiş, Abdullah'ı anmamıştır. Halid el-Tahhân ise ikisine de muhalefet etmiştir.

[1341

Çünkü o Salim'i anmamıştır.

4338... Bize Vehb b. Bakıyye Halid'ten, Amr b. Avn'de Hüseyn'den aynı manâ ile
haber verdiler. Halid ile Hüseyn İsmail'den, o da Kayş'tan nakletti, Kays şöyle

£135]

demiştir:

Ebu Bekr (r.a) Alah'a hamd ve sena ettikten sonra şunları söyledi: "Ey insanlar
şüphesiz siz şu, "Siz kendinize bakınız, siz hidayet yolunda olduğunuzda sapıtan size
zarar vermez" (Maidd VL105). âyetini yanlış anlıyorsunuz." Vehb b. Bakıyye
Halid'den:



Ebu Bekir'in şöyle dediğini nakletti:
Biz Rasûlullah (s.a)'i şöyle derken işittik:

"Şüphesiz insanlar zulmü gördükleri zaman, güçleri yettiği halde ona mani olmazlarsa,
Allah'ın azabının hepsi üzerine inmesi pek yakındır."
Amr'da Hüseyin'den Ebû Bekr'in şunları söylediğini nakletti:
Ben RasûMIah'i şöyle derken işittim:

"Bir millet ki aralarında kötülük işlenir, sonra onlar o kötülüğü değiştirmeye güçleri
yettiği halde değiştirmezlerse, Allah yakın bir zamanda mutlaka onlara genel bir azab
verir."

Ebû Davûd şöyle demiştir:

Bu hadisi, Halid'in dediği şekilde Ebû Usârne ve bir cemaat rivayet etti. O rivayette
Şu'be böyle dedi:

"Bir kavim ki aralarında kötülükler işlenir, sayılan onu işleyenlerden çok olduğu halde

£1361

ona mani olmazlarsa "

Açıklama

Musannif Ebû Davud hadisi iki ayrı üstaddan almşür Bunlar Vehb b. Bakıyye ve Amr
b. Avn'dır. Vehb b. Bakıyye'nin üstadı Halid (et-Tahhan), Amr b. Avn'ın üstadı da
Hüseyin'dir. Halid ile Hüşeym her ikisi de İsmail'den rivayet etmişlerdir. Halid ile
Hüseyin'in rivayetlerinde, Ebû Bekir (r.a)'in Rasûlullah'dan işittiğini söyleyerek
naklettiği sözler arasında biraz fark vardır. Metinde bu farka işaret edilmiştir.
Ebu Davud'un, hadisin sonunda işaret ettiği rivayette, Şu'be, Ebu Bekir (r.a)'den, hem
Halid'in hem de Hüseyin'in rivayetlerine uymayan bir cümle isnad etmiştir. Bu,
kötülüğe mani olmanın, kötülük yapmayanların yandan fazla olmaları ile kayıtlı
oluşudur.

Hz. Ebu Bekir hitabesinde ashaba "Ey inananlar, siz kendinize bakın. Siz doğru yolu
bulduğunuz zaman sapıtanlar size zarar ver-mez."(Maidc VI. 105) ayetini yanlış
anladıklarını, bu ayetin mutlak manada emri bi'l-ma'nıfye nehyi ani'l-münkere engel
teşkil etmediğini söylemiş ve sözünü Rasûlullahtan duyduğu nehyi ani'l-münkeri
teşvik eden bir hadisle teyid etmiştir.

İmam Nevevî, anılan âyetin emri bi'l-ma'rûf ve nehyi ani'l-münkerin vücûbuna mani
olmadığını söyledikten sonra şöyle demektedir: "Muhakkik âlimlere göre âyetin
manası konusundaki sahih görüş şudur: "Siz üzerinize düşeni yaptığınız zaman
başkasının kusuru size zarar vermez. Bu: "Günahkar kimse diğerinin günahını
çekmez" (fâtır, 35-18) ayetine benzer. Durum böyle olunca emri bi'l-Ma'ruf ve nehyi
ani'l-münker de kişinin üzerine düşen, mükellef tutulduğu şeylerdendir."
Bu hadiste Emri bi'l-ma'ruf ve nehyi ani'l-münkeri terketmenin azabın tüm halka

£137]

şâmil olmasına sebep olduğuna delâlet etmektedir.

4339... Cerir (b. Abdullah el-Beceli) (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s. a) 'ı şöyle
buyururken işittim: "Bir kimse bir toplum içerisinde bulunur ve o toplumda günahlar
işlenir de, ona mani olmaya güçleri yettiği halde mani olmazlarsa, onlar ölmeden önce

£1381

Allah mutlaka azabını gönderir."



Açıklama



Bu hadis de, önceki hadislerde geçen mananın aynım jfgjjg etmektedir. Gerçi ifade
bakımından biraz farklılık varsa da bu, manaya ve hadislerin özüne tesir edecek
durumda değildir.

Kötülüğe mani olmak; bundan sonraki hadiste geleceği gibi elle (fiili olarak
durdurmak ve dille mani olmak ya da kalben buğzetmektir. Sorumluluk, kişinin
gücünün yettiği derecede engelleme yapmadığı takdirde söz konusudur. Allah kimseye

Lİ391

taşıyamayacağı yükü yüklemez.
4340... Ebû Said el-Hudri demiştir ki;

Rasûlullah (s.a)'i: "Kim bir kötülük görür de onu eli ile değiştirmeye gücü yeterse eli
ile değiştirsin (mani olsun)..." buyururken işittim.

'[1401

Hennad hadisin geri kalanının kesti, İbn Ala ise şu şekilde tamamladı, "(eli ile
değiştirmeye) gücü yetmezse, dili ile (değiştirsin) Dili ile (değiştirmeye) gücü

[141]

yetmezse kalbi ile (değiştirsin) Bu sonuncusu ise, imanın en zayıfıdır."
Açıklama

Bu hadis Ebû Davud'un kitabussalat bölümünde 1140 nolu hadis olarak daha önce
geçti. Hadisin oradaki rivayetinde Ebû Said el-Hudri bu hadisi, Mervan'm, bayram gü-
nü minberi musallaya çıkarması ve bayram namazından önce minbere çıkması üzerine
"sünnete muhalefet ettin" diyen bir adamın sözünü te'yid için rivayet etmiştir.
Hadisin zahiri, bir kötülüğün işlendiğini gören bir müslümanm o kötülüğe gücü
ölçüsünde eli veya dili ile mani olmasının, bunlara gücü yetmediği zaman kalbi ile
buğzetmesinin gerektiğine delîl teşkil etmektedir.

Kötülüğe el ile mani olmak, onu fiilen engellemektir. Kötülük aletini kırmak, içki ise

dökmek, bir malın gasbı ise gasbedilen malı sahibine geri vermektir. Kötülüğe fiilen

engel olmanın boyutları sadece bu değildir. Öyleki Emr-i bîl-Ma'ruf ve Nehy-i anil-

Münker'in birçok safhasında kendisini gösteren oldukça önemli bir konudur.

Dil ilel mani olmak; kötülük işleyene nasihat etmek, Allah'ın o kötülüğü işleyenler

için vaad ettiği cezayı hatırlatmak ve o konudaki âyetleri okumaktır.

Kalb ile mani olmak da; o kötülüğe razı olmamak, kölülük işleyene içinden

buğzetmektir. Davranışın bu şekli kötülüğü manen engellemektir. Çünkü onun gücü

daha fazlasına yetmemektedir.

Kötülüğe kalben buğzetmekle yetinmek imanın en zayıf durumda oluşudur. Nevevi
bundan maksadın imanın semeresinin az olması olduğunu söyler. Aliyyü'I-Kâri ise:
"Bu durumdaki müslüman, iman ehillerinin en zayıfıdır. Çünkü o kuvvetli olsaydı ve
dini gayreti yüksek birisi olsa idi kalben buğzetmekle yetinmezdi. En efdal cihad,
zalim sultanın yanında hak söz söylemektir, "manasmdaki hadis bunu teyid
etmektedir."

Münavi'de bu sözden maksadın; "İslâm veya islamm semere ve eserleri" olduğunu
söyler.



Hadisin zahiri, emri bil maruf ve nehyi anil münkerin kademeli uygulanışı olan bu
tarzı gruplara bölmemiş tüm müslümanlara teşmil etmiştir. Yani kötülüğe el ile mani
olmak şu grubun, dil ile mani olmak öteki grubun, kalben buğzetmek de başka bir
grubun işidir diye bir ayırım yapmamıştır. Ancak bazı alimler kötülüğü el ile
engellemenin devletin, dil ile engellemenin alimlerin, kalben buğzetmenin de avamın

£1421

vazifesi olduğunu söylemişlerdir.

Kanaatımızca da bu, yerinde bir sınıflandırmadır. Eğer bir İslâm devleti müşahhas
olarak varsa ve bütün kurumlan mevcutsa devletin engel olabileceği bir takım
kötülüklere birileri mani olmaya kalkışırsa karışıklık çıkabilir, Usulünü bilmeden dil
ile mani olmaya çalışmak ve münker-den kaçındırmak da fayda yerine zarar
getirebilir. İnsanları hakka yaklaştıracağı halde uzaklaştırabilir. Zaten emri bi'l-
mâârûf ve nehyi anil mün-kerin, muhatabın karşı çıkmaması ile kayıtlanması da bu
£1431

namâyı ifâde eder.

4341... Ebu Ümeyye eş-Şa'banî şöyle demiştir;
Ebu Salebe el-Huşeni'ye:

Ya Ebu Salebe! Şu, "Siz kendinize düşeni yapın." (Maide 105) ayeti hakkında ne
dersiniz?" dedim. Şu karşılığı verdi:

Vallahi sen onu iyi bilen birisine sordun. Ben de onu Rasûlullah (sa.)'a sormuştum. Şu
cevabı verdi:

£1441

"Biribirinize iyiliği tavsiye ediniz. Kötülükten men ediniz. Öyle ki itaat edilen bir
cimrilik, tabi olunan nefsi arzular (ahiiete) tercih edilen dünya ve her görüş sahibinin
kendi görüşünü beğendiğini görürsen kendine düşeni yap. Halkı terket şüphesiz sizin
ardınızda sabır günleri var. O günde sabretmek avuçta kor tutmak gibidir. O günlerde
bir iyi amel işleyene, onun yaptığının benzerini yapan elli kişinin sevabı vardır."
Bir başkası benim soruma ilaveten: "Ya Rasûlullah elli kişinin ecri mi?! dedi.

£1451

Rasûlullah (sa.), "Sizden elli kişinin ecri" buyurdu.
Açıklama

Tirmizi bu hadis için "hasen ayet ve garib" demiştir.Hadisin vürûduna sebep, birçok
ayet ve hadiste va-rid olan emri bil-mafruf nehyi anil münker vazifesi ile; "Ey
inananlar, siz kendinize düşene bakınız. Hidayette olduğunuz zaman sapıtan kişi size
zarar vermiz." manasına gelen ayetin arasım tevfıktir. Çünkü bazı sahabiler bu ayetin,
emri bi'l -maruf ve nehyi anil-münkerin vücubu ile çelişkili olduğunu zannediyorlardı.
Zira ayetin zahiri, kişilerin başkalarını bırakıp kendilerine düşeni yapmalarını
emretmektedir. Bu ayette amaçlanan mananın islam uleması tarafından nasıl
anlaşıldığını 4338 numaralı hadisi izah ederken aktarmıştık. Burada hadiste geçen bazı
tabirleri açıklamak yetinmek istiyoruz:

İtaat edilen bir cimrilik: Cimrilik diye terceme ettiğimiz kelimesi, cimrilik kelimesinin
tam karşılığı olan dan daha şiddetlidir, Türkçemizde bu mânayı ifade edecek

başka bir kelime olmadığı için cimrilik kelimesi ile terceme ettik.
Buhl ve şuh kelimesi arasında başka farklara da işaret edilmektedir. Bazıları buhl'un



hırsla, şuh'hun da hırsın dışında olan cimrilik olduğunu, bazıları da buhl'un özel,
şuh'hun genel olduğunu söylerler. Bir başka görüşe göre de buhl; maldaki cimrilik,
şuh ise mal ve iyilikte olan cimriliktir.

Cimriliğin itaat olunan bir konumda olması da nefsin cimri eğilimlere itaat edip, bunu
uygulama alanına koymasıdır.

Tabî olunan nefsi arzular: Nefse ait olup, tabi olunan arzular, İslama uymayan
isteklerdir.

Ahirete tercih edilen dünya: Dünya hayatında arzu edilen mal ve mevkidir.
Her görüş sahibinin kendi görüşünü beğenmesi: Yani herkesin kitap ve sünnete, hak
ve adalete bakmadan kendi görüşünü beğenmesi, ashab ve tabiuııa uymayı
terketmesidir. Bu durumda olan kişi kendi görüşünü beğenir, başkasının dediğine
kulak asmaz. Doğruyu kabule yanaşmaz.

Sabır günleri: İleride gelecek olan ve sabretmekten başka çarenin olmayacağı
günlerdir, ya da maksat sabrın övüleceği günlerdir. O günlerde öyle hadiseler olacak
ki, onlara karşı sabredebilmek, kor halindeki ateşi elde tutmak kadar güç olacaktır.
Yahut da sabreden kişi, elinde korlaşmış ateş tutanın çektiği zorluğu çekecektir.
Fahri kainat efendimiz o günlerde iyi bir iş yapanın başka zamanlarda onun yaptığı
amelin aynısını yapanın alacağı ecrin elli katını alacağını söylemiştir.
Fethu'l-vedûd'da bu hükmün genel olmadığı, o günlerde yapılması güç amellerle ilgili
olduğu söylenmiş ve buna "sizden biriniz Uhud dağı kadar altın tasadduk etse

£1461

onlardan (sahabilerden) birisinin bir müdd'üne ve yarısına erişemez," hadisi

şahit tutulmuştur.

Şeyh İzzuddîn de bu mânanın mutlak olmayıp iki kural üzerinde yapılandığını söyler.
İzzüddin'in işaret ettiği kaideler şunlardır:

1- Ameller verdikleri faideye ve sonuca göre değer kazanırlar-,—

2- Ahir zamanda garip olan İslâmm ilk günlerinde garip olan gibidir. Çünkü
Rasûlullah (s. a); "İslam garib olarak başlamış, garib olarak dönecektir. Benim
ümmetimden garip olanlara ne mutlu, "buyurmuştur.

Bu hadiste kastedilen garip müslümanlar, içinde yaşadıkları zamanlar da yalnız
kalanlardır. Durum böyle olunca, İslâm'ın ilk günlerindeki in-fak efdaldir. Rasûlullah
(s.a)'m Halid b. Velid'e söylediği şu sözler bunu gösterir: "Eğer biriniz Uhud dağı
kadar altın tasadduk etse onlardan birisinin müdd'üne ve yansına ulaşamaz." Buna
sebep, o yardımın İslam fütuhatını gerçekleştirmeye ve Allah'ın kelimesini yüceltmeye
vesile olmasıdır. Kişinin bedenî olarak cihada katılımı da böyledir. Sonrakiler bu
konuda öncekilerin derecesine ulaşamazlar. Çünkü öncekilerin sayıları, az
yardımcıları sınırlı idi. Kötülükten nehyetmek ise, sonraki müslümanlar için güçtür.
Çünkü o zamanda iyiye yardımcı az, münker ise çoktur. Bu yüzden Fahr-i kainat
efendimiz "Dinine yapışan sanki avııcunda kor tutar gibi olacaktır." buyurmuştur.
Yani bir gün gelecek, dinin emir ve yasaklarını gözeterek islamı yaşamak elde kor
tutmak kadar zor olacaktır. Önceki müslümanlar için ise böyle bir meşakkat
sözkonusu değildir.

Şeyh İzzeddin'den özetle naklettiğimiz bu bilgilerden anlıyoruz ki, sabırdan başka
çarenin kalmadığı günlerde, emri bi'l -maruf ve nehy-i ani'l-münker vazifesini yapan
veya benzen güzel amel işleyen; yani o günde yapılması güç olan bir ameli işleyen bir
müslüman aynı ameli daha önce işleyen bir müslümanm alacağı sevabın elli katım
alacaktır. Yani hadisteki hüküm mutlak değil, yapılan amelin önem ve meşakkatine



göredir.

Bu hadis ve izah tam günümüze ışık tutmaktadır. Bu gün için sadaka vermek, hac ve
umre yapmak o kadar güç değildir. Çünkü insanlar zenginleşmiş vasıtalar artmış,
sıkıntılar kalkmıştır.Ama nefsin haramlardan korunması, dünya zevklerine önem
verilmesi, cihad, emri bi'l-ma'ruf ve nehyi ani'l-münker gibi ameller öyle değildir.

£1471

Daha güçtür, dolayısıyla sevabı da fazla olur.

4342... Abdullah b. Amr b. el-As (r.anhuma) dan; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir: "İnsanların eleneceği (iyilerin gidip) kötülerin kalacağı, ahid ve
emanetlerinin bozulacağı ve ihtilafa düşüp şöylece- parmaklarını biri biri arasına soktu

[1481

olacakları zamanın gelmesi yakındır. - veya geldiği zaman haliniz ne olur?"
Oradakiler:

(O zaman) Biz ne yapalım, ya Rasûlullah (s. a)? dediler, Rasûlullah
"İyi bildiğinizi alır, kötü gördüğünüzü bırakırsınız. Kendinize ait işlere yönelir,

£1491

umuma ait işleri terkedersiniz.

Ebû Davûd der ki: Abdullah b. Amr vasıtasıyla tek vecihten böylece rivayet edildi.

[İM



Açıklama

Peygamber (s. a) efendimiz bir mucize olarak ileride olacak bazı olayları haber vermiş,
yeryüzünü kötülerin dolduracağını, insanların anlaşmazlıklara düşüp biribirlerine gi-
receklerini emanete riayet ve ahde vefanın ortadan kalkacağını bildirmiştir. O gün
geldiğinde de; müslümanlara hak olarak bildikleri şeyleri yapmaya devam edip, kötü
bildiklerinden uzak kalmalarını, başkalarını bırakıp sadece kendi işleri ile
ilgilenmelerini tavsiye etmiştir.

Çünkü işaret edilen zaman geldiğinde fesat artıp cehalet yayılacak, nasihat fayda
vermeyecek, vaizlere ve nasihatçılara kulak asılmayacak bu yüzden de emri bil-maruf

£151]

nehyi anil -münker vazifesi sağlıklı yapılmaya-b ilecek.
4343... Abdullah b. Amr b. el-As (r.anhuma) şöyle demiştir;

Biz Rasûlullah (s.a)'in etrafında (toplanmış) oturuyor iken (o) fitneden bahsedip şöyle
buyurdu:

"İnsanları; ahidleri karışmış, emanetleri azalmış ve şöylece - parmaklarını biribirine
soktu- olmuş bir halde gördüğünüz zaman..."
Ben kalkıp:

"Allah beni sana feda kılsın o zaman ne yapayım?" dedim:

"Evine kapan, dilini tut, hak bildiğini al, kötü gördüğünü bırak. Kendine ait işlere

imi

sarıl, ammeye ait işleri terk et." buyurdu.



Açıklama



Bu hadis aşağı yukarı önceki hadisin aynıdır. Fitnenin yayılıp ve nasihatin fayda
vermediği, emri bi'l -maruf ve nehy'i ani'l-münkerin kâr etmediği bir zamanda insanın
kendi şahsi ile meşgul olup başkalarını terketmesinin caiz olduğuna delâlet etmektedir.
Avnü'l-Ma'bud müellifi; "Bu, kötüler çoğalıp iyiler azaldığı zaman emri bi'l-ma'ruf

£1531

nehyi ani'l münkeri terketmeye ruhsattır" der.

4344... Ebû Said el-Hudri şöyle demiştir: Rasûlullah (s. a) "En efdal cihad, zalim

[154] ri551
sultanın -veya zalim emirin- yanında adaleti söylemektir." Buyurdu.

Açıklama

Hadisin Tirmizi'deki rivayetinde, "en efdal cihad" yerine "cihadın en efdalindendir."
denilmektedir. İbn Mace'nin bir rivayetinde de "adaleti söylemek" yerine "hakkı söy-
lemek" denilmiştir.

Zalim sultanın yanında hakkı veya adaleti söylemekten maksat ona iyiliği hatırlatıp
kötülükten men'etmektir. Bu hareketin en efdal cihad oluşu Hattabi'nin dediğine göre
şu yöndendir: "İnsan düşmanla savaş ettiği zaman galip mi geleceği, mağlup mu
olacağı belli değildir. Mağlubiyetten korktuğu gibi galibiyet umudunu da taşır. Ama
zalim bir hükümdarın yanında hakkı söyler onu kötülükten men etmeye çalşırsa kesin

[1561

bir şekilde kendisini tehlikeye atmıştır."

£1571

4345... Urs b. Amira el-Kindi (r.a)'den rivayet edildiğine göre:
Rasûlullah (s. a) şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünde günah işlendiği (bir kötülük
yapıldığı) zaman birisi ona şahit olur da çirkin görürse -bir seferinde de inkar ederse
demiştir - o kötülükten uzakta olan kişi gibidir. Kötülükten uzakta olup da ona razı

£1581

olan ise ona şahid olan (birlikte olan) kimse gibidir."
Açıklama

Hadis, kötülüğe kalben buğzetmenin kişiyi sorumluluktan kurtaracağına delalet
etmektedir. Sarihlerin belirttiğine göre bu, kötülüğe dil ile mani olma gücüne sahip
olmayanlar hakkındadır. Azizî'nin dediğine göre bu durumda olan kişinin kalben
buğzetmesinin yanı sıra kendi kendine "Allahım, bu iş kötüdür. Ona razı değilim"
demesi efdaldir.

Yine hadisten anladığımıza göre işlenen bir kötülüğün uzağında olmakla birlikte onu
beğenen, razı olan kişi, sanki kötülüğe şahit olup da ona iştirak etmiş gibi günah
[1591

kazanır.



4346... Adiyy b. Adiyy, Rasûlullah (s.a)'dan önceki hadisin benzerini rivayet etti Bu



rivayette Rasûlullah (s. a) şöyle buyurdu:

"Bir kimse kötülüğe şahit olur da onu çirkin görürse, ondan uzakta olan kimse

£1601

gibidir."
Açıklama

Bu rivayet de yukarıdakinin aynıdır. Ancak bu rivayet mürseldir. Çünkü Adiyy b.
Adiyy, Rasûlullah (s.a)'i görmemiştir.

Yukarıdaki hadisin dipnotunda belirttiğimiz gibi bu zat Urs b. Ami-ra'nm kardeşinin

£161]

oğludur, tâbiûn'dandır.

4347... Ebu'l Bahteri demiştir ki; Rasûlullah (s.a)'den işiten birisi, -Süleyman

£162]

Rasulullah'm ashabından bir adam dedi- bana, Rasûlullah (s.a)'in şöyle
buyurduğunu haber verdi: "İnsanlar, günahları ve ayıpları çoğalmcaya kadar helak
063]

olmayacaklardır. "
Açıklama

"Günahları ve ayıpları çoğalmcaya kadar", diye terceme ettiğimiz ya'zirü" kelimesi if
al babından =yu'ziru" şeklinde de rivayet edilmiştir.

Bu fark, bir ravi şüphesi olarak metinde mevcuttur. Bu fiilin hem sülasi-den hem if âl
babından aynı manaya geldiğini söyleyenlere uyarak biz farklı rivayetlere tercemede
işaret edemedik. Azınlıkta kalan bir grup âlime göre ise kelimenin if al babından
manası, "Özrü izale etmek" demektir . o zaman bu cümlenin manası: "Onlar için bir
özür kalmaymcaya kadar...." olur.

Hadisin buradaki rivayetinde sahabi ravi anılmamıştır. Taberi ise bu hadisi tefsirinde
Abdülmelik b. Mey sere, ez-Zarid kanalıyla, Abdullah b. Mes'ûd'dan rivayet etmiştir.
Abdullah b. Mes'ud hadisi rivayet edince kendisine, "Bu nasıl olur?" denilince;
baskınımıza uğradıklarında sözleri; gerçekten biz haksızdık demekten ibaret

[İMİ ;

kalmıştır." ayetini okumuşlardır. İbn Mes'ud'un bu âyeti okuması sanki ikinci

[1651

izahı desteklemektedir.
18. Kıyametin Kopması

4348... Abdullah b. Ömer (r.amhuma) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) ömrünün
sonunda bir gece bize yatsı namazını kıldırdı. Selam verince ayağa kalktı ve "Bu
geceyi görüyorsunuz ya, işte bu geceden itibaren yüz sene sonra (bu gün) yeryüzünde
olanlardan hiç kimse kalmayacaktır." buyurdu.
İbn Ömer şöyle dedi:

"İnsanlar Rasûlullah (s.a)'m bu sözünü (anlamakta) hataya düştüler. Halbuki
Rasûlullah (s.a) Bu gün yeryüzünde olanlardan hiç kimse kalmayacaktır, buyurmuş,



£1661

bu müddetin bu asırda yaşayanları mahvedeceğini (haber vermek) istemiştir"



Açıklama

Hadisin, Buhari'nin kitabü'l-İIm'deki rivayetinde jkn Ömer'in izahı yer almamıştır.
Mevakitu'ssa-lat'daki rivayeti ise aynen buradaki gibidir.

Ibn Ömer'in izahından da anlaşılacağı gibi onun zamanında bazı insanlar, üzerinde
durduğumuz hadisi yanlış anlamışlar korkuya kapılarak yüz yılın bitiminde kıyametin
kopacağını zannetmişlerdir. Nitekim Taberani ve daha başka bazı muhaddisler bunu
Ebû Mes'ûd el- Bedri (r.a)'den de rivayet etmişler ve Hz. Ali(r.a)'nin bu sözü
reddettiğini nakletmişlerdir. Yani hadiste kastedilen mana; yüzyılın bitiminde
kıyametin kopacağını bildirmek değil, o zaman hayatta olan neslin yüzyılın bitimine
kadar ölmüş olacaklarını haber vermektir.

Nitekim Rasûlullah'm bu haberi bir mucize olarak gerçekleşmiş ve o zaman hayatta
olan sahabilerin tümü yüz sene içerisinde vefat etmişlerdir. Alimlerin araştırmasına
göre bu hadisin geçtiği sene hicretin onbirinci se-nesidir. En son ölen sahabi de, Ebu't-
Tufeyl Amir b. Vasile (r.a)'dir, bu zatın vefat tarihi de H. 1 10'dur.
Bu hadisi şerif Hızır aleyhisselam'm hayatta mı yoksa ölmüş mü oldu-uğu
konusundaki tartışmalara önemli bir kaynak olmuştur. Rasûlullah'm o dönemde
yaşayanların hepsinin yüzyıl içerisinde öleceğini haber vermesi, o zaman Hızır hayatta
ise onun da öleceğine delil kabul edilmiştir. Hızır aleyhisselamm hayatta olduğunu
söyleyenler ise "Bu hadis Hz. İsa, Hz. Hızır, melekler ve iblis'e Şamil değildir.
Yeryüzündekilerden maksat Rasûlullah'm ümmetidir ki bunların bir kısmı ümmeti
icabet (müslüman-lar) bir kısmı da ümmeti davet (müslüman olmayanlardır. Yukarıda
saydıklarımız ise ümmet sınıfına dahil değillerdir." derler.

Avnu'l-Ma'bûd müellifi Azîmâbâdî, değişik kaynaklardan nakiller yaparak Hızır
aleyhisselamm hayatta mı yoksa ölü mü olduğu konusunda tartışmıştır. Şimdi bu
tartışmayı özet olarak vermek istiyoruz:

İmam Nevevî, ulemanın çoğunluğunun Hızır'ın hayatta olduğu görüşünde olduklarını,
ehli tasavvufun ise bunda ittifak halinde olduklarını söyler.

Avnü'l-îvla'bud müellifi Azimabadi, Nevevi'nin bu sözüne karşı çıkarak Hızır
aleyhisselamm hayatta olduğu iddiasının hatalı olduğunu söyler. Görüşünü de Hafız
İbn Hacer el-Askala'nı'nm bu konudaki sözleri ile destekler.

Azimabadi'nin naklettiğine göre, Askalani, özellikle H. üçüncü asırdan sonra Hızır
hakkındaki hikayelerin çoğaldığını bu konudaki rivayetlerden çoğunun isnatlarının
zayıf olduğunu ifâde eder. Abdurrahman es- Şulemi ve Eb'ul - Hasen b. Cehzam bu
zayıf rivayetleri nakledenlerdendir.

Süheyli, Buharı, Ebû Bekir b. Arabi, Ebu '1-Hattab b. Dihye, Ali b. Musa er-Rida, Ebû
Hayyan, İbn Ebi'l-fadl, Ebu'l-Hasen b. el-Mübârek, İbrahim el-Harbî, İnü'l-Cevzî,
Ebû Ya'lâ b. el-Arabî, Ebû Tahir b. El-Ibadî, Ebu'l-Hüseyn b. el-Münadi, gibi alimlere
göre hızır aleyhisselam hayatta değildir. İbn Hacer kendisi de aynı görüştedir. Bu
alimlerin görüşlerine dayanak teşkil eden şeyse; üzerinde durduğumuz hadis ve
Rasûlullah'm Hızır ile hiç görüşmeyişidir. Çünkü eğer Rasûlullah'm hayatında Hızır
aleyhisselam sağ olsa idi mutlaka kendisine gelir, onunla cumaya ve cemaata iştirak
eder, cihada katılırdı. Hz. Peygamber (s. a) bir hadisinde, "Musa hayatta olsa idi
mutlaka bana tabi olurdu." buyurmuştur. Hz. Musa hakkında durum böyle olunca,



Hızır aleyhisselamm, hayatta olduğu halde efendimize tabi olmaması nasıl
£1671

düşünülebilir.

4349... Ebu Salebe el-Huşenî (r.a)'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s. a) şöyle
buyurmuştur: "Allah (c.c) bu ümmete yarım gün (mühlet vermek) den aciz
[1681

değildir."

4350... Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a)'den;

Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Şüphesiz ben ümmetimin
Rableri katında, onlara yarım gün geciktirmesinden aciz olmadığını umarım."

£1691

Sa'de: "Yarım gün ne kadardır?" denildi Sa'd: "Beş yüz sene" cevabını verdi.
Açıklama

Bu terceme AIiyyü'l-Kari'nin açıklamasına uygun olarak yapılmıştır. Maksat,
kıyametin anılan müddetten önce kopmayacağmı ifâde etmektir. Rasûlullah (s. a) bu
sözüyle, "ümmetimin Allah katında, yarım gün (beş yüz sene) geçmeden onlar üzerine
kıyameti koparmayacak kadar yakınlığı verdir." demek istemiştir.
İbn Melek ve Tıybî gibi alimler de hadisi Aliyyü'l Kârî'nin anladığı gibi anlamışlardır.
Aliyyü'l-Kari, bu manayı İbn Melek'in de tercih ettiğini bizzat keadisi ifade etmiştir.
Bu anlayışa göre manâ; "Kıyamet beş yüz sene sonra kopacak" değil, "Beş yüz
seneden önce kopmayacak" şeklinde anlaşılır.

Rasûlullah hadiste "beşyüz sene" değil de "Yarım gün" tabirini kullanmıştır. Ravi Sa'd
b. Ebi Vakkas bunu, "beşyüz sene" diye izah etmiştir. Ravi bu izahı: "Şüphesiz
rabbinin katında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin sene gibidir." (Hacc 47)
Ve gökten yere kadar, olan bütün işleri Allah düzenler, sonra işler sizin hesabınıza
göre bin yıl kadar tutan bir gün içinde ona yükselir." (es-Secde, 32-5) ayetlerine
dayanarak yapmıştır.

Alkâmî ise hadisi başka bir şekilde anlayıp izah etmiş, Avnu'l-Ma'bûd müellifi de bu
izahı tercih etmiştir.

Alkâmînin izahına göre, hadisin tercemesi şu şekilde olacaktır: "Ben Alkamî'nin
izahına göre, hadisin tercemesi şu şekilde olacaktır: "Ben ümmetimin (zenginlerinin
mahşerde) Rableri önünde (cennete girmekte fakirlerden) yarım gün sonraya
bırakılmaya (sabırda) aciz olmayacaklarını umarım."

Bu anlayışa göre de yarım gün ahiret günlerindendir ve beşyüz seneye denktir. Bu
izaha göre hadis kıyamete hamledilmiştir.

Hadisin kıyametin yaklaşması babında yer alması, Ebû Davud'un da hadisi AIiyyü'l-
Kari'nin anladığı gibi anladığına delalet etmektedir.

£1701

Tîbî'de karşı anlayışı tenkid etmiş ve bunun vehm olduğunu söylemiştir.



m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/412.

m

Bu hadis iki yoldan rivayet edilmiştir.Birisi metinde olduğu gibi müsneddir. öbüründe ise Abdurrahman b.Şüreyb, Ebû Alkame ve Ebû Hureyrc'yi
anmadan, .sanki Şerahîl Rasullullah'tan duymuş gibi rivayci etmiştir. Bu şekilde aynı yerde iki veya daha çok ravi düşürülerek rivayet edilen hadislere
Mu'dal Hadis denilir. Ancak Abdurrahman sika bîr ravidir. Buhari ve Müslim onunla ihticac etmişlerdir. Bu hadisi .sadece Ebû Davud rivâyel etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/412.

LU

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/412-415.

L41

Bir nüshada, "veya Zi mıhmer" şeklindedir. Şüphe musannif Ebu Davud'a aittir. Zî Mihber Peygamberimizin hizmetçisi İbn Ebin-Necaşi'dir.
Cübeyr b. NüTcyr ve başkaları kendisinden hadis rivayet dinişlerdir. Şamlılardan sayılmaktadır, İbn Mâcede de Ebu Davud'un bir nüshasında şüpheli
olarak belirttiği Zi Mıhmer şeklinde varid olmuştur.
[5J

İbn Mace, fıten, 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/415-416.
[61

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi

LU

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi



Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi

[21

Şüphe ravilerden birisine aittir.

[îoı

Ahmed, b. Hanbel V, 222,245.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/417-418.

LU1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/418-419.

ri2i

Tirmizi. filen 58: İbn Mace. filen 35; Ahmet b. Hanbel V, 234.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/419.
[İH

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/419.

üü

İbn Mace, fiten 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/420.

risı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/420.

ri6i

Bu terceme Avnü'l-Ma'bud'un izahına göre yapılmıştır. Bezlü'l-Mechûd'laki izaha göre "yemek yiyenlerin cırnakları etrafında toplandıklar) gibi"
şeklinde olur.
LL7J

Ahmet, II, 259; V. 278.

[181

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/421.

üü

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/421-422.

[201

Ahmed b. Hanbel VI, 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/422.
[211

Bu hadis, Aynü'l Ma'bud ve BezlüT -Mechûd'da önceki hadisin devamı olarak yer almıştır.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/423.
[221

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/423.

[231

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/423-424.

[24J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/424.

[251

Ahmed b. Hanbel. VI, 26.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/424.
[26J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/424.

[271

Nesâî,Cihâd 42.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/425.
[281

Tevbe (9) 36.

[291

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/425-426.

[301

Müslim, fiten 62. 63. 65, Nesai, cihad 42.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/426.



: 14/416-417.
: 14/417.
: 14/417.



[31]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/426-427.

[32]

Buhari. cihad 95. 96: Menalîb, 26; Müslim, filen 64. 66: İbn Mace, filen 36: Tirmizi, filen 40: Ahmed Hanbel 1 1,530.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/427.
[33]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/427-428.

[341

Bu tefsir sahabi veya tabiî raviye aittir.

[35J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/428.

[361

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/428-430.

[371

Sadece Ebû Davûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/430.
[381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/431-432.

[391

Hadisi sadece Ebu Davûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/432.
[401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/432-433.

[4U

Sadece Ebu Davud rivayet etmiştir.

[421

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/433-434.

[431

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/434-435.

[4£

Buhârî, Hac 49: Müslim, fiten 57. 58, 59; Ahmet b. Hanbel V, 371.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/436.
[451

Bk. Ankebut (29) 67.

[46J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/436-437.

[471

Hakem b. EbT, As b. Ümeyye'dir.Abdül-Melik'in babasıdır.H. 64 yılında halife olmuştur.Kendisi sahabe değildir.

[481

Dabbe: Hayvan demektir. Bundan sonra gelecek olan hadisle izah edilecektir.

[49J

Müslim, fiten 118; İbn Mâce. fiten 32.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/437-438.
[501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/438-439.

[Şİİ

Müslim, Fiten 39, 40; Tirmizi, filen 21: İbn Mâce, filen 25. 28.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/439-440.
[521

Yasin (26), 82.

[531

Nemi (27) 82.

[İÜ

İbn Mâce. sünen, fiten 3 1 .

[551

Bk. Elmalılı M.H.Yazır. Hak Dini Kur'an Dili, V 3701 ve devamı.

[561

bk. Kehf sûresi (18) ayet 93-98.

[571

Tecrid-i Sarili Terceme ve şerhi 9.97 (2 nolu dipnot).

[58J

Müslim, filen \ 10; İbn Mace. filen 33, 59; Ahmed b. Hanbel, müsned, 1,375; 11,510.

[591

İbn Mace, fiten 32. (Bu bölüm hadisin yansından sonraki kısımdır. Daha önceki kısmı Deccal ile ilgilidir.)

[M

Buharı, enbiya 49: Müslim. İman 242.

[611

Duban. 10.

[621

Buharı, fiten 24: Müslim, İnen 42.

[631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/440-448.



[641

En'am 6, 158.

[65J

Buharı, filen 26: Müslim, iman 248; tbn mace. filen 32: Nesaî, cuma 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/448.
[66J

Nesai. Medariku't-Tenzil, II, 42.

T671

Muhtasar-ı Tefsiri İbn Kesir, I. 636.

[68J

İbn Mace, filen 32; Hadis no: 4070.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/448-449.
[69J

"Açığa çıkarma" diye terceme ediğimiz kelimesi "açılmak" manasına gelir, başlığın harfi tercemesi "Fırat'ın hazinesinden açılması" demektir.

um

Buhari, fiten 25; Müslim, fıten 30; Tirmizi, Sıfatü'l-cenne, 26; İbn mace, Filen 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/450.



Müslim, fiten 3 1 ; Tirmizi, sıfatu'l- cenne, 26; Buhari fıten 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/450.
[721

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/450-451.

ma

"Ondan" kelimesinin. Deccal 'in yerine kullanılmış olması da, Ebu Mes'ud'un yerine kullanılmış olması da muhtemeldir.

HU

Buhari fıten 27; Müslim, fıten 108.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/451-452.
[751

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/452-453.

[761

Buhari, fiten 27; Müslim, filen 101: Tirmizi, fıten, 56.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/453-454.



Önceki rivayetle Deccal'm gözleri arasındaki yazının kafir olduğu, bu rivayetle ise kefere olduğu bildirilmektedir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/454.
[781

Müslim, fiten 103.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/454.
[791

Müslim, filen 100.

[M

Müslim, fiten 104.

[811

Müslim, fiten 103.

[821

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/454-456.

[831

İçine düştüğü şüphelerden maksat; Sihir, ölüleri diriltme ve benzeri istidrac olaylarıdır.

[841

Şek bir raviye aittir. Bundan sonra o ravi "Şeyhim .sek ile böyle dedi" demiştir.

[851

Ahmed b. Hanbel. IV, 43 1 , 44 1 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/456.
[861

Ahmet b. Hanbel, V. 324.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/456-457.
[871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/457.

[88J

Müslim, fiten 110; İbn. Mâce, fıten 33 Tirmizî, fıten 59; Ahmet b. Hanbel, III. 420, IV. 226.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/457-458.
[891

Geniş bilgi içinbk. C. II, sh. 122, 123.

[M

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/458-462.

[911

İbn Mâce, fıten 33.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/463.
[921

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/463-464.

[931

Müslim, salatü'l-müsafırun, 257; Tirmizi, sevabu'l-Kur'an, 6: Ahmed, b. Hanbel V, 196.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/464-465.



T941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/465-466.

[951

Sadece Ebu Davut rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/466.
r961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/466-468.

1221

Cessase: Haber toplayan demektir- Nevevi'nin dediğine göre bu yaratık Deccal'e haber topladığı için bu adı almıştır.

İM

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/468-469.

[991

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/469-470.
[100]

Ravi hadisi uzun uzadıya anlatmış, ancak Ebu Davud ihtisar diniştir. Hadîsin tamamı Sahih-i Müslim'de mevcuttur, bu fazlalığa açıklama
bölümünde işaret edilecektir.
[101]

Müslim, fıten 119.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/470-472.
[102]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/472-473.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/473-474.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/474.
Bazı nüshalarda, haber istemek üzere" şeklindedir.

Bazı nüshalarda "İbn Said"lir. Aşağıda gelecek oları haberde de İbn Said'fır. Biz izahla metne bakarak İbn Sayyad dedik.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/474-475.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/475-476.
Bazı nüshalarda "İbn Sayyad" şeklindedir.

Bu soru Buhari ve Müslim'deki rivayetlerde: "Senneler görüyorsun?" şeklindedir.

Bu tabir köpeği kovmak için kullanılan bir tabirdir.

Buhari. cenaiz 80; cihad 173; Müslim, fıten 95; Tirmizi, fıten 63.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/476-478.
[113]

Bu Talik Buhârı'nın hem Cenaiz hem de cihad konu kumduk i rivayetlerinin sonunda vardır.

[1141

İbn Sayyad'm sözü olarak verdiğimiz bu cümleler mana olarak aktarılmıştır. Bu rivayetler için bk Sahih-i Müslim, fıten, 89, 90, 91.

[1151

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/478-482.

rı 161

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/482.

[1171

Buharı, İ'tisâm 22; Müslim, fıten, 94.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/482.
11181

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/482-483.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/483.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/483-484.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/484.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/484.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/484-485.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/485-486.
Maide: 5/78-81.

Parantez içerisindeki kısım bu rivayette mevcut değildir. Ancak mananın anlaşılması için bu takdire ihtiyaç vardır. Bir sonraki rivayet bu ilaveyi
içermektedir. Tirmizi, Tefsîru'l - Kur'an, 5,6,7: İbn Mace. fıten 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/486-487.



no3i
UM

[1051
[1061
[1071
[1081
[1091
[1101
[1111
[1121



[1191
[1201
[1211
[1221
[1231
[1241
[1251
[1261



[127]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/487.

[128]

Ahmed b. Hanbel, müsned V, 192.

[129]

Gazzali, İhyâ-u ulumi'ddin, II, 376 (Taberani ve Bezzar'dan)

[130]

Maide, 5/78-81.

[131]

Al-i İmrân, III, 110.

[132]

Al-i İmran, III, 104.

T1331

Fahreddiner - Razi, Mefâtihu'l-gayb, III, 27.

[1341

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/487-490.

ri351

Fetevây-i Hindiyye, V, 352, 353.

[1361

Tirmizi, Tefsîru'l - Kur'an, 5,6.7; filen 8; İbn Mace, fiten 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/490-491.
[137]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/491.

[138]

İbn mâce, fiten 20; Ahmet b. Hanbel IV, 361, 363. 364, 366.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/492.
[139]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/492.

[140]

Hennad ve Ebu'l A'la, Ebu Davud'un hadisi rivayet elliği üsiadlardır. Hennad hadisi kısa kesmiş. Ebu'l.Ala tamamını rivayet etmiştir.

[141]

Müslim, el-lyman 78: Timizi, fiten 11; İbn Mace, fiten 21; Nesai, iyman 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/492-493.
11421

Fetavay-ı Hindiyye, V, 353.

[143]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/493-494.

[144]

Aynu'I-Ma'budlaki bir izaha göre mana "İyiliğe imtisal ediniz, kötülükten kaçınınız" şeklindedir.

[145]

Tirmizi, tefsir 6; İbn Mâce, fiten 21.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/494-495.
[146]

Müd: 832 gr. buğday alan bir ölçek

[1471

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/495-497.

[1481

Buradaki şek raviye aittir.

[149]

İbn Mâce, filen 10; Ahmed b. Hanbel II, 220, 221.

[150]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/497-498.

[Mü

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/498.

[152]

îbn Mace, filen. 10; Ahmed b. Hanbel II, 162, 212, 220, 221.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/498.
[153]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/499.

[154]

Şüphe ravilerden birisine aittir.

[155]

Tirmizi, fiten 13: İbn Mace, filen 20; Nesai, biat 37; Ahmed. b. Hanbel III, 19, 61; IV, 314, 315.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/499.
[156]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/499.

[157]

Amira Urs'un annesidir. Babasının adı Kays'dır. Zehebî'nin bildirdiğine göre Urs b. Amira Adiyy'in kardeşidir. Kardeşinin oğlu Adiy b. Adiy
kendisinden hadis rivayet etmişür. Urs b. Amira şahabıdır.
11581

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/499-500.

11591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/500.



[160]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/500.

[161]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/500.

[162]

Hadisi Ebu Davud'a Süleyman b. Harb ve Hafs b. Ömer rivayet etmişlerdir. Birinci rivayet Hafs'a, ikincisi de Süleyman'a aittir.

[163]

Ahmed, b Hanbel IV, 260; V, 293.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/500-501.
H641

A'râf, 7/5.

ri651

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/501.

ri661

Buharı, ilim 41; Mevâkit Salât 40; Müslim, fedâilu's-sahabe, 216; Tirmizi, fi ten 64; Ahmed b. Hanbel, II, 88.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/501-502.
[167]

bkz. AynuT-Ma'bûd, XI. 504 ve devamı; İbn Hacer el-Askalanî, el-tsabe fı TemyiziVSahâbe, 1, 441.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/502-503.
H681

Ahmed b. Hanbel, IV, 193.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/503-504.
[169]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/504.

[170]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/504-505.



18- FERAİZ BÖLÜMÜ

fslam Miras Hukukunun Çağdaş Sistemlerden Farkları:

1. Feraiz timini Öğrenmenin Hükmü

2. Kelale

3. Çocuğu Olmayıp Da Kız Kardeşleri Olan Bir Kimsenin Mirası

4. Öz Evlâdın Mirası

5. Nine(nin Mirastan Alacağı Pay)
6- Dedenin Mirastan Alacağı Pay

7. Asabenin Mirastaki Hakkı Nedir?

8. Zevilerhamın Mirastaki Hakkı Nedir?

9. Üzerinde Lanetleşilen Çocuğun Mirası

10. Müslüman Kafire Varis Olabilir Mi?

11. Miras Paylaşılmadan Önce Müslüman Olan Bir Kimse(Nin Mirasta Bir Payi
Var Mıdır?)

13. Bir Müslüman Vasıtasıyla Müslüman Olan Kimsenin Durumu

14. Vela Hakkının Satılması (Caiz Midir?)

15. İşitilecek Derecede Ses Çıkarıp Sonra Ölen Yeni Doğmuş Bir Çocuğun
Mirastaki Durumu

16. Antlaşma Mirası Zevilerham (Denilen Hısımlara Tanınan) Miras (Hakkı) İle
Yürürlükten Kaldırılmıştır

17. (İslâmiyette Kötülük Üzerinde Yardımlaşma Üzerine Yapılan Bir Antlaşmanın
Hükmü)

18. Kadın Eşinin Diyetine Varis Olur



18- FERAİZ BÖLÜMÜ



Feraiz, farzlar, belirli hisseler demektir. Fıkıhta; ölünün geriye bıraktığı malların belli
ölçülerle varisleri arasında paylaştırılmasmdan bahseden ilme denir. İslâm miras
hukukunu ifâde eder.

Bu ilmin gayesi hak sahiplerine haklarım ulaştırmaktır.

Feraizin üç hiikmü vardır: Muris (miras bırakan), terike (bırakılan mal) ve varis (mala
hak kazanan)dır.

Şartları da üçtür: Murisin ölmüş olması, ölüm zamanında vârisin bulunması, varis
olma cihetini bilmesi.

Vâris olma (irs) sebebleri yine üçtür. Sahih nikah, nesep, velâ (efendisinin kölesine
yakınlığı)

Varis olmaya engel olan haller:

1. Kölelik,

2. Kısas veya keffâret cezasını gerektiren adam öldürme (kıtal), yakın bir akrabasını
öldüren kimse Öldürdüğü adamın tek varisi bile olsa, onun malına mirasçı olamaz.

3. Muris ve varisin farklı dinlerden olması,

4. Zimmet ehli için memleketin ayrı ayrı olması.

Feraizin, belli başlı özellikleri, kadının erkeğe nazaran yarı hisse alması, fârizi denir.
Ölünün geriye bıraktığı maldan belirli miktarda hisse alan kimseler ashabü'l feraiz'dir.
Bunların durumu mirasçıların miktarı ve ölüye yakınlığına göre değişir. Bu manâda
feraiz kırk halde özetlenmiştir. Bu kırk halin üçü baba için, dördü dede için, üçü kız
için, altısı oğul kızları için, beşi öz kırkazdeş için, yedisi baba bir kız kardeşler için,
üçü ana için, ikisi de nine içindir. Bu kırk halin bulunduğu tablolara feraiz aynası
denir.

Feraizi, belli başlı özellikleri, kadının erkeğe nazaran yarı hisse alması, ölenin geriye
bıraktığı mallardan borçları ve vasiyetleri verildikten sonra geriye kalanın bölünmesi
veresesi olan kimselerin malının üçte birinden fazlasını başkalarına vasiyet edememesi
gibi hususlardır.

Miras: Mirasın sözlük manası geçmek, intikal etmek, halef olmak devam etmektir.

Istılahta ise, terikede yani ölünün bıraktığı malda hak ve hissesi olan kimselerle her

birinin hissesinin»miktarmı bildiren fıkıh ve hesap kaideleridir.

Terike, vefat edenin geride bıraktığı mal ve haklardır. Miras ilmine feraiz de denir.

İslam miras hukukunun kaynakları: Kitap, Sünnet, tema ve sahabe görüşleridir.

Mirasın Rükünleri: Her miras olayında üç temel unsur bulunur. Bunlar mirasçı (varis)

Miras bırakan (ölü, muris) ve terike (varislere bırakılan mal ve haklar)dır.

Mirasın manîleri; Miras bırakanı öldürmek, din farkı ve kölelik mirasın başlıca

mânileridir.

Mirasçıların Vâris Olma Sıraları:

1. Belli hissesi olan hısımlar (ashabü'l- ferâiz)

2. Neseb bakımından asabe olan hısımlar.

3. Başka bir sebeb ile asabe olanlar

4. Azad edenin asabesi,

5. Red yoluyla mirasçı olan asabü'l-feraiz

6. Ashabü'l-feraiz ve asabe dışında kalan kadın ve kadın vasıtasıyla bağlanan erkek
hısımlar (zevil-erham),

7. Mukaveleli vâris



8. Nesebi, miras bırakandan başkasına ikrar yoluyla nisbet edilen hısım,

9. Kendisine üçte birden fazla vasiyet edilen kimse,

10. Hazine (beytülmâl)

Burada ayrıntılara girmeden üzerinde ittifak edilen mirasçıları ve kendilerine düşen
payları belirtelim:

I. Belli hissesi olan hısımlar (ashabü'l-feraiz):

1. Karısı ölen koca:

a. Eğer karısının oğlu veya kızı veya torunları varsa dörtte bir,

b. Bunlardan hiçbiri yoksa ikide bir hisse alır.

2. Kocası ölen kadın:

a. Ölen kocasının oğlu veya kızı veya torunları varsa sekizde bir,

b. Bunların hiç biri yoksa dörtte bir alır.

3. Ölenin babası:

a. Ölenin oğlu veya torunu ... varsa altıda bir, b'. Ölenin kızı veya oğlunun kızı,
oğlunun oğlunun... kızı ile beraber bulunuyorsa altıda birini ve diğer mirasçılardan
kalanını alır.

c. Bunlar bulunmazsa babası mirasçı olur, yani başka mirasçı yoksa mirasın tamamı
başka mirasçı varsa onlardan kalan babaya aittir.

4. Ölenin dedesi (baba tarafından):
a., b, c. Ölenin babası gibidir.

d. Babanın bulunması halinde dede, mirastan pay alamaz.

5. Ölenin ana bir kız veya erkek kardeşleri:

a. Bir tane ise altıda bir hisse alır.

b. Birden fazla iseler terekenin üçte birini eşit olarak paylaşırlar, kız ve erkek burada
eşit hisse alır.

c. Ölenin babası dedesi, oğlu, kızı, oğlunun oğlunun... oğlu veya kızı bulunursa anabir
kardeşler mirastan pay almazlar.

6. Ölenin kızı:

a. ölenin oğlu olmayıp bir tane kızı varsa terekenin yarısını alır,

b. İki veya daha çok kızı varsa üçte ikisini aralarında paylaşırlar.

c. Ölenin oğlu da varsa, kızlar bir, oğlanlar iki hisse alarak asabe olurlar. Diğer
mirasçılar hisselerini aldıktan sonra kalanı başka mirasçı yoksa bütün terekeyi kızlar
bir, erkekler iki hisse olarak paylaşırlar.

7. Ölenin oğlunun kızı:

a. Ölenin kızı bulunmayıp oğlunun bir kızı bulunursa, terekenin yarısını alır.

b. Bu durumda oğlunun kızları birden fazla iseler, üçte ikiyi aralarında paylaşırlar.

c. Ölenin bir kızı ile beraber bir veya daha fazla oğul kızı bulunursa bunlar altıda bir
alırlar. Aynı derecede oğlun oğlu ile beraber bulunurlarsa asabe olurlar. Yani kalanı
ikili birli paylaşılır. Yakınlık olarak kendisine denk veya kendisinden aşağı derecede
bulunan erkek ile asabe olamayan oğul kızı mirastan pay alamazlar.

d. Oğlun kızı ölenin iki veya daha fazla kızı ile beraber bulunursa mirastan pay
alamazlar.

e. Derecede eşit veya daha aşağıda oğlun oğlu... ile oğul kızları asabe olurlar.

f. Oğul kızları oğlun veya derece itibariyle Ölüye daha yakın olan erkek çocuğun
bulunması halinde mirastan pay alamazlar.

8. Ölenin ana-baba bir kız kardeşleri:
a. Bir tanesi terekenin yansını alır,



b. İki veya daha fazla olurlarsa üçte ikiyi, aralarında paylaşırlar.

c. Ana-baba bir erkek kardeşleriyle beraber bulunurlarsa erkek kardeşler iki, bunlar bir
hisse olarak asabe olurlar.

d. Ölenin kızı veya oğlunun kızı oğlunun oğlunun ... kızı ile beraber bulunurlarsa
asabe olup kalanı alırlar.

e. Oğlunun oğlunun oğlu babanın ve dedenin bulunmasıyla ana-baba bir kızkardeşler
mirastan pay alamazlar.

9. Ölenin baba bir kızkardeşi:

a. Kızkardeşi bir tane ise yarısını alır.

b. Birden fazla iseler üçte ikiyi paylaşırlar.

c. Ana-baba bir, bir tane kızkardeş ile beraber bulunuyorlarsa altıda bir alırlar.

d. Ana-baba bir kızkardeşler birden fazla iseler.baba bir kızkardeşi varis olamazlar.

e. Ancak bu hallerde baba bir erkek kardeş bulunursa bununla birlikte erkekler iki,
kızlar bir hisse alarak asabe olurlar.

f. Ölenin kızı, oğlunun... kızı ile beraber bulunurlarsa asabe olurlar.

g. Ölenin oğlu, oğlunun... oğlu, babası, dedesi, ... ana-baba bir oğlan kardeşleri, asabe
olan ana-baba bir kız kardeşleri bulunursa baba bir kız kardeşler mirastan pay
alamazlar.

10. Ölenin annesi:

a. Ölenin oğlu, kızı oğlunun... oğlu veya kızı, hangi taraftan olursa olsun, ölenin
birden fazla kardeşiyle beraber bulunursa altıda bir alır.

b. Bunlar bulunmazsa üçte bir alır.

c. Bir taraftan baba, öbür taraftan koca veya karı ile beraber bulunursa, karı veya koca
hisselerini aldıktan sonra kalanının üçte birini alır. Bu durumda baba asabe olarak geri
kalanı alır.

11. Ölenin ninesi (ana veya baba tarafından büyük anne):

a. Ana, baba, dede ve daha yakın derecede mirasçılar bulunursa nine mirastan pay
alamaz.

b. Bunlar yoksa altıda bir alırlar.

II. Asabe (ölenin erkek vasıtasıyla kendine bağlanan erkek hısımları ile böyle telakki
edilenler):

Asabe ashabü'l-feraiz ile belirlenmiş olan hisselerini aldıktan sonra geri kalan mallar
mirasçılarındır. Ashabül-feraiz yoksa bütün miras asabeye kalır.
Asabe; sebebi ve nesebi olmak üzere ikiye ayrılır:

Sebebi Asabe: Bir köleyi azad eden kimse onun asabesidir. Eğer kölenin kendi
hısımları içinde ashabül'feraiz veya asabesi yoksa azad eden veya asabesi varis olur.
(kölelik günümüzde yaygın olmadığından üzerinde daha fazla durmaya gerek yoktur.)
Nesebi Asabe: Bir kimsenin kan hısımları arasındaki yakınlarıdır.
Ashabü'l-feraiz, hisselerini aldıktan sonra geriye kalanını nesebi asabede sırasıyla
alanlar şunlardır:

1. Kendiliğinden asabe olanlar (Ölen ile aralarında kadın girmeyen erkek hısımlar)
Bunların ve asabe olma sıraları aşağıdaki gibidir. Birincisi varken ikincisi, ikincisi
varken üçüncüsü vs. asabe ve mirasçı olamaz. Sadece baba as-habü'l-ferâziden olduğu
için bu kaidenin dışındadır. Aynı ailede olanlardan yakın uzağı mirastan mahrum eder.
Mesela, oğul varken toruna miras düşmez. Yine ana-baba bir olanlar varken yalnız
baba veya ana bir olanlar asabe ve mirasçı olamazlar.
Bu kümeye giren asabe sırasıyla şöyledir:



a. Fiirû: Oğul, oğlun oğlu...

b. Usul: Baba, babanın babası...

c. Babanın fürûu: Yani baba tarafından erkek kardeşler ve bunların erkek çocukları,

d. Dedenin füruu: Yani baba tarafından erkek kardeşler ve bunların erkek çocukları _.

2. Başkası sebebiyle asabe olanlar. Bunlar bazı erkek hısımlarla birlikte oldukları
zaman asabe olurlar. Kalan mirası onlarla ikili birli oldukları zaman paylaşanlar.
Sırasıyla şunlardır:

a. Oğul ile birlikte kızlar,

b. Oğlun... oğlu ile birlikte oğul kızları,

c. Ana-baba bir erkek kardeşlerle birlikte ana-baba bir kızkardeşler

d. Baba bir erkek kardeşlerle baba bir kızkardeşler.

3. Başkasıyla asabe olanlar:

Bunlar sadece kızkardeşlerdir. Böyle bir asabe olabilmeleri için ana-baba bir veya
baba bir kızkardeşlerin kızlar veya oğul kızları ile birlikte bulunmaları gerekir. Böyle
bir durumda kızlar ve varsa diğer mirasçılar hisselerini aldıktan sonra geri kalanı bu
kız kardeşleri alır. Birden fazla iseler kalanı aralarında eşit olarak bölüşürler.

III. Belli hisse sahibi mirasçılar (ashabü'l-feraiz) hisselerini aldıktan sonra artan
miktarı alacak asabe yoksa, bu artık yine aynı mirasçılara hisseleri nis-betinde
dağıtılır, (red meselesi)

Eğer paylar kafi gelmediği için hisseleri alamayan mirasçı bulursa bütün hisse
sahiplerinin hisseleri birer miktar azaltılarak hepsinin terekeden pay alması sağlanır.
(Avt meselesi)

IV. Belirli hisse sahipleri ile asabe dışında kalan kadın ve kadın vasıtasıyla bağlanan
erkek hısımlar zevîl-erham ilk iki küme bulunmazsa mirasçı olurlar. Bunlar teyze,
hala, kızın oğlu ananın babası gibi kan hısımlarıdır.

V. Zevi'l-erhamdan da hısım bulunmazsa Ölenin kendisiyle diyet ödeme, varis olma,
yardımlaşma, konusunda anlaştığı muvalat ahdi yaptığı kişi ona mirasçı olur.

VI. Böyle bir mukavele ile mirasçı olan da yoksa ikrar ile hısım olanlar mirasçı
olurlar.

VII. Bunlar da yoksa veya bunların hepsi de razı ise, terekenin üçte birini geçen,
vasiyet yerine getirilir. Yani bu kadar mal vasiyet edilen kişiye verilir.

VIII. Yine mirasçı yoksa veya terekeden artan miktar bulunursa bu hazineye

m

(beytülmale) aittir.

İslam Miras Hukukunun Çağdaş Sistemlerden Farkları:

Bunların en önemlileri şunlardır:

1. İslam hukukundan terekenin ancak üçte biri hakkında vasiyet yapılabilir. Bundan
fazlası için varislerin rızası gerekir.

2. İslam miras hukukunda intifa hakkı yoktur.

3. Ana ve baba daima mirasçıdır.

4. Mehir, nafaka gibi mükellefiyetler gözönünde tutularak erkeğe umumiyetle iki,
kadına bir hisse verilmiştir.

5. Evlat edinmeye bağlı mirasçılık yoktur.

6. Varisi mirastan mahrum etmek normal şartlarda mümkün değildir.



121

7. Miras cebridir, varis istese de istemese de hissesi onun mülkiyetine geçer.
1. Feraiz timini Öğrenmenin Hükmü

2885... Abdullah b. Amr b. el-As'dan demiştir ki: Rasûlullah (s. a.):
(Dini) İlim(lerin aslı) üçtür: Bunların dışındaki ilim(ler) fazladandır). Muhkem âyet

13]

(ler) sabit sünnet (miras taksiminde) adaletli fariza (ilmi) buyurmuştur.
Açıklama

Metinde geçen ilm kelimesinin başında bulunan el takısı Ahd-i zihnî için olduğundan
söz konusu ilmin herhangi bir ilim olmayıp belirli bir ilim olduğuna delâlet eder. Bu
bakımdan ulema buradaki ilimden maksadın dinî ilimler olduğunu söylemişlerdir.
Muhkem âyetlerden maksat: Konulduğu manaya başkahiçbir ihtimal bulunmadan-
açıkça delalet eden ve nesihe ihtimali olmayan âyet-i kerimelerdir.
Adaletli fariza: Tabirinin de burada iki manaya ihtimali vardır:

1. Miras taksiminde kitap ve sünnetin açıkça belirlediği adaletli paylar.

2. Kitap ve sünnetten ictihad yoluyla çıkartılan paylar. İcma ve kıyas ile belirlenen
paylar demektir. Bu hükümler Kur'ân âyetleriyle hadis-i şeriflerden çıkartıldığı için
esas ve netice itibariyle Kur'ân-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde açıkça belirtilen paylar
gibi muteberdirler. İşte bu paylar kendilerine itibar edilmesi cihetiyle Kitap ve
Sünnetle sabit olan paylara denk olduklarından bu hadis-i şerifte kendilerinden fariza-i
âdile = denk pay diye bahsedilmiştir.

Hattâbî'nin açıklamasına göre; ashab-ı kiram, miras konusunda kitap ve sünnetin
açıklık getirmediği mevzularda ihtilafa düştükleri zaman Kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i
şeriflerde getirilen açık hükümlere ve İslamm genel mevzuatına uygun yeni çözüm
yolları bulmuşlardır.

İkrime'den rivayet olunduğuna göre, İbn Abbas anne ve babasıyla kocasını bırakarak
ölen bir kadının mirasının nasıl taksim edileceğini sormak üzere Zeyd b. Sabit'e birini
gönderdi de Zeyd kocaya tüm mirasın yansının verilmesi gerektiğini, kalan malın da
üçte birisinin anneye üçte ikisinin de babaya verileceğini söyledi.
İbn Abbas O'na: "Bu.hükmü Allah'ın kitabında mı buldun, yoksa kendi içtihadınla mı
verdin?" deyince: "Kendi içtihadımla verdim, anneyi babaya tercih edemeyeceğim için
babaya kalan malın üçte ikisini, anneye de üçte birini verdim" cevabını verdi.
Gerçekten Zeyd burada "Eğer (ölenin) çocuğu yok da ana babası ona varis oluyorsa,

141

anasına üçte bir düşer." âyeti kerimesine kıyas yapmış kocaya hakkı olan malın
yarısını verdikten sonra kalan malı Kur'ân-ı Kerim'de açıkça zikredildiği şekilde
anneye vermiş, babanın Kur'ân-ı Kerim'de açıklanmayan hissesinin de üçte iki
olduğuna hükmetmiştir. Daha sonra gelen ilim adamlarının hepsi Kur'ân-ı Kerim'in ve
hadis-i şerifin ruhuna uygun buldukları için Hz. Zeyd'in bu içtihadına sarılmışlardır.
[51



2. Kelale



2886... İbn el-Münkedir, Cabir'i (şöyle) derken işitmiş;

"Ben hastalanmıştım. Baygın bulunduğum bir sırada Peygamber (s. a.): Ebû Bekir'le
birlikte yaya olarak beni ziyarete gelmiş ben (baygınlığım sebebiyle) kendisiyle
konuşamaymca bir abdest alıp (ab-dest suyunu) üzerime serpmiş, bunun üzerine ben
ayıldım. (Rasûl-i Ekrem'in yanımda olduğunu görünce): "Ey Allah'ın Rasûlü malım
hakkında nasıl bir işlem yapayım. Benim (geride kalacak) kız kardeşlerim de var"
dedim. Hemen o anda "senden fetva istiyorlar de ki, Allah sizi babasız ve çocuksuz

kişinin mirası hakkında hükmünü (şöyle) açıklıyor..." (mealindeki) miras âyet-i

121

kerimesi indirildi.
Açıklama

Avnü'l Ma'bud yazarının açıklamasına göre, "Metinde geçen kelale kelimesinin
manâsı üzerinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Kastalanî'ye göre kelale geride
çocuk ve baba bırakmadan ölen kimsedir. Lügat alimlerinin cumhurunun görüşü
budur. Sahabeden Hz. Ali ile Abdullah b. Mesûd da bu görüştedirler. Bazılarına göre,
geride baba bırakmadan ölen kimsedir. Ashab-ı Kiram'dan Ömer b. Hattâb (r.a.) bu
görüştedir. Bazılarına göre erkek çocuk bırakmadan ölen kimsedir. Anne ve baba
bırakmadan ölen kimse olduğunu söyleyenler de vardır. Bütün bu görüşlere göre
kelale ölen kimseye verilen bir isimdir. Bazılarına göre de kelale anne ve baba dışında
kalan mirasçılar demektir. Kutrubi ile ashab-ı kiramdan Ebû Bekr (r.a.) bu
görüştedirler. Hanefi ulemasından Aynî bu mevzuda cumhurun görüşünü tercih
etmiştir.

Kelale kelimesinin manâsında ihtilaf edildiği gibi, hangi kökten türedi-ği konusunda
da ihtilâf edilmiştir.

Bu mevzuda İmam Nevevî şöyle diyor: "Ulemanın ekserisine göre bu kelime tekellül
kökünden türemiştir. Tekellül kenarda kalmak manâsına gelir. Mesela amca oğlu,
nesebin dikine inen usul- für'u çizgisi üzerinde değildir. Bu çizginin yan tarafında
kaldığı için kelale ismini alır.

Bazılarına göre bu kelime ihtilaf etmek anlamına gelen iklil kökünden türemiştir.
Varisler ölüyü dört tarafından kuşattıkları için bu ismi almışlardır. Nitekim başı dört
tarafından sardığı için başa giyilen taca da iklil ismi verilmiştir.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte kelalenin mirası şöyle anlaşılıyor. "Ölenin
annesi, babası ve çocukları yok da anne bir kız ve erkek kardeşi varsa, bunların
herbirine mirasın altıda biri düşer. Eğer anne bir erkek ve kız kardeşler birden fazla
ise, bunlar mirasın üçte birini kendi aralarında paylaşırlar.

Her ne kadar Hz. Cabir'in mirası hakkında inen âyetin senden fetva istiyorlar de kî

m

Allah size babasız ve çocuksuz kişinin mirası hakkında hükmünü şöyle açıklıyor:
mealindeki âyet-i kerime olduğu ifade ediliyorsada, îbn Cerir Hz. Cabir'in mirası
hakkında inen âyetin Allah size çocuklannız(m alacağı miras) hakkında, erkeğe

M ~ £101

kadının payının iki mislini tavsiye eder. mealindeki âyet-i kerime olduğunu
rivayet etmiştir.



DJJ

Tirmizî'nin rivayeti de İbn Cerir'in bu rivayetini te'yid etmektedir.

Maliki ulemasından İbn el-Arabi, İbn Cerir'in rivayeti ile Tirmizî'nin rivayetini

mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerife tercih ederek bu rivayetlerin arasını te'lıf etme

yoluna gitmişse de Bezlü'l Mechûd yazarı bu müşkili şöyle halletmiştir:

"Aslında yukarıda meali geçen Nisa sûresinin 176 numaralı âyet-i kerimesi Hz.

Cabir'in mirası hakkında inmiştir. Fakat bu âyet-i kerimede kelalenin mirası

açıklanırken söz konusu edilen erkek ve kız kardeşten maksat anne-baba bir ya da

baba bir erkek ve kız kardeş değil, anne bir erkek ve kız kardeştir. Nitekim Sad b. Ebî

Vakkâs'm rivayeti ile ibn Mes'ûd'un kıraatleri de buna delalet etmektedir.

Durum böyle olunca, anne bir kardeşlerin dışında kalan anne-baba bir kardeşlerle baba

bir kardeşlerin mirası bu âyet-i kerimede açıklanmamıştır. Bunun üzerine ashab-ı

kiram Hz. Peygamber'den onların mirasları hakkındaki hükmü sormaya başlamışlar,

nihayet Cenab-ı Hak Nisa sûresinin 1 1 . âyet-i kerimesini indirerek onlar hakkındaki

hükmünü de açıklamıştır. Netice itibariyle her iki âyetin, : inmesine de sebeb Hz.

Cabir'in mirasıdır. Her iki âyetin de Hz. Cabir hakkında indiğini söylemek

mümkündür. Bir başka ifadeyle yukarıda geçen rivayetler arasında bir çelişki yoktur.

[12]

3. Çocuğu Olmayıp Da Kız Kardeşleri Olan Bir Kimsenin Mirası
2887... Câbir (r.a)'den demiştir ki:

(Bir defasında) "Hastalanmıştım. Yanımda yedi kızkardeşim vardı. (Bir gün
bayılmışım) RasûluUah (s. a.) yanıma gelip yüzüme üfürmüş de kendime geldim ve:
"Ey Allah'ın Rasûlü. (ben ölünce) kızkardeşlerime (kalacak olan malımın) üçte ikisini
vasiyet edemez miyim?, dedim.

(Kız kardeşlerine) iyi davran buyurdu. (Bu malın) yarısı(m vasiyet etsem olmaz mı?)
dedim. (Yine kızkardeşlerine) iyi davran buyurdu. Sonra beni bırakıp çıktı. (Çıkıp
giderken)

"Ey Cabir! Bu hastalığından dolayı öleceğini sanmıyorum, şüb-hesiz ki (yüce) Allah
(Kurân-ı Kerim'inde miras âyetini) indirdi ve kızkardeşlerine düşecek olan payı da
açıkladı. Onlara üçte iki pay ayırdı." buyurdu. (Bu hadisi Cabir' den nakleden Ebû
Zübeyr) dedi ki Cabir "Senden fetva istiyorlar, de ki: Allah sîze babasız ve çocuksuz

kişinin mirası hakkına hükmünü açıklıyor. Ayeti benim hakkımda indirdi, derdi.





Açıklama

Metinde geçen Yüzüme üfürdü" sözü İmam Ahmed'in Müsned'inde Yüzüme su serpti"
şeklinde rivayet edilmiştir. Bu rivayet bu mevzuda gelen rivayete daha uygun
düşmektedir. Metindeki cümlesi hadis sarihleri tarafından iki şekilde tercüme
edilmiştir.

1. Kız kardeşlerime kalacak olan malın üçte ikisini vasiyet edebilir miyim?

2. Varis olarak kız kardeşlerim bulunduğu için malımın üçte ikisinin fakirlere



dağıtılmasını vasiyyet edemez miyim?

Bu ikinci manaya göre liehavatî kelimesinin başında bulunan li harf-i çeri lâm-ı
ta'lildir. Her iki manadan da Rasûl-i Ekrem efendimizin vasiyetin malın üçte birini
geçmemesini üçte ikisinin kesinlikle vârislere kalmasını emrettiği anlaşılmaktadır.
Fahr-i Kainat efendimiz; "Şübhesiz ki yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'inde (miras
âyetlerini) indirdi ve kızkardeşlerine düşecek olan payı da açıkladı" sözleriyle "... eğer

£151

(ölenin) iki kız kardeşi varsa bıraktığının üçte ikisi onlarındır." âyet-i kerimesine

£161

işaret etmek istemiştir.

2888... el-Bera b. Azib'den demiştir ki:

Kelale (geride baba ve çocuk bırakmadan ölen kimse) hakkında inen en son âyet
"senden fetva istiyorlar.De ki Allah size babasız ve çocuksuz kişinin mirası hakkında

im ası

hükmünü şöyle açıklıyor:" âyet-i kerimesidir.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte kalale hakkında inen en son âyetin Nisa sûresinin en son âyeti
olduğu ifade edilmektedir. Bilindiği gibi kelale hakkında inen ilk âyet-i kerime de
"Eğer (ölen) erkek veya kadının mirasçısı, evladı ve ana babası olmayıp bir erkek veya

091

bir kızkardeşi varsa" mealindeki âyet-i kerimedir.

Gerçi bu hadis-i şerif Müslim'in rivayetine uygun olarak " en son ineri âyet kelale
hakkında inen "senden fetva istiyorlar de ki Allah size babasız ve çocuksuz kişinin

mirası hakkında hükmünü şöyle açıklıyor:..." âyet-i kerimesidir. Şeklinde tercüme
edilmeye de müsaittir. Ancak o zaman bu tercüme İbn Abbas'm "En son inen âyet ribâ



âyetidir" mealindeki sözüne ters düşer.

Fakat yine de "her iki âyetin de beraberindekilerini ve Kur'ân-ı Kerim'in en son ve
birlikte inen iki âyeti olduklarını" söyleyerek bu tezatı ortadan kaldırmak mümkün

[221

olduğu gibi Ribâ âyetinin en son inen âyet olmasından maksat ribâ mevzuunda
inen âyetlerin en sonuncusu olmasıdır" diyerek de bu tezatı kaldırmak mümkündür.
[231

2889... Bera b. Azib'den demiştir ki: Bir adam Peygamber (s.a.)'e gelerek

"Ey Allah'ın Rasûlü kelale hakkında senden fetva istiyorlar" (âyetindeki) kelâle nedir?

Dedi. (Peygamber (s.a.) de):

"Sana (bu hususta) "yaz âyeti yeter" buyurdu. (Ravî Ebû Bekir) dedi ki "Ben Ebû
İshak'a -kelâle (arkasında) çocuk ve baba bırakmadan ölen kimsedir- dedim. O da -

[241

öyledir ve (başkaları da) öyle olduğuna hükmettiler- cevabım verdi."



Açıklama



Hz. Peygambere kelale hakkında soru sorduğundan bahsedilen kimse Hz. Ömer b.
Hattab'dır.

Yaz âyetinden maksat; Hattâbî'nin de açıkladığı gibi, Nisa sûresinin sonuncu âyet-i
kerimesidir. Çünkü Cenab-ı Hakk Kur'ân-ı Kerim'inde kelale hakkında iki âyet-i
kerime indirmiştir. Bunlardan birincisi Nisa sûresinin 12. âyet-i kerimesidir.. Fakat bu
âyet-i kerimede yeterli açıklama bulunmadığından Allah Teâlâ kelale hakkında yeterli
açıklama getiren Nisan sûresinin son âyet-i kerimesini indirmiştir*. Bu hadis-i şerifte
yaz âyeti tabiriyle kasdedilen bu âyet-i kerimedir. Çünkü kelale hakkında inen iki
âyetten biri olan bu âyet yazın diğeri de kışın indirilmiştir. Bu âyet-i kerimede kelale
hakkında yeterli açıklama ve müctehidlerin ictihâd etmeleri için yeterli işaretler ve
deliller bulunduğunda Hz. Peygamber kendisine soru soran Hz. Ömer b. Hattâb'a ke-
lale hakkında daha fazla açıklama yapmaya lüzum görmeden onu söz konusu âyete
havale etmekle yetinmiş ve bu suretle Kur'ân-ı Kerim'in ve ahkamının hakkıyla
anlaşılamaması hususunda bu ümmetin müctehidlerine düşen icti-had görevinin
önemine işaret buyurmuştur.

Hatta MUslim'in Sahih'inde açıklandığı üzere Hz. Peygamber kendisine kelâle
hakkında soru soran Hz. Ömer'i Nisa sûresinin son âyetine havale ederken, ona karşı
sert bir dil kullanmıştır ve parmağıyla göğsüne dürtmüş-tür. İmam Nevevî'ye göre Hz.
Peygamberdin bu meselede Hz. Ömer'e karşı böyle sert bir tavır takınmasının sebebi;
Hz. Ömer'in sadece o anda duyacağı hadise bel bağlayıp da delillerden hüküm
çıkarmayı terk edeceği ve bunun da bir adet haline gelmesi endişesidir. Çünkü Allahu
Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'-înde "... halbuki onu Peygamber'e ve aralarındaki yetkili
kişilere götürse-lerdi içlerinden işin içyüzünü araştırıp çıkaranlar onun ne olduğunu
[25]

bilirlerdi." buyurarak içtihadın lüzum ve ehemmiyetini ifade buyurmaktadır.
Müctehidlerin araştırmayı ve delillerden hüküm çıkarmayı terk etmeleri İslâm'ın
ruhuna aykırı ve İslam'ın tefekkür hayatının gelişmesi açısından son derece tehlikeli
bir tutumdur.

Hadis-i şerifte ölen bir kimisenin kelale sayılması için aranan arkasında baba
bırakmama şartı, Nisa sûresinin son âyeti ile mevzu bahis edilmiyorsa da bu husus,
âyetin nüzul sebebinden anlaşılmaktadır. Çünkü bu âyet 2887 numaralı hadis-i şerifte
açıklandığı üzere Hz. Cabir b. Abdullah hakkında nazil olmuştur. Âyet-i kerime indiği

[261

zaman Hz. Câbir'in hayatta çocuğu ve babası yoktu.
Bazı Hükümler

1. Kelâle, arkasında çocuk ve baba bırakmadan ölen kimsedir.

2. Sünnetin bir görevi de âyetlerin kapalı veya mücmel kalan kısımlarını açıklamaktır.

[271

3. İslâm ümmetinin tefekkür hayatında içtihadın büyük bir yeri vardır.

4. Öz Evlâdın Mirası

2890... Hüzeyl b. Şürahbil el-Evdî'den demiştir ki: Ebû Musa el-Eş'arî ile Selman b.



Rabia'ya bir adam gelerek onlara kız(m mirası) ile oğlun kızı ve anne-baba bir
kızkardeş(in mirasını) sordu. Onlar da (bir kimsenin mirasının) "yarısı kızma yarısı da
anne-baba bir kızkardeşine düşer" (dediler). Oğlun kızma mirastan hiçbir şey
düşürmediler. (ve) Bir de (bu soruyu soran kimseye) "İbn Mesud'a git. (O'na da sor)
kuşkusuz (bu hususta) o da bize uyacaktır" (dediler). Bunun üzerine o adam İbn
Mesud'a varıp (bu meseleyi) ona da sordu ve ona Ebû Musa el-Eşârî ile Selman b.
Rabia (r.a.)'m sözlerini de nakletti.

tbn Mesud da "Eğer ben bu (hususta) onlara uyacak olursam (haktan) sapmış olurum
ve hidayete erenlerden olmam. Fakat ben (bu meselede) Rasûlullah (s.a.)'in verdiği
hükümle hükmedeceğim (şöyle ki mirasın) yarısı (ölenin) kızı içindir. Üçte ikisinin
tamlayıcısı olan altıda bir pay da (ölünün) oğlunun kızma, geriye kalanı da anne-baba

[281

bir kızkardeşe aittir." cevabını verdi.
Açıklama

Söz konusu hâdise Hz. Osman'ın halifeliği sırasında geçmiştir ki o sırada Hz. Ebû
Musa el-Eşari Kufe'de vali, Hz. Selman b. Rabia el-Bahili de Kufe'de kadı idi.
Bu iki zata'göre "Allah size babasız ve çocuksuz kişinin mirası hakkında hükmünü
şöyle açıklıyor. Ölen kişinin çocuğu yok, bir kız kardeşi varsa bıraktığı malın yansı o

[291

(kız kardeşi)nindir." mealindeki kelale âyetindeki kelâleyi tarif eden babasız ve
çocuksuz kişi sözünden maksat babasız ve erkek çocuksuz kişidir. Hz. Ebû Musa ile
Selman (r.a.) kelâleyi böyle anladıkları için bir kızıyla bir kız kardeşini ve bir de
oğlunun kızını bırakarak ölen bir kimsenin kelale olduğunu kabul ederek mirasının
yarısının kıza, yarısının da kızkardeşe verileceğine, oğlun kızma (ibniyyeye) ise
mirastan hiçbir payın verilemeyeceğine hükmetmişlerdir. Ancak Hz. Ebû Musa daha
sonra bu görüşünden Hz. İbn Mes'ud'un görüşüne dönmüştür. Hz. Selman'm da

£301

dönmüş olması kuvvetle muhtemeldir.

Gerçi Meryem sûresinin 77. âyetiyle el-Mümtehine sûresinin 3. Tegabün sûresinin de
15. âyetinde veled kelimesi erkek çocuk anlamında kullanılmışsa da Abdullah b.
Mes'ud'un Hz. Peygamber'den rivayet etmiş olduğu hadis mevzuya tam bir açıklık
getirdiğinden sahabeden ve tabiinden bir topluluk ile Ensar fukahasmm umumu
Bakara sûresinin 12 ve 176. âyetlerinde geçen çocuğu yok sözünün erkek ve kız
çocuğu yok anlamına geldiğine hükmederek anne-baba bir kızkardeşin, kızla birlikte
bulunduğu zaman asabe olacağını, binaenaleyh farz (pay) sahiplerinden artan malm
tümünün ona kalacağını söylemişlerdir.

Ancak ibn Abbâs (r.a.) bu görüşe muhalif olarak ölen bir kimsenin kızıyla birlikte
bulunan kızkardeşinin mirasdan hiçbir şey alamayacağını kesin bir dille ifade etmiş ve
aksini iddia edenlerin hata ettiklerini açıkça ifade etmekten geri durmamıştır.
Metinde geçen mirasın yansı ölenin kızı içindir, üçte ikisinin tamamlayıcı olan altıda
bir pay da ölünün oğlunun kızma attır, kalanı da anne-baba bir kızkardeşe aittir sözüne
gelince. Burada üç varisin mirastan alacakları miras açıklanmaktadır. Şöyle ki:

1. Kız (sulbiyye) mirasın tamamının yarısını alacaktır.

2. Oğlun kızı (bintiyye) altıda bir alacaktır. Çünkü kızla, oğlun kızının hisselerine
düşecek mirasın toplamı mirasın tamamının üçte ikisidir. Kız bu-üçte ikinin yarısını



aldığına göre geriye altıda biri kalmıştır. Bilindiği gibi 1/2 ile 1/6 toplandığı zaman 2/3
eder (+1/2 +1/6 = 4/6 = 2/3). Nitekim tluhâ-rî'nin rivayetinde bintiyeye düşecek olan
bu payın altıda bir olduğu açıkça ifade edilmektedir.

3. Anne-baba bir kızkardeş: Mirasta ölenin kızıyla birlikte bulunduğu zaman farz
(pay) sahipleri hisselerini aldıktan soma kalanın tümünü alır. Bintiyye ile sulbiyye farz
(pay) sahibi olarak mirasın üçte ikisini aldıklarında kızkardeşe mirasın üçtebiri kalır.



Bazı Hükümler

1. Ana-baba bir kızkardeş bir kelâleye varis olduğu zaman, farz sahiplen hisselerini
aldıktan sonra asabe olarak kalan malın tümünü alır.

2. Kelâleye varis olan bir kızla oğlun kızının mirastaki hisselerinin toplamı, mirasın
tümünün üçte ikisini teşkil eder.

3. Bir müctehidin hakkında nas bulunmayan meselelere çözüm bulması üzerine düşen
bir görevdir. O çözümü bulmak için mutlaka ictihad etmesi
gerekir.

4. Bir meselede ihtilaf edildiği zaman kitap ve sünnete müracaat etmek icab eder.

5. Bir âlim yanlış verilen fetvaları düzeltmelidir.

6. Bir âlim verdiği fetvanın yanlış olduğunu anlayınca hemen ondan dönmelidir.

7. Kendisinden fetva istenen bir kimse fetva isteyen kimseyi bu meseleyi en iyi bilen

[321

kimseye göndermelidir.

2891... Câbir b. Abdullah' dan demiştir ki:

(Bir gün) Rasûlullah (s.a.)'le birlikte çıkmıştık. Medine'nin hareminde ensardan bir
kadının yanma vardık. Kadın (yanımıza) kendisine ait olan iki kız çocuğu getirdi ve:
"Ey Allah'ın Rasûlü bunlar Uhud (savaşı) günü senin yanında savaşırken şehid edilen
Sabit b. Kays'm kızlarıdır. Bunların amcaları mallarının ve miraslarının tümünü
(ellerinden) aldı ve onlara hiçbir şey bırakmadı. Ey Allah'ın Rasûlü (bu hususta) ne
buyurursun? Allah'a yemin ederim ki bunlar mallan olmadıkça asla evlenemezler."
dedi.

Rasûlullah (s. a.) de

(Hele sabredin bakalım) "Allah bu hususta bir hüküm verir" buyurdu. Ve (bir süre
sonra) Nisa suresinin "Allah size çocuklarınızın alacağı miras) hakkında erkeğe

[33]

kadının payının iki mislini tavsiye eder" âyeti nazil oldu. Bunun üzerine
Rasûlullah (s. a.)

"O kadınla, şikayetçi olduğu adamı çağırınız" dedi. (ve bu emir yerine getirildi
kızların) amcasına (mirasın) "üçte ikisini kızlara, sekizde birini annelerine ver, kalanı
da senindir." buyurdu.

Ebû Dâvûd der ki (bu hadisi rivayet) eden Bişr el-Mufaddal hata etmiştir. Bu kızlar
Sa'd b. er-Rabi'in kızlarıdır. Sabit b. Kays ise (Uhud savaşında değil) Yemâme

1341

gününde şehid edilmiştir.



Açıklama



Esvâf Medine-i Münevverenin harem-i şerifidir. 2886 numaralı hadisin şerhinde de
açıkladığımız gibi aslında kelâleyi açıklayan Nisa sûresinin son âyeti ile miras
hükümlerini açıklayan âyet-i kerimeler Hz. Câbir'in mirası hakkında nazil olmuşlardır.
Fakat bu âyetlerin esas nüzul sebebi, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte de
açıklandığı üzere Hz. Sabit b. Kays'm kızlarının başından geçen miras olayıdır. Sözü
geçen âyetlerin Hz. Câbir'in mirasıyla ilgili olması bu âyetlerin iniş sebebinin Hz.
Sabit'in kızlarının başından geçen hadise olmasına mâni değildir.
Miraslarının ellerinden alındığı ifade edilen kızların annesi, bu hususta Hz.
Peygambere "Allah'a yemin ederim ki bunlar malları olmadıkça asla evlenemezler"
demekle "kadınlarla dört (meziyeti) için evlenilir. Malı için, soyu için, güzelliği için"
mealindeki 2047 numaralı hadis-i şerife işaret edilmeyi gerektiren sebeblerden biri
onlarda yoktur, demek istemiştir.

Fahr-i Kainat efendimiz Allah'ın "eğer (çocuklar) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geri

1351 '

bıraktığının) üçte ikisi onlarındır..." emrine uyarak mirasın üçte ikisini yeğenlerine
verilmesini emrettiği gibi "... çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri
£361

onlarındır..." âyetine uyarak mirasın sekizde birini de kızların annelerine
verilmesini emretmiştir.

Kızlar ve anneleri mirastan paylarını aldıktan sonra kalan mirasın da asabe durumunda
olan amcasına ait olduğuna peygamber olarak kendisi hükmetmiştir.
Sözü geçen kızlar hakkında inen âyet-i kerimede "eğer kızlar ikiden fazla iseler
(ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer (çocuk) yalnız bir kadınsa
(mirasın) yarısı onundur." buyurularak bir kızla, ikiden fazla kızların mirası
açıklanmışsa da iki kızın alacağı miras hakkında bir açıklama yoktur. Bu bakımdan
erkek kardeşleri bulunmayan iki kızın varislik durumu hakkında ihtilaf edilmiştir. İbn
Abbas bu iki kızı bir kız hükmünde tutarak her ikisine mirasın yarısını vermiştir. Ona
göre yüce Allah "(çocuklar) ikiden fazla kız iseler, geriye bıraktığının üçte ikisi
onlarındır." buyurarak ikiden fazla oldukları zaman kızlara üçte iki pay vermiştir.
Ancak:

Birinci olarak: Müctehidlerin çoğunluğuna göre iki kızda ikiden fazla kızlar gibi üçte
ikiyi alırlar: Bu görüş, birkaç yönden daha isabetli kabul edilmektedir. Evvela bu
hükümde kızlar iki bacının durumu ile karşılaştırılmıştır. Ölen kişinin iki kızkardeşi
varsa "Eğer (Ölenin) iki kızkardeşi varsa, bıraktığının üçte ikisi onlarındır" âyetine
göre bu iki kızkardeş, üçte ikiyi alırlar. İnsanın iki kızı, kendisine iki kızkardeşinden
daha yakındır. Yüce Allah, iki kızkardeşe üçte ikiyi verdiğine göre, iki kıza da üçte
ikinin verilmesi lâzımdır.

İkinci olarak: Kız, erkek kardeşiyle beraber üçte bir alır. Kızkardeşiyle beraber de
bunu alması ve her ikisine üçte ikinin verilmesi doğru olur.

Üçüncü olarak: Hz. Peygamber (s.a.)'in varis olan kız, oğul kızı ve kız-kardeşten:
Oğul kızma altıda bir, kıza yarı verdiği, böylece kız ve oğul kızma birlikte üçte ikiyi
hükmettiğini ifade eden 2890 numaralı hadis de buna delalet eder. O halde iki kıza
üçte iki verilmesi gayet tabiîdir. Kaldı ki... (çocuklar) ikiden fazla kadın iseler..."
cümlesinin ... iki ve ikinin üstünde kadın iseler şeklinde manâlandırılması da caizdir.
Nitekim "... Onların boyunlarının üstüne vurun" cümlesi de "... boyunlarını ve



[321

boyunlarının üstünü vurun anlanunadır."

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte ortaya konan miras taksimin çözüm şeklide
şöyledir: 1/3

Sülüsân Sümün K

kız kız anne Amca

8 8 3 5

[381

3x8 = 24

2892... Câbir b. Abdillah'dan demiştir ki: Sa'd b. er-Rebi'in karısı (Hz. Peygamber'e
gelerek)

"Ey Allah'ın Rasûlü, Sa'd şehid oldu (ve geride) iki de kız bıraktı" (bu kızların hali ne
olacak?) demiş.

Ebû Dâvûd der ki bu (hadisin Sa'd b. er-Rebi' ite ilgili kısmı bir önceki hadiste geçen

1391

Sabit b. Kays'la ilgili kısımdan) daha sağlamdır.
Açıklama

Bu hadis-i şerif genelde önceki hadisin aynı olmakla beraber mirasları söz konusu
edilen kızların babalarının isminin tesbitinde bu iki hadis arasında önemli bir ayrılık
vardır.

Bir önceki hadisin ravilerinden Bişr bu kızların babalarının Sabit b. Kays olduğunu
rivayet etmiştir. Bu hâdis-i şerifte de bu zatın Sa'd (b. er-Rebi) olduğu ifade
edilmektedir. Musannif Ebû Davud'a göre aslında bu kızların babası Hz. Sabit b. Kays
değil Hz. Sa'd b. er-Rebi'dir. Bu bakımdan mevzumuzu teşkil eden hadis bir önceki
hadisten daha sağlamdır. Esasen bir önceki hadisteki zayıflık ondaki Sabit b. Kays'ın
Uhud'da şehid edildiğini ifade eden cümleden de anlaşılmaktadır. Çünkü Hz. Sabit
Uhud savaşında değil Müseylemetü'l-Kezzâb'la yapılan Yemâme savaşında şehid
olmuştur. Uhud'da şehid olan zât ise sözü geçen kızların babası Sa'd b. er-Rebi'dir.
Ulemanın pek çoğunun görüşü de budur. Hz. Sa'd b. er-Rebi'nin iki hanımı olduğun-
dan bunlardan hangisinin kızların annesi olduğu kesin olmamakla beraber Hafız tbn
Hacer'e göre kızların annesi Amre bint Hizam'dır. Diğer hanımın ismi de bilinmiyor.
[401



2893... Esved b. Yezid'den demiştir ki:

Muaz b. Cebel Yemen' de (vali) iken (bir ölünün) bir kız(ı) ile bir kızkardeş(in)e miras
bölüştürmüş de bunlardan her birine (mirasın) yarasını) vermiş. O zaman Peygamber

[41]

(s. a.) de hayatta imiş.
Açıklama

Hafız ibn Hacer'in açıklamasına göre A'meş bu hadisi bir defa Hz. Peygamber
zamanında olmuştur. Kaydıyla rivayet etmiştir. Bu durumda hadis merfu hadis



hükmündedir. Çünkü Hz. Muaz bir kızla kızkardeş arasında mirasın nasıl taksim
edileceğini Hz. Peygamber'den duyup öğrenmiş olmasaydı, henüz hayatta bulunarf
Hz. Peygamber'e sormadan bu hususta bir hüküm vermezdi.

A'meş'in diğer bir rivayetinde bu Hz. Peygamber zamanında öhnuştur kaydı yoksa da
güvenilir ravilerin fazlalık taşıyan rivayetleri bu fazlalığı taşımayan rivayetlere tercih
edilmesi usul kaidelerindendir.

Muaz'm mirasın yansını Ölünün kızma diğer yansıra da ölünün kızkar-deşine
vermesinin sebebi, kızın bu mirasta farz (pay) sahibi olarak kız kardeşin de asabe
mealgayr (başkasıyla asabe) olarak bulunmasıdır. Hz. Peygamber'in sünnetinden
anlaşıldığına göre ölünün oğlu olmayıp diğer varislerle beraber bir kızı bulunursa, yarı
[421

pay alır. Ana-baba bir kız kardeş de ölenin kızı ile birlikte bulunursa farz (pay)

[43]

sahihleri paylarını aldıktan sonra kalan mirasın tümünü alır. Burada pay sahibi
olarak sadece ölünün kızı bulunduğundan Hz. Muaz ondan artan malın yansını

[441

kızkardeşe vermiştir.

5. Nine(nin Mirastan Alacağı Pay)

2894... Kabaysa b. Züeyb'den demiştir ki: Bir nine Ebû Bekr es-Sıddîk'a gelerek miras
(tan kendisine düşecek olan pay)ım sordu. (Hz. Ebû Bekir de bu hususta):
"Senin için Allah'ın kitabında bir hüküm yok. Allah'ın Pey-gamberi'nin sünnetinde de
(bu hususta) seninle ilgili bir hüküm bilmiyorum. Binaenaleyh sen git de ben (bunu)
halka bir sorayım" cevabını vermiş ve halka sormuş. Bunun üzerine Mugîre b. Şube
"Ben Rasûlullah (s. a.) bir nineye altıdabir (pay) verirken yanında bulundum." demiş.
Hz. Ebû Bekir de

(Ona) "Senin yanında başka birisi daha var mıydı? diye sorunca Muhammed b.
Mesleme ayağa kalkıp Mugîre b. Şube'nin söylediklerini aynen tekrarlamış. Bunun
üzerine Hz. Ebû Bekir o nineye bu hükmü uygulamış.

Sonra başka bir nine de Ömer b. ei-Hattâb (r.a.)'ya gelerek ona miras(tan alacağı pay)
ım sormuş o da "yüce Allah'ın kitabında seninle ilgili bir hüküm yok, (bu hususta daha
önce) verilmiş olan hüküm ise senden başkasına (yani senden başka bir nineye) ait
olan (özel) bir hükümdür. Ben (Allah tarafından Kur*ân-ı Kerim'de belirlenen) payla-
ra (bir pay) ilave edecek değilim. Fakat (sahih) ninenin miras payı şu (Ebû Bekr'in
kendi devrindeki nineye vermiş olduğu) altıdabir paydır. Artık bu hissede ikiniz birden
bulunacak olursanız, bu hisse ikiniz arasındadır. İkinizden hangisi tek başına bu

[451

hisseye mirasçı olursa bu hisse onundur" cevabım vermiş.
Açıklama

Mirastan pay sahibi olan nineden maksat ana veya baba tarafından büyük annedir.
Araya gayr-ı sahih dedenin girmemesi şarttır. Buna göre ananın anası ananın
anasının .:. anası, babanın anası, babanın babasının ... anası gibi nineler sahih nine
cedde-i sahiha olurlar ve farz (pay) sahibi olarak mirastan pay alırlar. Gayr-i sahih
cedd(dede)den maksat ölene nisbetle araya ana, büyükana giren büyük babadır. Araya



bu gayr-i sahih dedelerin girdiği ninelere ise fasid nine denir. Ananın babasının anası,
babanın anasının babasının anası gibi.

Binaenaleyh ölüye ulaşmasında araya gayr-i sahih dede girmeyen nineler mirastan pay
alırlarken araya gayr-i sahih dedeler giren fasit nineler mirastan pay alamazlar.
Sahih nine, ana tarafından olsun, baba tarafından olsun, bir olsun birden fazla olsun,

[461

derecede müsavi iseler südüs (1/6) alırlar. Sahih nineler ana ile sakıt olurlar.
Metinde geçen "sonra başka bir nine de (kalkıp) Ömer b. Hattab'a gelerek O'na miras
(tan alacağı pay)mı sormuş" cümlesi Tirmizî'nin Sünen'inde "sonra (Ebû Bekr'e gelen)
nineden tamamen ayrı olan bir nine de Hz. Ömer'e geldi" anlamına gelen lafızlarla
rivayet edilmiştir. Bu ifade Hz. Ebû Bekr'e gelen nine anne tarafından nineyse, Hz.
Ömer'e gelen ninenin baba tarafından nine olduğunu, Hz. Ömer'e gelen nine anne
tarafından nineyst Hz. Ebû Bekir'e gelen ninenin baba tarafından nine olduğunu
gösterir.

İbn Mâce'nin Sünen'inde geçen "daha sonra baba tarafından olan diğer bir nine Hz.
Ömer'e gelerek miras(tan kendisine düşecek olan pay)mı istedi." cümlesine bakılırsa

£421

Hz. Ömer'e gelen ninenin baba tarafından nine olduğu anlaşılır.
Bazı Hükümler

1. Sahih ninenin mirastan payı altıda birdir.

2. Eğer sanın nine birden fazla ise bir ninenin payı

olan altıda biri aralarında eşit olarak paylaşırlar. Ancak ulemanın içtihadına göre bu
iki ninenin südüs hisseyi paylaşabilmeleri için ölüye yakınlık dereceleri eşit olması
gerekir. Eğer ölüye yakınlık dereceleri farklı ise daha yakın olan nine diğerini

[48]

mirastan düşürerek mirasın tümünü alır.

2895... (İbn Büreyde'nin) babasından rivayet ettiğine göre: Peygamber (s.a.) daha

1491

aşağısında ana olmamak şartıyla nine için (mirastan) altıdabir (pay) tahsis etmiştir.
Açıklama

Bilindiği gibi ölünün annesi ölüye nisbetle ölünün ninesinden yanı annesinin
annesinden daha aşağıda ve oluye daha yakındır. Bu bakımdan Peygamber efendimiz
ölünün annesi yoksa nineye altıdabir hisse vermişse de ölünün annesi bulunduğu
zaman nineyi mirastan düşürerek onun alacağı altıdabir hisseyi anneye vermiştir.
Çünkü anne ölüye nineden daha yadındır. Bu uygulama ölünün anne tarafından olan
ninesi için geçerli olduğu gibi, baba tarafından olan ninesi için de geçerlidir. Ölünün
yakınlık derecesi aynı olan iki ninesi varsa, bu pay ikisi arasında eşit olarak
bölüştürülür.

imam Serahsi'nin açıklamasına göre, ölünün annesinin bulunması halinde anne
tarafından olan nine mirastan düştüğü gibi, baba tarafından olan nine de düşer. Baba
tarafından olan (babasının annesi babanın annesinin annesinin annesinin annesi gibi
nineler... Ölünün babasıyla veya dedesiyle birlikte bulunduklarında mirastan



düşerlerse de bunlardan ölünün babasının annesi, ölünün dedesiyle birlikte bulunduğu
zaman mirastan düşmez. Çünkü ölünün babasının annesi, ölü ıûn dedesinin karısı
olduğundan bunların her ikisinin de ölüye yakınlık crreceleri eşittir. Bu bakımdan biri
diğerine tercih edilemez.

İmam Şaranî'nin açıklamasına göre, ölünün babasının annesi ölünün babası ile
bulunduğu zaman mirastan bir pay alamaz. İmam Ebû Hanife (r.a.) ile İmam Malik ve
İmam Şafiî (r.a.) bu görüştedirler. İmam Ahmed'e göre ölünün babasının annesi
babasıyla birlikte bulunduğu zaman mirastan altıda bir pay alır. Eğer ölünün annesi de
hayatta ise bu payı nine ile anne eşit olarak paylaşırlar. Netice olarak Hanefi
mezhebine göre ninenin iki hali vardır:

1. Sakıt olmadıkları takdirde bir olsun fazla olsun altıdabir alır ve aralarında
paylaşırlar.

2. Şu durumlarda nineler sakıt olurlar.

a. Ana ile beraber bulundukları zaman ister ana ister baba tarafından olsun netice
aynıdır. Bu durumda mirastan düşerler.

b. Baba ve dededen nineler baba ve dede ile beraber bulundukları zaman,

1501

c. Derece itibariyle yakın olan nineler, uzak olanları mirastan düşürür.
6- Dedenin Mirastan Alacağı Pay

2896... İmrân b. Husayn'dan demiştir ki: Bir adam Peygamber (s.a.)'e gelip:
Oğlumun oğlu vefat etti. Onun mirasından benim (payıma düşecek olan) nedir?" diye
sormuş (Hz. Peygamber de),:

"Senin (payın) altıda birdir" cevabını vermiş ve (adam gitmek üzere) sırtını dönünce
onu çağırıp "Senin için altıdabirden başka bir (hisse) daha var" demiş. (Adam gitmek
üzere) sırtını dönünce onu tekrar çağırıp (beriki) "altıdabir (hisse) sana (esas hissenin
dışında asabe hakkı olarak verilen) bir rıziktır" buyurmuş.

(Bu hadisin ravisi) Katade dedi ki: "Sahabe-i kiram Peygamber efendimizin bu (zatı)
beriki altıdabir hissesinden dolayı vâris kıldığını bilmiyorlardı (işin aslı şudur ki).
Altıdabir hisse, dedenin mirastan aldığı payın en azıdır. (Bazan dede asabe olarak ilk



altıda bir hisseden başka ikinci bir altıdabir daha alabilir.)
Açıklama

Hz. Peygamber, torunun mirasından almak için kendisine müracaat eden sahibiye ilk
altıda biri farz (pay), ikinci altıda biri de asabe hakkı olmak üzere iki ayrı altıdabir
hisse (toplam 1/3 hisse) vermiştir. Ancak bunun hepsini bir çırpıda 1/3 hisse olarak
vermemiş nereden geldiklerini ayrı ayrı açıklayarak altıdabir hisseler halinde
vermiştir. Eğer bu iki hisseyi birleştirip üçte bir hisse olarak verseydi, o farz sahibi
olarak torunun mirasından kendine düşecek olan payın üçte bir hisse olduğu vehmine
kapılabilirdi. Fahr-i Kainat Efendimiz işte bu varsayımı önlemek için hisseleri
ayırarak iki kalemde vermeyi uygun görmüştür.

et-Tîbî, sözü geçen sahabiye iki ayrı altıbir hisse düşüşünü şöyle açıklıyor: "Ölen
kişinin hayatta iki kızı, bir de dedesi bulunuyordu. Kızların farz (pay) sahibi olarak
mirastan payları 2/3 idi. Dedesine de farz sahibi olarak 1/6 pay düşüyordu. Bu



durumda mirasın 1/6 sı artıyordu. Bu miktarda asabe olarak yine dedeye düştü. Çünkü
ona ortak olacak başka bir asabe yoktu." Tîbî'nin bu sözünün şematik izahı şudur:

Südüs (1/6) Sülüsân Südüs
£2/3)

Dede (Farz Kız 2 Kız Dede

sahibi) 1 2 (asabe)



1: 6



[52]



2897... Hasen (eİ-Basrî)den rivayet olunduğuna göre) Ömer (b. Hattab) (r.a.) bir gün
ashab-ı kirama hitaben

"Rasûlullah (s.a.)'in dedeye mirastan ne kadar bir pay verdiğini (içinizden) hanginiz
biliyor?" demiş de Ma'kıl b. Yesar:

Ben (biliyorum) Rasûlullah (s. a.) dedeye altıda bir pay verdi" cevabını vermiş (Bunun
üzerine Hz. Ömer' de)

"Kiminle beraber (bulunduğu zaman Hz. Peygamber ona bu payı verdi?) demiş (Hz.
Ma'kıl da)

"Bilmiyorum" cevabını vermiş (bu cevabı alan Hz. Ömer de)

"Öyleyse (senin yukarıdaki cevabın bizim meselemize) bir çözüm getirmez."
[53]

karşılığını vermiş.
Açıklama

Her ne kadar Hz. Ömer b. Hattab "Hz. Peygamber bir dedeye kiminle beraber
bulunduğu zaman mirastan altıda bir pay veriyordu? sorusunu yöneltmekle bir dedenin
mirastan alacağı paym diğer varislerin sayısına ve ölüye yakınlık durumuna göre
değişebileceğini ifade etmek istemişse de, gerek Hz. Ömer, gerekse Hz. Ma'kıl bu
mevzuda daha fazla bir açıklama yapmadıklarından mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i
şerifte dedenin marastan alacağı pay hakkında yeterli bir açıklama bulunmuyor.
Bu hadisi Hasan el-Basrî, Ömer b. el-Hattâb'dan rivayet etmiştir. Oysa Hasan-i Basri
(r.a.) hicretin yirmi birinci senesinde dünyaya gelmiştir. Hz. Ömer hicretin yirmi
üçüncü yılında şehid edilmiştir. Bu durumda Hasan-ı Basri'nin Hz. Ömer'den hadis
rivayet etmiş olmasına ihtimal yoktur/Fakat Buhârî ile Müslim'in sahihinde Hz.

[541

Hasan-i Basri'nin Hz. Ma'kıPdan rivayet ettiği hadisler vardır.
Fıkıh kitaplarında açıklandığı üzere dede mirasta dört halde bulunur.

1. Ölünün oğlu veya oğlunun ... oğlu ile bulunuyorsa, altıda bir alır.

2. Ölünün kızı ve oğlunun kızı ya da oğlunun oğlunun oğlunun... kızı ile beraber
bulunuyorsa altıda bir ile kalanı alır.

3. Bunlar bulunumazsa asabe olur. Yani kendinden başka mirasçı yoksa mirasın
tamamı, baka mirasçı varsa kalanı dedeye aittir.

[551

4. Babanın bulunması halinde varis olamaz.



7. Asabenin Mirastaki Hakkı Nedir?



2898... İbn Abbâs'dan demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) (şöyle) buyurdu.
(Ölünün geride bıraktığı) "malı belirli pay sahipleri arasında Allah'ın kitabına göre
bölüştürünüz., Belirli hisselerden arta kalanı da (ölüye) en yakın plan erkeğe
[561

veriniz."
Açıklama

Asabe: Bir kişinin erkek vasıtasıyla kendine bağlanan erkek hısımlar ile böyle telakki
edilenlerdir. Ashab-i fcraiz hisselerini aldıktan sonra kalanı asabe alır. Ashab-i
feraizden bir kimse yoksa terikenin tümü asabenindir.
Asabe Önce sebebi ve nesebi diye ikiye ayrılır:

Sebebi asabe; bir köleyi âzad eden kimse onun asabesidir. Eğer kölenin kendi
hısımları ile içinde ashab-ı feraiz veya asabesi yoksa azad eden veya azâdedenin
asabesi vâris olur.

Nesebi asabe; bir kimsenin kan hısımları arasında bazı yakınlarıdır. Bunlar da
"binefsihi, bigayrihi ve mealgayr" diye üçe ayrılır:
Binefsihi Asabe:

Tarifi: Ölen ile aralarına kadın giremeyen erkek hısımlardır. Yani mutlak erkek
yoluyla bağlanan hısım demektir. Mesela; baba ve babanın babası ölüye erkek yoluyla
bağlanan erkek hısımdır. Ve bunlar asabedir. Ana kadın olduğu için ananın babası
araya kadın girdiği için asabe değildir.
Nevileri: Binefsihi asabe dört kısımdır:

a. Oğullar (furû'): Oğul, oğlun oğlu, oğlun oğlunun... oğlu.

b. Usul; Baba, babanın babası, babanın babasının... babası

c. Aslın füru'u: Yani baba tarafından erkek kardeşler ve bunların erkek çocukları.

d. Dedenin furu'u: Yani amcalar ve erkek çocukları. Bigayrihi: (Başkası sebebiyle)
Asabe:

Yalnız başına bulununca ashab-i feraizden olup erkek kardeşleriyle birlikte bulunanca
asabe olan ve terekenin ya tamamını yahut da kalanmı erkek kardeşleriyle ikili birli
bölüşen kızlardır. Bunlar dört kısımdır:

1. Mirasta oğul ile beraber bulunan kızlar.

2. Mirasta oğlun oğlunun... oğlu ile beraber bulunan oğul kızları.

3. Ana-baba bir erkek kardeşlerle beraber bulunan ana-baba kız kardeşler,

4. Baba -bir erkek kardeşlerle baba bir kızkardeşler. Mealgayr (başkasıyla) Asabe

Bu vasıf yalnız kızkardeşe aittir. Kızkardeşleri, kızlarla asabe kılınız mealindeki
hadise istinad eder. Ana-baba bir veya baba bir kızkardeşler, kızlar veya oğulkızları ile
beraber bulunduklarında asabe mealgayr olurlar. Yani kızlar ve varsa diğer mirasçılar,
hisselerini aldıktan sonra geri kalanı bu kız ka-rdeşler alır. Eğer birden fazla iseler,
kalanı aralarında eşit olarak bölüşürler.

Ashab-i feraiz: Mirasdan hisseleri nassla (kitap veya sünnetle) tayin edilen varislerdir.
Feraiz aslında farz kökünden türemiştir. Farizanın çoğuludur. Farz kelimesi ıstılahta
pay anlamına geldiği gibi Fariza kelimesi de takdir ve tayin edilmiş hisse anlamına
gelir. Kitap ve sünnet tarafından tayin edilmiş olan bu hisse sahiplerine de ashab-ı
feraiz denir. Miras ilk önce bunlar arasında bölüştürülür. Kalanı da asabe arasında
taksim edilir. Hisseleri Kur'an-ı Ke-rim'de belirlenmiş olan ashab-ı feraiz Şu kişilerden



ibarettir:

1. Koca (zevç) 2. Karı (zevce) 3. Baba (eb) 4. dede (cedd-i sahih) 5. Anabir kardeşler
(evlâdü'l üm, benü'l ahyaf) 6. Kız (bintj sulbiyye) 7. Oğlun kızı (sulbiye) 8. Ana-baba
bir kızkardeşler (ahvatlehüma, şakikat) 9. Baba bir kız kardeş (uht li-eb) 10. Ana
(ümm) 11. Nine (cedde) şurasını iyibilrtıek gerekir ki, bu sayılar ölen şahsa göre ele
alınmıştır. Yani baba deyince, ölen şahsın babasını, ana deyince ölen şahsın anasını

[571

anlamak icabeder. Bu meselelerin teferruatı fıkıh kitaplarmdadır.
8. Zevilerhamın Mirastaki Hakkı Nedir?

2899... el-Mikdam'dan demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) (şöyle) buyurdu:
"Kim bir yük (yani bakıma muhtaç aile ve borç) bırakırsa (o yük) bana aittir. (Hz.
Peygamber efendimiz) bazan da (o yük) "Allah'a ve Rasûlüne aittir" buyurmuştur.
(Hz. Peygamber sözlerine şöyle devam etmiştir:) "Kim bir mal bırakırsa mirasçılarına
aittir. Ben mirasçısı bulunmayan kimsenin mirasçısı olurum. Onun diyetini öderim ve
ona varis olurum. Dayı da mirasçısı bulunmayan kimsenin mirasçısıdır. Onun diyetini

[58]

öder ve ona varis olur.
Açıklama

Metinde geçen keli kelimesi; ağır yük, anlamına gelir ki ödenmesi gereken borç ve
bakılması gereken evlâdü ıyaldan kinayedir.

Rasûlü Zişan efendimiz bu yük bana aittir buyurmakla "arkasında borç ve bakılmaya
muhtaç çoluk çocuk bırakan kimsenin bu borcunu ödemek ve çoluk çocuğuna bakmak
devlet başkanı olarak bana düşer. Binaenaleyh onun bu ihtiyaçlarını devlet
hazinesinden ben karşılayacağım", demek istediği gibi, "kim bir mal bırakırsa
mirasçılarına aittir. Ben mirasçısı bulunmayan kimsenin mirasçısı olurum" sözleriyle
de ölen bir kimsenin mirasçısı çıkmadığı takdirde, mirasının tümünün devlet
hazinesine kalacağını ifade buyurmuştur. O yük bana aittir cümlesi bazı rivayetlerde

[591

bu yük Allah'a ve Rasûlüne aittir. Esas ve netice itibariyle bu rivayetlerin arasında
bir fark yoktur.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte Rasûlullah'm borcunun ödenmesi için
karşılığını bırakmayan borçlunun cenaze namazını kılmadığını, ifade ederi hadis-i

£601

şerîf arasında bir çelişki olduğu iddia edilemez. Çünkü Rasûl-i Zişan Efendimizin
borçlu iken ölüp de borcunun ödenmesi için bir şey bırakmayan kimsenin cenaze
namazını kılmaması İslâm'ın başlangıcında fetihler genişleyip kendisine ganimet
mallan gelmeden önce idi ve o böyle davranmakla borcun hafife alınmamasını ve
ödeyemeyecekleri şeyi borç almamalarını kastetmiştir. Allah kendisine ganimet ihsan
edip fetihler genişleyince ve ona mallar gelince fakirler ve çocuklar için ganimetten

£611

bir pay ayırdı ve bu paydan müslümanlarm borçlarını ödedi.

Bütün bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere Hz. Peygamberin ölen bir kimsenin
malına varis olması yani bir kimsenin mirasının hazineye kalması o kimsenin ashab-ı



feraizden veya asabeden hiçbir mirasçısı bulunmamasına bağlıdır. Eğer bu kimsenin
ashab-i feraizden ya da asabeden bir yakını bulunursa miras onlara düşer.
Bu hadis-i şerifte "dayı da mirasçısı bulunmayan kimsenin mirasçı sidir" cümlesiyle
zevilerhamdan başka bir yakını bulunmayan kimsenin mallarının da hazineye
gitmeyip zevilerhama verileceği ifade edilmektedir.

Bilindiği gibi zevilerham yakınlık sahipleri demektir. İslam miras hukukunda Sahib-i
feraiz (hisse sahibi) ve asabe olmayan yakınları ifade eder. Ölen kimse varis olarak
belirli hisse sahiplerinden veya asâbelerden herhangi birisini bırakmaması halinde,
zevilerhamdan ona en yakın olan varis durumuna geçer. Zevilerham teyze, hala, kızın
oğlu, onun babası gibi hısımlardır. Hanefi mezhebine göre zevilerham dört gruba
ayrılır:

a. Ölünün kızlarının çocukları ile oğlunun kızlarının oğlunun oğlunun.... kızlarının
çocuklarıdır.

b. Ölünün sahih olmayan dede ve ninesi, anasının babası, anasının babasının babası
anasının babasının anası, bunun anası gibi...

c. Ölünün baba ve anasının asabe farz sahibi olmayan çocukları: Kız-kardeşlerin
çocukları, ana-baba veya baba bir erkek kardeşlerin ve oğullarının... kızları ve
bunların çocukları gibi...

d. Ölünün büyük baba ye büyük ananın asabe ve farz sahibi olmayan çocukları.
Halalar, ana bir amcalar, dayılar, teyzeler, dayı ve teyze çocuklar gibi.

Asabe ve belli bir hisse sahihleri varken zevilerham varis olamaz. Eğer bunlar yoksa,
karı ve kocadan biri de yoksa terikenin tamamı zevilerhama aittir. Zevilerham'dan
yakın bir varis varsa bütün terike onundur. Birden fazla iseler yukarıdaki sıraya göre

162]

varis olurlar. Bunda ölüye en yakınlık esastır.

Münzirî'nin açıklamalarına göre, ölen bir kimsenin diyetini dayısı ödemekle mükellef
olmadığından bu hadise bazı tenkitler yöneltilmişse de-bu-nun İslâm'ın ilk yıllarına ait

£631

bir uygulama olabileceğini söyleyerek bu tenkitler reddedilmiştir.

2900... el-Mikdam b. el Kindî'den demiştir ki: Rasûlullah (s;a.) şöyle buyurdu:
"Ben her müslümana kendisinden daha yakınım binaenaleyh kim bir borç ya da
bakmaya muhtaç bir aile bırakırsa (bunların sorumluluğu) bana aittir. Kim de bir mal
bırakırsa (bu mal) varislerine aittir. Ben varisi olmayan bîr kimsenin de varisiyim.
Ona varis olurum ben onun bağını çözerim, dayı da varisi bulunmayan kimsenin
varisidir. Onun malına varis olur. Ve onun bağını çözer.

Ebû Dâvûd der ki,bu hadisi ez-Zübeydî Râşid b. Sa'd'den (Râ~ şid) İbn Aiz'den (İbn
Aiz de) el-Mikdam 'dan rivayet etmiştir... Mua-viye b. Salih de Râşid' den (Raşid ise)
el-Mikdam 'ı (şöyle derken) işittim (demek suretiyle İbn Aiz'ı atlayarak) rivayet

[641

etmiştir, (metinde geçen) "Eddaya" (kelimesi) "çoluk-çocuk" anlamına gelir.
Açıklama

Bu hadis-i şerif bir önceki hadisin şerhinde kısımlarını açıkladığımız zevilerhamın
sıralan gelince varis olabileceklerini söyleyen İmam Ebû Hanife ile Ahmed b.
HanbeFin lehine aksi görüşte Qİan İmam Malik ile Şafiî'nin de aleyhine bir delildir.



Zevilerhamm varis olamayacağını söyleyen iki imam ve onların görüşünü paylaşan
diğer ilim adamları "mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifi te'vil ederek Hz.
Peygamber'in "dayıdan vâris" diye bahsetmesi mecazidir. Çünkü varisi olmayan kim-
senin malının dayısına verilmesi, onun varis olması sebebiyle değil, varisi bulunmayan
bir mal olması sebebiyledir. Dayının varis olduğu söylenemez." demişlerdir.
Fıkıh kitablarmda açıklandığına göre ölen bir kimsenin hısımları arasında asabe ve
farz sahipleri bulunmadığı takdirde zevilerhamm varis olup olmayacağı mevzuu
muctehidler arasında ihtilaflıdır.

1. İmam Ebû Hanîfe ile Ahmed b. HanbePe göre:

Bu iki imama ve bunlardan önce Hz. Ali, Hz. Ömer, İbn Mesûd ve İbn Abbas gibi
sahabiye göre sıraları gelirse zevilerham vâris olur. Delilleri:

1651

a. "Allah'ın kitabında kan hısımları birbirine daha yakın ve mirasa daha layıktır"
âyet-i kerimesidir.

Bu âyet kan hısımlarını diğer mü'minlerden ve hazineden müteveffaya daha yakm
bulmaktadır.

b. Ana-baba ve hısımların (akrabûn) bıraktıklarında kadın ve erkek vârisin hakkı
olduğunu ifade eden âyet (en Nisa 4-5-6)te hısımları (el akrabûn) kelimesi mutlak
olarak geçmektedir. Zevilerham da bunlara dahildir.

c. Hz. Peygamber (s. a.) "kızkardeş çocuğu ailedendir" buyurmuştur. Rasûlullah (s.a.)
ve sahabe devrine zevilerhamm varis kılındığına dair pek çok tatbikat vardır.

2. İmam Malik ve Şafiî'ye göre:

Başta Zeyd b. Sabit olmak üzere bazı sahabe ve tabiun ile beraber bu iki mezheb
imamı da zevilerhamm varis olamayacağı asabe ve farz sahibi varis yok ise, terikenin
devlet hazinesine (Beytü'l Mala) intikal edeceği görüşünü benimsemişlerdir. Delilleri:
Bu imamlarada hala ve teyzenin durumu sorulunca; Hz. Peygamber (s.a.)'m: "Onlara
birşey yok" buyurması gibi delillere dayanmışlardır.

Birinci gruba göre en son zikrettiğimiz hadisten maksat "asabe ve farz sahibi varis
varken hala ve teyzeye birşey yok" demektir.

İmam Malik mezhebinde ikinci asırdan Şafiî mezhebinde dördüncü asırdan itibaren
zevilerhamm varis olmalarına fetva verilmiştir. Bu fetvanın dayanağı israf ve zulüm

[661

sebebiyle beytü'l-maldan müslümanlarm gerektiği gibi istifade edememeleridir.

2901... (Salih b. Yahya b. el-Mikdam'm) dedesinden (rivayet olunmuştur:) dedi ki:
"Ben Rasûlullah (s.a.)

"Ben varisi olmayan kimsenin varisiyim. Onun bağını çözerim ve malına vâris
olurum. Dayı da varisi olmayan kimsenin varisidir. Onun bağını çözer ve malına vâris

[671

olur." dediğini işittim.
Açıklama

Bu hadisle ilgili açıklama bir öneeki hadisin şerhinde geçtiğinden burada tekrara

1681

lüzum görmüyoruz.



2902... Aişe (r. anha)'dan demiştir ki:

Peygamber (s. a.) efendimizin hürriyetine kavuşturduğu bir köle hiçbir mal, çocujc ve

akraba bırakmadan ölmüştü de Rasûlullah (s. a.):

"Onun mirasını kendi köyü halkından bir adama veriniz" buyurdu.

Ebû Dâvûd der ki (bu hadis bana birisi Müsedded yoluyla, diğeri de Sufyân yoluyla

olmak üzere iki yoldan gelmiştir) Müsedded'in rivayeti daha geniştir. Müsedded (ise

bu hadisi şöyle) rivayet etmiştir:

Peygamber (s. a.) (azatlı kölesi ölünce orada bulunanlara)
"Burada onun memleketi halkından bir kimse var mı? diye sordu (onlar da)
"Evet" cevabını verdiler" (bunun üzerine) (Öyleyse bunun) mirasını ona veriniz."
[691

buyurdu.
Açıklama

Daha önce de açıkladığımız gibi hayatta hiçbir varisi olma-yan bir kimsenin malı
devlet hazinesine kalır. Ancak İslâm hukukunda hürriyetine kavuşturulan bir kölenin
mirası, yakınları bulunmadığı zaman, kendisini hürriyete kavuşturan kişiye -yani
mevla el ıtlakaya- kalır. Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte söz konusu edilen
kişiyi hürriyetine Hz. Peygamber kavuşturmuştur. Onun mirası da Hz. Peygambere
kalmıştı. Ancak Rasûl-i Zişan efendimiz, bu hakkını ölünün köy halkına bağışlamıştır.
Biz Peygamberler, miras bırakmayız varis de olmayız mealindeki 2963 nolu hadis-i
şerifi delil getirerek bu görüşün yanlış olduğu iddia edilemez. Çünkü bu hadisin bazı
rivâyetlerindeki "velâ nerisii: vâris olmayız" kelimesi hadisin aslında yoktur. Bu
kelime hadise bazı râviler tarafından yanlışlıkla ilave edilmiştir.
Nitekim es-Siretii'l Halebi'ye isimli eserde de açıklandığı üzere Fahr-i kainat
efendimizin babası vefat ederken geride beş köle ile bir koyun sürüsü kalmıştır ve Hz.
Peygamber bunlara varis olmuştur" Şafiî uleması ile Mali-kiler bu görüştedirler. Bu
görüşte olan ulemaya göre Hz. Peygamber mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte söz
konusu edilen kimsenin malına varis olmuş, fakat onun kalbinin rahatlaması için bu
malı onun köy halkından birine bağışlamıştır.

Peygamberlerin miras bırakıp bırakmaması konusunda İbn Abidin şöyle diyor. "Bu
mevzuda hanefı imamlarının görüşleri arasında bir birlik yoktur. İbn Nüceym el Eşbah
Ve'nin ezâir isimli eserinde Peygamberin miras bırakmadıkları gibi başkasının malına
da varis olamadıklarını söylemiştir. Muintil'Müfti ve ed-Dürrü'l-Münteka gibi
eserlerde bu görüş müdafaa edilmiştir. Bedruddin Aynî de bu görüştedir.
Ancak İbn Kemal, Peygamberlerin miras bırakmadıklarını fakat diğer insanlaf gibi
başkalarının mallarına varis olabileceklerini söylemiştir.

Peygamberlerin miras bırakmamalarının hikmeti başkalarının onların malına konma
arzusuyla ölümlerini temenni ederek kelale olmalarını önlemektir. Bu hüküm tüm

[701

Peygamberler için geçerlidir.

Peygamberlerin başkalarının malına varis olamayacağı görüşünde olan ulemaya göre
aslında söz konusu kişinin mirası hayatta hiçbir yakını bulunmadığı zaman devlet
hazinesi kalmıştır. Ancak fahr-i kainat efendimiz bir devlet reisi olarak bu malın söz
konusu kimsenin köy halkına verilmesini maslahata daha uygun gördüğü için o köy





halkından birisine vermiştir.

Şevkânî'nin açıklamasına göre bu hadiste belli bir varisi bulunmayan ölünün mirasının

1721

köy halkından birine vermenin caiz olduğuna delalet eder.

2903... (Abdullah b. Büreyd'in) babasından demiştir ki: Peygamber (s.a.)'e bir adam
gelip:

Bende Ezd (kabilesin)den bir kişinin mirası vardır. Onu kendisine vereceğim. Ezd
kabilesine mensub bir kimse bulamadım, (ne yapayım?) dedi,
(Peygamber efendimiz de):

"Git bir sene daha Ezd'li birini ara(maya devam et) buyurdu (Adam) bir sene sonra Hz.
Peygamber'e gelip:

Ey Allah'ın Rasûlü ben bu mirası kendisine vereceğim Ezdli bîr kimse bulamadım"
dedi. (Hz. Peygamber de:)

"Öyleyse git* kendisiyle karşılaşacağın ilk Huzua'lıya bak bunu ona ver, buyurdu. (Bu
adam) dönüp gidince Hz. Peygamber:

"Bu adamı bana geri getirin," buyurdu. Biraz sonra adam huzuruna geldi. (Bu sefer

L23J

ona) Huzaa kabilesinden en yaşlı olan kimseye bak bu mirası ona ver, buyurdu.
Açıklama

Metinde geçen kübra min huzâa kelimesi Bezi yazarının açıklamasına göre, Huzâa
kabilesinin en yaşlısı anlamına gelmektedir. Hanefi ulamasından Aliyyü'l-Kari bu
kelimeyi açıklarken şöyle diyor: "Bizim alimlerimizden bazılarına göre aslında kübrâ
kelimesi "elekber: en yaşlı" anlamına gelir. Ulemamızdan bazılarına göre Rasûlü zişan
efendimiz burada bu kelimeyle Huzaa kabilesinin başkanını kast etmiştir. Bu mirası
ona bir varis olarak değil de ona bir ikram olarak vermiştir. Bazılarına göre de bu
kübrâ kelimesi bir kabile içerisinde o kabilenin en yukarıdaki dedesine yakın olan

1241

kimse- anlamına gelir"

Hattâbî ile İbnü'l-Esir'de bu sonuncu manâyı tercih etmişlerdir.

Aliyyü'l-Karinin ifadesinden de anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber bu mirası Huzaa'mn
en yaşlı kişisine onun bu mirasta hakkı olduğundan dolayı değil de, sadece bir ikram
gayesiyle vermiştir.

Ancak Şevkânî bu hadisin ölen bir kimsenin belli bir varisi olmadığı zaman varisinin

[751

bu kalibenin en yaşlısı olacağına delalet ettiğini söylemiştir. Bezlü'l Mechûd
yazarının açıklamasına göre bazıları bu mevzuda "Varisi bulunmayan bir miras
aslında lükata (buluntu mal) hükmünde olduğundan Hz. Peygamber bu mirası ölünün
yakınlarına tasadduk ederek, ölünün ruhunu şad etmeyi tercih ederdi. Fakat ölünün
kabilesi içerisinde en yaşlı olan kişi ölüye baba cihetinden en yakın bir akraba
mesabesinde olduğundan onda bir nevi asabe özelliği gördüğünden bu mirası ölünün
kabilesinin en yaşlısına vermiştir" demişse de aslında bu miras ölünün hiç varisi
bulunmadığı için devlet hazinesine kalmıştır. O sırada hazine teşekkül etmemiş ol-
duğundan Hz. Peygamber onu ölünün en yakın akrabası durumunda olan kabilesinin



en yaşlısına ikram etmiştir.

Burada o zaman Medine'de bulunan ensarm tümü -(aslı yemenli olan Ezd b. el-Gavs
Ebû Havya nisbet edilen)- Ezd kabisinden olduğu halde hadis-i şerifte söz konusu
edilen zatın bir sene boyunca Ezd kabilesinden bir şahıs arayıp bulamaması nasıl
açıklanabilir? diye bir soru akla gelebilir. Bunun cevabı şudur: Bu hadise Medine'de
değil Mekke'de vuku bulmuştur. Bu se-beble Hz. Peygamber o zata Ezd kabilesinin
bir kolu olan Huzaa'nm en yaşlısını bulmasını ve mirası Ona vermesini emretti. O
sarıda Huzaa kabilesi Mekke'de müslüman olmuştu. Ölen kimse müslüman
olduğundan mirası henüz müslümanlığı kabul etmeyen Medine'deki Ezd kabilesine
düşmezdi. Bu sebeble Rasûl-ü Zişan efendimiz bu mirasın müslUmanlığa giren ve Ezd

[761

kabilesinin bir kolu olan Huzaa'nm en yaşlısına vermiştir.
2904... (Abdullah b. Büreyde'nin) babasından demiştir:

Huzaa kabilesinden bir adam öldü de mirası Peygamber (s.a.)'e getirildi. Bunun
üzerine (Hz. Peygamber):

"Onun varis (leri)ni yahut da yakm(lar)mı arayıp bulunuz" buyurdu. (Fakat sahabiler)
"Ona ait bir varis yahutta bir akraba bulamadılar." Rasûlullah (s.a.) de:
"Bu mirası Huzaa'nm en yaşlısına veriniz." buyurdu. (Ravi Yahya b. Muin) dedi ki:
Ben Mürre'nin bu hadisi bir defasında da (şöyle) rivayet ettiğini işittim: "Huzaa

£771

kabilesinin en yaşlı adamını arayınız."
Açıklama

Bir önceki hadis-i şerifin şerhindeki açıklama bu hadis için de geçerlidir. Bu iki
hadiste söz konusu edilen hadise aynı hadisedir. Binaenaleyh hadis-i şerifte bulunan
onun varislerini yahutta yakınlarını arayıp bulunuz cümlesi aslında bir önceki hadis-i
şerifte de vardır. Bu cümledeki yakınlar kelimesi ile zevilerham kasdedildiği için de
musannif Ebû Dâvûd bu iki hadisi zevilerham, babında zikretmiştir.
Başka bir deyişle Ebû Davud'a göre; bu iki hadiste mevzûmuzun bab başlığıyla
ilgisini "yakınlar" kelimesi teşkil etmektedir. Dolayısıyla bu iki hadis bir önceki
hadis gibi varisi bulunmayan bir kimsenin mirasının zevilerham denilen yakınlarına

£281

kalacağına delalet etmektedir.
2905... İbn Abbas'dan demiştir ki

Bir adam hürriyetine kavuşturduğu bir kölesinden başka hiçbir varis bırakmadan
ölmüş de Rasûlullah (s.a.):

"Bu adamın herhangi bir (varisi) var mıdır?" diye sormuş (orada bulunanlar da):
"Hayır (yoktur). Ancak hürriyetine kavuşturduğu bir kölesi vardır" demişler. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.):

1791

Mirasım o köleye veriniz.



Açıklama



Hanefi âlimlerinden Aliyyü'l Kari'nin açıklamasına göre Hz.Peygamber ölen kimsenin
mirasını kölesine 2902 numaralı hadiste olduğu gibi bir bağış olarak vermiştir. Miras
olarak vermemiştir. Çünkü mirasçısı olmayan bir kimsenin malı devlet hazinesine
kaldığından bu kimsenin malı da hazineye kalmıştı. Hz. Peygamber devlet reisi olarak
hazineye kalan bu malı teberru yoluyla, köleye bağışladı. el-Mazhar'm açıklamasına
göre Şüreyh ile Tavus: Bir köleyi hürriyetine kavuşturan kimsenin o kölenin mirasına
konabildiği gibi hürriyetine kavuşturulmuş bir köle de kendisini hürriyete kavuşturan
eski efendisinin mirasına sahib olabilir. Varisi bulunmayan bu kimsenin mirası azat

JM

ettiği kölesine kalmıştır.

Bu açıklamadan anlaşılıyor ki Şüreyh ve Tavus'a göre; Hz. Peygamber bu malı köleye
bağış olarak değil, miras olarak vermiştir.

îmam Tirmizî şöyle diyor: "Bu babda ilim adamlarının ameli bir kişi Ölür de geride
varis bırakmazsa onun mirası devlet hazinesine kalır." şeklindedir. Tuhfe yazarı
Tirmizi'nin bu sözünü açıklarken diyor ki: "Devlet hazinesi düzenli olduğu zaman
durum böyledir. Fakat devlet hazinesi düzensiz olursa o zaman bu miras, dini okullar,



gibi umumun menfaatine hizmet eden müesseselere verilebilir."
9. Üzerinde Lanetleşilen Çocuğun Mirası

2906... Vâsıla b. el-Eska'dan demiştir ki: Peygamber (s.a.) (şöyle) buyurmuştur:
"Kadın üç mirasa varis olur: Hürriyetine kavuşturduğu kölesinin mirasına) yol üstüne
atılmış olarak bulup da büyüttüğü kimse (nin mirasına) üzerinde (kocasıyla)

I82J

lanetleştiği çocuğu(nun mirasm)a.
Açıklama

Lanetleşmek (Han) zevcesine zina isnad eden ve doğan çocuğun kendisine ait
olmadığını iddia eden ve iddiası da karısı tarafından reddedilen bir kimsenin, karısıyla
hakim huzuruna gelip orada karısıyla karşılıklı olarak iddiasında doğru olduğuna dair
dört defa şehadette bulunmaları ve beşinci de Allah'ın lanetinin yalancılar üzerine
olsun diyerek lânetleşmeleridir. Nitekim 2253-2254 hadis-i şeriflerin şerhinde
açıklanmıştır. Bilindiği gibi kadın bir mirasa çoğu zaman bir erkek vasıtasıyla varis
olabilmektedir. Dolayısıyla bir kadının tek başına varis olup tek başına mirasın
tümüne sahip olabildiği haller mahduttur. İşte mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i
şerifte kadının tek basma bir mirasa varis olup o mirasın tümüne sahip olduğu bu
haller söz konusu edilmektedir. Kadının üç kişinin malına tek başına varis ve
dolayısıyle bu üç mirasın tümüne sahip olduğu ifade edilmektedir. Bu üç miras
sırasıyla şunlardır:

1. Kadının hürriyetine kavuşturduğu kölenin mirası: Bu kölenin herhangi bir mirasçısı
bulunmadığı takdirde mallarının tümünün eski hanım efendisine kalacağında ulema
ittifak etmişlerdir.

2. Kadının yol üstüne atılmış olarak bulup da besleyip büyüttüğü bir çocuğun mirası:
Hattâbî'nin de açıkladığı gibi, fıkıh ulemasına göre bu çocuk hürdür. Dolayısıyla sahip
olduğu hürriyetten dolayı hiç bir kula borçlu değildir.



Bir kimsenin diğer bir kimsenin mirasına konabilmesi için aralarında bir kan bağı ya
da bir velâ (yani biri diğerini kölelikten azad etmiş olmak, ya da aralarında
biribirlerinin miraslarına konabileceklerine dair bir anlaşma) bulunması gerekir.
Sokakta bulunan çocukla kendisini bulup yetiştiren kadın arasında bu ilgilerden biri
bulunmadığına göre bu kadının söz konusu mirasa konması için hiçbir sebeb yoktur.
Binaenaleyh bu kadın bu mirasa vâris olamaz. Cumhur ulemanın görüşü de budur.
İshak b. Rahuye'nîn görüşüne göre mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte bir
kadının sokakta bulup da büyüttüğü bir çocuğun mirasına konabileceğinden
bahsedilmesi, bu çocuğun kan bağına dayanan hiç bir yakının bulunmamasıyla
ilgilidir. Çocuğun kendisine kan bağıyla bağlı bir yakım yoksa, mirasının tümü
kendisini besleyip büyüten ve terbiyesiyle meşgul olan kadına kalır. Gerçekten
mevzumuzu teşkil eden hadisin sahihliği kabul edilirse bu mevzuda en isabetli görüş
İshak b. Rahuye'nin görüşüdür. Fakat hadis ulemasının dediği gibi bu hadisin sabit
olmadığı kabul edildiği takdirde en doğru görüş yukarıda açıkladığımız fıkıh
ulemasının umumunun görüşüdür. Fıkıh ulemasına göre, mevzumuzu teşkil eden bu

£831

hadis-i şerif la vesse ila velael ıtakati hadisiyle neshedilmiştir.

3. Kadının üzerinde kocasıyla lanetleştiği çocuğun mirası; bu mevzuda ulema İhtilafa
düşmüşlerdir. Şemsüddin ibn el-Kayyım şöyle diyor: "Sahabeden Zeyd b. Sabit
(r.a.)'ye göre üzerinde Han yapılan çocukla, lian yapılmamış olan çocuk arasında bir
fark yoktur. Dolayısıyla annenin meşru olarak dünyaya getirdiği çocuğunun
mirastan hissesi neyse üzerinde liân yaptığı çocuğun mirasından payı da odur. İbn
Abbas ile tabiundan bir cemaatin görüşü budur. Mezheb imamlarından İmam Malik ile
İmam Şafiî, İmam Ebû Hanife ve taraftarlarına göre; bu kadın fakir olduğu zaman bû
çocuğa varis olabilir. Bu sebeble bu kadına hadis-i şerifte "mecazen varis" denmiştir.
Hasan-ı Basri ile İbn Şîrîn, Câbir b. Zeyd Ata, en-Nehâî, el-Hakem, Hammâd, es-
Sevrî, Hasan b. Salih (r.anhum)'a göre; annesinin mirasçıları bu çocuğun da
mirasçılarıdır. Ahmed b. Hanbel'den rivayet edilen ikijjö-rüşten biri bu olduğu gibi
Hz. Ali ile İbn Abbas'tan rivayet edilen iki görüşten biri de budur.
İbn Mesûd ile Hz. Ali'den rivayet edilen diğer bir görüşe göre; bu çocuğun annesi hem
anne hem de baba yerindedir. Bu bakımdan çocuğun mirasının tümü annesine kalır.
Çocuğun annesi yoksa o zaman miras annesinin varislerine kalır. Bu görüş Ebû'l-Haris
tarafından Ahmed b. Hanbel'den de rivayet olunmuştur. Delilleri ise: Adı geçen hadis-
i şerifle, musannif Ebû Davud'un el Merasil isimli eserinde rivayet ettiği Rusûl-ü
Zişan Efendimizin üzerinde lian yapılan bir çocuk için

"Bu çocuğun varisleri annesinin varisleridir" buyurduğunu ifade eden hadis-i şeriftir

£841

ve bir numara sonra gelecek olan Nekhûl hadisi de bu görüşü te'y'd etmektedir.
2907... Mekhûrden demiştir ki:

Rasûlullah (s. a.) üzerinde lian yapılan çocuğun mirasını annesine verdi, annesinin

£851

olmaması halinde de annesinin varislerine verdi.

2908... (Abdullah b. Amr b. As'm) dedesinden (rivayet olunduğuna göre bir önceki
hadisin) bir benzerini de peygamber (s.a.)'den (Amr b. Şuayb b. Muhammed b.



[861

Abdillah b. Amr b. As'm) dedesi (rivayet etmiştir.)



Açıklama

Bu hadis-i şerifler üzerinde lian yapılmış bir çocuk öldüğü zaman mirasının hayatta
kalan annesine kalacağını, annesi hayatta değilse annesinin varislerine kalacağını ifade
etmektedir.

Dolayisıyle bu hadis-i şerif bu görüşte olan Mekhul ile İmam Şa'bî ve Süfyan-i
Sevrî'nin delilini teşkil etmektedir. 2906 numaralı hadisin şerhinde de açıkladığımız
gibi bu görüş İbn Mesud ile Hz. Ali'den de rivayet olmuştur. Ahmed b. Hanbel'den
rivayet edilen iki görüşten biri de budur. Diğer ilim adamlarının görüşleri için sözü

[871

geçen hadisin şerhine müracaat edilebilir.
10. Müslüman Kafire Varis Olabilir Mi?
2909... Üsame b. Zeyd'den demiştir ki:

Peygamber (s. a.): "Müslüman kafire, kâfir de müslümana mirasçı olamaz"
[88]

buyurmuştur.
Açıklama

El-Müberred'in beyanına göre, 'irs ve miras': Asıl itibariyle akibet demektir. Bunun
manâsı bir kimseden diğerine intikaldir. Kâfirin müslümana mirasçı olamayacağı
hususunda bütün İslâm uleması ittifak halindedir. Nevevî diyor ki: Sahabe tabiin ve
onlardan sonra gelen ulamanın cumhuruna göre; müslüman da kâfire mirasçı olamaz.
Bir grupta müslümanı kâfire mirasçı yapmaya kail olmuşlardır. Bu Muaz b. Cebel
Muaviye (r.a.) ile Said b. el Müseyyeb, Mesruk ve başkalarının mezhebidir. Aynı
kavil Ebu'd-Derdâ, Şa'bi, Zührî ve İbrahim en-Nehaî'den de -aralarında ihtilâf olmak
üzere- rivayet olunmuşsa da doğrusu bu zatların kavilleri de cumhurun kavli gibidir.

£891 I90J
Muhalifler İslam yücedir. Onun üstüne geçilmez" hadisiyle istidlal
etmişlerdir.

Cumhurun delili; sadedinde bulunduğumuz sahih ve sarih hadistir. İs-lamm yüceliği
ile ilgili Suyutî hadisinde onlara hüccet yoktur. Zira ondan murad İslamm başka
dinlere olan üstünlüğüdür. Onda mirastan söz yoktur. Şu halde onunla amel ederek
"müslüman kâfire mirasçı olamaz..." hadisinin nassı nasıl terk edilebilir? Herhalde o
gurup bu hadisi duymamış olacak!... Mürted yani müslümanlığı bırakıp başka bir dine
dönen kimse bilicma müslümana mirasçı olamaz. İmam Şafiî, Malik, Rabia, Ibn Ebî
Leyla ve başkalarına göre müslüman da mûrted de mirasçı olamaz. Mürtedin malı
müs-]umanlar arasında ganimet olur.

Ebû Hanîfe ile Küfe uleması ve tshak, müslüman olan veresesinin mür-tedie mirasçı
olacaklarına kaildir. Bu görüş Hz. Ali ile İbn Mesud (r.a)' den ve seleften bir
cemaatten de rivayet olunmuştur. Lakin Sevrî ile Ebû Hanife Mürtedin riddet halinde
kazandığı şeyler müslümanlarm malıdır demişlerdir.



Kâfirlerin birbirlerine mirasçı olanlarına gelince:

İmam Azam, İmam Şafiî ve diğer bir takım ulema, yahudinin hrıstiya-na hrıstiyanm
yahudiye, bunların mecusiye ve mecusinin bu iki millete mirasçı olabileceğine
kaildirler. İmam Malik bunu caiz görmemiştir. İmam Şafiî "Lâkin harbî zimmiye,
zimmî harbiye mirasçı olamaz" demiş. Ayrı ayrı memleketlerde bulunan iki harbî dahi

[91]

birbirlerine mirasçı olamazlar. Hanefılerin kavli de budur.

2910... Üsame b. Zeyd'den demiştir ki: Ben (Hz. Peygambere veda) haccı sırasında
(Mina'dan Mekke'ye gelirken):

"Ey Allah'ın Rasûlü yarın nerede konaklayacaksın? Diye sordum da: (amcam oğlu)
"Akil bize (konaklayacağımız) bir yer mi bıraktı ki?"cevabmı verdi. Sonra Muhassab
(denilen yer)i kasdederek: (Yarın) - "Beni Kinâne hayfmda, Kureyş'in küfür üzerinde
(kalmak üzere) anlaştığı yere ineceğiz" buyurdu.

Bu (anlaşma) Kinâne oğullarının Hâşimoğulları ile evlenmemek, onları aralarında
barındırmamak ve onlarla alış-veriş yapmamak üzere Kureyşle yaptığı anlaşmadır.
(Bu hadisin râvilerinden) Zührî dedi ki (Beni Kinâne) Hayf (mdan maksat) Muhassab
[92]

denilen vadidir.
Açıklama

Muhassab; Mekke ile Mina arasındaki vadinin iki dağ arasında kalan kısmına verilen
bir isimdir. Taşlı ve çakıllı olduğu için bu ismi almıştır. Burası Hasbe, Mahsab, Ebtah,
Betha isimleri ile de anılır.

FahT-i Kainat efendimiz, Veda haccmda Zilhiccenin ondördüncü günü hacla ilgili
görevlerini ifa edince Mekke'ye doğru yola çıkmıştır. Ertesi gün Mekke'den Medine'ye
gitmek üzere hareket edeceği için istirahat maksadıyla geceyi burada geçirmeye karar
vermişti. İşte Hz. Usame b. Zeyd Hz. Pey-gamber'e yönelttiği "yarın nerede
konaklayacaksın?'* sorusu Mina dönüşünde Hz. Peygamberin bu kararı verdiği sırada
vaki olmuştur.

Rasûl-ü Zişan efendimizin geceyi burada geçirmekten maksadı, yapacakları
istirahatinde, uyanarak geceyi ihya etmek hem de ashabın yol hazırlığı yapmalarına bir
imkân vermekti.

Ulemadan bazılarına göre ise Rasûlullah (s.a.)'m geceyi orada geçirmekten maksadı,
eskiden ibadetini gizli gizli yaptığı halde şimdi İslâm'ın muzaffer olması neticesinde
buralarda açıktan ibadet edebilme nimetine erişmesinin ve kafirlerin müslümanları
imha etmek üzere Muhassaba'da aldıkları boykot kararım hazırlayanları mahcub
edecek şekilde sona ermesinin şükrünü eda etmekti. Müşriklerin Muhassabda aldıkları
boykot kararının metnini 2010 numaralı hadisin şerhinde ayrıntılı olarak
açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.

Yine sözü geçen hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi "Akıl bize bir ev mi
bıraktı ki" cümlesiyle kasdedilen mana şudur: "Rasûlü Ekrem'in amcası Ebû Talib,
müslüman olmadığı için müslüman olan iki oğlu Hz. Ali ve Hz. Cafer onun malına
varis olamadılar. Müslümanlığı kabul etmeyen diğer iki oğlundan Talib de Bedir
savaşında ölünce, malının tümü Akil'e kaldı. Hz. Peygamber, Ebû Talib'in geride
miras olarak bıraktığı evlerinden ve diğer mallarından hiç yararlanamadı.



İşte sözkonusu cümleden bu mana kastedilmiş olabilir. Ayrıca şu ihtimal de vardır:
Hicretten sonra Rasûl-ü Zişan Efendimizin Mekke'deki evinin tasarrufu amcası oğlu
Akil'a kalmıştı. Rasûlü Ekrem Efendimiz bu cümleyle bunu kast etmiş de olabilir. Bu

193]

hadis daha önce 2010 nolu hadisin açıklamasında geçmişti.
Bazı Hükümler

1. Bir müslüman, kafir olan yakılarına mirasçı olamaz.

1941

2. Kâfir bir kimse de müslüman olan yakınlarına mirasçı olamaz.
2911... Abdullah b. Amr'dan demiştir ki: Rasûlullah (s. a.)

[951 [961

"İki (ayrı) dinin mensupları birbirlerine mirasçı olamazlar. buyurdu.
Açıklama

Hadis-i şerifin genel ifadesinden anlaşılan mana hiçbir din sâlikinin diğer bir din
salikine mirasçı olamayacağıdır. Nitekim, ez-Zührî ile İbn Ebî Leyla ve Ahmed b.
Hanbel bu hadise dayanarak bu hükme varmışlardır.

1971

Ulemanın ekseriyeti; "İnkar edenler birbirlerinin velisidirler " âyetini delil
getirerek ehl-i küfrün tek bir millet olduğuna ve dolayısıyla kâfirlerin birbirlerine varis
olabileceğini söylemişlerdir.

Bu mevzuda Bezlü'l Mechud yazarı şöyle diyor: "Metinde geçen iki din anlamına
gelen milleleyn kelimesinden maksat, İslamiyet ile küfürdür. İslamiyet başlıbaşma bir
din olduğu gibi Islamm dışında kalan dinlerin tümü de küfrü temsil eden tek bir dindir.
Bir kâfir bir müslümana mirasçı olamadığı gibi, bir müslüman da bir kâfire mirasçı
olamaz. Fakat İslamm dışındaki insanların tümü birbirlerine mirasçı olabilirler.
Hanefi ulemasıyla İmam Şafiî'nin görüşü budur. İmam Ahmed'le İmam Malik'e göre
müslümanlarm dışındaki insanlar da birbirlerine varis olamazlar. En sağlam rivayete
göre, İmam Malikin görüşü şudur: "Ehl-i kitabın hepsinin dini başlıbaşma müstakil
bir din olduğu gibi, bunların dışında kalan müşrik ve putperestlerin tümü de bindinden
sayılırlar. Bu bakımdan bir yahudi bir hrıstiyana yahut ta bir hrıstiyan bir yahudiye
varis olamaz. Ancak bir hrıstiyan yine bir hrıstiyana bir yahudi de yine bir yahudiye
varis olabilir. Fakat ehl-i kitabın dışındaki müşriklerin hepsi de birbirlerine varis ola-
bilirler. el-Düsûkî isimli eserde anlatılan budur."

Hanbelilere göre; her inanç sistemi başlı başına ayrı bir dindir. Bunların mensupları
ancak kendi aralarında birbirlerinin varisi olabilirler. Diğerleri birbirinin varisi
olamazlar.

Mürtedin mirasına gelince, Hanefi imamlarından trna$ A nsufıle İmam Muhammed'e
göre, mürtedin hem irtidad etmeden önceki;kazandığı malı, hem de irtidad ettikten
sonra kazanmış olduğu malı, müslütnan olan yakınlarına kalır. İmam Ebû Haıiife'ye
göre onun irtidad etmeden (Islamiyetten dönmeden) önce kazanmış olduğu malı
müslümanlara kalırsa da irtidad ettikten sonra kazanmış olduğu malı da savaşmadan
müslümanlarm eline geçen ganimet (fey) hükmündedir. İmam Malikle tmam Ahmed



İM

ve tmam Şafiî'ye göre mürtedin malı bir ganimet olarak hazineye kalır.
2912... Abdullah b. Büreyde'den demiştir ki:

(birisi) Yahudi ve (diğeri de)rnüslüman (olan) iki kardeş (Ölen babaları için) Yahya b.
Yamer'e başvurdular (Yahya'da). onlardan muslümanı mirasçı kıldı. (Diğerini de
mirastan mahrum etti ve bu verdiği hükme delil olmak üzere şöyle) dedi:
"Ebû Esved'in bana haber verdiğine göre; bir adam ona (şöyle) demiş -Muaz b. Cebel
dedi ki: -Ben Rasûlullah (s.a.)'i "İslam artar eksilmez" derken işittim. (Muaz bu sözü

1991

söyledikten) hemen sonra müs-lümanı varis kıldı. -
Açıklama

Hadis sarihlerinin açıklamasına göre; iki oğlundan biri Yahudi diğeri müslüman olan
bir yahudi ölmüş, yahudi olan oğlu, tüm mirasın kendisine ait olması gerektiğini iddia
ederek malların tümüne elkoymuş. Bunun üzerine iki oğul arasında anlaşmazlık
çıkmış onlar da gidip Yahya b. Ya'mer'in hakemliğine başvurmuşlar. Yahya b. Ya'mer
mirası bu iki oğuldan müslüman olana verip diğerini mirastan mahrum etmiştir. Bu
uygulamasına Hz. Muaz'm naklettiği "İslam artar, eksilmez" mealindeki hadisi delil
getirmiştir.

Yine hadis sarihlerinin açıklamasına göre; "İslam artar eksilmez" sözü aslında "İslâm,
İslama yeni girecek kimselerle devamlı artacaktır. İrtidad edenler yüzünden
azalmayacaktır, lslami fütuhat devam edeceği için İslam ülkelerinin sınırları
genişleyecek kâfirlerin galebesiyle bugünkünden daha küçük olmayacaktır, lslamın
hükmü daima galip gelecektir" gibi manalara gelir.

Muaz b. Cebel (r.a.) bu hadisten bir müslümanm bir kâfire varis olabileceği, fakat bir

kâfirin bir müslümana asla varis olamayacağı hükmünü çıkarmıştır. Görüldüğü gibi bu

hüküm tamamen Hz. Muaz'm şahsi içtihadına dayanan bir hükümdür.

Fıkıh ulemasına göre, hadiste bir müslümanm bir kafire varis olabileceğine dair bir

ifade veya bir delalet yoktur. Bir önceki hadis ise bir müslümanm bir kâfire vâris

olamayacağı kanusunda gayet açıktır. Binaenaleyh bir önceki hadisle amel etmek

gerekir.

Hafız el-Münavi mevzumuzu teşkil eden hadisin munkatı olduğunu, Hafız el-

£1001

Münzirî'de senedinde kimliği meçhul bir râvi bulunduğunu söylemiştir.

2913... Ebû'l Esved ed-Dîlî'den demiştir ki; Muaz (b. Cebel)'a, kendisine (bir yahudi
ile) bir müslümanm varis olduğu bir yahudinin mirası getirilmiş. (Hz. Muaz da)
Peygamber (s.a.)'den (rivayet edilen bir önceki hadisin) manasına (sarılarak o

üoıl

müslümanı bu mirasa varis kılmış).
Açıklama

Hafız Münzirî'nin açıklamasına göre Ebû Esved'in Hz. Muaz'dan hadis işittiği kesin
olarak bilinmemektedir. Bu bakımdan bu hadisin senedinde bir ittisal olduğu kesin



değildir. Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi hadisin sıhhati kesin
olmadığından fıkth uleması bu mevzuda 2911 numaralı hadis-i şerifle amel
LİM

etmişlerdir.

11. Miras Paylaşılmadan Önce Müslüman Olan Bir Kimse(Nin Mirasta Bir Payi
Var Mıdır?)

2914... İbn Abbas'dan demiştir ki: Peygamber (s. a.) (şöyle) buyurdu:
"Cahiliyye döneminden önce paylaştırılan her miras, paylaştırılmış olduğu şekilde
(geçerli)dir. İslamiyetin yetişmiş olduğu bir miras İslam taksimi üzere (taksime tabii)
[İ03]

dir.

Açıklama

Hadis-i şerifte, bir kimsenin mirası henüz paylaşılmadan önce o kimsenin
yakınlarından birinin müslüman olması halinde yeni müslüman olan bu kimsenin
mirastan payının ne olacağı meselesi üzerinde durulmaktadır. Bu mesele iki şekilde
karşımıza çıkmaktadır:

1. Oğullarından biri müslüman diğeri kafir olan bir müslümamn ölmesi ve mirası
paylaşılmadan önce kafir oğlunun da îslamiyeti kabul etmesi şeklinde karşımıza
çıkabilir.

2. Biri müslüman diğeri kafir iki oğlu bulunan bir kafirin ölmesi ve mirası
paylaşılmadan önce kafir oğlunun da îslamiyeti kabul etmesi şeklinde karşımıza
çıkabilir. Cumhur ulemaya göre, birinci şekilde yeni müslüman olan oğul, müslüman
olan babasının malına varis olamaz. İkinci şekilde ise yeni müslüman olan bu oğul,
kafir olan babasının mirasına varis olabilir.

Çünkü mirasın varisliere intikali ölümle gerçekleşir. Binaenaleyh birinci misalimizde
müslüman babanın ölmesiyle miras, varislere intikal ettiğinden o anda kâfir olan oğul
bu mirastan bir pay alamaz. Aralarındaki din farkı onun mirastan pay almasına
manidir. İkinci misalimizde ise kafir olan babanın ölümüyle mirası yine varis olanlara
intikal ettiğinden o anda kafir olan oğullarının her ikisi de ölünün malına varis
olmuşlardır. Biraz sonra bunlardan birinin müslüman olması onun varis olmasına mani
değildir. Çünkü bu meselede önemli olan varis adaylarının ölümün vukuu esnasındaki
durumlarıdır.

Hafız Şemsuddin b. Kayyİm bu hadisi açıklarken şöyle diyor: "Bu hadis-i şerif,
Islamiy etten önce yapılan akitlerin geçerli olduğunu bunj ardan sadece iki kardeşin
evlenmesi ve dört kadından fazlasını bir nikah altında toplamak gibi Islamın
yasakladığı akidlerin geçersiz olduğunu ifade etmektedir. Nitekim "Ey iman edenler,

~ Iİ041

Allah'dan sakının ve kalan faizi bırakın" âyeti de bu gerçeğe delalet etmektedir.
Bu sebebledir ki; Ra-sûlü Zişan efendimiz Peygamber olarak gönderildikten sonra
hiçbir müslu-mana cahiliyye döneminçle kazandığı malların hesabını sormadığı gibi
nikahını nasıl kıydığını da sormamıştır. Bu husus", üzerine\pekçok İslam hüküm-
lerinin bina edildiği/bir asıldır.

Hz. Ömer'le tiz. Osman, Abdullah b. Mesud, el-Hasen b. Ali, Mevzu-muzu teşkil eden



hadis-i şerife dayanarak yakını ölen bir kimsenin henüz mirası bölüşülmeden önce
müslüman olması halinde, mutlaka varis olabileceğini söylemişlerdir. Câbir b. Zeyd'le
Hasan-ı Basri, Mekhul, Katâde, Hamid, îyas b. Muaviye, İshak b. Rahuye (r.anhum)
ve bir rivayete göre de İmam Ah-med (r.a.) da bu görüştedirler. İmam Ahmed'in
arkadaşlarının ekserisi de bu görüştedir. Delil olarak mevzumuzu teşkil eden hadisten
başka bir de Sa-id b. Mansur'un Sünen'inde Urve'nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiği
"Kim bir uygulama üzerinde bulunurken müslüman olmuşsa o uygulama o kimse için
geçerlidir." mealindeki hadisini göstermişlerdir. Diğer bir delilleri de uygulamanın Hz.
Ömer ve Osman zamanında yürürlükte olduğu halde Hz. Ali'nin muhalefetinden başka
hiçbir muhalefetle karşılaşmamasıdır. Bu zatlara göre mirasın varislere intikali miras
sahibinin ölmesi ile değil mirasın taksimiyle gerçekleşir. Bu bakımdan miras
paylaşılmadan önce varis adaylarının din değiştirmelerine itibar edilmez.
Fıkıh ulemasının ekserisine göre; mirasın varislere intikali ölümle gerçekleştiğinden
varis adaylarının miras sahibinin ölümü anındaki dini durumu göz önünde
bulundurulur. İmam Ebû Hanife ile İmam Şafiî ve İmam malik (r.a)'in görüşleri de

£1051

budur.

2915... İbn Ömer'den (r.a)- (rivayet olunduğuna göre) Mü'min-lerin annesi Aişe
(r.anha) hürriyetine kavuşturmak için bir câriye satın almak istemiş de (cariyenin)
sahihleri "biz Onu sana ancak velâsı bize ait olmak üzere satarız" demişler. Hz. Aişe
bunu Rasülullah (s.a.)'e anlatmış. Hz. Peygamber de

£106]

" Bu sana mâni değildir. Çünkü velâsı âzad edene aittir." buyurmuştur.
Açıklama

Velâ: Dostluk ve yardım demektir. Miras hukukunda iki çeşit vela vardır:

1. Köle azad etmeden doğan velâ (velaü'l-ıtiaka)

2. Akitleşmeden doğan velâ (velâül-müvalât)

Bu hadiste söz konusu edilen velâjköle azad etmeden doğan velâdır.
İçtimaî, iktisâdı siyasî ve tarihî bir köke dayanan kölelik müessesin]'kaldırmaya
mütemayil bulunan İslâm bu sahada da tedriç metodunu kullanmış, bir taraftan
kölelere insanca yaşama hakkı bahşederken diğer taraftan köle sahiplerini çeşitli
tedbirlerle - onları hürriyete kavuşturmaya teşvik eylemiştir. "Azad edilen kölenin
asabe ve farz (pay) sahibi varisi bulunmazsa azad eden (mevle'l-ıtaka) onun varisidir"

£1071

kaidesi işte bu teşvik tedbirlerinden biridir.

Bir köleyi hürriyetine kavuşturan kimse, eğer kölenin bir varisi yoksa o köleye varis
olur. Bu hak başkasına intikal edemez, cumhur ulemasının görüşü budur.
İbn Mâçe'nin rivayetinde de açıklandığı üzere Hz. Aişe'nin hürriyetine kavuşturmak
istediği câriye Hz. Berire'dir. Berire (r.a.) 360 dirhem ödedikten sonra hürriyetine
kavuşmak üzere efendileriyle anlaşmaya vardı. Fakat bu parayı temin edebilmek için
Hz. Aişe'ye başvurdu. Hz. Aişe istenilen parayı Berire'nin efendilerine vererek onu
hürriyetine kavuşturmağa karar verdi. Berire'nin efendileri ancak Berire'nin velâ
hakkının kendilerine ait olmak üzere bu teklifi kabul edebileceklerini söylediler.
Hz. Aişe onların bu teklifini Hz. Peygamber'e arz edince Rasûl-ü Zişan efendimiz "sen



onların bu şartlarına uyarak istenilen parayı ver ve Beriye'yi hürriyetine kavuştur.
Onların bu şartı Berire'nin velâ hakkının sana ait olmasına mani değildir. Anlamında

[1081

"bu sana mani değildir. Çünkü velâ azad edene aittir" buyurdu.

Bunun üzerine Hz. Aişe Berire'yi satın alıp azat etti. Alış-verişlerde iki taraftan birine
menfaat sağlayan bir şart fasit sayıldığı böyle bir şarta bağlı olarak yapılan alışveriş
batıl sayıldığı ve böyle bir alışverişin bizzat Hz. Peygamber tarafından yasaklandığı
halde, Peygamber Efendimizin Berire'yi efendilerinin onu satarken kendilerine
menfaat sağlayacak fasit bir şartı ileri sürmelerine nasıl cevaz verdiği meselesi bu
hadisin çözülmesi gereken önemli meseledir. Alimler meseleyi çeşitli şekillerde
açıklamışlardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

a. Bu iznin Hz. Peygamberin bu çeşit şartlara bağlı kalınarak yapılan alışverişleri
yasaklamadan önce verilmiş bir izin olması mümkündür. Bir başka ifadeyle hadis-i
şerifte anlatılan hadise sözü geçen yasaklamadan önce geçmiş olabilir.

b. Eğer bu olayın sözü geçen yasaklamadan önce vuku bulduğu kabul edilecek olursa,
o zaman Hz. PeygamberMn yasaklamasından sonra cariye sahiplerinin böyle yasak bir
şartı ileri sürmelerine izin vermesi aslında "de ki! Hak (bu Kur' ân) Rabbinizdendir.

[109]

Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin." Ayetindeki tehdîd kabilinden bir

tehdiddir.

c. Bu iznin umumî olmayıp yalnız hadiseye mahsus olması da mümkündür. Bazan
büyük bir maslahat te'mini için küçük bir mefsedete tahammül edilebilir.

Hattâbî bu konuda şöyle diyor: "İbn Ömer hadisi kölenin hürriyetine kavuşturulması
şartıyla satılması caiz olduğuna ve velânm köleyi azad eden kimseden başkasına ait

mm

olması için ileri sürülecek bir şartın da geçersiz olduğuna delalet etmektedir."

2916... Hz. Aişe'd°n demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) (şöyle) buyurdu:

"Velâ (köleyi hürriyetine kavuşturmak için gereken) fiyatı veren ve (hürriyete

tiiil

kavuşturmak) nimet(in)e sahip olan kimseye aittir."
Açıklama

Metinde geçen fiatı veren tabiriyle köleyi "satın alan kimse" kastedilmektedir.
Bilindiği gibi bir başkasının mülkünde olan bir köleyi hürriyetine kavuşturabilmek
için önce onu satın almak icab eder. Satın almak azat etmenin sebebi olduğundan
"köleyi satın alıp azat eden kimse "tabiri yerine "fîatı veren" tâbiri kullanılmıştır. Bir
köleyi azat eden kimse onun velâsma sahip olur. Bu köle öldüğü zaman eğer kendisine
vâris olacak bir yakını çıkmazsa aralarındaki velâ (dostluk) dan dolayı onu azat eden
£1121

malına vâris olur.

2917... Artır b. Şuayb'm dedesinden (rivayet olunduğuna göre) Riâb b. Huzeyfe bir
kadınla evlenmiş de kadın ondan üç erkek çocuk dünyaya getirmiş, sonra çocukların
annesi ölmüş. Çocuklar da annelerinin ve hürriyetine kavuşturduğu kölelerinin velâ
hakkına vâris oldular. Amr b. As da (bu kadının) oğullarının asabesi idi. Onları Şam'a



götürdü (çocuklar orada) öldüler. Bunun üzerine Amr b. As geri geldi ve (o sırada)
kadının hürriyetine kavuşturduğu bir kölesi (geriye) bir miktar mal bırakarak öldü.
(Amr b. As da hem çocukların hem de bu kölenin mallarına vâris olarak el koydu)
Bunun üzerine (ölen kadının hayatta bulunan erkek kardeşleri) Amr'ı Ömer b. el-
Hattab'a şikayet ettiler.

Ömer de -RasÛlullah sallallahü aleyhivesellem:

"Çocuğun yahutta babanın kazandığı mal onun (hayatta) olan asabesinindir."
buyurdu.- dedi. (Ve Amr b. As lehine hüküm verdi).

Bu hadisi rivayet eden Abdullah b. Amr rivayetine devamla dedi ki: (Ömer b. Hattâb)
Amr b. As'a (hitaben bu meseleyle ilgili olarak):

içinde Abdurrahman b. Avf ile Zeyd b. Sabit'in ve diğer bir adamın şahitliği bulunan
bir de mektub yazdı. Nihayet Abdülmelik halifelik makamına getirilince (Hz. Ömer'in
hükmüne uyulmadığı için ölen kadının erkek kardeşleri) Hişarri b. İsrfıaiPe -yahutta
İsmail b. Hişam'a-şikâyette bulundular. (Hişam b. İsmail de) onlar(m davasını) Abdül-
melik'e havale etti. (Abdülmelik, Hz. Ömer'in mektubunu ve bu meseledeki hükmünü
okuyunca:

(Hz. Ömer'in verdiği) bu hüküm, benim de uygun gördüğüm paylaştığım hükümdür,
dedi. Ömer b. Hattâb'm mektubuna göre o da lehimize hüküm verdi. "Biz şu ana kadar
bu hükme göre amel ede-
£1131

geldik."
Açıklama

Hz. Riabb. Huzeyfe (r.a.)'m evlenmiş olduğu bu kadın, Ma'mer'in kızı ümmü vâil, el-
Cümehiyye'dir. Bu kadından doğan çocuklar hicretin ondokuzuncu yılında Filistin'de
bulunan Amras şehrinde çıkan bir veba salgınında ölmüşlerdir. Rivayete göre o sene
bu salgından yirmi beşbin kişi ölmüştür. Ebû Ubeyde (r.a.) ile Muaz b. Cebel (r.a) da
bu hastalıktan vefat edenlerdendir.

Sözü geçen üç çocuk bu hastalıktan ölünce Hz. Amr b. As asabe olarak bu çocukların
annelerinden kalan mallarına ve yine annelerinin hürriyetine kavuşturduğu köle ve
cariyelerinden velâ yoluyla intikal edecek miras hakkına sahip olmak istemiştir.
Metinde açıklandığı gibi Hz. Ümmü Vâil'in hayatta olan erkek kardeşleri bu hakların
kendilerine ait olduğunu iddia ederek Hz. Ömer'e şikayette bulunmuşlarsa da Hz.
Ömer, Amr b. As'm haklı olduğunu söylemiş ve Hz. Peygamber'in bu mevzudaki
hadisini hatırlatmıştır.

Amr b. As'm oğlu olan râvi Abdullah'ın rivayet ettiği bu hadis, İbn Mâ-ce'nin
Sünen'inde daha uzun ve daha ayrıntılıdır. İbn Mace'in Sünen'inden
anlaşıldığına göre; Emevî halîfelerinden Abdülmelik b. Mervan'm halifeliği yıllarında
(H. 65-86) sözü geçen Ümmü Vâil isimli kadının hürriyetine kavuşturduğu bir kölesi
ölünce kadının erkek kardeşleri, Hz. Ömer'in fetvasına uymayarak, kız kardeşlerinin
velâ hakkının kendilerine verilmesini istemişler. Bu maksatla o günün Medine valisi
olan Hişam b. İsmail'e müracaat etmişlerdir. Hişam da onların şikayetini halîfe
Abdülmelik'e havale etmiş. Bunun üzerine Abdullah b. Amr b. As hemen halifeye
müracaat ederek kendisine Hz. Ömer'in bu mevzuda rivayet ettiği hadisi ve vermiş

Iİİ41

olduğu hükmü bildirmiş, halife de Hz. Ömer'in fetvasına göre hükmetmiştir.



Bazı Hükümler



1. Azâd edilmiş olan bir köle öldüğü zaman onun ve-la hakkı eski efendisine, oda
yoksa onun yakınlarına intikal eder.

Cumhuru ulemaya "velâ (hakkı) hürriyete kavuşturana aittir." mealindeki 2915
numaralı hadise dayanan hürriyetine kavuşturulan bir köle üzerindeki velâ hakkına
onu azat edenden başka hiçbir kimsenin varis olamayacağını söylemişlerdir. Hz.
Ömer'e Hz. Ali, Zeyd, İbn Mesûd, Übeyy b. Ka'b, îbn Ömer, Ebû Mesud, el-Bedri,
Usame b. Zeyd, Ata, Tavus, Salim b. Abdullah, Hasan-ı Basrî, îbn Şîrîn, Eş-Şa'bî, ez-
Zührî, en-Nehaî, Ka-tade, Ebû Zinad, İbn Nesit, İmam Malik, es-Sevrî, İmam Şafiî,
İshak, Ebû Sevr ve Rey sahihlerinin de bu görüşte olduklarını belirtelim.
Ancak Şureyh, bir kimsenin hayatında kazandığı bütün mallar gibi velâ hakkının da
varislerine intikal edeceğini söylemiştir.

£1151

Sahih olan rivayete göre Ahmed b. Hanbel (r.a.)'da cumhurun görüşündedir.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadise göre hiçbir varisi bulunmadan ölen azatlı bir
kölenin malına, onu azat eden efendisinin varis olabileceği gibi, efendisi bulunmadığı
takdirde, efendisinin oğlu ya da erkek kardeşi varis olabilir. Fakat oğlun oğlu ile erkek
kardeşin oğlu varis olamaz.

Cumhurun görüşüne göre, sadece efendisinin kendisi varis olabilir, onun yakın
asabeleri varis olamaz.

2. Azadlısı bulunan bir kadın öldüğü zaman erkek çocukları ve erkek kardeşleri varsa
onun malı erkek çocuklarına intikal ettiği gibi velâ hakkı da çocuklarına intikal eder.

3. Annesinden velâ hakkı kendisine intikal eden çocuk öldüğü zaman bu hak çocuğun
asabesine intikal eder, annesinin kardeşlerine intikal etmez.

M. Yetkili ilim adamı ve şer'î hâkim bir hüküm verdiği zaman bunu yazdırması ve

£1161

şahidle tevsik etmesi meşrudur.

13. Bir Müslüman Vasıtasıyla Müslüman Olan Kimsenin Durumu

2918... Hisam (b. Ammar) ile Yezid (b. Halid)'in haber verdikle-göre;(temim-ed-Dâri,
Fahr-i kainat efendimize);

"Ey Allah'ın Rasûlü, müslüman bir kimsenin telkiniyle onun huzurunda müslüman
olan bir kişi hakkında şer'î hüküm nedir?" diye sormuş.
(Peygamber efendimiz de):

"O (müslüman, müslümanlığına vesile olduğu kişiyi) sağlığında ve ölümünde

imi

insanların en yakın olanıdır." buyurmuştur.
Açıklama

Bu hadis-i şerîf "bir müslümanm kendisi vasıtasıyla müslüman olan kişinin en yakını
(velisi) olduğunu ifade etmektedir.

İshak b. Rahuye bu hadis-i şerife dayanarak, bir kimsenin müslüman olmasına sebep
olan bir müslümanm o kimsenin en yakın velisi olarak o kimsenin medeni



münasebetleri üzerine veliliğin verdiği tasarruf yetkisini kullanabileceğini söylemiştir.
Bu görüş İmam Ahmed (r.a.)'den de rivayet edilmiştir. Ulemanın ekserisine göre;
müslüman müslümanlığma vesile olduğu kimsenin velisi ya da mevlâsı değildir. İmam
Ebû Hanife ile imam Şafiî, İmam Mâlik ve Sevrî de bu görüştedirler. Velisi de
değildir. Mevlası da değildir, bu görüş İmam b. Ahmed'den de rivayet olunmuştur.
Ömer b. Abdulaziz ile Said b. el Museyyeb ve Amr b. el Leys (r.a)' ise mevzumuzu
teşkil eden bu hadise dayanarak sözü geçen müslümanm müslümanlığma vesile
olduğu bir kimsenin mevlası ve dolayısıyla varisi olduğunu söylemişlerdir.
İmam Şafiî ile onun görüşünü paylaşan fıkıh âlimlerinin bu mevzudaki delilleri, bir
kimsenin velâ hakkı ancak onu hürriyetine kavuşturana ait olduğunu ifade eden 29 1 5
numaralı hadistir. Konumuzla ilgili hadiste sözü geçen müslümanm müslüman ettiği
kimsenin mevlâsı olarak onun malına varis olması ile ilgili uygulamanın İs lamın ilk
yıllarına ait bir uygulama olup sonradan yürürlükten kaldırılmış olması ihtimal

0181

dahilindedir.

Bu hadisteki "o sağlığında ve ölümünde ona insanların en yakınıdır sözüyle "o
hayatında ona en yakın yardımcı ölümünde de cenaze namazını kıldırmaya en
salahiyetli kimsedir." denmek istenmiş de olabilir.

Görüldüğü gibi İmam Şafiî ile onun görüşünü paylaşan fıkıh âlimlerinin bu görüşleri
bir müslüman la onun müslümanlığma sebep olduğu kişinin arasında bir "muvalat
akdi: karşılıklı diyet ödeme varis olma ve yardımlaşma anlaşması" bulunmaması
haliyle ilgilidir. Fakat aralarında böyle bir anlaşmanın bulunması halinde bu iki kişinin
birbirlerine varis olmalarında bir sakınca yoktur. Hanefılere göre, aralarında muvalat
(hısımlık) anlaşması bulunan iki kişinin birbirlerinin mallarına varis olabilmeleri için
taraflarda şu şartların bulunması gerekir:

1. Hür olmak

2. Başkası tarafından azad edilmiş olmamak,

3. Karı veya koca dışında asabe veya farz (pay) sahiplerinden bir akrabası
bulunmamak,

4. Zevilerhamdan bir hısımı bulunmamak,

5. Akdi yapanların akıl ve baliğ olmaları.

Mevzumuzu teşkil eden hadisi musannif Ebû Dâvud iki ayrı şeyhten rivayet etmiştir.
Bunlardan Yezid b. Halid bu hadisi Temim-i Darı nasıl ve kimin vasıtasıyla aldığını
belirtmeden doğrudan doğruya temimi Dari'nin Hz. Peygamber'e yönelttiği soruyu ve
Resûl-i Ekrem'in verdiği cevabı nakletmekle yetinmiştir. Bu bakımdan Yezid'in bu
rivayeti mürseldir.

Diğer Şeyhi Hişâm ise bu hadisi Temim-i Dari'den Kabisa b. Züeyb aracılığıyla
aldığını belirtmiş ve hadisini 'an'ane yoluyla rivayet etmiştir. Bu bakımdan Hişam'm
rivayeti muttasıl ve*mu'anan bir rivayettir. Musannif Ebû Davud'un her iki şeyhinde
senetlerini de nakletmekten maksadı bu farka işaret etmektir. Bu hadisin rivayetinde
üç ihtilâf vardır:

1. Hadisin ravilerinden Abdullah b.Mevhib'in ismi bazı rivayetlerde Abdullah b. Vehb
olarak geçmektedir. İmam Tirmizi ile Hafız îbn Hacer'e göre doğru olan Abdullah b.
Mevhib'dir.

2. Herne kadar bu hadis-i şerifte Abdullah b. Mevhib ile Temim-i Dâri arasında
Kabisa b. Züeyb zikredilmişşe de Yahya b. Hamza gibi bazı kimseler bu, hadisi
Abdulaziz b. Ömer'den rivayet ederken senedine Kabisa'yı ilave etmişlerdir.



3. İbn Mâce'nin Sünen'i ile İmam Ahmed'in Müsned'inde bu hadisi Veki işittim
tabirini kullanarak rivayet etmiştir. Darimi'nin Sünen'i ile tmam Ahmed'in
Müsned'inde Ebû Naim'den gelen rivayette de bu tabir vardır. Ancak Tirmizî'nin
Sünen'inde bu tabir yoktur. Hafız ibn Hacer'in Tehzibü't-Tehzib isimli eserinde
açıkladığına göre, hadisin bu tabirle nakledilmesi hatalıdır. Çünkü Abdullah b.
Mevhib Temim-i Dâri ile hiç karşılaşmadığından hadisi ondan dinleyerek alması
mümkün değildir.

Her ne kadar bazıları bu hadisin sıhhatinde şüpheye düşmüşlerse de İbn Kayyim'in
açıkladığı gibi bu hadis çeşitli hadislerle te'yid edildiğinden derece itibariyle hasen'den
£1191

aşağı düşmez.

14. Vela Hakkının Satılması (Caiz Midir?)
2919... İbn Ömer (r.a.) demiştir ki:

UM

"Rasûlullah (s.a.) velâ (hakkı)mn satılmasını ve bağışlanmasını yasakladı"
Açıklama

Burada yasaklanan velâdan murat vela-i ıtakadır. Velâ-i ıtakanm sebebi azat etmek
değil, kölenin azad olmasıdır. Çünkü bir kimse yakın akrabasından bir köleye miras
yolu ile sahib olursa köle azad olur, velâ hakkı da sahibine verilir. Eğer velânm sebebi
azad etmek olsaydı sahibine verilmemesi icab ederdi. Çünkü sahibi onu azad
etmemişti. Azad olan köle ölürse onu azad eden kimse yahut vârisleri köleye mirasçı
olurlar. Arablar bu hakkı kimi satar, kimi birine hibe ederlerdi. Rasûlullah (s.a.) bunu
men' etti zira velâ hakkı neseb gibidir. Hibe edilemeyeceğini de müttefiktirler. Ancak
İbn Münzir burada ikinci bir kavil olduğunu söylemiştir. Mezkur kavle göre,
Meymûn'e binti Haris (r.a) âzâd ettiği kölelerinin velâ hakkını Hz. Abbas'a hibe etmiş,
Urvede Tahman'm velâsmı Musab b. Zü-beyr'in mirasçıları için satın almıştır.
Ata'nıirtia sahibi kölesine dilediği kimse, ile velâ akdi yapmak için izin verebilir."
dediği rivayet olunur. Bu da velânm hibe edilmesi demektir. Nevevî, "ihtimal bu zevat
bu hadisi duymamışlardır" diyor. Cumhur ulemaya göre velâ ne satılır ne de hibe
edilir. Çünkü Peyamber (s.a): - "Velâ neseb karabeti gibi bir karabettir" buyurmuştur.
Bunu Hz. İbn Ömer merfu olarak rivayet etmiştir. Hadis İbn Huzeyme, İbn Hibban ve
Hâ-kim'e güre sahihtir. Yalnız Beyhakî onun illetli olduğunu söylemiştir. Aynı hadisi
İbni Ömer (r.a.)'dan İbn Battal da merfu olarak başka bir tarikle rivayet etmiştir. Velâ
neseb gibi olduğuna göre, değiştirilmesine imkân yoktur. Çünkü nesebin
değiştirilemeyeceğine icma mün'akid olmuştur. Neseb değiştirmek mümkün olmadığı
içindir ki Teala Hazretleri evladlıklara miras vermeyi neshetmiş ve onları babalarının
adları ile çağırmayı emir buyurmuştur. Resûl-ü Ekrem (s.a.)'i de babasından başkasına

Emi

intisab edenlere lanet eylemiştir.

15. İşitilecek Derecede Ses Çıkarıp Sonra Ölen Yeni Doğmuş Bir Çocuğun
Mirastaki Durumu



2920... Ebû Hüreyre'den demiştir ki; Peygamber (s. a.) (şöyle) buyurmuştur:
"Yeni doğan bir çocuk (işitecek kadar yüksek) bir ses çıkaracak olursa vâris
£1221

kılınır."
Açıklama

İstihlâk Ağlamak ya da bağırmak suretiyle sesi yükseltmek demektir. Ancak burada
bu kelimeyle ne kastedildiği hususunda ulema farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Hattâbi'ye göre, "istihlâl; kelimesi burada ses çıkarmak, aksırmak, nefes almak
kımıldamak gibi" canlılığa delalet eden bir alamet anlamında kullanılmıştır. Yeni
dünyaya gelen bir çocuk ağlamak veya bağırıp çağırmak suretiyle bir ses çıkarırsa,
yahutta ses çıkarmayıp da aksırmak, tıksırmak, nefes almak, kımıldamak gibi bir
canlılık belirtisi gösterse, bu çocuk ana rahminde bulunduğu sırada Ölmüş olan bir
yakının malına varis olabildiği gibi, başkası da ona varis olabilir. Aksi takdirde kendisi
başkasına varis olamadığı gibi, başkası da ona varis olamaz. İmam Sevrî (r.a.) ile
tmam Evza'ijmam Şafiî, İmam Ebû Hanîfe ve taraftarları bu görüştedirler. İmam
Malike göre yeni doğan bir çocuk ses çıkarmadıkça aksırıp tıksırsa veya kımıldasa
bile canlı doğmuş sayılamaz.

Yine ulemadan bazılarına göre, buradaki istihlâl kelimesiyle kasdedilen yeni doğan bir
çocuğun ağlamak veya bağırıp çağırmak suretiyle sesini yükseltmesidir. Yeni doğan
bir çocuk sesini yükseltmeden ölecek olursa kendisi ana rahminde iken ölen bir
yakınma varis olamadığı gibi, başkası da ona varis olamaz. Çünkü çocuğun canlı
olarak doğmasının tek alameti doğduğu zaman ses çıkarmasıdır.
Muhammed b. Şirin ile Şa'bi, ez-Zührî ve Katâde bu görüştedirler. Bu görüşte olan
sözü geçen ulemadan Zührî aksırmanın da istihlâl gibi hayât alameti olduğunu
söylemiştir. Merhum Ömer Nasuhi Bilmen, Fıkıh ulemasının bu mevzudaki
görüşlerini naklederken şöyle diyor:

İmam Şafiî'ye ve İmam Malikten bir rivayete göre; sukut eden bir hami, harekette,
teneffusde bulunsa veya aksırsa hem vâris, hem de müverris olabilir. İmam Ahmed'e
göre, ise bunlar kâfi değildir. îstihlal ile ne vâris* ne de müverris olabilir. Bir kerre

" £123]

olsun süt emmesi lâzımdır.

16. Antlaşma Mirası Zevilerham (Denilen Hısımlara Tanınan) Miras (Hakkı) İle
Yürürlükten Kaldırılmıştır

2921... İbn Abbas'dan demiştir kir

£1241

"Yeminlerinizin bağladığı kimselere hisselerini verin.. (âyet-i kerimesi inince
müslümanlardan) birisi diğeri ile anlaşıyor ve aralarında bir kan bağı olmadığı halde
(anlaşma sebebiyle bu iki kişiden) biri ötekine varis oluyordu. Sonra Enfâl (âyeti)
bunu yürürlükten kaldır. Yüce Allah (Enfâl âyetinde şöyle) buyurdu: "Rahim sahihleri

£125]

(hısımlar) Allah'ın kitabına göre birbirlerine (varis olmağa) daha yakındırlar.



Açıklama



Burada söz konusu edilen anlaşmadan maksat 2918 numaralı hadisin şerhinde ayrıntılı
olarak açıkladığımız iki kişinin karşılıklı diyet ödeme, varis olma veya yardımlaşma
mevzuunda anlaşmalarından doğan ve Muvâlat akdi denilen hukukî münasebettir.
Sözü geçen hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi aralarında böyle bir anlaşma
bulunan kimselerden biri ölünce eğer yakını yoksa diğeri onun malına varis olabi-
liyordu.

Bu hadis-i şerifin zahirinden anlaşıldığına göre bu uygulama Enfâl suresinin
yetmjşbeşinci âyetiyle yürürlükten kaldırılmıştır.

Cumhur ulema bu hadis-i şerifin zahirine sarılarak muvâlat akdinin yürürlükten
kaldırıldığını ve hukukîliğini kaybettiğini söylemişlerdir.

Hanefilere göre muvalât akdi yapan mevlâ'l-muvalat dediğimiz kimselere pay
ayrıldığını ifade eden Nisa sûresinin 33. âyeti gereğince bu kimseler arasında cereyan
eden miras hükümleri Enfâl sûresinin yetmişbeşinci âyetiyle yürürlükten
kaldırılmamıştır. Çünkü Rahim akrabalarının birbirine varis olması daha uygundur.

E1261

mealindeki âyet sözü geçen Nisa süresindeki âyetin hükmünü neshetmez, ancak
tefsir eder. Çünkü o âyet Rahim sahihlerinin mirasta mevla'l muvalat'tan daha ileri
olduğunu bildirir. Bu tıpkı oğul bulunduğu zaman mirası kardeşten daha ileri olması
gibidir. Oğul kardeşi miras sahibi olmaktan, çıkarmaz. Ancak mirası kendisi alır. Ama
oğul bulunmasa miras kardeşe düşer. Rahim sahihleri de bulunursa miras onlara düşer,
ama rahim sahipleri bulunmadığı zaman mirası mevlâ'l-muvalat alır.
Mâlik, Sevrî, Evzâî ve Şafiî'ye göre asabe ve rahim sahihlerinden yakını olmayanın
mirası devlete aittir. Mevlâ'l muvalata düşmez. Malîkiler veŞafiîler Hanefılerin
içtihadına karşı şöyle diyor:

Bu âyette anlatılanın (mevlâ' muvalatm) vâris olacağına dair bir delil yoktur. Çünkü
böyle bir delalet üç şeye bağlıdır:

£1271

1. "Yeminlerinizin bağladığı kimselere hisselerini verin" cümlesiyle
mutlaka antlıların kasdedilmesi,

2. Bu cümlede geçen nasib kelimesiyle mirasın kastedilmiş olması,

[128]

3. Bu cümlenin muhkem olması

£1291

2922... İbn Abbâs'dan "Yeminlerinizin bağladığı kimselere hisselerini veriniz"
âyeti hakkında (şöyle) dediği (rivayet olunmuştur):

"Muhacirler Medine'ye geldikleri zaman Rasûlûllah (s.a.)'m ensarla muhacirler
arasında kurmuş olduğu kardeşlikten dolayı (muhacirler) ensara (bir ensarhmh)
akrabasından önce (mirasçı kılınırlardı). (Bu âyet bu tatbikatla ilgiliydi. Bir süre

UM

sonra) "Ana babanın ve akrabanın bıraktıklarından her birine varisler kıldık...
(mealindeki âyet-i kerime) inince bu âyet öbür âyeti neshetti. Binaenaleyh) "ye-

imi

minlerinizin bağladığı kimselere hisselerinizi veriniz" (âyet-i kerimesinde

yeminlerin bağladığı kimselere verilmesi emredilen hisseden maksat) yardım, nasihat
ve onlara yapılacak vasiyettir. (îşte bu şekilde muhacirlerin ensarm malı üzerindeki)



£1321

miras (hakları) yürürlükten kalktı.
Açıklama

Metinde geçen âyet-i kerimesindeki akd kelimesi bağlamak, güçlendirmek
sağlamlaştırmak anlamına gelir. Eleymân kelimesi ise "elyemin" kelimesinin
çoğuludur.El yemin "sağ el" anlamına geldiği gibi, kasem yani yemin anlamına da
gelir. Akd yaparken insanlar birbirlerinin sağ ellerini tutup tokalaştıklarmdan bunlara
"sağ ellerinizin bağladığı kimseler" denmiştir. Fakat burada "el eyman" kelimesinin

£1331

yemin anlamına gelmesi daha doğru ve uygundur. Her ne kadar Buharı ve İbn

£1341

Kesir' in rivayetlerinde metinde geçen "yeminlerinizin bağladığı..." âyetinin" Ana-

£1351

baba ve akrabasının..." âyetini neshettiği ifade ediliyorsa da mevzumuzu teşkil
eden hadis-i şerifte aksi ifade edilmektedir. Taberinin ifadesine göre doğrusu da
0361

budur. Burada yeminlerle akit yapanların kimler olduğu meselesi üzerinde birkaç
görüş vardır:

1. Bu cümle ile kasdedilen halifler, kendileriyle dostluk ve kardeşlik ahd edilmiş
bulunanlardır. Fıkıh ilminde mevlelmiivâlat diye anılan bu akdi bir önceki hadisin
şerhinde açıklamıştık.

2. Hz. Peygamberin Medine'de aralarında kardeşlik bağı kurduğu en-sar ile
muhacirlerdir. Bu bağ sebebiyle aralarında kardeşlik bağı bulunan ensar ile muhacirler
birbirlerine varis olabiliyorlardı. "Ana babanın ve akrabanın bıraktıklarından herbirini

£1371

varisler kıldık âyeti inince bu uygulama yürürlükten kaldırıldı. Kardeşler
arasında da sadece yardımlaşma nasihat ve vasi-yetleşmek kaldı.

3. Bu cümle ile kastedilen evlatlıklardır. Daha önce evlatlıklar kendilerini evlat
edinenlere varis olurdu, âyetiyle onlara mirastan pay verilmesi emredildi. Fakat daha
sonra inen âyetlerle miras sadece farz (pay) sahibleriyle asabe ve zevil erhama
bırakıldı. Evlatlıklara da sadece vasiyet yoluyla pay verildi.

4. Ebû Ali el-Cübbâî'ye göre cümlesi kendisinden bir önceki cümlede bulunan
kelimeleri üzerine atfedilmiştir. O zaman mana şöyle olur. Ana-babanm, akrabanın ve
yeminlerinizin bağladığı kimselerin geriye bıraktığı mallar için vârisler yarattık.
Mirası antlıya değil vâris olan mevlalara veriniz. Cübbâî'nin bu te'vili çok uzak bir
yorumdur.

5. Ebû Müslim eJ İsfahanî'ye göre ise bu cümle ile kast edilen aralarında nikâh bağı

Iİ381

bulunan karı kocadır. Her ne kadar İbn Abbâs (r.a.) söz konusu cümle ile Resül-ü
Ekrem'in Medine'de ensar ile muhacirler arasında kurduğu kardeşliğin kastedildiğini
söylemişse de ulema bu mevzuda ileri sürülen görüşler içerisinde en kuvvetli görüşün
birinci ve beşinci maddede açıkladığımız görüş olduğunu söylemişlerdir. Birinci
maddede zikredilen akdin hükmünü ise 2918 numaralı hadisin şerhi ile bir önceki

£1391

hadisin şerhinde açıkladık.



2923... Davûd b. el-Husayn'dan demiştir ki:

Ben Ümmü Sa'd bnt er-Rabi'a (kur'an) okuyordum. (Ümmü Sa'd) Ebû Bekir'in
himayesinde kalmış yetim bir kız idi. (ben kendisine) "yeminlerinizin bağladığı

UM

kimselere hisselerini verin... , (âyetini) okuyunca - (bu âyeti) (şeklinde) okuma
(da şeklinde oku). Çünkü bu âyet Ebû Bekir'le İslamı kabul etmeyen oğlu
Abdurrahman hakkında inmişti, (oğlunun müslü-manhğı reddettiğini gören) Hz. Ebû
Bekir de onu varis kılmayacağına yemin etmişti. (Abdurrahman) müslüman olunca
yüce Allah, onun hissesini vermesini Peygamberine emretti.

(Râvi) Abdülaziz (bu rivayete şunu da) ilave etti: (Abdurrahman) kılıçla İslama
zorlanmcaya kadar müslümanhğa girmedi.

Ebû Dâvud der ki (bu âyeti) i-üâ (şeklinde) okuyan bir kimse bu akdi (tek taraflı) bir
yemin kılmış olur. (şeklinde) okuyan da bu akdi karşılıklı yemin kılmış olur..' Doğrusu

£140

ise Talha'nm rivayeti (olan) (şeklindeki kıraat)tir.
Açıklama

Hz. Ebû Bekir'in oğlu Abdurrahman'm Islamı kılıç zoruyla kabul etmesinden maksat;
Islâmı kabul etmesi için ona kılıç çekilmiş olması demek değildir. Onun
müslümanlarm küffara karşı askeri üstünlüğü sağlayıp da üstüste zaferler kazanmaya
başladığını görünceye kadar İslamı kabule yanaşmayıp ancak bu üstünlüğü gördükten
sonra müslü-man olmasıdır.

Her ne kadar musannif Ebû Dâvud burada Hz. ümmü Sa'd'ı er-Rabi'in kızı olarak
göstermişse de, aslında Hz. Ümmü Sa'd, onun kızı değil, torunudur. Tehzibii't-
Tehzib'de Hafız İbn Hacer onun künyesinin Ümmü Sa'd bint Sad b. er-Rabi' b. Any b.
Ebî Züheyr olduğunu isminin de Cemile olduğunu ve kendisinin de sahâbiye olduğunu
kaydediyor.

Anlaşılan Ümmü Sa'd sözü geçen Nisa sûresinin şeklinde okuduğunu hiç duymamış
olduğu için âyetin bu şekilde okunmasına itiraz etmiş ve şeklinde okunmasını
istemiştir. Nitekim Hz. Aişe'de "Fakat ne zaman ki Peygamberler umutlarını kestiler
ve kendilerinin yala-na çıkarıldıklarını (kafirlere karşı kendilerine yapılacağı

Lİ421

va'dedilen yardımın yapılmayacağını) sandılar.." mealindeki âyette geçen

kelimesinin sülasi babdah okunduğunu hiç duymamış olduğu için bu şekilde
okunduğunu görünce buna itiraz etmiş ve bu fiilin tef il babından okunması gerektiğini
iddia etmişti.

Bu hadis-i şerif İslâm'ın ilk yıllarında yapılan yeminlerin miraslar hakkında da geçerli
olduğu yapılan bir yeminle aslında mirasçı durumunda olan birinin mirastan
düşürülebildiği gibi mirasçı olmayan birinin de mirasçı kılındığına dair yapılmış olan
bir yeminle yemin sahibinin malına mirasçı kılındığını ifade etmektedir. Yine bu
hadis-i şeriften anlaşıldığına göre; Hz. Ebû Bekir bu uygulamadan yararlanarak
müslümanlığı kabul etmeyen oğlu Ab-durrahman'ı mirastan mahrum edeceğine dair
yemin etmiş. Nihayet Hz. Ab-durrahman Mekke'nin fethine tekaddüm eden günlerde
müslüman olmuş da bunun üzerine Cenab-ı Hak Hz. Ebû Bekir'in Abdurrahman'a



£143]

hissesini vermesi için "... yeminlerinizin Çağladığı kimselere hisselerini verin.."
âyetini indirmiştir.

Metinde geçen âyet hakkında yapılan muteber açıklamaları bir önceki hadisin şerhinde
nakletmiştik. Buradaki açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçen muteber bir
açıklama değildi A

Hafız İbn Kesir bu hadisteki açıklama hakkında şöyle diyor: "Bu garib bir sözdür.
Sahih olan birinci olarak serdettiğimiz görüştür. (Yani sahih olan görüş yeminlerinizin
bağladığı kimseler sözüyle mevlel muvalat kastedildiğini ileri süren görüştür.) Bu
birinci görüşe göre İslâmm başlangıcında iki kişi yeminleşerek biribirlerinin malına
varis olabiliyorlardı. Daha sonra bu uygulama kaldırıldı. Fakat daha önce yapılmış
olan yeminlerin hükmü geçerli sayıldı. Zira müslümanlar yapmış oldukları ahid ve

yeminlerine sadık kalmakla emrolunmuşlardı.

£145]

Hafız Münzirî ise bu hadis hakkında sükût etmektedir.

2924... İbn Abbâs (r.a.)'den demiştir ki:

[1461

"Onlar ki inandılar ve hicret ettiler... (âyet-i kerimesi inince (Hicret etmemiş olan
müslüman) bir arab (yakınlarından olan) bir muhacire mirasçı olamadığı gibi bir
muhacirde ona mirasçı olamazdı. "... Rahim sahihleri (akraba olanlar) biribirlerine

ri471 [148]
(mirasçı olmağa) daha uygundurlar..." (âyet-i kerimesi) bu âyeti neshetti.

Açıklama

Metinde geçen Enfâl sûresinin yetmiş ikinci âyet-i kerimesi nazil olunca muhacirler ve
ensar akraba olmadıkları halde biribirlerine varis kılınmışlardır. Nihayet bu uygulama
Enfal sûresinin yetmiş beşinci âyet-i kerimesi ininceye kadar devam etmiş, bu âyetin
nü-zuluyla bu uygulama yürürlükten kaldırılmış ve miras âyetlerinde belirlendiği
şekilde ancak yakın akrabalar birbirine mirasçı kılınmışlardır. Bunun üzerine sahabe-i
kiramdan biri "Ey Allah'ın Resulü bu âyet-i kerimeye göre, biz müşrik akrabalarımıza
mirasçı oluyor muyuz?" diye sormuş bu soru üzerine de; "İnkar edenler birbirlerinin

ri491 [150]
velisidirler. âyet-i kerimesi nazil olmuştur. bu hadisin senedinde çeşitli

[151]

tenkidlere uğramış olan Ali b. Huseyn vardır.

17. (Islâmiyette Kötülük Üzerinde Yardımlaşma Üzerine Yapılan Bir
Antlaşmanın Hükmü)

2925... Cübeyr b. Mütim'den demiştir ki: Rasûlullah (s. a.) (şöyle) buyurdu:
İslâmiyette (kötülükte yardımlaşmak üzere) antlaşma yoktur. Cahiliye döneminde
(hayırlı işlerde yardımlaşmak üzere yapılmış olan) antlaşmaları ise İslamiyet sadece
11521

kuvvetlendirir.."



2926... Asım el-Ahvel'den demiştir ki:

Ben Enes b. Malik'i Rasûlullah (s. a.) bizim evlerimizde muhacirlerle ensar arasında
(kardeşlik) antlaşması yaptı" derken işittim. (Enes bunu söyleyince) kendisine:
Rasûlullah (s. a.) "İslamda antlaşma yoktur" buyurmamış mıyiı?- denildi (Oda) iki
yahut da üç defa "Rasûlullah (s. a.) bizim evlerimiz de muhacirlerle ensar arasında

£153]

(kardeşlik) antlaşma(sı),yaptı." cevabını verdi.
Açıklama

Hılf: Ikı kısmın birbirlerine yardımda bulunacaklarına ve birbirlerini takviye
edeceklerine dair ittifak etmeleridir. Cahıliyyet devrinde arab kabileleri başkalarıyla
çarpışmak ve onlara baskı yapmak için birbirleriyle muahede yaparlardı. Bu türlü
ittifak Rasûlullah (s.a.)'in:

"İslâm'da ahidlesme yoktur" hadisiyle yasak edilmiştir. Fakat yine ca-hiliyet devrinde
mazluma yardım ve sılairahim gibi şeyler için de ittifak yapılırdı. Bu hayır ve hakka
yardım için yapıldığından îslamiyette de meşru plarak kalmıştır. Rasûlullah (s.a):
"Cahiliyyet devrinde olan herhangi bir ahidleşmeyi İslâm ancak şiddet (kuvvet)
yönünden artırmıştır.'* buyurarak bu nevi ittifakın neshedilme-diğini anlatmak
istemiştir.

Taberi: "Bugün ittifak ve sözleşme caiz değildir. Çünkü hadisdeki kardeşlik ve bu
kardeşlikle birbirlerine mirasçı olmak gibi şeylerin hepsi "rahim akrabaları, birbirine
Lİ541

daha yakındır âyetiyle neshedilmiştir demiştir. Neyevî de şunları söylemiştir:
"Mirasa taallûk eden şeylerde cahiliyyet ittifakına muhalefet göstermek Cumhuru
ulemaya göre müstehabtır. Fakat İslam'da kardeşlik ve Allah'a taat hususunda ittifak
dinde yardım almak, hakkı ikame için dayanışmak bakidir. Neshedilmemiştir..."
Hasılı birbirine zıt gibi görünen bu rivayetlerden anlaşılan budur. Yani İslam'da
ahidleşme yoktur hadisinden murad şer'en yasak olan miras ittifakı gibi şeylerdir.
Cahiliyyet devrinden beri yapılagelen herhangi bir ittifakı İslam'ın ancak
kuvvetlendireceğini bildiren hadis ise meşru olan kardeşlik ve din hususunda

Iİ551

yardımlaşma ittifakıdır.

18. Kadın Eşinin Diyetine Varis Olur

2927... Said (b. Müseyyeb (r.a.))'den demiştir ki: Ömer b. Hattab "diyet akilenindir,
kadın kocasının diyetine varis olamaz" derdi. Nihayet kendisine ed-Dahhak b. Sufyân:
"Eşyem ed-Dibâbî'nin hanımına kocasının diyetinden miras payı vermem için
Rasûlullah (s.a.) bana mektup yazmıştı." dedi de. Hz. Ömer bu görüşünden döndü.
Ahmed b. Salih dediki bize bu hadisi Abdurrezzâk Ma'mer'den, O da Zührî'den, O da
Said'den rivayet etti ve bu rivayetinde şöyle dedi: (Hz. Peygamber Dahhak b. Süfyan'ı

£156]

Arablara zekat tahsildarı olarak görevlendirmişti.



Açıklama



Diyet; Can karşılığında yahut da bir organı zarara uğratma karşılığında verilen
tazminattır.

Akile: diyeti ödeyen, asabe, aşiret, ehl-i divan ve sairedir. Bunlar kendi efradından
birinin şüphe ile veya hata ile yaptığı cinayetin diyetini veya gur-re denilen karşılığını
ödemekle mükelleftirler.

Diyeti ödeyenlerden herbirine akil denir. Hepsine birden akile denir ki cemaat-i akile
Lİ571

manasmdadır.

Yapılan bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere diyetin ödenmesinde sorumluluk sadece
cinayeti işleyene değil, aynı zamanda onun yakınlarına da aittir. Yakınlarından
kadınlar, çocuklar, akıl hastaları, farklı şehirde oturanlar diyet sorumluluğuna
katılmazlar.

Diyeti öncelikle cinayeti işleyen öder. Eğer buna gücü yetmezse yakınları buna ortak
olur veya tamamen öderler. Diyet ödemekle yükümlü olanlardan herbiri kendine
düşeni üç yılda üç taksitte öder.
Akılenİn Dereceleri:

1. Katilin kayıtlı olduğu meslek teşekkülü,

2. Katilin asabesi yakın akrabaları,

Lİ581

3. Hazine yani devlet maliyesi

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte Hz. Ömer'in önceleri bu kimsenin diyetini
ancak akılesinin alabileceğini karısı da bundan bir pay alamayacağı görüşünde iken,
sonradan Dahhak b. Süfyan'm "Rasûlullah (s. a.) öldürülen bir kimsenin diyetinin
hanımına kalacağına dair bana mektub yazmıştı" demesi üzerine bu görüşünden
döndüğü ifade edilmektedir.

Hadis sarihlerinin açıklamasına göre; Hz. Ömer bir kadının öldürülen kocasının
diyetini alamayacağı hükmüne varırken "miras bir kimsenin hayatında kazanıp da
ölürken bırakıp gittiği malıdır. Bir kimsenin diyeti ise hayatında kazandığı bir mal gibi
olmadığına göre, diyet miras olamaz ve do-layısıyle bir kimsenin hanımı diyetinden
bir pay alamaz" şeklinde bir kıyas yapmış fakat bu görüşünün doğru olmadığını ifade
eden bir hadise rastlayınca kendi içtihadını bırakıp hadisin hükmüne dönmüştür.
Metinden anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber Dahhâk b. Süfyan'a yazdığı mektubta ona
yanlışlıkla öldürülen Eşyem ed-Dibabî'nin diyetinden karısına da miras hükümlerine
göre bir pay vermesini emretmiştir.

öldürülen bir kimsenin diyetinden hanımının da miras hükümlerine göre bir pay
alabileceği hususunda Hz. Peygamberin mektub yazdığı Hz. Dahhak yüz atlıya bedel
tanınmış sahabilerden biridir. Hz. Peygamberdin başında kılıçla nöbet tutardı, zekât
memurluğu da yapan bu büyük sahabiyi fahri kainat Efendimiz bir ara kendi
kavminden müslümanlar üzerine vali tayin etmişti.

Diyetinden karısına da bir pay verilmesi için hakkında Hz. Peygamberin özel mektub
yazdığı. Eşyem de meşhur bir sahabidir. Kûfe'de bulunan "Dibab" isimli bir kaleye
nisbet edildiği için "Dibâbî" diye tanınmıştır.

Şerhü's-Siinne isimli eserde deniliyor ki, "bu hadis diyetin önce maktulun hakkı olup
sonra Onun ölümü sebebiyle aynen diğer malları gibi varislerine intikal ettiğine
delildir. İlim ehlinin ekserisinin görüşü de budur. Ancak Hz. Ali bu mevzudaki
içtihadına dayanarak maktulun diyetinden ana bir kardeşleri ile eşine bir pay



vermemiştir.

Bu mevzuda Hattâbî de şöyle diyor: "Bu hadis diyetin de aynen diğer mallar gibi
Ölünün mirasçıları arasında taksim edileceğine ve dolayısıyla maktulun katilden
diyetin ancak üçtebirinin affedilmesini vasiyet edebileceğine, katile vasiyyet caiz
olmadığından bu affın da amden (kasıtlı olarak) kati için değil, hataen ve şibh-i amd

[159]

gibi katiler için geçerli olacağına delalet etmektedir."



m

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/101-105.

m

Ahmed Debbağoğlu, Ansiklopedik Büyük İslâm İlmihali, 398-402.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/105-106.
£3]

İbn Mâce, mukaddime 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/107.
£11

Nisa, (4) 11.

[5]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/107-108.

m

Nisa, (4) 176.

m

Buhârî, feraiz 13; Müslim feraiz 6-7; Tirmizî, feraiz 7; İbn Mâce feraiz. 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/108-109.

181

Nisa, (4) 176.

121

Nisa, (4) 11.
£101

İbn Cerir, Tefsirii't Taberi, IV-276.

üil

Tirmizî, feraiz 6.

£121

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/109-1 10.

ÜH

Nisa, (4) 176.

£141

Ahmed b. Hanbel HI-372, IV-323.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/110-111.

£151

Nisa, (4) 176.

£161

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/1 1 1-1 12.

£121

Nisa, (4) 176.

£181

Buhârî, feraiz 14; Müslim, feraiz 10-13.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/1 12.
£191

Nisa, (4) 12.

£201

Nisa, (4) 176.

£211

Buhari, Tefsirü'l Kur'an 3/53.

£221

Bakara, (2) 278.

[23J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/1 12-113.

£241

Müslim, ferâiz 9; Timıizî, tefsir 4/5; İbn Mâce, ferâiz 5; Muvatta, ferâiz 7; Ahmed b. Hanbel IV-293.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/113.
£251

Nisa, (4) 83.

£261

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/1 13-1 14.

£271

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/1 14.



[281

Buhâri, feraiz 8; Tirmizî feraiz 4; İbn Mâce feraiz 2; Ahmed b. Hanbel 1-389, 464.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/115.

Nisa, (4) 176.

[301

Şevkanî, Neylü'l Evtfir, Kitabü'I ferâiz VI-67.

[3J1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/116-117.

[321

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/1 17.

[331

Nisa, (4) 11.

[341

Tirmizî, feraiz 3; ibn Mâce feraiz 2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/117-118.
[351

Nisa, (4)11.

[361

Nisa, (4) 12.

[371

Süleyman Ateş, Kur'ân-ı Kerim'in yüce meali ve Çağdaş tefsiri 1-494.

[381

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/1 18-120.

[391

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/120.

[401

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/120-121.

[411

Buhâri, feraiz 6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/121.
[421

Ali Himmet Berki, İslâm Hukukunda Feraiz ve İntikal 38.

[431

a.g.e. 43.

[441

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/121.

[451

Tirmizî, feraiz 10-1 1; ibn Mâce, feraiz4; Darimî, feraiz 19-23; Muvatta, feraiz4-6; Ahmed b. Hanbel V-327.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/122-123.
[461

Ali Himmet Berki, İslam Hukukunda Feraiz ve İntikal, 50.

[471

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/123.

[481

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/124.

[491

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/124.

[501

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/124-125.

[lil

Tirmizî, feraiz 9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/125.
[521

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/126.

[İH

ibn Mâce, feraiz 3; Ahmed b. Hanbel V-27.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/126-127.
[541

Buhâri, ahkam 8; Müslim, iman 227, 229, İmare 21.

[551

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/127.

[561

Buhâri, feraiz 5, 7, 9, 15; Müslim feraiz 2, 3; Tirmizî, feraiz, 8; İbn Mâce feraiz 10; Ahmed b. Hanbel 1-325.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/127-128.
[571

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/128-129.

[581

Buhâri, kefale 5, istikraz II, nefakat 15, feraiz 4, 25; Müslim, ferâiz 14,"17; Ebû Dâvûd imare 15, buyu 9; Tİrmizî, cenaiz 69, feraiz 1; İbn Mâce,
feraiz 9, sadakat 13; Nesaî cenaiz 67; Ahmed b. Hanbel 1 1-290, 353, 356, III-296, 371, IV-131.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/129-130.
[591

İbn Mâce, feraiz 9; el-Benna Fethürrabbani XV-200.



[Mİ

Buhârî, havalat 3, kefale 3, Ahmed b. Hanbel 1 1-290, 380.

[61]

M. Hayri Kırbaşoğlu, Te'vilü'l Muhtelifı'l Hadis (Hadis Müdafaası) 250.

[62J

Ahmed Debbağoğlu, Ansiklopedik Büyük tslam İlmihali, 708.

[631

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/130-131.

[641

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/132.

[65J

Enfâl(8) 75.

[661

Hayreddin Karaman, Mukayeseli tslam Hukuku, 417-418.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/132-133.
[671

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/134.

[681

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/134.

[691

Tirmizî, feraiz 13; İbn Mâce feraiz 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/134-135.
[701

İbn Abidin, Mecmu atıf Resâil-i İbn Abidin 1 1-200.

LZU

Aliyyü'l-Kari Mirkatü'l Mefatih III-392.

[721

Şevkânî, Neylii'l-Evtar VI-75, Kitâbü'l feraiz bab macâe fı zevil erham vel mevlâ min esfel.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/135-136.
[731

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/136-137.

[741

Aliyyu'l Kari, Mirkatü'l-Mefâtih, III-392.

[751

Şevkânî, Neylü'l-Evtar, VI-74.

[76J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/137-138.

[771

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/138.

[781

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/138-139.

[791

Tirmizî feraiz 14, tbn Mâce feraiz 11.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/139.
[M

Aliyyü'l-Kari Mirkatül Mefalih III-396.

[811

el-Mubarek Furî, Tuhfetü'l-Ahvezi VI-286.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/139-140.
[821

Tirmizî, feraiz 23; İbn Mâce feraiz 12; Ahmed b. Hanbel III-490, IV-107.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/140.
[83J

Aliyyü'l Kari, Mirkatii'l-Mefatih IH-391.

[841

Avnü'l Ma'bûd VIII- 115-118.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/140-142.
[85J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/142.

[861

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/142.

[871

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/142-143.

[88J

Buhârî, Hac 44, megazi 48, feraiz 26; Müslim feraiz 1; Tirmizî ferâiz 15; İbn Mâce, feraiz 6; Darimi, feraiz 29; Muvatta, feraiz 10; Ahmed b.
Hanbel 11-200, 208.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/143.
[891

Şayuti, el-Câmjüssagîr, 1-126.

[901

Suyutî el-Camiüssagîr, 1-126.

[911

A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim V1II-124.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/143-144.



im

Buhârî, hac 45, cihad 180, tevhid 31, menakıb 39, meğazi 48; Müslim, hac 439; İbn Mâce, menasik 29; Ahmed b. Hanbel 1 1-128.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/144-145.
[93J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/145-146.

[941

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/146.

[951

Tirmizî, feraiz 16; Ibn Mâce, feraiz 6; Darimî, feraiz 39; Ahmed b. Hanbel 11-195.

[961

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/146.

[971

Enfâl 8/73.

[9Ş1

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/146-147.

[991

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/147.

rıooı

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/148.

non

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/148.

[102]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/148-149.

[1031

İbn Mâce, erruhun 21; feraiz, 16.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/149.
[104]

Bakara, (2) 278.

[105J

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/149-150.

[1061

Buhârî, salat 70, şürût 3, 10, 13, 17, et'ime 31, ferâiz, 19-20, 22, 23, talak 14, keffârat 8, nikah 18, zekat 61, mekâtib 5, büyü' 67, 73; Müslim, İtk,
5-6, 10, 12, 14-15; Ebû Dâvud feraiz 12, ıtak 2; Tirmizî, feraiz 20, vesaya 7, velâ 1; Nesâî, zekat 99, talak 29-31, buyu' 75-76, 78; İbn Mâce, talak 29,
Dârimî, talak 15, feraiz 51, 53; Muvatta, talak 25, İtk 17-19; Ahmed b. Hanbel I-28I, 361, 11-28, 100, 113, 144, 153, 156, IV-33, 42, 46, 82, 103, 121,
135, 161, 172, 175, 178, 180, 186, 190,213,272.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/151.
[1071

Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku 368.

[108]

İbn Mâce, itk 3.

ri091

Kehf(18), 29.

[1101

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/151-152.

rını

Buhârî, feraiz 23; Müslim itk 10; Nesaî, talak 3 1 ; Tirmizî, feraiz 33; Ahmed b. Hanbel 11-30, Vl-115, 186, 190.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/153.

rı i2i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/153.

n i3i

İbn Mâce, feraiz 7; Ahmed b. Hanbel, 1-27.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/153-154.

n i4i

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/154-155.

[115]

İbn Kudame, el-Muğnî, VI-352-353.

11161

Haydar Hatiboğlu, Sünen-i İbn Mâce VII-435.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/155-156.

rı i7i

Buharı, ferâiz 22; Tilmizi, ferâiz 20; İbn Mâce, ferâiz 18; Darimî, ferâiz 34; Ahmed b. Hanbel IV-102-103.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/156-157.

n ısı

Bk. 2915 Nolu Hadis

rı i9i

İbn Kayyım, Avnül Mabud, VIII- 132.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/157-158.
[120]

Buhârî itk 10, ferâiz 2t, Müslim itk 16; Tirmizî, büyü' 20, el-Vela ve'l hibbe 2; Nesaî büyü' 86; İbn Mâce ferâiz 15; Darimî, siyer 32; Muvatta',
masurul vela 17; Ahmed b. Hanbel II-9, 79, 108.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/159.
[1211

Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi VII-575-576.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/159-160.



[122]

Tirmizî, cenaiz 43; İbn Mâce, cenaiz 26, ferâiz 17; Darimî, ferâiz, 47.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/160.
ri231

ÖmerNasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu V-359.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/160-161.
ri241

Nisâ (4) 33.

[125]

Enfal (8), 75.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/161-162.
[126]

Enfâl; (8), 75.

£1271

Nisa, (4), 33.

ÜM

S. Ateş Kur'ân-ı Kerîm'in Yüce meali ve Çağdaş tefsiri. 1-550.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/162.

£1291

Nisa (4), 33.
Nisa (4), 33.

ri3iı

Nisa (4), 33.

£132]

Buharı, Ketale 4, 7, tefsiri sûre IV-18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/163.
£133]

S. Ateş Kur'ân-ı Kerîm'in yüce meali ve çağdaş tefsiri, 1-548.

£134]

Nisa (4), 33.

£135]

Nisa (4), 33.

£1361

Halife, Cami'ün-nukul fı esbabii'n-Nuzul 1-465.

£137]

Nisa (4), 33.

£138]

Halife, Cami'ün-nukul fı esbabü'n-nuzul V-548, 549.

£139]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/163-164.

£1401

Nisa (4), 33.

£1411

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/165.

£142]

Yûsuf (12), 110.

£143]

Nisâ (4), 33.

£1441

Tefsir-i İbn Kesir 1-491.

£145]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/166-167.

£1461

Enfâl (8), 72.

£147]

Enfâl (8), 75.

£148]

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/167.

£149]

Enfâl (8), 73.

£150]

Şevkani, Fethü'l-Kadir, 1 1 1-330.

rışn

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/167.

£1521

Buhârî, kefale 2, edeb 67; Müslim, fedailüssahabc 204, 206; Tirmizî siyer 69; Darimî, siyer 80; Ahmed b. Hanbel 1-190, 317, 329,11-180, 205,
207, 213, 215, III-162, 281, IV-V-61.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/168.
£153]

Buharî, i'tİsam 16, kefale 2, edeb 67; Müslim, fedailüssahabe 204; Ahmed b. Hanbel III-lll, 145, 281.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/168-169.
£154]

el-Enfâl (8), 75.



[155]

Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim X, 448-449.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/169.
[156]

Ibn Mâce, diyet 12; Tirmizî, diyet 18, feraiz 18; Muvatta, ukul 9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/170.
[1571

ÖmerNasuhi Bilmen Istilahat-ı Fıkhiyye Kamusu III-7.

ri581

A. Debbağoğlu Ansiklopedik Büyük İslam İlmihali 38.

11591

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1 1/170-172.



2. NAMAZ BÖLÜMÜ
Namazın Fazileti

Namazı Terk Edene Verilecek Ceza
Namazın Meşru' Kılmışmdaki Hikmet

1. (Farz Olan Namaz)

2. Namaz Vakitleri

3. Resûlüllah'ın (S.A.) Namaz Kıldığı Vakit Ve Namazı Kılış Şekli

4. Öğle Namazının Vakti
5. 1 kindi Namazının Vakti

6. Akşam Namazının Vakti

7. Yatsı Namazının Vakti

8. Sabah Namazının Vakti

9. Namaz Vakitlerini Muhafaza

10. İmâm, Namazı Vaktinden Sonraya Bırakırsa (Cemaat Ne Yapmalıdır?)

11. Namaz Vaktinde Uyuyan Veya Namazı Unutan Kimse
Kaza' Namazı için ezan ve kamet

_Iskat-ı Salât

12. Mescid İnşası

Kabristanda Namaz ve Kabristanın Mescide Çevrilmesi
Hz. Peygamber'in Şiir Söylemesi

13. Mahallelerde Mescid Edinmek

14. Mescidlerde Kandil Yakmak

15. Mescide Çakıl Koymak Ve Mescidden Çakıl Çıkarmak

16. Mescidleri Süpürmek

17. Mescidlerde Kadınların Erkeklerden Ayrı Bulunmaları

18. Mescide Girerken Okunacak Duâ Ve Zikirler

19. Mescide Girince Kılınacak Namaz (Tahiyyetü'l - Mescid)

20. Mescidde Oturup Beklemenin Fazileti

21. Mescidde Yitik İlânının Keraheti

22. Mescide Tükürmenin Keraheti
Mescidlerde Tükürmenin Hükmü

23. Müşrikin Mescide Girmesi (Mümkün Mü)?

24. Namaz Kılınması Caiz Olmayan Yerler

25. Deve Yataklarında Namaz Kılmak Nehyedilmiştir

26. Çocuğa Namaz Kılma Emri Ne Zaman Verilir?

27. Ezanın Meşru' Kılınışı

28. Namazın Geçirdiği Değişiklikler
_Namazm Geçirdiği Değişiklikler:
_Oruç İle İlgili Hükümlerdeki Değişmeler

29. İkâmet İle İlgili Hadisler

30. Bir Kişinin Ezan Okuyup Başkasının Kamet Getirmesi

31. Ezanı Yüksek Sesle Okumak

32. Namaz Vakitlerine Dikkat Göstermek Müezzine Düşen Bir Vecîbedir
_Ezanla İlgili Bazı Mühim Meseleler

33. Ezanı Minarede Okumak

34. Müezzinin Ezan Okurken Yüzünü Çevirmesi

35. Ezanla İkâmet Arasındaki Duâ

36. Müezzini Duyan Kişinin Söyleyecekleri
_İkâmeti İşitenin Ne Söyleyeceği?

37. Ezan Bitince Yapılacak Duâ



38. Akşam Ezanı Esnasında Okunacak Duâ

39. Ücretle Müezzinlik Yapmak

40. Vakit Girmeden Ezan Okumak



2. NAMAZ BÖLÜMÜ



Bu bölüm namazın ahkâmı ve ona müteallik meseleleri içine almaktadır.
"Salâf'm manâ ve tarifi:

Istılah olarak "namaz" diye tabir ettiğimiz "salat" kelimesi lûgatta en meşhur şekliyle

[II

duâ mânâsmdadır. Kur'ân-ı Kerim'deki "onlar için dua et" âyetinde .bu manada
kullanılmıştır.

Bu kelime ıstılah olarak, duayı da içine aldığı için bilinen hareketlerle yapılan ibâdete
isim olmuştur.

Salât kelimesinin namaz için kullanılması bu malum hareketler hakkındaki şer'î bir
hakikat, duâ manasında da mecazî lügavî olmak üzere nakil midir, (çünkü lügatte
nakil, ahkâmda nesh gibidir) yoksa isim olduğu namaz hakkında râcih mecaz,
kendisinden nakledildiği duâ hakkında mercûh hakikat mıdır? Usûlcüler arasında
ihtilaflıdır.

Bu kelimenin lügatte, duâ, ta'zim, rahmet ve bereket manalarına müşterek bir lâfız
olduğu da söylenilmektedir. Şeriatteki tarifi de şudur: "Tekbirle başlayan, selamla
biten belli sözler ve hareketlerdir."

Salât masdar yerine vaz edilmiş bir isimdir. "Namaz kıldım" manasına denmez denilir.
İştikak : Bu kelimenin iştikak (türetilmiş şekli) de ihtilaflıdır. Bir kısım âlimler,
kuyruk sokumunun yanındaki kemikler manasına olan kelimesinden müştak olduğunu,
bazı âlimler: Kulu, Rabbi'nin rahmetine yaklaştırdığı için sıla kökünden türediğini,
bazıları da insanı kötülüklerden nehyedip doğru yola yönelttiği için "değneği ateşle

[21

düzelttim" manasmdaki aslından alınmış olduğunu söylerler.
Namazın Fazileti

Namaz; Kitab, Sünnet ve İcma-i ümmet ile sabittir. Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de
[3]

"namazı kılınız"

141

"Namaz mü'minlerin üzerine vakitleri belli bir farz olmuştur" buyurur.

Namazın farz oluşuna delâlet eden bir çok hadisten biri Kütüb-ü Sitte' nin tamamında

yer alan ve İbn Abbâs'tan rivayet edilen şu hadistir:

"Resûlullâh (sallellahu aleyhi vesellem) Mûaz'ı Yemen'e gönderirken şöyle buyurdu:
Sen Ehl-i Kitap olan bir kavme varacaksın. Onları Allah'tan başka ilah olmadığına ve
benim Allah'ın Resulü olduğumu tasdike davet et. Eğer bunda sana itaat ederlerse,

15]

Allah'ın onlara her gün beş vakit namazı farz kıldığını bildir..."



Namazın farz olduğunda icmâ vardır. İnkâr eden kâfir olur.
Namazı Terk Edene Verilecek Ceza



Farz olduğunu inkâr etmemekle beraber tenbellikle namazı kılmayana uygulanacak
dünyevî cezanın ne olacağı mezhepler arasında ihtilaflıdır.

Hanefilere göre, namazı kılmayan fâsıktır. Namazı kılmcaya veya ölünceye kadar
hapsedilir ve dövülür.

Mâlikîlere göre, vaktin sonuna kadar beklenir, bu müddet zarfında kılarsa serbest
bırakılır, kılmazsa ceza olarak (kâfir sayarak değil) öldürülür.

Şâfıîlere göre, vaktin sonuna kadar beklenir sonra tevbeye davet edilir. Tevbe edip
namazını kılarsa, serbest bırakılır. Aksi halde ceza olarak öldürülür. Öğleyi ve ikindiyi
terkten dolayı güneş batmcaya kadar, akşam ve yatsıyı terkten fecir, sabahı terkten
dolayı da güneş doğuncaya kadar ceza tatbik edilmez. Ancak, kendisinden namazı
vaktinde edâ etmesini istemek şarttır.

Hanbelîlere göre, namazı tenbellik göstererek terkeden kimseyi devlet başkanı veya
naibi namazı kılmaya davet eder. Eğer, sonraki namazın vakti daralmcaya kadar
kılmazsa katli vaciptir. Fakat üç gün kendisi tevbeye dâvet edilmedikçe ceza infaz
edilmez.

Mezheplerin herbirinin görüşlerini dayandırdıkları aklî ve naklî deliller vardır. Ancak
sözü uzatmamak için onları buraya nakletmeye lüzum görmedik.
Namaz, hicretten bir buçuk sene evvel Mi'râç gecesinde farz kılınmıştır. Önce elli
vakit olarak emredilmişken, Resulullah (s.a.)'m Cenab-ı Allah'a yaptığı müteaddit
müracaatları sonucu beş vakte indirilmiş ve sonunda Cenab-ı Hak, "Ya Muhammed,
bil ki benim katımda söz değiştirilmez. Bu beş vakit namaza mukabil sana elli vakit

m ısı

sevabı vardır" buyurmuştur.
Namazın Meşru' Kılınışındaki Hikmet

Namazın meşru' kılmışının hikmeti, nimete şükür ve günahlara kefarettir. Ebû
Hureyre'den rivayet edilen bir hadiste Resulullah (s. a.) şöyle buyurur: "(Söyleyin
bakayım) sizden birinizin kapısının önünde bir nehir olsa ve onda her gün beş defa
yıkansa, ne dersiniz? Kirden bir şey kalır (mı) onda?" Ashab, "hayır onda hiç bir kir
kalmaz" dediler. Bunun üzerine Resulullah (s. a.) "İşte bu beş vakit namazın

benzeridir. Allah onunla hataları mahveder" buyurdu.

Namazı edanın semeresi, dünyada emrin ifâsı, âhirette sevaba nail olmak ve Cenab-ı
Allah'ın emrine muhalefetten uzak kalmaktır.

Namaz her hayrın başı (aslı) olduğu için, Sâri onun fazlını beyâna, vakit, şart, erkân,
âdâb, ruhsat ve nafilelerini tayine hiç bir tâatte göstermediği ihtimamı göstermiş ve
namazı dinin şiarlarının en büyüğü kılmıştır.

Bu mukaddimeden sonra, Fahr-i Kâinat Efendimizin namazla ilgili hadis-i şeriflerini
takatimiz nisbetinde terceme ve izaha geçebiliriz.

£101

Sünen'in bu bölümü 367 bâb ve 1 165 hadisi ihtiva etmektedir.
1. (Farz Olan Namaz)



im

391. ...Talha b. Ubeydillah (r.a.)'m şöyle dediği rivayet edilmiştir:



Necidlilerden, saçları dağınık bir adam Resûlullah (s.a.)'a geldi: Sesinin fısıltısı

duyuluyor, fakat iyice yaklaşmadıkça ne dediği anlaşılmıyordu. (Yaklaşınca) bir de ne

görelim. Resûlullah (s.a.)'a îslâm (farzlarm)dan soruyor, Resûlullah (s. a.):

"Gece ve gündüzde beş (vakit) namaz"(sana farzdır) buyurdu. Adam:

Bana onlardan başkası yok mu? diye sordu. Efendimiz: "Hayır, ama nafile kılarsan

müstesna','cevabım verdi.

Hz. Peygamber Ramazan ay' mm orucunu söyledi. Adam yine:

Bana ondan başkası yok mu? diye sordu. Resûlullah: " Nafile tutmandan başka
yok','buyurdu.

Efendimiz bundan sonra zekâtı zikretti. Adam:

Bana ondan başkası yok mu? diye sordu. Hz, Peygamber (s. a.): "Hayır, fakat sadaka
vermen müstesna" buyurdu.
Bunun üzerine bu adam:

Vallahi, ne bunu artırırım ne de eksiltirim, diyerek dönüp gitti. Resûlullah (s. a.)

£121

(arkasından); "Eğer doğru söylüyorsa, kurtuldu','buyurdu.
Açıklama

Hz. Talhâ b. Ubeydillah'm haber verdiği bu zat Buhârî'nin haberine göre Dımam b.
Sa'Iebe'dir. Necid tarafmdandır. Necid, lûgaita yüksek rakımlı yere denir. Hicaz ile
Irak arasındaki bölgeye özel isim olmuştur.

Bu zat Hz. Peygamber'e İslâm'ın erkânını sormuş Efendimiz de hadis metninde
zikredildiği şekilde cevap vermiştir. Gerçi metinde erkân veya farzlar zikredilmeden
mücerred "İslâm'dan sordu" şeklinde vâriddir. Fakat Hz. Peygamber'in cevâbından
ibarede muzafm hazf edildiği, bu zatın İslâm'ın erkânını sorduğu anlaşılmaktadır.
Resûlullah (s. a.) soruyu namaz, oruç ve zekâtı haber vererek cevaplandırmış, şehâdet
kelimesini ve haccı anmamıştır.

Efendimizin şehâdet kelimesini mevzuu bahsetmeyişi, adamın zaten müs-lüman
olduğundan ötürü olabilir. Hacc'ı anmayışı ise, ya o zaman henüz farz kilmmadığı,
veya adamın vaziyetinden hac etme imkânının olmadığını anlamasmdandır. Vâcib
olan bayram namazını zikretmeyişi, onun günlük değil, senelik, salat-ı vitri
söylememesi de bu namazın yatsı ile birlikte mütâlâa edilmesinden veya vitrin henüz
vacip kılmmayişmdan dolayı olabilir. Yoksa bu bazılarının dediği gibi vitrin vacip
olmamasına delalet etmez.

Görüldüğü gibi hadis-i şerif, İslâm'dan bahsetmektedir. Bu münâsebetle, İslâm
kelimesi hakkında kısaca bilgi vermek faydalı olacaktır.

İslâm: Lûgatta, bağlanmak, ıstılahta ise, Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem)in
haber verdiğini kabul ve itaat etmektir. Eğer bununla birlikte inanç ve kalb ile tasdik
de bulunursa o, İmandır. Aksi halde değildir. İman, İslâm'dan daha husûsidir. İmanı
İslâm, İslâm'ı iman yerine kullanmak da caizdir.

İman ve İslâm aynı şey mi, yoksa ayrı ayrı şeyler mi, iman artıp eksilir mi konulan
ulemâ arasında ihtilaflıdır.

Cumhurun görüşü şudur: İslâm, zahirî bağlanma, ve Hz. Peygamber'in getirdiklerine
boyun eğmedir.

İman ise, noksan sıfatlardan münezzeh kemâl sıfatlarla muttasıf olduğunu bilerek
Cenab-ı Allah'ın varlığım, melekleri, kitapları, peygamberleri, âhiret gününü ve Hz.



Muhammed aleyhisselâmm getirdiği herşeyi seksiz şüphesiz tasdik etmektir.
Buna göre iman ve İslâm birbirinden ayrı olmaktadır.

İmam Şafiî şöyle der: "İman, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve erkân ile ameldir." Buna
göre de iman ile İslâm bir olmuş oluyor. Şafiî'nin bu görüşü, Mâlik, Ahmed ve ashab-ı
hadisten de nakledilmiştir.

Hadis-i şerifte üç defa tekrarlanan istisnaların, hem münkatı, hem de muttasıl olmaları
mümkündür. Şâfiîler bunu "lâkin" manasına munkatı kabul etmişler ve "ancak senin
tetavvu olarak yapman müstehaptır" şeklinde anlamışlardır. Bundan dolayı da
"Nafileye başlayınca bitirmek vacip değil, müstehaptır" demişlerdir.
Hanefîler ve Mâlikîler ise, muttasıl kabul etmişlerdir. Buna göre mana, "Hayır ama,
tetavvuya başlarsan tamamlaman vacip olur" şeklinde terceme

[İH

etmişlerdir. "Amellerinizi bozmayınız" âyet-i kerimesi ve tetavvu olarak başlanan
bir haccm tamamlanmasının ittifakla vacip oluşu bu görüşü daha haklı çıkarmaktadır.
Bu görüş sahiplerine göre başladığı bir nafile ibâdeti tamamlamayıp yarıda kesen
kimsenin kaza etmesi vaciptir.

Hadis-i şerifin sonunda, Hz. Peygamber'in adamın cevaplarına karşı "eğer doğru ise
kurtuldu" buyurması, bu zâtın "Vallahi bunu eksiltmem" demesi ile alâkalıdır.
"Artırmam" demesi ile ilgili olamaz. Çünkü sadece farz ve vacipleri ifâ etmekle
kurtuluşa eren bir kimsenin bunlara ilâve olarak sünnet ve nafileleri de işlemesi
durumunda evleviyetle kurtuluşa ereceği gayet açıktır. Gerçi, bu hadiste İslâmm bütün
erkânı zikredilmediği için bu kadarcık bir amelle insan nasıl felaha erebilir, şeklinde
bir soru hatıra gelebilir. Fakat, bu hadisin Buhâri'deki rivayetinin sonunda zikredilen
"Resûlüllah (s.a.) ona İslâm'ın esaslarını haber verdi..." ifâdeleri bu soruya cevap olur.
Ayrıca, bu zâtın "Ben vallahi bunu ne artırır ne eksiltirim" demekten maksadı, kendisi
kavminin elçisi olabileceği için, "hâdiseyi olduğu gibi haber veririm, senin sözüne ne

£141

bir şey ilâve eder, ne de bir şey eksiltirim" manâsında olma ihtimali de vardır.
Bazı Hükümler

1. Dinini öğrenmek için yolculuğa çıkmak meşrudur.

2. Namaz, oruç ve zekat İslamm erkanmdandır.

3. İstenilmeden yemin etmek caizdir.

£151

4. Delil istemeden iman sahihtir.

392. ...Nâfı' b. Mâlik b. EbîAmir, önceki hadisi ayni isnadla rivayet edip şöyle dedi:
(Resûlüllah adamın arkasından):

"Babasına yemin ederim ki, doğru söylediyse kurtuldu. Yemin ederim ki doğru

£161

söyledi ise, Cennete girdi (girecek)" buyurdu.
Açıklama

Müellifin bu rivayeti kitabına almaktaki maksadı, bundan önceki rivayet ile bunun
arasındaki farka işarettir. Ancak, bu rivayette karşımıza bir müşkil çıkmaktadır. O da



şudur: Resûlullah (s. a.) bir çok hadislerinde babaya yemin etmeyi men'etmektedir.
Halbuki burada bizzat kendisi bu şahsın babasına yemin etmektedir.Bu müşkile bir
kaç şekilde cevap verilmiştir:

1. Üzerinde durduğumuz hadis, babaya yemin men' edilmeden önce vârid olmuştur.

2. İbarede bir hazf vardır. Aslı "Babasının Rabbi-ne yemin olsun" şeklindedir. Muzaf
hazf edilmiştir.

3. Nehy, Şâri'nin dışmdakileredir.

İbn Hacer el-Askalânî bütün bu görüşleri zayıf bulmuştur. Ona göre doğru izahı şudur:
Bu kelimeyi Hz. Peygamber maksatlı olarak değil, insanlar arasında söylenen bir ifâde
olması ve söylediklerini pekiştirmesi maksadı ile söylemiş olmalıdır. Yemin kastı ile
söylememiştir.

4. Hz. Peygamber açığa vurmamakla beraber, içinden Allah'ın adını anmış şeklinde
söylememiştir. Diğer insanlar, içlerinden bunu zikretmedikleri için Efendimiz bu
şekildeki yemini yasaklamıştır.

Hadisin bu rivayetinde diğerindekine ilâve olarak Efendimiz, mezkûr şahsın

im

kurtulduğunu haber verdikten sonra, Onun Cennete gireceğini de bildirmiştir.

2. Namaz Vakitleri

393. ...İbn Abbâs (r.a.)dan demiştir ki;
Resûlullah (s. a.) şöyle buyurdu:

"Cebrail aleyhisseiâm Kabe'nin yanında iki defa bana imam oldu. Öğleyi güneş batıya
eğilip (gölge) nalının tasması kadar olduğu zaman ikindiyi, (her şeyin) gölgesi kendisi
kadar olunca; akşamı, oruçlunun iftar ettiği vakitte; yatsıyı, şafak kaybolunca; sabahı
da (oruçluya yemek ve* içmenin) haram olduğu zaman kıldırdı.

Ertesi gün ise öğleyi, (her şeyin) gölgesi kendisi kadar; ikindiyi, iki misli olunca;
akşamı, oruçlunun orucunu açtığı zaman; yatsıyı, gecenin üçte birine doğru; sabahı da
ortalık ağarmca kıldırdı. Sonra da bana dönüp şöyle dedi:

Ya Muhammed, bu senden evvelki nebilerin vaktidir ve vakit, bu iki vaktin arasıdır.
£181

Açıklama

Namaz vakitlerini öğretmek maksadıyla Cebrail aleyhisseiâm' in Hz. Peygambere
imam olarak namaz kıldırdığı bu hâdise, Şevkânî'nin İbn Abdilberr'den naklen
bildirdiğine göre, İsrâ Gecesi'nden sonraki günde olmuştur. Bu şekilde kılman ilk
namaz da meşhur olan kavle göre öğlen namazıdır.

Hadisten de anlaşılacağı üzere, Cebrail aleyhisselâm'in Resûlullah (s.a.)a imam olarak
namaz kıldırması, peşipeşine iki günde olmuş ve bazı namazları her iki günde de aynı
vakitte kıldırdığı halde, bazılarımı değişik zamanlarda kıldırmıştır. Bu hal namaz
vakitlerinin tâyininde ulemâ arasında bazı ihtilâflara sebeb olmuştur. Bu ihtilâfların
beyânına geçmeden önce, hadis metninde geçen ve açıklanmasına lüzum görülen bir
iki hususa temasta fayda mülâhaza edilmiştir.

1. Güneşin, nâlinin tasması kadar olması meselesi; bundan maksat güneş batıya
yönelince doğuya doğru hareket eden gölgedir. Burada mecaz vardır. Sebep



zikredilmiş,müsebbeb kastedilmiştir. Çünkü güneş gölgeye sebebtir, Tirmizî'nin "İlk
günde öğleyi gölge nalinin tasması gibi olduğu zaman kıldırdı" şeklindeki rivayeti bu
anlayışı te'yid etmektedir. Bu ifâdeden murat şudur, öğle namazının vakti, zevalden
sonra gölgenin artmaya başladığı zamandır.

2. Üzerinde durduğumuz hadis-i şerifte, Cebrail aleyhisselâm ikinci günü namazları
kıldırdıktan sonra, hiç bir istisnada bulunmadan, "Ya Muhammed, bu, senden evvelki
nebilerin vaktidir" demiştir. Bu ifâde, ulemânın üzerinde durduğu konulardan biri
olmuştur. Çünkü Efendimizden gelen diğer bazı rivayetlerde, yatsı namazının ümmet-i
Muhammed'e has bir namaz olduğu, önceki ümmetlerde bu namazın olmadığı açıkça
beyân edilmektedir. Meselâ, Tahâvî'nin Ubeydullah b. Muhammed tarikiyle Hz.
Aişe'den rivayet ettiği bir haberde beş vakit namazın her birinin ilk defa hangi Pey-
gamberler tarafından kılındığı ifâde edilmiştir. Bu rivayete göre, sabah namazını ilk
defa Hz. Adem, öğleyi Hz. İbrahim, ikindiyi Hz. Uzeyr, akşamı Hz. Dâvüd, yatsıyı da
bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (aleyhimusselâm) kılmışlardır. Yine bu
rivayette akşam namazının üç rekât oluşunun sebebi şu şekilde beyân edilmiştir:
Hz. Dâvûd (aleyhisselâm) evlâ olanı terk ettiğinden dolayı işlediği hata affedilince
kalkıp dört rekat namaz kılmak istemiş, fakat üç rekati kılınca ağlamaktan dolayı

[191

namaza devam edemeyip selam vermiş, böylece akşam namazı üç rekât olmuştur.

İlk bakışta, bu hadisler arasında bir ihtilâf olduğu izlenimi ortaya çıkmaktadır. Bu

görünümü izâle ve hadislerin arasım birleştirme sadedinde değişik görüşler ortaya

atılmıştır. Bunların içerisinde en muvafık görüneni Kâdî'nin şu sözleridir:

"Yatsı namazını diğer peygamberler nafile olarak kılardı. Teheccüdün farz olmadığı

gibi yatsı da onların ümmetlerine farz değildi. Yatsı namazı bizim Peygamberimize

farz kılınmıştır. Bu durumda hadisler arasında zıddiyet yoktur. Çünkü yatsı namazının

bu vaktinin diğer nebilerin vakti oluşu, onların yatsıyı nafile olarak kıldıklarına itibar

iledir."

Aliyyü'l-Kârî de, Kâdî'nin bu açıklamasını beğenmiş ve "gerçek şu ki hak Kâdî ile
berat erdir" demiştir.

Ulemâ her namaz için muayyen bir vaktin olduğu ve vaktinden evvel kılman namazın
edâ sayılmayacağı konusunda müttefik oldukları halde bu vakitlerin başlama ve bitme
anları konusunda ihtilâf etmişlerdir.

Öğle namazının vakti: Güneşin zevalinden itibaren başlar. Bunda ulemâ müttefiktir.
Bu vaktin ne zamana kadar devam ettiği ise, ihtilaflıdır.

Şafiî, Mâliki, Hanbelî mezhepleri ile İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre
fey'-i zevalden (bir şeyin gölgesinin en kısa olduğu andan) başlar, her şeyin gölgesi bir
misli oluncaya kadar devam eder, buna "Asr-ı evvel" denilir.
Ülkemizdeki amel de bu istikâmettedir.

İmam Azam'a göre ise, Fey'-i zevaldan başka her şeyin gölgesi iki misli oluncaya
kadar devam eder. Buna "asr-ı sâni" denilir.
Ülkemizin birçok köyünde amel buna göredir.

İmam Mâlik ve bir kısım ulemâya göre öğle namazı ile ikindi namazı arasında
müşterek bir vakit vardır. Her şeyin gölgesi bir misli olduktan sonra, hem öğlen hem
de ikindinin edasına uygun dört rekat kılacak kadar bir zaman vardır. Bu zaman öğle
ve ikindi namazları arasmda ortak vakittir. Diğer ulemâ ise, böyle ortak bir vaktin
olmadığı fey'-i zeval hariç her şeyin gölgesi bir misli olunca öğlenin vaktinin çıktığı
görüşündedir. Tabii İmam-ı Azam da gölge iki misli olduğu zaman öğlenin vakti çıkar



görüşündedir. Cuma nm vakti de öğlenin vaktidir.

tkindinin Vakti: (Öğle ile ilgili ihtilâflar nazar-ı itibara alınarak) öğlenin vakti çıktığı
andan itibaren başlar. Cumhura göre güneş batmcaya kadar devam eder. İmam
Şafii'den ise iki kavi vardır:

a. Her şeyin gölgesi iki misli olunca ikindinin vakti çıkar, fakat. akşamın vakti girmez.
Bu zamanla güneşin batması arasında boş bir vakit vardır.

b. Her şeyin gölgesi iki misli olunca ikindinin mustehap vakti sona erer, vaktin aslı ise
güneş batmcaya kadar devam eder. Şafiî mezhebinde fetva bu kavle göre verilmiştir. ,
Akşam Namazının Vakti: Güneş battığı andan itibaren başlar, Şafak kayboluncaya
kadar devam eder, Şafağın ne olduğu hususu ihtilaflıdır. İbn Ömer, İbn Abbâs,
Mekhûl, Tâvûs, Mâlik, Süfyan es-Sevrî, İbn Ebî Leylâ, Ebû Yûsuf, Muhammed, Şafiî,
Ahmed b.Hanbel, İshâk b. Râhûye ve İmam-ı Azam'dan bir kavle göre şafak güneşin
battığı taraftaki kırmızılıktır. Ebû Hureyre.Ömer b.Abdülaziz, İmam Ebû Hanife'nin
esah kavli veEvzâî'ye göre ise, ufuktaki kızıllıktan sonra beliren beyazlıktır.
Âlimlerden bazıları "Akşam namazının vakti abdest alıp, ezan ve kametle birlikte uç
rekât namaz kılmcaya kadarlık bir müddettir. Bundan sonraya kalırsa edâ olmaz kaza
olur" derler.

Her ne kadar cumhurun görüşü bu değilse de, akşam namazının ilk vaktinde kılınması
müstehabtır.

Yatsı Namazının Vakti: Akşamın vakti çıkınca başlar. (Tabii burada akşamın
vaktinin çıkışındaki ihtilâf aynen mevcuttur). İkinci fecrin (fecr-i sâdıkm) doğuşuna
kadar devam eder. Hanefî ve Şâfiüer bu meselede müttefiktir. Yatsı namazının son
vaktinin gecenin üçte biri ve gece yarısı olduğunu söyleyen âlimler de vardır.
Hanefî mezhebine göre, her ne kadar yatsının vakti yukarıda işaret edildiği gibi ise de,
gecenin üçte birine kadar te'hiri müstehab gece yarısına kadar te'hiri mubah, fecrin
doğmasından hemen evvele kadar beklemek de (bir özür yoksa) mekruhtur. Uyuyup
da uyanamayacağmdan korkan kimse namazını yatmadan kılmalı, gecenin üçte birine
bırakmamalıdır.

Vitir namazının vakti de aynen yatsı namazının vaktidir. Ancak vitir namazı yatsı
kılındıktan sonra kılınmalıdır. Bu İmam-ı Azam'a göredir. İma-meyn'e göre vitir
namazının vakti yatsı namazı kılındıktan sonra başlar. Bu ihtilâfın sonucunda şöyle bir
mesele ortaya çıkar: Bir kimse yatsı ve vitir namazlarını kıldıktan sonra yatsı
namazının herhangi bir sebepten! dolayı sahih olmadığı ortaya çıksa, İmam-ı Azam'a
göre sadece yatsıyı, İmameyne göre ise, hem yatsıyı hem de vitir namazını iade etmesi
gerekir.

Sabah Namazının Vakti: İkinci fecrin (fecr-i sâdıkm) doğması ile girer. Fecr-i sâdık
güneşin doğduğu istikâmette; genişlemesine (yatay) beliren ve kaybolmayan
aydınlıktır. Bundan önce doğan ve yukarıdan aşağıya (dikey) uzanan bir fecir daha
vardır ki buna "fecr-i kâzib" denir. Fecr-i Kâzib, oruç tulan kimsenin yemesine
içmesine mâni değildir. Bu fecirle sabahın vakti girmez. Sabah namazı vaktinin giriş
zamanında ihtilâf yoktur. Vaktin çıkışı konusu ise ihtilaflıdır. Hanefılere göre sabah
namazının vakti güneş doğuncaya kadar devam eder.
Şafıilere göre sabah namazının dört vakti vardır:

a. Efdal olan vakit: Tam fecir doğduğu zaman,

b. ihtiyar vakti: Ortalık ağarmcaya kadar süren zaman.

c. Cevaz vakti: Kırmızılık doğduğu zamandır.

d. Tahrfm vakti: Namaz yetiştirilemeyecek kadar az olan zamandır. Buna göre



Şâfıîler sabah namazını erken kılmayı efdal addederler. Hanefılere göre ise, sabah
namazını ortalık aydınlanınca kılmak müstehaptır.

Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız namaz vakitleri gece ve gündüz normal olup
bütün namaz vakitleri belli olan mutedil bölgelere göredir. Gecelerin çok uzun veya
çok kısa olması sebebiyle bazı namaz vakitleri namazın edasına müsait olmayacak
kadar dar, veya hiç olmayan gayr-i mutedil bölgelerde namaz vakitlerinin nasıl tayin
edileceği konusunda ulema değişik görüşlere sahiptirler.

Nuru'l-İzah Şerhi, Merakıl-Felah'ta, Şafak kaybolmadan önce fecrin doğduğu
bölgelerde yatsı ve vitir namazlarının vacip olmadığını söyler. Şû-runbilâlî bundan
sonra bu meselenin, Hz. Peygamber'den rivayet edilen, Dec-câlin bir gününün bir
seneye denk olacağını ve bu zamanda namazların takdir edilerek kılınacağını bildiren
hadisin hükmüne girmediğini ilâve eder. Şurun-bilâlî'nin bu ifadelerinden vakit
olmadığı için kılanamayan bu namazların kazasına da lüzum yoktur, manası çıkarılır.
Kemal İbnu'l-Hümam Hidâye Şerhi Fethu'l-Kadîr'de yukarıda mevzuu bahs edilen
Deccal Hadisini zikrettikten sonra şunları kaydeder:

"Anladık ki vacip olan namaz umûmu üzerine beştir. Ancak bunların vakitlerine tevzii
vaktin mevcudiyetine bağlıdır. Vaktin olmayışı namazın farziyyetini düşürmez.
Resulullah (s.a.) da:

"Allah beş vakit namazı kullarına farz kıldı" derken bunu söylemiştir."
Tenvîru'l-Ebsâr'da da, şafak kaybolmadan fecrin doğduğu bölgelerde müslümanm
yatsı namazı ile mükellef olduğu ve onu takdir ederek kılacağı ifâde edilmektedir.
İbn Âbidin'in Reddü'l-Muhtar'daki beyânına göre, Hanefî ulemâsından Bakkalı bu
bölgelerde yatsının vacip olmadığını söyler. Hulvanî önceleri farz olduğuna fetva
verirken bilahare, Bakkalî'nin fikrine dönmüştür. Burhânu'l-Kebîr, İbn Emiri'l-Hac,
Şeyh Kasım b. Kutlu Boğa, îbn Hümâm ve İbn Şıhne ise, vaktin belli olmadığı
bölgelerde namazın farz olduğunu ve takdir edileceğini kaydederler. Tenvirü'I-
Ebsâr'da bu mezhebin görüşü olarak takdim edilmiştir.

Hanefî fıkıh kitaplarından, Kenz, Diirer, Müllekâ'da bu durumda müs-lumanlarm
namazla mükellef olmayacağı gorüşu benimsenmiştir.

İbn Âbidin, yukarıdaki âlimlerin birbirine zıt olan görüşlerini uzun uzadıya
aktardıktan sonra kendi görüşünü şu cümle ile ortaya koymuştur:
"Hülasa bu iki görüş de sahihtir. Ancak beş vaktin gerektiğinde müddet takdiri ile
kılınması icap ettiğini söyleyen görüş daha kuvvetlidir. Bilhassa bu görüşü savunanlar
arasında Şafiî gibi müctehid bir imamın olması, bu görüşü daha da
kuvvetlendirmektedir. "

İslâm dininin namaza verdiği önem, oturmaktan âciz olanın yattığı yerden, abdest ve
teyemmüm imkânı bulamayan kimsenin abdestsiz, üzerine giyecek bir şey
bulamayanın çıplak olarak namaz kılmasının gereği ve namazı terk edene karşı
takınılan kesin tavır gözönüne alınırsa bu mutedil olmayan bölgelerde (Hollanda,
İsveç, Norveç, Danimarka vs.de) yaşayan müslümanlarm yatsı namazlarını
terketmeyip Burhânü'l-Kebir, İbn Hümam, İbn Emiri'l-Hac, Kasım b.Kuthıboğa, İbn
Şıhne, İbn Âbidin gibi büyük hanefı alimlerinin ifâde ettikleri gibi vakti takdir ederek
kılmaları icâb eder. Bu, vaktin tahakkuk etmediği yerlerde namazın farz olmadığını
söyleyen âlimlerin görüşünü alıp namaz sayısını dörde indirmekten çok daha ihtiyatlı
ve isabetlidir.

Bu konuda büyük Şafii âlimi İmam NevevFnin sözleri çok daha açık ve kesindir.
Nevevî şöyle der:



"Şafak hiç batmadığı için yatsının vakti belli olmayan bölgelerde, yatsının ilk vakti,
şafağın battığı en yakın bölgeye göre kıyas edilir. Yani şafağın battığı o komşu
memlekette güneşin batışı ile şafağın batışı arasında geçen müddet, şafağın
kaybolmadığı bölgede güneşin battığı âna eklenir ve bu vakit yatsı namazının vakti

İM

olmuş olur."
Bazı Hükümler

1. Namaz İbadetinin kadri yücedir ve ona ihtimam lâzımdır. Çünkü Cenab-ı Allah,
namaz vakitlerini ve kılmışını sadece sözle bildirmekle kalmamış fiilen tatbik ederek
göstermesi için en büyük meleğini, Cebrail aleyhisselâmı göndermiş ve tatbik
ettirmiştir...

2. Resûlullah (s. a.), kendi kendine hüküm koymamış, yaptığı ve istediği şeyleri
Cenab-ı Hakk'm talimine göre yapmıştır.

3. İbâdet Cenab-ı Allah tarafından bildirilen amellere mahsustur.

4. Namaz vakitleri kavlen ve fiilen beyân- edilmiştir.

5. Daha faziletli olan birisinin kendisinden daha az fazilet sahibi olan birinin arkasında
namaz kılması sahihtir.

6. Beş vakit namazı mescidde kılmak teşvik edilmiştir.

7. Bütün Peygamberler kendilerine mahsus vakitlerde namaz kılmışlardır.

8. Namaz vakitleri (akşam hakkındaki ihtilâf hâriç) belirli biri noktaya hasredilmemiş



ve aralarında belli süre olan bir başlama ve bitiş vakti arasında geniş tutulmuştur.

394. ...İbn Şihâb'm Usâme b. Zeyd el-Leysî'ye bildirdiğine göre;

Ömer b. Abdil-Aziz (bir gün) minberde oturmakta idi. Bu yüzden ikindiyi birazcık

geciktirdi. Bunun üzerine Urve b. Zübeyr kendisine:

Dikkat et, Cebrail (aleyhisselâm), Muhammed (sallellahü aleyhi ve sellem)e namaz
vakit(leri)ni haber verdi, demiş. vÖmer de Ona:
1221

Söylediğini iyi bil karşılığını vermiştir. Bu sefer Urve:

Ben Beşîr b. Ebî Mes'ud'dan işittim; O da Ebû Mes'ud el-Ensârî'den duymuş; Ebû
Mes'ud demiş ki: Resûlullah (s.a.):

"Cebrail indi ve bana namaz vakt(ler)ini haber verdi. Ben de onunla namaz kıldım.
Sonra (yine) onunla namaz kıldım, sonra (yine) onunla namaz kıldım, sonra (yine)
onunla namaz kıldım, sonra (yine) onunla namaz kıldım" buyuruyor, parmaklan ile de
beş namazı sayıyordu.
(Ebû Mes'ud devamla şöyle dedi):

Resûluılah'ı öğle namazını güneş batıya eğildiği zaman kılarken gördüm. Hava sıcak
olduğu zaman ise, bazan biraz geciktirirdi. İkindiyi güneş sararmadan önce beyaz ve
[231

yüksek bir halde iken kıldığını gördüm. Bir kimse (ikindi) namazından çıkar ve

[241

güneş batmadan önce Zul-Huleyfe'ye gelirdi. Resûlullah akşam güneş battığı,
yatsıyı da ufuk karardığı zaman kılardı. Bazan da insanların toplanması için
geciktirirdi. Sabahı bir sefer alacakaranlıkta, başka bir sefer de ortalık ağarmca kıldı.



Bundan sonra, Efendimizin sabah namazı, ölünceye kadar alaca karanlıkta oldu, bir

125]

daha ortalık, ağarmca kılmadı.
Ebû Dâvûd dedi ki:

Bu hadisi ZuhrVden, Mâmer, Mâlik ve İbn Uyeyne, Şuayb b. Ebî Hamza, Leys b. Sa'd
ve başkaları da rivayet etti. Bunların hiç biri Resûlullah 'in namaz kıldığı vakit(ler)i
zikretmediler ve açıklamadılar. Aynı şekilde, Hişam b. Urve ve Habîb b. Ebî Merzûk
da Urve (b. Zü-beyrj'den Ma'mer ve Ashabının rivayetleri gibi rivayet ettiler. Ancak
Habib Beşîr'i zikretmedi. Vehb b. Keysân da Câbir kanalıyla Resûlullah 'tan akşamın
vaktini rivayet etti. (Bu rivayette Câbir) şöyle dedi:

Sonra (Cebrail) ertesi günü güneş battığı zaman tek vakit olarak akşam için geldi.
Ebû Dâvûd devamla şöyle dedi:

Ebû Hureyre vasıtasıyla Hz. Peygamber'den aynı şekilde rivayet edilmiştir. (Bu
rivayette) Resulütlah (s. a):

"Sonra bana akşamı (yani ertesi günü -tek vakit olarak- ) kıldırdı" buyurdu,
Abdullah b. Amr b.-el-As'dan Hassan b. Atıyye'nin hadisi, Amr b. Şuayb 'dan; O
babasından, O da dedesinden Ebû Hureyre ve Câbir'in rivayetleri gibi rivayet

126]

edilmiştir.
Açıklama

Devlet başkanına imam denir ve imamlar, ümmetin lideri, devletin başkanı olması
hasebiyle devletin özel işlerini de camilerdeki mimberlerden ümmete hutbe ile irad
ederlerdi. Bu alışkanlık ve dinî örfün gereği Ömer b. Abdülaziz'in o gün ikindi
olmasına rağmen hutbeye çıkışı yorulup oturuşu, devlete ait özel durumu halkına
iletmek için olsa gerektir.

Olay, Hz. Peygamber'in "ümmetimikindiyi güneşin sararmasına, ak-samı yıldızların
çoğalmasına, kadar te'hir etmiyorsa hâlâ o ümmetimde hayır vardır" hadisini duyan ve
bilen bir kişinin emiru'l-mü'minîni ikaz etmesinden başka bir şey değildir.
Hadis-i şeriften de anlaşıldığına göre Halife Ömer b. Abdülaziz minberde otururken
ikindinin vakti girince kalkıp hemen namazı kıldırmamış biraz geciktirmiş. Cemaat
içerisinde bulunan Urve b. Zübeyr bu durumu hoş karşılamayarak kendisini uyarmış
ve Ebû Mes'ud el-Ensârî tarafından rivayet edilen Hz. Cebrail'in, Resûlullah (s.a.)a
namaz vakitlerini öğrettiği hâdiseyi nakletmiştir. Halife'nin namazı te'hiri, Nevevî'nin
dediği gibi ya Cebrail'in imameti ile ilgili haber kendisine ulaşmadığından, ya da vakit
çıkmadıkça namazın te'hirini caiz gördüğünden dolayıdır. Çünkü Râfıî'nin de işaret
ettiği gibi Ömer İbn Abdülaziz gibi kişiler, bile bile efdali terk etmezler. Hz. Urve'nin
kendisine ihtarda bulunması ikindiyi Cebrail'in kıldırdığı faziletli vakitten geriye
bırakmasmdandır. Bu Hadis-i Şerif de bundan önceki hadiste olduğu gibi namaz
vakitlerini bildirmektedir. Ancak o hadiste Peygamber Efendimiz Cebrail
(aleyhisselâm)m hangi namazı hangi vakitlerde kıldırdığını teker teker bildirdiği
halde, bu rivayette açıklanmamış, sadece Cebrail'in kendisine beş defa namaz
kıldırdığını söylemekle iktifa etmiştir. Buna mukabil, Râvî Resûlullah'm namaz kıldığı
vakitleri haber vermiştir. Buna göre Efendimiz genellikle öğleyi güneş batıya yönelir
yönelmez kılmış, fakat hava sıcak olduğu bazı zamanlarda te'hir etmiştir. İkindi
namazının vakti de güneş daha sararmadan hararet ve ışığı varkendir. Akşam, güneş



batınca yatsıida,ufuk kararınca kılınır. Ancak Efendimiz bazı günler yatsıyı tehir
etmiştir. Sabah namazını ise, ekseriyetle alaca karanlıkta kılmış, bazan da ortalığın
ağardığı vakitte kılmıştır. Bu, sabah namazını alaca karanlıkta kılmayı efdal gören
Şâfıî, Mâliki ve Hanbelîlerin görüşünü takviye etmektedir. Sabah namazını ortalık
ağarmca (güneş doğmadan) kılmayı, daha faziletli sayan Hanefîler ise, "Sabahı
aydınlığa bırakınız. Çünkü onun ecri daha büyüktür" hadis-i şerifini esas almışlardır.
Resûlullah'm bu namazı alaca karanlıkta kılması kendi fuli,ortalık ağarmca kılınmasını
emretmesi de ümmetine ait bir emri olması mümkündür.

Müellif, hadis-i şerifin devamında başka isnadlara ve farklı rivayetlere de işaret etmiş
ve sarihler bu rivayetlerle ilgili hayli tafsilât vermişlerdir. Ancak biz bu bilgileri

[271

buraya almaya lüzum görmedik.
Bazı Hükümler

1. Namaz'm edası için vakit şarttır.

2. Sıcak günlerde öğle namazını geciktirmek caizdir.

3. Akşam ve ikindiyi kılmakta acele etmek efdaldir.

4. Yatsı namazını geciktirmek meşrudur.

5. Sabah, (Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezheplerine göre) alacakaranlıkta (Hanefilere

[281

göre de) gün ağardıktan sonra kılmak daha efdaldir.
395. ...Ebû Bekr b. Ebî Musa'dan rivayet edilmiştir ki;

Bir adam Resûlullah (s.a.)a (namaz vakitlerini) sordu. Fakat Efendimiz hiç bir cevap
vermedi. Bilâl'e (ezan okumasını) emretti, O da fecir doğduğu zaman (ezan okudu ve)
kamet etti. Efendimiz (sabahı)

[291

bir kimse (yanındaki) arkadaşının yüzünü tanıyamadığı veya bir kimse
yanmdakinin kim olduğunu tanıyamadığı bir zamanda (alaca karanlıkta) kıldı. Sonra
Bilâle emretti o da öğle namazına güneş batıya eğildiği zaman kamet getirdi.Öyle ki
cemaatten (en bilgili olan) biri: "gündüz yarı oldu" demişti. Sonra Bilâl'e yine emretti
o da güneş bembeyaz ve yüksekte iken ikindiye ikâmet etti.

Akşam namazı için de güneş battığı zaman ikâmet ettirdi. Şafak kaybolduğunda
Bilâl'e emretti, o da yatsı için kamet etti.

Ertesi günü, sabah namazını kıldı ve çıktı. (O kadar geciktirmişti ki) biz "güneş doğdu
mu ne?" dedik. Öğleyi bir evvelki günün ikindi vaktinde, ikindiyi güneş sararmış bir
[301

halde iken -veya akşam olunca- akşamı şafak kaybolmadan biraz önce, yatsıyı da
gecenin ilk üçte birinde kıldı ve:

imi

Namaz vakitlerini soran nerede? Vakit işte bu ikisinin arasındadır" buyurdu.
Ebû Dâvûd dedi ki:

Süleyman b. Mûsâ Atâ'dan, Ata Câbir'den o da Resûluîlah (s.a.)'dan akşam namazı
vaktini yükyandaki rivayette olduğu gibi rivayet etti. Câbir (devamla): "Resûlüllah
sonra yatsıyı kıldı, sahâbilerden bazısı onu gecenin üçte birinde bazısı da yarısında
kıldığını söyledi."



1321

İbn Büreyde de babası vasıtasıyla Resûluîlah 'tan aynı şekilde rivayet etti.



Açıklama

Ashâb-ı Kiramdan birisi Resûluîlah (s.a.)'a namaz vakitlerim sormuş, Efendimiz ise,
sözle cevap vermemiş, soruyu fiilen bizzat tatbik ederek cevaplandırmıştır. Bu
hareketi Hz. Peygamberin sorulan soruyu cevapsız bıraktığı anlamına gelmez. Çünkü
Efendimizin sorulan her soruya mutlaka cevap verdiği inkârı imkânsız
gerçeklerdendir. Nitekim - hadis-i şerifin Müslim'deki bir rivayetinde Efendimizin
soru soran zata:

"Bizimle beraber namazda hazır bulun" Tirmizî'dekinde de;

"Bizimle beraber dur inşallah" buyurması, Resûlüllahm maksadının soruyu cevapsız
bırakmak değil, fiilen tatbik ederek cevaplandırmak olduğunu gösterir. Bir şeyin
açıklanmasını ihtiyaç vaktine kadar geciktirmeyi caiz görenler Efendimizin bu
hareketini esas almışlardır.

Bu hadis-i şerif de öteki hadislerde olduğu gibi namazların ilk ve son vakitlerini beyan
etmektedir. Bu vakitler hakkında mezheplerin görüşleri ve hangi namazın hangi

£331

vakitte kılınmasının daha efdal olduğu 393. hadisin açıklamasında verilmiştir.
Bazı Hükümler

1. Dinin hükümleri öğrenilmelidir.

2. Soru sorulanın mevkiinin büyüklüğü soru sormaya mâni olmamalıdır.

3. Namaz vakitleri müslümanlara kolaylık olması bakımından geniş tutulmuştur.

4. Alimin câhili öğretme yolunda bütün gayretini ortaya koyması ve en faydalı metodu
seçmesi lâzımdır.

5. Öğretmenin öğretimde hem söz, hem de hareketten faydalanması, öğrenci için en

1341

faydalı metod sayılır.

396. ...Abdullah b. Amr (r.a.) Resûluîlah (s.a.)m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Öğlenin vakti, ikindi vakti girmedikçe; ikindininki güneş sararmadikça, akşamın
vakti de şafağın kırmızılığı kalbolmadıkça (devam eder); yatsının vakti gece yansına;

1351

sabah namazının vakti ise, güneş doğuncaya kadardır."
Açıklama

Bu hadis-i şerif namaz vakitlerinin çıkış zamanlarını tesbit etmektedir. Burada
üzerinde durulmayı gerektiren iki husus vardır:

Biri ikindi namazı ile ilgili bölümdür. Bu hadis-i şeriften ikindinin vaktinin güneşin
sarardığı ana kadar devam ettiği anlaşılmaktadır. Halbuki başka rivayetlerde ikindi
namazının güneş batmcaya kadar kılınabileceği beyân edilmekte idi. Buna göre
hadisler arasında bir tearuz olduğu görünümü ortaya çıkmaktadır. Ulemâ bu tearuzu
ortadan kaldırmak üzere bu hadis-i şerifte gösterilen ikindi vaktinin kâmil vakit



olduğunu söylemişlerdir. Buna göre ikindi namazını güneş sararmadan önce kılmak
efdal, fakat güneşin batmasından önce kılmak kerâheten caizdir.
İkincisi de akşam namazı ile ilgilidir. Ulemâdan bir kısmı akşam namazı vaktinin
batıdaki kırmızı şafağın kaybolması ile son bulduğu, diğer bir kısmı da kırmızılıktan
sonra meydana gelen beyazlığın kaybolması ile son bulduğu görüşündedirler. İmam
Şafiî, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed birinci görüştedir. Bu hadis-i şerif bu görüşü
takviye etmektedir. İmam Azam ve Evzâî de ikinci görüştedirler. Hanefî mezhebinde

1361

fetva Ebû Yûsuf ve Muhammed'in görüşlerine göre verilmiştir.

3. Resûlüllah'ın (S.A.) Namaz Kıldığı Vakit Ve Namazı Kılış Şekli

Bu bab, Hz. Peygamberin namazlarını vaktin hangi kısımlarında ve nasıl kıldığını

[371

açıklayan hadisleri ihtiva etmektedir.

397. ...Hz. Hüseyin'in oğlu olan Muhammed b.Amr'dan,demiştir ki:
Câbir'e Resûlüllah(s.a.)'m namaz kıldığı vakitleri sorduk, şu cevâbı verdi:
Öğleyi zeval vaktinden sonra, ikindiyi güneş canlı (parlak) iken, akşamı güneş battığı
zaman kılardı. Yatsıyı, cemaat kalabalık olduğunda acele eder, az olduğunda da te'hir

138]

ederdi. Sabah namazım da alaca karanlıkta kılardı.
Açıklama

Hadis-i şerifte geçen Hâeira kelimesi zeval vaktinden sonra güneşin hararetinin
şiddetli olduğu zamandır. Bu kelime hecr veya hicret kökünden alınmıştır. Bu vakitte
insanlar sıcağın şiddetinden dolayı çalışmayı terkettikleri için bu ad verilmiştir,
"canlı" kelimesinden maksat da güneşin hararetinin devam etmesi veya renginin
parlaklığını muhafazası hâli demektir.

Bu hadis-i şerifin Müslim'deki rivayetinden anlaşıldığına göre, Hz. Câbir'e sorulan bu
soru Haccâc'm Medine'ye geldiğinde namaz vakitlerini geciktirmesi üzerine vaki
olmuştur.

Bu hadis-i şerif Hz. Peygamberin öğle namazını ilk vaktinde kıldığına işaret
etmektedir. Aynı manâyı ifâde eden başka hadisler olduğu gibi, Ebû Zer, Ebû Said,
Ebû Hureyre ve Ebû Musa'dan rivayet edilen ve yaz aylarında öğleyi ortalık
serinleyinceye kadar te'hir etmeyi tavsiye eden hadisler de vardır Muğîre b. Şu'be'nin
rivayet ettiği:

"Resûlullah (s. a.) bize öğleyi zevalden sonra kıldırdı" hadisi ile "muhakkak sıcağın
şiddeti CehennenTin kaynamasmdandır. Namazı serine bırakınız" mealindeki hadis-i
şerif de bu cümledendir.

Muğîre'nin rivayeti Hz. Peygamberin öğleyi zeval vaktinden hemen sonra kılmaya
itina ettiğine dâir rivayetlerin neshedildiğini göstermektedir.

Fahr-i Kâinat Efendimiz yatsı namazını da cemaatin durumuna göre bazan ilk
vaktinde, bazan da geciktirerek kılardı. Efendimizin bu farklı tatbikatı ulema arasında
efdal vaktinin tayini hususunda ihtilaflara yol açmıştır. İbn Dakiki'l-îd ihtilâflar
konusunda şunları söyler:



"Yatsı hakkında ulema ihtilâf etmişlerdir. Bir grup onun takdimini efdal görmüştür.
Şafii mezhebinin zahiri budunBir grub da te'hirini efdal bulur. Bir kısmı ise, cemaat
toplanmışsa acele etmeyi, toplanmamışsa te'hiri daha faziletli kabul etmiştir. Bu,
Malikîlerden bir kavidir. Bir başka grup ise, Ramazanda ve kışın yatsıyı te'hir etmenin
diğer zamanlarda erken kılmanın daha efdal olduğu görüşünü benimsemişlerdir."

[391

Bu konuda Hanefîlerin görüşü 393. hadisin şerhinde beyân edilmiştir.
Bazı Hükümler

1. Dinin esaslarını ilim ehlinden sorup öğrenmek meşrudur.

2. Soru sorulan kişi bildiği konuda cevap vermekten kaçınmamalıdır.

3. Soru sorulan biliyorsa verdiği cevabın delilini de söylemelidir.

4. Öğle ve yatsı namazlarının dışında namazı edada acele etmelidir.

5. Cemaatin teşkili umut edilirse, namazı münferiden ilk vaktinde kılmayıp cemâati

[401

beklemek daha efdaldir.

[41]

398. ...Ebü Berze (r.a.)den demiştir ki;

Resülullah (s.a.) öğle namazını zevalden hemen sonra, ikindiyi, bizden biri (namazdan
sonra) güneşin parlaklığı devam ederken Medine'nin en uzak yerine gidip gelebileceği

[421

(kadar) bir zaman olduğu vakitte kılardı.

(Râvîlerden Ebû Minhâl dedi ki: Ebû Berze'nin) Akşam namazı (hakkında hangi vakti
söylediğini) unuttum. Yatsıyı gecenin üçte birine - (Ebû Minhal, Ebû Berze'nin) bir
başka sererde: "gece yarısına kadar" dediğini söyler- kadar geciktirmekte bir beis
görmezdi. Efendimiz yatsı namazından önce uyumayı, sonra da konuşmayı hoş
görmezdi.

Sabah namazını ise, birimizin önceden bildiği birini (gördüğünde) tanıyabileceği bir

1431

vakitte kılar, bu namazda altmış ilâ yüz arası âyet okurdu.
Açıklama

Hadis-i Şerifin Buhâri ve Müslim'de ki rivayetlerinde bâzı farklılıklar vardır. Bu
farklılıklardan bazıları, hadis-i şerifin mânâsına tesir edecek biçimdedir diye
hükmetmişlerdir. Ebû Dâvûd'da ikindi namazı ile ilgili Dölümde "İkindiyi, bizden,
birisi güneş parlaklığını korurken Medine'nin en uzak yerine gidip gelebileceği bir
vakitte kılardı" ifâdesi olduğu halde, bu bölümün Buhârî'de Abdullah b.Mübarek
tarikiyle gelen rivayeti: Bizden biri güneş parlak olduğu halde Medine'nin en
uzağmdaki evine dönerdi" şeklindedir. Bu rivayetten anlaşılan ikindiden sonra "güneş
parlaklığını korurken, bir kimsenin Medine'nin en uzak noktasındaki evine sadece
gidebilmesinin mümkün olduğudur. Müslim'in rivayeti de aynen bu manayı ifade
etmekte, ancak "döner" kelimesinin yerine "gider" kelimesi yer almaktadır. Ebû
Davud'un rivayeti ise, ikindiyi kılan bir kimsenin, henüz güneş parlaklığını korurken
Medine'nin en uzak noktasına hem varıp, hem de mescide geri dönebileceğini göster-



mektedir. Buhâri'nin Şû'be tarikiyle yaptığı rivayet de Ebî Dâvûd'unkine muvafıktır.
Sarihler bu rivâyetlerdeki mana farklılıklarım izâle etmek için bir takım te'villerde
bulunmuşlar, neticede Ebû Davud'un rivâyetindeki "döner" kelimesinin başındaki
"vav" harfini atf-ı tefsir kabul ederek rivayetler arasında bir uyum sağlamışlardır.
Buna göre üzerinde durduğumuz cümlenin mânâsı, "İkindiyi, bizden birinin, güneş
parlaklığını korurken Medine'nin en uzağına gidebileceği bir zamanda kılardı"
şeklinde olacaktır.

Hadis-i şerifin sabah namazı ile ilgili bölümü de Sahih-i Müslim de "Resûlüllah sabah
namazını kıldırır namazdan çıktıktan sonra insan, tanıdığı bir dostunun yüzüne
bakınca onu tanırdı" Buhârî'deki Avf tarikiyle yapılan rivayeti ise; "Sabah namazından
kişi dostunu tanıyabileceği bir zamanda ayrılırdı" şeklindedir. Bu rivayetler, bir
kimsenin gördüğü bir dostunu tanıyabileceği vaktin namazda iken değil, namazdan
çıktıktan sonra olduğunu, dolayısıyle, Hz. Peygamberin sabah namazına ortalık iyice
karanlık iken başladığını gösterir. Ebû Davud'un rivayetinde ise, bu tanıma işinin
namazdan, çıktıktan sonra olduğuna dâir herhangi bir kayıt yoktur.
Bu hadis-i şerif namaz vakitlerini tayinden başka iki nokta üzerine daha dikkatimizi
çekmektedir;

1. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz yatsı namazından önce
uyumayı, sonra da konuşmayı hoş görmezdi. Namazdan önce uyumayı hoş
görmemesindeki hikmet, namaza uyanamama ve yatsıyı geçirme korkusu; namazdan
sonra konuşmayı mekruh görmesindeki hikmet de, günün son amelinin ibâdet
olmasını istemesi ve teheccüd ya da sabah namazına uyanılmama endişesidir.
Efendimizin yatsıdan sonra konuşulmasını kerih gördüğü şeyler, Nevevî'nin beyânına
göre faydasız boş lâkırdılar, Battal Gazi, Antere gibi destanların anlatılmasıdır. Yoksa
faydalı olan şeyleri konuşmakta, ders müzâkere etmekte, dinleyenlere ibret olacak
şekilde hikâye ve kıssalar anlatmakta, zevce ve çocuklarla konuşmakta beis yoktur.
Yatsı namazından önce uyumayı, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, İbn Ab-bas ve başka
sahabiler mekruh kabul etmişlerdir. Şafiî ve Mâlikîlerin mezhebi de budur.

İbn Mes'ûd Hz. Ali, Ebû Mûsâ ve Küfe ulemâsına göre yatsıdan önce uyumakta beis
yoktur. Tahavî, "Yanında kendisim uyandıracak kimse varsa uyumasında beis yoktur"
derken, îbn Arabî bunun, namaz vakti çıkmadan uyanabileceğini bilene caiz olduğunu
söyler.

2. Resûlüllah Efendimiz sabah namazında zamm-ı süre olan altmış âyetten yüz âyete
kadar okurdu. Tabii bu rakamlar her zaman içn, uyguladığı değişmez rakamlar
değildir. Çünkü Efendimizin bu namazı yirmi dokuz âyet olan Tekvîr, kırkbeş âyet
olan Kaaf, yüz otuz iki âyet olan Sâffât, altmış âyetlik Rûm, doksan sekiz âyetlik Hac
ve Kur'an-ı Kerim'in en kısa surelerini okuyarak kıldırdığına dâir rivayetler de vardır.
Demek ki Hz. Peygamber zaman ve şartların durumuna göre değişik uzunlukta sûreler
okuyarak sabah namazını kıldırmıştır. Ancak çoğunlukla Efendimizin uzun sûreler

[441

okuduğu bir gerçektir.
Bazı Hükümler

1. Namazları ilk vakitlerinde kılmak efdaldır.

2. Yatsı namazını gecenin ilk üçte bin veya yansına kadar te'hir etmek caizdir.

3. Yatsı namazından evvel uyumak ve maslahat olmadığı takdirde namazdan sonra



konuşmak mekruhtur.

145]

4. Hz. Peygamber sabah namazında kıraati uzun tutardı.



4. Öğle Namazının Vakti

399. ...Câbir b. Abdillâh (r.a.) şöyle demiştir:Ben öğle namazını Resûlullah (s. a.) İle
birlikte kılar, elimle serinlemesi için bir avuç çakıl taşı alır, (secdede)alnım(ı

1461

koyacağım yer)e kor, sıcağın şiddetinden (dolayı onların) üzerine secde ederdim.
Açıklama

Hattâbî: "Bu hadiste fıkıh olarak şunlar vardır" der:

a. Öğle namazını kılmakta acele etmek.

b. Secde ancak alnın üzerine yapılır. Çünkü eğer giydiği elbise üzerine veya sadece
burnu üzerine secde caiz olsaydı, Câbir avucuna çakıl almaz ve buna ihtiyaç da
hissetmezdi.

c. Az bir amel namazı bozmaz.

Hadis, ilk bakışta Hattâbî'nin de işaret ettiği gibi, öğle namazım kılmakta acele
etmenin Efendimiz devrinde carî olduğunu göstermektedir. Bu durumda, bu hadis ile,
sıcak günlerde öğle namazım serin vakte bırakmayı tavsiye eden hadisler arasında bir
ihtilâf göze çarpmaktadır. O halde Aska-Iânî'nin dediği gibi ya namazı serin vakte
bırakmak bir ruhsattır veya öğleyi kılmakta acele etmeyi teşvik eden hadîsler serin
vakte bırakmayı emreden hadisler ile neshedilmiştir. Hanefîlerden Tahâvî bu
görüştedir. Askalânî bunlardan daha güzel bir yaklaşım olarak bir üçüncü te'vilde daha
bulunur ki, o da şudur: Namaz ilk vaktinde kılmmayıp serin vakte bırakılırsa dahi, ye-
rin hararetinin şiddeti devam eder. Çünkü kumun sıcaklığı akşama kadar
soğumayabilir. Öyle olunca Hz. Câbir'in bu namazı aslında ortalık serinlediği halde
yer yüzü hâlâ sıcakken kalmış ve üzerine alnını koymak için eline çakıl taşları almış
olması mümkündür.

Bu hadisten Hattâbî'nin dediği gibi elbise üzerine secde etmenin caiz olmayacağına
delil getirmek mantıkî bir hüküm olabilir. Ancak, Buhârî ve Müslim'de ashâb-ı
kiramın elbiselerinin bir ucu üzerine sedce ettiklerini haber veren açık rivayetler
vardır. Üstelik Câbir'in elbisesi üzerine secde etmemesi, onun caiz olmayışından değil,
elbisesinin buna müsait olmayışından olabilir. O halde cübbe veya palto gibi bir

1471

elbisenin eteği üzerine secde etmeyi men'eden bir şey yoktur.
Bazı Hükümler

1. Hadis öğle namazını kılmakta acele edilmesini istemektedir.

2. Namaz esnasında herhangi bir zararı, namaz harici bir fiille izâle etmek caizdir.

3. Az bir meşgale namazı bozmaz.

4. Meşakkatle de olsa, namaz kılmayı terk etmek caiz değildir.

1481

5. Namazda huşûa mâni olabilecek şeyleri gidermek lâzımdır.



400. ...Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)den, şöyle demiştir: Resülullah (s.a.)'m (öğle)
namazını (zevalden sonraya bırakma) müddeti, (insanın gölgesi) yazın, üç ayaktan beş

[491

ayağa, kışın da beş ayaktan yedi ayağa varıncaya kadardır.
Açıklama

Hadis-i şerif, öğle namazının vaktini tayinde gayet pratik bir yol tayin etmektedir,
işaret edilen bu vakit namazın

giriş vakti değil, Hz. Peygamber'ir ilk vaktinden geciktirerek kıldığına delildir. Buna
göre Peygar ıiz öğle namazını yazın zevalden sonra bir insanın gölgesi ken ayak,
yazın en şiddetli olduğu aylarda da beş ayak oluncaya ka di. Kışın ilk günlerinde
gölge beş ayak, tam kış ortasında ise y aya kadar te'hir ederdi. Aşağıdaki bilgileri
Dehlevî vermektedir.

"Bu, iklim ve bölgelere göre eydir. Her tarafta aynı ölçüde olmaz. Çünkü gölgenin
uzayıp kısalmasının sebebi güneşin yüksekliğinin azalıp çoğalması ile alâkalıdır.
Güneş yüksek ve kendi mecrasına yakın olduğunda gölge kısa, aksi halde de gölge
uzundur.

"Bundan dolayı kışın gölge dâima yazdan daha uzundur. Bu her yerde böyledir. Hz.
Peygamber namazı Mekke ve Medine'de kılmıştır. Buradaki iklimin ikinci dilim iklimi
olduğunu biliyoruz. Buralarda, denildiğine göre, gölge yazın başında ağustos ayında
öğle vakti üç ayaktan biraz fazladır. Buna göre Hz. Peygamber havaların sıcağı
şiddetlendiği zaman öğleyi daha çok mûtad vaktinden geciktirirdi. Bu esnada gölge
beş ayak kadar olurdu..."

Bu ifâdelerden anlaşılıyor ki; gö' i ayaklarla ölçerek yapılacak vakit tayininde
dünyanın her tarafı aynı ile kayıtlanamaz.

Burada dikkat çekebileceğimiz nokta şudur; yukarıda işaret edildiği gibi, Hz.
Peygamber bilhassa havalar sıcak olduğunda öğle namazını, hemen kılmamış,

mm

ortalığın serinlemesini beklemiştir.
Bazı Hükümler

1. Öğle namazını serin vakte kadar te'hir meşrudur.

2. Namaz vakitlerini, gölgeye bakarak tayın caizdir.

1511

3. Gölge uzunluğu vaktin tayininde her mevsimde aynı değildir.

401. ...Ebû Zer (r.a.) şöyle demiştir:

Biz Resülullah (s.a.) ile beraberdik. Müezzin öğle ezanını okumak istedi. Fakat
Resülullah (s.a.);
"Serinliğe bırak" buyurdu.

Biraz sonra müezzin yine ezanı okumak istedi. Efendimiz (s.a.) biz tepeciklerin
gölgesini görünceye kadar iki veya üç defa;

"Serinliğe bırak, şüphesiz sıcağın şiddeti cehennemin kükremesindendir. Sıcak



152]

şiddetlendiği zaman namazı serinliğe bırakınız" buyurdu.



Açıklama

"ibrâd", Hattâbî'nin bildirdiğine göre, "sıcağın öğle vaktindeki şiddetinin kırılmasıdır.
Çünkü öğle vaktindeki şiddetli sıcağa nisbetle sıcağın biraz kırılması soğumak sayılır.
Öğle namazını serinliğe bırakmaktan maksat, akşam serinliğine bırakmak değildir.
Çünkü bu şekildeki bir anlayış bütün imamların görüşlerinden dışa çıkma yi gerektirir.
Kadı Iyâd'm beyânına göre, ashabın tepeciklerin gölgelerini görmeleri, namazı
geciktirme sürelerinin uzunluğunu gösterir. Zira küçük tepelerin gölgesi, ancak güneş
iyice yıkılıp gölge uzadıktan sonra mümkün olabilir. Dik olarak dikilmiş şeylerin
gölgesi ise, gölgenin en kısa olduğu anlarda bile görülebilir.

Ulemâ öğle namazını serinliğe bırakmanın süresinde görüş birliğinde değildirler.
Bazıları gölge zeval gölgesinden sonra bir Zira, bazıları boyun bir katı, üçte biri,
bazıları da yarısı oluncaya kadar te'hir edilir demişlerdir.

Namazı bu şekilde geciktirmenin meşru oluşunun illeti, Efendimizin tabiriyle "sıcağın
şiddetinin, cehennemini kiikremesi" olduğundan dolayıdır. Ulemâ, Cehennem' in
kükremesi hususunda iki değişik görüş beyân etmiştir:

1. Bu bir teşbih ve temsildir. Yani öğle vaktinin sıcağı cehennemin kükremesi gibi
şiddetli olur.

2. Bu söz hakiki manasında kullanılmıştır. Öğle vaktindeki şiddetli sıcak cehennemin
kükremesinin tesiri iledir. Nevevî, bu görüşü savunanlardandır.

Öğle namazının ortalık serinleyinceye kadar te'hir edilmesinin hikmetinin ne
olduğunda da ihtilâf edilmiştir. Bir kısım ulemâya göre, geciktirme meşakkati
defetmek içindir. Çünkü sıcak, huşuâ mânidir. Diğer bazılarına göre sıcağın
şiddetlendiği bu vaktin, azabın yayılma vakti olmasıdır. Bu görüşü destekler mahiyette
hadis de vardır.

Ancak burada şöyle bir soru hatıra gelebilir:

Namaz rahmete sebeptir, onu kılmak azabın define vesiledir. Dolayısıyle böyle bir
zamanda namazı terk etmek değil de, azabı def için namaz kılmak daha muvafık
olmaz mı? Hz. Peygamber niçin bu vakitte namazı terketmeyi emretmiştir?
Bu soruya Ebu'l-Feth el-Yâ'murî şu cevabı vermiştir:

Tâ'lil şeriat sahibi tarafından gelmişse mânâsı anlaşılmasa bile kabulü gerekir. Burada
namazı serinliğe bırakmaktaki hikmeti bizzat Peygamber (s. a.) haber vermiştir.
Öyleyse nedenini araştırmak lüzumsuzdur.

Hadis-i şerifin zahiri öğle namazını serinletmenin vacip olduğuna delâlet eder. Kadı
Iyad'm bildirdiğine göre ulemânın bazıları bu görüştedir.

Cumhura göre buradaki emir, nedbe hamledilir. Sıcak günlerde namazı serin vakte
kadar te'hir menduptur. Hanefîlerden Hidâye sahibi el-Merğinanî; "Öğle namazını yaz
günlerinde serinliğe bırakmak, kışın ise, ilk vakitte kılmak müstehabtır" der.
Cumhurun görüşü de budur.

Nesâî'nin Enes'ten rivayet ettiği: "Peygamber (s. a.) sıcak olduğu zaman öğleyi serin
vakte bırakır, serin günlerde de acele ederdi" mealindeki hadis bu görüşü takviye
etmektedir.

Üzerinde durduğumuz hükmün sadece cemaate mi mahsus, yoksa münferid kılanlara
da şâmil mi olduğu konusu ihtilaflıdır. Hadisin zahirine göre cemaatle,münferid kılan



arasında fark yoktur. Ahmed, İshâk, İbn Mımzir ve Kûfeliler bu görüşü
benimsemişlerdir.

Mâlikîlerin çoğunluğu münferid için namazı ilk vaktinde kılmanın efdal olduğunu
söylerler.

İmam Şafiî'ye göre bu hüküm, sıcak bölgelere ve cemaat mescide uzaktan geldiği
durumlara mahsustur. Toplu halde olurlarsa veya camiye gölgeden gelme imkânları
varsa, ilk vaktinde kılmak efdaldır. Ancak hadisin zahiri bu anlayışa pek müsait
değildir.

Bu ve bundan evvelki bâbdaki hadislerin şerhinde de yeri geldikçe temas edildiği gibi,
bu hadisin ifâde ettiği hükmün tam zıddmı ifâde eden ve öğle namazını ilk vaktinde
kılmayı tavsiye eden hadisler de vardır. Hadisler arasındaki bu ihtilafı telif veya te'vil
bakımından ulemâ çok ve çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Daha önce bunların bir

[53]

kısmına işaret edildiği için burada birşey eklemeye lüzum görülmemiştir.
Bazı Hükümler

1. Sıcağın şiddetli olduğu günlerde öğle namazı ezanını ortalık sennleyrnceye kadar
geciktirmek meşrudur.

[54]

2. Bir soruya cevap veren kişi o cevabın hikmetini de beyân etmelidir.

402. ...Ebû Hureyre (r.a.) Peygamber (s.a.)uı şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

[55]

"Sıcak şiddetlendiği zaman namazı serinliğe bırakınız"

İbn Mevheb, (rivayetinde Efendimizin sözünü naklederken) yerine kelimesini
kullanmış ve:

[56]

"Muhakkak sıcağın şiddeti cehennemin kükremesindendir" dediğini ilâve etmiştir.

[57]

403. ...Câbirb. Semure (r.a.):

"Bilâl (r.a.) öğle ezanını güneş (batıya) yıkıldığı (yöneldiği) zaman okurdu" demiştir.
[58]

Açıklama

Hadis-i şerifin Müslim'deki rivayeti, "Resûlullah (s. a.) öğle namazını güneş yıkıldığı
zaman kılardı" şeklindedir.

Nevevî bu hadis hakkında "Bunda öğle namazını ilk vaktinde kılmanın müstehap
olduğuna delâlet vardır. İmanı Şafiî ve cumhur bu görüştedir" demiştir.
Aynî ise, bu hadisin, Nevevî'nin dediği mânâya delâlet etmediğini söyleyerek, "Çünkü
onun serinliğe bırakıldığını bildiren hadisler Efendimizin öğleyi güneş batıya
yıkıldıktan sonra kıldığını Ltasdik eder" demiştir.

Bu anlayışa göre bu hadis ile bundan öncekiler arasında herhangi bir zıddiyet



1591

kalmamaktadır.



5. İkindi Namazının Vakti

Bu bâb Peygamber (s.a.)in ikindi namazını kıldığı vakti beyân eden hadisleri ihtiva

mm

etmektedir.

404. ...Enes b. Mâlik (r.a.) haber vermiştir ki; Peygamber (s. a.) ikindi namazını güneş
beyaz (parlak), yüksek ve dipdiri iken kılardı. Ve (Namazdan sonra) Avâliye giden

[61]

kimse güneş daha yüksek(te) iken oraya varırdı.
Açıklama

Avâlî, Aliye kelimesinin çoğulu olup yüksek yaylalar mana-sma gelir. Burada murad,
Medine'nin Necid tarafına düşen köylerinin adıdır. Bu köylerin Medine'ye olan
uzaklığı hakkında değişik rivayetler vardır. Ebû Davud'un Zûhrî'den yaptığı rivayete
göre iki-üç veya dört mil, Dârakutnî'nin rivayetinde altı mildir. Bu mesafenin üç dört
mil olduğuna dair başka rivayetler de vardır. Kadı Iyâz bu köylerin Medine'ye en uzak
olanının sekiz mü olduğunu, İbn Esîr de en yakınının dört, en uzağının sekiz mil
olduğunu söyler.

Bu farklı rivayetlerden anlaşılıyor ki, bu köylerin Medine'ye en yakın olanı iki, en
uzak olanı da sekiz mil mesafededir. Üç dört ve altı mil olduğuna dâir rivayetler
değişik köylerin Medine'ye olan uzaklığına göredir.

Hadis-i şerifdeki güneşin dipdiri olmasından maksat 406 numaralı rivayette ifâde
edildiğine göre, ısısının devamıdır. Beyazlık ve yüksek oluşu da güneşin henüz tam
olarak batmaya yüz tutmadığını gösterir.

Hadisin Nesâî ve Müslim'dek i bir rivayetinde Avâlî tabiri yerine Kubâ kelimesi
kullanılmıştır.

Hadisin zahiri ikindi namazını kılmakta acele etmenin müstehap olduğuna delâlet
etmektedir. Ayrıca bu ikindi namazının vaktinin, bir şeyin gölgesi kendisi kadar
olduğunu söyleyenlerin görüşünü te'yid etmektedir. Çünkü gölge iki misli olduktan
sonra bir kimsenin namazı kılıp yukarıda ifâde edilen mesafelere güneş dipdiri iken
varabilmesi hemen hemen mümkün değildir. Cumhurun ve bu meyânda İmam Ebû
Yûsuf ile İmam Muhammed'in bu görüşte oldukları Cebrâil aleyhisselâmin imameti
ile ilgili hadiste ifâde edilmişti.Hatırlanacağı üzere İmamAzam'a göre ikindi
namazının vakti,her şeyin gölgesi iki misli olduğu zaman girer. İmam-ı Azam,
görüşüne Resûlül-lah (s.a.)'m öğleyi serinliğe bırakmayı tavsiye eden hadislerini delil
almıştır. Çünkü eşyanın gölgesi iki misline varmadan önce, ortalığın serinlemesi
mümkün değildir. Bu mütâleaya buridan evvelki babda rivayet edilen ve öğleyi
tepeciklerin gölgesini gördüklerinde kıldıklarını ifâde eden Ebû Zer hadisi ile itiraz
edilmektedir. Fakat bu itiraza şu cevap verilebilir: Küçük tepelerin gölgesi
görününceye kadar, dikili şeylerin gölgesi boylarının iki misli olabilir.
İmam Âzam'm ikindi konusunda ilk görüşünden cumhurun görüşüne döndüğünü



162]

söyleyen fakihler de vardır.



405. ...Zuhrî şöyle demiştir:

Avâlî iki veya üç mil (mesafedendir. (Mâ'mer b. Raşid) dedi ki:

[631

Zuhrî'nin "veya dört mil" dediğini zannediyorum.
Açıklama

Müellif bu rivayeti, Enes hadisindeki Avalî'nin Medine'ye olan uzaklığını tesbit için

£641

zikretmiştir. Önceki hadiste konu hakkında tafsilât verilmiştir.

406. ...Hayseme (b.Abdurrahman) şöyle demiştir: "Güneşin dipdiri olması, hararetini

1651

hissetmendir."
Açıklama

Bu rivayetin zikredilmesindeki maksat 404 no'lu Enes hadisindeki "güneş dipdiri

[661

iken..." ifadesini açıklamaktır.

407. ...Aişe (r.anha)nm haber verdiğine göre: Resûlüllah (s. a.) ikindiyi güneş,
kendisinin odasında iken, henüz (ışığı) yükselmeden (odadan çıkıp gölge yayılmadan)

1671

kılardı.
Açıklama

Hadis-i şerifin Müslim'deki bir rivayetinde "güneş henüz yükselmeden ibaresinin
yerinde, gölge odasına yayılmadan" ibaresi yer almaktadır. Bir başka rivayette ise,
bizzat Hz. Aişe'in ifadesiyle "güneş odamda iken..." şeklindedir.
İkindi namazım edada acele etmenin daha efdal olduğunu söyleyen ulemâ bu hadis-i
şerifi de delilleri arasına almakta ve "Efendimizin hanımlarının odaları dardı ve
Medine'nin alçak bir yerinde idi. Bu yüzden güneş erkenden onların odalarından çıkar
ve gölge yayılırdı" demektedirler. İmam Şafiî, Hattâbî ve Nevevî bu görüş
sahiblerindendir.

Hanefî âlimlerinden Tahâvî ise, bu mütalaaya itiraz ederek bu rivayetin ikindiyi ta'cile
delil olamayacağını, çünkü Hz. Aişe'in odasının duvarlannm engin olma ihtimâlinden
dolayı güneşin, batacağına yakın bir zamana kadar odaya girebileceğini söyler.
Ancak Tahâvî'nin söyledikleri oda geniş olduğu takdirde düşünülebilir. Oysa yukarıda
da ifâde edildiği gibi Efendimizin hanımlarının odaları dar olduğu müşâhade ile

[681 '

sabittir. Tabiatıyla böyle odalarda da güneş ancak yüksekte iken kalır.



{69}

408. ...Ali b. Şeybân (r.a.)dan şöyle demiştir: "Medine'ye Resûlullah (s.a.)m

[701

yanma geldik. İkindiyi güneş, beyaz ve parlak olduğu müddetçe te'hir ediyordu."
Açıklama

Bu hadis-i şerif, "ikindinin vakti gölge iki misli olduğu zamandır" diyen İmam
Azam'm görüşünün delillerindendir.Kurtubî, İmam Azam'm bu görüşü için, "Ebû
Hanîfe'ye bu konuda arkadaşları bile muvafakat etmemiştir" der. Buna karşılık Aynî,
"Ebû Hanîfe'nin görüşü hadise dayanıyorsa, başkalarının muvafakat etmemesi hiç
önemli değildir. Bu hadis imamın görüşünün delillerindendir. Ayrıca Câbir (r.a.)'in
rivayet ettiği, "Resûlullah ikindiyi her şeyin gölgesi iki misli olun-caja kadar te'hir
ederdi" mealindeki hadis de Ebû Hanîfe'nin görüşünün hadisten kaynaklandığını
göstermektedir..." der.

Aslında ikindinin vakti, her şeyin gölgesi bir misli veya iki misli olduğunda girdiğini
söyleyen görüş sahiplerinin hepsinin de hadisten dayanakları vardır. Ne var ki her
görüş sahibi görüşlerine karşı görünen hadisleri hükme esas teşkil edecek derecede
sağlam bulmamış olacaklar ki, ortaya farklı mezhepler çıkmıştır. Zaten ikindinin
eşyanın gölgesi iki misli olduğunda kılınamayacağını söyleyen hiç bir âlim yoktur. Şu
da var ki cumhur, bu namazı ilk vaktinde kılmanın daha efdal olduğunu
söylemektedir. Buna göre Hz. Peygamberin ikindi namazını her iki vakitte de kıldığı



vâriddir. Ancak hangi vaktin efdal, hangisinin ruhsat olduğu ihtilaflıdır.

409. ...Ali(r.a.)den demiştir ki; Peygamber (s. a.) Hendek günü,

"Bizi orta namazından (yani) ikindi namazından alıkoydular. Allah (da) onların

1721

evlerine ve kabirlerine ateş doldursun" buyurdu.
Açıklama

Hadisin Müslim'deki rivayetinde kelimesinin yerinde ifadesi yer almaktadır; ve her
ikisi de aynı manaya gelmektedir.

Hadis-i şerifin metninden de anlaşılacağı üzere Hz. Peygamberin müşriklere bedduada
bulunmasının sebebi Hendek Savaşında müslümanları meşgul edip ikindi namazını
kılmalarına fırsat vermemeleridir.

Hendek Savaşı, bazı rivayetlere göre hicretin dördüncü senesi Şevval ayında,
bazılarına göre ise, Hicretin beşinci Senesi Zülka'de ayında cereyan etmiştir. Kureyş
ve Gatafân müşrikleri ile Yahudiler müşterek olarak müslümanlarla savaştıkları için
bu savaşa Ahzâb Savaşı da denilir. Hendek savaşı denilmesine sebep de, İran asıllı
olan Selmân-i Fârisî (r.a'.)nin fikri ile Medine'nin etrafına hendek kazılarak müdafaa
edilmesidir. Bu savaşta Müslümanların adedi üç bin müşriklerin sayısı ise on veya on
iki bin kişi idi. Yirmi dört gün karşılıklı ok atışından sonra, Resulüllah'm kullandığı
bir casus vasıtasıyla düşman kuvvetlerinin araları açılmış nihayet şiddetli bir fırtına
çıkıp müşriklerin ağırlıklarını uçurunca müşrikler gerisin geri dönüp gitmek zorunda
kalmışlardır. Bu savaşta müslümanlar altı şehid, müşrikler de üç ölü vermişlerdir.



Harbin tafsilatı siyer kitaplarında mevcuttur.

Bu hadis, salat-ı vustâ'ya ikindi namazı diyenlerin görüşlerini takviye etmektedir.
Aynî: "Salat-ı vustâ hakkında ulema ihtilaf etmiştir. Cumhura göre o, ikindi
namazıdır. İbn Mes'ûd, Ebû Hureyre, Hanefi mezhebinin sahih görüşü, Ahmed b.
Hanbel ve Şâfiîlerin ekserisinin mezhebi budur" demiştir.
Bu konuda diğer bazı âlimlerin söyledikleri de şöyledir:

Nevevî: "Salat-ı vustâ'nm ikindi namazı oluşu, sahabilerin âlimlerinin çoğunluğunun
görüşüdür."

Mâverdî: "Bu tâbiOnun cumhurunun görüşüdür."

İbn Abdilberr: "Bu -' f i eserin çoğunluğunun görüşüdür. Mâli kilerden İbn Hubeyb,
İbn Arabî v ibn Atıyye de bu fikri paylaşmaktadırlar. Hafız ed-Dimyâtî bu konuda, '
Iteşfü'l-Muğattâ ani's-Salatı-l-Vusta" adında bir kitap telif etmiş ve orada on dokuz
görüş zikretmiştir:

1. Sabah namazıdır,

2. Öğle namazıdır, Ebû Hanife bir rivayette bu görüştedir.

3. İkindi namazıdır.

4. Akşam namazıdır. Çünkü bu namaz seferde kısaltılamaz ve kendisinden evvel
kıraati gizli, sonra da kıraati cehrî ikişer namaz vardır.

5. Bütün namazlardır.

6. Cuma namazıdır,

7. Cuma günü cuma, sair günler öğle namazıdır.

8. Yatsı namazıdır. Çünkü o, seferde kısaltılmayan iki namaz (akşam ve sabah
namazları) arasındadır.

9. Sabah ve yatsı namazlarıdır.

10. Sabah ve ikindidir.

11. Cemaatle kılman namazdır.

12. Vitir namazıdır.

13. Korku namazıdır (Salatü'I-havf).

14. Kurban bayramı n'amazıdır.

15. Ramazan bayramı namazıdır.

16. Kuşluk namazıdır.

17. Beş vakit namazdan herhangi biridir.

18. Sabah veya ikindidir.

19. Hangi namaz olduğu bilinemez.

Yirminci olarak da "gece namazıdır" diyenler olmuştur.

Görüldüğü üzere salât-ı vustânm hangisi olduğu konusunda hayli ihtilâf vardır. Ancak
bu görüşler içerisinde en çok taraftar toplayanı yukarıda da işaret edildiği gibi ikindi
namazı olduğudur.

Bu savaşta Hz. Peygamberin korku namazı kılmayıp da ikindiyi terketmelerine sebep,
o zaman korku namazının henüz meşru kılınmamış olmasıdır.
Bu hadisin bâb ile alâkası şu olsa gerektir:

Efendimiz: "Bizi orta namazından -ikindi namazından- alıkoydular" buyurmuştur.
Namazdan alıkoyma, vaktin geçilmesini gerektirir. Bu da ancak .namaz için giriş ve

[731

çıkış zamanlan belli bir vaktin olması ile mümkündür.



Bazı Hükümler



1. Kâfirlerin dünyada müslümanlara ezâ vermeleri mümkündür.

2. Bazı beşeri arazların Peygamberlerin başına gelmesi de caizdir.

3. Zâlimler için zulmüne uygun olarak beddua etmek caizdir. Çünkü Hz. Peygamber
kâfirlerin dünyada evlerine, âhirette de kabirlerine ateş doldurması için Allah'a duâ
etmiş, yalvarmıştır.

4. Vustâ (orta) namazı, büyük ihtimalle ikindi namazıdır.

5. Resûlüllah (s. a.) ve ashabı ikindi namazını vaktinden geriye bırakmışlardır. Ancak
bu korku namazı meşru olmadan evvel olmuştur. Bugün için, harb sebebiyle namazı

te'hir etmek caiz değildir. Böyle bir durumda korku namazı kılınır.

175]

410. ...Aişe (r.anhâ)nm azatlısı Ebû Yûnus şöyle demiştir:

Aişe (r.anhâ) kendisi için bir mushaf yazmamı emretti ve, "Namazlara ve orta

IM

namazına devam edin" âyetine gelince bana haber ver dedi. Ben de o âyete
varınca kendisine haber verdim.Bana o âyeti "Namazlara, orta namazına ve ikindi
namazına devam edin, Allah için tevazu halinde namaz küm" şeklinde yazdırdı. Sonra
da:

£771

"Ben bunu Resûlüllah salellahü aleyhi veseİlem'den duydum" dedi.
Açıklama

Hz. Aişe'nin Bakara Sûresi'nin 238. âyeti kerimesini mütevâtir rivayetlerin hilâfına
"El- Vustâ" kelimesinden sonra, "Salatu'l-Asr" lâfzını illave ederek yazdırması, orta
namazının ikindi namazı olmadığını gösterir. Çünkü atıf muğayereti gerektirir. Yani
matufla mâtûfun aleyhin ayrı ayrı şeyler olması gerekir.

Bu iki tâbir (salatü'l-Vusta ve Salatü'l-Asr) arasındaki "vav"ı atıf edatı değil de tefsir
kabul etmek de mümkündür. Buna göre, orta namazından maksadın, ikindi namazı
olduğu manası çıkar, böylece önceki hadisle bu hadis arasında ihtilâf kalmamış olur.
Yukarıda da işaret edildiği gibi Hz. Aişe'in yazdırdığı bu şekiî şazdır. Bu bakımdan
itibar edilmez. Hz. Aişe (r.anha)nm bunu, tefsir maksadı ile yazdırmış olması
ihtimali olduğu gibi neshedilmiş olması da muhtemeldir.

Bu hadisin bâb ile alâkası, ikindiyi muhafazayı emretmenin, onun belli bir vaktinin

[78]

olmasını gerektirmesi yönündendir.

1791

411. ...Zeyd b. Sabit (r.a.)den demiştir ki; Resûlüllah (s.a.) öğle namazını,
zevalden hemen sonra kıldırırdı. Ashabma ondan daha meşakkatli hiçbir namaz
kıldırmadı.

"Namazlara ve orta namazına devam ediniz" âyeti inince, Efendimiz:

[801

"Ondan önce iki namaz ve sonra iki namaz vardır" buyurdu.



Açıklama



Hadis-i şerifin zâhiri,orta namazının öğle namazı olduğu intibaını vermektedir. Çünkü
Zeyd b.Sâbit(r.a.)m ifâdesine göre, orta namazına delâlet eden âyet-i kerimenin nüzul
sebebi, ashâb-ı kirama sıcağın şiddetinden dolayı öğle namazını kılmanın meşakkatli
olmasıdır. Cenabı Allah, meşakkatine mebni öğleyi terketmemeleri için, namazlara
devam emrinin yanında orta namazını hususen zikretmiştir. Buna göre orta
namazından evvelki iki namaz, yatsı ve sabah sonrakiler de ikindi ve akşamdır.
Ancak, bu görüş Zeyd bin Sâbit'in zannından neş'et eden bir içtihadı olsa gerektir.
Çünkü , orta namazının ikindi namazı olduğuna delâlet eden daha sarih nasslar
mevcuttur. Bundan önceki hadislerin izahında da ifâde edildiği üzere, ulemânın

[811

çoğunluğu orta namazının ikindi namazı olduğunda birleşirler.
Bazı Hükümler

1. Öğle namazı ilk vaktinde kılınmalıdır.

[82]

2. Bu hadise göre orta namazı, öğle namazıdır.

412. ...Ebû Hureyre (r.a.)den; demiştir ki:
Peygamber (s. a.) şöyle buyurdu:

"Kim güneş batmadan önce ikindiden bir rek'ata yetişirse, (ikindi namazına) yetişmiş
olur. Kim de güneş doğmadan önce sabah (namazından bir rek'ata yetişirse (sabaha)

£831

yetişmiş sayılır."
Açıklama

Bu hadis-i şerif, bazı farklı lâfızlarla Kütüb-ü Sitte'nin tamamında mevcuttur. Buhârî
ve Müslim'in bir rivayetinde "kim bir rekâta yetişirse" lâfzı yerine "kira bir secdesine
yetişirse" şeklindedir. Buhârî'nin rivayetinde ayrıca "yetişmiş sayılır" ifâdesinin yerine
"namazını tamamlasm"ifâdesi yer almıştır.

Hadis-i şerif güneş batmadan önce ikindinin veya güneş doğmadan sabahın birer
rekk'atine yetişen bir kimsenin bu vakitlerini idrâk etmiş olacağına işaret etmektedir.
Bununla beraber ikindi konusunda bütün ulemâ hemfikirdir. Yani bir kimse ikindi
namazının bir rek'atini kıldıktan sonra güneş batıverse, namazı bozulmaz, o namazın
tamamlanması gerekir.

Sabah namazı ile ilgili yönü ise ihtilaflıdır. İmam Şafiî, İmam Mâlik ve Ahmed b.
Hanbel'e göre, hüküm aynen ikindi gibidir. Yani sabah namazının bir rek'atini
kıldıktan sonra güneş doğarsa, namaza devam etmek gerekir.

İmam Azam ise, sabah namazı kılınırken güneşin doğması hâlinde namazın bâtıl
olacağı görüşündedir.

Muhalifleri bu hadis-i şerifi İmam Azam aleyhine delil göstermişlerdir. Buharî şârihi
Aynî, bu şekildeki bir itirazı reddederek İmam Azam'm haklı olduğunu isbat için aklî
ve naklî bir takım deliller ibraz ettikten sonra bu hadis hakkında şöyle der:
"Üzerinde durduğumuz hadise gelince, Tahâvî'nin dediği gibi, buradaki yetişmeden



murat, güneş doğmadan önce bir rekat kılabilecek kadar bir vakit varken, bir çocuk
bulûğa ererse, kâfir müslüman olursa, haytzlı kadın temizlenirse veya deli kendine
gelirse, sabah namazına yetişmiş sayılır. Nitekim hadiste namazdan bahsedilmemekte
"yetişmek" tâbiri kullanılmaktadır. O halde yukarıda zikri geçen kimseler sabah
namazının bir rekatini edâ edebilecek kadar bir zamana yetişirlerse, o namazı kaza
etmeleri kendilerine farz olur."

Yukarıda Buhârî'de farklı bir rivâyat olarak işârat edilen ve Ebû Hureyre'nin
naklettiği:

"Sizden biriniz, güneş batmadan önce ikindinin bir rek' atine yetişirse, namazını
tamamlasın. Güneş doğmadan önce de sabah namazının bir rekatına yetişirse,
namazını tamamlasın" mealindeki hadis, açıkça güneş doğduktan sonra sabah
namazına devam edileceğini göstermektedir.

Görüldüğü gibi bu rivayet ilk bakışta İmam Azam'm aleyhine sarih bir delildir. Fakat
güneş doğarken namaz kılmanın haram olduğunu bildiren hadisler mütevâtir
derecesindedir. Bu esnada namazın mubah olduğuna delâlet eden hadisler ise, bu
tevatür derecesinde değildir. "Bir şeyi haram kılan delillerle, mubah kılan de£2«jr bir
araya gelince, haram kılan delil tercih edilir" kaidesince güneş doğarken namaz
kılmayı mubah gören hadislerin neshedil-miş olduğunu kabul etmek gerekir.
Haneliler, ikindi vaktinin güneş batmcaya kadar devam ettiğine bu hadisi delil kabul
ederler. Çünkü bir veya iki rekata yetişen kimse o namaza yetişmiş sayılacağına göre o
vakit ikindinin vakti olmuş olur. Nitekim, güneş batmazdan hemen evvel bir çocuk
baliğ olsa, kâfir müslüman olsa, hayızlı temizlense veya deli kendisine gelse,
kendilerine ikindi farz olur. Şayet bu esnada ikindi vakti çıkmış olsaydı, bunlara
namazın farz olmaması gerekirdi. İmam Züfer'e göre ise, ikindi namazını kılacak
kadar bir vakit bulamayan (o mezkûr) kimselere bu namazın kazası lâzım gelmez.
Güneş doğmadan önce namaza, bir rekat kılabilecek zamandan daha az, meselâ bir
iftitah tekbiri, alacak kadar bir müddette yetişen kimse için Hanefılerde hüküm
aynıdır.

İmam Züfer'e göre namaz farz olmaz. İmam Şafiî'den iki görüş rivayet edilmiştir. Esah

olana göre bu durumdaki kimsenin namazı kaza etmesi lâzımdır.

Cuma namazına yetişme konusu da ihtilâlflıdır. İmam Mâlik, Sevrî, Ev-zaî, Ley s,

İmam Şafiî, İmam Ahmed, İmam Züfer ve Muhammed'e göre, Cuma namazmmm bir

rekatine yetişen kimse, diğer rekati de kılarak namazı tamamlamalıdır.

İbrahim en-Nehaî, Hakem, Hammâd, Ebü Hanîfe ve Ebû Yûsuf a göre ise, cuma

namazına imam selam vermeden yetişen kimse imam selâm verdikten sonra kalkıp o

[841

iki rekati kılar.
Bazı Hükümler

1. Vakit çıkmadan önce bir rekatı kılman ve kalanına vakit çıktıktan sonra devam
edilen namaz edadır.

2. Vakit çıkmadan önce bir rekat edâ edebilecek kadar vakit varken kendisinden

[851

namazı iskat eden özür zail olan kimseye bu namaz farz olur.
413. ...Alâ b. Abdurrahman şöyle demiştir:



Öğle namazını kıldıktan sonra Enes b. Mâlik' in yanma girdik. Enes kalktı ve ikindi

£861

namazım kıldı. Namazını bitirince namazı erken kıldığını söyledik -yahut o
söyledi- Bunun üzerine Enes şu cevâbı verdi:

Resûlüllah (s.a.)i Bu (güneş sararmcaya kadar geciktirilen ikindi namazı) münafıkların
namazıdır; bu münafıkların namazıdır, bu münafıkların namazıdır. Onlardan biri

[871

güneş sararıp şeytanın boynuzları arasına -veya boynuzları üzerine- girinceye
kadar oturur. (Sonra) kalkar ve (kuşun yem gagaladığı gibi) dört rekât namaz kılar. O

[881

namazda Allah'ı çok az zikreder" derken işittim.
Açıklama

Hadisin, Resûlüllah (s.a.)m sözüne kadarki kısmının Müslim'deki rivayeti şu
şekildedir:

"Alâ (öğle namazından çıktıktan sonra) Basra'daki evinde Enes b. Mâlikin yanma
girdi. Enes'in evi Mescid'in yakınında idi. Alâ dedi ki: Enes'in yanma girdiğimizde,
"ikindiyi kıldınız mı?" diye sordu. "Öğleden henüz çıktık" dedik. "Kalkın ve ikindiyi
küm" dedi."

Hadiste zikri geçen "güneşin şeytanın boynuzları arasına girmesi"nden' maksadın ne
olduğu hususunda Hattâbî beş ayrı görüş nakletmiştir. Nevevî de bu konudaki bazı
görüşlere işaret etmiş ve esah olanın, terkibin hakiki mânâsında kullanılmış olmasıdır,
demiştir.

Şu var ki bundan muradm, ikindiyi geciktirmenin, şeytanın süslemesi ve gayreti ile
olmasıdır. Şeytanın namazı vaktinde kılmayı engellemesi, boynuzlu hayvanın
müdafaasına benzemesi yönünden bir temsil olması daha uygun olmalıdır.
"Dört rekatı gagalamamda tâdil-i erkânına ve huşuuna riâyet etmeden sür'atle yatıp
kalkmadan kinayedir. Bu şekilde namaz kılan kişinin alelade inip kalkması, tavuğun
yem yemesine benzetilmiştir. İkindi namazında sekiz tane secde olduğu halde, "dört
gagalama"ile ifade edilmesi, her iki secdenin bir rekat itibar edilmesi sebebiyledir.
Peygamber'in bu şekildeki namaz için "bu münafıkların namazıdır" buyurması,
özürsüz olarak ikindiyi geciktirmeyi zemmetmektedir.

İkindi namazını eşyanın gölgesi bir misli olduğu zaman kılmayı efdal görenler,

£821

görüşlerini bu hadisin takviye ettiğini söylemektedirler.
Bazı Hükümler

1. İkindi namazını güneşin sarardığı vakte, kadar geciktirmek mekruhtur.

2. İkindiyi bu şekilde te'hir edeni zem etmek caizdir.

3. Namazı huşu ve tâdİl-i erkâna riâyet etmeden, sür'atle kılmak mekruhtur.

4. Vaktinden geciktirilerek ve acele ile kılman namaz münafıkların namaz kılma

[901

tarzıdır.



414. ...İbn Ömer (r.a.)'den, Rasulullah (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:



[911

"İkindi namazını geçiren, sanki ailesini ve malım kaybetmiştir."
Ebû Davud dedi ki: Ubeydullahb. Ömer yerine dedi: O konuda Eyyûb'ım ne dediğinde

[921

ihtilaf edildi. Zuhri Sâlim' den o da babası vasıtasıyla Rasûlullah't diye nakletti.
Bu hadisin manasının ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır. İbn Abdi'l-Ber, "Bu
hadisin manası ikindiyi kaçıran kimsenin ailesine ve malına intikamı gerektiren
musibet isabet eden kimse gibidir. Böyle bir kimsede iki keder bulunur: Biri
musibetten, diğeri de intikam alma lüzumundan doğar" der.

Hattabî de şöyle der: "İkindi namazını geçiren ailesini ve malını eksilten ve böylece
ailesiz ve malsız kalan kimse gibidir. Dolayısıyla bir kimse ailesinin ve malının
elinden kaçmasını nasıl istemezse ikindiyi kaçırmaktan da öylece sakınmalıdır"
demişlerdir.

İkindiyi kaçırmaktan maksadın ne olduğu da ihtilfhdır. Bazı âlimler bunu namazı hiç
kılamama şeklinde anlarken, bazıları da onu efdal vaktinden geciktirmek ve güneşin
sarardığı zamana kadar kılmamaktır, biçiminde tefsir etmişlerdir. Bundan muradın
cemaate gitmemek olduğunu söyleyenler de vardır.

İbn Abdi'l-Berr, geçirme veya geciktirme yönünden bütün namazların ikindi
hükmünde olduğunu, bu hadis-i şerifin ikindinin hükmünü soran bir zâta cevap olarak
vârid olması dolayısıyla ikindi namazının zikredildiğini söyler.

"îkindi,(salat-ıvüstâ)oiduğu hasseten zikredilmiştir" diyenler de vardır. İbn Hibbân'ın
Nevfel b. Muâviye'den merfû olarak rivayet ettiği, "Her kim bir namazı kaçımsa, o
kimse ailesini ve malını elinden kaçırmış gibidir" hadis-i şerifi yukarıdaki mütaleaları
te'yid etmektedir.

Müellifin, hadisin sonundaki ziyâdeleri sünen'e almasındaki maksat, yerinde ifâde

[93]

edildiği üzere, bir kelime üzerindeki rivayet farklılıklarına işaret etmektir.
Bazı Hükümler

Hadis-i şerif, ikindi namazını kaçırma veya te'hir etmenin ne kadar tena bir hareket
olduğuna ve bu duruma düşen bir kimsenin aile ve malını kaybetmiş gibi üzülmeye

[941

lâyık olduğuna işaret etmektedir.
415. ...Ebû Amr -yani Evzâî- :

[95]

"Bu senin güneşi yer yüzünde sarı olarak görmendir" demiştir.
Açıklama

Evzâî'nin bu ifâdesi hadisteki ikindiyi kaçırmaktan muradın, namazı güneş sararmcaya
kadar geciktirmek olduğunu gösterir. Yâni Evzâi'ye göre, ikindiyi kaçırmaktan

1961

maksat, onu güneşin sarardığı vakte kadar te'hir etmektir.



6. Akşam Namazının Vakti



416. ...Enes b. Mâlik (r.a.) şöyle demiştir: "Biz Resûlüllah (s.a.)'le birlikte akşam

[971

namazım kılar, sonra da ok atardık da her birimiz okunun düştüğü yeri görürdü."
Açıklama

Hadis-i şerif, Fahr-i Kâinat'm akşam namazını ilk vaktinde kıldığına ve kısa sûreler
okuduğuna delildir. Çünkü öyle olmasaydı namazdan çıktıktan sonra ok atan birinin
okunun düşdüğü yeri görmesi mümkün olamazdı. Ancak Hz. Peygamberin kısa
sûreleri okuması daimî değidir. Zira A'râf, Saffât, Dûhân, Tûr ve Miirselât

İM

Sûrelerinden birini okuyarak akşam namazı kıldırdığı da vâkidir.
Bazı Hükümler

[991

Hadis, akşam namazını kılmakta acele etmenin meşru olduğuna delildir.

[îooı

417. ...Seleme b.el-Ekvâ (r.a.)dan, demiştir ki;

"Nebî (Sallellahü aleyhi ve sellem), akşam namazını güneşin batıp üst kısmının

kaybolduğu bir zamanda kılardı."

Açıklama

Hadis-i şerifin Müslim ve Tirmizî'deki rivayetinde Ebû Dâvud dakı üst kısmının
kaybolduğu bir zamanda" ifâdesinin yerine "Perde arkasına gizlendiği /uman" mâ-
nâsına ibaresi yer almaktadır.

Bu hadis de önceki hadisde olduğu gibi, akşam namazını güneş batar batmaz kılmanın

[1021

meşruiyetini göstermektedir.

418. ...Mersed b. Abdullah'dan şöyle demiştir:

Ukbe b. Amir Mısır'da emîr iken, Ebû Eyyûb bize gâzî olarak gelmişti. Ukbe akşam
namazım geciktirdi. Bunun üzerine Ebû Eyyûb kalktı ve Ukbe'ye:
Ya Ukbe, bu ne namazı? dedi. Ukbe:
Meşgul idik (işimiz vardı) dedi. Ebû Eyyûb:

Resûlüllah (s.a.)m; "Ümmetim, akşam namazını yıldızlar çoğalmcaya kadar te'hir

£1031

etmedikleri müddetçe hayır-veya fıtrat-üzere devam eder" buyurduğunu

£1041

duymadın mı?" dedi.



Açıklama



Râvîlerden birisi Efendimizin "hayır" mı, yoksa "Fıtrat"mı buyurduğundan
şüphelenmiştir.

Fıtrat hak din ve sünnet mânâsmdadır.

Metindeki cümlesinin manası, yıldızların çoğunun görünüp birbirlerine karışması
demektir.

Ebû Eyyûb (r.a.)un bu rivayeti nakletmekteki maksadı, namazın te'hirini hoş
görmediğini izhâr içindir. İmam Azam da akşam namazını bu vakte kadar te'hiri

Lİ05J

mekruh saymaktadır.
Bazı Hükümler

1. Akşam namızım kılmakta acele etmek müstehaptır.

£1061

2. Bu namazı te'hir hayrm yok olmasma sebeptir.
7. Yatsı Namazının Vakti

Bu bâb, yatsı namazını hangi vakitte kılmanın daha efdal olduğuna dâir hadisleri
£107]

ihtiva etmektedir.

Iİ081

419. ...Nu'mân b. Beşîr (r.a.)den şöyle demiştir:

Ben, bu namazın (yani) yatsı, namazının vaktini insanların en iyi bileniyim. Resulüllah

UM

(s.a.) yatsıyı hilâl üçüncü gecesinde kaybolduğu vakitte kılardı.
Açıklama

Nu'man b. Beşîr'in "Ben bu namazın vaktini insanların en iyi bileniyim" demesi,
Allah'ın kendisine olan nimetini tah-dis kabilindendir. Bu sözün, sahâbîlerin
büyüklerinin vefatından sonra söylenmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Zira bu hususu
ondan daha iyi bilen sahâbîler de vardı.

Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre, Efendimiz yatsı namazını ayın üçüncü günü hilâlin
battığı anda kılarmış. Yani üç günlük ayın batma zamanı yatsı vaktinin başlangıcıdır.
Bu ifâdeden maksat, yatsının başlangıcı, güneş battıktan sonra üç günlük ayın
kaybolacağı kadar bir zamanın geçmesidir. Bu müddet de Hanefîlere göre güneş
battıktan bir buçuk saat sonraya kadar geçen vakte tesadüf eder. Şâfîilere göre daha az
bir müddet, takriben güneş battıktan bir saat sonraya tesadüf eden vakit kadardır.
Ancak Efendimizin bu tatbikatı devamlı değildir. Zira daha sonra kıldığına dâir
rivayetler de vardır.

Netice olarak Resûîullah (s.a.) yatsı namazını ilk vaktinde kılmıştır. Ancak bu devamlı
olmamıştır. Zira önce de ifade edildiği gibi Hz. Peygamberin bn namazı bazan ilk

£1101^

vaktinde, bazan da te'hir ederek kıldığı vâkidir.



420. ...Abdullah b. Ömer (r.a.)dan şöyle demiştir:

Bir gece Resulüllah sallellahü aleyhi ve sellemi yatsı namazı için (mescidde) bekleyip
durduk. Nihayet gecenin üçte biri geçtiği zaman veya daha sonra yanımıza geldi. Onu
(ailesi ile ilgili) bir şey mi alıyokdu, yoksa başka bir şey mi oldu, bilmiyoruz.
Resulüllah (s. a.) yanımıza gelince:

"Siz bu namazı mı bekliyorsunuz? Eğer ümmetime ağır gelmeyecek olsaydı, onu bu
saatte kıldırırdım" buyurdu. Sonra müezzine (kaamet et diye) emretti, o da namaz için

um

kaamet getirdi.
Açıklama

Hadis-i şerifin Müslim'deki rivayetinde "Resûhıllah'ı meşgul eden şeyin ailesi mi,
yoksa başka bir şey mi olduğu" ifâdesi saraheten zikredilmiş ve "Onu ehlimi meşgul
etti yoksa başka bir şey mi oldu bilmiyoruz" buyurul-muştur. Hz. Peygamber'in (s.a.)
mescide çıkınca cemaate söylediği şeylerin Müslim'deki ifadesi de "siz öyle bir
namazı bekliyorsunuz ki onu sizden başka hiç bir din ehli beklemez" şeklindedir.
Ebû Dâvûd sarihleri bu rivayeti göz önüne alarak, Sünen'deki "bekliyor musunuz?"
soru cümlesini ihbarı mânâda almışlar ve "Bu namazı siz beklersiniz, başkaları değil"
şeklinde tefsir etmişlerdir.

Hadis-i şerif, hüküm olarak, Hz. Peygamber (s.a.)'in yatsı namazını gecenin üçte biri
geçinceye kadar te'hir ettiğini göstermektedir. Ancak ulema yatsı namazını hangi
vakitte kılmanın daha efdal olduğu konusunda ittifak hâlinde değildirler. Bunu İmam
Nevevî şöyle ifâde eder:

"Yatsı namazının takdimi mi yoksa te'hiri mi daha efdaldir?" konusu âlimler arasında
ihtilaflıdır. Namazı te'hirin daha efdal olduğu görüşünde olanlar, bu hadisleri delil
addetmişlerdir. Takdimi efdal kabul edenler ise, Efendimizin âdetinin ekseriyetle
takdim olduğunu ileri sürerek ihticâc etmektedirler. Bunlar, Resûlullah'm cevazı beyân
için veya bir özre mebni çok az zamanlar namazı te'hir ettiğini ileri sürerler."
Aîiyyu'I-Kârî bu son iddiayı reddederek, Efendimiz'in yatsıyı temhirinin, belli bir

[1121

maksada dayalı olduğunu söyler.
Bazı Hükümler

1. Yatsıyı gecenin üçte birine kadar te'hir etmek, câizdir.

013]

2. Din güçlüğlü değil, kolaylığı ister.

421. ...Muâz b. Cebel (r.a.) şöyle demiştir:

(Bir gün) yatsı namazında Resûlullah (s.a.)i bekledik. O kadar gecikti ki bizden kimi
onun hiç (Mescid'e) çıkmayacağını zannetti. Kimi de o namazını kılmıştır, diyordu.
Biz bu halde iken Nebî (s.a.) (Mescid'e) çıkageldi.(Ashab) önceki söylediklerini ona
da söylediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.);

"Bu namazı geciktiriniz, çünkü siz bununla diğer ümmetlere üstün kılındınız. Sizden

[1141

önce onu hiç bir ümmet kılmadı" buyurdu.



Açıklama



Metindeki cümlesi, bazı nüshalarda sülâsîden şeklindedir.Ancak mana bakımından bir
farklılık yoktur.

Görüldüğü gibi, bu hadis-i şerif de yatsı namazını geciktirmeyi tavsiye etmekte ve
mü'minlerin bu namazla diğer ümmetlere üstün kılındığını beyân etmektedir. Bu

£1151

konuda, tafsilat, namaz vakitleriyle ilgili babın başında verilmiştir.
Bazı Hükümler

1. İman, namazın ilk vaktinde camiye gelmemişse, onun gelmesini beklemek
meşrudur.

2. Yatsı namazını geciktirmek efdaldır.

£1161

3. Cenab-ı Hak müslümanları bazı ibâdetlerle diğer ümmetlere üstün kılmıştır.

422. ...Ebû Said el-Hudrî (r.a.)den demiştir ki: (Bir gün) Yatsı namazını Resûlullah
(s.a.) ile birlikte kıl(mayi iste)dik. Fakat O, gece yansına yakın bir zaman geçinceye
kadar (mescide) çıkmadı. (Sonra çıktı ve) "Yerlerinizden ayrılmayınız" diye buyurdu.
Biz de yerlerimizde kaldık. Daha sonra şöyle buyurdu: "Muhakkak (bazı) insanlar,
namazlarım kıldılar ve yataklarına yattılar. Siz ise, namazı beklediğiniz müddetçe
namazda imiş gibi sevap aldınız. Eğer zayıfların zayıflığı ve hastaların hastalığı

[HU

olmasaydı, bu namazı gece yarısına kadar geciktirirdim"
Açıklama

Bu hadis-i şerif de öncekiler gibi yatsı namazını te'hir etmenin faziletine delâlet
etmektedir. Hz. Peygamber, bu fazilete iki şeyin sebep olduğunu beyân etmiştir.
Bunlar:

1. İnsan namazı beklediği müddetçe, sanki namazdaymış gibi sevâb ve ecir alması,

2. Yatsı namazını gecenin ilk üçte biri veya gece yarısına kadar geciktirmenin daha
çok sevaba vesile olması.

Fakat Resûlullah Efendimiz, hastaların ve zayıfların durumlarını nazar-ı itibara alarak
namazın te'hirini emretmiş ve bunu açıkça da ifâde etmiştir. Çünkü namazı te'hir
ederek sevap almaya çalışmakta cemaatin çok oluşunun sevabını kaçırmak da olabilir.
Halbuki cemaatin çok olması, namazı geciktirmekten daha efdaldir.
Hadis-i şerif, yatsıyı gecenin üçte birine kadar geciktirmenin efdal olduğunu
söyleyenler için bir delildir.

Bu konuda Hanefî ulemâsı şu iki hususu belirtirler:

1. Vaktin gecikmesi ile cemamat azalacaksa, namazı öne alarak cemaate hizmet edip
cemaati kaçırmamak,

2. Resûlullah'm son fiilinin namaz olması, namazdan sonra konuşmayı kerih
görmesini ele alarak namazın te'hir edilmesi,

Netice olarak da, Hanefîler, cemaatin durumu esas alınarak cemaatı azaltmayacak



kadar ve son fiilin de namaz olmasına dikkat edilecek şejsüde namazın te'hir

£1181

edilebileceğini belirterek iki husus arasında da den tutmaya çalışmışlardır.



Bazı Hükümler

1. Namazı bekleyen kimseye namaz kıhyormuş gibi sevap verilir.

2. Bilenlerin, bilmeyenlere öğretmesi lazımdır.

3. Yapılacak muamelefcrde zayıf ve hastaların durumları gözetilmelidir.

11121

4. Din, dâima kolaylığı ister.
8. Sabah Namazının Vakti

423. ...Aişe (r.anha)dan, şöyle demiştir:

"Resûlullah (sallellahü aleyhi ve sellem) sabah namazını kılardı da kadınlar, örtülerine

[1201

bürünmüş olarak ayrılırlar (ve) karanlıktan dolayı tanınmazlardı"
Açıklama

Hadis i şerifteki "... bürünmüş olarak..." kelimesi bazı nüshalarda şeklindedir. Ancak
bu fark mânaya tesir etmez, "karanlıktan dolayı tanınmazlardı" cümlesi de
Buhârî'deki bir rivâyetde "onları karanlık sebebiyle kimse tanımazdı" şeklinde
zikredilmiştir.

Bu son cümledeki karanlığın sebebi hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir. Bir kısmı,
"Mescidin karanlığından dolayı tanınmazdı, çünkü mescidin tavanı basıktı. Ancak
güneşin doğmasına yakın aydmlanabilirdi" derken, bazıları da gecenin sonunun
karanlığından dolayı dışarıda tanınmadiklanm söylerler. Bu ikincisi cümlelerin
kuruluşuna daha uygun bulunmaktadır. Buna göre hadis-i şerif, sabah namazını ortalık
iyice aydınlanmadan, alacakaranlıkta kılmanın daha efdal olduğuna delalet etmektedir.
Mâlik, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, Ebü Sevr, Evzâî, Dâvûd b. Ali ve Taberî (Allah
hepsine rahmet etsin) bu görüştedirler. Hülefâ-i Râşidîn ve sahâbilerin ileri
gelenlerinden çoğunun da bu görüşte oldukları rivayet edilmektedir. Bu görüşte
olanların, üzerinde durduğumuz hadis-i şeriften başka nakli delilleri de vardır.
Hanefî İmamları, Sevrî ve Iraklıların çoğunluğuna göre sabah namazını biraz
aydınlığa bırakmak daha efdaldir. Bu görüş Hz. Ali ve İbn Mesf-ûd'dan da rivayet
edilmiştir. Bu görüş sahiplerinin delilleri, Râfi' b. Hadîc'in rivayet ettiği, "Sabahı
aydınlığa bırakınız*' hadis-i şerifi ile Buhârî ve Müslim'in İbn Mes'ud'dan rivayet
ettikeri şu hadistir:

"Resûlullah (s.a.)ı iki namaz hariç hiç bir namazı vakti dışında kıldığını görmedim.
Bunlar (Müzdelife'de) akşam ile yatsıyı cem'etti. O gün sabah namazını da vaktinden
evvel kıldı."

"Hz. Peygamber fecirden evvel sabah namazını kılmadığına göre, İbn Mes'ud' A un
bahsettiği sabah namazını Efendimiz fecirden sonra, fakat ortalık ağarmadan kılmıştır"
derler. Ayrıca, bu görüş sahipleri namazı geciktirmenin cemaatin artmasına ve
namazdan evvel daha çok nafile kılınmasına imkân verdiğini söyleyerek sabahı ortalık



aydmlanmcaya kadar geciktirmenin efdal olduğuna dâir olan görüşlerini takviye
ederler.

Bu görüşte olanlar, üzerinde durduğumuz Hz. Aişe hadisi'nin mensûh olduğunu
söylerler ise de muhalifleri, Tirmizı'nin hadis hakkında, "Hasen-sahih" dediğini ileri
sürerek nesh iddiasını reddederler. Hadislerin zahirde muhalif görünmesi Hz.
Peygamber (s.a.)in sabah namazını bazan alacakaranlıkta, bazan da ortalık ağardığmda
kıldığını gösterir. Her iki tatbikat da vâriddir. Efendimiz namazda kıraati uzatacağı

[121]

zaman erken başlar, kısa okuyacağı zaman geciktirirdi.
Bazı Hükümler

1. Sabah namazını ilk vaktinde kılmak efdaldir. Bu, cumhurun görüşüdür.

2. Kadınların mescide gitmeleri meşrudur. Ancak bu fitne korkusu olmadığı zamanlara

£1221

mahsustur.

U23]

424. ...Rafı'b. Hadîc (r.a.)dan, şöyle demiştir:
Resûlullah (s. a.) şöyle buyurdu:

"Sabah namazım ortalık aydınlanınca kılınız. Çünkü bu(nu böyle yapmanız halinde)

ri241 ri251
ecrinizi daha büyük kılar veya ecir(iniz) daha büyük olur."

Açıklama

"Sabah namazını ortalık aydınlanınca kılınız" diye tercüme ettiğimiz cümlesi en-
Nihâye'de "Onu sabah doğduğu anda kılınız" diye mânâlandırılrmştır. Hadiste namazı
ortalık ağarmcaya kadar geciktirme emredilmektedir.

Suyûti, bu Hadisle ilgili olarak, "bununla anlaşılmış oluyor ki, "sabahı aydınlığa
bırakınız" lâfzı, ile rivayet eden-
ler, hadisi mânâ olarak rivayet etmişlerdir" der.

Bu hadis önceki hadisin şerhinde de işaret edildiği gibi, sabah namazını aydınlığa
bırakmayı efdal gören Hanefîlerin delillerindendir.

Sabahı ilk vaktinde, alaca karanlıkta kılmayı daha efdal görenler bu hadisteki
"aydınlığa bırakma" veya "sabahın doğmasından" maksadın, ikinci fecrin doğması
olduğunu söylerler.

Önceki hadiste sabah namazının efdal vakti hususundaki ihtilâflar ve delilleri mufassal

£126]

olarak verildiği için burada tekrarına lüzum görülmemiştir.
9. Namaz Vakitlerini Muhafaza

Namaz vakitlerini muhafazadan maksat, ya sünnetlerini, menduplannı, hudû ve
huşûunu îfâ ya da namazı müstehap vaktinde edâ etmektir.

İslâm'da iman esaslarından sonra üzerinde en çok durulan ve dinin temeli sayılan
namaz ibâdetidir. Bu ibâdet, vakitlerle mukayyettir. Vakitlerle ilgili bilgi bir önceki



babta verilmiştir. Bu önemli ibâdetin kıymeti, vaktinde kihnmasmdadır. Sevap
bakımından da ecri daha büyüktür. Nitekim imandan sonra en hayırlı ibâdetin re
olduğu Resûlullah'a sorulduğunda; "Vaktindeki namazdır." buyurmuş olmaları vaktin
önemi için en bariz delildir. Ayrıca Mâ'ûn Sûresinde namazlarını te'hir edenler,
vaktinde edâ etmeyenler için de "yazıklar olsun" denmesi, namaz vakitlerinin riâyet
edilmesi gereken şartlardan olduğunu açıkça Keyân etmektedir.

Bir diğer husus da ResûluÜah (sallellahü aleyhi vesellem)in namazını vaktinde
kılanları cennetle müjdelemesi, namaz vakitlerine bağlı kalmanın lüzumuna işaret
£1271

etmektedir.

[1281

425. ...Abdullah b. Sunâbihî demiştir ki;
£129]

Ebû Muhammed Vitrin vacip (farz) olduğunu ileri sürdü.
ÜM

Ubâde b.es-Sâmit ise dedi ki;

Ebû Muhammed hatâ etti. Şehâdet ederim ki, Resûlullah (s.a.)ı şöyle buyururken
işittim:

"Beş vakit namazı Allah farz kıldı. Her kim, bu namazların abtleslini (farzlarına
riâyetle) tam alır, onları vaktinde kılar, rükû ve hûşularmı eksiksiz yaparsa, onu
bağışlayacağına dâir Allah'ın va'di vardır. Her kim de bunu yapmazsa, Allah'ın ona bir

imi

va'di yoktur. Dilerse bağışlar, dilerse azap eder"
Açıklama

Hadis-i şerifte "Ebû Muhammed hata etti" diye tercüme ettiğimiz kısım "Ebû
Muhammed yalan söyledi" manasına şeklindedir. Çünkü Ebû Muhammed'in yalan
söylemesi düşünülemez. Zira yalan, haberle alâkalıdır. Ebû Muhammed'in yaptığı ise,
haber verme değil, fetva' dır. Fetva veren kimse yalan söylemez, verdiği fetvada hatâ
eder. Ayrıca Ebu Muhammed sahâbilerdendir. Bİr sahâbinin verdiği haberde yalan
söylemesi tasavvur edilemez.

Vitir namazının vacip olmadığını söyleyenler bu hadisi delilleri arasında sayarlar.
Ubâde b. es-Sâmit, Ebû Muhammed'in "vitir vaciptir" derken hata ettiğini ileri sürerek
fikrine Allah'ın farz kıldığı namazların beş vakit olduğuna dâir olan hadis-i şerifi şahit
tutmuşlardır.

Hadis'în devamında Hz. Peygamber, bu namazları abdestlerini tam olarak alıp
vaktinde kılan huşu' ve rukûunu eksiksiz yapan kimseleri affetmenin Allatsın va'di
olduğunu haber veriyor.

Abdesti tam almaktan maksat, bazılarına göre, sünnet ve âdabına riâyet ederek
bazılarına göre ise farz ve şartlarına itina ederek abdest almaktır. Hadis-i şerifin
sonundaki tehdid gözönüne alınınca ikinci mânânın daha makul olduğu anlaşılır.
Namazları vaktinde kılmaktan murat, Tîybî'ye göre ilk vaktinde kılmaktır. Ibn Hacer,
bunu kabul etmez ilk vaktinde olmasa bile, vakit içinde kılman namazın aynı sonucu
verdiğini söyler.

Rükün eksiksiz yapmak itmi'nan ile ve teşbihlerini ihmal etmeden ifâdır. Diğer



rükûnlar anılmadan sadece rukuım mevzu-ı bahs edilmesi, ya diğer rükûnlara galip
kılındığı veya öbürlerine bir mukaddime ve vesile addedildiği içindir. Cahillerin bunu
önemsememeleri yüzünden özellikle anılmış olması da mümkündür.
Huşû'un tam olması ise, azaların lüzumsuz şeylerle uğraşmaması, gözün secde
mahalline bakması gibi,âzâyı ve kalbi başka şeylerle meşgul olmaktan korumaktır.
İşte bu sayılanlara riâyet ederek beş vaktini kılan kimseye, Allah'ın kendisini
bağışlayacağına dâir ahdi vardır.

And: Aslında, yemin, emânet, zimmet, muhafaza mânâlarmdadır. Burada, vaad
demektir. Allah vaadi, ahd diye isimlendirmiştir. Çünkü bu her türlü vaad'den daha
sağlamdır. Bu vaad Allah'a vacip değildir. Çünkü kulun Allah üzerine vacip olan hiç
bir hakkı yoktur. Ancak bu ve buna benzer şeyler, söylenilenin jmutlak vakî olacağını
beyân içindir.

Allah'ın bağışlamayı vâdettiği günahlar, küçük günahlardır. Bağışlamaktan murad ya

onları amel defterlerinden silmek veya meleklerin gözlerinden gizlemektir.

Büyük günahlar, Ehl-i Sünnet inancına göre, ancak tevbe veya Allah'ın affı ile

bağışlanabilirler. Fakat büyük günahların bağışlanacağını söyleyenler de vardır.

Hadis-i şerifte ifâde edilen şeyleri yapmayanları bağışlayacağına dâir Cenab-i Allah'ın

bir vâ'di yoktur. Dilerse lütfeder, onları bağışlar, dilerse adaletine binâen azablandırır.

£132]

Bazı Hükümler

1. Farz namazların adedi beştir.

2. Hadis-ı şerifte beyan edildiği şekilde bu beş vakti kılanların küçük günahlarını
bağışlamayı Cenab-ı Allah va'detmiştir.

3. Küfre götürmediği takdirde, âsinin günahı mutlaka azabı gerektirmez. Mutîlere
sevap da vacip değildir. Çünkü Cenab-ı Allah üzerinde mahlûkâtmm hiç bir hakkı

£133]

yoktur.

[İMİ

426. ...Ummu Ferve (r.anha)dan, demiştir ki;

Resûlullah (s.a.)a, amellerin hangisinin daha efdal olduğu soruldu. Nebi (s.a.);

£1351

" İlk vaktinde kılman namazdır" buyurdu.

Huzâî rivayeti(el-Kasım b. Gannârn) Ummu Ferve denilen halasından, -ki o,
Resûlullah salellahü aleyhi veselleme biat etmiştir- "Resûlüllah'a soruldu" şeklindedir.
£1361

Açıklama

İlk bakışta bu hadisin, bazı hadislere muhalif olduğu zannedilebilir. Çünkü amellerin
en efdalinin, vaktinde kılman namaz, Allah'a iman, Cihad, hac ve ana-babaya iyilik
olduğuna dair çeşitli hadisler vardır. Fakat mesele üzerinde biraz durulunca, hadisler
arasında herhangi bir tezat olmadığı meydana çıkar. Şöyle ki; Amellerin en efdalinin



vaktinde kılman namaz olmasından maksat, bunun, namazın dışındaki amellerden
daha sevimli, ilk vaktinde kılman ise, namaz da dahil bütün amellerin en efdali
olduğunu beyândır.

Amellerin en efdalinin Allah'a iman olduğunu bildiren hadisin mânâsı, "itikatla ilgili
amellerinin en efdaline" işarettir. Üzerinde durduğumuz hadiste haber verilen amel
ise, ibâdete müteallik amellerdir. Zaten Allah'a iman olmazsa diğer bütün ibadetlerin
hiçbir kıymeti olmaz.

Amellerin en efdalinin, cihad, hac ve ana-babaya iyilik olduğuna işaret eden hadis-i
şeriflerin mânâları zamana, zemine ve şahıslara göre değerlendirilir. Genel manada
değildir. Yani bazı hallerde ve bazı şahıslar için amellerin en efdali anaya babaya
ihsan, bazıları için hac, bazıları için cihaddır.

Müellifin, hadisin sonuna Huzâî'nin sözünü ilâve etmekteki maksadı hadiste bir
ızdırap olduğuna işarettir. Huzâî, Abdullah b. Mesleme'ye muhâlefet etmiştir. Çünkü
Abdullah b. Mesleme, hadisin başındaki senedde, "Kasım b. Gannâm, annelerinden, o
da Ümmü Ferve'den" şeklinde rivayet ettiği halde, Huzâî, "Kasım b. Gannâm, Ummü
Ferve adındaki halasından..."

diye rivayet etmiş, "analarından birinden" ifadesini zikretmemiştir. Ayrıca Abdullah b.

im

Mesleme, Ummu Ferve'nin biat ettiğini anmamış, Huzâî bunu da zikretmiştir.
Bazı Hükümler

1. İbâdetle ilgili amellerin en efdali, ilk vaktinde kılman namazdır. Ancak bazı
namazları geciktirmeyi tavsiye eden hadisler var. Bunlar daha evvel geçmiştir.

£138]

2. Câhilin bilmediğini sorması gereklidir.

427. ...Abdullah b. Fedâle, babasının şöyle dediğini haber vermiştir:

Resûlullah (s. a.) bana (İslâm'ın hükümlerini) öğretti. (Efendimizin), şu emri bana

öğrettikleri arasındadır:

"Beş vakitnamaza devam et!"

Bu vakitlerde benim meşguliyetlerim var. Bana (çeşitli faziletleri) toplayan bir şey
emret, onu yaptığım zaman bana, yetsin dedim.
"İki Asr'a devam et" buyurdu.

Bizim lûgatımızda bu kelime yoktu. "İki Asr nedir?" dedim.

[1391

"Güneş doğmadan ve batmadan Önce birer namaz" buyurdular.
Açıklama

Hadis-i şerifin metninde görüldüğü gibi, el-Asrân (iki asr) sözünü bizzat Hz.
Peygamber "Güneş doğmadan ve batmadan önceki namazlar" diye tefsir etmiştir.
Hattâbî, bu namazların sabah ve ikindi namazları olduğunu söyler. Aslında kelimenin
müfredi olan "asr" ikindi demektir. Ancak Araplar bazı hallerde sabah ve ikindi (asr)
kelimelerinden her birini diğeri üzerine hamlederek, hafiflik olsun diye isim olarak
aralarını cem ederler. Arapçada bunun başka örnekleri de vardır. Mesela hurma ve su
için "Esvedeyn", Ebû Bekr ve Ömer (r.anhumâ) için "Ömereyn" tabirleri bu



kabildendir.

Hadisin zahiri, ilk bakışta meşguliyeti olan kişiye sabah ve ikindiyi kılmasının kâfi
geleceği, diğer namazlara lüzum olmayacağı intibaını vermektedir. Ne var ki
Resûlullah (s.a.)m "Beş vakit namaza devam et" emri, "onlara ilk vakitlerinde devam
et" manasınadır. Hadisi haber veren sahâbî, Efendimize meşguliyetlerinin çokluğunu
bu yüzden hepsini ilk vaktinde kılmasının mümkün olmadığını özür olarak beyân edip
teklifin hafifletilmesini isteyince Hz. Peygamber, başkası olmasa bile özellikle ikisini,
sabah ile ikindiyi ilk vaktinde kılmasını, diğerlerini biraz geciktirirse, ilk vaktinde
kılınanların diğerlerine keffâret olacağını haber vermiştir.

Hz. Peygamberin evvelâ beş vakte devamı emrettikten sonra ikinci seferinde sabah ve
ikindiyi hususan zikretmesi, bu iki namazın vaktinden sonraya bırakılması ihtimali
daha çok olduğundan dolayı da olabilir. Çünkü sabah vakti uyku vaktidir. Yataktan
kalkıp namaz kılmak insana ağır gelebilir. İkindi vakti de özellikle Arabistan gibi
sıcak ülkelerde iş güç vaktidir. İnsanlardaki çalışma ve kazanç hırsı bu namazı ihmal
etmelerine sebep teşkil edebilir. Dolayısıyla, bu iki namazı vaktinde kılan kimse
diğerlerini öncelikle kılacağı için Resûlulİah sadece sabah ve ikindiyi zikretmiş,
diğerlerine lüzum görmemiştir.

Bununla beraber bu iki vaktin üzerinde durup "namazınızı vaktinde kılimz"ısrarı bu
iki vaktin kerahete en yakın vakit olmasındandır. Zira ikindi vakti te'hir edildiği zaman
kerahet vaktine kalması, sabah namazının ise, güneş doğması ile namazın devamına

UM

mâni kerahet vaktinin girmek endişesi bulunmaktadır.
Bazı Hükümler

1. Beş vakit namazı özellikle sabah ve ikindiyi ilk vaktinde kılmak tavsiye
edilmektedir.

2. Soru soran kişinin anlamadığının açıklanmasını istemesi yerinde bir harekettir.,

£1411

3. İnsan, kendisine zor gelen bir şeyin hafifletilmesini isteyebilir.

[1421

428. ...Ebû Bekr b. Umara b. Ruveybe, babası (Umâra) 'dan naklen onun şöyle
dediğini rivayet etmiştir: Basralılardan bir adam Umâra'ya:
Resûlullah (s.a.)dan duyduğunu bana haber ver, dedi. Umara şu karşılığı verdi:
Resûlullah (s.a.)ı şöyle buyururken işittim;

"Güneş doğmadan ve batmadan önce namaz kılan adam ateşe girmez."
Basralı, üç defa:

"Sen onu bizzat Resûlullah'tan duydun mu?" dedi. Umara her seferinde:

"Evet, onu kulaklarım duydu, kalbim hıfzetti" diyordu.

Adam:

£1431

"Ben de Resûlullah'ı (s. a.) aynısını söylerken işittim" dedi.
Açıklama



Hadis-i şerifin Müslim'deki rivayetinde "güneş doğmadan ve batmadan önce namaz



kılarsa manasmdakı cümleden sonra: "Yani sabahı ve ikindiyi" açıklaması yer
almıştır.

Müslim'deki bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere Hz. Peygamberin insanın
cehenneme girmesine engel olacağım haber verdiği namazlar, sabah ve ikindi
namazlarıdır. Bu ifâde hiç bir zaman diğer namazların ihmâlini meşru kılmaz. Çünkü
uyku vakti"olan sabah ve iş vakti olan ikindi namazlarını ihmal etmeyip devam eden
kişinin, diğer namazları ihmal etmeyeceği tabiîdir. Ayrıca bu iki namaza hem gündüz
hem de gece melekleri şâhidlik ederler. Bu yönden de bu namazların ayrı bir değeri
vardır.

Hadisteki, "cehenneme girmez" ifâdesi, "ebedî azab için oraya girmez"-şeklinde
anlaşılmalıdır. Çünkü oraya girebilir veya uğrayabilir. Bir de bu va'd ya namazlara
devama teşvik bakımından söylenmiştir, ya da kıldığı namazı kötülüklere mâni olacak
şekilde namaz kılanlar kastedilmiştir. Zira Efendimizin haberine göre; kıyamet günü
namazı, orucu ve zekâtıyla gelip de başkalarına sövdüğü, iftira ettiği, başkasının
malını yediği veya kanım döktüğü için elinden bu amellerinin sevabı alınıp yetişmezse

11441

hasmının günahı yüklenerek cehenneme atılacak nice musallîler vardır.
Bazı Hükümler

1. Özellikle sabah ve ikindi namazlarını vakitlerinde edâ etmek gerekir.

2. Diğerleri ile birlikte bu namazları muntazam bir şekilde kılanlar ebediyyen ateşte
kalmayacaklardır.

3. Başkasının söyleyip de kendisinin de bildiği konularda gereğinde şahitlik edilebilir.
£1451

£1461

429. ...Ebû'd-Derdâ (r.a.)dan demiştir ki:
Resulüllah (s. a.) şöyle buyurdu:

"Beş (haslet) var ki, her kim onları (bilerekve) inanarak yaparsa, cennete girer: (Bu
hasletlerin sahipleri) Abdestlerine, rükûlarma, secdelerine, ve vakitlerine riâyet ederek
beş vakit namaza devam eden, Ramazanda oruç tutan, gücü yeterse Kabe'yi hacceden
gönlü razı olarak zekât veren ve emânete riâyet edenlerdir."
(İşitenler): Ya Ebâ'd-Derdâ "Emanete riâyet nedir?" dediler.

£1471

Cünüplükten dolayı yıkanmak, dedi.
Açıklama

Hz. Peygamber hadiste zikredilen beş haslete sahip olan kimsenin cennete gireceğini
ifâde ettikten sonra, bu kişilerin hangi amelleri işleyenler olduklarını teker teker
açıklamış ve en son olarak emâneti edâ etmeyi saymıştır.

Rivayeti Ebû'd-Derdâ'dan dinleyenler, emâneti yerine getirmekten maksadın ne
olduğunu sorunca, büyük bir ihtimalle yine ResulüIIah'tan Öğrendiği bîr karineye
dayanarak, "cünüplükten dolayı gusletmek" şeklinde cevap vermiştir.
Ancak bu ifâdenin genel manada emânete riâyet maksadıyla söylenmiş olması ve fakat



Ebu'd-Derdâ (r.a.)nm açıklamasının tamamen anlayışına dayalı olması da mümkündür.
İslâm'ın bütün vecibeleri Allah'ın bizlere bir emânetidir. Cünüplükten dolayı
gusletmek bu emânetler zincirinin bir halkasıdır. Ebu'd Derdâ Hazretlerinin kül içinde
cüz olan cünüplükten gusletmeyi özellikle zikretmesi önemine binaen olsa gerektir.
[1481

Bazı Hükümler

1. İslâmm esaslarını edâ, kişinin felahına ve cennete girmesine vesiledir.

2. Hac ancak gücü yetene farzdır.

[1491

3. Zekâttan dolayı sevap alınabilmesi için, gönül rızasıyla verilmesi şarttır.

430. ...Ebû Katâde b.Rib'î(veya Rab'î) (ra.) "Resûlullah (s.a.)uı "Allah (azze ve celle)
şöyle buyurdu" dediğini haber vermiştir:

"Ben ümmetin üzerine beş (vakit) namazı farz kıldım ve onları tam vakitlerinde
kılarak geleni, cennete koyacağıma katımda ahdettim. Ama kim o namazlara devam

Lİ501

etmezse benim katımda onun için herhangi bir ahd yoktur" buyurdu.
Açıklama

Görüldüğü üzere hadis-i şerif, lafzı Resûlullah'tan, mânâsı Cenâb-ı Allah'dan gelen
kııdsî bir hadistir.

Hadiste zikredilen "ahd'den maksat, "va'd"dır.Anlaşılıyor ki Cenab-ı Allah beş vakit
namaza devam edeni cennete koyacağını va'detmekte, bunlara devam etmeyen için
böyle bir va'dinin olmadığını ifâde buyurmaktadır. Bazıları, Tirmizî'nin Bureyde'den
rivayet ettiği, "Bizimle onlar arasm-dak: ahd namazdır. Kim onu terkederse kâfir
olmuştur" hadisine dayranarak, namazı terk eden kimsenin cennete giremeyeceğini
söylemişlerdir. Fakat cumhur bu hadisi, namazı inkâr ederek terketmeye
[151]

hamletmişlerdir.
Bazı Hükümler

1. Farz namazların adedi beştir.

2. Bu namazları vakitlerinde eda eden kimse cennete girmeye hak kazanmıştır.

£152]

3. Namazları terk edenler, büyük tehlike içerisindedirler.

10. İmâm, Namazı Vaktinden Sonraya Bırakırsa (Cemaat Ne Yapmalıdır?)

431. ...Ebû Zer (r.a.)den demiştir ki:
"Resûlullah (sallellahu aleyhi ve sellem) bana;

[153]

" Ya Ebâ Zer, namazı öldüren (geçiren) veya geciktiren emirler sana âmir olunca



ne yaparsın?" buyurdu. Ben;

"Ne emir buyurursun ya Resûlallah? dedim.

" Namazı vaktinde kıl, eğer emirlerle birlikte namaza yetişirsen, yine kıl, çünkü o

£1541

senin için nafile olur " buyurdu.
Açıklama

Namazı Öldürmek'ten murat, onu te'hir etmek, canı çıkmış ceset hâline getirmektir.
Te'hir etmek de namazı efdal vaktinden sonraya bırakmaktır. Tamamıyle vaktini
geçirmek değildir. Çünkü eski ve yeni emirlerden nakledilen, namazları muhtar
vakitlerinden geri bırakmalarıdır. Hiç biri onu tüm vaktinden sonraya bırakmamıştır.
Hz. Peygamberin Ebû Zer'e namazı ilk vaktinde kılmasını emretmesi vakte riâyet
etmesi, emirlerle birlikte tekrar kılmasını emretmesi de onlara muhalefetten kaçınması
içindir.

Hadis-i şeriften anlaşılan, bu namazlardan ilki farz, ikincisi nafiledir.

Mâlikîlerden meşhur olan görüşe göre, böyle bir kimse ikinci namaza ikisinden

herhangi birini kabul etmeyi Allah'a havale ederek başlar.

Yine hadis-i şerif, namazın tekrarı bakımından âmmdır; bütün namazlara şâmildir.
Hanefîler, sabahtan sonra güneş doğuncaya kadar, ikindiden sonra da güneş batmcaya
kadar namaz kılmayı men'eden hadis-i şerife dayanarak, sabah ve ikindi namazlarını
kılan bir kimsenin, bilâhere cemaat olunursa, onlarla tekrar kılamayacağmı söylerler.
Bunlara göre akşam namazı bu şekilde iade edilirse, bir rekat daha ilâve edilerek dört
rek'ate tamamlanır. Çünkü tekli nafile mekruhtur.

Iİ55J

Mâlikî'ler ise, akşam namazının aynen tekrar kılınmayacağım söylerler.
Bazı Hükümler

1. İrnam bir namazı müstehap olan ilk vaktinden sonraya bırakırsa mükellef, o namazı
tek başına kılmalı,, bilâhere imam cemaatle kılarken onlara rastlarsa onlarla tekrar
namaza durmalıdır. Bu ikinci namaz nafiledir. Eğer bu iki ameliyeden sadece birini
yapmayı isterse, fazilet itibariyle hangisinin tercihe şâyân olduğu ihtilaflı ise de
muhtar olan, te'hir fazla değilse cemaati beklemesidir.

2. Fitne çıkmaması için ma'siyet olmamak kaydıyle emirlere itaat edilmelidir.

3. Namazı ilk vaktinde kılmak teşvik, geciktirme ise zemmedilmiştir.

4. Hadis, Resûlullahm Peygamberliğine delil olan mu'cizelerdendir. Çünkü Emevî
Halifelerinden itibaren emirler, namazları geciktirmeye başlamışlardır. Efendimiz bu

£1561

hâdiseyi önceden haber vermiştir.

432. ...Amr b. Meymûn el-Evdî şöyle demiştir:

Muâz b. Cebel (r.a.) bize -Yemen'e- Resûlullah (s.a.)uı elçisi olarak geldi. Fecirle
birlikte onun tekbirini işittim. Kaim sesli biri idi. Onu sevdim. Artık onun cenazesini
Şam'da defnedinceye kadar bir daha yanından ayrılmadım. Ondan sonra insanların en
bilginini aradım ve İbn Mes'ûd'a gelip ölünceye kadar onun peşine takıldım. (Bir
keresinde) İbn Mes'ûd şöyle dedi:



Resûlullah (s. a.) bana:

"Size namazı (efdal) vakti dışında kıl(dır)an emirler geldiği zaman hâliniz ne olur, (Ne
yaparsınız)" dedi. Ben de:

Bu benim başıma gelirse ne yapmamı emredersin Ya Resûlallah? dedim.

Lİ571

" Namazı vaktinde kıl, sonra onlarla birlikte nafile olarak tekrar kıl" buyurdu.
Açıklama

Hadis-i Şerifteki "subha" kelimesinden murad nafiledir. Farz namazlar dışındaki
namazlar, teşbihler gibi nafile

Lİ581

oldukları için bu adla anılmıştır.

433. ...Ubâde b. es-Sâmit (r.a.)dan, demiştir ki;
Resûlullah (s. a.) şöyle buyurdu:

"Benden sonra size, meşguliyetleri kendilerini (efdal) vakti geçinceye kadar namazları
vakitlerin(deedâ)den alıkoyan emirler âmir olacak. İşte o zaman siz, namazları
vaktinde kılınız!"
Bir adam:

Ya Resûlellah, onlarla da kılayım mı? dedi. Nebi (s. a,);

£1591

"İstersen, evet" buyurdu.

Süfyân (rivayetinde) dedi ki (adam);

Namaza onlarla birlikte yetişirsem, onlarla beraber kılayım mı? dedi. Resûlullah da;

[1601

"İstersen, evet" buyurdu.
Açıklama

Ubâde b. Sâmit'ten rivayet edilen bu hadis de mânâ ve hüküm olarak öncekilerden pek
farklı değildir. Sadece önceki hadislerde emirlerin namazları efdal vakitlerinden gecik-
tirme sebepleri anılmadığı halde, burada bunun bazı meşguliyetler olduğu beyân
edilmektedir. Bir de önceki hadislerde namazı ilk vaktinde kılan bir kimse bilâhere
cemaate rastlarsa, onlarla namazı tekrar etmesinin hükmü belirtilmemişti. Bu hadis-i
şerifte iadenin vacip olmadığı, aksine tamamen mükellefin isteğine bağlı olduğu
açıklanmaktadır. Resûlullah (s. a.) münferiden kıldıktan sonra cemaate ulaşan
kimsenin namazı iade edip etmeyeceğine dair bir soruyu "isterse iade et" şeklinde
cevaplandırmıştır.

Müellifin , hadisin sonuna Süfyân es-Sevrî'nin sözünü ilâve etmekten maksadı, Cerîr
ile Süfyân'm yaptıkları rivayetler arasındaki farka işaret etmektir. Efendimize soru
soran zâtın ifadeleri, iki râvî tarafından değişik biçimde aktarılmıştır. Evvelkisi

£161]

Cerîr'in sonraki de Süfyân'm naklidir.



Bazı Hükümler



1. Hz Peygamber istikbâle matuf hadiselerden haber vermektedir. Bu, Onun hak
peygamber olduğuna delâlet eden mû'cizelerdendir.

2. Önceki hadislerde olduğu gibi namazı vaktinde kılmak teşvik edilmekte, emirlere

£162]

muhalefet etmemek için de onlarla birlikte namaz tavsiye edilmektedir.

[163]

434. ...Kabîsab. Vakkâs (r.a.)dan, dedi ki: Resûlullah (s. a.): "Benden sonra size
namazı (efdal) vaktinden sonraya bırakacak emirler âmir olacaktır. O (geciktirilen
namaz) sizin için faydalıdır. Zararı da onlara aittir. Ancak onlar kıbleye

£1641

(müteveccihen) namaz kıldıkları müddetçe siz de onlarla birlikte namaz kılınız."'
Açıklama

Efdal vaktinden sonra bırakılarak kılman namazlarda, tebaanın suçu olmadığı için
onlar aynen efdal vaktinde kılmış gibi sevap elde ederler. Hadisteki, "O sizin için
faydalıdır" ifâdesinin mânâsı budur. Geciktirmeden dolayı hasıl olacak zarar da buna
sebep olan emirlere aittir. Bu da "zararı onlara aittir" şeklinde ifâde edilmiştir.
Hadis-i şeriften mü'min oldukları, İslâm dairesinden çıkmadıkları takdirde fâcir
kimselerin arkasında namaz kılmanın caiz olduğu anlaşılmaktadır. Sehfden
bazılarının, zâlim sultanlar zamanında namazlarını önce evlerinde tek başlarına
kıldıkları, sonra da cemaate çıkıp sultanın peşinde iade ettikleri rivayet edilir. îbn
Mâce, İbn Mes'ûd, kanalıyla Hz. Peygamberden, bu uygulamaya ışık tutan mânâda bir
hadis rivayet etmiştir. Hadisin tercemesi şöyledir:

"Siz namazı vakti dışında kılan kavmlere rastlayacaksınız. Eğer onlara yetişirseniz,
bildiğiniz (vakitte) evlerinizde kılınız. Sonra da onlarla birlikte nafile olarak iade

^ £1651
ediniz."

11. Namaz Vaktinde Uyuyan Veya Namazı Unutan Kimse

435. ...Ebû Hureyre (r.a.)den şöyle rivayet edilmiştir: Resûlüllah (s.a.) Hayber
gazvesinden dönüşünde geceleyin yoluna devam etti. Hepimizi uyku bastırınca
(gecenin sonuna doğru) konakladı ve Bilâl'e:

"Bizim için geceyi bekle ve kontrol et" buyurdu. Fakat Bilâl,bineğine dayanmış bir
halde uyuya kaldı. Ne Resûlüllah (s.a.), ne Bilâl, ne de ashabtan herhangi biri uyandı.
Onların ilk uyananı Resûlüllah oldu, fırladı ve Bilâl'e seslenerek:
"Ya Bilâl!.. (Niçin uyudun)?" buyurdu. Bilâl şu cevabı verdi:

Seni bastıran (uyku) beni de bastırdı. Ya Resûlallah anam babam sana feda olsun,
dedi.

Ashab bineklerini biraz çekip götürdüler. Sonra Resûlullah (sallalahü aleyhi ve
sellem) abdest aldı ve Bilâl'e emretti, o da namaz için kamet getirdi. Resûlullah
(sallellahü aleyhi ve sellem) ashabına sabah namazını kıldırdı. Namazını (kaza edip
de) bitirince:

"Her kim bir namazı unutursa, onu hatırladığı zaman kılsın. Çünkü Allah Teâlâ,



£1661

"Tezekkür için namaz kıl" buyurdu." dedi.
Yûnus dedi ki:

İbn Şihâb, bu âyet-i kerimeyi yukarıdaki şekilde okurdu. Ahmed de şöyle dedi:
Anbese -Yunus'tan naklen- bu hadiste âyet "li zikri: beni anmak için" şeklindedir,
dedi.

Lİ671

Yine Ahmed Kerâ nuas (yani uyuklama, ımızganma)dır dedi.
Açıklama

Hadis-i şerifte haber verilen hâdise, metinde açıkça ifâde edildiği gibi, Hayber
savaşından dönerken meydana gelmiştir. Sahih- i Müslim'deki rivayet de bu şekildedir.
Bâcî, İbn Abdilberr, Nevevî ve Kadı Iyâz da sahih olanın bu olduğunu söylemişlerdir.
Buna göre, bu hâdisenin Huneyn gazvesi dönüşü olduğunu söyleyen Asîlî'nin görüşü
zayıf kalmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.) ashâb-i kiramın uykusu gelip de konaklama mecburiyetinde
kalınca, sabah namazı vaktinde kendilerini uyandırması için Bi-lâl'i görevlendirmiş ve
ashabla birlikte istirahata çekilmiştir. Bu görevi bir başkasına değil de Bilâl'e
vermesinin sebebi, onun müezzin oluşu ve namaz vaktini daha iyi bilmesi olsa
gerektir. Ancak diğer sahabîlere arız olan uyku Bilâl'e de gelmiş ve üzerine aldığı
vazifeyi ifâ edememiş, Resûlullah'ı sabah namazına uyandıramamıştır.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir, Resûlullah bir başka hadis-i şerifte, "Benim
gözlerim uyur, kalbim uyumaz" buyurmaktadır. Buna göre, bu hadisler arasında bir
tearuz yok mu?

Bu mukadder suâle iki şekilde cevap verilmiştir ve'meşhur olanı şöyledir: "Kalb ancak
kalble ilgili hisleri idrâk edebilir. Hades, elem, vs. bu kabildendir. Ama gözle alâkalı
olan fecrin doğması gibi şeyleri idrâk edemez. Efendimizin kalbi uyanık ise de gözleri
uyumakta idi."

Sarihlerin zayıf dedikleri ikinci cevap da şudur: Resülullah'm iki hâli vardı, bunlardan
birinde kalbi uyur, diğerinde uyumazdı. Hadis-i şerifte güneşin harareti vurduktan
sonra ilk önce Hz. Peygamberin uyandığı beyân edilmektedir. Sahihi Müslim'de İmrân
b. Husayn'dan yapılan rivayette ise, ilk uyananın Hz. Ebû Bekir, sonra da Hz. Ömer
olduğu zikredilir. Sahihayn'de İmrân ve Ebû Katâde'den yapılan rivayet de sefer ismi
zikredilmezken, Müslim'de de ayrıca İbn Mes'ûd'dan naklen "Hudeybiye'den
dönerken" şeklinde rivayetler gelmiştir. Bunlar göstermektedir ki, bu hâdise bir defa
değil daha fazla olmuştur. Dolayısıyle rivayetler arasında zıtlık yoktur. Birisinde ilk
uyanan Hz. Peygamber (sallellahü aleyhi ve sellem) ise, bir diğerinde Hz. Ebû
Bekir'dir.

Resûlullah (s.a.) ve ashabı kalktıktan sonra yerlerini değiştirmişler, bir miktar
yürümüşlerdir. Üzerinde durduğumuz hadiste, bu yer değiştirmenin Hz. Peygamber'in
emriyle olduğuna dair bir işaret yoktur. Ancak bundan sonraki rivayette Efendimiz,
"Size gaflet ânz olan yerinizi değiştiriniz" Müslim'deki rivayette ise;/'Herkes hayvanın
başını tutsun. Çünkü burası bize, şeytanın musallat olduğu yerdir" buyurmuştur.
"Bu yer değiştirmeden maksat, güneşin yükselmesini beklemektir, çünkü güneş
doğarken namaz kılmak nehyedilmiştir" diyenler varsa da, gerek az önce naklettiğimiz
rivayetlerde Hz. Peygamberin yer değiştiriş sebebini şeytanın tasallutu ve gaflete



bağlaması, gerekse Efendimiz ve ashabının güneşin harareti ile uyandıklarının açıkça
ifâde edilmesi, o iddia sahiplerinin görüşlerinin pek isabetli olmadığını
Lİ681

göstermektedir.

Kaza' Namazı için ezan ve kamet

Hadis-i şerifin devamında, Hz. Peygamber'in BilâTe emrettiği, O'nım da namaz için
kamet ettiği zikredilmiş, ezan hiç bahis konusu edilmemiştir. Bu, kaza namazlarında
ezan okunmayacağı görüşünde olan Malik, Evzâî ve sonraki kavlinde de Şafiî'nin
görüşüne delil olmaktadır. Bunlar ayrıca Ebû Said el-Hudrî'den gelen Hendek günü
vaktinde kılmamayan öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarının ezan anılmadan sadece
kametle kılındığına dâir rivayeti de delilleri arasına alırlar. Görüşlerini mantıkî olarak
da şöyle müdafaa ederler: "Ezan vaktin girdiğini haber vermek ve insanları cemaate
dâvet etmek içindir. Kaza vakti ne vaktin girdiğini bildirme ve ne de insanları cemaate
davet etme vaktidir. Ayrıca kaza namazı için ezan okumak insanların zihnini karıştırır
ve onların vakitleri şaşırmasına sebep olabilir."

Bunlara mukabil Şafiî'nin ilk görüşü (ki ashabının ameli buna göredir) Ahmed, Ebû
Sevr ve Ebü Hanîfe'ye göre, kaza namazları içen de ezan okunur. Bunlar, üzerinde
durduğumuz hadis-i şerifin Sahihayn'daki "Sonra Bilâl ezan okudu ve Resûlullah (s.a.)
iki rekat namaz kıldı. Sonra da sabah namazını kıldı..." şeklindeki rivayeti kendilerine
delil almışlardır. Bu rivayette önce ezan, sonra iki rekat sünnet daha sonra da sabah
namazının zikredilmesi, zikri geçen "ezsm"dan maksadın, kamet değil, ezan olduğunu
gösterir. 443. numarada gelecek olan İmrân b. Husayn hadisi ile 444. numarada
gelecek olan Amr b. Umeyye ed-Damrî'nin rivayetleri de bu görüş sa-hiblerini açıkça
desteklemektedirler. Bunlar, üzerinde durduğumuz hadis ve ezan zikredilmeyen buna
ben/er hadisleri iki şekilde manalandırmışlardır:

Birincisi: Aslında önce ezan okunmuş sonra kamet getirilmiş, fakat ezan
söylenmemiştir.

tkincisi: Ezanı terketmenin de caiz olduğunu bildirmek için ezan terk edilmiştir.
Hendek savaşındaki uygulama hususunda hem ezan hem de kametin mevcut olduğuna
dâir rivayetler de mevcuttur. Üstelik birden fazla namaz aynı anda kaza edilirse, her
birisi için ayrı ayrı ezan okunmasının sünnet olup olmadığı konusunda bu görüş
sahipleri arasında fikir birliği yoktur.

Şâfıîlerle Hanefîlerden İmam Muhammed'e göre, birden fazla namaz aynı anda kaza
edilirse, ilk kılınacak olanı için hem ezan okunur, hem de kamet getirilir; diğerleri için
sadece kamet getirilir. İmam Ebû Hanîfe'ye göre sonrakiler için muhayyerdir, isterse
hem ezan okur, hem de kamet getirir, isterse sadece kamet getirir.
Kaza namazlarında ezan okunmaz diyenlerin, "Ezan, vakti haber vermek ve insanları
cemaata çağırmak içindir..." şeklindeki sözleri isabetli değildir. Çünkü ezanın vakit
değil, namaz için olduğunu bidiren âyetler vardır. Meselâ "Namaza çağırıldığı

[169] [170]
zaman" "Namaza çağırdınız zaman" âyetleri bunlardandır.
Hanefilerin görüşleri bu hadisle te'yid edilmiştir. Zira kaza olarak kılman namazm
edaya benzemesi ve kâmil bir şekilde ifâsı, vakit için bile olsa, ezanın tekrar
edilmesiyle gerçekleşir.

Hadis-i şerifte daha sonra Hz. Peygamber, "Bir namazı unutan, onu hatırladığı zaman



kılsın" buyurmuştur. Bu emir, unutarak veya uyuyarak namazı geçiren kimseye,
uyanır uyanmaz veya hatırlayınca o namazı kaza etmenin derhal vacip olduğuna
delâlet eder. Hâdî, Müeyyedbillâh, Nasır, imam Azam Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf,
Muzenî, Kerhî... bu görüşü benimsemişledir. Bunlar, bu babın hadislerin yamsıra
Nesâî, Tirmizî ve Ebû Davud'un Ebû Katâde'den ve Müslim'in Enes b. Mâlik'ten
rivayet ettikleri ve hatırlar hatırlamaz namazın kaza edileceğini bildiren hadisleri de
delil almışlardır.

Mâlik ve Şafiî'ye göre, bu şekilde geçirilen bir namazın kazası hemen (fevri) olarak
değil, terâhî ile (geniş bir tarzda) vaciptir. Resûlullah'm uyanır uyanmaz namazı kaza
etmeyip de yer değiştirdikten sonra kaza etmesini esas kabul etmişler; "Hatırlayınca
namazını kılsın" emrini istihbâba hamletmişlerdir.

Uykudan dolayı veya unutarak namazı geçirene kaza vacip olduğuna göre kasten
namazı geçirene öncelikle vaciptir. Bu cumhurun görüşüdür. "Aniden (kasten) namaz
geçirene kaza yoktur" diyenler de vardır. Sahih olanı cumhurun dediğidir. Şu kadar
var ki, unutarak geçiren için günah yok, sadece zimmete borç vardır. Bile bile geçiren
için ise, hem günâh hem de zimmetinde kaza borcu vardır. Bu günâhtan ancak tevbe
ile kurtulabilir, tevbesi de geçirdiği namazı kaza edip borçtan kurtulduktan sonra
olabilir. Borcunu ödemeden tevbenin şartları yerine gelmez.

Hz. Peygamber unutarak geçirilen bir namazın hatırlanınca kaza edileceğini haber
verdikten sonra sözünü tesbit için, Kur'ân-ı Kerim'den âyet okumuştur. Hadisin
meşhur rivayetinde âyet, meşhur olan yedi kıraatte olduğu gibi değil de şaz olan bir
kıraata uygun olarak vârid olmuştur. Ancak müellif, Ahmed b. Salih'in, bu âyeti
meşhur kıraatlere uygun olarak şeklinde rivayet ettiğini kayd eder ki Buharî, Müslim
ve İbn Mâce'deki rivayetler de bu şekildedir.
Kâdî İyâz bu bölümle ilgili olarak,

"Bunda bizden evvelki şeriatlerin, bizim için de şeriat olduğuna delil vardır. Zira
hüküm, âyetten alınmıştır ve bu âyetle Musa aleyhisselâma hi-tab edilmiştir" der.

um

Konunun tafsilâtı Usûl kitaplarında verilmiştir.
Bazı Hükümler

1. Mühim işler için bekçi tâyini istenen bir iştir.

2. Resulullah (s. a.) için de beşeri ihtiyaçların arız olması tabiîdir.

3. Üzerine aldığı işi, arız olan bir özürden dolayı yapamayanların özrünün kabul
edilmesi meşrudur.

4. Şeytanın mekânı zannedilen yeri değiştirmek caizdir.

5. Geçmiş namazları unuturak bile olsa geçiren kimseye kazası gerekir.

6. Kaza namazlarının cemaatle kılınması meşrudur.

7. Kerahet vakitleri müstesna, farz namazlar her zaman kaza edilebilir.

8. Kazaya kalan namazların kazaya kalışının akabinde kaza edilmesi istenen bir iştir.

£172]

9. Gece namazları gündüz, gündüz namazları gece kaza edilebilir.

436. ...Ma'mer, Zührî'den, Zührîde Saidb. Müseyyeb vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bu
(önceki hadiste geçen) haberi şöyle rivayet etmişlerdir:
Resûlullah (s. a.):



"Size gaflet gelen yerinizi değiştiriniz" buyurdu ve Bilâl'e emretti, o $a ezan okudu,
kamet etti ve Efendimiz namazı kıldı.
Ebû Dâvûd dedi ki:

Mâlik, Süfyân b. Uy ey ne, Evzaî ve Abdurrezzak bu haberi Ma'mer ve İbn İshâk'tan
rivayet etmişler fakat hiç birisi, Zührî'nin bu hadisinde ezanı zikretmemiştir. Yine
bunlardan Evzâf ve Ebân el-Attar'dan başka hiç birisi bu haberi Ma'mer'e isnâd
£173]

etmemiştir.
Açıklama

Müellifin bu rivayeti kitabına almaktaki maksadı Zührî'den yapılan rivayetler
arasındaki farklılığa işaret etmektir. Çünkü bir evvelki hadis-i şerifte Efendimizin Hz.
Bilâl'e güneş doğduktan sonra kaza namazı için ezan okumasını emrettiğine dair
herhangi bir kayıt yok iken, bu rivayette Efendimizin ezanı emrettiği açıkça beyân
edilmiştir. Ancak Ebû Davud'un rivayetin sonuna ilâve ettiği sözleri Mâlik, Süfyân b.
Uyeyne, Ev-zâî ve Abdurrezzak'm bu hadisi Ma'mer'den rivayet ederken Hz.
Peygamber'in ezanı emrettiğini hiç zikretmedikleri intibaını vermektedir. Fakat Mâlik,
Süfyân b. Uyeyne ve Evzâî bizzat Zührî'nin ashabından oldukları için Ma'-mer'in
aracılığına muhtaç değillerdir. Öyleyse, Müellifin bu sözleri şu şekilde anlaşılmalıdır:
"Mâlik, Süfyân b. Uyeyne ve Evzâî, Zührîden; Abdurrezzak da Ma'mer'den bu hadisi
rivayet etmişlerdir. Ancak ezanı zikretmemişler."

Burada, güneş doğduktan sonra kaza edilecek olan sabah namazı için ezan
okunmasının Efendimiz tarafından emredildiğini gösteren rivayet zayıf görülmüşse de
bu rivayeti takviye eden başka haberler de mevcuttur. Meselâ Beyhâkî bu hadis-i şerifi
mevsûl ve mufassal olarak rivayet ettikten sonra, "Bunu Malik, Muvattâ'da Zührîden o
da, İbnü'l-Müseyyeb'den mürsel olarak rivayet etmiş ve ezanı zikretmiştir. Bu
hâdisede ezan sahihtir, sabittir. Bunu Ebû Hureyre'den başkaları da rivayet etmiştir"
demiş, sonra da Buhârî'nin Sahih'inde de mevcut olan Ebû Katâde hadisini
nakletmiştir. Bu hadisde, "Efendimiz, sonra;

Ya Bilâl! Kalk da insanlara namaz için ezan oku... buyurdu" denilmektedir.
Müslim'in bir rivayetinde de sonra Bilâl namaza nida etti (ezan okudu) denilmektedir.
Bu haberler geçmiş namazlar kaza edileceğinde bunlar için ezan okunacağı görüşünde
olan Hanbelîlerle, Hanefîlerin görüşlerini te'yid etmektedir. Bu konuda ulemâ arasında

£1741

görüş birliği yoktur. Bu ihtilâflara bir evvelki hadisin şerhinde işaret edilmiştir.

437. ...Ebû Katâde (r.a.)den nakledildiğine göre, Peygamber (sallellahü aleyhi ve
sellem) bir yolculukta idi, birden yoldan ayrıldı; onunla birlikte ben de ayrıldım.
"Bak bakalım (kimseyi görüyor musun)?" buyurdu.

Biz yedi kişi oluncaya kadar, bu bir süvari, bu ikisi iki süvari, bunlar üç süvari...

dedim. Sabah namazını kastederek;

"Bize namazımızı geçirtmeyiniz." buyurdu.

Uyuyakaldılar ve ancak güneşin hararetiyle uyanabildiler. Uyanır uyanmaz hemen
kalktılar ve birazcık yürüdüler. Biraz sonra konaklayıp abdest aldılar. Bilâl ezan
okudu ve önce sabah namazının iki rekât (sünnet)ini, sonra da farzım kılıp
(hayvanlarına) bindiler.



Ashâb, biribirine:

Namazımızda kusur yaptık, diyorlardı. Bunun üzerine Resulüllah (s. a.):
"Uyku hâlinde kusur yoktur, kusur uyanıkkendir. Biriniz namazı unutursa hatırladığı

£175]

zaman kılsın, ertesi günde ise (onu) vaktinde kılsın" buyurdular"
Açıklama

Hadis-i Şerifteki "uyuyakaldılar" diye terceme ettiğimiz tabın Kur an-ı Kerim'den

£1261

iktibas edilmiştir. Hattâbî, bu tâbirin Arapçada fasîh bir terim olduğunu, "sesin
ve hissin kulağa girmesine perde olmak" manasına geldiğini söyler.
Bu hadis-i şerif de öncekilerde olduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.)'in bir yolculuğunda
sabah namazı vaktinde uyuyakalıp namazı güneş doğduktan sonra kaza ettiğini ortaya
koymaktadır. Bu rivayette de, Hz. Bilâl'in kaza edilecek namaz için ezan okuduğu
açıkça görünmekte ve kaza namazlarında ezan okunmasına lüzum görenlerin
görüşlerine dayanak olmaktadır. Hattabî, bu rivayette ezanın zikredildiğini
hatırlattıktan sonra senedinin de sağlam olduğunu söylemiştir.

Yine bu rivayette güneş doğduktan sonra kaza edilen sabah namazının, sünnetinin de
kılındığı anlaşılmaktadır. İmam Azam Ebû Hanîfe hazretleri ve Ebû Yûsuf, bunu delil
alarak, "sabah namazının sünneti farzı ile birlikte geçirilirse, güneş doğduktan sonra
birlikte kaza edilir" demişlerdir. Sadece sünnet geçirilirse, İmam Azam'a göre kaza
edilmez. İmam Muhammed'e göre kaza edilir. Diğer namazların sünnetleri kaza
edilmez. Sabah namazının sünnetinin kaza edilmesinin mesnedi bu hadistir.
Şâfıîlere göre de sabah sünneti ister tek başına, ister farzla birlikte geçirilsin kaza
edilir. Diğer sünnetler için de durum aynıdır.

İmam Mâlik'e göre sabahın sünneti kaza edilmez. Fakat ashabı, kaza edileceğini
söylemişlerdir. Mezhebin görüşü de bu şekilde sabit olmuştur. Ancak Hanefî ve
Şâfiîlerin aksine Mâlikîlere göre sünnet farzdan sonra kaza edilir.
Hadis-i şerifin Ebû Dâvûd'daki rivayetinde, namazı unutan bir kimsenin hatırlayınca
kılması emredilmektedir. Tirmizî'de unutmaya ilâve olarak uyku da zikredilmiştir.
Müslim'deki bir rivayet ise, "kusur ancak namazı sonraki namaz vakti girinceye kadar
kılmayanadır. Kim böyle yaparsa uyandığında kılsın" buyurulmaktadır. Hadisin bu
bölümü, "Uyku esnasında mükellefiyet yoktur. Kaza yeni bir emirdir" diyenlere
delildir.

Bu hadisin son bölümündeki "Ertesi"günü de vaktinde kılsın" cümlesi, ulemâ arasında
bazı görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Bu sözün zahiri, geçirilen bir namazın bir
defa, hatırlanınca bir de ertesi günkü vaktinde olmak üzere iki defa kaza edilmesini
gerekli göstermektedir. Nitekim bazı âlimler, bu şekilde anlamışlar, ancak ertesi
günkü vakitte kazayı müstehap saymışlardır. Şu da var ki, cumhûr-u ulema-bu görüşü
benimsememiş, seleften hiç birisi kaza edilen bir namazın, ertesi günkü vaktinde
tekrar kılınmasını müstehap görmemiştir. Nevevî, bu cümlenin mânâsının "bugün
uyanamayıp da namazı kaza eden bir kimse yann da böyle yapmasın, namaz vaktini
değiştirmesin, yarının namazını kendi vaktinde kılsın" şeklinde olduğunu söylemiştir.
442. hadiste gelecek olan "geçen namazın bundan başka kef fareli yoktur" cümlesi de

um

cumhurun görüşünün isbâbetini ortaya koyar.



Bazı Hükümler



1. Geçmiş namazların kazasında ezan okumak meşrudur.

2. Sabah namazının sünneti farzı ile birlikte geçirilirse -öğleye kadar-kaza edilir.

3. Uyku veya unutma sebebiyle namazı vaktinden sonraya bırakmakta günah yoktur.
Tabiî bu devamlı namaz kılanlar içindir. Namaza hiç alışık olmadığı için unutan veya
sabah namazına hiç kalkmadığı için uyanamayanlar bu ruhsatın dışmdadırlar. Nitekim
namaz vakti daraldığı ve uyuduğu takdirde uyanamayacağmı bildiği halde uyuyan

^ [1781
kimsenin günahkârr olacağı söylenilmiştir.

438. ...Hâlidb. Sümeyr demiştir ki;

Ensâr'm kendisini fakih tanıdığı Abdullah b. Rebâh el-Ensârî, Medine'den bize gelip
şöyle haber verdi:

£179]

Resûlullah (s.a.)m süvarisi Ebû Katâde:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) emirler ordusunu gönderdi dedi ve önceki
hadiste geçen hâdiseyi anlattı. (Ebû Katâde devamla):

Bizi ancak doğmakta olan güneş uyandırdı. Namazımız (geçti) diye korku ile kalktık.
Efendimiz güneş yükselinceye kadar:

"Yavaş olun, acele etmeyin" buyurdu. (Güneş yükselince Resûlullah):

"Sizden, sabah namazının (sünnet olan) iki rekatini devamlı kılmakta olanlar (şimdi

de) kılsın" buyurdu.

Bunun üzerine önceden (sünnet olan) iki rekati kılmayı itiyâd eden de, etmeyende

[1801

kalkıp kıldı. Sonra Resûlullah (s. a.) namaz için ezan okunmasını emretti. Ezan
okundu ve Efendimiz kalkıp bize namazı kıldırdı. Namazı bitirince:
"Dikkat ediniz! Allah'a hamdederiz ki, biz, bizi namazdan alıkoyan dünya işlerinden
bir şeyde değildik. Fakat ruhlarımız Allah'ın elindedir (uyuyorduk). Allah (celle
celâluhu) ruhlarımızı, dilediği zaman gönderir. Sizden her kim yarının sabah namazına
vaktinde yetişirse, onunla birlikte onun gibisini (bugün vaktinde kılamadığı sabah

liMI

namazını) kaza etsin" buyurdu.
Açıklama

Bazı sarihler, ordunun başına önceden Ca'fer b. Ebî Tâlib, onun şehâdetinden sonra
Abdullah b. Revana, ondan sonra da Hâlid b. Velid emir olduğu için Emirler
Ordusu'nun Mûte muharebesindeki ordu, bu hâdisenin de Mûte seferinde olduğunu
söylemişler ise de, bu isabetli değildir. Çünkü Mûte seferinde Hz. Peygamber bizzat
bulunmamıştır. Bu icma ile sabittir. Bu yüzden Aynî, bu hadisteki "Emirler ordusu"
tâbirinin Hâlid'den bir vehm olduğunu söyler. Menhel sahibi ise, burada Hâ-Ud'in
vehminin bir değil, üç yerde olduğunu, bunlardan birincisinin "Emirler ordusu"
tâbirinde; ikincisinin, "Sizden her kim daha evvel sabah namazının sünnetini kılarsa..."
cümlesinde; üçüncüsünün de hadisin sonundaki "Onunla birlikte benzerini kaza etsin*'
sözünde olduğunu söyler.



Emirler Ordusu sözü râvîden bir vehm değilse, bu ordu olsa olsa Hay-ber'i fetheden
ordu olabilir. Çünkü bu savaşta Hz. Peygamber yarım baş ağrısına tutulduğundan
sancağı ilk gün Hz. Ebû Bekir'e, ertesi gün Hz. Ömer'e, daha sonra da Hz. Ali'ye
vermiş ve feth Hz. Ali'nin eliyle müyesser olmuştur. Görüldüğü gibi bu orduda üç ayrı
emir vazife almıştır. Öyleyse Emirler Ordusu denilip de içerisinde Hz. Peygamber'in
bulunduğu anlaşılan ordunun, Hayber gazvesindeki ordu olduğunu anlamak gayet tabiî
ve mantıkîdir.

Bu hadiste, Hz. Peygamber, ashabını sabah namazının sünnetini kaza hususunda
muhayyer bırakmış ve "daha evvel sabahın sünnetini kılma âdeti olanlar kılsın"
buyurmuşlardır. Sabah namazının sünneti,' müekked bir sünnet olduğu ve ashabı
kiramın böyle bir sünneti terk etmesi düşünülemeyeceğine göre, Efendimizin sözünü
seferle kayıtlı anlamak daha doğrudur. Yani "daha önce seferde iken sünneti kılma
âdeti olanlar, yine kılsın" demektir.

Hadis-i şerifin sonundan anlaşıldığına göre Resûlullah (s. a.) geçirilmiş sabah namazını
güneş yükseldikten sonra kaza ettiği halde bir de ertesi gün kaza edilmesini
emretmiştir. Fakat bu ifâde yukarıda Menhel sahibinin de dediği gibi, râvilerin vehmi
olmalıdır. Nitekim Tirmizî ve başkaları, Buhâ-rî'nin bu hadisi galat kabul ettiğini
söylemişlerdir. 442 numarada gelecek hadis ile, Nesâî'nin İmrân b. Husayn'dan rivayet
ettiği "onlar (ashab) ya Resulel-lah! Bu geçen namazı yarınki vaktinde tekrar kaza
clmiyelinı mi? dediler. Resûllullah (s. a.) "hayır Allah sizi ribâdan menettiği halde onu
sizden alır mı? buyurdu" mealindeki hadis de üzerinde durduğumuz hadisin galat ol-
duğu veya râviden bir vehmin bulunduğu fikrini te'yid etmektedir.
Yukarıdaki hadisin şerhinde de işaret edildiği gibi, kaza edilen bir namazın, ertesi
günkü vaktinde tekrar kaza edileceğini selef ulemasından hiç kimse söylememiştir.
£1821

439. ...Ebü Katâde bu haber hakkında dedi ki:
Resûlullah (s. a.)

"Allah (azze ve celle) ruhlarınızı dilediği zaman kabzetti ve dilediği zaman iade etti.
Kalk ve namaza davet et (ezan oku)" buyurdu.

Resûlullah ve ashabı kalkıp abdest aldılar güneş yükselince (kerahet vakti çıkınca)

£1831

Efendimiz cemaate namaz kıldırdı.
Açıklama

İbn Reslân Hz. Peygamber'in: "Allah ruhlarınızı dilediği zaman kabz etti, dilediği
zaman da iade etti" sözünün mânâsının, ruhun bedenle olan alâkasının kesilmesi
olduğunu, bunun ölümü gerektirmediğini söyler.

Burada şu hususları belirlemekte fayda vardır. Çoğu kez kullandığımız nefis ve ruh
kelimeleri muhteva itibariyle aynı şeyler mi, yoksa ayrı şeyler midir? Bu hususta elde
yeterli bilgiler olmamasına rağmen âlimlerimiz, nefisle ruhun aynı şeyler olduğunda
ittifak etmeyip kimi, aynı şey, kimi de ayrı ayrı şeylerdir demişlerdir. Nefis ile ruh
insanda bir ise, ruh, bir midir, yoksa birden fazla mıdır? sorusunu sormuşlardır. Bunun
neticesinde şu hükümler ortaya atılabilir:

1. İnsan vücudunda ruh birdir, faaliyetleri ve nitelikleri bakımından değişiklik arzeder



diyen görüş takdire şayan sayılmıştır.

2. Birden fazla ruh vardır diyenler ise, bu ruhlardan biri insan üzerinde faaliyetini icra
ettiği zaman insan uyanık olur, çıktığı zaman uyku ve rü'ya görür; diğer bir ruh ise,
beden ile ittisali insanın diriliğim", bedenden ayrıldığı zaman da insanın ölümü
gerçekleşir, demişlerdir.

Bütün bunların yanında şunu hatırlamakta fayda vardır: Hz. Peygamber (s.a.)e ruh ve
mâhiyeti hakkında soru sorulduğunda Peygamber (s. a.) hemen cevap vermemiş,
Cibril-i Emin vâsıtası ile gelen âyet-i celilede soru sorunlara cevap verilmiştir:
"Ruh benim Rabbimin işidir. (Bu konuda) size ancak az bir bilgi verilmiştir"
buyurulması, ruhun mâhiyetinin insanlarca meçhul olduğuna işarettir.
Efendimizin, bu hâdisede ezan okumasını kime emrettiği açıkça belli olmamaktadır.
Bununla beraber diğer rivayetlerin yardımıyla bu emrin Hz. Bilâl'e verildiği
anlaşılmaktadır. Yine bu rivayette ezan okuma ve abdest alma işlerinin güneş
yükselmeden önce olduğu görülmektedir. Halbuki önce geçen ve bundan hemen sonra
gelecek olan rivayetlerde abdestin, güneş yükseldikten sonra alındığı anlaşılmaktadır.
Sabah namazına kalkıîamayıp da, kuşlukta kaza edildiği vak'a birden fazla olabileceği

£1841

için, hadisler arasında tezat söz konusu değildir.

440. ...Ebû Katâde (r.a.) Resulullah (sallellahü aleyhi ve sellem)den bir evvelki -
Halid'in rivayet ettiği- hadisin manasını rivayet ederek şöyle dedi:

0851

"Resulullah (s.a.), güneş yükselince abdest alıp ashabına namazı kıldırdı."
Açıklama

Bu rivayetin tekrar Sunen'e alınmasındaki maksat, bununla önceki rivayet arasında
mevcut olan ihtilafa işarettir. Çünkü bir evvelki hadiste cemaatin, abdesti güneş
yükselmeden aldıkları ifâde edildiği halde, burada güneş yükseldikten sonra aldıkları
ifâde edilmektedir.

Yukarıda da işaret edildiği gibi rivayetler arasındaki bu kihtilâf, hâdiselerin

0861

farklılığına hamledilerek giderilmiştir.

441. ...Ebû Katâde (r.a.)den; demiştir ki: "Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

"Uyku hâlinde kusur yoktur. Kusur ancak, uyanıkken, diğer namazın vakti girinceye

0821

kadar bir namazın geciktirilmesidir."
Açıklama

Hadisteki kelimesini meçhul olarak gaibe sığası ile okuyanlar olduğu gibi, malum
olarak muhatap sîgasiyla da okuyanlar olmuştur. Terceme birinci okuyuşa göre
yapılmıştır.

Bu rivayet Ebû Dâvûd'da 437. hadîsin sonunda da biraz değişik lâfızlarla mevcuttur.
Ayrıca bu hadisin yeri de 337. hadisten sonra olması gerekirken Ebû Dâvûd burada
zikretmiştir.



Orada gerekli açıklamada bulunulmuştur. İlâve olarak şunu diyebiliriz:
Bu hadîsten anlaşılıyor ki, sabah namazı dışındaki namazların vakitleri, bir sonraki
namazın vakti girinceye kadar devam eder. Sabah namazının vakti ise, güneşin
doğması ile sona erer.

Kusurun bir namazı diğer bir namaz vaktine bırakılması olduğuna göre Arafat ve
Muzdelife dışında iki namazın bir vakit içinde birleştirilmesi (yani cem'edilmesi)

£1881

yoktur; diyen Hanefıler bu'hadise dayanırlar.
Bazı Hükümler

1. Uyuma veya unutma sebebiyle namazı vaktinde kılamamaktan, dolayı günah
yoktur. Günah özürsüz olarak vaktinde kılamamaktan dolayıdır.

2. Sabah namazı dışındaki namazların vakitleri, bir sonraki namazın vakti girinceye

£1891

kadar devam eder.

442. ...Enes b. Mâlik (r.a.)'den demiştir ki: Resüiullah (s.a.) :

"Bir namazı unutan kimse, onu hatırladığı zaman kılsın. O namaz için bundan başka

HM

bir keffâret yoktur."
Açıklama

Bu hadis-i şerifle ilgili olarak Hattâbî şöyle der: "Demek istiyor ki, Ramazan'da
özürsüz olarak orucu tutmayana keffâret, hac menâsikinden bir şey terk eden
ihramlıya dem ve yemek yedirme gibi bir ceza lâzım olduğu gibi, namazı terk
etmekten dolayı sadaka gibi herhangi bir keffâret ve borç yoktuı. Ru hadisde bii
kimsenin başka birinin borcunu ödemesi ve onun yerine hac etmesi caiz olduğu gibi,
başkasının yerine namaz kılmasının caiz olmadığına da delil vardır. Oruçta olduğu
gibi, namazın mal ile ödenemeyeceği de hadisten anlaşılmaktadır."
Hadis-i şerifde, unutularak vaktinde kılmamayan namazın, hatırlanılınca kaza
etmekten başka bir keffâretinin olmayışının hasr terkibi ile ifâde edilmesi, terk edilen
bu namazın ertesi günü vaktinde tekrar kaza edileceğini söyleyenlerin aleyhine açık

£191]

bir delildir. Geçirilen bir namazın kazası bir defadır, tekrarına lüzum yoktur.
Iskat-ı Salât

Menhel sahibi, bu hadîsin şerhinde Hattâbî'nin yukarıya naklettiğimiz açıklamasını
kaydettikten sonra:

"Bununla bilinmiş oluyor ki, (târikü's-salât) namaz borcu olan bir kimsenin
ölümünden sonra, bazı insanların, başkalarına mal verip iskat-ü salât diye
isimlendirdikleri şey delilsizdir" demektedir.

Ancak Hanefî ulemasının İmam-ı Muhammed'den yaptıkları bir nakle göre, namazın
da bedenî olan ve bir mazerete mebnî tutulamayan oruç ibâdetine kıyasla öksüz ve



yetimlerin hakkına tecâvüz edilmeksizin namaz kef-fâretinin de verilebileceğini ve bu
konuda İmam-ı Muhammed'in "Cenab-ı, Hakk'm onu muaheze etmeyeceğini umarım"
dediğini de ilâve etmişlerdir.

En azından onun ruhu için bir sadaka olacağından veriimesinde ve yapılmasında beis

£1921

olmadığı, uygulamanın da ülkemizde bu istikamette olduğu bilinmektedir.
Bazı Hükümler

1. Unutularak vaktinde kılanmayan bir namaz, hatırlanır hatırlanmaz kılınmalı, tehir
edilmemelidir.

£193]

2. Geçirilen bir namaz, bir defa kaza edilir, başkaca dünyevî bir cezası yoktur.

£1941

443. ...Imrân b. Husayn (r.a.)den nakledildiğine göre;

"Resûlullah (s.a.) bir sefer esnasında o ve ashabı sabah namazı vaktinde uyuya kaldılar
ve güneşin harareti ile uyandılar. Güneş yükselinceye kadar biraz yürüdüler, sonra
Efendimiz müezzine emretti, o da ezanı okudu. Sabah namazının farzından önce iki
rekât (sünnet) kıldı, bilahare müezzine emretti o da kamet etti, Resûlullah da sabahın

£195]

farzını cemaatle birlikte) kıldı."
Açıklama

Hz. Peygamberin bu hadiste bahis konusu edilen seferinin hangi sefer olduğu
ihtilaflıdır. Müslim'in Ebû Hureyre'den bu kıssaya benzer bir rivayetinde hâdisenin
Hayber'den dönerken olduğu, Ebû Davud'un İbn Mes'ûd'dan yaptığı rivayette (bk. 447.
hadîs) Hudeybiye zamanında, İmam Mâlik' in Muvattâ'da Zeyd b. Eşlem' den Mürsel
olarak yaptığı rivayette Mekke yolunda, Abdurrezzak'm M usan ne T de Atâ b. Ye-
sâr'dan yaptığı nakilde, Tebûk yolunda ve yine Ebû Davud'un başka bir rivayetinde de
Ceyşü'i-Umerâ (Mûte veya Hayber) seferinde olduğu ifâde edilmektedir. Ancak bu
hâdisenin Ebû Dâvûd'da 435. hadiste de ifâde edildiği gibi Hayber gazvesinden
dönerken olması daha kuvvetli görünmektedir. Hadis-i Şerif bundan Önceki
rivayetlere çok benzemektedir. Gerekli açıklama daha önceki hadislerin şerhinde
£1961

verilmiştir.

£1971

444. ...Amr b. Umeyye ed-Damrî (r.a.)den demiştir ki;

Seferlerinin birinde Resûlullah (sallellahü aleyhi ve sellem)îe beraberdik. Sabah
namazı (vaktinde) güneş doğuncaya kadar uyuyakaldı. Uyanır uyanmaz:
"Bu yeri değiştiriniz" buyurdu.

Sonra BilâPe emretti, o da ezan okudu. ;Ashâb) abdest alıp sabah namazının iki rekât
(sünnet)ini kıldılar. Sonra Bilâl'e (tekrar) emretti, kamet getirdi; Efendimiz de cemaata

£1981

sabah namazının farzını kıldırdı.



Açıklama



Bu ve bundan önceki hadis, kaza namazlarında ezan okumanın sünnet olduğunu
söyleyen Hanenlerm görüşüne delildir. Ayrıca bu rivayette Ef. ndimizin ezan
okumasını emrettiği zat açıkça belirtilmiştir. O da Bilâl-i Habeşî (radiyellahü anh)dir.
£199]

r2ooı

445. ...Resûlullah (s.a.)a hizmet eden Zî Mihber el-Habeşî ,bu olay hakkında
şöyle demiştir:

[2011

Resûlullah (s. a.) bir abdest aldı ki abdestinden toprak çamurlaşmadı. Sonra
Bilâl'e emretti, O da ezan okudu. Sonra Hz. Peygamber kalkıp acele etmeden iki rekat
(sünnet) kıldı. Daha sonra Bilâl'e:
"Namaza kamet et" buyurdu.
Bilâhere yine acele etmeden farzı kıldı.

İbrahim;(b.el-Hasen an lafzını kullanarak)Haccâc'dan, Oda Yezid b. Suleyh'den, O da;
"Bana Habeşli bir adam -Zû-Mihber- haber verdi" şeklinde rivayette bulundu.

f2021 f2031

Ubeyd (b. Ebî'l-Vezîr) ise, (Yezîd b. Suleyh yerine) Yezid b. Sulh dedi.

446. ...Necâşî'nin kardeşinin oğlu Zû Mihber önceden zikri geçen haberi rivayet edip
şöyle dedi:

r2041

"(Müezzin) acele etmeden ezan okudu."
Açıklama

Bu rivayet de yukarıdaki rivayetin aynısıdır. Bu rivayette sadece müezzinin ezanı
acele etmeden okuduğunu belirten bir söz ilâve edilmiştir.

Müellifin, bu rivayeti getirmekten maksad yukarıda işaret edilen farkı göstermek ve
Zû Mihber'den rivayet yapan zâtın adının Yezîd b. Salih değil de Yezid b. Suleyh

[2051

olduğunu söyleyen Haccac'm iddiasını takviye etmek olsa gerektir.

447. ...Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'den demiştir ki;

Hudeybiye zamanında Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem)le birlikte geldik.

Resûlullah (s. a.):

"Bizi kim bekleyecek?" buyurdu.

Bilâl:

Ben, dedi.

Ancak ashab(m hepsi) güneş doğuncaya kadar uyudu kaldı. Peygamber (s. a.) uyanır
uyanmaz:

"Daha evvel yaptığınız gibi yapınız. (Önceden normal vaktinde abdest alıp, ezan
okuyup, namaz kıldığınız gibi yine kılınız)" buyurdu.



Biz de öyle yaptık. Daha sonra Nebî (s.a.);



"Uyuyan veya unutan (uyuduğu veya unuttuğu için namazı vaktinde kılamayan) böyle

r2061

yapsın" buyurdular.
Açıklama

Önceden de ifâde edildiği gibi, Resûlullah'm uyuyakalıp da sabah namazını güneş
doğduktan sonra kıldığı yolculuğu, bu rivayete göre Hudeybiye'den dönerken
olmuştur. Farklı rivayetler de göz önüne alınınca, Efendimizin sabah namazına
kalkamadığı yolculuğunun birden fazla olduğu anlaşılmaktadır.

Hz. Peygamber'in Hudeybiye yolculuğu hicretin 6. yılında olmuştur. Hudeybiye
Mekke'ye dokuz mil mesafede Cidde istikâmetinde bir köydür. Bugün oraya
"Şemîsiye" veya "Şumeysiye' denilmektedir. Efendimiz 1625 kişi ile Medine-i
Münevvere'den çıkmış, öğle namazını Zul-Huleyfe'de kılmış ve umre için ihrama
girerek Mekke'ye doğru yola çıkmıştı. Ancak Ku-reyşliter, müslümanları Mekke'ye
sokmak istemiyorlardı. Bunun için askerlerini topladılar, Mekke civarındaki sratejik
önemi olan yerleri tuttular. Süvarilerini de müslümanlarm üzerine gönderdiler. Hz.
Peygamberin savaş yapma niyeti yoktu. Zaten hepsi ihramlı idiler ve yanlarında
kınlarına sokulmuş yolcu kılıcından başka silahları da yoktu. Resûlullah Kureyş
süvarilerinin kendilerine doğru geldiklerini görünce onlarla karşılaşmamak için yolunu
değiştirdi, dağ yollarına saptı ve Hudeybiye'ye kadar geldi. Burada Efendimizin devesi
çöktü, bunun üzerine ashaba orada konaklamalarını emretti. Hz. Peygamberle Kureyş
arasında, Huzâa kabilesinden Budeyl b. Varkâ ve arkadaşları aracılığı ile bir anlaşma
yapıldı. Bu anlaşma hükmünce müs-lümanlar Umre yapmadan geri döndüler.
Konunun tafsilatı siyer kitaplarında mevcuttur.

Bu hadis-i şerifte ifâde edildiğine göre; işte bu seferden dönerken, müslümanlar gece
yarısından sonraya kadar yürümüşler ve dinlenmek ihtiyacını duymuşlar. Hz.
Peygamber, kendilerini sabah namazına uyandıracak ve muhafızlık yapacak birini
istemiş, Hz. Bilâl bu göreve talip olmuştur. Ne var ki yorgunluğun tesiriyle Bilâl de
uyuyakalmış ve ancak güneşin harareti ile uyanabilmişti. Hz. Peygamber, hadiste ifade
edildiği şekilde ashabına namazlarını kılmalarını emretmiştir.

Hz. Peygamberin "daha evvel yaptığınız gibi yapınız" sözlerinden, bazı âlimler
namazların kazasının da aynen edası gibi olduğunu, dolayısıyle edası cehrî olan
namazların kazasının da cehrî, edası hafi olanların kazasının da hâfî olacağı hükmünü
çıkarmışlardır.

Netice olarak görülüyor ki, İslâm'ın namaza vermiş olduğu önem aynen vakitlere de
yansımıştır. Uyku, unutkanlık ve kahir sebebler dışında namazların vaktinde
kılınmasının önemine işaret edilmiştir. Namazı kılmak bir vecibe olduğu gibi,
vaktinde ve belirli zamanlar içerisinde edası da bir vecibedir. Şu veya bu bahanelerle
namazı kılmayan veya vaktinde kılamayanlar için bir mazeret yoktur.
Her ne suretle olursa olsun edâ edilmeyen namazlar kaza edilmeli kaza ederken de
edasmdaki kemâle ulaşmak için ezan ve ikâmetin ihmal edilmemesi lüzumuna da
dikkat edilmelidir.

Sünnetlerin kazasına gelince,sabah namazının sünneti öğleden önce farzı ile beraber
kaza edilir. Bunun dışında kazası emredilen sünnet yoktur. Her ne kadar sünnetlerin



hikmeti teşriiyyesi şeytanı kovarak, kendisinden uzaklaştırmak ve farz namazları huzû'
ve huşu içerisinde edâ etmesini sağlamak ise de, bu husus vakitle kayıtlanmıştır.
Ancak vakit içerisinde ise, edâ edilir. Vaktin çıkmasından sonra kaza edilmez.
Farz borcu olan revâtib sünnetleri kılamaz görüşünde olanlar var ise de sözü edilen
hikmete binaen Hanefîlerce sünnetin terki benimsenmemiş, farz borcu olsa dahi
sünnet kılmalıdır, görüşü ağırlık kazanmıştır. Farzlardan borcu varsa bir an evvel kaza
etmeli görüşü müftâbih olan görüştür.

Ancak misafir olanların sünneti kılmaları efdal ise de, muhayyer olmaları bundan
r2071

müstesnadır.

12. Mescid İnşası

İslâm'da esas olan mescidlerin inşasını ön plana almak değil, mescidi dolduracak
insanları yetiştirmektir. Mescitlerin inşasında ana hedef de, ibâdet yapacak
müslümanlarm huzur ile ibadet yapmalarına imkân sağlamaktır. Başka bir ifade ile
îslâmî bir cemaat teşkil edecek olan müslümanlarm bir araya gelmesine imkân
hazırlamaktır. Nitekim Resûlullah'm Mescidi'-nin her tarafı açık hurma liflerinden
dökülen yağmur damlaları, altlarındaki kumlarda görülen ayak izleri, caminin içindeki
insanları bir şuur içinde yüceltmiş, "Lâ ilahe illellah" kelimesinde toplamış,
Peygamber ile kucak-laştırmış, o sıcak sevgiden bir din ve bir cemaat zuhur etmiştir.
O cemaatin sıcak bağlan bütün bir insanlığı sarmış yeni bir medeniyet meydana çıkar-
mıştır. Bütün bunlar cemaatlerin mescitlerde toplanmasından neş'et etmiştir. Çünkü
İslâm'da mescid hem ibâdet yeri, hem eğitim ve öğretim hem de İslâm devletinin
merkezi ve toplantı yeridir.

Bunun içindir ki Resûlullah Mekke'den Medine'ye gelişinde, İslâm devletinin
kuruluşuna Küba'da ilk mescidi yaparak başlaması mescidin esas hedefini göstermiş
oluyordu. Medine'de ise, evini mescidin içinde yaparak, hem talim, hem de öğretim
görevini yerine getirmedeki stratejisini belirlemiş oluyordu.

Bütün bunlar gösteriyor ki İslâm'da mescidJİslâm ümmetinin hem dini, hem dünyevî
bütün meselelerin görüşüldüğü yerdir. Görüyoruz ki:

Resûlullah (s.a.v.)m Mekke'den Medine'ye hicret edenleri Medinelilerle kardeş yaptığı
yer mescid: düşmanları ile sulh antlaşması yaparak müsrü-manlara nefes aldırdığı yer
yine mescid, bütün müslümanlarm bir lider etrafında toplanıp İslâmî cemaat
oluşturdukları merkez mescid, geleceğin âlimlerinin öğrenim gördüğü yer mescid,
misafirlerin ağırlandığı yer mescid, fa-kirlerin doyduğu yer mescid, Kur'ân'm
öğrenildiği, hadisin tatbik edildiği yer mesciddir.Dünya' da sulh ve sükûn istenirse,
onun yeri yine mescid olacaktır. Mescidin dışında hak, huzur ve sükûn olmasına
r2081

imkân yoktur...

448. ...İbn Abbâs (r.anhuma)dan dedi ki;
Resûlüllah (s. a.) şöyle buyurdu;

"Ben mescidleri yükseltip, genişletmekle emrolunmadım."
İbn Abbâs dedi ki:

"Vallahi siz yahudî ve hıristiyanlarm (kilise ve havralarını) süsledikleri gibi,



T2091

mescidleri süsleyeceksiniz. "



Açıklama

Hadis-i Şerifin birinci bölümü merfu, ikinci bölümü mevkuftur. Merfu olan bölümde,
Hz. Peygamber ihtiyaç fazlası olarak camilerin genişletilme ve yükseltilmesine Cenab-
ı Allah'ın izin vermediğini ifade etmiştir.

İkinci bölüm ise, İbn Abbâs'm sözüdür. Fakat bu gibi hususlar, rey ve ictihad ile
bilinemeyeceği için ulemâ bu kısmı da merfu hükmünde kabul etmişlerdir.
Tîbî ikinci bölümün başındaki "lâm"ı kesre okuyarak tâlil ifâde ettiğini ve hadisin
tamamının Resûlullah'm sözü olup merfu olduğunu söylemişse de bu görüş pek rağbet
görmemiştir. Ulemânın çoğunluğu bu "Iâm"m kasem için olduğunu ve bundan sonraki
kısmın İbn Abbâs'm sözü olduğunu söylemişlerdir. Terceme de buna göre yapılmıştır.
İbn Abbas bu bölümde, camilerin süslenip püslenmesini doğru saymamakta ve onu
Yahûdî ve Hıristiyanların âdetlerine benzetmektedir.

Hattâbî'nin bildirdiğine göre, mescidleri ilk tezyin eden Velid b. Abdilmelik b.
Mervân olmuştur. Fakat çoğu âlimler, fitne olmasın diye seslerini çıkarmamışlardır.
İbn Mâce'nin rivayet ettiği bir hadîste Resûlüllah (s. a.), "Sizi, benden sonra Yahudi ve
Hıristiyanların kilise ve havralarını dikkat çekecek şekilde tezyin ettikleri gibi
mescitlerinizi tezyin edeceğinizi görüyorum" buyurmuştur.

Aynî, "Bununla ashabımız (Hanefîler) mescidleri nakışlama ve süslemenin mekruh
olduğuna hükmetmişlerdir. Bunun vakıf malı ile yapılması caiz değildir. Vakıf malını
buna sarfeden kim olursa olsun öder. İnsan, kendi malı ile yaparsa mekruh olmasına
sebep, ya namaz kılanı meşgul etmesi veya malı gereksiz yere harcamadır" demiştir.
Şevkânî de şöyle der:

"Hadîs, mescidlerin süslenmesinin bid'at olduğuna delildir. Ebû Hanife'nin buna
ruhsat verdiği rivayet edilmiştir. Ebû Talib de mihrabları süslemenin mekruh
olmadığını söyler."

İbn Hacer el-Askalânî meseleyi daha detaylı olarak ele almış ve beş madde halinde
incelemiştir. İbn Hacer'in sözleri özetle şöyledir:

Ulemânın bazısı mecsidleri tezyine ruhsat vermiştir ki bu, Ebû Hanîfe'nin kavlidir.
Ancak bununla mescidleri ta'zim hedef alınmalı ve masraflar beytü'l-mal'den
yapılmamalıdır.

Bu meselede değişik veçheler vardır. Şöyle ki:

1. Camilerin süslenip güzelleştirilmesi namaz kılanı meşgul ediyor ise ittifakla me>
ruhtur.

2. Süsleme, öğünmek ve gösteriş için yapılıyor ise, bu da mekruhtur. Bırakın
süslemeyi bu maksatla cami inşa etmek bile mekruhtur.

3. Camiyi sağlam yapma ve bu maksatla kireç vs. gibi maddeler kullanma bize göre
caizdir, mekruh değildir. Buhârî ve Müslim'in Osman b. Af-fân'dan rivayet ettikleri:
"Her kim Allah için bir mescid inşâ ederse, Allah da onun için Cennette bir köşk inşa
eder." Hadis-i Şerifi ile yine Hz. Osman'ın hilâfeti esnasında mescide yaptığı şeyler bu
görüşümüze delildir. Ebû Davud'un rivayet ettiği "Ben mescidleri yükseltmekle
emrolunmadım" mealindeki (üzerinde durduğumuz) hadis, bu görüşümüze muhalif
değildir. Çünkü burada nehye delâlet eden bir şey yoktur. Bir şeyle emrolunmamak,
onun mekruh olmasını gerektirmez. İbn Abbâs'm sözleri ise, mevkuftur. Hükmen



merfû olduğunu kabul etsek bile bu cemaatı, meşgul edecek derecede mescidi
nakışlama ve süslemeye hamledilir.

4. Mescidleri, halkın mallarını zorla alarak inşâ etmek haramdır.

5. Vâkıfın (cami inşası için olmayan) vakıf malı ile cami inşâ ettirmesi de haramdır.
İbn Hacer'in bu sözlerinden ve Abdullah b. ez-Zübeyr (r.a.)m Kâbe-i Muazzama'yı
inşa edip binasını yükseltmesinden, camileri sağlam ve yüksek yapmanın caiz olduğu
hükmüne varmak mümkündür. Camiyi tazim maksadıyla süslemenin imam Azam

mm

hazretlerine göre mekruh olmadığı da yukarıda kaydedilmiştir.
Bazı Hükümler

1. Hadis-i şerif, camilerin ihtiyaç yokken yükseltilip, ihkam edilmesinin doğru
olmadığının delilidir. Ancak bu, yukarıda da işaret edildiği gibi te'vile uğramıştır.

2. Camilerin altın, gümüş, kristal veya buna benzer şeylerle cemaati meşgul edecek

um

şekilde tezyini mekruhtur.

449. ...Enes b. Mâlik (r.a.) Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem)in şöyle buyurduğu
haber vermiştir:

izm

"İnsanlar, mescidleriyle öğün(eceği zaman gelin)ceye kadar kıyamet kopmaz."
Açıklama

Bu hadis-i şerif, Resûlullah (s.a.)m gaybten haber verme tarzındaki mu'cizelerinin en
bariz örneklerindendir. Efendimiz, insanların gösteriş ve anılmak için cami
yaptırmalarını ve biribirlerine karşı, yaptırdıkları camilerle övünüp böbürlenmelerini
kıyametin alâmeti olarak haber vermiştir. Gerçekten, Resûlullah'm haberi kısa
zamanda olduğu gibi tahakkuk etmiş ve gün geçtikçe artan bir hızla devam etmiştir.
Bu hadis-i şerif, bir önceki hadiste, İbn Abbâs'tan mevkuf olarak rivayet edilen
"eser"le aynı mânâyı ifâde etmektedir. Bu da gösteriyor ki, İbn Abbâs'm sözü, kendi
görüş ve nevasından doğan bir söz değil, Hz. Peygam-ber'in hadislerinden mülhemdir.
Yine, bu hadis gösteriş için cami yaptırmanın caiz olmadığının açık bir delilidir. Bu
bâbda İbn Huzeyme'nin Ebû Kılâbe kanahyle Enes'ten, Beyha-kî'nin İbn Ömer'den ve
Tirmizî'nin rivayet ettiği hadisler de vardır. Bütün bu hadisler, müslümanlarm, bir gün
gelip cami inşasını övünme ve böbürlenme vasıtası yapacaklarını haber
12131

vermektedirler.
Bazı Hükümler

Camilerin süslenmesi ve onlarla övünme kıyamet alâmetlerindendir. Bundan

12141

kaçınılması gerekir.



„ I2İ51

450. ...Osman b. Ebi'l-As (radıyellahü anh)den rivayet edildiğine göre,
Resûlullah (s. a.) ona, Tâif mescidini, putlarının olduğu yere (tapmaklarının yerine),

1216]

inşa etmesini emretmiştir.



Açıklama

Tâif; Mekke'nin doğusunda Mekke'ye iki veya üç konak uzaklıkta bir şehirdir.
Müslümanlar, bu hadis-i şerife dayanarak, feth ettikleri yerlerden küfrün kökünü

12171

kazımak, izlerini yok etmek için kilise ve havraları cami hâline getirmişlerdir.
Bazı Hükümler

[2181

Fethedilen kâfir beldesindeki ibadethanelerin cami hâline getirilmesi meşrudur.
451. ...Abdullah b. Ömer (r.anhümâ) haber vermiştir ki:

Resûlullah (sallellahü aleyhi ve sellem) devrinde mescid-i Nebevî'nin (duvarları)
kerpiç, tavanı ve direkleri hurma ve hurma dallarm-dandı. -Mücâhid (rivayetinde) dedi
ki: Direkleri hurma dallarmdandı.-Ebû Bekir (radiyellahü anh) buna bir şey ilâve
etmedi. Ömer (radıyel-lahu anh), Hz. Peygamber zamanında olduğu gibi kerpiç ve
dallarla inşa etti, fakat biraz (kıble tarafına) ilâve yaptı. Eski ağaç direklerini yine
yerine dikti. -Mücâhid, direklerini ağaç dallarından yaptı- Osman (radiyellahü anh) ise
onu (mescidin binasını) değiştirdi ve çok büyük ilâvelerde bulundu. Duvarını nakışlı
taşlar ve kireçle yaptırdı. Direklerini nakışlı taşlardan yaptı, tavanını da sâc'la (abanoz

[2191 '

ağacı veya hind çınarı ile) kaplattı.

Mücâhid, (metindeki "bi's-sâc" kelimesini harf-i cersiz olarak) "sac" (manasını
verecek şekilde isim cümlesi) olarak rivayet etti.

r2201

Ebû Dâvûd dedi ki; "kassa" kireç'dir.
Açıklama

Müellif, bu hadisi Muhammed b. Yahya ve Mücâhid b. Mûsâ'dan rivayet etmiştir.
Metinde râvîlerin rivayetleri arasındaki farka işaret edilmiştir. Muhammed b. Yahya
"direkler" manasına gelen kelimeyi "ameduhu" şeklinde rivayet ettiği halde Mücâhid,
"Umuduhu" şeklinde nakletmiştir.

Hadis-ı şeriften anlaşıldığına göre Mescid-i Nebevi ilk üç halife devrinde yıkılıp
yeniden inşâ edilmiştir. Hz. Ebû Bekir mescidde her hangi bir değişiklik yapmamış
Hz. Peygamber'in yaptırdığı hey'et üzere inşa ettirmiş ve mescidi büyütme cihetine
gitmemiştir. Hz. Ömer, mescidin kıble tarafına bir miktar ilâvede bulunmuşsa da
malzemede bir değişiklik yapmamış, eskiyenlerin yerine yenisini koymuş, ilk hâlini
korumuştur. Hz. Ömer, bu ilâveyi yaparken, Fahr-i Kâinattan duyduğu "Mescidimizi



büyütmemiz gerekir" hadisine dayanmış ve "eğer bunu duymasaydım hiç bir şey ilâve
etmezdim" demiştir. Bu rivayet Ahmed b. Hanbel'in Müsned'in de mevcuttur.
Bu konuda İbn Sa'd Salim b. Ebi'n-Nadr'dan şunları nakletmektedir: Hz. Ömer
zamanında müslümanlar çoğalıp Mescid daralmca Hz. Ömer, mescidin etrafındaki
evleri satın alıp mescide ilhak etti. Bunlar içinde Hz. Abbâs'm evi de vardı. Hz.
Abbâs'a, Hz. Ömer evini istimlâk edeceğini söyleyince Hz. Abbas buna razı olmadı.
Hz. Ömer de üç şey ile muhayyersin:

1. Evini istimlâk ederiz, paranı alırsın,

2. Evinin benzeri bir ev satın alırız veya,

3. Kendi rızanla müslümanlarm istifâdesine verirsin.

Abbas hiçbirine razı olmadı. Bunun üzerine Ubey b. Ka'b'ı hakem tayin ettiler. Ubey;
İsterseniz Resûlullah'tan duyduğum bir hadisi nakledeyim, dedi. Kabul ettiler. Ubey
dedi ki:

Resûlullah (s. a.) "Cenab-ı Hak Davud'a içinde zikir edeceği bir ev yapmasını vahyetti.
Hz. Dâvûd mescidin planını hazırladı fakat bu plan İsrail oğullarından birisine ait olan
bir evin bir bölümünü içine almaktaydı. (O mes-cid,Mescid-i Aksa'ya aitti) Hz. Dâvûd
bu evi satın almak istedi, sahibi vermemekte direnince, Hz. Dâvûd gönlünden zorla
almayı geçirdi. Bunun üzerine Cenab-ı Allah:

"Yâ Dâvûd, ben sana içinde zikredeceğin bir ev yapmanı emrettim. Sen ise, evime
zorla alman bir malı katmak istedin. Halbuki gasb, benim şanımdan değildir. Cezan da
bu evi yapmamandir" buyurdu. Hz. Dâvûd:

Ya zürriyetimden biri yapmak isterse, diye niyaz edince, Cenab-ı Hak:
Onlar için de aynıdır, buyurdu.

Bunun üzerine, Hz. Ömer, Ubeyy'in yakasına yapışıp; "sana bir şey getirdim sen daha
şiddetlisini gösterdin" dedi. "Bu söylediklerinden kendini kurtarman gerekir" diye
ekledi. Daha sonra kendisini alıp sahâbîlerin toplu olduğu mescide getirdi. Sahâbîlere
Ubeyy:

Mescid-i Aksâ'nm yapılışı ile ilgili Resûlullah'tan bir şey duyan var mı? diye sordu.
Ebû Zerr ve diğer bir sahâbî peş peşe duyduklarını söyleyince Hz. Ömer'e:
"Beni bu konuda itham edici hareketlerin vardı ya Ömer, işte şahitlerim" dedi. Hz.
Ömer de;

"Hayır ya Ebâ Munzir, seni itham etmedim; ancak Resûlullah'tan nakledilen hadise bir
destek aradım, hepsi o kadar" dedi.
Daha sonra Hz. Abbâs'a dönüp:

Gidebilirsin artık evine dokunmayacağım, dedi. Hz. Abbâs ise:

Madem ki bunu söyledin ben de evimi müslümanlara vakfettim mescitlerini genişlet,
dedi. Hz. Ömer de FVviet bütçesinden .bir miktar para ayırıp mescidi genişletti.
Hz. Osman ise, cemaatin çoğalması dolayısıyla mescid dar geldiği için hem sahasını
genişletmiş, hem de malzemelerde büyük değişiklikler yapmıştır. Eskiden kerpiç olan
duvarları nakışlı taşlarla ördürmüş, sağlam olması için harcını kireçten yaptırmış,
tavanını da Hindistan tarafından getirilen ve sâc denilen bir ağaçla örtmüştür.
Hz. Osman duvarları taşla ördürürken bu taşlara kendisi nakış yapmamış ve
nakışlanmasmı da emretmemiştir. Bu taşlar, bazı civar bölgelerden getirilmiş ve
nakışlarına dokunulmamıştır. Bazı âlimler Hz. Peygamberin, "Benim ve Râşid
halifelerimin sünnetine sanlınız" hadisi şerifinin delâleti ile, Hz. Osman'ın bu
hareketine bakarak böbürlenme maksadı olmaksızın mescidi tazim ve sağlamlaştırmak
maksadıyla nakış yapmanın ve bazı malzemelerin kullanılmasını caiz görmüşlerdir.



Her ne kadar Hz. Osman'ın yaptığı, devrindeki bazı sahâbiler tarafından hoş

[221]

görülmemiş ise de mekruh olacak şekilde süs ve övünme için değildir.

452. ...Abdullah b. Ömer (r.anhuma)dan, demişteki;

Resûlullah (s.a.) zamanında Mescid-i Nebevî'nin direkleri hurma ağacı gövdesindendi.
Üstü de hurma dalları ile örtülü idi. Ebû Bekir devrinde direkler çürüdü, o da yine
hurma gövdesi ile onları değiştirdi. Hz. Osman'ın hilâfetinde direkler yine çürüdü bu
sefer Hz. Osman direkleri ve duvarları tuğla ile inşâ etti. Mescid'in bu şekli şu ana (İbn

f2221

Ömer'in bu açıklamayı yaptığı zamana) kadar değişmeden kaldı.
Açıklama

Görüldüğü gibi bu ve bundan evvelki hadîsler Abdullah b. Ömer'den rivayet
edilmişlerdir. Ancak bu rivayetler arasında bazı farklar göze çarpmaktadır. Öncekinde,
Mescidin Hz. Ömer devrinde de tamir edildiği ifâde edildiği halde bu rivayette buna
temas edilmemiştir. Buna sebep Hz. Ömer'in yaptığı tamirin Ebû Bekir'in
yaptırdığının aynısı olduğundan dolayıdır, denilebilir.

Bir de, önceki rivayette Hz. Osman'ın direkleri nakışlı taşlardan inşa ettirdiği
zikredildiği halde, burada tuğladan yaptırdığı bildirilmektedir. O zaman, direklerden
bazılarının tuğladan, bazılarının da nakışlı taşlardan inşa edildiği söylenebilir. Böylece
rivayetler arasındaki farklılık da telâfi edilmiş olur. Bazı âlimler de, üzerinde
durduğumuz hadîsin senedinde Atıyye b. Sa'd el-Avfî bulunduğu için, bu rivayeti

f2231

zayıf saymışlar, vakıaya uygun olanının önceki rivayet olduğunu söylemişlerdir.

453. ...Enes b. Mâlik (r.a.)den, demiştir ki;

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (Mekke'den Medine'ye gelince Medine'nin
(Necid tarafındaki) Benû Amr b. Avf denilen mahallesinin yüksek semtine indi. Orada
on dört gün kaldı. Sonra, Neccâr oğullarına haber gönderdi. Onlar da kılıçları
omuzlarına asıllı bir vaziyette geldiler. Sanki şu anda Resulullâh'ı hayvanının
üzerinde, Ebû Bekr'i terkisinde, Neccâr oğullarının ileri gelenlerini de Efendimizin
etrafında görür gibiyim. Böylece, Ebû Eyyûb'un bahçesine geldi.
Resûlullah (sallellahü aleyhi ve sellem) namazı vakti geldiği yerde hatta koyun
ağıllarında kılardı. Mescidi bina etmekle emrolundu ve Neccâr oğullarına haber
gönderdi. (Onlar gelince):

"Ey Neccâr oğulları, Şu bahçenizin fıatmı söyleyiniz (ve bana satınız)" buyurdu.
Vallahi bunun ücretini ancak Allah (azze ve celle)den isteriz, dediler.
Enes devamla dedi ki, bahçede şu söyleyeceğim şeyler vardı:

Bir bölümünde müşriklerin kabirleri, bazı yerlerinde yıkık bina kalıntıları, bir
kısmında da hurma ağaçlan. Resûlullah (s.a.)m emri ile müşriklerin kabirleri açılıp
(kemikleri) başka yerlere nakledildi. Bina kalıntıları düzeltildi, hurmalar da kesildi. Bu
hurmalar, mescidin kıble tarafına dizildi. Kapının kenarlarını taşla yaptılar. Sahâbîler
f2241

recez söyleyerek taş taşımaya başladılar. Hz. Peygambt çle onlarla birlikte;



1225]

"Allah'ım, yegâne hayrdır; hayr-i âhıret - Sen Ensâr'a ve Muhacirlere yardım et"



Açıklama

Bu "eser" Hz. Peygamberin Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra Mescid-i
Nebevî'yi inşa edişini anlatmaktadır. Burada anlatıldığına göre,'Efendimiz Medine'ye
teşrif edince önce şehrin Necid istikametindeki yüksek kısmında bulunan Benû Amr b.
Avf kabilesinin yanma inmiş, orada on dört gün kaldıktan sonra Neccâr oğullan
yurduna gelmiş ve Neccâr oğullarına ait bir bahçeyi satın almak istemiştir. Ancak
Neccâr oğulları bu bahçeyi maddî bir karşılık beklemeden Allah rızası için vermek
istemişlerdir. Bu rivayette Neccâr oğullarının bu rızâsına karşılık Resûlullah'm para
ödeyip ödemediği, tasrih edilmemiştir. Halbuki başka rivayetlerde bu bahçenin Seni
ve Süheyl adında iki yetime ait olduğu, bu yetimlerin bahçeyi karşılıksız hîbe etmek
istedikleri, fakat Hz. Peygamber'in burayı hîbe olarak kabul etmediği ve parasının Hz.
Ebû Bekir tarafından ödenerek satın alındığı ifade edilmektedir. Bu farklı rivayetler
bir araya getirilince, Neccâr oğullarının bahçeyi karşılıksız vermek istemeleri üzerine,
Hz. Peygamber burasının, o kabileden iki yetime ait olduğunu öğrenmiş ve hîbe olarak
kabul etmemiş, satın almakta ısrar etmiş, sonunda parası Ebü Bekir (r.a.) tarafından

r2261

ödenerek satın alınmış olduğu anlaşılmaktadır.
Kabristanda Namaz ve Kabristanın Mescide Çevrilmesi

Bu hadis-i şerifin belirlediği en önemli konu mescid yapılacak arazideki müşrik
kabirlerinin başka tarafa nakledilmesi meselesidir. Bu bölüm incelenince şu hususlar
karşımıza çıkar:

1. Kabristanda namaz kılınması men'edilmiş olduğu halde, Hz. Peygamber,
kabristanın yerini mescid yapmıştır.

2. Müşriklerin kabirleri açılmış ve içerisindeki kemikler başka tarafa nakledilerek
yerine mescid yapılmıştır.

3. İhtiyaç anında müslümanlann kabristanına da aynı uygulamanın yapılması caiz
midir?

Şimdi teker teker bu maddeleri açıklanmaya çalışalım:

Birinci maddede belirtilen konu için, Hattâbî aynen şunları söyler:

"Bu hadisten anlıyoruz ki, kabirler açılıp toprakları nakledilerek burada yere karışan

bir necaset kalmayınca orada namaz kılmak caizdir. Kabristanda namazın

men'edilmesi, oranın toprağına ölülerin irin ve kanlan karıştığı içindir. Ama toprak

başka tarafa nakledilince artık oraya kabristan denmez ve arazî tekrar temiz hükmüne

döner."

2. İhtiyaç anında müşriklerin kabirlerinin açılıp açılamayacağı konusunda âlimlerin
değişik görüşleri vardır. Evzâî, Hz. Peygamber müşriklerin evlerine girmeyi
men'etmiştir. Öyle olunca kabirlerine girme öncelikle yasaktır. O halde müşriklerin
kabirleri açılarak içindeki ölülerin kemikleri çıkartılamaz, der.

Ulemânın çoğunluğu ise, ihtiyaç duyulduğunda müşriklerin kabirlerinin açılabileceği
ve yerine mescid inşa edilebileceği görüşündedir.
Hâttâbî bu konuda da şunları söyler:



"Bu hadisten öğrenmiş oluyoruz ki, ihtiyaç anında kâfirlerin kabirlerinin açılması
mubahtır. Nitekim rivayet edilmiştir ki, Hz. Peygamber Taife giderken ashabına Ebû
Rigal'İn kabrinin açılmasını emr etmiş ve onunla beraber altından bir dalır A gömülmüş
olduğunu söylemiş. Ashab da kabri açıp o dalı çıkarmıştır.

3. Müslümanların kabristanına câmî yapılıp yapılamayacağı veya bir başka şey için
kullanılıp kullanılamayacağı konusunda âlimlerin görüşü de şudur:
"Mâlikîlerden İbn Kasım şöyle der, "Müslümanların kabirlerinin izi silinirse, oraya
mescid inşa edilmesinde bir beis görmüyorum. Çünkü kabristan müslümanlarm
ölülerini gömmek için bir vakıftır. Dolayısıyla oraya bir kimsenin mâlik olması caiz
değildir. Kabirlerin izi kaybolur ve oraya ölü gömmeye ihtiyaç olmazsa, oranın
mescide sarîedilmesi caizdir. Çünkü mescid de müslümanlar için vakıftır."
Mâlikîlerden İbn Vehb ve İbnü '1-Mâcişûn'un görüşleri de aynı istikâmettedir. Ancak
İbn Vehb bunu yirmi sene ile kayıtlamıştır.
Hanbelîler de şöyle derler:

"Ölü çürümüş, ise, kabristana ekin ekmek, ağaç dikmek veya üzerine bina yapmak

caizdir. Çürümemiş ise caiz değildir."

Hanefî âlimlerinden Aynî bu konuda şöyle der:

"Hanefî uleması der ki; mescid harâb olup eskidiği ve etrafında cemaat kalmadığı,
kabristan da harap olup kabirlerin izleri kaybolduğu zaman eski sahiplerinin mülküne
dönerler. Buralar mülk olduğuna göre, mescidin yerine başka bir bina, kabristana da
mescid veya başka bir şey yapılması caizdir. Eğer eskiyip harab olan mescid veya
kabristanın sahibi yoksa buralar beyiüİmâle intikal eder."

Şurası unutulmamalı ki; Hanefîlere göre cami olarak yaptırılan yer ile ölülerin defnine
tahsis edilen yerler içinde namaz kılınır veya bir ölü defne-dilirse vakıf olur. Onun
defnedildiği yer; vakıfın ise, alınıp satılmayacağı, özel mülk olarak kullanılmayacağı
hüküm olarak bilinmektedir. İslâm diyarmdaki uygulamalar da bu şekilde olmuştur.
Üzerinde durduğumuz hadîs-i şerifte, Hz. Peygamber'in içerisinde müşriklerin
kabirleri bulunan bahçeyi sahiplerinden satın alması, Aynî'nin sözlerinin isabetini
ortaya koymaktadır. Hattâbî ölünün sarıldığı kefenin de kefen sahibinin mülkü
olduğunu ilâve etmiştir.
Şâfıîlerin bu konudaki görüşlerine gelince:

Vakfedilmiş kabristanlarda mescid yapılması mekruhtur. Vakfedilmeyen yerlerde ise,
haramdır. Binanın yerin üstünde veya altında olması arasında fark yoktur. Böyle
binaların yıktırılması hâkim üzerine vaciptir.

Yukarıya naklettiğimiz görüşlerden anlaşılıyor ki, eskiyen ve cenaze defnedilmeye
ihtiyaç olmayan kabristanların başka bir maksatla kullanılması, Mâlikî, Hanbelî ve
Hanefî mezheblerine göre caiz, Şafıîlere göre ise, mekruhtur.

Hadis-i şerifin son kısmında, Resulüllah (s.a.)m taş taşırken ashabı ile beraber recez

r2271

söylediği ifade edilmektedir. Burada şöyle bir soru hatıra gelebilir.
Hz. Peygamber'in Şiir Söylemesi

T2281

Cenabı Allah "Biz ona şiiri öğretmedik, O'na yakışmaz da..." âyet-i kerimesi ile
Hz. Peygamberin şiir söylemesini haram kılmıştır. Nasıl oluyor da Hz. Peygamber
mescidi inşâ ederken şiir söylemiştir?



Hatıra gelmesi muhtemel bu soruya iki şekilde cevap verilmiştir:

a. Hz. Peygamberin söylediği şiir değil, seci'li sözdür,

b. Hz. Resûlullah'm söylediğinin şiir olduğu kabul edilirse, Hz. Peygamber kendi şiir
yanmamıştır. Başkalarının yazdığı şiiri söylemiştir. Bu şiir söyleme değil, şiir
okumadır. Bu da haram değildir. Cenabı Allah'ın men'-ettiği Hz. Peygamber'in kendi
şiirini söylemesidir.

Ayrıca şunu belirtelim ki, arapçada şiir nedir?

Arapça'da şiir Bahir denilen belirli kalıplar içinde uyum sağlanarak söylenen vezinli
sözlerdir. Buna göre söylenen söz tesadüf eseri bir kalıba uyarsa kasıt şartı
bulunmadığından buna şiir denmez. Yine, seçili olan veciz ifadeler vezne uymadığı
takdirde şiir olmamaktadır.

Resûlullah'm başkasına ait olan bir şiiri tekrarlamasına gelince tam bir beyti aynı
kalıplar içinde tekrarladığını ifade eden bir delile rastlanmamaktadır.. Hatta,
müslüman olan Muallaka şâirlerinden Lebîd'e ait bir şiirin bir" beytinin bir mısraını
söylediği ikinci mısraı tamamlamadığı siyer kitaplarında açıkça nakledilmektedir.
Bundan da anlaşılıyor ki, Resûlullah şiir söylememiş, söylenmiş bir şiirin yarısını
şâirlerin söylediğinin en doğrusu diyerek ashabına: "Allah'tan başka her şey yok
olacaktır ve yok olmaya mahkumdur" mânasına gelen Lebîd'in mısraını nakletmiştir.
r2291

Bazı Hükümler

1. Kâfir beldesinden, İslâm ülkesine hicret caizdir.

2. Tebeanm, reisin etrafında toplanmaları vacıbtır.

3. Namaz vakti nerede girerse girsin orada kılınması caizdir.

4. Koyun ağıllarında (necaset üstünde olmamak şartıyie) namaz kılmak caizdir.

5. Cami yapımı teşvik edilmiştir.

6. Ahş-veriş caiz, gasb memnudur.

7. Allah için teberruda bulunmak meşrudur.

8. Müşriklerin eskimiş olan kabirlerini açmak ve kabristanın yerini satmak caizdir.

9. İhtiyaç hâlinde meyveli de olsa ağaçların kesilmesi caizdir.

10. Müşriklerin kabirleri açılıp içindekiler başka bir tarafa taşındıktan sonra orada
namaz kılmak caizdir.

11. Müslüman topluluğun ihtiyacına ait işleri birlikte çalışmak sureti ile yapmaları

r2301

mümkündür.

454. ...Enes b. Mâlik (r.a.)den demiştir ki:

Mescid'in yeri, Neccâr oğullarına ait bir bahçe idi. Orada, ekin, hurma ağaçları ve
müşriklerin kabirleri vardı.

Resûlullah (sallellahü aleyhi ve sellem) (bahçe sahiplerine):
"Bana bahçenin fıatmı söyleyiniz (ve satınız)" buyurdu.
Bahçe sahipleri:
Biz para istemiyoruz, dediler.

Bunun üzerine, hurma ağaçlan kesildi, ekin (yeri) düzeltildi, müşriklerin kabirleri de



izm

açılıp içindekiler çıkartıldı.

(Râvilerden, Hammâd b. Seleme); hadisin bundan sonraki kısmını, önceki hadiste
olduğu gibi aktardı, ancak (önceki hadisin sonundaki) "yardım et" kelimesinin
yerine "bağışla" kelimesini söyledi.
(Ebû Davud'un hocası) Musa dedi ki;

Abdül-vâris de bu rivayetin benzerini bize haber verdi. Ancak Abdül-vâris "ekin"
kelimesinin yerine "harabe" derdi.

f2321

Abdül-vâris bu hadisi, Hammâd'a rivayet ettiğini söylemiştir.
Açıklama

Aslında, bu ve bundan evvelki rivayetler tek hadistir. Sahabî ve Tabiî râvüeri tektir.
Fakat, Tâbiûndan olan Ebû't-

Teyyâh'tan sonraki râvîler ayrılmış ve rivayetleri arasında iki farklılık meydana
gelmiştir. Bunlar:

Birincisi: Önceki rivayette, bahçede harabede, hurma ağaçları ve müşriklerin kabirleri
olduğu beyân edildiği halde bu rivayette "harabe" kelimesinin yerine "ekin" kelimesi
kullanılmıştır, görüldüğü gibi bu farklılık, bir harfin noktasının değişmesi ile hasıl ol-
muştur. Hadis-i şerifte bu kısmın düzeltildiği ifâde edildiğine göre "harabe"
şeklindeki rivayetin daha sahih olması gerekir. Çünkü ekin zaten düz araziye ekilir.
İkincisi: Önceki rivayetin sonundaki şiir "Ensâra ve muhacirlere yardım et" şeklinde
vârid olduğu halde, bu rivayetin sonunda "Ensâr ve muhacirleri bağışla" şeklinde vârid
olmuştur.

Müellifin bu ikinci rivayeti kitabına almaktaki maksadı, bu rivayet farklılığına işaret
f2331

etmektir.

Bazı Hükümler

1. Uygun olan yerler cami yeri olarak seçilebilir, ağaçlar kesilebilir.

2. İslâm öncesi müşriklere ait mezarlığın taşınması ile o yere cami yapılabilir.

3. Cami inşaatı ve benzeri için arzu edilen arsanın teberru yoluyla alınıp cami
yapılması daha uygun olur.

4. Cemaat reisinin teb'asma duada bulunması teb'ası için moral kaynağı olacaktır.

5. Cami inşaatı için seçilecek yerlerin toplum ihtiyacına karşılık verebilecek konumda
olmasına dikkat edilmelidir. Cami müslümanlarm karargahı dır: bütün işleri orda
görülmektedir. Bütün bunlara rağmen rızasız yapılamaz; yaparken de birlik ve
beraberlik ruhunun tecelli etmesi, caminin imarından daha çok içindeki insanların

12341

ruhunun imar edilmesi gereklidir.
13. Mahallelerde Mescid Edinmek

Başlıkta "Mahallelerde" diye terceme ettiğimiz ... (dûr) kelimesi... (dâr) kelimesinin
çoğuludur. Bu kelime mahalle mânâsına geldiği gibi, hâne, ev mânasına da



gelmektedir. İbn Melek, ikinci mânayı tercih edenlerdendir. Biz Ebû Dâvûd
sarihlerinin tercihine uyarak başlığı ilk manâya göre terceme ettik. Kelimenin bu farklı
manalandırılışı, hadis-i şerifden elde edilecek hükmün de farklı oluşuna sebep
olmaktadır.

Birinci manâya göre: Hadis-i şerifte mahallelerde mescid inşa edilmesi emredüdiği
halde, ikinci manâya göre hâne halkının, kendi evleri içerisinde özel bir bölümü
namaz kılmaya tahsis etmeleri emredilmiş olmaktadır.

Her ne kadar evlerde bir bölümün ibâdet için hazırlanmasına müsaade edilmekte ise de
bu, evde zaruret hâlinde namaz kılma noktasmdandır Mahalle mescidine gitmenin
ısrarla istenilmesi ve bazılarınca vâcib olduğunun söylenmesi de gösterir ki, evde
namazgah bulundurmak müslümanm mescidinden uzaklaşmasına ruhsat vermez.
Ancak cemaate iştirak etmeleri mahzurlu olan kadın ve çocukların dinî vecibeleriyle

12351

eğitimlerini yapmalarını sağlamak noktasından önemlidir.
455. ...Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir:

peygamber (sallellahü aleyhi ve sellem) mahallelerde (veya evlerde) mescidler

12361

yapılmasını oraların temiz tutulmasını ve güzel kokular sürülmesini emretti.
Açıklama

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi kelimesi hem mahalle, hem de ev manâsına
gelmektedir. Sarihlerin aşağı yukarı tümü kelimeyi mahalle olarak kabul edip
açıklamışlardır; ev manâsına gelebileceğine de işaret etmişlerdir.
Hattâbî, bu kelimenin ev manâsına geldiğini fakat mahalle için de kullanıldığını
söylemiş, Aynî de Hattâbî'nin söylediğini tercih etmiştir.

Hz. Peygamber'in mahallelerde mescidler inşa edilmesini emretmesindeki hikmet, evi
camiye uzak olanları meşakatten kurtarmak ve onların camiye gidemedikleri hallerde
cemaatten mahrum olmamalarım sağlamaktır.

İkinci manâya göre düşünüldüğünde, Hz. Peygamber'in evleri kabirlere benzetmekten
men'eden hadisinin manâsı tahakkuk etmiş olur.

Hadis-i şerif ayrıca camilerin temiz tutulmasını ve buralarda terden veya başka
sebeplerden dolayı olması muhtemel kokuların izâlesi için güzel kokular sürülmesini
emretmektedir. Ibn Reslân, camilerde kullanlacak olan kokunun, rengi kalmayan ve
erkeklere mahsus olan kokular olacağını, çünkü kadınların kullandıkları ve renk
bırakan kokuların cemaati meşgul edeceğini söyler. Yine İbn Reslân'm ifâde ettiğine

r2371

göre, bu kokular, insanların duracağı ve secde edecekleri yerlere sürülmelidir.
Bazı Hükümler

1. Evlerde ve mahallelerde mescid edinmek meşrudur.

r2381

2. Mescidler temiz tutulmalı ve güzel kokular sürülmelidir.



456. ...Semure (b. Cündüb) radıyellahü anh, oğluna bir mektup yazmış, (hamdele ve



salveleden) sonra şöyle demiştir:

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem),bize mahallelerimizde -veya evlerimizde-
r2391

mescidler inşa etmemizi, onların binasını sağlam yapmamızı ve temiz tutmamızı
r2401

emrederdi"
Açıklama

Hadis-i Şerifte işaret edilen emir, vücûba değil, cevaza delâlet eder. Çünkü bu emrin
esası insanlardan meşakkati kaldırma ve onların cemaatten mahrum kalmamalarını
temindir.

Bazı sarihler "Mescidlerin binasını sağlam yapma"yı ifâde eden sözlerden, camilerin

1241]

yapılış tarzı olarak farklı olması gerektiğini çıkarmışlardır.
14. Mescidlerde Kandil Yakmak

T2421

457. ...Nebi (s.a.)'in azatlısı Meymûne r.anhadan, nakledildiğine göre, Resûlullah
(sallellahu aleyhi ve sellem)e:

Beyt-i Makdis'de (namaz kılmanın hükmünü) bize beyân et, dedi.
Resûlullah (s. a.):

"Oraya gidiniz ve orada namaz kılınız" buyurdu. O zaman Beyt-i Makdis'te savaş
vardı (Efendimiz devamla):

"Eğer oraya gidemez ve orada namaz kılamazsanız, kandillerinde yakılmak üzere

£2431

zeytin yağı gönderiniz" buyurdu.
Açıklama

Beytü'l-Makdis, Kudüs'teki Mescidü'l-Aksâ'dır. Mescid-i Aksâ müslümanlarm ilk
kıblesidir. Bölge olarak da bütün semavî dinlerin kudsiyetinde birleştikleri bir yerdir.
İsrâ ve Mi'raç mu'cizesinden sonra Peygamber (s. a.) 18 ay Mekke'de 18 ay da
Medine'de Mescid-i Aksâ'yı kıble ittihaz etmiştir.

Daha sonra kıble Mekke'ye çevrilmiş, hatta Resûlullah ile birlikte bütün müslümanlar
kıblenin Mekke'ye tahvilini bekledikleri emrin namaz esnasında kendilerine
iletilmesinden sonra Kabe'ye yönelmelerinin gerçekleştiği mecside "Mescidü'l-
Kıbleteyn" denilmektedir.

Kıblenin tahvilinden sonra Mescid-i Aksâ'da namaz kılınıp kılmmaya-cağı sorusuna

karşılık Resulüllah (s. a.):

"Oraya gidiniz ve namaz kılınız" buyurmuştur.

İbn Mâce'nin rivayetinde, Orası mahşer ve menşer yeridir, gidin ve orada namaz küm
zira orada kılman bir namaz başka yerlerde (Mekke ve Medine hariç) kılman bin
namaz gibidir, buyurmaları Mescid-i Aksâ'nm kudsiyeti-ne işarettir. Yalnız buradaki
emir nebd içindir.

Meymûne, (r.a.) Mescid-i Aksa'ya kadar gidip orada namaz kılmanın fazileti haiz olup



olmayacağını anlamak için Resûlullah (s.a.)dan fetva istemiş, Hz. Peygamber de oraya
gidip namaz kılmayı tavsiye etmiştir. Ancak o zaman bu bölgede müslümanlarla
müşrikler arasında savaş olduğu ve müslümanlarm oraya girmesi mümkün olmadığı
için, Mescid-i Aksâ'nm kandillerine konulmak üzere zeytin yağı gönderilmesini
tavsiye etmiştir. Kudüs Hz. Ömer devrinde fethedilmiştir. Hz. Peygamberin bu emri

[244]

vücûb için değil cevaza işarettir.
Bazı Hükümler

1. Beyt~ı Makdis faziletli bir mekândır.

2. Mescıd-ı Aksa ya ibadet için gitmek ve orada namaz kılmak matlûptur.

3. Caminin ışıklandırılmasına iştirak menduptur.

[245]

4. Bir mescidde kılman namaz, ecir bakımından diğerlerinden farklı olabilir.
15. Mescide Çakıl Koymak Ve Mescidden Çakıl Çıkarmak

458. ...Ebu'i-Velîd'den, demiştir ki:

İbn Ömer (radiyellahü anh)'a, Mesciddeki çakıl taşlarım sordum, şöyle dedi:
Bir gece yağmur yağdı ve yer ıslandı. Bir adam eteğinde çakıl getirip altına döşemeye
başladı. Resûlullah (s.a.) namazı bitirince:

[2461

"Bu ne kadar güzel!..."
Açıklama

Daha önce de ifâde edildiği gibi, Mescid-i Nebevî'nin tavanı Resûlullah ve ilk halifeler
devrinde hurma dallanyle kaplı idi.Bu yüzden, yağmur yağdığı zaman olduğu gibi
yere iner ve mescidin tabanını ıslatırdı. Yine böyle bir günde, sahâbîlerden biri
eteğinde taşlar getirerek namaz kılacağı ye re döşemiş. Resûlullah (s.a.) bunu
beğenmiş, takdirini açıkça ifâde etmiştir. Gerek Resûlullah'm beğenmesi, gerekse
mescidden çıkanlmayarak sonraki nesillere kadar baki bırakılması, mescidlere döşeme

r2471

yapılmasının cevazına delildir.
Bazı Hükümler

1. Mescidlere sergi sermek, Peygamber (s.a.)'in methme mazhar bir davranıştır.

2. Güze! bir hareket (hayr) yapanın övülmesi caizdir.

3. İyi bir hareket özel bir izne tabi değildir.

4. Asr-ı Saadette mescidin tabanında hasır vs. gibi herhangi bir sergi
yoktu.

T2481

5. Reisin, tebaasından gördüğü güzel bir hareketi övmesi caizdir.



459. ...Ebû Salih demiştir ki;



(Resûlullah devrinde, sahabîler arasında) bir kimse mescidden bir çakıl taşı çıkaracak

f2491

olsa, o çakıl taşının ("Allah aşkına çıkarma") diye yakardığı söylenirdi.
Açıklama

Görüldüğü gibi hadis, mevkuftur ve söyleyen sahabi de belli değildir. Ancak verilen
haberin ashab-ı kiram arasında konuşulduğu râvî tarafından bildirilmektedir. Bu gibi
şeyler, aklen bilinemeyeceği için, hadis-i şerif hükmen merfu' sayılmıştır.
Çakılların Cenab-ı Allah'tan mescidden çıkarılmamalarını istemesi ya cemâdâtve
hayvanların Cenab-ı Allah'ı teşbih ettikleri gibi kendi lisanları ile, ya da lisan-ı halleri
iledir. Mecazen böyle denilmiştir. Selef uleması birinci takdiri daha çok
benimsemiştir.

Çakılların isteklerindeki hikmet, üzerlerinde namaz kılınmasını istemeleri ve
pisliklerden uzak kalma arzularıdır. Hadisten, mescidlerin eşyasını zaruret olmadan

12501

dışarı çıkarmanın doğru olmadığı anlaşılmaktadır.

460. ...Ebû Hureyre (r.a.)den rivayet edilmiştir: (Râvilerden) Ebû Bedr, dedi ki Ebû
Hureyre'nin, Resülullah'a ref 'ettiğini sanıyorum."

"Çakıllar,kendilerini mescidden çıkaranlardan, Allah için çıkarmamalarını
1251]

isterdi."
Açıklama

Bu hadis de yukarıdaki ile aynı manaya gelmektedir. Ancak önceki hadis mevkuf
oiduğu halde, Ebu Bedr bu hadisi Ebû Hureyre'nin bizzat Resûlullah (sallellahü aleyhi
vesellemi)in mübarek ağızlarından naklettiğini sandığını söylemektedir.
Bu bâbda tehdidkârâne ifâdeleri haiz hadisler de rivayet edilmiştir. Meselâ İbn Ebî
Şeybe'nin Saîd b. Cübeyr'den yaptığı bir rivayette "Çakıllar, kendilerini mescidden
çıkarana küfreder ve lanet eder." Süleyman b. Ye-sar'dan yaptığı rivayette de:
"Çakıllar mescidden çıkarıldığı zaman geri getirilinceye kadar feryad ederler"
[2521

buyrulmaktadır.
Bazı Hükümler

1. Camiye ait herhangi bir şeyin camiden çıkarılması doğru değildir.

2. Canlı olmayan çakılların bile, mescidden çıkarılmaları ve üzerlerinde namaz
kılınmasından mahrum bırakılmalarına karşı duydukları keder ve yaptıkları aksülamel
ibâdetle mükellef olduğu halde camiye yaklaşmayan veya camiye gelip de bir an evvel

12531

çıkabilmeyi sabırsızlıkla bekleyen insarilar için ibrettir.



16. Mescidleri Süpürmek



461. ...Enes b. Mâlik (r.a.)den, demiştir ki;
Resûlullah (s. a.) şöyle buyurdu:

"Bana, kişinin mescitten çıkardığı toza toprağa varıncaya kadar ümmetimin ecirleri arz
edildi. Ve yine bana ümmetimin günahları da arz edildi ki, kulun kendisine (nimet

[2541

olarak) verilen bir sûre veya âyeti unutmasından daha büyük günah görmedim."
Açıklama

Hadis-i Şerifte "toz - toprak" diye terceme ettiğimiz (kazat) kelimesi, aslında toprak,
saman veya kirden suya veya diğer içeceklere düşen şey manasmdadır. Burada kir,
saman çöpü, veya başka şeylerden müslümana eza veren az şey kast edilmiştir. Bu
ifadelerden anladığımıza göre, Allahu Tealâ müslümanlarm yaptığı her türlü ameli,
büyük küçük demeden değerlendirecek, hiç birisini karşılıksız koymayacaktır. Bizim
mühimsemediğimiz çok basit ameller yarın kıyamette karşımıza çıkacak ve amel
defterimizin ibresini lehimize yöneltmeye müessir olacaktır. Mescidden bir saman
çöpünü çıkarma sevap olarak kaydedildiğine göre, camileri süpürme, temizleme ve
cemaatin huzur içerisinde namaz kılmalarına yardımcı olmanın sevabı da elbette
karşılıksız kalmayacaktır.

Müslümanların iyi amelleri bu şekilde değerlendirileceği gibi, kötü amelleri de
değerlendirilecek; bu amellerin günahları da karşılarına çıkarılacaktır. Hz. Peygamber,
müslümanlarm günahlarının da kendisine gösterildiğini ve bunların en büyüğünün,
öğrenilen sûre veya âyetin unutulması olduğunu haber vermiştir. Çünkü, İslâm dininin
ana kaynağı Kur'an-ı Kerim' dir. Kur'an-ı Kerim 'i unutma, ona değer vermeme ve
İslâm dinini ihmâl demektir.

Diğer bir hadiste büyük günahlar, Allah'a ortak koşma, rızık korkusuyla evlâdı
öldürme, komşunun karısıyla zina yapmak şeklinde sıralanmıştır. Buna göre hadisler
arasında bir tezat ortaya çıkmaktadır. Zahirde çelişki gibi görünen bu durum birkaç
şekilde açıklanmıştır:

a. Bir şeyin günah yönünden üstünlüğü onun ihtiva ettiği günah ile ölçülür, mutlak
olarak ifâde edilmez. Mutiak olarak düşünülünce küfür' den daha büyük günah yoktur.

b. Mirkat'ta, buradaki günahın büyüklüğü küçük günahlara nisbetledir, denilmiştir.

c. Bazıları, Kur'ân'ı unutmaktan maksadın ona inanmamak olduğunu söylemişlerdir.
Bu durumda da hadisler arasında ihtilâf söz konusu olmaz.

Büyük günâh sayılan unutma, öğrenilenin unutulmasına sebep olacak derecede,
Kur'ân'a kasten ilgisiz kalmaktadır. Çünkü, başka hadislerde, kulun, unuttuğu şeyden
dolayı muaheze edilmeyeceği beyân edilmektedir.

Bazı âlimler, Kur'an-ı Kerı"m'i unutmayı, yüzünden okuyamamak şeklinde
anlamışlardır, Şir'atü'l-İslâm şerhinde de bu şekilde ifade edilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'i
unutmaktan maksadın, ona iman etmemek ve Kur'ân'dan yüz çevirmek olduğunu
söyleyenler de vardır.

Kur'an-ı Kerim'den ezberlenen bir bölümü unutmanın hükmü mezhepler arasında
ihtilaflıdır.

İmam Mâlik'e göre, kendisi ile namaz sahih olandan fazla olarak Kur'ân'dan birşeyler
ezberlemek müstehapj onu unutmak mekruhtur.

Şafiî'ye göre, Kur'an-ı Kerim'den ezberlenen bir harfi bile unutmak büyük günahtır.
Bu günahtan kurtulma tevbe ve unutulanı ezberlemekle mümkündür.



Hanbelîlerin meşhur görüşlerine göre, Kur'an-ı Kerim'i unutmak büyük günâhtır.
Hanefîler, Kur'ân'm tümünü veya bîr kısmımı -bir âyet bile olsa- unutmak büyük
günâhtır, demişlerdir.

Hadis-i şerifte, Kur'an-i Kerim'i unutanlar anlatılırken, "Kur'an-i Ke-rim'i ezberleyip
de unutanlar" denmemiş; kendisine Kur'ân'm sûre veya âyetlerini ezberleme imkânı
verilip de unutanlara buyurulmuştur. Bu ifâdedeki incelik, aslında hıfzın, Cenabı Allah
tarafından ihsan edilen büyük bir nimet, onu unutmanın da nankörlük olduğuna
işarettir.

Ümmetin iyi veya kötü amellerinin Resûluîlah (s.a.)'e arzedilmesinden murad
"Efendimizin bilgisinin onları ihatasından kinayedir" denilmekle beraber, hakikat
olması da mümkündür. Hakikat olduğu kabul edilirse, bu arz Mi'rac'da vâki' olmuştur.
[255]



Bazı Hükümler

1. Allah (c.c), Ümmetin (hatta bütün insanların) küçük büyük hiç bir amelim
karşılıksız bırakmaz.

2. İbadet mahallen temiz tutulmalıdır.

3. Kur'an-ı Kerim'den bir sûre bile olsa ezberleyip unutmak veya onunla amel

12561

etmemek günahtır.

17. Mescidlerde Kadınların Erkeklerden Ayrı Bulunmaları

462. ...îbn Ömer (r.anhumâ)'dan, demiştir ki:
Rasûlullah (s. a.);

1257]

"Şu kapıyı kadınlara ayırsak (iyi olur)" buyurdu.

Nâfı' dedi ki; İbn Ömer, ölünceye kadar o kapıdan (Mescid'e) girmedi.
(Ebû Dâvûd şunu da ekledi):

(Bu hadisi rivayet edenlerden) Abdulvâris'in dışında biri; ("Bu kapıyı kadınlara

[258]

ayırsak" sözünü Rasûlullah değil) Ömer söylemiştir dedi.Bu daha doğrudur.
Açıklama

Hz. Peygamber'in sadece kadınlara tahsis etmek istediği kapı, Mescidi Nebevî'nin,
kıble değiştikten sonra Mescidü'l-Aksâ tarafına açılan kapısıdır. Efendimizin maksadı,
mescide girip çıkarken erkeklerle kadınların karışık bir halde olmamalarını sağlamak,
böylece herhangi bir fitne çıkmasına önceden mâni olmaktır.

Efendimizin bu arzusundan, camilerde sadece kadınların girip çıkacakları özel bir
kapının bulunmasının gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Yine bu hadisten anlaşılıyor ki,
kadınların camiye cemaate gelmelerinin cevazı, fitneden emin olunması şartıyle
kayıtlıdır. Nitekim 569. hadiste Hz. Aişe (r.an-ha); "Eğer Resulullah (s. a.) kadınların
bugünkü yaptıklarını görseydi, İsrail Oğullarının kadınlarında olduğu gibi, onları
mescide gitmekten men'ederdi" demiştir. Meselenin tafsilâtı yerinde gelecektir.



Nâfî'nin "İbn Ömer ölünceye kadar bu kapıdan girmedi" sözünden anlaşılan şudur :
Diğer sahabiler de bu kapıdan girmişlerse, ya namaz vakitleri dışında girmişlerdir
veya bu emirden habersiz oldukları için gitmiş olabilirler .Yada kadınların olmadığı
zamanlarda girmişlerdir. Çünkü ashabın Rasul-u Ekrem'in emrine itaatsizlik etmesi
düşünülemez ve her sahâbi sünnete itti-bâda İbn Ömer kadar titizdi.
Ebû Dâvûd, hadisin sonunda Râvilerden Abdül-Vâris'den başka birinin "Bu kapıyı
kadınlara bıraksak" sözünün Hz. Peygambere değil de, Hz. Ömer'e ait olduğunu
söylediğini nakletmiş ve bunun daha doğru olduğunu belirtmiştir. Bunu takviye için

izm

de aşağıdaki iki rivayeti nakletmiştir. Bu mutaleaya göre, hadis-i şerif mevkuftur.

463. ...NâfPden, demiştir ki; Ömerb. el-Hattâb (r.a.) şöyle dedi:

f2601

(Nâfi burada önceki hadisin manasını zikretti) ki doğrusu da budur.
Açıklama

Bu rivayetle önceki rivayet, manâ yönünden aynı olmakla beraber râvileri bir değildir.
Bir de önceki hadisi Nâfî, İbn Ömer kanalıyla Hz. Peygambere ref ettiği halde bu
rivayette İbn Ömer'i anmamış; orada Hz. Peygambere isnad ettiği "Bu kapıyı kadınlara
ayırsak" sözünü burada Hz. Ömer'in söylediğini rivayet etmiştir.
Her ne kadar rivayetler, merfu ve mevkuf olma yönünden fârkıl iseler de, mana
yönünden birdirler. Dolayısıyla rivayetler arasında bir ihtilâf yoktur. Aynı sözü hem
Hz. Peygamber'in hem de Hz. Ömer'in söylemiş olmaları ihtimali olduğu gibi,
Resûlullah (s.a.)'m o kapının kadınlara bırakılmasını arzu ettiği halde bunu açıkça
belirtmemiş olması ve fakat Efendimizin arzusunu fark eden Hz. Ömer'in bu sözü
söylemiş olması da muhtemeldir.

Ancak önceki rivayette râvî, sözü bizzat Resûlullah'm söylediğini rivayet ettiğine göre
Ebû Davud'un mevkuf veya munkatı olarak te'vili biraz zayıf görünmektedir.
Ahmed b. Hanbel, bu hadisin de munkati olduğunu söyler. Zira, Nâfî, direkt Hz.
Ömer'den değil, oğlu Abdullah vasıtasıyla nakletmiş fakat arada vasıta olan Abdullah

I26İ]

b. Ömer' zikretmemiştir.

464. ...Nâfî'den rivayet edildiğine göre Ömer (r.a.): (Mescide) kadınların kapısından

f2621

girilmesini yasaklardı.
Açıklama

Bu rivayet de mana yönünden yukarıdakilerin aynısıdır. Ancak öncekilerde Hz.
Peygamber veya Hz. Ömer'in sözleri rivayet edildiği halde, bunda Hz. Ömer'in fiilî
rivayet edilmiştir. Ayrıca rivayetlerin râvileri de bir değildir. Bundan önceki
rivayetinin râvilerijsırayla:l Muhammed b. Kudâme, İsmail, Eyyûb, Nâfî olduğu
halde, bu rivayetin râvileri :Kuteybe b. SaîdBekr b. Mudar, Amr b. el-Haris, Bukeyr
veNafi'dir. Netice : Bu bölümü özetlememiz gerekirse, ister merfu, ister mevkuf,
isterse munkati olsun, bu hadislerde kadınlarla erkeklerin aynı kapıdan mescide



girmemeleri istenmektedir. Bu da devleti idare edenlerin üzerine düşen bir vazifedir.
İslam devletinin idarecisi, ferdleri ifsâd edecek günaha itecek meselelerden kaçınmak

[263]

ve kaçmdırmakla da görevlidir.
Bazı Hükümler

1. Fitne olmadığı takdirde kadınların camiye gitmeleri caizdir.

2. Cami kapısında ve cami içinde erkekle kadının bir arada olmaları dinen yasaktır.

12641

3. Sakıncalı işlerin önlenmesi için tedbirin Önceden alınması en uygun yoldur.

18. Mescide Girerken Okunacak Duâ Ve Zikirler

r2651 f2661
465. ...Ebû Humeyd veyaEbû Useyd ; "Resûlullah sallellahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu" demiştir:

"Sizden biri mescide girerken Nebi sallallahu aleyhi ve selleme salât ve selâm getirsin,
sonra da; "Allahım, bana rahmetinin kapılarını aç" desin; camiden çıkarken ise:

[267]

"Allahım, fazıl ve kereminden (ihsanını yine) senden istiyorum" desin.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s. a.) ümmetine camiyigirip çıkarken ne şekilde dua
edeceklerini tâlim buyurmuşlardır. Bu babda rivayet edilen hadislerde bazı farklı
ifadeler dikkat çekmektedir. Bu farklı ifadeler ve "Ona salât edin ve tam bir

r2681

teslimiyetle selâm verin" âyet-i kerimesi göz önüne alınırsa, mescide giren bir
kimsenin, önce Resûlullah'a salavât getirip, sonra selâm vermesi gerektiği ortaya
çıkar.

Salât ve selâmdan sonra Efendimizin yaptığı dualar hakkındaki farklı rivayetler de
şunlardır:

"Sizden biri mescide girdiği zaman Nebi sallellahü aleyhi veselleme salavât getirsin
ve, "Allahım beni mel'ûn şeytandan koru"desin."'(Hakim).

"Resûlüllah sallellahü aleyhi ve sellem mescide girdiği zaman, Bismillâhi vesselâmü
alâ Resulillah, Allahım günâhımı bağışla ve bana fazlının kapılarını aç; mescidden
çıkarken de: Bismillâhi vesselâmü alâ Resulillahi, Allahım benim günahımı bağışla ve

[2691

bana fazlının kapılarını aç, derdi."

"Resûlüllah sallellahü aleyhi vesellem mescide girdiği zaman Muham-med
aleyhisselama salât ve selâm getirir ve "Allahım günâhımı bağışla ve bana rahmetinin
kapılarını aç"; çıktığı zaman da Muhammed aleyhisselama salât ve selâm getirir sonra

r2701

da; "Allahım günahımı bağışla ve bana fazlının kapılarını aç" buyururdu."
Görüldüğü gibi Ebû Dâvûd' unkinden farklı olan rivayetlerde selâmdan önce salavât
zikredilmiş ve ilâve olarak günâhının bağışlanmasını istediği de kaydedilmiştir. Bu



ilâveler, mescide girerken yaptığı duada yer aldığı gibi, çıkarken yaptığında da
mevcuttur.

Sarihler Efendimizin, mescidden çıkarken söylediği "Allahım senin fazlından isterim"
sözündeki fazlı, "helâl rızık" diye izah etmişlerdir.

İbn Reslân; Mescidden çıkarken fazl istemek Cenab-ı Allah'ın; "(Cuma) namaz(ı)

um

kılındığı zaman yer yüzüne yayılıp Allah'ın fazlından (helâl rızkından) isteyiniz"
kavli şerifine muvafıktır" demiştir.

"Allah'ın fazlı"ndan muradın, ilim talebi olduğunu söyleyenler de olmuştur. Aslında
her iki tercih de biri birine yakındır. Çünkü ilim de Allah'ın rızkıdır. Rızık, sadece
bedenin gıdasına has değildir. Ruhların gıdası da rızık içerisindedir; böyle mütalaa
edilebilir.

Duanın mescide girerken rahmet, çıkarken de fadl'a, tahsis edilmesindeki hikmet,
Huccetullahi'l-Bâliğa'da şöyle izah edilir:

"Mescide girenin rahmeti, çıkanın da fadlı taleb etmesindeki hikmet, şudur: Rahmetle
Kur'an-ı Kerim'de velayet ve nübüvvet gibi uhrevî ve nefsânî nimetler murat
edilmiştir. Cenab-ı Hak, "Rabbinin rahmeti topladıkları şeylerden daha
[272]

hayırlıdır" buyurmuştur. Fadl ile ise, dünyevî-nimetler kast edilir. Nitekim

[2731

Kur'an-ı Kerim'de: "Rabbinizden rızık istemenizde bir günah yoktur" ve "Nama/

T2741

bitince yeryüzüne dağılıp Allah'ın rızkından isteyiniz" buyurulmaktadır. Mescide
giren, Allah'a yakın olmayı ister, Mescitten çıkış zamanı ise rızık arama vaktidir."
Huccetülallf 1 -Bâliğa'daki bu izah gerçekten yerinde ve vakıaya uygundur. Çünkü her
ne kadar insan, ömrünün her safhasında Allah'ı zikretmeli ve onu hatırlamalı ise de,
insanın ahireti, en çok duyduğu ve Rabbini kendisine en yakın hissettiği yer,
ibadethanedir. Cami dışındaki en büyük gaile de rızık endişesidir. Her halde

[275]

Efendimizin duası bu hikmete mebnî olarak vârid olmuştur.
Bazı Hükümler

Rasûlullah'(a.s.)a selam vermek ve camiye girerken Allah'dan rahmet, çıkarken de
helal rızık istemek müs-tehaptır. Her ne kadar bu istekler, hadiste emir olarak varid

12761

olmuşsa da vücûba değil istihbâba delâlet eder.

466. ...Hayve b. Şüreyh dedi ki; Ukbe b. Müslim ile karşılaştım ve O'na:

"Duydum ki, sen Abdullah b. Amr b. el-As'tan Resûlullah (s.a.)'m mescide girerken:

"Lanetlenmiş şeytandan, ulu Allah'a, O'nun kerîm zâtına ve kadîm kuvvet ve

galebesine sığınırım" diye duâ ettiğini rivayet etmişsin, öyle mi?,dedim.

Hepsi bu kadar mı? dedi.

Evet, dedim. Dedi ki:

Mescide giren bunu söyleyince şeytan:

r2771

"Günün geri kalan kısmında da benden emin oldu" der.



Açıklama



Hadis-i şerifte "zâtına" diye terceme ettiğimiz "vech" kelimesi müteşâbih
lâfızlardandır. Bu gibi lâfızlara h. V. asra kadar ki âlimler mânâ vermemişler, "Allah
mahlukâttan hiç bir şeye benzemediği için, biz bu gibi kelimelere mânâ vermeyiz,
olduğu gibi inanır kabul ederiz" demişlerdir. Bunlardan sonra gelen âlimler ise bütün
müteşâbihJeri te'vil etmişler ve "vech"den muradın, Kur'ân lügatinin muktezâsmca zât
olduğunu söylemişlerdir.

"Lanetlenmiş şeytandan" diye türkçeleştirdiğimiz terkibteki kelimesi, Allah'ın
kapısından kovulmuş, taşlanmış, lanetlenmiş demektir. Menhel sahibi, burada kast
edilenin "Lanet ve semâ alevlen ile taşlanmış" mânasında olduğunu söyler.
Şeytan, tercih edilen görüşe göre "Haktan uzak oldu" mânâsına gelen fiilinden
türemiştir. İbn Abbâs'm dediğine göre, "insan cin ve hayvandan, azgın olanlara şeytan
denilir. Hususî manâsı ile: Hz. Adem'e tazim secdesi yapmaktan imtina ederek
Allah'ın emrine isyan eden ve Allah'ın huzurundan kovulan varlıktır. Aslının, cin mi,
melek mi olduğu ihtilaflıdır. Nesefî'nin beyânına göre, Hz. Ali, îbn Abbas ve İbn
Mes'ûd şeytanın melek olduğunu söylemişlerdir. Hasan el-Basrî ve Katâde cin
olduğunu söyleyenlerdendir.Câhız'dan meleklerin ve cinlerin aynı cinsten oldukları
görüşü nakledilmiştir. Her görüş sahibinin kendilerine göre delilleri vardır. Ancak
Kehf (18) 50. âyette şeytanın cinlerden olduğu açıkça belirtilmiştir.
Önceki hadisin şerhinde de ifâde edildiği gibi, mescide girerken ve çıkarken yapılacak
dualar hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bu farklı rivâyetler birleştirildiğinde, mescide
girerken okunacak duanın şu olduğu ortaya çıkar:

r2781

Mescidden çıkarken de bu duâ okunur. Ancak sözünün yerine denilmiştir.
Bazı Hükümler

1. Peygamber (sallellahu aleyhi vesellem) ümmetine öğretmek için şeytandan Allah'a
sığınırdı. Yoksa masum olan, Allah tarafından terbiye ve kontrol edilen bir Nebi'ye
şeytânın tasallutu düşünülemez.

2. Şeytanın insanoğluna tasallutu vâkidir. Bundan emin olmak için Allah'a sığınmak,
ondan yardım dilenmelidir.

3. Faydalı olan şeyleri temin ve yararlı olan şeyleri defetmekte merci Allah teâlâdıı.
r2791

19. Mescide Girince Kılınacak Namaz (Tahiyyetü'l - Mescid)

467. ...Ebû Katâde (r.a.) Resûlullah (s.a.)'uı şöyle buyurduğunu haber vermiştir:

r2801

"Biriniz mescide geldiği zaman oturmadan önce, iki rek'at namaz kılsın."
Açıklama

Hadis-i şerifin mevzuu bahs ettiği namaz, tahiyyetü'l-mescid namazıdır. Hadis-i şerifin



zahiri tahiyyetü'l-mescid namazının vacip olmasını gerektirir. Çünkü namaz emir
sîgâsıyla zikredilmiştir. İbn Hazm'm dışındaki zahirîler bu namazın vücûbıma
kaildirler. Diğer mezheplerin âlimleri ile zahirîlerden İbn Hazm ise, bu namazın vacip
değil, sünnet olduğunu söylemişler, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî'nin rivayet
ettikleri Dımâm b. Sa'Iebe hadisini delil kabul etmişlerdir. Bu hadis, Ebû Da-vûd'da
"Kitâb'üs-Salâfm ilk hadisi olur. 391. hadistir. Efendimiz, o hadiste beş vaktin
dışındaki namazları, tetavvu olarak nitelendirdiğine göre, tahiyyetü'l-mescid vacip
değildir, demiştir.

Hanefî ulemâsından Aynî, bu namazın vacip olmadığım mantıkî olarak da şöyle izah
eder:

"Eğertahiyyetü'l-mescid namazının vacip olduğunu söylersek, abdesti olmayanın
camiye girmesinin haram olması gerekirdi. Halbuki bunu kimse söylememiştir.
Abdestsizin mescide girmesi caiz olduğuna göre camiye girdiğinde kılınması vacip
olan bir namaz yoktur."

Hanefî mezhebinde tahiyyetü'l-mescid müstehaptır.

Tahiyyetü'l-mescid namazının en azı iki rek'attir, en çoğu için bir sınır yoktur. Camiye
girilince kılman sünnet, farz veya başka bir namaz, bu namazın yerini tutar.
Hadisin zahiri bu namazın istisnasız her vakitte, hatta cuma günü hatip hutbe okurken
bile kılınmasının meşru olduğunu gösterir. Şâfiîler, İbn Uyeyne, Ebû Sevr, Humeydî,
İbn Munzir, Dâvüd, İshak b. Rahûye,Hasen el-Basrî ve Mekhûl bu görüştedirler.
Bunlar, üzerinde durduğumuz bu hadis ve benzerlerini delil almışlar, sabah
namazından sonra güneş doğuncaya kadar, ikindiden sonra da güneş batmcaya kadar
namaz kılmayı nehyeden hadisleri, sebebi olmaksızın namaz kılmaya hamletmişlerdir.
Mâlikîler, İbn Şîrîn, Atâ b. Ebî Rebah, Nehâî, Katâde, Şüreyh, Leys, Saîd b. Abdi'laziz
ve Hanefîler, namaz kılınması nehyedilen vakitlerde ve cuma günü hatip hutbe
okurken tahiyyetü'l-mescid namazı kılmasını mekruh görmüşlerdir.
Bu görüş sahipleri, üzerinde durduğumuz hadis-i şerifin âmm olduğunu, sabah
namazından sonra güneş doğuncaya, ikindiden sonra da güneş batmcaya kadar namaz
kılmayı nehyeden hadislerin bu hadis-i şerifi tahsis ettiğini söylerler. Ayrtca, Kütüb-i
Sitte'de mevcud olan 'İmam hutbe okurken arkadaşına sus dediği zaman (hutbeyi) boşa
giderdin" hadis-i şerifi, bu görüşün bir delilidir. Çünkü, hutbe esnasında konuşan
birine sus demek hem çok az bir meşguliyet, hem de emir bilmâruftur. Emir Bi'I-
ma'ruf farzdır.' Hz. Peygamber, başka zaman da farz olan bir ameli bile hutbe
esnasında men'ettiğine göre, sünnet olan bir namazın öncelikle meşru olmaması gere-
kir. Ayrıca kerahet vaktinin dışında kalan ikindi, sabah ve yatsı namazlarında ezandan
önce gelirse vaktin dışında camiye girerse müstehabtır. Ezandan sonra girerse o vaktin
sünneti (vefa farzı) tahiyyetü'l-mescid yerine geçer.

Hanbelîlere göre güneş doğarkan, batarken ve hutbe esnasında haram, diğer yasak
vakitlerde mekruhtur.

Tahiyyetü'I-Mescidin camiye girilince hemen kılınması şart mıdır, yoksa biraz

oturulduktan sonra da kılmabilir mi? Bu konuda ihtilaflıdır.

Hanbelîlere göre oturma uzamazsa, bir müddet oturduktan sonra da kılmabilir.

Şafıîlere göre, oturma hatâen veya unutmadan dolayı ise kılmabilir, aksi takdirde

kılınamaz.

Hanefî ve Malikîlere göre, mescide girince, uzun zaman da olsa oturduktan sonra

tahiyyetü'l-mescid kılmabilir. Ancak namazdan önce oturmak mekruhtur.

Hanefî mezhebine göre bir günde bir kaç defa camiye giren kimsenin bir defa



tahiyyetü'l-mescid kılması kâfidir. Her giriş için ayrı namaz kılmaya lüzum
yoktur. Şafiîler, her giriş için ayrı ayrı namaz kılınmasının sünnet olduğu
görüşündedirler. Mâlikîler, birden fazla camiye girişlerin arası yakınsa bir namaz kâfi,
uzunsa her girişte namaz tekrarlanmalıdır derler. Hanbeliler, mekruh vakitlerin
haricinde, camiye girenin her girişte bu namazı tekrarlamasının sünnet olduğu
görüşündedirler.

Bundan Önceki babın hadisleri ile, bu hadis beraber düşünüldüğünde karşımıza şöyle
bir soru çıkabilir: Camiye giren bir kimse önce Resûlullah (s.a.)a salât ve selâm ve dua
mı etmelidir, yoksa tahiyyetü'l-mescid mi kılmalıdır? İbn Kayyım, Zâdü'l-Meâd
adındaki eserinde bu konuya temas etmiş ve şöyle demiştir:

"İçerde cemaat varsa camiye giren bir kimsenin sırayla şu üç tahiyyeyi yapması
sünnettir:

1. Önce "Bismillahi vessalâtü ve'sselâmü alâ Resûlillah" der.

2. İki rekat tahiyyetü'l-mescid (namazı) kılar.

[28İI

3. İçerde bulunan cemaata selâm verir."
Bazı Hükümler

Herhangi bir camiye giren bir müslümanm, başka namaz kılmayacaksa en az iki rekat
tahiyyetü'l-mescid kılması, bazı mezheplere göre müstehap, bazılarına göre sünnettir.

T2821

Zahirîlere göre vaciptir. Her görüşün delili açıklamada verilmiştir.

468. ..Ebû Katâde (r.a.)'den önceki hadisin aynısı rivayet edilmiştir. Ancak (râvi) bu
rivayette (Efendimizin):

' 'Bundan sonra isterse otursun, isterse (bir) ihtiyacı için (çıkıp) gitsin." buyurduğunu
r2831

ilâve etmiştir.
Açıklama

Bir önceki rivayetle, bu rivayetin sahâbî râvîleri aynı zât olduğu halde, seneddeki
diğer bazı râvîler farklıdır. Önceki hadisi Amir b. Abdullah b. ez-Zübeyr'den, Mâlik
almışt ir, bunu ise, Ebû Umeys rivayet etmiştir. Ebû Umeys'den gelen rivayette,
metindeki fazlalık yer almıştır. Buna göre Ebû Umeys'in rivayet ettiği bu hadisin
tam metni şöyledir: Resûlullah (s. a.):

"Biriniz mescide geldiği zaman oturmadan önce iki rekat namaz kılsın. Bundan sonra

r2841

isterse otursun, isterse bir ihtiyacı için (çıkıp) gitsin" buyurmuştur.
20. Mescidde Oturup Beklemenin Fazileti

469. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den Peygamber (s.a.)'m şöyle buyurluğu rivayet edilmiştir:
"Sizden biri, abdestini bozmadan ve yerinden kalkmadan namaz kıldığı yerde kaldığı
müddetçe, melekler onun için "Allahım onu bağışla, ona rahmet et" diye duâ ve



1285]

istiğfar eder."



Bab başlığı ve hadisin metninden, her ne maksatla olursa olsun, mescidde oturmanın,
meleklerin duasını celb edeceği anlaşılmaktadır. Ancak diğer rivayetlerden, bu
beklemenin, ibâdet cinsinden bir şeyle meşgul olarak veya sonraki bir namazı
gözleyerek olduğu takdirde değer ifâde edeceği anlaşılmaktadır.
Hadisi şerifte "Sîzden biri namaz kıldığı yerde beklediği müddetçe..."
buyurulmaktadır. Bu İfâdenin, insanın evindeki namaz kıldığı yer için kullanılması
muhtemel olduğu gibi, tüm mescidler için kullanılmış olması da muhtemeldir. İkinci
ihtimal göz önünde bulundurulursa, mescidin bir bölümünden başka bir bölümüne yer
değiştirmek, mescidde namaz beklemenin sevabını ihlâl etmez.

Hadis-i şerifteki "yerinden kalkmadıkça..." kaydı, mescidden dışarıya çıkmaya
hamledilir.

Metindeki "Abdesti bozmadıkça..." ifâdesinden bazı âlimler, mescidde yel çıkarmamı}
Jıaram olduğu hükmüne varmışlardır. |Ancak cumhûr-u ulemâ bunun haram olmadığı
fakat sakınmak gerektiği görüşündedir. Camide abdestsiz olarak oturma, meleklerin
dualarına mâni ise de caizdir.

Mescitte itikâf, zikir veya sonraki namazı beklemek gibi bir maksatla, oturmak
müstehaptır. Böyle bir gaye olmadan oturmaya bazı âlimler mubah, bazıları da
mekruh demişlerdir. İbn Hacer el-Askalânî, Suffe Ashabını delil göstererek câmide
uyumanın caiz olduğunu söyler. İmam Mâlik ve Ahmed'e göre yabancının mescidde

r2861

uyuması caiz, yerlinin uyuması mekruhtur.
Bazı Hükümler

1. Namaz kılan namaz kıldığı yerde ibadetle meşgul olarak kalırsa, meleklerin duasını
celbeder.

T2871

2. Mescidde abdesti bozmak, hayra mânidir.

470. ...Ebû Hureyre (r.a.)den Resûlullah salellahü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir:

"Sizden biri namaz kendisini (mescidde) alıkoyduğu müddetçe namaza devam etmiş

r2881

olur. (Çünkü) onu evine dönmekten alıkoyan namazdan başka bir şey değildir."
Açıklama

Bu hadis, hem râvileri hem de ihtiva ettiği hüküm itibariyle bundan önceki hadisin
aynısıdır. Sadece bazı lafız farkları dolayısıyla mânâ değişikliği vardır.
"Namazın, bir kimseyi mescidde alıkoymasından maksat, o şahsın, musallasında bir
sonraki namazın girmesini beklemesi ve yerinden ayrılmamasıdır. Efendimizin haber
verdiğine göre, mescidde oturup namaz vaktini bekleyen bir kimse sanki namaz
içindeymiş gibi sevaba müstahak olur. Her ne kadar o, hakikaten namazda değilse de
hükmen namazda sayılır. Zira, bu kimsenin evine, ailesinin yanma dönmemesine



T2891

sebep namazı beklemesidir.



471. ...Ebû Hureyre (r.a.) Resûlullah (sallellahu aleyhi ve sellemi)in şöyle
buyurduğunu haber vermiştir:

"Bir kul, namaz kıldığı yerde (bir sonraki) namazı bekleyerek kaldığı müddetçe,
namazda olmaya devam eder. O kimse (yerinden) ay-Tilmcaya veya abdesti
bozuluncaya kadar, melekler kendisi için: "Allahım onu bağışla, ona rahmet et" diye
dua ederler."
Ebû Hureyre'ye;

Abdesti ne bozar (hades nedir)? denildi, O da:

T2901

Sessiz veya sesli yellenmek dedi.
Açıklama

Hadis-i şerif bundan önceki iki hadisini manalarını müştereken ihtiva

um

etmektedir. Oradaki açıklamalara ilâve edilecek bir şey yoktur.

472. ...Ebû Hureyre (r.a.) Resûlullah (sallellahü aleyhi ve sellem)in şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:

f2921

"Bir kimse mescide hangi niyetle gelirse nasibi ondan ibarettir"
Açıklama

Bu hadis-i şerif, "herkese ancak niyetinin karşılığı vardır" hadisindeki genel mânânın,
mescide tahsis edilmiş bir şeklidir. Amelde ve mescide devamda ihlâsı tavsiye
etmektedir. Çünkü, dünyalık bir maksat için camiye giden kimse bu gidişinin
karşılığını dünyada iken ve niyetine uygun olarak görecek, âhirette bir nasibi
olmayacaktır.

Bundan sonraki hadiste ifâde edildiği gibi mescidler, uyumak sohbet etmek, ticâret
yapmak ve hepsinden öte insanlara âbid görünmek suretiyle dünyalık kazanmak veya
bazılarının yaptıkları gibi bağırıp çağırarak şöhret ve gelir elde etmek için değil,
sadece ve sadece Allah'a ibâdet etmek için yapılmışlardır. Mesciddeki faaliyetine,
Allah rızasından başka bir maksat karışan kimse Allah'ın rızasını değil, niyetinin

r2931

karşılığını bulacaktır.

21. Mescidde Yitik İlânının Keraheti

473. ...Ebû Hureyre (radıyellahu anh) demiştir ki; Resûlullah, (salleüahu aleyhi ve
sellem)'i şöyle buyururken işittim:

"Kim mescidde yitiğini ilan eden birini işitirse, "Allah onu sana buldurmasın" desin.

r2941

Çünkü mescidler, bunun için bina edilmemiştir."



Açıklama



Hadis-i şerif kaybedilen bir malı halka ilan etmek için mescidde sesi yükseltmeyi men
etmektedir. Hadisin metni sadece kayıp bir malı ilân etmeyi mevzuu bahs etmekte ise
de ibâdet dışındaki her türlü muamelenin hükmü aynıdır. Tirmizî'nin rivayet ettiği bir
hadiste, Efendimiz "Mescidde mal alıp satan birini görürseniz, Allah kâr ettirmesin"
deyiniz. Mescidde kayıp ilân eden birini gördüğünüzde de "Allah onu sana

[295]

buldurmasın" deyiniz" buyurmuştur.

Görüldüğü gibi, Tirmizî'nin rivayet ettiği bu hadis, mescidde alış-veriş yapmayı da
men etmektedir.

İhtiyaç olmadığı halde Kur'ân okurken, zikir yaparken sesi yükseltmeyi men eden
haberler de mevcuttur. Bu haberlerde bazıları ve bu konularda muteber fıkıh
kitaplarında yazılanlardan bir kısmı aşağıya çıkartılmıştır:

Ebû Davud'un, Ebû Sa'îd el-Hudrî'den rivayet ettiğine göre Resulullah (sallellahü
aleyhi vesellem), mescidde itikâfa girmişti. Ashabın sesli olarak Kur'ân okuduklarını
duydu, örtüyü kaldırdı ve "Hepiniz Rabbinize sesleniyorsunuz. Birbirinize eziyet

[2961

etmeyiniz. Kıraatte sesinizi yükseltmeyiniz" buyurdu.

İbn Mâce'nin rivayet ettiği binhadiste Efendimiz; "Küçük çocuklarınızı, delilerinizi,
alış-verişlerinizi, husûmetlerinizi ve seslerinizi yükseltmeyi mescidden uzaklaştırınız"
r2971

buyurmuştur.

Bu konuda Hatîb'in Câbir'den rivayet ettiği başka bir hadis de şudur:

r2981

"Okurken biri birinize (karşı) sesinizi yükseltmeyiniz."

Yukarıya tercümelerini aldığımız hadisler ve bunlara benzer diğer meşhur rivayetler
mescidde Kur'ân okurken veya zikrederken sesi yükseltmeyi nehyetmektedir.
Resûlullah'm ilim sofrasından ilim ve feyz alan ashâb ve onlardan sonra gelen büyük
şahsiyetlerden de mescidde sesi yükseltmeyi nehyeden birçok haber nakledilmiştir.
Ibn Mes'ûd (r.a.) mescidde toplanıp sesli olarak salavât ve tehlil okuyan bir gruba
rastlamış ve "Biz Resûlullah'm zamanında böyle şey bilmezdik, siz bid'atçilerden

r2991

başka bir şey değilsiniz" diyerek onları mescidden çıkarmıştır.

Ömer b. Hattâb (r.a.) mescidin yanma "Butayhâ" denilen bir yer ayırmış ve, "Kim
bağırıp çağırmak, sesini yükseltmek veya şiir söylemek isterse oraya çıksın" demiştir.
Said b. Müseyyeb bir gün gece yarısından sonra mescidde teheccüd kılarken halife
Ömer b. Abdilaziz içeriye girmiş, sesi güzel olan halife, seslice okumaya başlamış,
Said, hizmetçisine: "Şu namaz kılana git söyle, ya sesini akıt tisin ya da mescidden
çıksın" demiş ve namaza durmuş. Hizmetçi o zatın yanma gelip de onun halife
olduğunu görünce bir şey demeden geri dönmüş. Said b. Müseyyeb selâm verince,
"Ben sana, şu namaz kılanı, yaptığından nehyet demedim mi?" diye çıkışmış.
Hizmetçi, onun halife Ömer b. Abdul-Aziz olduğunu söylemiş, Said tekrar, "git ve
ona, sana söylediğimi söyle" demiş. Hizmetçi de gidip "Said, ya sesini kısmanı ya da
mescidden çıkıp gitmeni söylüyor" demiş. Bunun üzerine Halife sesini alçaltmış,



r3ooı

selâm verince de ayakkabılarım alıp gitmiştir.

Bu konuda muteber fıkıh kitaplarından bazılarında da şunlara rastlıyoruz:

"Mescidde, fıkıh öğrenenlerin dışında sesi yükseltmek haramdır" (ed-Duru'l-Muhtar, -

Hanefî-)

"İmam, cemaatin ihtiyacından fazla olarak sesini yükseltirse kötülük yapmış
demektir." (el-Bahru'r-Râik,- Hanefî-)

"Mescidde, Kur'ân okurken sesi yükseltmek, namaz kılanların ve zikredenlerin
kafasını karıştırmaktan korkulursa mekruh, karıştırırsa ittifakla haramdır." (Muhtasara
İmam Halil. - Mâliki-)

"Namaz kılanın kafasını karıştıracak şekilde açıktan okumak haramdır." (İbn İmad, -
Mâliki-)

Şafiî ve Hanbelî âlimlerinden de yukarıdakilere benzer şeyler nakledilmektedir.
Yukarıya aldığımız hadis-i şerifler, ashabın haberleri ve fıkıh kitaplarından
aktardığımız ibareler camide Kur'ân okurken ihtiyaç olmadığı halde sesi
yükseltmenin, sesli olarak zikir yapmanın ve bağırıp çağırmanın caiz olmadığım,
bunun açıkça bid'at olduğunu ortaya koymaktadır.

Ömer b. Abdülaziz gibi sâlih bir halifeyi sesli Kur'ân okuduğu için camiden çıkartan
Said b. el-Müseyyeb, sesli zikir yapan müslümanlan mescid-den kovan Ibn Mes'ûd
bugün olsalardı ve hiçbiı ihtiyaç yokken bağırıp çağıran vaizleri, ses ve tegannî
gösterisi yapan imamları, müezzinleri ve mevlidhan-ları görselerdi acaba ne
yaparlardı? Bırakın bunlara vazife yaptırmayı, camiye sokarlar mıydı?
Hadîs-i şerif, camide ses çıkarıp cemaati rahatsız etmeyi nehyediyor. ihtiyaç
sahiplerinin, saflar arasmda dolaşarak cemaati rahatsız etmemeleri kaydıyla mescidde
yardım istemeleri ise, caizdir.

İbn Mâce'den naklettiğimiz hadîsde, çocukların da mescidden uzaklaştırılması
emredilmektedir. Mescide konulmaması istenen çocuk, mescidi kirletecek veya
hareketleriyle cemaati meşgul edecek kadar küçük olan çocuk olsa gerektir. Çünkü
Resûlullah efendimiz, yedi yaşma gelen çocuğu namaza alıştırmayı emretmişth.
Nitekim Dürru'l-Muhtâr'da "Mescidi pisletmeleri kuvvetle muhtemel olan deli ve
çocukların mescide sokulması haram, aksi takdirde mekruhtur" denilmektedir.
Ayrıca safların tanziminde erkek çocukların kadınların saflarından önce yer almaları
çocukların da camiye gelebileceklerine işaret etmektedir.

Şafiî ve Hanbelîler, "Mescidin kıymetini idrâk edemeyen çocukların, orayı
pisletmelerinden emin olunamayacağı için mescide sokulmaları mekruhtur" derler. Bu
ifâdeden, mescidi kirletmeyeceği bilinen çocukların mescide girmelerinin caiz olduğu
anlaşılır. Yedi yaşma gelen bir çocuğun mescidi kirletmesi beklenemeyeceğine göre,
Efendimizin bu hadisi ile çocuklara yedi yaşma gelince namaz kılmayı emreden hadisi
arasında bir tezat söz konusu değildir.

Namaz dışında lüzumlu olan gerekli ilanların cami hoparlörlerinden halka
duyurulmasında bir beis yoktur. Çünkü bu, ihtiyaca binaen yapılan bir ilandır.
Bilhassa köylerimiz için bir zarurettir. Dikkat edilmesi gereken husus, ilânı özel

1301]

meselelere hasretmemektir.



Bazı Hükümler



1. Mescidler cemaati gereksiz yere uğraştıracak türden özel işlerin konu edilmesi için
bina olunmamıştır.

2. Camide kaybedilen bir şeyin İlan edilmesi caiz değildir.

3. Meşru olmayan bir harekette bulunan kimseye yaptığı bu işte muvaffak olmaması

r3021

için beddua edilmesi caizdir.

22. Mescide Tükürmenin Keraheti

474. ...Enes b. Mâlik (r.a.)den Peygamber (s.a.)'m şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

r3031

"Mescide tükürmek günahtır, keffâreti ise, onu (izâle etmesi) gömmesidir."
Açıklama

Yukarıda da temas edildiği gibi, Resûlullah ve sahâbiler devrinde mescidlerde sergi

olmadığı ve yeni müslüman olanların bir kısmının görgüleri de haderî görgüden farklı

olduğu için mescide tükürmek vak'alarma şahid olunmakta idi. Bu gibi durumlarda

Resûlullah bazan, mescide değil, elbisenin bir tarafına türükülmesini, bazan da yere

tü-kürülmesi halinde o tükürüğün gömülmesini tavsiye ederlerdi.

Bu hadis-i şerifte, önce mescide tükürmek günah olarak nitelenmiş sonra da bu

günahın keffâretinin o tükürüğün izâlesi olduğu beyân edilmiştir.

Tercümeye "günah" diye geçtiğimiz (hatî e) kelimesinin, tam günah karşılığı olan

(ism) kelimesi ile değil de yukarıdaki şekilde vârid oluşunun sebebi, müslümanm bu

işi ancak hatâ ile yapabileceğine işaret içindir.

Hadis-i şerifteki bu ifâdeden, bazı âlimler mescide tükürmeyi günah telakki
ederlerken, bazıları bu mevzudaki diğer rivayetleri de gözönüne alarak, tükürük
gömülürse günah değil, gömülmezse günahtır, demişlerdir.
Hafız İbn Hacer, bu ihtilâfların sebebini şu sözleriyle özetlemektedir:
"İhtilâfın esası şudur: Bu mevzuda biri biriyle tearuz halinde olan iki rivayet vardır.
Bunlar, mescide tükürmeyi günah olarak niteleyen (üzerinde durduğumuz) hadis ile,
tükürme ihtiyacı duyan kimsenin, sol tarafına veya sol ayağının altına tükürmesini
tavsiye eden (478.) hadis. Mescide tükürmeyi günah kabul eden Nevevî, önceki
(üzerinde durduğumuz) rivayeti âmm, kabul etmiş, sonrakini 'mescidde olmadığı
takdirde" kaydı ile tahsis etmiştir. Kadı Iyaz ise, tam tersine sonraki rivayeti âmm
kabul etmiş, öncekini -defnetmezse günahtır- şeklinde kayıtlamıştır..."
Bezlu'l-Mechûd sahibi ise, Kadı İyaz'ın bu hususta söyledikleri mesnedsiz, delilsiz ve
nassa muhalif olduğu gibi muteber ilim adamlarının görüşüne de terstir demiştir.
Bu ihtilâflara adı karışan ve görüşü nakledilen başka âlimler de vardır. Ancak biz
hepsini teker teker buraya almaya lüzum görmedik. Zira, zamanımızda, cami ve
mescidler, aklı başında hiç kimsenin tükürmeyi aklından geçiremeyeceği şekilde tefriş
edilmekte, her müslümanm cebinde ihtiyacı halinde kullanacağı kâğıt ya da bez bir
mendil bulunmaktadır.

İslâm dininin, temizliğe verdiği önem ve başka müslümanları rahatsız etmemeyi ana
prensipleri arasına aldığı gerçeği gözönünde bulundurulursa mescide tükürme ya da
sümkürmenin (günah olmadığı kabul edilse bile) en azından müslümanm edebine
aykırı olduğu açıktır. Dolayısıyle müslümanlar, mescidlerini kirletmekten ve. ibâdet



için gelen mü'min kardeşini rahatsız etmekten şiddetle kaçınmalıdırlar. Müslüman,
özellikle yerleşim bölgelerinde yollara, sokaklara tükürmekten de sakınmalıdır.
Hadisteki örtmek mânâsına gelen kelimesi gömmek veya izâle etmek mânâsına
alınarak diğer rivayetlerle uyum sağlaması için "gömmesidir" şeklinde tercüme
[3041

edilmiştir.
Bazı Hükümler

1. Mescid'ere Sürmek günahür. Keffâreti o tükrüğü, görülmeyecek şekuce yok
etmektir.

2. Bilen kişinin bilmeyenlere münâsip bir lisanla görgü kurallarını öğretmesi gerekir.
r3051

475. ...Enes b. Mâlik (r.a.)den demiştir ki; - Resûlüllah (sallellahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyurdu: " Mescide tükürmek günahtır. Onun keffâreti ise tükürüğü göm-

[3061

mektir."
Açıklama

Bu rivayet ile önceki rivayet arasında mânâ yönünden hiçbir fark yoktur. Müellif, Ebû
Dâvûd, öncekini Müslim b. ibrahim'den, bunu ise,Müsedded'den duymuştur. Fakat
senedleri farklı olan rivayetlerde, bazı ifâde değişiklikleri de göze çarpmaktadır.
Önceki rivayette, "tükrük" karşılığı olarak et-Teflu kelimesi kullanılmışken, bu
rivayette (el-Buzak) tâbiri yer almıştır. Ayrıca, mescide tükürmenin keffâreti olarak
önceki rivayette "tük-rüğün gizlenmesi, üzerinin örtülmesi" gösterildiği halde, burada
"gömülmesi" ifâdesi kullanılmıştır. Çunku (et-teflu) kelimesi az tukruk, (buzak) ise,
balgam karışımı tiksindirici bol miktardaki tükrük manasınadır.

İşte bu farklılıklardan dolayı, Ebû Dâvûd bu rivayeti kitabına almıştır. Bu farklılığa
sebep hâdisenin tekerrüründen dolayı olabileceği gibi, rivayetin birinin mânâ olarak

r3071

yapılmış olmasından dolayı da olabilir.

476. ...Enes b. Mâlik'den (r.a.) demiştir ki: - Resûlüllah (s. a.) şöyle buyurdu:
"Mescidde (sümkürme veya) balgam çıkarmak (günahtır)". (Said b. Urve bundan

r3081

sonra) önceki rivayetin aynısını zikretti.
Açıklama

Görüldüğü gibi bu rivayet de yukarıdaki rivayetlere çok benzemektedir. Farklı olarak
bu rivayette "tükrük" yerine "balgam" söz konusu,, bir de sümkürme söz konusudur.
r3091



477. ...Ebû Hureyre (r.a.)den Resûlullah (s.a.)m şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Bir kimse mescide girer de oraya tükürür veya balgam çıkarırsa, yeri eşip onu
gömsün.

mm

Böyle yapmazsa elbisesine tükürsün; sonra da (mescidden) çıkarsın."
Bazı Hükümler

1. Mescidin tabanı topraksa, oraya tüküren bir kimse yeri eşeleyerek tukrügunu
gömmen, aksı takdirde bir beze tükürerek onu mescidden dışarıya çıkarmalıdır.

2. Tükrük temizdir.

mu

3. Mescidlere hürmet gösterilmelidir.

[3121

478. ...Târik b. Abdillah el-Muhâribî (r.a.) Resûlullah (sallella-hü aleyhi ve
sellem)in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

1313]

"Bir kimse namaza kalktığı, -veya biriniz namaz kıldığı- zaman, önüne ve sağma
tükürmesin. Ama sol tarafında kimse yoksa, soluna veya sol ayağının altına tükürsün.

I3İ41

Sonra da tükrüğü (ayağı ile) sürtelesin."
Açıklama

Hadis-i şerif, müslümanlarm namazda iken kıbleye doğru veya sağma tükürmesini
men etmektedir. Kıbleye karşı tükürmekten nehyeden başka hadisler de vardır. Bu
hadislerden bir kısmında, tükürmeyi men etmenin illetleri de belirtilmektedir. Meselâ
Ebû Dâvûd'da hemen bundan sonra gelecek hadis de, "çünkü Allah(m kıblesi) sizin ön
tarafmızdadır" buyurulmaktadır. İbn Hibbân ve İbn Huzeyme'nin Sahihlerinde rivayet
ettikleri bir rivayette, "kıble tarafına tüküren kimsenin kıyamet günü o tükrük
gözlerinin arasında, (İbn Huzeyme'nin başka bir rivayetinde de yüzünde) olduğu
halde diriltileceği" ifâde edilmektedir. Ebû -Dâvûd'taki bir rivayette (481. hadîs)de,
Efendimizin kıbleye doğru tüküren bir imamı, imamlıktan men ettiği belirtilmektedir.
Bu hadis-i şeriflerin zahirleri ve illetleri, namazda iken kıbleye doğru tükürmenin
haram olmasını gerektirir, ibn Hacer:"Bu ta'lil, ister mescidde isler başka bir yerde,
kıbleye karşı tükürmenin haram olduğuna delildir. Durum böyle olunca mescide
tükürmenin tenzihen mi, yoksa tahrimen mi mekruh oluşunda ihtilâfa mahal yoktur"
demiş, daha sonra da yukarıya aldığımız îbn Huzeyme ve İbn Hibbân'm rivayetlerini
nakletmiştir.

Hz. Peygamber, üzerinde durduğumuz hadis-i şerifde sağa tükürmeyi men etmiş, sola
tükürmeye ise ruhsat vermiştir. Bu yasak ve ruhsatın illeti konusunda da ulemâ bir
hayli goruş beyân etmiştir. Bunların özeti şudur:

1. Sağ, dinimizde devamlı tazime lâyık görülmüş, ayakkabı giymekten tutun da saç
taramaya varıncaya kadar bütün işlerde sağa öncelik tanınmıştır.

2. İnsanın sağ tarafında haseneleri yazan melekbulunmaktadır. Bu melek, rahmet



alâmetidir. Şeref ve tazime daha çok lâyıktır. Üstelik bu melek sol taraftaki günahları
yazan melekten daha üstündür. Onu üç saat günahları yazmaktan nehyeder. Bu hadisin
İbn Şeybe'deki rivayetinde "Çünkü sağında sevapları yazan melek vardır" ziyâdesi bu
görüşü takviye etmektedir.

3. Sağda, kâtip ve hafaza meleklerinden başka melekler bulunur. Bunlar namaz kılana
ilham vermek ve onların duasına âmin demek için gelmiş-" lerdir. Misafir sayılırlar.
Misafir ise, ikrama başkalarından daha lâyıktır.

Hadisin zahiri sağa tükürmeyi men'in namazla alâkalı olduğuna, namaz dışında bunun
yasak olmadığına delâlet etmektedir.

İnsanın sol tarafında da melek olduğu halde sola doğru tükürmenin caiz oluşunun illeti
de şudur:

Namaz bedenî ibâdetlerin en önemlisidir. Namazda seyyiâti yazan meleğin hiç bir rolü
yoktur. Bu melek, namaz esnasında insana tükrük isabet etmeyecek kadar bir uzaklıkta
bulunabilir.

Sola tükürmenin cevazı sol tarafın boş olması şartı ile kayıtlıdır. Sol yanında bir
başkası varsa, oraya tükürmesi caiz değildir. Çünkü bir müslüma-nm başka bir
müslümana ezâ vermesi haramdır.

İmam Nevevî, "sola veya sol ayağın altına tükürmek ancak cami dışında caizdir. Cami
içinde ise, ancak bir beze tükürülebilir" demektedir.

Bu hususta İmam Nevevfnin sözü gerçekten kayda değer. Şöyle ki: "Sol tarafa ve ayak
tarafına Iükürsün" emri, cami içinde olmasa gerekir. Zira camiye tükürmenin günah
olduğu yukarıdaki hadisle beyân edilmişti. Cami içinde tükürmek mecburiyetinde olan
bir kişi ancak elbisesinin bir kenarına (şimdi mendile) tükürmesi gerekir." Yani
camiye tükürmenin günah olduğunu açıkladıktan sonra Resûlullah'm camiye
tükürmeye izin vermesi düşünülemez. Ayrıca namaz esnasında tükürmenin namazı

13151

bozup bozmayacağına ait hükümler, yerinde gelecektir.

479. ...İbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir: Resûlüllah (sallellahu aleyhi ve sellem) bir gün
hutbe irâd buyururken, mescidin kıblesinde(ki duvarda) bir balgam (sümük)

[3161 '

görüverdi. Bunun üzerine cemaate kızdı ve onu kazıdı.

Nâfîdedi ki: İbn Ömer'in "Resûlüllah za'feran isteyip balgamın yerine sürdü ve;
"Muhakkak Allah(m kıblesi) biriniz namaz kıldığında onun yüzünün geldiği taraftadır.
Sakın ön tarafına tükürmesin" buyurdu dediğini zannediyorum.
Ebû Dâvûd şöyle dedi:

İsmail ve Abdulvâris, Eyyûb vasıtasıyle Nâfı'den yine Mâlik, Ubeydullah ve Musa b.
UkbefNâfî'den,Hammâd'ın (yukarıdaki) rivayetinin bir benzerim rivayet etmişler,
ancak za'ferândan bahsetmemişlerdir.

Ma 'mer ise Eyyûb 'dan yaptığı rivayette ' 'za 'ferânı" zikretmiştir. Yahya b. Süleym de
Ubeydullah vasıtasıyle Nâjî'den (za 'ferân yerine) halûk (bir koku çeşidi) kelimesini
£3171

zikretmiştir.
Açıklama



Hadis-i şeriften anladığımıza göre Hz. Peygamber, balgamı cemaate hitap ederken



görmüştür. Ancak, Efendimizin hutbeyi bitirdikten sonra ve namaza duracağı anda
görmüş olması daha muhtemeldir. Çünkü hitabet esnasında yönü cemaate karşı dönük
olacağından kıble, ya arkasına veya yan tarafına gelir. Halbuki balgamın kıble
duvarında olduğu zikredilmektedir.

Hz. Peygamberin, balgamı gördüğü duvar mihrâb değildir. Çünkü esah olan görüşe
göre, Resûlullah devrinde mescidde mihrâb yoktu. Camilerde mihrab ilk defa Ömer b.
Abdilaziz devrinde yapılmıştır. Üstelik, mihrâbla-rm hıristiyan âdeti ve camilerde
rrihrab inşa etmenin kıyamet alâmeti olduğunu bildiren bir çok hadis-i ;erif rivayet
edilmiştir. Bu yüzden, ulemâdan bir çoğu mihrab İnşasını bid'at ve mihrabda namaz
kılmayı mekruh addetmişlerdir. Hatta Suyûtî bu konuda: "İ'lâmü'l-Erîb bi Hudûsi
bid'ati'l-mehârıb" adında özel bir risale yazmış ve bu risalesinde Mescid-i Nebevî'de
mihrab olmadığını üstelik Hz. Peygamber'in mihrabı tasvib etmediğine dair bir çok
rivayet olduğunu söyleyip bu hadisleri nakletmiştir. Suyûtî'nin verdiği bilgilerden,
Beyhakî'nin Sünen-i Kübrâ'smdaki "Peygamber (s. a.) mescide gelip mihraba girdi
sonra ellerini kaldırıp tekbir aldı" şeklindeki rivayette yer alan mihrabdan muradın,
mescidin ön ortası, imamın namaz kıldığı yer olduğu anlaşılır.

Hadis-i şerifin devamından Hz. Peygamberin cemaate kızıp balgamı kazıdığını
anlıyoruz. Efendimizin cemaate kızması, ya balgamı kimin bulaştırdığını bilmediği ya
da cemaatin, o pisliği görmeyip izale etmek maksadıyle davranmadıkları içindir.
Nesâî'nin rivayetinde balgamı, ensârdan bir kadının kazıyıp yerine "halûk" isminde bir
koku sürdüğü ve Hz. Peygamberin bu hareketi tasvib ettiği bildirilmektedir. Buna
göre, hâdisenin iki defa olduğu, birinde balgamı bizzat Resûlullah'm.diğerinde de
ensârdan bir kadının kazıdığı anlaşılmış olmaktadır.

Resûlullah (s. a.) balgamı karıdıktan sonra cemaate dönmüş ve "sizden biri namaza
durduğunda, Allah onun yüzünün döndüğü taraftadır..." buyurmuştur. Cenab-ı Allah
mekândan münezzeh olduğuna göre, ilk nazar da bu ibare biraz müşkil görünmektedir.
Ancak burada, Hattâbî'nin de dediğigibi bir muzaf gizlidir. İbarenin mânâsı "Allanın
kıblesi onun yüzünü döndüğü taraftadır" şeklindedir. Zaten hadis-i şerifin tercemesi bu
takdir gözönüne alınarak yapılmıştır.

Kıble namaz kılan müslümanm Allah'a ibâdet ederken yöneldiği cihet Mduğu çin
tazime lâyıktır. Oraya doğru tükürmek ve sümkürmekten men edilmiştir. Mescid
dışında kıbleye karşı balgam atmanın hükmü bu babın ilk hadislerinin şerhinde
verilmiştir.

Ebû Dâvûd hadisin sonuna koyduğu ta'lîkda hadis-i şerifin başka tanklardan gelen
rivâyetlerindeki farklılıklara işaret etmiştir. Görüldüğü gibi bu rivayetler arasında
hadisin ruhuna tesir edebilecek bir farklılık yoktur. Ancak Ebû Davud'un bu ilâvesi

[318]

Sünen'in bazı nüshalarında mevcut değildir.
Bazı Hükümler

1. Mescidler kirletilmemeli ve görülen her türlü pislik temizlenmelidir.

2. İmam daima mescidin temizliğini kontrol etmelidir.

3. Çirkin bir şey gören hemen onu ıslâh etmeye çalışmalıdır.

4. Yersiz bir davranışa kızmak meşrudur.

5. Kible'ye tazim ve hürmet gerekir.



13191

6. Hadis, Hz. Peygamberin tevâzuuna da delildir.

480. ...Ebû Said el-Hudrî şöyle haber vermiştir:

Resulullah (sallellahu aleyhi ve sellem), hurma salkımı sapından olan çubuğu
(taşımayı) sever onu devamlı elinde bulundururdu. (Bir gün) mescide girdi, kıble
(duvarında) bir balgam gördü onu kazıdı ve kızgın bir halde cemaate dönüp:
"Sizden birinin yüzüne tükürülmesi hoşuna gider mi? Bilmiş olun ki, bîriniz kıbleye
dönünce ancak Aziz ve Celîl olan Rabbine dönmüş olur. Melek de sağındadır.
Öyleyse, sakın sağma ve kıbleye karşı tükürmesin, sol tarafına veya ayağının altına

r3201

tükürsün. Eğer tükrük kendisini sıkıştırırsa şöyle yapsın" buyurdu.
(Halid b. Haris dedi ki):

İbn Aclân bunu "şöyle.. ."yi bize; "elbiseye tükürmek sonra da onu dürmek" şeklinde
[3211

tarif etti.
Açıklama

Hadis-i şerif lâfız ve hüküm bakımından öncekilere benzemektedir. Oralarda lüzumlu
f3221

izah yapılmıştır.

481. ...Ebû Sehle es-Sâib b. Hallâd'dan -ki (Ebû Davud'un hocası) Ahmed (b. Salih),

T3231

bu zatın ashab'dan olduğunu söyler. - demiştir ki;

Bir adam cemaate imam oldu ve Resûlullah (s. a.) bakıp dururken, kıbleye karşı

tükürdü. Namazı bitirince Hz. Peygamber:

"(Bu adam bir daha) size namaz kıldırmasın" buyurdu.

Bundan sonra o zat cemaate namaz kıldırmak istedi. Fakat kendisine mâni oldular ve
Resülullah'm dediği şeyi haber verdiler. Adam bu durumu Peygamber (s.a.)e söyledi.
Nebî (s. a.):

"Evet" (Ebû Sehl dedi ki, zannediyorum Efendimiz şöyle devam etti:) "Sen Allah'a ve

[3241

Resulüne eziyet ettin" buyurdu.
Açıklama

Hz. Peygamber sağlığında, hazır bulunduğu cemaate dâima bizzat kendisi imam
olduğu için hadiste bahsedilen hâdisenin, Hz. Peygamber namazı kıldıktan sonra
kendisine gelen bir heyetle ilgili olduğu tahmin edilmektedir. Görüldüğü gibi
Resûlullah imamın namazda kıbleye karşı tükürmesini hoş görmemiş, adamm
cemaatle beraber olmadığı bir zamanda onlara o zatı bir daha imamete
geçirmemelerini tenbih etmiştir. Zikri geçen şahıs, bilâhere kavmine tekrar imam
olmak isteyince, kendisine mani olmuşlar ve Hz. Peygamber'in emrini bildirmişlerdir.
Adam, mes' elenin esasını anlamak ve imametten men edilmesinin asıl sebebini öğ-
renmek için Fahr-i Kâinata müracaat etmiştir. Hz. Peygamber de "Evet (ben men



ettim) Çünkü sen (kıbleye karşı tükürmekle) Allah'a ve Resulüne eziyet ettin"
buyurmuştur.

Hoşlanmadığı bir şeyi yapan kimsenin Resülullah'a eziyet etmiş olması mümkündür.
Fakat Allah'a eziyet etmesi mümkün değildir. Öyleyse Hz. Peygamber'in kendisine
eziyetle birlikte Allah'ı da anması ya teberrükendir, ya da Resülullah'a eziyetin,
Allah'a eziyet olduğunu ihsas etmek içindir. Efendimiz, bu sözü sakındırmak için
söylemiştir. Bu "Allah, Allah'a ve Resulü'ne ezâ edenlere dünyada ve âhirette lanet
[3251

etmiştir" mealindeki âyet-i kerimenin hükmü altına girmez. Çünkü bahsi geçen
şahıs, bu tehdide sebep olan hareketini ya hata olarak ya da bilmeyerek yapmıştır. Bu
da küfre sebep olmaz.

Bu adamın münafık olduğu ve Hz. Peygamber onun durumunu bildiği için imametten
men edip bu sözü söylediği ihtimali üzerinde duranlar da vardır. Bu ihtimâle göre,
Resûlullah (sallellahü aleyhi ve sellem)in söylediği bu söz, yukarıdaki âyet-i

£3261

kerimenini hükmü altına girer.
Bazı Hükümler

1. İslâm edebiyle edeblenmey enler, cemaate imam olup namaz kıldırmaya layık
değildirler. Ancak hüküm

olarak fâsıkm imameti caizdir.

2. İmam, şeriata uymayan bir harekette bulunursa, imamlıktan uzaklaştırılır.

3. Cemaatin büyüğü ve ileri gelenleri, halkın hâl ve davranışını kontrol etmelidirler.

4. Hadis-i şerif, Allah'a ve Resulüne muhalefetten kaçınmayı emretmektedir.

5. Eğiticinin yanlış bir hareket yapanı doğrudan ilân yerine toplum fertlerine hitap

r3271

ederek, açıklayıcı misaller vererek eğitmesi daha müessirdir.

482. ...Mutarrif, babası (Abdullah b. Eş-Şehir)'nm şöyle dediğini nakletmiştir:
Resûlullah (s. a.) namaz kılarken, yanma geldim. (Efendimiz), sol ayağının altına

r3281

tükürdü.
Açıklama

Aynî, hadiste zikri geçen hâdisenin mescidde değil, dışında olduğunu, Efendimizin
mutlak olarak mescide tükürmeyi men etmesinin buna delâlet ettiğini söyler. Ancak
bundan sonraki rivayetten de anlaşıldığı gibi, Hz. Peygamber ayağının altına
tükürdükten sonra yere sürttüğü için hâdisenin mescid içinde olmuş olması da
r3291

mümkündür.

483. ...Müsedded, Yezîd b. Zürey'den, o Said el-Cüreynî'den; o da Ebu'l-'Alâ'dan,
Ebû'l-Alâ da babasından önceki hadisi mânâ olarak rivayet etmiş, "Sonra (Resûlullah)

r3301

ayakkabısı ile yere sürttü" cümlesini ilâve etmiştir.



Açıklama



Bu ve bundan önceki rivayetlerin râvileri Said el-Cüreynî'den sonra değişmektedir. Bu
rivayette, öncekinden farklı olarak.Hz. Peygamberin sol ayağının altına tükürdükten
sonra ayakkabısı ile yere sürttüğü beyân edilmektedir. Bu farklılığa işaret etmek için

[331]

Ebû Dâvûd bu rivayeti Sünen' e almıştır.

T3321

484. ...Ebû Saîd (el-Himyerî)'den, demiştir ki; - Vasile b. el-Eska'ı Dımaşk
mescidinde gördüm. Hasıra tükür-dü sonra onu ayağı ile sürteledi. Kendisine bunu
niçin yaptığı sorulunca: "İnanın, ben ResûluUah (s. a.) böyle yaparken gördüm" dedi.
f3331



Açıklama

Bu hadis daha önce Seçen ve mescide tükürmenin hata, tükürülürse keffâretinin, o
tükrüğü gömmek olduğunu belirte'rî hadislere "zıt görünmektedir. Çünkü, hasırın
üzerine tükürülünce o tükürüğün gömülmesi mümkün değildir. Üstelik onu sürtmek
pisliği yayar ve zararını artırır. Fakat bu hadisin senedinde bulunan Ferec b. Fudâle'yi,
birçok kişi zayıf saymaktadır. Öyle olunca, bu hadis öncekilerin mertebesine çıkamaz
ve onlara muarız olamaz. Dolayısıyla, görülen muhalefetin önceki hadislere zararı

13341

yoktur.

485. ...Câbir b. Abdullah (r.a.)'den demiştir ki;

r3351

Resûlüllah (sallellahu aleyhi ve sellem), elinde İbn Tâb Hurması salkımının

T3361

sapından bir çubuk olduğu halde bizim şu mescidimize geldi. Mescidin kıble

duvarında bir balgam gördü. Gidip o balgamı çubuğu ile kazıdı, sonra:

"Hanginiz Allah'ın kendisinden yüz çevirmesini ister? Bilin ki, biriniz namaz kılmaya

kalktığında Allah(ın kıblesi) onun yüzünü döndüğü taraftadır. (Öyleyse) sakın ön

tarafına ve sağma tükürmesin. Soluna, sol ayağının altına tükürsün. Eğer kendisini

balgam sıkıştırırsa, elbisesine şöylece tükürsün" buyurdu ve ağzına elbisesinin (ucunu)

koydu, sonra da orayı ovalayıp:

"Bana abîr (bir çeşit renkli koku). getiriniz" buyurdu.

Kabileden bir genç, koşarak evine gitti ve avucunda halûk (bir çeşit koku) olduğu
halde geldi. Hz. Peygamber onu alıp çubuğun tepeşine koydu, sonra balgamın yerine
sürdü.

P371

Câbir (r. .) "İşte bundan dolayı siz, mescidlerinizde halûk kullanır oldunuz" dedi.
Açıklama

Hadis-i şerifin benzerleri daha evvel nakledilmiştir. Onlardan farklı olarak bu rivayette



hâdisenin vuku bulduğu yer zikredilmekte ve olay daha tafsilatlı olarak
anlatılmaktadır. Bu hadiste bahsi geçen olay ile aynı mânâya gelen diğer hadîslerde
anlatılan olayların aynı olması muhtemel olduğu gibi, ayrı olmaları da muhtemeldir.
Cenab-ı Allah'ın bir kimseden yüz çevirmesinden maksat, ona gazab etmesi,
rahmetinden uzaklaştırmasıdır.

Hz. Peygamberin, mecbur kalan kimseye, balgamını elbisesine çıkarmayı emretmesi,
balgam ve sümük gibi şeylerin temiz olduğuna delildir. Zaten, tükrüğün temizliğinde
ihtilâf yoktur. Sadece İbrahim en-Nehâî'nin bunu pis saydığına dâir zayıf bir rivayet
vardır.

Netice : Bundan önceki babta, mescidlerin temizlenmesi, kudsiyetini muhafaza için
kirletilmemesi, huzur içinde ibâdet yapmanın sağlanması, ecir ve sevabın artması için
nelerin okunmasının gerektiği belirtilmişti. Burada ise, camiyi veya mescidi kirleten,
ibâdet huzurunu bozan ve âdaba aykırı olan camiye tükürme, sümkürme ve balgam ile
ilgili hususlar açıklanmış, hakimane bir şekilde eğitim ve öğretim yolları belirtilerek
mürebbinin nasıl olması gerektiği hakkında örnekler sergilenmiştir.
Yukarıda da belirtildiği gibi günümüz insanının: "Böyle şey olur mu"deme-den önce,
bu hadiselerin oluş şeklini düşünmesi gerekir. O günün mescidleri, üstü açık, içi 40-50
derece sıcak, namaz kılman yerler kumluk... Böyle bir ortamda sola veya ayağının
altına tükürmek onu izâle etmek insanlara kerih görünmeyebilir. Bu davranışlar oranın

D381

şartları ve o zamanın insanına göredir.
Mescidlerde Tükürmenin Hükmü

Mescidler, ibadet edilen yer olması bakımından davranışların da buradaki ibâdet
kudsiyetine uygun olmasını gerektirir. Orada sümkürmek balgam ve benzeri şeyler
sakildir. Onun için de mezhepler bunun üzerinde titizlikle durmuşlardır.
Şafıîler: Mescidin zemini yumuşak (yani toprak, kum ve çakıl taşlan ile örtülü) ise,
tükürük veya sümüğün örtülmesine ve gömülmesine müsait olur ve bunu gömer ve
örterse hareketi uygun olmamakla beraber haram da değildir. Zemin sert veya örtülü
ise, tükürmek veya sümkürmek haramdır. Hemen izâlesi gerekir. Aksi halde hararn
hükmü ve günahı devam eder görüşündedirler.

Malîkîlere göre: sert zeminli mescitlerde tükrüğün azı mekruh, çoğu ise, haramdır.
Zemin yumuşak, izâlesi mümkünse, herhangi bir beis sözkonusü değildir.
Hanefilere ve Hanbelîlere göre de camiye tükürmek kesinlikle caiz değildir. Ancak
Hanefîlerce tahrîmen mekruh, Hanbelîlerce haramdır. Hanefiler mescidin zemini ne
olursa olsun, camiyi kirletmek tahrimen mekruhtur, izâlesi ise vâcibtir, demektedirler.
Görülüyor ki, mesele, sanıldığı gibi basit değildir. Her müslümanm camide
hareketlerine dikkat etmesi ve ibadetini yaptığı yere hürmette kusur etmemesi gerekir.
Soğan ve sarımsak yiyen ve benzeri kerih kokuları bulunan kişilerin cemaate ezâ
vereceğinden; "camilerimize yaklaşmasın" mealindeki hadislerle mescidlerden uzak
durmaları bildirilmektedir. Geçici olan bu durumdaki hüküm böyle olursa, kısmen
devamlılık arz eden mescide tükürenin halini düşünmek gerekir.
Bu husustaki hadîslerin beyân ettiği mescide tüküren bir kimsenin imamlıktan
reddedilmesi bir daha imam olmaması, Resûlullahm; "Sen Allah'ın Resulüne eziyet
ettin" buyurmasını çok düşünmek gerekir.

Ayrıca burnunu elleri ile karıştırarak pisliklerini örtüler üzerine süren ve atan kişilerin



T3391

de kendilerini buna kıyas etmeleri gerekir.



23. Müşrikin Mescide Girmesi (Mümkün Mü)?

486. ...Şerif b. Abdullah b. Ebî NT.ir, Enes b. Mâlik (r.a.)m şöyle dediğini rivayet
etmiştir:

Bîr adam devesi üzerinde mescide gelip devesini çöktürdü, sonra da ayağını bağladı
ve:

Muhammed (s. a.) hanginiz? dedi.

Nebi (s. a.) de ashabın arasında yaslanmış bir vaziyette duruyordu. Adama:

Şu yaslanmış vaziyetteki beyaz (yüzlü) zattır, dedik. Bu sefer adam Peygamber (s.a.)e;

Ey Abdülmattalib'in oğlu! dedi. Resûlüllah (s. a.); " Seni dinliyorum (söyle)" buyurdu.

Adam:

Ya Muhammed sana (bir şeyler) soracağım... dedi. Bundan sonra Enes A hadîsin
13401

tamamını zikretti.
Açıklama

Hadis-i şerifte bahsi geçen fakat açıklanmayan zât, hadisin Buhârî'deki rivayetinden

I34İI

ve bundan sonraki rivayetten anladığımıza göre Sa'd b. Bekir kabilesinden
Dimâm b. Sa'lebe'dir. Bu zat Hz. Peygamberle yaptığı konuşmanın sonunda müslüman
olduğunu haber vermiştir. Onunbufcaberi, Resûlullah'la konuşmasından sonra müslü-
man olup onu açıkladığına mı, yoksa eskiden müslümanlığa girip de durumunu bu
konuşmadan sonra haber verdiğine mi delâlet eder, ihtilaflıdır. Buhârî ve Kadı Iyaz
ikinci görüştedirler. Ebû Dâvûd hadisi "müşrikin mescide girmesinin (hükmü)" başlığı
altında zikrettiğine göre birinci görüşü benimsemiş olmalıdır. Yani Dımâm'm eskiden
müşrik olup Hz. Peygamberle konuştuktan sonra müslüman olduğu görüşüne sahiptir.
Hadis-i şerifin zahirî Dımâm'm devesini mescide sokup oraya çöktür-düğünü
göstermektedir. Ibn Battal, bu hadisi hüccet kabul ederek eti yenen hayvanların
idrarlarının temiz olduğuna hükmetmiştir. Çünkü, hayvanın oraya
bevletmeyeceğinden emin olunmadığı halde Hz. Peygamber devenin dışarıya
çıkarılmasını emretmemiştir.

Fethü'l-Bâri'de tbn Hacer, bu istidlali reddetmiş ve "Hâdisenin devenin idrarının
temizliğine delâleti açık değildir. Bu mücerred bir ihtimalden ibarettir. Ebû Nuaym'ın:
"Devesi üzerinde mescide kadar geldi, sonra devesini çöktürüp bağladı ve mescide
girdi" şeklindeki rivayeti deveyi mescidin önüne çöktürdüğüne delildir. îbn Abbâs'm,
Ahmed b. HanbeI'in,Müsned veHâkim'in Müsted-rek'indeki "Devesini mescidin
kapısına çöktürüp bağladı, sonra da mescide girdi" şeklindeki rivayeti daha açıktır.
Buna göre (üzerinde durduğumuz) Ertes'in rivayetinde mecazi hazf vardır. Takdir:
"Devesini mescidin önüne çoktürdü" veya buna benzer bir şekildedir" demiştir. İbn
Hacer'in Ahmed ve Hâkim' den naklettiği hadîs, Ebû Dâvüd'da da hemen bu hadisten
sonra gelecektir.

Merhum Ahmed Naim Tecrid-i Sarih TercemesFndeki hadisi terceme ederken bu
takdiri göz önüne almış ve cümleyi: "devesini mescid(in kapı-sm)da çökerettikten



sonra..." diye terceme etmiştir. Biz bu takdiri yapmadan, ibareyi zahirîne göre terceme
ettik ve meseleyi şerhte açıklamayı daha uygun bulduk.

Enes'in haberine göre, Dımâm Resûlullah'i gördükten sonra O'na "Ey Abdulmuttalib'in
oğlu" diye hitab etmiştir. Buna sebep Hz. Peygamberin babasının, Efendimiz henüz
dünyaya "teşriflerinden önce vefat etmiş olmasıdır. Böyle durumlarda insanın dedeye
nisbet edilmesi Araplar arasında âdetti. Adamın Peygamber (s.a.)'in makamına uygun
hitab etmemesinden dolayı Efendimiz de "evet" şeklinde cevap vereceği yerde "söyle
seni dinliyorum" diye mukabelede bulunmuştur.

Kur'an-ı Kerim'de "Peygamberi, kendi aranızda biribirinizi çağırdığınız gibi
0421

çağırmayınız" buyurulduğu halde, Dımâm'm yukarıda belirtilen hitabını, onun
daha önceden müslüman olmadığına delil saymak mümkündür. Eğer önceden
müslüman olmuşsa o zaman bu âyeti henüz duymamıştır, hükmüne varılabilir.
Hadîsin râvisi Enes, hâdiseyi buraya kadar naklettikten sonra, Resûlul-lah ile Dımâm
arasında geçen konuşmayı haber verdiği halde, müellif, konu ile ilgili kısmın dışında
kaldığı için bu konuşmayı kitabına almamış, sadece "ve hadisi nakletti" demekle
hadisi ihtisar ettiğini belirtmiştir.

Hadisin tamamı Buhârî'de mevcuttur. Buhârî'deki rivayete göre hadisin devamı şu
şekildedir:

"...(Dımâm Resülüllah'a) Ben sana bazı şeyler soracağım, amma soracaklarım (pek)
ağırdır. Gönlün benden incinmesin" dedi. Peygamber (s. a.) "aklına geleni sor"
buyurdu. "Senin ve senden evvelkilerin Rabbi aşkına (söyle), bütün halka (Peygamber
olarak) seni Allah mı gönderdi?" dedi. Resulüllah: "Evet" buyurdu. "Allah aşkına
(söyle), bir gün bir gece için beş vakit namaz kılmayı sana Allah mı emretti?" dedi.
"Evet" buyurdu. "Allah aşkına (söyle), senin şu (malum) ayında oruç tutmayı sana
Allah rm emretti?" dedi. "Evet" buyurdu. (Yine) "Allahaşkma şu (malum olan)
sadakayı zenginlerimizden alıp fukaramıza dağıtmayı sana Allah mı emretti?" dedi.
Nebiyy-i muhterem (a. s.) (buna da) "evet" buyurunca, adamcağız: "Sen ne getirdin ise,
ben ona iman ettim. Kavmimin geride kalannlarma da* elçi benim. Ben Sa'd b. Bekr

[343]

kabilesinden Dımâm b. Sa'lebe'yim" dedi.
Bazı Hükümler

1. Kâfirin ihtiyaç halinde mescide girmesi caizdir. Ancak, bu konu mezhepler arasında
ihtilaflıdır.

İmam Azam Ebû Hanife Hazretlerine göre, kitabînin her ne maksat ile olursa olsun
mescide girmesi caiz, dinsiz ve putperestlerin girmesi caiz değildir. Bu görüşünün
delili Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde çok sağlam bir senetle Câbir'den rivayet ettiği;
"Bu seneden sonra şu mescidimize ehl-i ahd ve hizmetçilerinden başka hiç bir müşrik
giremez" mealindeki hadistir. Mü-câhid ve İbn Muhayriz de bu görüştedirler.
Ömer b. Abdilaziz, Katâde ve Muzenî'ye göre, hiç bir kâfirin mescide girmesi caiz
değildir.

imam Mâlik, "Bir ihtiyaçtan dolayı kâfirin mescide girmesi caizdir" demiştir.
Şafıîlere göre, ister kitabî olsun, ister müşrik olsun bütün kâfirlerin Mescid-i Haram
dışındaki mescidlere girmeleri müslümanlarm izin vermesi halinde caizdir.

2. Mescidde yaslanarak oturmak caizdir.



3. Bir kimseyi veya bir şeyi özellikleri ile tarif caizdir.

4. Bîr kimseyi dedesinin ismine nisbet ederek çağırmak caizdir.

5. Sorusu tekerrür etse bile sorana cevap vermek meşrudur.

6. Bilmeyene adamın kendisini tarif etmesi caizdir.

7. İlim tahsili için sefere çıkmak meşrudur. Nitekim Buhârî, hadisi bu babda mütelaâ

13441

etmiştir.

487. ...İbn Abbâs (r.anhumâ)dan, demiştir ki; Benû Sa'd b. Bekr kabilesi Dımam b.
Sa'lebe'yi Resûlullah (s.a.)'a gönderdi. Dımâm gelip devesini mescidin kapısına
çöktürdü. Sonra ayağını bağladı. Daha sonra da mescide girdi.

İbn Abbâs (bundan önceki Enes hadisinin) aynını nakledip şöyle dedi:
Dımam:

Abdulmuttalib'in oğlu hanginizdir? Resûlullah (s. a.); "Abdulmuttalib'in oğlu benim"
Dımam:

Ey Abdulmuttalib'in oğlu!... dedi.

13451

îbn Abbâs (bundan sonra) hadisin tamamım anlattı.
Açıklama

Bu hadiste öncekinden farklı olarak Dımâm'm devesini kapının önüne çökerttiği
açıkça tasrih edilmiştir. Bu tasrih, önceki hadisi anlamada mescid kelimesinin önüne
muzaf takdir edenleri takviye etmektedir. Ayrıca İbn Hacer'in de işaret ettiği gibi bu
hadise dayanarak devenin idrarının temizliğine hükmedenlerin tezini zayıflatmaktadır.

13461

Hadisler arasında görülen Dımâm'm hitabı ile ilgili farklılık önemli değildir.

488. ...Ebû Hureyre (r.a.)den demiştir ki;

Peygamber (s. a.) ashabından bir cemaatle birlikte mescidde otururken (bazı)
Yahudiler kendisine gelip:

Ya Ebe'l-Kasım, Yahudilerden zina eden erkek ve kadın hakkında ne dersin? dediler.
[3421

Açıklama

Bu hadis aslında daha uzundur. Sünen-i Ebu Davud'un "Kazâ,, bahsinde 3624 Hudud
bahsinde de 4450 ve 4451 numaralarda tekrar gelecektir. Müellif buraya sadece konu
ile ilgili kısmını, yani yahudilerin mescide girdiklerine işaret eden bölümünü almıştır.

[3481

Hadisenin tamamı 4450 numarada gelecektir.
24. Namaz Kılınması Caiz Olmayan Yerler



489. ...Ebû Zer (r.a.)den, demiştir ki; "Resulüllah (s. a.) şöyle buyurdu:



13491

"Bana yer yüzü temizleyici ve mescid (namazgah) kılındı"
Açıklama

Ebu Zerr'm rivâyet ettiği bu hadis Buhârî'de, Beyhakî'de, Müslim'de, Nesâî'de ve İbn
Mâce'de değişik lâfızlarla Hz. Câbir'den rivayet edilen yalnız Resûlullaha ve
ümmetine has olan beş hususiyetten biridir.

"Öncekilerden hiç birine verilmeyen beş şey bana verilmiştir..." diye başlayıp devam
eden hadisin bir bölümüdür.

Yer yüzünün temiz olan her yerinde namaz kılma, normal ibâdet yapma diğer semavî
dinlerde yoktur. Onlar ibâdetlerini kiliselerde veya havralarda yapmaları gerekir.
İslâm'da ise, Cenab-ı Hakk'm bu ümmete bir lütfü olarak temiz olan her yerde namaza
durulabileceği ve temizleyici olarak teyemmüm edilebileceği beyân buyurulmaktadır.
Hadis-i şerif, mutlak mânâda, teyemmüm için toprağı şart koşmayan, bilakis yer
yüzünün kireç, kum vs. gibi diğer maddeleri ile de teyemmümü caiz gören Hanefî
mezhebinin delilidir. Bu meselenin tafsilâtı teyemmümle ilgili hadislerin şerhinde
beyan edilmiştir.

Hattâbî bu hadisin mücmel ve mübhem olduğunu, bu mübhemiyetin Müslim'deki (523
numara ) Huzeyfe'den nakledilen "Bize yer yüzü mescid, toprağı da temizleyici
kılındı" hadisi ile tafsil edildiğini söylemiş, hadiste mü-fessirin mücmel üzerine tercih
edileceğini kaydederek teyemmümün sadece toprakla caiz olduğunu söyleyen
Şafiîlerin görüşünü takviye cihetine gitmiştir.

Bezlü'l-Mechûd sahibi, Hattâbî'nin bu mütalaasına karşı çıkarak şöyle demektedir:
"Huzeyfe hadisi, topraktan başka hiç bir şeyle teyemmümün caiz olmadığına delil
olamaz. Çünkü bu teyemmümün sadece toprakla olduğuna delâlet etmez. Üstelik biz,
Huzeyfe hadisinin, Ebû Zerr hadisini tefsir ettiği görüşüne katılmıyoruz. Bilakis
diyoruz ki, Ebû Zer hadisinde kapalı bir taraf yoktur. Mesele mutlak mukayyet
meselesidir. Teyemmüm konusunda esas delil Kur'an-ı Kerim'deki lâfzıdır ve (sa'id)
mutlak olarak "yeryüzü " mânâsmdadır. Kur'an'm bu mutlak lâfzını haber-i vâhid ile

r3501

kayıtlayarak "teyemmüm sadece toprakla caizdir" demek mümkün değildir.
Hadis-i şerifin geri kalan bölümünde, yeryüzünün tamamının müslümanlar için
namazgah olduğu bildirilmektedir. Bu, Hattâbî'nin de ifâde ettiği gibi, Cenab-ı Hakk'ın
İslâm ümmetine bir ihsanıdır. Zira, önceki ümmetler, ibâdet edebilmek için kilise veya
havraya gitmek mecburiyetinde idiler. Müslümanlar ise, namazlarını her istedikleri
yerde kılabilirler.

Bu hadiste "yer yüzünün tamamı namazgah kılındı" denilirken, mutlak olarak ifade
edilmiş, herhangi bir istisnada bulunulmamıştır. Halbuki bazı hadislerde, pis oldukları
için veya başka mülahazalarla kabristan, küllük, deve ağılı, hamam vs. gibi yerlerde
namaz kılınması men edilmiştşir. O halde hüküm olarak, yer yüzü bazı istisnaları
olmakla beraber müslümanlar için genelde namazgah kılınmıştır.
Hz. Peygamber "Bana yer ı yüzü..." derken bu hükmün sadece kendi A sine ait
olduğunu kastetmemiştir. İfâdede bir hazf vardır. Harf-i atıf ile matuf hazf edilmiştir.
Cümlenin tamamı, ""yer yüzü, bana ve ümmetime..." şeklindedir. Zaten hadisin diğer

[351]

rivayetleri bu hususu açıkça dile getirmektedirler.



Bazı Hükümler



1. İhtiyaç hâlinde yer yüzü cinsinden her şeyle teyemmüm etmek caizdir.

1352]

2. Yeryüzünün temiz olan her yerinde namaz kılmak caizdir.

490. ...Ebû Salih el-Gıfârî demiştir ki;

f3531

Ali (r.a.) (Basra'ya) giderken yolu Bâbil'e uğradı. Müezzin kendisine ikindi
namazmı(n vaktinin girdiğim) haber vermeye geldi. (Ali karşılık vermedi). Bâbil'den
çıkınca, müezzine emretti o da namaza ikâmet getirdi. Ali namazı bitirince:
Habibim, sallellahu aleyhi ve sellem beni, kabristanda ve Bâbil arazisinde namaz

13541

kılmaktan men etti. Çünkü Bâbil(in eski sakinleri) lânetlidir" dedi.
Açıklama

Bâbil, Irak'ın eskiden mamur ve meşhur bir şehridir. Sihrî ve şarabı ilk defa burada
yaşayanların buldukları söylenir. Ken'an melikleri burada ikâmet ederlerdi. Burada ilk
yerleşenin ve imar edenin Nûh (aleyhisselâm) olduğu da söylenir. Bu rivayete göre
Hz. Nuh oraya Tu-fan'dan sonra gelip yerleşmiştir. Ebû'l-Munzir, Bâbil şehrinin on iki
fersah genişliğinde olduğunu, Fırat'ın, şehrin içinden aktığını, Buhtunnasr'm şehrin
sakinlerini korumak için nehrin yatağını sonradan değiştirdiğini söyler.
Hz. Ali'nin "Burası lânetlidir" sözünü söylemiş olması "buranın ahalisi lânetlidir, yani
bugünkü yaşayanları değil de eski kavimlerden Allah'a isyan etmeleri, kendilerine
gönderilen Peygamberlere karşı çıkmış olmaları, sebebiyle Allah'ın gazabına
uğrayarak lanetlenmiş ve helak olmuş kişilerin bakiyyeleri (cesetleri, mezarları)"
sebebi ile olsa gerektir. Aksi takdirde geçmiş nesillerin günahını o gün yaşayan ve
müslümanlardan olan kişilere yükleyerek lanetlenmiş bir toplum olmalarının, İslâm
prensipleri ile bağdaşır tarafı yoktur. "Burası lânetlidir" tabiri arapçada çok kullanılır,
mecazidir. Zikrü'l-Mahal irâdetü'l-hâll kabilindendir. Yani mahal söylenir, içindekiler
kastedilir. Çünkü mücerred manada bir yerin lânetli olması söz konusu olamaz.
Nemrûd b. Ken'an, İbrahim (aleyhisselâm)m zamanında buranın en büyük meliki idi.
Zannmca semaya çıkmak ve semâ ehli ile savaşmak için çok yüksek bir kule inşâ
ettirdi. Bir rüzgâr esti, onu yıktı ve tepesini denize attı. Sonra müthiş bir zelzele oldu.
Binalarını yerle bir etti. Ahalisi binalarının altında kalarak helak oldu. Bu zelzelenin
şiddetinden lisanları karıştı, birbirlerinin sözünü anlamaz hâle geldiler. Bu yüzden

r3551

buraya "Bâbil" denildi.

İşte Hz. Ali buradan geçerken ikindi namazının vakti girdiği halde namazı kılmamış
ve metinde geçen şeyleri söylemiştir. Bu hadisde iki yerde namazın nehyedildiği haber
verilmiş olmaktadır:

1. Kabristanda,

2. Bâbil arazisinde.

Kabristanda namaz kılmanın hükmü mezhepler arasında ihtilaflıdır.

Hanbelflere göre her halü kârda kabristanda namaz kılmak haramdır. Orada kılman



namaz sahih değildir. Zahiriler de bu görüştedir.

Şafuler kabirlerin üzerinin kapalı veya açık olmasını ayrı değerlendirmişler, açık olur
da toprak ölülerin etleri, irinleri ve ondan çıkanlarla karışık ise oranın pisliğinden
dolayı namaz caiz değil, kabristanın temiz bir yerinde kılımrsa, caiz demişlerdir.
Mâlikîlere göre kabristanda namaz kerâhetsiz caizdir.

İmam Ebû Hanife, Sevrî ve Evzâî'ye göre temiz bile olsa kabristanda namaz kılmak
mekruhtur.

Bâbil arazisinde namaz kılmanın mekruh oluşu biraz şaibeli bir konudur. Zira ehlinin
lanetlenmiş olması ile o arzın ne alâkası vardır? Sonra Resülullah, mutlak olarak yer
yüzünün namazgah kılındığını haber vermiştir. Bazı yerlerde namaz nehyedilmişse de
bu, ya oraların necâsetli olma ihtimalinden ya da, tehlikeli oluşundandır. Bizce bu
konuda söylenecek en güzel şey Hattâbî'nin şu sözleridir:

"Bu hadisin isnadı söz götürür (zayıftır). Alimlerden,Bâbil toprağında namaz kılmayı
haram kabul eden hiç bir kimseyi bilmiyorum. Bu hadis, kendisinden daha kuvvetli
olan "Yer yüzü bana temizleyici ve namazgah kılındı" hadisine zıt düşmektedir. Bu
hadisin mânâsı (eğer hadis sabitse), Resûlul-lah, Hz. Ali'yi Babil arazisini ikâmet için
vatan edinmekten nehyetmiş demektir. Çünkü orayı ikâmet için vatan edinse orada
namaz kılacaktır. Bu nehy sadece Hz. Ali'ye mahsustur. Görüldüğü gibi Hz. Ali, "Bizi
menetti" dememiş, "Beni men etti" demiştir.Bu, Kûfe'deHz. Ali'nin başına gelecek
musibetlerden dolayı onu uyarma niteliğinde bir mu'cize de olabilir. Çünkü Küfe,
Bâbil arazisidir. Nitekim ondan önce hiç bir halife Medine'den başka bir yere ikâmet
D561

için gitmemiştir."

491. ...Ahmed b. Salih, İbn Vehb'den, îbn Vehb Yahya b. Ezher ve İbn Lehîa'dan
bunlar Ebû Salih el-öifârî'den o da Hz. Ali'den (yukarıdaki) Süleyman b. Davud'un
rivayetini mânâ olarak nakletmişler fakat... yerine (yine aynı anlama gelen)

[357]

demişlerdir.

492. ...Ebu Said el-Hudrî (r.a.) Resülullah (sallellahü aleyhi ve sellem)'in şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:

Mûsâ b. İsmail ise rivayetinde, "zannediyorum ki Amr" demiştir.

D581

"Hamam ve kabristanın hâricinde yer yüzünün tamamı mesciddir (Namazgahtır)"
Açıklama

Müellif Ebu Dâvud bu hadisi iki ayrı üstaddan almıştır. Bunlar, Müsedded ve Mûsâ b.
İsmail'dir. Müsedded rivayetinde Abdülvâhid'in Amr b. Yahya'dan duyduğuna şüphe
etmediği halde Musa b. İsmail bunda şüphe etmiş ye bu şüphesine; "Zannediyorum
ki..." diye işaret etmiştir. Tercemedeki tire arasındaki kısım bu şüpheye işaret olarak
vârid olmuştur.

Üzerinde durduğumuz hadis, kabristanlarla hamamlarda namaz kılmayı
nehyetmektedir. Kabristanlarda namazın hükmüne ait görüşler, bundan evvelki hadisin
şerhinde açıklanmıştır.

Hamam sözünden maksat, sadece bugünkü manada umûma açık yıkanma yerleri değil,



nerede olursa olsun yıkanmaya tahsis edilen her yerdir. Buralarda namazı kılmanın
hükmü de ulemâ arasında ihtilaflıdır:

Ahmed b. Hanbel Ebû Sevr ve Zahirilere göre hamamlarda namaz sahih değildir.
Cumhura göre ise, necaset olmadığı takdirde ğusul edilen yerlerde namaz kılmak
mekruhtur. Necaset olduğu takdirde sahih değildir. Hanefîlere göre tuvalet çukurları
üzerinde de namaz kılmak sahih değildir.

Mâlikîler, hamamlarda namazın kerahetsiz caiz olduğu görüşündedir.
Üzerinde durduğumuz babın hadislerinde beyân edilenlerden başka namaz kılınması
nehyedilen başka yerler de vardır. Mezbahalar, çöplükler, yol ortaları, deve yatakları,
Beytullahm üzeri, gasbedilen arazi, mescid-i dırar, kabre karşı, kilise ve havralarda
resimlere karşı, üzerinde necaset bulunan gusulhâne duvarında, yanan ateşe karşı ve
resme karşı namaz kılmak bu cümledendir. Bunlardan ilk ikisi pis olduklarından,
üçüncüsü gelene geçene zarar vereceği için, dördüncüsü tehlikesinden ve kalbe
vesvese vereceğinden, Beytullah'm üstü de tazim içindir. Bundan sonrakilerin her biri
için ayrı sebepler vardır. Bunlardan her birinde namaz kılmayı nehyeden ayrı ayrı ha-
disler vârid olmuştur.

Bazı âlimler, yer yüzünün tamamının namazgah olduğunu ifâde eden hadisin
umûmuna bakarak bütün buralarda namazı caiz görmüşlerdir. Şevkânî bunlara karşı,
adı geçen yerlerde namazı men eden hadislerin hâs olduğunu hüküm yönünden umûm

1359]

ifâde eden hadislerin bunlar üzerine bina edilmesi gerektiğini söyler.
Bazı Hükümler

1. Hadis-i şerif, kabristanlarda ve hamamlarda namaz kılmayı nehyetmektedir.

2. Buralara kıyasla pis olan her yerde de namazın nehyedilmiş olduğu hükmüne

r3601

varılır.

25. Deve Yataklarında Namaz Kılmak Nehyedilmiştir
493. ...Berâ b. Azib (r.a.) demiştir ki;

Resûlullah (s.a.)'a deve yataklarında namaz kılmanın h ükmü soruldu. Nebî (s.a.):
"Deve yataklarında namaz kılmayınız. Çünkü develer şeytanlardandır" buyurdu.
Koyun ağıllarında namaz kılmanın hükmü sorulunca da:

I36İI

"Oralarda kılınız, çünkü onlar berekettir" karşılığını verdi.
Açıklama

Bu hadis-i $erif 184 numarada geçmiştir. Orada gerekli açık-lamada bulunulmuştur.
[3621



26. Çocuğa Namaz Kılma Emri Ne Zaman Verilir?



T3631

494. ...Sebra (r.a.) "Resûlüllah (s. a.) şöyle buyurdu" demiştir: "Çocuk yedi
yaşma gelince namaz kılmasını emrediniz. On yaşma gelir de kılmazsa
[3641

dövünüz."
Açıklama

Hadis-i Şerifteki hitab velileredir. Çünkü çocuklar mükellef değildirler. Velinin, baba,
dede, vasi veya hâkim tarafından tâyin edilen kayyum olması arasında fark yoktur.
Çocuğa namazın emredilebilmesi için onun mümeyyiz olması lâzımdır. Ekseriya yedi
yaşından itibaren çocuk mümeyyiz olmaya başladığı için, bu yaşla kayıtlandırılmıştır.
Bu emrin gereği olarak, çocuğa erkek olsun, kız olsun namazın şartları, rükünleri ve
namaz sahih olacak kadar Kur'an-ı Kerim'den bir bölümün öğretilmesi lâzımdır.
Bunun için gerektiğinde -varsa- çocuğun malından, yoksa babasının malından o da
yoksa anasının malından harcamada bulunabilir. İmam Nevevî "Fatiha ve farzlardan
başka şeyi öğretmek için çocuğun malından ücret verilebilir mi? Bu konuda iki cevap
vardır. Esah olanına göre verilebilir" demektedir.

Çocuk on yaşma geldiğinde buluğ çağı yaklaştığı için, namaz kılmazsa dövülmesi
emredilmektedir. Bu çocuklara değil, velilere hitabeden bir emirdir. Bu emrin vücûb
için mi yoksa nedb için mi olduğu ihtilaflıdır. Bu emrin vücûbuna kail olanlar "Ehline
D651 " D661

namazı emret" ve "Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu ateşten koruyunuz"
âyet-i kerimelerim görüşlerine delil getirirler.

Şâfıîler emrin vücûb ifâde ettiği, Hanefıler ise, nedb için olduğu görüşündedirler.
Şevkânî, hadisteki emrin nedbe delâletinin kabulü halinde bunun "emrediniz" emrine
uygun olabileceği fakat "dövünüz" emrine muvafık olamayacağını söyler. Çünkü
dövmeyi emretme başkasına bildirmedir,da mendûp için olan bir emirde mübâh
olmaz.

Emrin nedbe delâlet ettiği görüşünde olanlar, çocuğun mükellef olmayışını, emrin
hakiki manasında kullanılmasına mâni olduğunu, çünkü icbarın, ancak vacibi yapmak
veya haramı terk etmek için olabileceğini namaz da çocuğa vâcib olmadığı için
terkinin mahzurlu olmadığını söylerler.
Hattâbî bu hadis-i şerifin şerhinde şunları söyler:

"On yaşma geldiğinde namazı kılmazsa dövünüz"sözü bulûğa erdikten sonra bile bile
namazı geçirenin cezasının ağırlığına delildir. Biz deriz ki, baliğ olmayan çocuk,
namazı geçirdiğinde dayağa müstahak olunca, bulûğdan sonra çarptırılacağı cezanm
daha şiddetli olması gereği açıktır. Ulemânın ifâdesine göre dayaktan sonra en şiddetli
şey de katl'dir."

Aynî, Hattâbî'nin bu ifâdesine itiraz etmiş; "Bu istidlal zayıftır. Biz (Hanefıler)
buluğdan önce dövmeyi vacip görmüyoruz ki, buluğdan sonra daha şiddetli olan katle
müstehak olduğunu kabul edelim. Biz günahtan dolayı katlin vacip olduğunu da kabul
etmiyoruz. Çünkü Resûlüllah "İnsanlar lâi-lahe i ilci I ah deyinceye kadar onlarla
harbetmekle emrolundum" buyurmuştur. Her dövme bir değildir. Buluğdan sonra
namazı geçiren kimse, buluğdan evvel geçiren kimseden daha şiddetli olarak kan
çıkıncaya kadar dövülür ve hapsedilir. İmam-ı Azam'm mezhebi de budur. Bu
mücerred dövmeden daha şiddetlidir. Öyleyse ulemâ, "dayaktan sonra en şiddetli ceza



ölümdür" diye nasıl söyleyebilir? Ayrıca buluğdan önceki dövme, te'dip maksadıyla
buluğdan sonraki ise, zecr ve ceza maksadıyladır. Bu, önceki dövmeden daha şiddetli
olmuş olur" demiştir.

Namaz geçiren kimseye verilecek ceza konusu ihtilaflıdır. Hattâbî'nin bildirdiğine

göre, bu hususta mezheplerin görüşü şudur:

Mâlik ve Şafiî, namaz geçiren öldürülür, demişlerdir.

Mekhûl, Hammad b. Zeyd ve Vekî' b. el-Cerrâh'a göre, tevbeye davet edilir, tevbe

ederse birşey yoktur. Aksi halde öldürülür.

Ebû Hanife'ye göre, öldürülmez fakat dövülür ve hapsedilir.

Zührî'derurivâyet edildiğine göre, namazı geçiren fâsıktır, şiddetli olarak dövülür ve
zindana atılır.

Bir gurup ulemâ "Vakti çıkıncaya kadar özürsüz olarak namazı kılmayan kâfirdir"
demişlerdir. Bu, İbrahim en-Nehâî, Eyyûb, Abdullah b. Mübarek, Ahmed ve İshâk'm
görüşüdür. İmam Ahmed, "Kasden namazı terkedenden başka hiç bir kimse işlediği
bir günahtan dolayı küfre nisbet edilemez" demiştir. Bu görüş sahipleri "Kul ile küfür

£3671

arasında namazı terkten başka bir şey yoktur" hadisini hüccet almışlardır.
Bazı Hükümler

1. Veli, küçük ÇOcuğu vedi yaşma geldiğinde ona namaz kılmayı emretmeli, on
yaşma geldiğinde de kılmafesa dövmelidir. Bu, bazı âlimlere göre veliye vacip
bazılarına göre menduptur.

D681

2. Yedi yaşma gelinceye kadar çocuğa dinî bilgilerin öğretilmesi gerekir.

495. ...Amr b. Şuayb babası vâsıtası ile dedesinden Resûlullah(s.a.)m şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Çocuklarınıza, yedi yaşma geldiklerinde namaz kılmalarını emrediniz. On yaşma

13691

geldiklerinde kılmazlarsa dövünüz ve yataklarını ayırınız"
Açıklama

Bu hadis-i şerifte öncekinden fazla olarak, çocukların yataklarının ayrılması da
emredilmektedir. Bu emri ifâde eden cümlenin "on yaşma gelince dövünüz" cümlesine
atfedilmesi mümkün olduğu gibi, "Yedi yaşında iken namaz kılmalarını emrediniz"
cümlesine atfedilmesi de mümkündür. Birinci takdire göre, çocuklar on yaşma
geldiklerinde, ikinci takdire göre ise, yedi yaşma geldiklerinde yataklarının aymlması
gerekir. On yaş bulûğ çağma daha yakın olduğu için çocukların şehvetleri artar ve
kötü durumların ortaya çıkmasından korkulur. Bu bakımdan atfın "on yaşma
geldiklerinde dövünüz" cümlesine olması daha isabetli olsa gerektir. Buna göre
cümlenin mânası "on yaşma geldiklerinde namazı kılmazlarsa dövünüz ve yataklarını
da ayırınız" şeklinde olacaktır. Ne var ki, Bezzâr'm yaptığı bir rivayet, ikinci takdiri
destekler mâhiyettedir.

Çocukların aralarını ayırmış olmak için her birinin ayrı elbise giymiş olmaları kâfidir,
yorganlarının ayrı olması şart değildir. Ancak en güzeli her birini ayrı yataklara



yatırmaktır.

Mâlikîler "Çocukların biri birlerine sarılmaları, îezzet kastı ile de olsa aralarında bir

Örtü olunca mekruhtur. Çünkü onlarda lezzet yok hükmündedir" derler.

Çocukların velisi, onların lezzet kastı ile biri birlerine sarıldıklarını öğrenir de buna

ses çıkarmazsa haram işlemiş olur. Çünkü onları ıslah velinin vazifesidir.

Baliğ olanların, arada örtü yokken biri birlerine sarılmaları, lezzet kastı ile olsun

olmasın haramdır. Aralarında örtü varsa, lezzet kastı ile olursa haramdır. Lezzet kastı

yoksa haram değildir.

Her ne kadar, uygun olan ayrı yataklarda yatırmak ise de, zarûretden dolayı yataklarını
ayiramayıp aynı yatakta bir kaç çocuğu yatırmak mecburiyetinde kalınırsa (şehvet

r3701

duygusu olmadan) onları pijamaları ile bir arada yatırmalarında mahzur yoktur.

496. ...Dâvûd b. Sevvâr el-Müzenî, önceki hadisi manası ve senedi ile rivayet edip
şunu ilâve etmiştir:

(Resûlullah devamla şöyle buyurdu):

1371]

"Ve sizden biriniz, câriyesiyle kölesini (veya hizmetçisini) evlendirirse,(câriyesi
efendisinin,efendi de cariyesinin) göbeğinden aşağısına ve dizinden yukarısına
[372]

bakmasın."

Ebû Dâvûd dedi ki: VekV hocasının isminde yanıldı. Ebû Dâvûd et-Tayâlisîbu hadisi
ondan (Sevvâr b. Dâvûd) rivayet edip "Bize Ebû Hamza Sevvâr es-Sayrafı haber
T3731

verdi" dedi.
Açıklama

Bu nacusm mevzu üe alâkalı kısmı, metinde zikredilmeyen bölümüdür. Hadiste
zikredilen ifadeler, cariyesini evlendiren bir efendiye o cariyenin artık haram
olduğunu, dolayısıyle dizkapağı ile göbeği arasına bakamayacağını bildirmektedir. Hz.
Peygamber, "câriye" diye terceme ettiğimiz (hadim) kelimesini müzekker olarak
kullanmıştır. Buna göre, "diz kapağının üstüne ve göbeğinin altına bakmasın" emrinin
cariyeye ait olması da muhtemeldir. Bu durumda "câriye efendisinin göbeği ile diz
kapağı arasına bakmasın" mânâsı çıkmış olur. N'etice itibari ile her iki ihtimal de aynı
sonucu verir. Çünkü, câriye evlendikten sonra, efendisi onun göbeği ile diz kapağı
arasına bakamayacağı gibi, o da efendisinin göbeği ile diz kapağı arasına bakamaz.
Cariyeyi kölesi ile veya bir başkası ile evlendirmesi arasında hüküm bakımından fark
yoktur. Bu sebeple hadisin tercemesinde parantez içindeki açıklamalarla bu nükteye

[374]

işaret etmeye çalıştık.

497. ...Hişâm b. Sa'd demiştir ki;

Muâz b. Abdullah b. Hubeyb el-Cuhenî'nin yanma girmiştik. (Mu-âz) karısına:
Çocuk namaz kılmakla ne zaman emrolunur? dedi. Karısı:

Bizden bir adam Resûlullah (s.a.)dan naklederdi. Bu soru Efendimize sorulmuş da, O
(s.a.);



[375]

"Sağını solundan ayırdığı zaman namaz kılmasını emredin" buyurmuş.
Açıklama

Görüldüğü gibi hadiste sahâbinin ismi zikredilmemiştir.Fa kat bu, hadisin sıhhatine
zarar vermez. Çünkü sahâbilerin hepsi âdildirler. Bu rivayette çocuğun namaz
kılmakla emredileceği yaş açıkça zikredilmemiş, sağını solunu ayırması esas
alınmıştır. Normal olarak çocuk yedi yaşma gelince bunu ayırabilir. Bu durumda
hadisler arasında bir farklılık olmaz.

Bu hadislerden henüz bulûğ çağma girmeyen çocukların namaza alişti-nlmalannm
gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Çocuklar bulûğdan Önce mükellef olmadıkları için
kıldıkları namazlar nafile olur, sevabı vardır. Kılmadıklarında ise günâh işlemiş
sayılmazlar.

Bir çocuk, bulûğa ermeden namazı kılsa da vakit çıkmadan baliğ olsa Ebû Hanife,
Mâlik ve İmam Ahmed'e göre namazını iade etmelidir. Abdesti varsa abdesti iade
etmesine !üzum yoktur. Şafıîlere göre namazı iadesi şart değilse de iade etmesi
müstehaptır. Dâvûd Zâhirî'ye göre hem abdesti, hem de namazı iade etmelidir.
Netice : Bu hadislerde îslâmm çocuk eğitimine verdiği önem açıkça ortaya
çıkmaktadır.

Velinin her konuda çocuklarını eğitmesi ilk görevleri arasındadır. Eğitilmesi gereken

konuların başında tslâmm direği sayılan namaz gelmektedir. Namaz uygulamalı bir

ibâdet olduğundan evvelâ velinin bu ibâdeti kendisi yaparak çocuğunu dolaylı olarak

eğitmesi ve gereken ilmihal bilgilerini öğretmesi gerekmektedir.

Baskı ile henüz buluğ çağma ermemiş çocukların namaz kılmalarını sağlamak eğitim

safhasında son merhale ve son çâredir. Bu da İslâm'da on yaşında başlar.

Bunda önceki merhaleleri velinin veya eğiticinin tslâmm irşâd metodla-rı içerisinde

uygulaması gerekmektedir. Zira Hâlık'ma karşı görevlerini ihmal edenin halka karşı da

görevlerini ihmal edeceği bir gerçektir.

Ayrıca hadis-i şerifler, günümüzde mahzuru zaman zaman görülen içtimai bir
probleme işaret etmektedir. Hislerin kabarmaya başladığı halk ifadesi ile, kanın deli
olduğu ve akim henüz hislere hâkim olamadığı bir dönemde doğabilecek mahzurları
önleme bakımından tenin tene değebileceği şekilde çıplak olarak bir örtü altında
yatırılmaları yasaklanmıştır. Bundan maksat, doğabilecek kötülükleri Önleyici
[376]

tedbirler almaktır.

27. Ezanın Meşru' Kılınışı

498. ...Ebû Umeyr b. Enes, Ensârdan olan amcalarından birinin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:

Nebi (s.a.)in zihni halkı namaza nasıl toplayabileceği meselesiyle (meşgul) idi.
Kendisine "namaz vakti girince bir bayrak dik, onu görenler birbirlerine haber
verirler" denildi. Fakat, o, bu teklifi beğenmedi. Kurî ( çi )"dan yani borudan söz
edildi. Râvilerden Ziyâd bunun Yahudilere ait ibâdete davet borusu olduğunu
bildirmiştir. Mebij(s.a.) bunu da beğenmedi ve "bu Yahudilerin işidir" buyurdu. (Ravi)
Ebû Umeyr (yahut amcası) demiştir ki; Resûl-i Ekrem (s.a.)'e (bir de) çan (çalınması)



teklif edildiyse de Resûl-i Ekrem (s. a.) "Bu, hıristiyan işidir" buyurdu. Abdullah b.
Zeyd Resûlullah (sa..)in üzüntüsünü içinde hissederek oradan ayrıldı (gece),
rü'yasmda kendisine ezan gösterildi. Sabahleyin hemen Resûlullah (s.a.)'a gelerek;
"Ben uyku ile uyanıklık arasında iken bir de baktım ki, birisi geldi bana ezanı öğretti"
diyerek rüyasını nakletti. Ebû Umeyr (yahut amcası) dedi ki, "Halbuki Ömer b. el-
Hattâb (r.a.) bu rü'yayı yirmi gün evvel görmüş (fakat gördüğünü) saklamıştır. Râvi
Umeyr (veya amcası) dedi ki, sonra da (Ömer rü'yasmı) Resûlullah (s.a.)a nakletti.
Resulü Ekrem(s.a.)de ona; "Bunu bana daha evvel neden haber vermedin?"
buyuranca, Ömer (r.a.) şöyle cevap verdi:

Abdullah b. Zeyd benden erken davrandı. Ben de utandım. Resûlullah (s.a.) de:
"Ya Bilal, kalk da bak Abdullah b. Zeyd sana ne söylerse ezberle ve aynen icra eyle"

T3771

buyurdu. (Râvi) dedi ki: "Bilal (ilk) ezanı (böylece) okudu."

Ebû Bişr dedi ki: Bana Ebû Umeyr'in haber verdiğine göre, En-sâr; "Şayet Abdullah b.

D781

Zeyd o gün hasta olmasaydı, Peygamber (s.a.) O'nu müezzin yapardı" derlerdi.
Açıklama

Ezan sözlükte bildirmek, ilân etmek demektir. Dinî bir terim olarak ise ezan; "namaz
vaktinin girdiğini özel lâfızlarla ilân etmektir."

Ezan okuyana müezzin denir. Ezan Kitab, öuı:net ve icmâ-ı ümmetle sâbitir. Kur'an-i
Kerim'de (el-Maide : 53), (el-Cuma : 6) âyet-i kerimelerinde ezandan bahsedildiği gibi
pek çok hadis-i şerifte de ezan bütün ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.
Her ne kadar ezanın hicretten Önce meşru kılındığına dâir Taberânî, İbn Merdûye,
Dârekutnî ve el-Bezzâr tarafından pek çok haberler nakledilmişse de, gerçekte bu
rivayetlerin hiç birisi sağlam ve itimada şayan değildir. (Bu hadislerin senetlerini
görmek için, el-Menhel IV, 125'e bakılabilir.)

Gerçekte ise ezan Hicretin birinci yılında hadis-i şerifte beyân edildiği şekilde meşru
kılınmıştır. Daha önce ise müslümanlar birbirlerini "haydi namaza, namaza..." diyerek
mescide çağırırlardı.

Bunu uzakta olanlar işitmezlerdi. Namaz vaktinin girdiğini bildirmek için bir alâmete
ihtiyaç duyulunca Hz. Peygamber ashabına danıştı. Yapılan teklifleri ise hadis-i şerifte
açıklandığı üzere, küffâra benzememek için kabul etmedi. Neticede vahy ile te'yid
edilen bir rü'ya sonucu namaz vakitlerini ilân etmek için ezan meşru' kılındı.
Burada, Peygamberlerden başkasının rü'yasıyla dinî bir hüküm sabit olmadığı halde
nasıl olup da bir sahâbinin rüyâsıyla ezanın meşru' kılındığı sonucu akla gelebilir.
Ancak ezan, sadece bir veya iki sahâbînin rüyâsıyla sabit olmuş değildir. Çünkü
Resul-i Ekrem(s.a.)e Mi'rac gecesinde yedinci kat semâda ezan gösterilmişti.Fajkat
semâda gördüklerinin yer yüzünde uygulanıp uygulanmayacağı konusunda bir vahy
veya bir jşâret bekliyordu. Abdullah b. Zeyd(r.a.)in rü'yâsım anlatması ve ardından
Hz. Ömer b. el-Hattab'm da aynı rü'yayı gördüğünü söylemesiyle Resûl-i Ekrem (s.a.)
Allah Teâlâ'mn semada gösterdiklerini yer yüzünde sünnet kılmak istediğini hemen o
anda anlayayrak "inşallah bu rü'ya haktır" diyerek ezanın okunmasını emretmiştir.
Buna göre bu mübarek sahâbîlerin gördükleri rüya rast-gele bir rü'ya değil, vahyle
desteklenmiş bir rü'yadır. Nitekim Ebû Davud'un Kitâbu'l-Merâsilin'inde Ömer b. el-
Hattâb'm, rü'yâsım nakletmeye geldiği vakit, Resul-i Ekrem(s.a.)in O'na: "Bu senin



dediğin hususta bana daha evvel vahy geldi." buyurduğu rivayet edilmektedir.

Bir de "senin namım yükselttik" (el-lnşirah, 4) âyet-i kerimesi ile Resûl-i Ekrem'in

isminin her zaman ve her yerde anılarak yükseltileceği va'd edilmişti. Bu bakımdan

ezanın ilk defa Resûl-i Ekrem'in dilinden değil de başka bir kimsenin dilinden

duyulması ve bu va'd'm çok parlak bir şekilde gerçekleşmesine daha uygun

düşmektedir.

Ezan kuvvetli (müekked) bir sünnettir. İmam Ebû Hanife der ki, bir topluluk şehirde
ezansız ve ikâmetsiz namaz kılarlarsa, onlar sünnete karşı gelmiş ve günahkâr
olmuşlardır. İmam-ı Muhammed'in şu sözüne bakarak ezanın vacip olduğunu
söyleyenler de vardır: "Bir belde halkı ezanı terk etmekte birleşirlerse, onlarla
(vazgeçinceye kadar) harb edilir." Bu iş ancak onun vacip olduğuna göre yapılabilir.
Bu iki hüküm birleştirilince ortaya sünncl-i mükeddenin terkinden, vacibin terki gibi
günah kazanılacağı neticesi çıkar. Onun terk edilmesine karşı savaşılır. Çünkü ezan
İslâm'ın bir alâmeti ve özelliğidir. Bir hadis-i şerife göre Resul-i Ekrem (s.a.)
harbetmek istediği bir kavmin üzerine vardığı zaman o beldeden ezan sesi duyulunca

r3791

onların müslüman olduğuna hükmeder ve saldırmaktan vazgeçerdi.
Nitekim aynı durum Asr-ı Saadette vuku bulmuş Hz. Peygamber Beni Müstalik
kabilesine tahsildar olarak Velid b. Ukbe'yi göndermişti. Kabile halkı onu
gördüklerinde kendisini karşılamak üzere çıkmışlar gelene ikram, gönderene ikram
olacağından, uygun bir şekilde onu karşılamak istemişlerdi. Kabile ile Velid'in eski bir
anlaşmazlıkları olduğundan bunu fırsat bilerek kendisini öldürmeye geldikleri zannı
ile hemen geri dönmüş, Resûlullah'a onların İslâm'dan irtidâd ettiklerini haber
vermişti. Buna sinirlenen Hz. Peygamber, Hz. Hâlid b. Velid'i bir bölük askerle
onların üzerine göndermiş acele etmemesini ve durumu soruşturmasını da emretmişti.
Geceleyin kabilenin bölgesine yaklaşanız. Halid, öncüler ve casuslar göndermiş gelen
haberde onların İslama bağlı olduklarını, o kabileden ezan sesleri duyduklarını, namaz
kıldıklarını gördüklerini haber vermeleri üzerine Hz. Hâlid sabahleyin nakledilenleri
bizzat görmüş ve Resûlullah'a dönerek namaz kıldıklarını, ezan okuduklarını, İslâm
şiarını terk etmediklerini, çıkışlarının karşılamaya niyet ile olduğunu haber vermiştir.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.) bu habere memnun kalmış ve bu konuda yanlış haber
veren sahâbiyi te'diben müs-lümanları teenniye davet eden, Hucûrat Sûresinin 6. âyeti
r3801

nazil olmuştur.

Hattâbî'nin açıklamasına göre, ezan iman in aklî ve naklî esaslarını içine alan özlü
kelimelerden meydana gelmiştir. Şöyle ki; "Allahu Ekber" sözleriyle başlar. Bu sözler
Allah Teâlâmn varlığını ve kemal sıfatları ile müttasıf olup,noksan sıfatlardan
münezzeh olduğunu bildirir. Sonra Allah'ın birliğini, benzeri eşi-ortağı olmadığını
bildiren sözlerine geçilir, sözleriyle ise Peygamberlik ikrar edilir. Bundan sonra da
sözleriyle namaza davet edilir. Çünkü namaz ancak Peygamberin haber vermesiyle
bilinebilir. Daha sonra da sözleriyle felaha çağrılır ki, felâh'dan maksat, daimî ve
sıkıntısız bir hayat ve kurtuluştur. Bu da âhiret hayatıdır. Yani ezan iman esaslarını
ihtiva etmektedir.

Nevevî'ye göre ezanın faziletleri pek çoktur:

1. Ezan sesini duyan şeytanlar, ezan sesini duymayacak kadar uzaklara kaçarlar,

2. Büyük korku ve dehşete düşenlere ezan huzur, emniyet ve ferahlık bahşeder.Bu
durumda kalan kimselere ezan okumaları tavsiye edilir.



3. Ezan okunduktan sonra duâ kabul edilir.

4. Ezanın İslâm'da şiar olması ve her zaman her yerde yükselmesi gerektiği hatta yeni
doğan bebeğin bir kulağına ezan, öbür kulağına kamet getirilmesi Peygamberimizin
sünnetlerindendir.

5. Ezanı işiten canlı-cansız her şey, ezanı okuyanın müslüman olduğuna kıyamet
gününde şahitlik edecektir. Şeytan şahit olmak korkusuyla ezan sesinden kaçar. Çünkü
kendisi şahitlik etmek istemese bile uzuvlarının şahitlik edeceğini bilir.

Ezan namaz vaktinin girdiğini bildirmek için okunur. Arapça olması ve akıllı bir
kimse tarafından okunması gerekir. Müezzinin iyi ahlâklı, namaz vakitlerini bilen,
abdestli, cemaati namaza yöneltmeye gücü yeten, güzel ve yüksek sesli birisi olması
ve yüksekçe bir yerde okuması tercih edilir. Yüksek bir yere çıkmakla sağır kimseler
de müezzini görerek vaktin girdiğini anlayabilirler. Halbuki günümüzde hoparlörlerle
cami içinden ezan okuyanlar bu tutumlarıyla işitme özürlüleri ihmâl etmektedirler.
Ezan ikâmetin tersine ağır ağır okunur. Cumadan başka bir farz için birden fazla ezan
okunmaz. Evde ve kırda kılınacak namazlar için de ezan okunabilir. Yalnız başına
kırda namaz kılan kimse şayet ezan okursa, iki ucu görülemeyecek sayıda melâike-î
kiram gelerek arkasına cemaat olurlar.

Bir namaz için daha vakti girmeden ezan okunmaz. Ezan ile ikâmetin arasını biraz
ayırmak uygun olur. Ezan ve İkâmet kaza namazları için de sünnettir. Ezanda lahn
(kelimeleri doğru okumamak veya makama riayet kas-dıyla lafızları değiştirmek) caiz
değildir. Ezan ve ikâmet esnasında müezzinin bir söz söylemesi, hatta verilen selâmı
alması mekruhtur. Ezan okunurken konuşulmaz; hatta evinde Kur'ân okuyan kimsenin
bile durup ezanı dinlemesi ve müezzinin okuduklarını tekrarlaması gerekir. Camide
Kur'an okuyanın Kur'ân'mı kesmesi gerekmez. " Ezan şu sözlerden meydana gelir:
Dört defa "Allahü ekber, (Allah büyüktür)"; İki defa "Eşhedü en-lâ ilahe illallah
(Allah'dan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim)", iki defa "Eşhedü enne
Muhammeden Resulullah (Muhammed'in (s. a.) Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet
ederim)" İki defa "Hayye ala's-Salat (Haydin namaza)"; iki defa "Hayye alel-felah
(haydin kurtuluşa)'.' Sadece sabah ezanlarında iki defa "Es-Salâtü hayrün mine'n-
nevm" (Namaz uykudan) daha hayırlıdır)'/ iki defa "Allahu ekber" (Allah eri
büyüktür)',' bir defa da "Lâ ilahe illallah (Allah'tan başka tanrı yoktur)" denir. Ezan ve
ikâmeti işiten kimsenin bunları kendi kendine tekrarlaması salât ve felahlarda "La
havle velâ "kuvvete illa billah" demesi, ve sabah ezanında "Es-salâtü
hayrünjminnevm"e "sadakte ve bererte" (doğru söylüyorsun) diye karşılık vermesi
sünnettir.

Hadis-i şerifte geçen "Ya Bilâl kalk..." sözü ezanın ayakta okunmasının meşru
olduğuna delildir. Kadı İyaz "Hiç bir mezhebe göre oturarak ezan okumak caiz
değildir. Yalnız, Ebû Sevr ile Malİkîlerden Ebü'l-Ferec oturarak ezan okumanın caiz
olduğunu söylemişlerdir" demişse de, İmam Nevevî bu sözü tenkid etmiştir.Nevevi'ye
göre "kalk" sözünün anlamı,"ezanı okumak için uygun bir yere git" demektir. Ezanı
ayakta okumanın sünnet oluşu ise başka hadis-i şeriflerle sabittir. Bu hadisle ilgili
değildir" demiştir.

Nitekim, ezanın ayakta okunması Şafiî ve Hanefî mezheblerine göre sünnettir. Şayet
oturarak okunursa, ezan sahihtir. Hanefîlerin "El-Muhît" adlı fıkıh kitabında şöyle
denilmektedir: "Bir kimse yalnız kendisi çin ezan oku-yacaksa, özrü olmadığı halde
oturarak ezan okumasında bir sakınca yoktur. Çünkü burada başkalarına duyurmağa
ihtiyaç yoktur. Özürsüz olarak oturduğu yerden okuduğu ezan sahihtir. Yalnız fazileti



1381]

yoktur. Aynı şekilde ayakta durmaya gücü yettiği halde ezan okusa da sahihtir."
Bazı Hükümler

1. Dinî konularda son derecetdikkatli ve itinalı davranmak lazımdır.

2. Mühim meselelerin çözümünde istişareye başvurmalıdır. Kişi umûmun menfaatiyle
ilgili olduğuna inandığı düşüncelerini istişareye başkanlık edene iletmekten
çekinmemelidir.

3. Sapıklara uymamak dinî bir esas ve görevdir.

4. Mü'minin sâlih rü'yası haktır.

5. Peygamberlerin dışında bazı kimselerin rü'yasmda hakka uygun tecelliler olabilir.

6. Farz namazlar için ezan meşru kılınmıştır. Buna paralel olarak kaza namazları için
de ezan ve kamet getirilebilir.

Netice : Ezan okumanın hükmü üzerinde ulema ihtilâf etmiştir. Mâliki-lire göre
cemaatle namaz kılmak istiyen kişilere namaz kılacakları her mes-cid için veya
toplanıp namaz kılacakları her hangi bir yer için ezan okumak sünnet-i kifâyedir.
Ancak bir şehirde her namaz için bir ezanın okunması farz-i kifâyedir.
Hanefî ve Şâfiîlere göre ise, gerek cemaat ve A gerekse münferid için hazarda ve
seferde ezan okumak sünnettir.

Hanbeliler'e göre ise, farz namazlar için o namazı,cemaatle eda edecek erkeklere,
hazarda, farz-ı kifâyedir. bu konuda köy ile şehir veya kır arasında bir fark yoktur.

r3821

İbn Münzir'e göre ezan, cemaat hakkında hazarda ve seferde farz-ı ayndır.

T3831

499. ...Abdullah b. Zeyd şöyle demiştir: Resûlullah (s. a.) halkı namaza toplamak

maksadıyla çalınmak üzere bir çan yapılmasını emrettiği sıralarda idi. Ben uyurken

(rü'yamda) yanıma elinde çan taşıyan bir adam çıkageldi. Ben ona:

Ey Allah'ın kulu! Bu çanı bana satmaz mısın? dedim.

Onu ne yapacaksın? dedi.

Onunla (halkı) namaza çağıracağız, dedim.

Sana bundan daha hayırlısını göstereyim mi? dedi. Ben de ona:

Evet (göster), dedim. Dedi ki:

"Şöyle dersin : Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah en
büyüktür. Ben, Allah'dan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. Ben,Allah'dan başka
ilâh olmadığına şehadet ederim. Ben.Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik
ederim. Ben, Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik ederim. Haydin na-
maza, haydin namaza. Haydin kurtuluşa, haydin kurtuluşa. Allah en büyüktür. Allah
en büyüktür. Allah'tan başka ilâh yoktur."

Sonra benden biraz uzaklaştı ve (şöyle) dedi; "Namaza kalktığın vakitte de (şöyle)
dersin: Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına
şahitlik ederim. Ben Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik ederim. Haydin
namaza, Haydin kurtuluşa, Namaz başladı. Namaz başladı. Allah en büyüktür. Allah
en büyüktür. Allah'tan başka ilâh yoktur." Sabah olunca Resûl-i Ekrem'e gelip
gördüklerimi haber verdim. "İnşallah hak rü'yadır. Bilal ile beraber kalk gördüklerini
O'na öğret de ezanı o okusun. Çünkü onun sesi seninkinden daha gür ve tatlıdır"



buyurdu. Bilâl ile beraber kalktık. Ben O'na öğretmeye başladım, o da okumaya
(başladı). Abdullah b. Zeyd (devamla) dedi ki:

Bu ezanı evinde işiten Ömer b. el-Hattab (r.a.) sür'atle dışarı çıktı ve "Ya Rasûlullah,
seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki O'nun gördüğünü ben
de gördüm" diyordu. (Bunun üzerine) Resûl-i Ekrem (s. a.) de:
"Allah'a hamd olsun" buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: Zührî'nin, Saidb. el-Müseyyeb vasıtasıyla Abdullah b. Zeyd'den
rivayet ettiği (hadis) de aynen yukarıdaki hadis gibidir. Ancak îbn İshâk, ZührVden
rivayetinde "Allah en büyüktür, Allah en büyüktür, Allah en büyüktür. Allah en
büyüktür" (lâfızlarını dört defa) söylemişse de Ma 'mer ve Yûnus ZührVden yaptıkları
rivayetlerinde (iki defa) "Allah en büyüktür, Allah en büyüktür" demişler. Bir daha

13841

tekrarlamamışlardır.
Açıklama

Bir numara önce geçen hadis-i şerifle beraber üzerinde durduğumuz bu hadis-i şeriften
anlaşılıyor ki, cemaatle namaza yetişememek korkusu ile, sahabe-i kiram namaz
vaktini müslümanlara kolayca ilanledecek bir çare arıyorlardı.Resûl-i Ekrem'in
başkanlığında bir istişare kurulu teşekkül ettirilerek müzâkereler yapılmıştı. Neticede
çaresiz kalınarak, bir çan çalıp namaz vaktinin girdiğini halka ilân etmeye karar ve-
rildi. Her ne kadar çan çalmak hıristiyanlarm âdeti idiyse de Resûl-i Ekrem (s. a.) bunu
Yahudilerin âdeti olan boru sesiyle ilân etmeye tercih etmişti. Çünkü Hıristiyanlar
Resûl-i Ekrem (s.a.)'e karşı Yahudilere nisbetle daha yumuşak ve ılımlı idiler. Nitekim
Cenab-ı Hak Hıristiyanların bu halini Kur'an-ı Kerim'inde şöyle beyân buyurmuştur:
"Andolsun ki, insanlardan iman edenlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve
Allah'a şirk koşanları bulacaksın. And olsun ki onlardan iman edenlere sevgice en
yakını da "Biz Hıristiyanlanz" diyenleri bulacaksın. Bunun sebebi, onların içinde
keşişler ve rahibi er bulunmasından ve onların gerçekten büyüklük

r3851

taslamamasmdandır"

Ancak daha sonra Abdullah b. Zeyd (r.a.) ile Ömer b, el-Hattab'm vahy ile
tasdiklenmiş rü'yaları neticesinde, ısmarlanmış olan çandan vazgeçilerek İslâm'ın bir
şiarı olmak üzere ezan-ı Muhammedi meşru kılınmıştır.

Ezan-ı Muhammedi'nin ihtiva ettiği zengin mânâlara bir evvelki hadis-i şerifte temas
edilmiştir. Bu mübarek lâfızlar arzın her noktasında değişen namaz vakitlerine göre
fasılasız olarak okunarak hakimiyeti sürdürecektir. Hayat onunla sabahleyin başlayıp
yine onunla yatsı vaktinde sükûnete erecektir. Kıyamete kadar arzın dört tarafında bu
kelimelerin hâkimiyetini sürdüreceğinin bir remzi olarak Allalıü Ekber lâfızları dört
kere tekrarlanır. Yine her yüksek mekâna çıkıldığında da bu kelimeleri okayarak
Allah'ın büyüklüğü hâtıra getirilir.

Ezan, ehl-i tasavvufun da dediği gibi, malının, mülkünün büyüklüğüne kapılıp, ona
güvenip büyüklenenlere lisan-ı hal ile, "Hayır, en büyük Allahtır; ne malınız, ne
canınız, ne de sultanınız!" diyerek uyarır.

Hadis-i şerifte geçen "sonra benden biraz geriye çekildi" sözlerinde ulema ikâmetin
ezan okunan yerden ayrı bir yerde yapılması gerektiğine hükmetmişler ve ezanla
ikâmetin birbirine ekienmeyip fasılalı yapılmalarına işaret edildiği manasını



çıkarmışlardır. Yine bu hadis-i şeriften, Resûlullah (s.a.)'m sesinin gür ve tatlı olması
sebebiyle Hz. Bilâl'e ezan okumasını emretmesinden dolayı müezzinlikte sesi gür olan
kişilerin gür sesli olmayanlara tercih edileceği hükmünü çıkarmışlardır.
Yine bu hadiste geçen ezan lâfızlarına bakarak tekbirlerin dört kere tekrarlanacağı
hükmüne varılmıştır. İmam Ahmed, Şafiî ve Ebû Hanife bu görüştedirler. Bu görüş
aynı zamanda ulemanın büyük çoğunluğu tarafından da benimsenmiştir, delilleri ise,
bu üzerinde durduğumuz hadis ile, ileride gelecek olan (501) numaralı Ebu Mahzûre
hadisi ve bütün müslümanlarm toplandığı bir merkez olan Mekke halkının tatbikatıdır.
Çünkü Mekke'lile-rin bu uygulamasına hiç bir sahabi veya ilm adamı itiraz
etmemiştir.

İmam Mâlik, Ebû Yusuf, Zeyd b. Ali, Sâdık, Hadi, Kasım ise Abdullah b. Zeyd'in bazı
rivayetlerine, Ebû Davud'un Ma'mer ve Yunus kanalıy-le Zührî'den rivayet ettikleri,
tekbirin dörtlenemeyeceği hadîsine, sünneti en iyi bilen Medînelilerin uygulamasına,
Ebû Mahzûre'nin İbrahim b. İsmail ve Ziyâd b. Yûnus tarikiyle rivayet ettikleri
tekbirin sadece iki kere okunacağını ifâde eden Hadîse ve yine aynı mevzudaki
Müslim hadisine bakarak ezanın evvelinde tekbirin sadece iki kere okunması lâzım
geldiğine hükmetmişlerdir. Şevkânî de tekbirin dörtlenmesi görüşünü tercih etmiştir.
Ezanda bir de terci' meselesi vardır. Dinî bir terim olarak terci' iki şehâdeti alçak sesle
okuduktan sonra dönüp bir de yüksek sesle okumaktır.

İmam Şafiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre ezanda tercF meşrudur. Tercî'in hükmü
ise Mâlikîlere göre mendûp, Hanbelî ve Şafnlere göre ise, sünnettir. Şayet bile bile

D 861

terk edilirse, ezan sahih olursa da fazileti kaybolur. Hanbelî mezhebinde terci'
yoktur, deniyorsa da Menhel sahibi gerçekte Hanbelilere göre de terciin sünnet
olduğunu Nevevî'den naklediyor.

Ebû Hanife (r.a.) ile Küfe ulemâsına göre ise ezanda tercî' yapılması caizdir. Yani

r3871

terci' ne sünnettir, ne de mekruhtur.

Tercî'in nasıl yapılacağı meselesi için (500) nolu hadisin şerhine müracaat edilmelidir.
Netice: Resul-i Ekrem (s.a.)'in dört müezzini vardı:

1. Medine'de, Bilâl b. Rebâh (r.a.)

2. Medine'de, Amr b. Umm-i Mektûm (r.a.)

3. Küba'da, Sa'd el-Karat (Sa'd b. Âiz) (r.a.)

4. Mekke'de, Ebû Mahzûre el-Cumahî (r.a.)

Bunlardan Ebû Mahzûre ezanda tercî' yapardı. Bilâl (r.a.) ise, tercî' yapmazdı, fakat
ikâmette ise cümleleri tekrarlamak sızın sadece birer kere okurdu. İmam-i Şafiî ile
Mekkeliler Ebû Mahzûre'nin ezanı ile Hz. Bilâl'in ikâmetini örnek almışlar, İmam Ebû
Hanife ile Iraklılarsa, Bilâl'ın ezanı ile Ebû Mahzûre'nin ikâmetini esas almışlardır.
İmam Ahmed ile Medineliler ise, Bilâl'ın ezanı ile ikâmetini esas aldılar. İmam Mâlik

T3881

ise, hem tekbirleri, hem de ikâmet cümlelerini ikişer kere okudu.

T3891

500. ...Ebû Mahzûre (r.a.)den, demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)a;

Bana ezanın okunuş usûlünü öğret, dedim.
Başımı okşadı ve şöyle buyurdu:



"Sesini yükselterek, Allahu ekber, AUahu ekber, AHahu ekber, Allahu Ekber dersin.
Sonra şöyle buyurdu : Sesini alçaltarak, Eşhe-dü en lâilâhe illellah, eşhedü en lâ ilahe
illallah, eşhedü enne Muhammeden Râsulullah, eşhedü erme Muhammeden Râsûlullah
dersin. Sonra da sesini yükseltir ve eşhedü en Iâ ilahe illellah, eşhedü en lâilahe illel-
lah; eşhedü enne Muhammeden resûlullah, eşhedü enne Muhammeden resûlullah
dersin.

Hayye alc's-salâh. hayye ale's-salâh; hayye ale'l-felâlı, hayye ale'l-felâh (dersin), eğer
sabah ezanı ise, es-salâtü hayrun mine'n-nevm, es-Salâtu hayrun mine'n-nevm" dersin

r3901

(ve) Allahu ekber, Allahu ekber, La ilahe illellah" (diye bitirirsin)
Açıklama

Hadis-i şerifte geçen, Resûl-i Ekrem'in Ebû Mahzüre'nin başını okşamasının hikmeti,
mübarek ellerindeki bereketin, Ebû Mahzüre'ye de intikal ederek telkin edilen ezanı
kolayca öğrenmesine vesile olmasıdır, denebilir. Bu hâdisenin tafsilâtını İbn Mâce ve
Beyhakî'nin rivayetlerine göre hadisin râvisi Abdullah b. Muhayrîz şöyle nakletmekte-
dir: "Ben Şam'a gitmek üzere hazırlanırken Ebû Mahzüre'ye; ey amcacığım ; ben Şam
yolculuğuna çıkıyorum, senden nasıl müezzinlik yaptığını bana anlatmanı rica
ediyorum, dedim. O da bana şunları anlattı.

"Ben bir toplulukla beraber yolculuğa çıkmıştım. Yolun bir noktasına varınca
Resûluîlah'm müezzini namaza davet için Resûl-i Ekrem (s.a.)'in yanında ezan
okumaya başladı. Biz de sırtımız müezzine donuk olarak ezana kulak verdik. Onunla
alay ederek bağıra çağıra ezanı taklid etmeye başladık. Resul-i Ekrem (s. a.) bizi işitip
yanma çağırdı. O işittiğim sesler hanginizden geliyordu? diye sordu. Yanımdakiler de
hepsi birden benî gösteriverdiler.

Resûl-i Ekrem hepsini serbest bıraktı fakat beni bırakmadı. Sonra da "Kalk ezan oku"
dedi. 'Ben de kalktım ama o ana kadar benim için dünyada en hoşlanmadığım,
Resûlullah (s. a.) ve bir de ezan okumaktı.

Kalktım yanma yaklaştım bana ezanın nasıl okunacağını şu şekilde öğretti:
de, sonra tekrar bana dedi ki: "Bir de sesini yükselterek şöyle de: sonra ezan bitince
beni çağırdı ve içi-gümüş dolu bir kese verdi ve, elini başımın ön tarafına koydu ve
yüzüme, göğsüme doğru gezdirdi, ta göbeğime kadar getirdi ve "Allah seni mübarek
kılsın, Allah seni mübarek kılsın" diye dua etti. Ben de, "Ya Resûlellah beni Mekke'ye
müezzin tayin etsen" dedim. Resulü Ekrem'e karşı duyduğum km ve nefret hislerim
sevgi ve saygıya dönüşüverdi. Doğru Mekke"ye Resul-i Ekrem'in valisi Attâb b.
Esîd'in yanma geldim. Onun yanında Resul-i Ekrem (s.a.)'in emriyle ezan okudum.
[39İ1

İmam Tahâvî'nin Şerhu Meâni'l-Âsâr'da beyân ettiğine göre Resûl-i Ekrem (s.a.)in
Ebû Mahzüre'ye şehâdetleri önce hafif sesle okuttuktan sonra bir de yüksek sesle
okutmasının sebebi:Ebû Mahzüre'nin şehadetieri okurken sesini Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in istediği gibi yükseltmemesidir. Bu sebebledir ki Resûl-i Ekrem; "Yüksek sesle
şehâdetleri bir daha tekrarla" buyurmuştur. Bu inceliğe dikkat etmeyenler ezandaki
tercî'i (yani şehâdeîlerin yüksek sesle tekrarlanarak dört kere okunmasını) ezanm
aslından zannetmişlerdir.

Bazıları da bu tekrarın sebebi Resul-i Ekrem (s.a.)in yeni müslüman olan Ebû



Mahzûre'ye şehâdeti iyice öğretmek istemesidir. Yoksa ezanın aslından şehâdetlerin
dört kere tekrarı (terci) yoktur.

İbnu'l-Cevzî ise Tahkik isimli eserinde Ebû Mahzûre (r.a.) yeni müslüman olduğundan
ezandan nefret eden arkadaşlarına ezanı öğretmesi için kendisinin iyice şehâdetleri
öğrenmesi gayesiyle bu tekrarlar yapılmıştır demektedir. Zeylâî de diyor ki: "Şu üç
söz mana itibariyle biribirine yakındır. Fakat Ebû Davud'un rivayet ettiği şu hadis,
bunların üçünü de reddeder. Çünkü hadis-i şerifte ezanın kendisine öğretilmesini
isteyen Ebû Mahzûre (r.a.)'ye Resûlüllah (s. a.) ezanın nasıl okunacağını öğretirken bu
tekrarları yapmıştır. Yani bu tekrarları, ezanın aslını teşkil eden bir unsur olarak öğ-
retmiştir. Hadis-i şerifteki "Aİlahu ekber..." dersin" sözünden maksat "ezanı böyle
okumalısın anlamında" emirdir.

Tercî'in hükmü 499 numaralı hadisin izahında geçti. Ancak burada ter-cî'in nasıl
yapılacağı üzerinde mezheplerin görüşüne işaret etmek istiyoruz. Kitabü'l-Fıkh ale'l-

r3921

Mezahibi'l-Arab'da şöyle denilmektedir.

"Şâfiîler ve Mâlikîler, eşhedu en lâ ilahe ilallah, eşliedıı en lâ ilahe illallah, eşhedu
enne Muhammeden Resûlüllah, eşhedu enne Muhammeden Resûlüllah kelimelerini
önce işitilebilecek kadar alçak bir sesle söyledikten sonra yüksek sesle okurlar. Ancak
Mâlikîler önce okunan kısık seslere terci' diyorlarsa da Şâfiîler sonra tekrarlanan
yüksek seslere tercî' diyorlar."

Sabah namazı için okunan ezanla 'dan sonraki "Namaz uykudan hayırlıdır" cümlesi
ilâve edilir. Bunun manası AHyyu'l-Karî'ye göre, "Namazdaki zevk, uykunun
zevkinden daha üstün ve hayırlıdır" elemektir. Hz. Bilâl (r.a.) sabah namazı vaktinin
girdiğini haber vermek için Hz. Aişe'nin hücresine vardığında Cenab-ı Risâletpenah'ın
uykuda olduğunu Öğrenince bu mübarek lâfızları telâffuz etmiş, Resul-i Ekrem de Hz.
Aişe'den (r.anhâ) bunu duyunca ziyadesiyle memnun olmuş ve her sabah ezanında
"hayye ale'l-f elan "dan sonra bu cümlenin iki kere tekrarlanmasını tavsiye etmiştir.
Dört mezhebe göre de sabah ezanında bu cümleleri okumak sünnettir. Buna tesvîb
f3931

denir.

Bazı Hükümler

1. Bilmeyen kimse bilmediğini bilene sormalıdır.

2. Öğretmen öğrenciye karşı çok yumuşak davranmalıdır.

3. Allah yanında faziletli olduğu bilinen kimselerin dualarını almak için fırsatları
değerlendirmek caizdir.

4. Sabah ezanında tesvib, "es-Salâtu hayrun mine'n-nevm" cümlesini iki kere okumak

I394J

sünnettir.

501. ...Sâidile Abdulmelik b. EbîMahzûre'nin annesi, Ebû Mahzûre vasıtasıyla bir
önceki hadisin benzerini Peygamber (s.a.)'den rivayet etmişlerdir. Ancak bu rivayette
(sabahın) ilk (ezanm)da iki defa "Namaz uykudan hayırlıdır" (cümlesi) bulunmaktadır.
Ebû Dâvud dedi ki; (bir önceki) Müsedded hadisi daha tafsilatlıdır. (Hasen b. Ali, tbn
Cureyc'den rivayet ettiği) hadisinde (şöyle) der:

"Ebû Mahzûre, "Resûl-i Ekrem bana ikâmet lâfızlarını, Allahü ekber, Allahü ekber;



eşhedü en lâilâhe illallah, eşhedü en tâitâhe illallah, eşhedü enne Muhammeden
Resulüllah, eşhedü enne Muhamme-den Resulüllah, Hayye ale 's-salah, hayye ale 's-
Salah: Hayye ale '1-Felah hayye ale'l-felah; Allahü ekber, Allahü ekber; Lâilahe
illallah (şeklinde) ikişer kere (tekrarlamayı) öğretti" dedi.
Ebû Dâvûd Abdurrezzak'm şöyle dediğini ilâve etti:

Resulüllah (s. a.) Abdullah b.Ebî Mahzûre'ye ikâmet ettiğin zaman (kâamet lâfızlarını)
kad kaameti's-Salatü - kad kaametVs - salah (şeklinde) ikişer kere söyle, duydun mu?
dedi. (Râvf Sâib) der ki:

Ebû Mahzûre başının ön tarafını tıraş etmezdi ve ayırmazdı. Çünkü orayı Nebi (s. a.)
13951

okşamıştı.
Açıklama

Hasen îbn Ali'nin gerek Ebû Asim ve tbn Cureyc vâsıtasiyla gerekse Abdurrezzak ve
îbn Cureyc aracılığıyla Ebû Mahzûre'den rivayet ettiği bu hadis mânâ olarak bir
evvelki 500 no'Iu Müsedded hadisine benzemektedir. Fakat bir evvelki hadis ezanı
bütün ayrıntılarıyla ifade etmesi bakımından daha tam ve doyurucudur. Fakat bu
hadisin Ebû Asim kanalıyla gelen rivayetinde, Müsedded hadisinden fazla olarak: "Al-
lah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah'dan başka ilah olmadığına şahidlik
ederim. Allah 'dan başka ilah olmadığına şahidlik ederim. Muhammed'in Allah'ın
elçisi olduğuna şahidlik ederim. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahidlik
ederim. Haydin namaza, Haydin namaza, Haydin kurtuluşa. Haydin kurtuluşa. Allah
en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah'dan başka ilah yoktur" şeklinde kaametin, son
cümlenin dışındaki bütün cümlelerinin ikişer kere okunacağı ifadesi vardır.
Abdurrezzâk kanalından gelen rivayetinde ise, "Kaamet ettiğinde namaz başladı,
namaz başladı, (şeklinde sadece) kamet cümlelerini ikişer defa tekrarla" sözleriyle
ifâde edilmektedir. Nitekim müellif Ebû Dâvûd,hadisin sonunda râvilerinden gelen
rivayet farkına bu şekilde işaret etmiştir.

Hadis-i şerifte geçen; "Eğer sabahın ilk ezanıysa iki kere "Namaz uykudan hayırlıdır"
dersin" sözlerine bakarak Subulu's-selâm sahibi Sancânî ve Tahavî bu cümlelerin
ancak sabah vakti girmeden okunan ilk ezanda okunabileceğine hükmetmişlerdir.
Bunlara göre ilk ezan halkı uyandırmak için okunur. Bu tesvbîb'in (yani demenin) yeri
de birinci ezandır.EbûDâvûd şârihi İbn Reslân da bu görüşü tercih etmiş ve îbn
Hüzeyme hadisinin de bu görüşü desteklediğini sözlerine eklemiştir.
Fakat Hanefi uleması ve bunların görüşünde olanlara göre, Hz. Bilâl'-in fecirden önce
okuduğu ezanın, halkı namaza uyandırmakla bir ilgisi yoktur. O teheccüd namazıyla
ilgilidir. Sahabe-i kiramın bir kısmı gecenin ilk yarısında, diğer bir kısmı da ikinci
yarısında teheccüd namazını kılarlardı. Hz. Bilâl'ın ezamyla birinciler uykuya yatarlar,
ikinciler ise, teheccüd namazına kalkarlardı. Bu bakımdan hadis-i şerifte geçen
tesvîb'in yeri sabah vakti girince okunan ezandır,demişler ve hadis-i şerifte geçen
(sabahın ilk ezanında) cümlesini böyle anlamışlardır. Çünkü aslında bu cümle bundan
önce geçen 500 numaralı hadiste bulunmamaktadır. Ayrıca İbn Ömer'den rivayet
edilen, "Bilâl fecrden önce ezan okudu. Peygamber (s. a.) ona bir daha dönüp; ey nâs,
haberiniz olsun köle yanılmıştır" diye nida etmesini emretti" mânâsmdaki hadisde

13961

bunların görüşünü kuvvetlendirmektedir.



502. ...İbn Muhayrîz'în Ebû Mahzûre'den naklettiğine göre:

"Nebiyy-i Ekrem (s. a.) Ebû Mahzûre'ye ezam ondokuz kelime, ikâmeti de onyedi
kelime (olarak) öğretmiştir. Ezan (şu kelimelerden meydana gelir): 1. Allah en
büyüktür, 2. Allah en büyüktür, 3. Allah en büyüktür, 4. Allah en büyüktür.
1. Allah'dan başka İlâh olmadığına şahidlik ederim. 2. Allah' dan başka ilah olmadığına
şâhidlîk ederim. 3. Muhammed'in, Allah'ın elçisi olduğuna şahidlik ederim. 4.
Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahidlik ederim.

1. Allah'dan başka ilâh olmadığına şahidlik ederim, 2. Allah'dan başka ilah olmadığına
şahidlik ederim, 3. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik ederim, 4.
Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahidlik ederim.
1. Haydi namaza, 2. Haydi namaza,
1. Haydi kurtuluşa, 2. Haydi kurtuluşa,
1. Allah en büyüktür. 2. Allah en büyüktür.
1. Allah'dan başka ilâh yoktur.
İkâmet de,(şöyledir):

1. Allah en büyüktür, 2. Allah en büyüktür, 3. Allah en büyüktür, 4. Allah en
büyüktür.

1. Allah'dan başka ilâh olmadığına şahitlik ederim, 2. Allah'dan başka ilâh olmadığına
şahidlik ederim.

1. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahidlik ederim, 2. Muhammed'in Allah'ın

elçisi olduğuna şahitlik ederim.

1. Haydi namaza, 2. Haydi namaza

1. Haydi Kurtuluşa, 2. Haydi kurtuluşa,

1. Namaz başladı, 2. Namaz başladı.

1. Allah en büyüktür, 2. Allah en büyüktür,

1. Allah'dan başka ilâh yoktur.

P971

Hemrâm'm kitabındaki (rivayet) de (bu) Ebû Mahzûre hadisindeki gibidir.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte, yukarıdaki tercemede görüldüğü gibi ezan lâfızlarının ondokuz,
ikamet lâfızlarının da onyedi olduğu beyân edilmektedir. Nitekim Şafiî uleması ve
onların dışında bazı âlimler bu hadis-i şerife bakarak ezan kelimelerinin ondokuz
kelime olduğuna hükmetmişlerdir.

Ebû Hanife, İmam Sevrî ve Ahmed b. Hanbel ise, ezan kelimelerinin onbeş kelime

olduğuna hükmetmişlerdir. Bunların delili ise 499 no.lu Abdullah b. Zeyd hadisidir.

İmam Mâlik'e göre ise, şehâdetlerde terci' ile ve diğer cümleleri de ikişer ikişer

okumak suretiyle ezanın bütün cümlelerinin sayısı onyedidir. Bunların da delili

Müslim'in Ebû Mahzûre'den rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir:

"Nebiyyu'Hah sallellahü aleyhi vesellem kendisine şu ezanı öğretmiştir:

Allah her şeyden büyüktür. Allah her şeyden büyüktür.

Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim.

Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim.

Ben Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehâdet ederim.

Ben Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehâdet ederim.



Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim.
Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim.

Ben Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehâdet ederim. Ben Muhammed'in
Resûlullah olduğuna şehâdet ederim.
Sonra iki defa:

Haydin namaza, iki defa da haydin felaha İshak, "Allah her şeyden büyüktür, Allah
her şeyden büyüktür. Allah'dan başka ilah yoktur" cümlelerini de ziyade etti.
İbn Rüşd Bidâyetu'l-Müctehid isimli eserinde şunları yazıyor:
"Ulemâ ezanın nasıl okunacağı konusunda dört kısma ayrılmıştır:

1. Mâlikîler, Bunlara göre ezanın bütün cümleleri ikişer ikişer okunur. Ancak
şehâdet kelimeleri (yani kelimeleri) önce ikişer ikişer çok kısık bir sesle okunur.
Sonra da yüksek sesle tekrar edilir. 499 Nolu hadiste beyan edildiği gibi buna terci'
denir. Buna göre şahadet kelimelerinin okunuşunun toplam sayısı sekiz eder.
Medinelilerin tatbikatı da böyledir.

2. Mekkeliler ve onlara tâbi olan Şâfiîlerin görüşü. Bunlara göre ezanın başındaki
tekbirler dörder kere kelimeleri önce kısık bir sesle toplam dört kere, sonra da tekrar
dört kere yüksek sesle okunur. Toplamı sekiz eder. Geriye kalan cümlelerise, ikişer
kere okunur.

3. Kulelilerin ezanı ki, Ebû Hanîfe de bunlara tâbidir, sadece tekbirleri dört kere
okuyup diğerlerim ikişer ikişer okurlar.

4. Basrahlarm ezanıdır. Bunlara göre ilk tekbirler dört kere, okunur, sonra şehâdet
kelimeleri, "hayye ala"lerle birleştirilerek üçer kere sondaki tekbir iki tevhîd de bir
kere okunmak suretiyle ezanın tüm cümlelerinin sayısı ondokuza ulaşır. Hasan el-
Basrî ve İbn Şîrîn bu görüştedirler.

Bu görüşlerin hepsinin dayandıkları deliller ve örnek aldıkları uygulamalar vardır.
Şöylece birinci tekbirin iki kere okunması sıhhatli yollarla Ebû Mahzûre ile Abdullah
b. Zeyd el-Ensârî'den rivayet olunmuştur. Dört kere okunması da yine Ebû Mahzûre
ile Abdullah b. Zeyd'den başka yollarla rivayet olunmuştur. İmam Şafiî "Bu, Mekke'de
öteden beri câri olan ezan şekli olmakla beraber kabulü gereken bir takım
ziyâdelerdir" demiştir.

İmam Mâlik'ten sonrakilerin kabul ettikleri tercî'e gelince, o da Ebû Kudâme yoluyla
rivayet olunmuştur. Ancak Ebû Kudâme Ebû Ömer'e göre, hadis ulemasmca zayıf
sayılmaktadır.

Küfe uleması ise, Ebû Leylâ'nın hadisine dayanmaktadırlar. Bu hadiste "Abdullah b.
Zey d, rü'yada üstünde yeşil renkli iki kürk bulunan bir adamın bir duvarın saçağı
üzerinde durup kelimeleri ikişer defa tekrarlamak suretiyle bir kere ezan okuduğunu
bir kere de ikamet ettiğini görmüştür"denilmektedir.

Buhârî'nin bu mevzuda kaydettiği yalnız Enes hadisidir. Bu hadiste "Bilâl' e ezan
lâfızlarını ikişer ikişer, ikâmet lâfızlarını da birer birer söylemesi emrolundu. Ancak

r3981

"kad kaametissalah'" lafzını iki defa söylemekle emro-lundu."

İkamet kelimelerinin onyedi olmasına gelince, bu mevzuda da mezheb imamlarının
dayandıkları deliller ve çıkardıkları hükümler ayrı ayrıdır. Şöyle ki İmam Mâlik ve
Şatiî hazretlerine göre ikamette ezanın başında ve sonunda bulunan, tekbirler ikişer
kere, diğer cümleleri de birer kere okunur. Ancak Şafiî Hazretleri cümlesinin de iki
kere okunacağını söyleyerek İmam Mâlik'ten ayrılmıştır. Ancak eskiden o da İmam
Mâlik'in görüşündeydi.



Hanefîlere göre ise, ezanın başında bulunan tekbirler dört kere, bunun dışındaki
cümleler ise, ezanın sonundaki kelime-i tevhid hariç hepsi iki kere okunur. Tevhid ise
bir kere okunur. Toplamı onbeş cümledir. İkâmette ayrıca iki kere deniliir.
Ahmed b. Hanbel (r.a.) ise, ezan ve ikâmetteki rivayetlerin farklı oluşlarına bakarak
bunların hepsiyle amel etmenin caiz olduğunu ifâde etmiş, aralarında bir tercih
yapmamıştır. İmam Mâlik Hazretlerinin delili Medine-lilerin uygulaması ile ileride
zikredilecek 509 no'lu hadistir. Bu durumda ikâmet cümlelerinin sayısı ondur.
İmam Şafiî Hazretlerinin delili ise, 499 nolu Abdullah b. Zeyd hadisi ve Buhârî'nin
Hazret-i Enes'ten rivayet ettiği Tecrid'deki 559 no'lu hadis-i şeriftir. Aynı zamanda
Ömer b. el-Hattâb, Abdullah b. Ömer, Enes, Hasan el-Basrî, Zührî, Mekhûl, Evzaî,
Ahntıed, İshâk ve İbn Münzir de bu görüştedirler.

Hanefî ulemâsının ve Kûfelilerin delili ise, üzerinde durduğumuz 502 no'lu hadistir.
f3991

503. ...İbn Muhayrîz'in rivayet ettiğine göre Ebû Mahzûre (r.a.) şöyle demiştir:
"Resulullah (s.a.) bizzat kendisi bana ezanı (kelime kelime) öğretti ve (şöyle) buyurdu:
"(Ya Ebâ Mahzûre!) Ezan okumak için şöyle de:

Allah en büyüktür. Allah en büyüktür.

Allah en büyüktür. Allah en büyüktür.

Allah'tan başka ilâh olmadığına şahidlik ederim.

Allah'tan başka ilâh olmadığına şahidlik ederim.

Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahidlik ederim.

Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahidlik ederim.

Sonra (tekrar başa) dön ve sesini yükselt(erek okumana şöyle devam et):

Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şahidlik ederim.

Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şahidlik ederim.

Ben Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahidlik ederim.

Ben Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahidlik ederim.

Haydi namaza, haydi namaza.

Haydi kurtuluşa, haydi kurtuluşa

Allah en büyüktür, Allah en büyüktür.

r4001

Allah'dan başka ilah yoktur.
Açıklama

Bu hadis"i Şerifte geçen, önce şehâdetleri kısık sesle telâffuz ettikten sonra bîr de
yüksek sesle telâffuz ederek okuma şekline tercî denildiği 499 ve 500 no'lu hadislerde
zikredilmişti. Bu hadis-i şerif ezanda tercî yapmanın mendûb olduğunu söyleyen
Mâlikilerle sünnet olduğunu söyleyen Şafiî ve Hanbelî ulemâsı için bir delildir. Hanefî
ulemâsına göre ise, ezanda tercî' sünnet değildir. Mezhep imamlarının delilleri için bir
evvelki hadise müracaat edilmelidir. Hanefîler bu hadisteki tercî'i ezanla ilgiii değil de



yeni müslüman olan Ebû Mahzûre'nin ezanıöğrenmesiyle ilgili görmektedirler.

504. ...Abdülrnelikb. Ebî Mahzûre (babası) Ebû Mahzûre'yi (şöyle) derken, işittniştir:



Resûlullah (s. a.) bana ezanı harf harf öğretti. (O şudur:)
"Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür.
Allah'tan başka ilâh olmadığına şahidlik ederim. Allah'tan başka ilah olmadığına
şahidlik ederim.

Muhammed'in, Allah'ın elçisi olduğuna şahidlik ederim.
Muhammed'in, Allah'ın elçisi olduğuna şahidlik ederim.
Allah'tan başka ilah olmadığına şahidlik ederim.
Allah'tan başka ilah olmadığına şahidlik ederim.
Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahidlik ederim.
Muhammed'in Allanın elçisi olduğuna şahidlik ederim.
Haydi namaza, haydi namaza, haydi kurtuluşa, haydi kurtuluşa."
(Ravi İbrahim b. İsmail) der (ki: Ebû Mahzûre) sabahleyin "Namaz uykudan
r4021

hayırlıdır" derdi.
Açıklama

RasuM Ekrem'in Ebû Mahzûre' ye ezanı harf harf öğretme sinin anlamı kelime kelime
öğretmesidir. Yani cüz zikredilip kül kasd edilmiştir. Buna edebiyatta mecâz-ı mürsel
denir. 500 no'lu hadis-i şerife bakarak, dört mezheb imamı sabah ezanında "Namaz
uykudan hayırlıdır" cümlesini iki kere okumanın mendûb olduğu hükmüne varmış-
[403]

lardır.

505.. ..Ebû Mahzûre (r.a.)den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s. a.) kendisine ezanı
(şu lâfızları) söyleyerek öğretmiştir:

"Allah en büyüktyür. Allah en büyüktür. Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şahidlik
ederim. Ben Allah'dan başka ilah olmadığına şahidlik ederim."

Sonra (Nâfı b. Ömer) İbn Cüreyc'in Abdulaziz b. Abdulmelik' den rivayet ettiği
hadisin mânâsını ve o hâdisedeki ezanın benzerini zikretti.

Ebû Dâvûd dedi ki: Mâlik b. Dinar'ın hadisinde (şu rivayet vardır): İbn Ebî
Mahzûre'den, bana babasının Resûlullah' dan aldığı ezanından bahset, diye bir istekte
bulundum. (O da) sadece "Allah en büyüktür Allah en büyüktürl' diye cevab verdi.
Cafer b. Süleyman'ın İbn Ebî Mahzûre 'den, onun da amcası vasıtasıyla dedesinden
naklettiği hadis de böyledir. (Yani Mâlik hadisin-deki gibi tekbirin iki kere
okunduğunu ifade eder). Ancak Cafer'in rivayetinde (fazla olarak) "Sonra Allahü

[404]

ekber, Allahü ekber" (diye) tekrarlayarak sesini yükselt(ti)" ifâdesi vardır.
Açıklama

Üzerinde durduğumuz bu hadis-i şerif ile 503 numarada geçen ibn Cureyc hadisi lafız
ve mana itibariyle birbirine benzemektedir. Ancak îbn Cüreyc hadisinde ezanın
başında bulunan tekbir dört kere tekrarlanırken, üzerinde durduğumuz bu NafF b.
Ömer hadisinde ezanın başındaki tekbir iki kere tekrarlanmıştır Bunun dışındaki
lâfızlar her ikisinde de ikişer kere okunmuş ve ezanın sonundaki tevhîd bir kere okun-
muştur. Ayrıca her iki hadiste de tercî'in bulunması mânâ itibariyle aralarındaki



benzerliği teşkil eder.

Merhum müellif Ebû Davud'un ifâdesine göre, bu hadis-i şerifte ezanın başında
bulunan tekbîr iki kere tekrarlanıyor. Lâkin Darekutnî'nin muttasıl senedle rivayet
ettiği bu hadisin aslında Ebû Mahzûre'nin tekbiri iki kere okuduğu ifâdesi yoktur. Bu
hadisin sened ve metnini Darakutnî şu şekilde rivayet etmiştir: "Bize, Kadı Ebû Ömer
haber verdi, dedi ki; "bize Ali b. Abdilaziz söyledi" dedi ki , "Bize Müslim nakletti"
dedi ki "Bize Dâvûd b. Ebî Abdurrahman el-Kureşî anlattı" Dedi ki; "Bize Mâlik b.
Dinar şöyle dedi: Ezan okuduktan sonra Mescid-i Haram'm damında duran İbn Ebî
Mahzûre'nin yanma çıktım ve bana Resûl-i Ekrem'in öğrettiği ezanı, babanın nasıl
okuduğunu anlat" dedim. O da şöyle anlattı: "Ezana tekbirle başladı. Sonra birer kere:
derdi sonra döner: derdi."

Dârekutnî'nin bu rivayetine göre şehadetlerde ve hayye alelerde bir kere terci'
yapılmıştır. Lâkin Ebû Dâvûd bu rivayetinde tek kalmıştır.

Ca'fer b. Süleyman'ın rivayetinde ikisi kısık ikisi de yüksek sesle olmak üzere
tekbirlerin sayısı dört oluyor. Gerisi, Mâlik b. Dînâr hadisi gibidir.
Bu hadis-i şerifte geçen İbn Ebî Mahzûre'nin Bedr'de kâfir olarak ölen amcası Enîs,
vasıtasıyle yine kâfir olarak ölen dedesinden hadis rivayet etmesi izaha muhtaçtır.
Ayrıca bütün râviler ezanı Ebû Mahzûre'den rivayet ettiği halde burada Ebû
Mahzûre'nin babasından rivayet edilmiş olması da bu hadis-i şerifin izaha muhtaç
ikinci bir yönünü teşkil etmektedir. Bu konuda Menhel sahibinin izahı şöyledir: İbn
Ebî Mahzûre'den maksat Abdul-melik'tir. Abdulmelik bu hadisi babası Ebû
Mahzûre'den vasıtasız olarak almıştır.

İkinci bir izah tarzı da şudur: İbn Ebî Mahzûre'den maksat Abdulaziz b. Abdilmelik b.
Ebî Mahzûre'dir. Abdulaziz bu hadisi Abdullah b. Ma-hayrız'den rivayet etmiştir. Her
ne kadar Abdullah b. Muhayrîz Abdulaziz'in gerçek amcası değilse de Ebû
Mahzûre'nin evinde yetim olarak büyüdüğü için mecazen Abdulaziz'in amcası
hükmündedir. Abdullah da Ebû Mahzûre'den rivayet etmiştir.

Bu hadis-i şerifte görüldüğü gibi ezanda baştaki tekbirin terci' ile iki kere okunduğu

ifade edilmektedir. Bunun yanında yine bazı sağlam hadislerde ise, bu tekbirin yüksek

sesle dört kere tekrarlandığı ifade edilmektedir. Bütün bu rivayetleri göz önünde

bulunduran bazı hadis âlimleri bu şekillerin hepsine göre ezan okumanın caiz olacağı

kanaatine varmışlardır ki, Ah-med b. Hanbel'in mezhebi de budur.

Diğer mezheb imamlarının görüşleri ise, 502 no'lu hadis-i şerifin izahında geçmiştir.

L4Q5]

28. Namazın Geçirdiği Değişiklikler

506. ...Amr b. Murre, "İbn Ebî Leylâ'yı (şöyle derken) işittim" demiştir:

Namaz üç kere değişiklik geçirmiştir. Sahâbe(-i kiram efendilerimiz bize (şunları)

naklettiler:

Resûlullah (s. a.) buyurdu (ki); "(Bütün) müslumanlarm yahut müzminlerin namazının
tek (cemaatte kılınmış) olması beni memnun eder. Hatta bütün evlere namaz vakit(inin
girdiği)ni ilân edecek adamlar göndermeyi (bile) düşündüm. Ve hatta (bazı) kişilere
damların üzerine dikilip namaz vakti(nin girdiği)ni ilân etmelerini emretmeyi kalbim-
den geçirdim." Hatta (neredeyse bu maksatla) çan çalacaklardı. (İbn Ebî Leylâ) der ki:
Ensârdan bir adam geliverdi:



Ya Resûlallah (s. a.) seni tasalı olarak gördüğümden dolayı eve döndüğümde
(rü'yamda) üzerinde sanki iki yeşil elbise bulunan bir adam gördüm mescidin üzerine
dikilip ezan okudu, sonra birazcık oturup (tekrar) ayağa kalktı, aynı şeyleri söyledi.
Ancak (bu defa fazladan olarak) namaz başladı diyordu. Eğer insanlar(m bu
yalancıdır) demeleri (korkusu) olmasaydı" muhakkak ki ben uykuda dçğildim,
uyanıktım derdim dedi.

(İbn Müsennâ (bu cümleyi); "sizin "bu yalancıdır" demeniz korkusu

olmasaydı" (şeklinde rivayet etmiştir) Resûlullah (s. a.) buyurdu ki;

"Vallahi Allah (c.c.) Sana hayrı göstermiştir". (Bu cümleyi) İbn Müsennâ rivayet

etmiştir. (Diğer râvi) Amr ise, mevzuu bahs (etmemiştir) Resûlullah, "Bilâl'e öğret

ezan okusun" buyurdu. (Yine İbn Ebî Leylâ) der ki: "Ömer onun gördüğünün

benzerini ben de gördüm lâkin (haber vermekte) geciktiğim için (söylemeye) utandım"

dedi.

Sahâbe(-i Kiram efendi)lerimiz(in) bize haber verdiğine göre (önceleri) bir adam
(cemaate) geldiği zaman (namazın imamla kaç rekatinin kılındığım) sorardı ve
kendisine namazdan (kaç rekate) geç kaldığı haber verilirdi. Resûiullah ile beraber
namaz kılan cemaat(m kimisi) kıyamda, (kimisi) rükûda, (kimisi) oturuşta, (kimisi de)
Resûlullah (s. a.) ile aynı halde olurdu.

İbnu'l-Müsennâ, dedi ki; Amr "Bana bunu (bu rivayeti) bir de Husayn İbn Ebî
Leylâ'dan nakletti" demiştir. (Derken bir gün) Muaz (cemaate) çıkageldi ve (-Şu'be der
ki, ben bunu bir de Hüsayn'den dinlemiştim-) Muaz'm, "Ben Resulullah'ı (namazda)
hangi halde gö rürsem... (diye başlayan)", Resûlullah'm "siz de böyle yapınız" de-
mesine kadar devam eden sözünü nakletti.

Ebû Dâvûd dedi ki: Sonra Amr b. Merzûk hadisine dönüyorum (bu rivayette) İbn Ebi
Leylâ diyor ki:

(Bir gün) Muâz (cemaate) geldi, -daha önce cemaatle kaç rekât namazın kılınmış
olduğunu- kendisine işaret ettiler. (Şu'be der ki, ben bunu bir de Husayn'dan
dinlemiştim.) (İbn Ebî Leylâ rivayetine devamla) dedi ki: Muâz (r.a.);
"Ben O'nu (Resulüllahı) hangi halde görürsem göreyim o haline uyarım" dedi.
Resûlullah da (s. a) buyurdu ki: "Muâz sizin için bir yol açtı, siz de böyle yapınız."
Sahâbe(lerimiz)in bize naklettiğine göre: Resûlullah Medine'ye gelince müslümanlara
(her ay) üç gün oruç tutmayı emretti. Sonra Ramazanın (orucuyla ilgili âyet-i kerime)
indirildi. (Medine'li müslümanlar) oruca alışmamış bir toplum idiler, oruç onlara çok
zor geliyordu. (Bu yüzden) oruç tutamayan kimse (tutamadığı gün için) bir fakiri
doyuruyordu. Sonra "Sîz mü'minlerden her kim bu (mübarek) ayda hazır bulunursa

T4061

(veya bu mübarek aya şahid olursa) bunda oruç tutsun " âyeti nazil olunca oruç
tutma ruhsatı sadece müsâfir ve hastalar için (geçerli) oldu. (Bunun dışındakiler) oruç
tutmakla emrolundular.

İbn Ebî Leylâ der ki; (Bazı) sahabelerimiz (r.a.) bize rivayet etti ki; (başlangıçta) bir
kimse iftar zamanına erişir de yemek yemeden önce uyuyakahrsa bir daha yiyemez,
oruçlu halde sabahlardı.

(Yine bir sahabe şöyle) dedi: Ömer (r.a.) (eve) gelip karısım(n yatağına gelmesini)
istedi. O da; (ben yemek yemeden) uyudum, dedi. Ömer karısının bahane
uydurduğunu zannederek kendisine yaklaştı. (Bir de) ensârdan bir adam (evine) geldi
(iftar vakti) yemek istedi (ev halkı) "sana birşey ısıtana kadar (bekle)" decjiler, o da
(yemeden) uyu-yakaldı. Bunun üzerine Resûlullah'a şu âyet-i kerime indi: "Oruç ge-



T4071

cesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helâl kılındı."
Açıklama

Bu hadis-i şerifte, namaz ve orucun son şeklini almadan üç kere değişikliğe

r4081

uğradıkları ifâde edilmektedir.
Namazın Geçirdiği Değişiklikler:

1. Ezan meşru kılınmadan önce namaz vaktinin girdiğini, "namaz , namaz!"
nidalarıyla birbirlerine haber verirlerdi. Resûlullah (s. a.) bazı kimselerin evlerin
damlan üstüne çıkarak namaz vaktinin girdiğini yüksek sesle ilân etmelerini, bütün
mü'minlerin namazlarını bir cemaatle kılmaları için bir çâre olarak düşündüğü gibi,
namaz vaktinin bir çan çalınarak ilân edilmesini bile emretmeyi tasarlamıştı. Derken
ensârdan Abdullah b. Zeyd ve Muhacirlerden Hz. Ömer (r.a.) sözü geçen rü'yayı
sâdıkayı görmüşler, bundan sonra da ezan meşru kılınmıştır.

2. Bir kimse cemaatle namaz kılmak için mescide geldiğinde cemaat Resûlullah ile
beraber namazın bir kısmım kılmış idiyse sonradan gelen kimse daha önce kaç rekat
kılınmış olduğunu sorardı, onlar da şayet namazda iseler, işaretle daha iftitah tekbiri
almamışlarsa sözle cevap verirlerdi. Çünkü halk Resûlullah'm arkasında namaz
kılarlarken kıldıkları rekâtların farklı olması dolayısıyla, kimisi rükûda kimisi kıyamda
kimisi kuudda bulunurdu. Bir kısmı da, Resûlullah A a uymuş vaziyette namaz kılardı.
Buna göre, mescide sonradan gelenler kaç rekatı kaçırdıklarını öğrenirler, önce bunu
ya Resûl-i Ekrem'le beraber namaz kılanların safına katılarak veya safın dışında ka-
larak kılarlar, ondan sonra Resul-i Ekrem'e uyarlardı. Bu bakımdan dışardan gelen bir
kimse camideki cemaatin kimisini kıyamda, kimisini de rükûda bulur ve kaç rekâtı
kaçırdığım onlara sorardı. Yukarıdaki izahta beyan edildiği şekilde cevap verirlerdi.
Cemaatle namazlar bu şekilde kılınırken, bir gün Muâz (r.a.) gecikmişti. Mescide
girdiğinde, cemaatin Resûl-i Ekrem'in arkasında namazın ayrı ayrı rükünlerini edâ
etmekte olduğunu görmüş ve kendisine namazın kaç rekâtını kaçırdığı haber
verilmişse de o bu işaretlere değer vermemiş "Ben Resul-i Ekrem'i (s. a.) hangi halde
bulursam, mutlaka, o anda O'na uyarım" demiş ve Resûl-i Ekrem'e uymuştur. Resûl-i
Ekrem de bu davranış ve ifâdeyi tasvib ederek, memnuniyetini izhar etmiş, "Muâz
sizin için çok güzel bir yol açmıştır. Artık siz de onun gibi hareket edin" buyurmuştur.
Yukarıda görüldüğü gibi, Muâz (r.a.) hazretlerinin mescide gelmesi ve Resûl-i
Ekrem'e (s. a.) hemen uyması açıklanırken, birden bire (Şu'be der ki) diye başlayan
hadisin senediyle ilgili bir cümle araya giriyor. İşte söz esnasında bir parantez
içerisine alınacak şekilde, araya sıkıştırılan böyle cümlelere cümle-i mu-tarıza denir.
Ayrıca metinde bu hadisin râvilerinden Amr b. Murre'nin bu hadisi bir kere doğrudan
doğruya İbn Ebî Leylâ'dan, bir kere de Husayn vasıtasıyla İbn Ebi Leylâ'dan aldığına
işaret edilmiştir.

Yine aynı şekilde bu hadisin diğer r"-isi Şu'be'nin de bu hadisi bir kere Amr b.
Murre'den, bir kere de Husayn' dan duyduğuna müellif Ebû Dâvûd işaret etmiştir. Ve
nihayet Ebû Dâvud hadisin, Muâz'm (r.a.) davranışını ayrıntılarıyla ifâde eden, Amr b.
Merzûk'un Husayn'dan ve Şu'be'nin de yine Husayn' dan rivayet ettiği şeklini ele alarak



bunların farklı taraflarına işaret etmiştir.

Resûl-i Ekrem (s.a.)'in Muâz (r.a.) hazretlerinin davranışını tasvib ve takrir etmesiyle
namazın ikinci dönemi de tamamlanmış oldu. Artık bundan sonra müsiümanlar
cemaate geç kaldıklarında imamı namazın hangi rüknünde bulurlarsa hemen ona
uyuyorlar, imam namazı bitirip selâmı verince de yetişemediklerini tamamjiyorlardı.
3. Namazın uğradığı üçüncü değişiklik de kıble ile ilgilidir. Ancak bu meseleye
üzerinde durduğumuz bu hadis-i şerifte temas edilmemiştir. Bu husus Ahmed b
HanbeFin Müsned'inde, el-Mes'ûdî, Amr b. Mürre, Abdurrah-man b. Ebî Leylâ ve
Muâz senediyle gelen hadis-i şerifte nakledilmektedir. Buna göre müsiümanlar,
Medine-i Münevverede 18 ay, Beyt-i Makdîs'e (Kudüs'e) doğru namaz kılmışlardır.
Sonra âyet-i kerimesinin inmesiyle, Kâbe-i Muazzama mü'minlerin kıblesi haline

T4091

getirilince, namazla ilgili üçüncü değişiklik de gerçekleştirilmiştir.
Oruç İle İlgili Hükümlerdeki Değişmeler

Oruç da namaz gibi üç kere değişikliğe uğramıştır:

1. Resul-i Ekrem (s.a.)'m her ay üç gün oruç tutmak âdet-i seniyyeleri idi. Medine-i
Münevvere'yi teşrif ettiği zaman mü'minlere de bu orucu ve aşure orucunu tutmayı
emretmişti. İşte müslümanlarm ilk oruçları bundan ibaretti.

2. Sûre-i Bakara'nm 185. âyet-i kerimesinin inmesiyle bütün müslüman-larm ramazan
orucunu tutmaları emredildi. Ancak emredümekle beraber oruca tahammül edemeyen
kimselere de tutamadıkları her gün için bir fakir doyurmalarına da izin veriidi. Yani
müsiümanlar oruç tutmakla fidye vermek arasında muhayyer bırakıldılar. Bu da
orucun ikinci dönemini teşkil etmektedir.

3. Başlangıçta müsiümanlar iftar vaktinden sonra uyudular mı bir daha uyandıktan
sonra yemek yiyemez, su içemez, orucu bozacak bir davranışta bulunamazlardı.
Nihayet hadiste anlatıldığı gibi Hz. Ömer'in ve ensardan bir kimsenin başlarına gelen

mm

hâdiseler üzerine "Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helâl kılındı" âyet-
i kerimesi nazil oldu. Artık bundan sonra müslü-manlarm daha önceki sünnete istinad
eden uygulamaları neshedildi. Ramazan geceleri mü'minlerin iftar vaktinden itibaren,
şafak sökünceye, tan yeri ağarmcaya kadar yiyip içmelerine ve ailelerine
yaklaşmalarına izin verildi. "Sizden her kim bu ayda şuhudda (yani hazarda) ise onu

' L4JLL1

tutsun." ây etiyle de daha evvelki oruç tutmakla fidye vermek arasındaki
muhayyerlik kaldırılmıştır. Her müslümanm mutlak surette oruç tutması

1412]

emrolunmuştur. Hasta ve misafirlere sonradan tutmaları şartı ile izin verilmiştir.
Bazı Hükümler

1. Bir toplumun reisi durumunda bulunan kimse o toplumun dini ve dünyevi
menfaatlerini gözetmen ve onların hayrına olacak tedbirler almalıdır.

2. Bir kimsenin toplum için faydalı ve ehemmiyetli gördüğü bir işi başka durumda
bulunan kimseye haber vermesi müstehabtır.

3. Ezan ve ikâmet meşrudur.



4. Namaz son şeklini alıncaya kadar bazı değişikliklere uğramıştır. Bazı dinî
hükümlerin böyle değişikliğe uğramasmdaki en büyük hikmet, mü'minin münafıktan
ayrılmasıdır. Çünkü böyle dinî hükümlerin her değişikliğe uğramasında yeni hükme,
mü'minler taptaze bir imanla sarılırlarken imanlarının tazelenip, yeniden kuvvet
bulduğunu hissederlerken, münafıkların da kalbinde küfür ve şekavet duygulan
kabarır. Neticede küfürlerini dışarı vururlardı.

5. Oruç da bir takım değişikliklere uğramıştır. Ancak orucun değişikliğe
uğramasmdaki hikmet, mü'minlerin oruca alışmalarında kolaylık sağlamak, zorluğu

£4131

kaldırmak hikmeti olsa gerekir. Doğrusunu Cenab-ı Allah bilir.

507. ...Muâz b. Cebel (r.a.)'den demiştir ki; Namaz ve oruç üç kere değişikliğe
uğramıştır. Nasr (b. el-Muhâcir bu değişikliklerle ilgili) hadisin tamamım nakletmiştir.
Ibnü'l-Müsennâ (bu hadisin) sadece (Müslümanların) Beyt-i Makdis'e doğru namaz
kılmaları (ile ilgili) kısmını nakletmiştir. (İbnu'l-Müsennâ) der ki; (Namazm
değişmesiyle ilgili) üçüncü hal (şöyle olmuştur), Resûlullah (s. a.) Medine'ye geldi ve
on üç ay Beyt-i Makdis'e doğru namaz kıldı. Sonra Allah azze ve celle şu âyeti indirdi:
"Hakîkaten yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz. Artık (müsterih ol), seni
hoşnud olacağın bir kıbleye döndüreceğiz. Haydi yüzünü Mescid-i Harama doğru
çevir. Siz de (ey mü'minler) nerede bulunursanız bulunun, yüzünüzü ona doğru
1414]

çeviriniz."

(Bu âyet-i kerimeyle) Allah azze ve celle Resulünü Ka'be'ye yöneltti. (İbnu'l-
Müsennâ'nm) hadisi (burada) sona erdi. Nasr (b. Muhacir) de (rivayetinde) Rü'ya
sahibinin ismini açıklayarak şöyle dedi:

"Ensârdan bir kimse (olan) Abdullah b. Zeyd geldi. Kıbleye yöneldi ve: Allah en
büyüktür. Allah en büyüktür. Allah'dan başka ilâh olmadığına şahidlik ederim.
Allah'dan başka ilâh olmadığına şâhid-lik ederim. Muhammed'in Allah'ın elçisi
olduğuna şahidlik ederjm. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahidlik ederim. İki
defa da: Haydi namaza, iki defa : Haydi kurtuluşa. Allah en büyüktür. Allah en
büyüktür. Allah'tan başka ilâh yoktur" dedi. Sonra biraz durdu ve ayağa kalktı, aynı
sözleri (yine) söyledi. (Abdullah b. Zeyd) der ki: Ancak (bu defa rü'yamda gördüğüm
kişi) haydi kurtuluşa dedikten sonra namaz başladı namaz başladı, (sözlerini) ilâve
etti. (Muâz) der ki: Resûlullah (s. a.) (Abdullah'a hitaben); "bunu Bilâl'e öğret"
buyurdu. Bilâl de bu kelimelerle ezan okudu. Nasr (b. el-Muhâcir riva-yetinde)oruç
konusunda da şunları söyledi:

Resûlulla (s. a.) her ayın üç gününde ve bir de Aşure gününde oruç tutardı. Sonra
Allahu Teala:

"Üzerlerinize oruç yazıldı. Nitekim sizden evvelkilere de yazılmıştır"

14151

(ayet-i kerimesini) "Miskin doyumu fidye" (sözlerine) kadar indirdi. Artık oruç
tutmak isteyen tutuyor, oruç yemek isteyen de her gün (için) bir fakir doyuruyordu. Bu
doyurma orucun yerini tutuyordu, işte bu (oruçta bir) değişikliktir. Sonra da Allah
azze ve celle: "Ramazan ayı ki insanları (irşâd için), hak fürkfinı, hidayet delili
feeyyineler halinde Kur'-ân onda indirildi" âyetini indirdi. Oruç bu aya erişen herkese
farz oldu. Yolcular için (yolculuk esnasında orucu yeyip sonra) kaza etmeleri, oruca
güçleri yetmeyen ihtiyar kadın ve erkekler için de (fakir) doyurmaları izni baki kaldı.



(Derken bir gün) Sırma b. Kays bütün gün çalışmış (olarak evine) geldi..." ve (Nasr,

[4161

orucun geçirdiği devrelerle ilgili olan bu) hadisi (sonuna kadar) nakletti.
Açıklama

Bu hadis-i şerifin ravileri olan İbnu'l-Müsennâ ve Nasr b. el-Muhacir, Mes'ûdi'ye
dayanan rivayetlerinde namaz ve orucun geçirdiği değişikliklere kısaca temas ettiler.
Ancak birinci ravi İbnu'l-Müsennâ, namazla ilgili değişikliklerin sadece üçüncüsüne
ait ayrıntılı bilgi vermişse de oruçla ilgili değişikliklerin ayrıntılarına girmemiştir.
İkinci râvi Nasr'm rivayet ettiği bu konuya ilişkin uzunca hadiste bu değişiklikler
bütün ayrıntılarıyla dile getirilmişse de müellif Ebû Dâvûd bu hadisin namazla ilgili
kısımlarını hiç nakletmemiş sadece oruçla ilgili değişikliklerin üçüncü kısmını
nakletmiştir.

Amr b. Merzûk'un Şu'be'den ve İbnu'l-Müsennâ'nm Muhammed b. Ca'fer vasıtasıyla
yine Şu'be'den rivayet ettiği hadiste ise, orucun geçirdiği değişiklikler uzun uzadıya
anlatılmış fakat orucun ikinci ve üçüncü değişiklikleri birbirinden net bir şekilde
ayrılmamış namazın da sadece iki halinden söz edilmiştir.

Üzerinde durduğumuz bu hadiste İbnu'l-Müsennâ namazın üçüncü şeklini alışım şöyle
anlatıyor:

"Müslümanlar Beyt-i Makdis'e doğru onüç ay namaz kıldılar. Nihayet Cenab-ı Hak

14171

âyet-i kerimesini indirdi."

İbnu'I-Musennâ'nm rivayeti de burada sona eriyor. Ancak biz bütün bu rivayetleri
gözönünde bulundurarak namaz ve orucun geçirdiği değişiklikleri üç dönemde sırayla
ve tamamıyle, bundan önce geçen hadisin izahında açıkladık. Oraya müracaat
edilmelidir.

İbnu'l-Müsennâ her ne kadar mü'minlerin Beyt-i Makdis'e doğru namaz kıldıklarını
rivayet etmişse de, Sahih-i Buhârî'de bu müddetin 16 veya 17 ay olduğu yer alıyor.
Sahih-i Müslim ve Nesâî'de bu müddetin 16 ay olduğu kesinlikle ifâde ediliyor.
İmam Nevevî, Müslim Şerhi'nde, Hafız İbn Hacer de Fethü'l-Bârî'de bu rivayeti tercih
etmişlerdir. Hafız İbn Hacer bu müddetin onüç ay olduğunu ifade eden rivayetin de on
ay, on iki ay, 18 ay, 19 ay, iki sene olduğunu ifâde eden rivayetler gibi şâzz olduğunu,
çünkü bu rivayetlerin hepsinin zayıf olduğunu söylemiştir.

Rivayetlere bakılırsa bu müddetin on altı veya on yedi ay olduğu ihtimali üzerinde
durmak lâzım.

Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre, Resûlullah (s. a.) Mekke'de iken Kabe'yi karşısına
alarak Beyt-i Makdis'e doğru namaz kılardı. Taberî'nin rivayetine göre ise, "Medine'ye
hicret ettikten' sonra da yine Beyt-i Makdis'e doğru namaz kılmaya devam etti. Çünkü
Medine'lilerin ekserisi Yahudi olduğundan onların gönüllerini İslama çevirmek için
Cenab-ı Allah böyle emretmişti. Hakikaten Yahudiler bundan memnun oldular. Resûl-
i Ekrem 1 7 ay böyle devam etti. Fakat gönlü Hz. İbrahim'in kıblesi olan Kâbe-i Muaz-
zama'ya yönelmek istiyordu. Derken el-Bakara Sûresi'nin 144. âyeti olan âyet-i
celilesi nazil oldu. Demek ki bazı râviler on altı aylık müddeti, geçen günleri de hesap
ederek 17 ay demişler, bazıları da bu 16 ay'ı tecâvüz eden günleri hesaba katmayarak,
yuvarlak bir hesapla 16 ay demişlerdir. Müslümanlar artık namazlarını Kabe'ye doğru
kılmaya başlayınca Huyey b. Ahtab gibi bazı Yahudiler; "Eğer şimdiye kadar doğru



bir yol üzerinde idiyseler şimdi bunu niçin terkediyor-lar da sapık yollara gidiyorlar?
Yok eğer şimdiye kadar uygulamaları yanlış idiyse, kıldıkları namazlar ne olacak?"
demeye başladılar. Müslümanlar bu sözlerden müteessir olarak Resul-i Ekrem'e
müracaat ettiler. Bunun üzerine önce "De ki: Doğu da Allah'ındır batı da..." ve sonra
"Allah sizin imanınızı (amellerinizi)boşa çıkaracak değildir" âyet-i kerimeleri nazil
oldu; Kabe-i Muazzama müslümanlarm kıblesi hâiine geldi.

Yine bu hadis-i şerifte orucun da üç kere değişikliğe uğradığı ifâde edilmektedir ki, bu

[418]

değişikliklerle ilgili açıklama bundan Önceki hadisin izahında geçmiştir.
Bazı Hükümler

1. Asr-ı Saadette namaz ve oruç. mütekâmil hale gelinceye kadar çeşitli uygulama
merhalelerinden geçmiştir.

2. İbâdetler son şeklini almadan, -alıştırmak vb. hikmetlere mebni olarak-tedricî bir
uygulama yapılmıştır.

3. Bir hüküm başka bir hükümle nesh edilebilir.

4. Oruç ibâdeti bütün semavî dinlerde farzdır.

5. Her ay üç gün oruç tutmak ve aşure günü oruçlu olmak sünnettir.

6. Yolcu ve hasta olan ramazanda oruç tutmayıp daha sonra kaza edebilir.

[419]

7. Oruç tutamayacak kadar yaşlı erkek ve kadın oruç tutmayıp fidye verebilir.
29. İkâmet İle İlgili Hadisler

508. ...Enes (r.a.)den, demiştir ki; "Bilâl'e ezanı çift, ikâmeti tek okuması emredildi".
Hammâd (Simâk b. Atiyye'den rivayet ettiği) hadisine, ancak : "kad kametis-salât"

r4201

lafızları müstesnadır (bunlar ikişer defa söylenir), sözünü ilâve etmiştir.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte geçen "emrolundu" kelimesinden hareketle emir verenin kim
olduğu hakkında farklı,görüşler ileri sürülmüştür. Bu hususta Ebâ Dâvûd şârihi
Hattâbî şunları söylemektedir: "Dinde emr evvelâ Allah'a ve Resulüne isnâd edilir. Bu
bakımdan burada Hz. Bilâl*e emir verenin Resûl-i Ekrem olduğunu kabul etmek
gerekir. Bazı ilim adamlarının Bilâl'e bu emri veren kimsenin Ebû Bekir veya Ömer
olabileceği ihtimali üzerinde durmaları büyük bir hatadır. Çünkü Bilâl (r.a.)
Resûlullah'm irtihâlinden sonra Medine'yi terk etmiş Şam'a gitmiştir. Müezzinlik
görevini de Sa'd'a devretmiştir."

Ayrıca bu hadis-i şerif,ezan' kelimelerinin kişer ikişer, ikâmet kelimelerinin de birer
birer okunacağını söyleyen İmam-ı Şafiî ile İmam Ahmed b. Han-bel'in delilidir.
Diğer mezheplerin ezan ve ikametle ilgili görüş ve delilleri 502. hadis-i şerifin
açıklamasında geçmiştir. Gerçekte ikamet kelimelerinin de ezan kelimeleri gibi ikişer
ikişer okunacağına dair bir çok hadisler vardır.

Nitekim, Ebû Av A ne'nin SahîlTinde rivayet ettiği Şa'bî hadisi TirmizT-nin el-
Câmiînde rivayet ettiği Ebû Mahzûre hadisi ve Tahâvî'nin rivayet ettiği Seleme b. el-



Ekva' hadisi ikâmet cümlelerinin ikişer ikişer okunacağını ifâde etmektedirler. Hatta
Hanefî uleması Ebû Mahzûre hadisinin üzerinde durduğumuz Enes hadisini
neshettiğini söylemişlerse de aksi görüşte olan ulemâ buna itiraz etmişlerdir.
Ezanın çift, ikâmetin ise tek okunmasını, müslümanlarm ikisini karıştırmadan kolayca
ayırabilmelerini sağlama hikmetine bağlamak isteyen Şafiî âlimi Hattâbî'yi, Hanefî
ulemasından Aynî merhum ağır bir dille tenkid etmiş, ezan dışarıda vaktin girdiğini
ilân etmek için okunur, ikâmet ise, cami içinde namaza başlandığını bildirmek için
okunur, bunların karışması hiç bir zaman söz konusu değilken, Hattâbî'nin bu görüşü
nasıl ortaya attığını hayretle karşıladığını ifade etmiştir.

Zeylaî merhum, Tebyinu'I-hakâîk'te ikâmetin aslında bütün cümlelerin ikişer ikişer
okunduğu halde Emevîlerin bunu değiştirerek bu cümleleri ilk defa birer kere

[42U

okuduklarını söylemektedir, (bk. Bezlu'l-mechûd, IV, 59)

509. ...Humeyd b. Mes'ade İsmail'den, O da Hâlid el-Hazzâî'den, o da Ebî Kılâbe
vasıtasıyla Enes'den (508 nolu Vüheyb hadisinin), benzerini nakletmiştir.

İsmâîl der ki; "Ben bu hadisi Eyyûb'e naklettim, o da ancak ikâmet "kad kameti's-

[422]

salât" kelimesi müstesnadır. (Bu cümle iki defa söylenir)" diye cevap verdi.
Açıklama

Bu hadis-i şerifte geçen, Eyyûb'un "Kad kameti's-salah lafizları bundan müstesnadır"
sözünün, Eyyûb'un kendi sözü olup Peygamberimize ulaşan bir hadis olmadığım kabul
edenler, ikâmet ederken "kad kameti's-salâh" cümlesinin bir kere okunacağı
görüşündedirler. Bunlar İmam Şafiî, İmam Ahmed ve İmam Mâlik hazretleridir. Fakat
bu, "ancak kad kameti's-salah lafızları bundan müstesnadır" sözünün Eyyûb'a ait bir
söz olup hadis olmadığı görüşü yanlıştır. Zira bu ifâde pek çok merfû hadislerde
geçmektedir. Nitekim Abdurrezzak da, Ma'mer vasıtasıyla bu hadisi Eyyûb'dan açık
ifadelerle nakletmişti. Aynı şekilde aynı hadisi Ebû Avâne Sahîh'inde, es-
Serrâc,Müsned'inde rivayet etmişlerdir. Hadis usûlünde bilinen bir kaidedir ki, bir
haberde geçen ifâde,aksine bir delil bulunmadıkça o haberden sayılır.
Bu ifadenin hadisin aslından olduğunu kabul edenler de "kad kaameti's-salâh"
kelimesinin iki kere okunacağı görüşündedirler ki, bu görüş aynı zamanda Hanefîlerin
1423]

görüşüdür.

510. ...İbn Ömer (r.a.)den, demiştir ki:

"Resûlullah (s. a.) zamanında ezan ikişer ikişer, ikâmet ise, birer birer okunurdu. Fakat
(müezzin) iki kere, kad kaameti's-salâh, Kad kaameti's-salâh derdi. Biz ikâmeti

T4241

duyunca abdest alır, sonra camiye giderdik."

[425]

Şu'be der ki; Ebû Cafer'den, bu hadisten başka (bir hadis) işitmedim.



Açıklama



Bu hadis-i şerifte ezanın bütün cümlelerinin çift okunduğu ifade ediliyorsa da, ezanın
sonunda bulunan kelime-i tevhîd bundan müstesnadır. Çünkü bu cümlenin bir kere
okunacağına dair pek çok sahih ve merfu hadis vardır. Nitekim daha önce tercemesini
ve açıklamasını yaptığımız 502 ve 503 no.lu hadis-i şerifler de bu hususu açıkça ifade
etmektedirler. Ayrıca bu cümlelerin bir kere okunacağı hususunda mezhep imamları
görüş birliği içindedirler.

Yine aynı hadisler ezanın başında bulunan tekbirlerin dört kere okunacağını ifade

etmektedirler. Ancak bu mevzuda gelen hadisler arasında sübût ve delâlet yönünden

farklılıklar bulunduğundan mezheb imamlarının görüşleri de birbirinden farklıdır ki,

lüzumlu açıklamalar işaret ettiğimiz hadislerin şerhinde geçmiştir.

Ayrıca bu hadiste ezanda Şafüler ve Malikîlerce benimsenen tercî'den

bahsedilmemekte ve ezanda tercF yoktur diyen Hanefîlerin görüşü için bir delil

bulunmaktadır.

İkâmet edilirken cümlesinin iki kere tekrarlanacağı görüşünde Mâlikîler'in dışında

mezheb imamları arasında görüş birliği vardır.

Şâfıîler ve Hanbelîlerce ittifakla kabul edilen ikametin metni şöyledir:

Hanefîler ise başta bulunan tekbirleri dört kere; sonda bulunan kelime-i tevhidi bir

kere; geri kalan cümleleri de ikişer kere okurlar.

Mâlîkilerse, başta ve sonda bulunan tekbirleri ikişer, bunun dışında kalan bütün

14261

cümleleri de birer kere okurlar.

511. ...Muhammed b. Yahya b. Fâris, Ebû Amir yani el-Akadî'den, o da Abdülmelik b.
Amr'.dan, o da Şu'be'den, o da el-Uryan mescidinin müezzini Ebû Ca'fer'den, o da el-
Ekber mescidinin müezzini Ebu'l-Müsennâ'dan o da, "İbn Ömer'den işittim" diyerek

r4271

(510 numaralı) hadisi nakletmiş(ler)dir.
Açıklama

Muhammed b. Yahya bir evvelki Muhammed b. Beşşâr'm rivâyet ettiği hadisi sırasıyla
verdiğimiz senede dayanarak rivayet etmiştir. Hadis-i şerifte geçen Akad, Yemen'de
veya Becîle'de bulunan bir kabiledir. Üryan mescidi Nesâî'nin de rivâyet ettiği gibi
Kûfe'de bir mesciddir. Mescidi'l-Ekber kelimesinin aslı, "Mescidu'l-Câmii'l-Ekber"dir.

T4281

Nesâî'nin bir rivayetinde bu kelime "Mescidü'l-Câmi" diye geçmektedir.
30. Bir Kişinin Ezan Okuyup Başkasının Kamet Getirmesi

512. ...Muhammed b. Abdillah, amcası Abdullah b. Zeyd'den, naklederek dedi ki:
Nebi (s. a.) (namaz vaktinin girdiğini) ilân için bir şeyler yapmak istemiş (ama)
bunlardan hiç birini yapmamıştı. (Sonra) Abdullah b. Zeyd'e (rü'yasmda) ezan
gösterildi. (O da) Peygamber (s.a.)'e gelip gördüğünü haber verdi. Resûlullah (s. a.)
"Onu BUâl'e öğret" buyurdu, Zeyd de Bilâl'e öğretti. Bunun üzerine Bilâl ezanı okudu.
(Bilâl -radiyellahü anh- ezanı okuyunca) Abdullah, "Onu (rüyada) ben gördüm ve ben

r4291

okumak istiyordum" dedi. Resûlullah (s. a.) de, "Sen de ikâmet et" buyurdu.



Açıklama



Bu hadis-i şerifte ezanı bir kimsenin ikâmeti de diğer bir kimsenin okumasının caiz
olduğu ifade ediliyor. Ancak biraz sonra gelecek olan 514 numaralı hadiste ikâmet
etmenin ezam okuyanın hakkı olduğu ifâde edildiğinden bu iki rivayetin hangisine
uymanın daha faziletli olduğu mevzuunda mezhep imamları arasında görüş ayrılıkları
doğmuştur. Bu ihtilâfları şu şekilde özetleyebiliriz:

1. İmam Mâlik ile Hicazlılarm ve Kûfelilerin ekserisi ve Ebû Sevr, ikâmeti ezanı
okuyan kimsenin yapmasıyla diğer bir kimsenin yapması arasında bir fark
görmemişlerdir. Bu hususta üzerinde durduğumuz Abdullah b. Zeyd hadisini delil
getirmişlerdir. Hanefılerin de görüşü budur.

2. Hanbelî ve Şafiî ulemâsına göre ise, ikâmet etmek öncelikle ezanı okuyanın
hakkıdır. Bunlar 514 numaralı hadis-i şerifi delil getirirler ve; "Abdullah b. Zeyd
hadisi gerek metin ve gerekse sened bakımından ihtilaflıdır. Bizim dayandığımız
Ziyad b. Haris hadis-i şerifi ise daha kuvvetlidir. Hem de Abdullah b. Zeyd (r.a.)'m
rivayet ettiği hadiste anlatılan uygulama İslâm'ın ilk yıllarına ait bir uyguiama idi.
Halbuki bizim delilimiz olan Ziyâd b. Haris hadisi ise daha sonraki uygulamalarla
ilgilidir. Sonraki uygulamalara sarılmak ise, daha isabetli bir harekettir" derler.

3. Hanefî ulemasına göre ise3eğer ezanı okuyan kimse razı olursa ikâmeti başkasının
yapmasında bir sakınca yoktur. Şayet razı olmuyorsa o zaman gönlünün kırılması söz
konusu olacağından mekruh olur Çünkü bir müslümanm gönlünü kırmak mekruhtur.

14301

Delilleri ise, mevzumuzu teşkil eden Abdullah b. Zeyd hadisidir. Gerçekte ise,
ilme ve insafa en uygun olan bu hususta her iki hadise göre de uygulamanın caiz
olduğunu kabul etmektir. Binaenaleyh iki hadisin arasını cemetmek mümkün iken
neshden bahsetmek asla doğru olmaz. Ve burada neshin isbatmı gerektiren bir durum

1431]

görmek de mümkün değildir.

513. ...Abdullah b. Muhammed'den demiştir ki: - "Dedem Abdullah b. Zeyd bu (512

[432]

no'lu) hadisi naklederdi' (Sonra da) ve "dedem ikâmet etti" sözünü ilâve etti.

514. ...Ziyâd b. el-Hârisî es-Sudâî demiştir ki:

Sabah ezanının ilk (vakti) girince Nebiyy-i Ekrem (s. a.) bana emir verdi, ben de ezan
okudum ve ya Resûlullah (sa..):

"İkâmet de edeyim mi? deyince doğu tarafına doğru, sabahın doğuşunu gözetlemeye
başladı, "hayır" dedi. Sabah olunca (devesinden) indi, abdest bozduktan sonra
(namaza hazırlanan) arkadaşlarının (arasına) katıldı. Yani abdest aldı. Bilâl ikâmet
etmek isteyince Resûlullah (s. a.) O'na, "Ezanı Suda'lı (Ziyâd b. Haris) okudu. Ezanı

1433]

kim okursa ikâmeti de o eder" buyurdu. Bunun üzerine ikameti de ben ettim.
Açıklama

Hadis-i şerifte râvinin ismi "Sudâ'nm kardeşi" şeklinde geçmektedir, fakat biz onu
"Suda'lı" diye terceme etmeyi daha uygun bulduk. Suda' Yemen'de bir kabiledir. İnsan



mensub olduğu kabilenin kardeşi sayıldığı için Resûl-ü Ekrem (s. a.) bu râviden
"Sudâ'nm kardeşi" diye bahsetmiş ve bir kabilenin fertleri arasında bulunan fıtrî kar-
deşlik duygusunu ifâde buyurmuştur.

Metinden anlaşıldığına göre sabah ezanının vakti girince orada Hz. Bilâl hazır
bulunmadığından Hz. Peygamber o anda orada hazır bulunan Zi-yâd b. Haris (r.a.)'e
ezan okumasını emretmiştir. Bu emri yerine getiren Ziyâd (r.a.) ikâmet etmek için Hz.
Peygamber'den izin istemişse de buna hemen izin vermeyerek ortalığın
aydınlanmasını beklemeye başlamıştır. Biraz sonra Hz. Peygamber abdestini tazeleyip
gelmiş, tam o sırada Hz. Bilâl (r.a.)'in ikâmet etmek istediğini görünce buna müsaade
etmemiş, ikâmetin, ezan okuyanın hakkı olduğunu ifâde buyurmuştur. Ancak bu
hususta mezheblerin delilleri ve görüşleri farklıdır. Nitekim 512. hadiste izah edildi.
Bu hadisten "Ezanı okuyanın ikâmet etmesi, başkasının ikâmet etmesinden daha

[4341

evlâdır" hükmü çıkarılır.

31. Ezanı Yüksek Sesle Okumak

515. ...Ebû Hureyre (r.a.) den rivayet edildiğine göre, Nebiyy-i Ekrem (s. a.) şöyle
buyurmuştur:

"Müezzin sesinin (ulaştığı yer) miktarmca mağfirete erişir, kuru ve yaş (ne varsa) ona
şahitlik eder. (Cemaatle) namaz kılan kimseye de yirmi beş namaz (sevabı) yazılır ve

I435J

ondan (cemaatle kıldığı) iki namaz arasındaki (küçük günahlar) affedilir"
Açıklama

Bu hadis-i şeriften müezzinin sesinin çıktığı nisbette mağfirete olaQagı aniaşmyor.
Müezzinin bulunduğu yer ile sesinin eriştiği son nokta arasındaki mesafe müezzinin
günahlarıyla dolu olsa, bütün bu günâhların ezan sebebiyle affedileceği hadis
şârihlerince açıklanmıştır. Bazı âlimler bu mağfiretin kapsamı İçine cemaati de sokan
tefsirler yapmışlar, ezanı işitip de cemaatle namaza gelen herkesin günahlarının af-
fedileceğini söylemişlerdir. Bazı âlimler de "Müezzinin bulunduğu noktadan sesinin
eriştiği son noktaya kadar olan mesafe üzerinde işlemiş olduğu bütün günahları
affolunur" şeklinde yorumda bulunmuşlardır.

Yine bu hadis-i şerifte kuru ve yaş her şeyin kıyamet gününde müezzinin lehine
şahitlikle bulunacağına işaret edilmektedir. Nitekim Buhârî'nin bir hadisi bunu açıkça
14361

ifade etmektedir.

Bu şahitliğin nasıl olacağı konusunda da ilim adamları tarafından çeşitli tefsirler
yapılmıştır. îbn Hacer bu konuda şunları söylemektedir: Kıyamet gününde Allah
Teâla'nm bu cansız varlıklara bir hayat ve konuşma kabiliyeti vermesi ve bu sayede
onların da şahâdette bulunması mümkündür. Aslında bütün varlıklarda -insanın idrâk
etmediği ve yaratılış hikmetlerine uygun bir çeşit- ilim ve idrâk bulunduğu ve Allah'ı'
teşbih ettikleri bilinen bir gerçektir Nitekim bu gerçek şu âyet-i kerimelerde beyân
edilmiştir: "Taşların öylesi var ki; içinden nehirler kaynıyor, öylesi var ki çatlıyor da
bağrından sular akıyor ve öylesi var ki Allah'ın haşyetinden (yerlere) yuvarlanıyor.



14371

Allah yaptıklarınızdan gafil değildir"

Yani o taşlar yağmurlar, kasırgalar, zelzeleler gibi kudret-i ilâhiyeyi gösteren âyât-ı
ilâhiyye'den müteessir olarak Allah korkusundan her halde düşer yuvarlanır yerinden
oynar. Halbuki sizin kalpleriniz bu kadar zahir âyetler karşısında zerre kadar müteessir

1438]

olmaz! Tergîb ü terhîbden bir eser duymaz"

Hiç bir şey yoktur ki onu hamdiyle teşbih etmesin ve lâkin siz onların teşbihlerini iyi
14391

anlayamazsınız" Elmalık Merhum bu âyet-i kerimenin tefsirinde şunları

söylemektedir: "Çokları bu teşbihin lisan-ı hal ile delâlet veya halin kaiden canım
olduğuna kail olmuşlardır. Fakat bazı tefsirciler mânâyı hakikîsi üzere kavlen teşbih
demek olduğunda ısrar etmiştir. Ekseriyyetin kavli ukul-ı avamaa emess görünürse de
Alûsî tefsirinde tafsil olunduğu üzere Re-sûlullah'm elinde taşların teşbihinin
duyulması gibi birçok ehadis ve asar-ı varide bazın kavlini te'yid etmektedir.

r4401

Muhyiddin-i Arabi ve sair birçok sofiyye dahi buna kaildirler."

Nitekim ehl-i sünnetin görüşünün bu merkezde olduğu el-Bağavî.tarafmdan ifade
edilmektedir. Ayrıca kurdun ve öküzün konuşmaları da bu konuda en ufak bir şüphe

[4411

bırakmayacak deredece kuvvetli birer delildir.

Bütün varlıkların müezzin için şahitlikte bulunmasının hikmeti ise, "Müezzinin fazilet
ve yüksek derecesinin her tarafa yayılmasını ve takdirle karşılanmasını sağlamaktır"
şeklinde izah edilmiştir.

Yine bu hadisteki cemaatle namaz kılan kimsenin iki namazı arasındaki günahlarının
affolacağı ifâdesindeki günâhlardan maksat, bazılarına göre küçük günahlar ise de

f4421

bazılarına göre kul haklarının dışında kalan bütün günâhlardır.
Bazı Hükümler

1. Varlıkların kıyamet günündeki şahitliklerini kazanmak için müezzinin ezan okurken
sesini yükseltmesi müstehaptır.

2. Kıyamet gününde müezzinlerin dereceleri çok yüksektir.

[4431

3. Cemaatle kılman iki namaz arasındaki günahlar affolunur.

516. ...Ebû Hureyre (r.a.)'nin Rivayet ettiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle
buyurmuştur:

"Namaz için ezan okunduğu zaman şeytan arkasını dönüp yellene yellene ezan sesini
işitmez oluncaya kadar uzaklaşır. Ezan bitince geri gelir; namaz için ikâmet edilince
(tekrar) arkasını dönüp kaçar. İkâmet bitince tekrar geri gelir, (namaz kılan) kişiyle
kalbi arasına girer ve hatırına gelmeyen şeyler hakkında "şunu da bunu da hatırla" der.

f4441

Nihayet adam kaç (rekât) namaz kıldığını bilmez hale gelir."



Açıklama



Şeytanın ezan sesini işitince yellenerek kaçması Kadı Iyaz'a göre hakikat manasına
alınabilir. Çünkü Şeytan da yiyen ve içen ruhani bir yaratıktır. Onun da kendine has
bir şekilde yellenmesi mümkündür.

Fakat Buhârî şârihi Aynî gibi bazı alimler ise, "Şeytanın yellenmesinden maksat, çok
korktuğu büyük bir musibete uğramasıdır. Nasıl ki büyük bir musibete mâruz kalan
kimsenin, o anda korkusundan dolayı dizlerinde can kalmaz, ayaklan birbirine dolaşıp
abdesti kalmazsa şeytanın da ezan sesini duyunca mü'minlere vesvese vermekten
ümitsizliğe düşerek büyük bir korku hâli yaşadığı ifâde edilmek istenmiştir. Yani
yellenmek kelimesiyle yellenmeye sebeb olan büyük bir korku hâli kast edilmiş,
şeytanın ezan karşısındaki durumu korkunç bir felâkete uğrayan kişinin haline
benzetilmiştir" demişlerdir.

İşte şeytan bu duruma sebeb olan ezan sesinden kurtulmak için ezan sesi işitilmez
oluncaya kadar uzaklara kaçmaya devam eder.

Bu uzaklaşmanın miktarı hakkında Müslim'in Sahîh'inde rivayet ettiği şu hadis-i şerif
bir fikir verebilir: "Şüphesiz kî şeytan namaza nida edildiğini işittiği vakit Revha
denilen yere vanlmcaya kadar gider. Süleyman (el-A'meş), "Ebü Sufyân'a Ravha'nın
nerede olduğunu sordum; bu yer Medine'den 36 mil uzaktadır, cevabını verdi,
14451

demiştir."

Şeytanın en faziletli bir ibâdet olan Kur'ân okumak'dan ve namazdan kaçmadığı halde
ezandan kaçışının hikmeti, kıyamet gününde müezzinin lehine şehâdette bulunmaktan
kurtulmak istemesine bağlanabilir. Çünkü bir evvelki hadis-i şerifte beyân edildiği
gibi kıyamet günü ezan sesini duyan her şey müezzinin lehine şehâdet edecektir.
Bazıları da bu hususu şöyle açıklamışlardır: Ezan insanları Allah'a secdeye çağıran bir
davettir. Şeytan ise, secdeden kaçtığı için Allah'ın rahmetinden uzak kalmıştır. Şeytan
ezan sesini duyunca bu hâdiseyi hatırladığı için rahatsız olur, daha fazla duymamak
için süratle uzaklaşır. Bir de ezandaki cümleler'en faziletli zikr olan kelime-i tevhid ve
benzeri sözlerden ibarettir ki, bu cümlelerin sayısı bellidir. Şeytan vesevese vererek bu
kelimeler üzerinde bir eksiklik veya fazlalık yaptırmaya muvaffak olamaz. İşte şeytan
bundan nefret ederek kaçar. Amma şeytan vesvese ile insanın kıldığı namaza bir
noksanlık ve sünnete uymayan bir fazlalık eriştirebilir. İşte şeytan bu ümide kapılarak
namaz kılana yaklaşır.

Fakat eksiksiz namaz kılabilen kimselere yaklaşmak istemez. Ancak böyle kimseler az
bulunur.

İbn'ül-Cevzî ise şeytanın kaçışını şöyle açıklar; "Ezandan nefs, lezzet alamaz, ezan
okuyan kişiye gaflet ve riya yaklaşamaz. Namazdan ise nefs kendine bir pay
çıkarabilir. Bu bakımdan şeytan namaz kılan kişiden kaçmak istemez. Ancak şeytanın
kaçtığı ezan, aslına uygun olarak tegannîden uzak, kelimelerinin hakkı verilerek
okunan ezandır..."

Bu bakımdan, Sahih-i Müslim'de bulunan şu hadis-i şerifte cinlerin şerrinden
korunmak için ezan okumak tavsiye edilmektedir:

"Süheyl demiş ki: Babam beni, Benû Hârise'ye gönderdi, yanımdan bizim uşaklardan
biri yahut bir dostumuz vardı. Ona bir kimse bir bahçeden ismiyle seslendi. Yanındaki
(arkadaş) bahçeye bakındı ise de hiç bir şey göremedi. Ben bu hâdiseyi babama
anlattım. Babam : Senin böyle bir şeyle karşılaşacağını bilsem göndermezdim. Ama
bundan böyle bir ses işitirsen hemen ezan oku. Çünkü ben Ebû Hureyre'yi Resûlullah



(sallallahü aleyhi ve sellern)'den şu hadisi rivayet ederken işittim: "Şüphesiz ki

f4461

namaza nida edildiği vakit şeytan geri gider. Onun sesli bir yellenmesi vardır."
Bazı Hükümler

1. Ezanın fazileti çok büyüktür.

2. Şeytan ezan sesinden çok rahatsız olur.Hatta onu dinlemeye tahammül edemez.
Ezandan rahatsız olanlarda da şeytana benzer bir taraf var demektir.

3. Şeytan, peygamberler ve evliya gibi Allah'ın sâdık ve ihlash kullarının dışında
herkese namaz kılarken ve Kur'an okurken bile vesvese verebilir.

4. Şeytân insanlara zarar vermek için çok çaba sarfeder. Ondan Allah'a sığınmak

r4471

lâzımdır.

32. Namaz Vakitlerine Dikkat Göstermek Müezzine Düşen Bir Vecîbedir

517. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den; demiştir ki; - Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem);
"İmam (cemaat için) kefil, müezzin de mu'temeddir. Ey Allah'ım, imamları doğru yola

[4481

eriştir, müezzinleri de bağışla" buyurdu.
Açıklama

Bu hadis-i Şerifte geçen imamın kefil olmasından maksat Aliyyü'l-Kaarî'ye göre,
imamın, cemaate kıldırdığı namazı bütün ahkâmına titizlikle riâyet ederek kıldırmak
görevini yüklenmesidir.

Kadî Iyaz'a göre ise, bu sozun anlamı; İmamın, cuma namazı ile ilgili bütün görevleri
üstlenmesidir. Cemaatle kılman namazda cemaatin kıraatte bulunmaması şartını koşan
imamlar açısından ise, imamın cemaatle kılman bütün namazlarda cemaatin kıraatini
üzerine almasıdır. Namazın farzlarını, sünnetlerini, rekâtlarını gözetmek, duâ
esnasında Allah'a cemaati için de dua etmek suretiyle onları gözetmek de imamın
yüklendiği kefillik görevi içine girmektedir.

İbn Melek ise, imamın kefil olması sözünü şöyle açıklıyor: "Cemaatin namazının
sahih veya fâsid olması imamın namazının sahih veya fâsid olmasına bağlıdır.
İmamlar bu sorumluluğun idraki içinde kıldırdıkları namaza dikkat etmek
mecburiyetindedirler. Şayet imamın kıldırdığı bu namaz sahih olursa sevabı daha çok,
fasid olursa vebali cemaatin vebalinden daha büyük olur. Çünkü bütün cemaatin
vebalini yüklenir. İşte bu hadisteki kefilliğin mânâsı budur. Yahutta buradaki
kefillikten maksat, cemaat adına dua etme görevini yüklenmektir."
Müezzinin mutemed olmasından maksad ise, namaz ve oruç gibi vakte bağlı olarak
edâ edilen bütün ibâdetlerde halkın, müezzinin sesine güvenerek ibâdetlerini ifâ
etmeleridir. Yahutta müezzinlerin, ezan okumak için minarelere veya benzeri yüksek
yerlere çıktıkları zaman halkın mahrem hallerine bakmaktan sakınan, halkın bu
hususta müezzinlere duyduğu güvene gerçekten lâyık kimseler olmalarıdır. Yani
gerçek müezzinler bunlardır.

Resul-ü Ekrem'in imamlar için "Ey Allahım onları doğru yola eriştir" diye duâ ettiği



halde, müezzinler için "Ey Allah'ım onları bağışla" diye duâ buyurması, imamların
müezzinlerden daha faziletli olduğuna delâlet eder. Çünkü:

1. Cenab-ı Peygamberin müezzinlerin hatalarının bağışlanması için duada bulunması
onların kusurlu olduklarını ifâde ettiği gibi, imamların görevlerinde muvaffak olmaları
için duada bulunması da onların faziletli olduklarını ifâde eder.

2. Müezzin sadece vakitleri ilân etme görevini üzerine almışken imam cemaatin
namazını erkân, adabı ve her yönüyle en mükemmel şekilde kıldırmak görevini
üzerine almıştır. Bu ise, imamın ifâ ettiği görevin ağırlığını ve dolayısıyla imamlığın
faziletinin büyüklüğünü gösterir.

3. İmam Resûlullah (s.a.)'in vekili, müezzin ise Bilâl- Habeşi'nin (r.a.) vekilidir. İkisi
arasındaki farkı izaha lüzum yoktur.Nitekim İmam Ebû Ha-nife, Horasanlılar ve
Şâfıiler de imamlığın müezzinlikten üstün olduğu görüşündedirler. Şafiî imamlarından
Nevevî'nin beyânına göre, İmam Şafiî Hazretleri müezzinliğin imamlıktan daha
faziletli olduğu görüşündedir. Hazreti İmam "el-Ümm" isimli eserinde bunu böyle
beyan etmiştir. İmamlıkla müezzinliğin faziletçe eşit olduğu görüşünde olanlar
bulunduğu gibi, imamlığın hakkını verebilenler için imamlığın, müezzinliğin hakkını

r4491

verebilenler için de müezzinliğin daha faziletli olduğunu söyleyenler de vardır.
Bazı Hükümler

1. İmamlığa toplum içinden kefil olma ehliyetinde bulunan kimseler seçilmelidir.

2. Müezzin müslüman, akıllı ve adaletli bir kimse olmalıdır. Delinin, kâfirin okuduğu

14501

ezan sahih değildir.

Ezanla İlgili Bazı Mühim Meseleler

1. Müezzinin hür olması gerekir. Kölenin kendi namazı için okuduğu ezan sahih
olursa da, cemaat için okuduğu ezan, sahibinin izni olmadıkça caiz değildir. Çünkü
cemaat için kölenin müezzinlik vazifesini yüklenmesi, sahibinin hizmetine bir engel
teşkil eder.

2. Yedi yaşma girmiş çocuğun okuduğu ezanın caiz olup olmadığı konusunda İslâm
âlimleri arasında görüş ayrılıkları vardır. Şafiî âlimlerinin ekserisine, İmam Ahmed'e
ve Mâliki âlimlerine göre vakitleri adaletli bir kimsenin tesbit etmesi ve denetlemesi
halinde yedi yaşındaki çocuğun (mümeyyiz çocuğun) ezanı caizdir, nâvud-ı Zâhirî'ye
göre ise, kesinlikle ve mutlaka caiz değildir. Hanefi'lere göre mürâhik çocuğun
(bulûğ çağma geldiği halde baliğ olmayan çocuğun) ezanı caizdir. Şafiî âlimlerinden
bir kısmı da mümeyyiz çocuğun okuduğu ezanın mekruh olduğunu söylemişlerdir.

3. Abdestsiz olan kişinin ezan okumasına cevaz verilmiş ise de dört mezhebe göre

1451i'

mekruhtur.

518. ...A'meş dedi ki; Ebû Sâlih'den bana haber verildi; -ancak bunu ondan
başkasından işitmiş olduğuma ihtimal de vermiyorum-(Ebû Salih) Ebû Hureyre'den
(rivayetle şöyle) demiştir: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu; (diyerek bir önceki hadisin)



1452]

benzerini nakletmiştir.



Açıklama

Musannif bu hadisi rivayetle bir önceki hadisi takviye etmek maksadını gözetmiştir.
Bir önceki hadise dair yapılmış açıklamalara ayrıca birşeyler eklemeye gerek yoktur.
[453]

33. Ezanı Minarede Okumak

519. ...Neccâr oğullarından bir kadın (şöyle) demiştir:

Benim evim mescidin etrafında bulunan evlerin en yükseği idi. (Mescid-i Nebevi
yapılmadan önce) Bilâl (r.a.) sabah ezanını onun üzerinde okurdu. Seher vakti gelir,
evin üzerine oturur, sabahın olmasını beklerdi. Sabahın olduğunu görünce ayağa
kalkar ve "Ey Allahım sana şükranlarımı arzeder, Kureyş'in (müslüman olması ve)
senin dinini ayakta tutmaları için yardımını dilerim "derdi. Sonra da ezanı okurdu. O
kadın dedi ki; "Vallahi onun bu kelimeleri terk ettiği tek bir geceyi (bile)

14541

hatırlamıyorum. "
Açıklama

Hadis-i şerifte geçen seher vaktinden maksat bazılarına göre gecenin son üçte biridir.
Esasen seher gizlilik ve kapalılık anlamına gelir. Gecenin son bölümünde tam
manâsıyla bir gizlilik ve kapalılık bulunduğu için seher ismi verilmiştir. Cenab-ı
Allah,âl-i İmrân sûresinin 17. âyetinde seher vaktinde istiğfar edenleri övmektedir.

1455]

AIûsî merhum bu âyetin tefsirinde bu vakitte tevbe ve duaların kabul edildiğini
ifâde ettikten sonra İbn Cerîr'in tahric ettiği şu hadis-i şerifi nakletmektedir: "İbn
Ömer geceyi namazla ihya ettikten sonra;
Ey Nafı, seher vakti oldu mu? diye sorardı. Eğer Nâfi:

Evet seher vakti girdi, diye cevab verirse namazı bırakır, sabaha kadar duâ ve tevbe ile
meşgul olurdu."

İbn Merdûye, Enes b. Mâlik'den nakletmiştir. Enes b. Mâlik (r.a.) demiştir ki:
"Resûlullah (sallellahü aleyhi ve sellem) bize seher vakitlerinde yetmiş kere istiğfar
etmemizi emrederdi. Buhârî'nin Sahîh'inde rivayet ettiğine göre; Cenab-ı Zülcelâl
Hazretlerinin emri ile melekler her gecenin son üçte birinde sema-i dünya'ya (vazifeli
bir melek) iner ve:

"Duâ eden yok mu, duasını kabul edeyim, isteği olan yok mu, isteğini vereyim,
günahlarının bağışlanmasını isteyen yok mu, bağışlayayım" der. Bu durum sabah

14561

oluncaya kadar devam eder.

Bütün bu ve benzeri rivayetler seher vaktinde 4ua etmenin kıymet ve ehemmiyetini
gösterir, işte Hz. Peygamberin yakınında bulunmanın bahşettiği imtiyaz ile zaman ve
mekânın esrar ve hikmetine âşinâ olan Bilâl-i Habeşi (r.a.) bu hadis-i şerifte beyân



edildiği şekilde seher vaktinin feyz ve bereketinden azamî derecede ve devamlı olarak
[457]

nasibini almıştır.
Bazı Hükümler

1. Ezanın yüksek yerlerde okunması gerekir. Çünkü yüksek yerlerde okunan ezan
halka daha rahat duyurulur ve sesin daha uzaklara erişmesini mümkün kılar. İbn Ebî
Şeybe'nin Ebû Hâlid vasıtasıyla Hişâm'dan, O'nun da babasından rivayet ettiğine göre
Mekke fethedildiği gün Hz. Bilâl ezanı Ka'be-i Muazzama'nm üzerinde okumuştur.

2. Ancak ezan okumak için yapılan minarelerin, müezzinin sesinin aşağı erişmesine
engel teşkil edecek şekilde yüksek olmaması lâzımdır. Böyle haddi aşan yükseklikler
aynı zamanda müezzinin evlerin mahremiyetini ihlâl etmesi bakımından da
sakıncalıdır. Ancak minarenin evlerden şahısları seçemeyecek kadar uzak olması
halinde bu ikinci sakınca ortadan kalkar. Bir evvelki babta geçtiği, gibi, "İmamın,
bütün sorumlulukları yüklenen kişi; müezzinin ise, emin kişi" olması hasebiyle
müezzinlerin namahreme bakmayacak ciddiyette kişilerden olması da gerekmektedir.
[458]

34. Müezzinin Ezan Okurken Yüzünü Çevirmesi

[4591

520. ...Ebû Cuhayfe, (Vehb b. Abdillah) Man;demiştir ki: "Mekke'de Peygamber
(sallellahü aleyhi ve sellemin yanm)a geldim. Kendisi deriden (yapılmış) kırmızı bir
çadırda bulunuyordu. Sonra Bilâl (r.a.) çıkıp ezan okudu. Ben de onun ağzım sağa-
sola döndürüşünü takibe koyuldum. Sonra Resûlullah (s.a.v.) üzerinde Yemen
kumaşından kırmızı (çizgili) kıtrî (demlen) bir elbise ile çıktı." Mûsâ(b.îsmâil Ebû
Cuhfe'den bu hadisi şöyle) rivayet etti: "Ben Bilâl (r.a.)'i Ebtah'a çıkmış, ezan okurken
gördüm, Hayye ale's-salâh, Hayye ale'l-felâh cümlelerine gelince, vücudunu
döndürmeden boynunu sağa ve sola çeviriyordu. Sonra (Bilâl) çadıra girdi. Bir
değnekle çıktı. (Musa b. ismail Ebû Cuheyfe)hadisini(n geri kalan kısmını da) rivayet
r4601

etti.

Açıklama

Bu hadis-i şerif, ezan okurken "hayyeleP'lerde sağa ve sola dönmenin ve kırmızı
çizgili elbise giymenin hükmünü ihtiva etmektedir.

Birinci konuda Şevkânî şunları söylemektedir: Ezan okunurken sağa-sola dönülüp-
dönülemeyeceği konusunda gelen rivayetlerin bazısı buna cevaz verirken, bazısı da
cevaz vermemektedir. Hafız İbn Hacer el-Askalânî'ye göre bu rivayetler arasında bir
çelişki yoktur. Ezan okunurken sağa-sola dönülemeyeceğini ifâde eden rivayetlerde
kasdedilen, vücudu döndürmektir. Dönmenin caiz olduğunu ifâde eden rivayetlerde
kasd edilen ise, ayaklar kıbleye karşı sabit, göğüs , kıbleden çevrilmeden sadece sağa
ve sola yüzü çevirmektir. Binaenaleyh çelişik gibi görülen bu rivayetler arasında
aslında herhangi bir çelişki söz konusu değildir. İbn Battal ve onun görüşünde oİan



âlimler ise, ezan okurken vücudu döndürmenin caiz olduğunu ifâde eden rivayetlerin
zahirî manalarına sarılarak bunun caiz olduğunu söylemişlerdir. İbn Dakiki'I-İyd ise,
şunları söylemektedir: "Müezzin sesini duyurmak için ihtiyaç duyarsa hayyealel'lerde
isterse, bütün vücuduyla veya sadece yüzüyle sağma-soluna dönebilir. Ancak
hayyealelerde sağa ve sola dönüşün nasıl olacağı konusunda da ilim adamları arasında
ihtilaf vardır. Bazılarına göre "hayye ale's-salâti, hayye ale's-salâh" cümleleri
okunurken sağa dönülür; "hayye ale'I-felâh hayye ale'I-felâh" cümleleri okunurken de
sola dönülür, bazılarına göre de "Hayye ale's-salah" cümlesinin birincisi sağa doğru
okunur, ikincisi sola doğru okunur. Hayye ale'I-felâh cümleleri de aynı şekilde
okunur. Bu şekilde okuyuşta sağ ve sol cihetlerin bu kelimelerden, eşit bir şekilde
nasibini alması imkânı bulunduğundan bu okuyuş tercihe lâyıkgörülmüşse de birinci
okuyuş şekli hadisin zahirine daha uygundur.

İmam Ahmed'den rivayet edildiğine göre müezzin ancak minarede ezan okulken
minarede dolaşabilirse de minarenin dışında ancak ayaklan sabit kalarak yüzünü sağa-
sola döndürebilir.

İmam Ebû Hanife ve İshâk da bu görüşdedirler. Nehâî, Sevrî, Evzâî, İmam Şafiî, Ebû
Sevr gibi âlimlere göre de müezzin nerede olursa olsun vücuduyla sağa-sola dönemez.
Ancak ayaklan ve göğsü kıbleye dönük kalarak, yüzünü sağa-sola döndürebilir. Bir
rivayete göre Ahmed İbn Hanbel de bu görüştedir.

Hadisi şerifte geçen, "Hz. Bilâl elinde bir değnekle çıktı" lâfzı ile ilgili şunu
belirtelim: Resûlullah kırda namaz kıldıklannda "Aneze" denilen ucunda sivri demir
bulunan değneği kıble cihetine diker onu sütre ittihaz ederek ona karşı namaz
kılarlardı. İşte Hz. Bilâl bu değneği Resûlüllah'a uzattı, Peygamber (s. a.) bu değneği
kıbleye dikti. Hadisin râvisi Mûsâ b. İsmail'in de beyan ettiği gibi, Resûlullah öğle ve
ikindiyi bu sütreye karşı kıldı.

Sütre ötesinden gelip geçen canlılar namazı bozmazlar.

İmam Mâlike göre ise: "Müezzin sesini duyurmak için ihtiyaç duymadığı müddetçe

I46JJ

sağa-sola ne vücuduyle, ne de yüzüyle yönelemez."

Hanefî mezhebinin bu mevzudaki görüşü kısaca şöyledir: Ezan ve ikâmet kıbleye
dönük olarak okunur.Ancak*'hayye ale's-salâh"derken müezzin yüzünü sağa; "hayye
ale'I-felâh" derken de sola çevirir. Ezan minarede okunuyorsa, kıbleye dönük olarak
başlanır, şerefede sağdan dolaşmaya başlanarak hayye ale's-salah'ları kıblenin sağ
tarafında ve hayye ale'l-felah'ları kıblenin sol tarafında söyler. Geri kalan son kısmı da

1462]

kıbleye karşı tamamlar.

35. Ezanla İkâmet Arasındaki Duâ

521. ...Enes b. Mâlik'den; demiştir ki:

Resûlullah (s. a.) "Ezan ile ikâmet arasında (edilen) duâ (geri) çevrilmez" buyurdu.
[463]



Açıklama



Allahü Zülcelâl Hazretleri, lütuf ve merhametinin eseri olarak isyan ve hatadan beri



olmayan kulları için tevbe kapısını ölünceye kadar açık bulundurduğu gibi, dünya ve
âhiretle ilgili isteklerinin büyük-küçük her çeşidini sadece kendinden istemeleri,
kullara boyun eğmemeleri için de dergâh-ı izzetine el açıp ihlâsla niyazda
bulunmalarını emretmiş ve kulun duasının kabul olunduğuna dâir bir takım alâmetler
yaratmıştır. Duanın kabul olmasının başta gelen şartı, haramlardan kaçınmak ve
ihlâsla belli zaman ve mekânları değerlendirmektir.

İşte bu hadis-i şerifte ezan ile ikâmet arasında edilen duanın reddolunmayacağmı ifade
ve kulları bu zamanlarda duaya teşvik etmektedir. Hâkim ve Ebû Ya'lâ'run Ebû
Ümâme'den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte de Resûl-i Ekrem (s. a.) Efendimiz şöyle
buyurmaktadır: "Müezzin ezan okumaya başlayınca gök kapıları açılır ve duâlar(ı)
f4641

kabul edilir" Yine Enes b. Mâlik (r.a.)'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte
Efendimiz şöyle buyuruyor: "Müezzin ezan okuduğu zaman yapılan dua kabul olur.

[4651 ^

İkâmet edilince bir daha duâ geri çevrilmez."

İmam Mâlik ve Beyhakî, Ebû Hâzim vasıtasıyla Sehl b. Sa'd'den şu hadis-i şerifi
rivayet etmişlerdir: "İki vakit vardır ki, duası kabul olunmayan kişi pek azdır. Namaz

[4661

için ezan okunduğu an, Allah yolunda mücâhidlerin saf teşkil ettiği an"
Kelime olarak duâ her türlü isteği ifâde eder. Bu anlamda bir kimsenin nzık peşinde
koşması da bir duadır. Rızık te'mini yolunda sebeblere sarılmak da şartlarına riâyet
fedilerek yapılan bir duâ hükmündedir. Bu manadaki duâ bütün müslümanlar için
yapıldığı zaman kabul edilme ümidi çok kuvvetlidir.

Ancak bu hadis-i şerifte kasd edilen duâ, şartlarına sarılarak yapılan, kendisiyle bir
günâhın tahakkuku istenmeyen ve akraba ziyaretini kesmeyen bir kimsenin yaptığı
duadır.

Kişi duâ esnasında bütün varlığıyla Allah'a yönelmeli ve duasının mutlaka kabul
olunacağına inanmalıdır. Çünkü Cenab-ı Hak kulunun zannma göre muamele eder:

1467]

"Ben kuluma, bana olan zannma göre muamele ederim"

Ancak duâ kabtal olmadı diye duadan vazgeçmemeli, devam etmelidir. Çünkü Cenab-ı
Allah ya o duâ ile kula isabet edecek bir belâyı önlemiştir; yahutta bu duanın kabulü
te'hir edilmiştir. Ya da onun karşılığı âhirette verilecektir.

Bazı duaların gerçekleşmesinin, kulun aleyhine olabileceğini .de unutmamak lâzımdır.
Bu bakımdan duanın neticesini Allah'a bırakmak gerekir.

Bilindiği gibi Cenab-ı Peygamber (s. a.) zamanında Salebe isminde bir fakir var idi.
Allah'ın kendisine çok mal vermesi içinResûlullah (s.a.)'dan duâ etmesini istedi. Bu
maksatla her gelişinde Resûlullah (s. a.)

" Ya Salebe, şükrünü edâ edebileceğin az mal, hazmedemeyeceğin çok maldan daha
hayırlıdır" derdi. Üçüncü defa gelişinde Resûl-i Ekrem (s.a.):

"Ey Salebe, ben senin için bir örnek değil miyim? Vallahi dağların elimde gümüş
veya altın olmasını isteseydim öyle olurdu" demişse de Salebe: "Seni gönderen
Allah'a yemin olsun ki, eğer beni zengin ederse, bu malın şükrünü hakkıyla edâ
edeceğim. Bu malda hakkı olan herkese de hakkım eksiksiz vereceğim" diye ısrar
ediyordu. Salebe o sıralarda hakikaten Resûl-i Ekrem'den ayrılmıyor, cuma ve
cemaate devam ediyordu.Nihayet Resûl-i Ekrem (s.a.) Salebe'nin ısrarı karşısında
O'nun için "Ey Allahım Salebe'-ye çok mal nasib eyle" diye duâ etti. Bunun üzerine



Salebe gidip kendisine bir koyun aldı. Kısa zamanda davarları çoğaldı. Medine'ye
sığmaz oldu. Medine'den uzak bir çiftliğe çekilerek davarlarının derdine düşen
Salebe, Allah'ı ve Resulünü unutup cami ve cemaat nedir bilmez oldu. Resûlullah ona
bir mektup gönderip davarlarının zekâtını istediyse de o, "ben bunu veremem bu sizin
istediğiniz cizye gibi bir şeydir" diye cevab verdi. Elçiler bu haberi Resül-ü Ekrem'e
eriştirmeden önce Resul-ü Ekrem (s.a.)'in mübarek ağzından şu kelimeler döküldü:
"Vay yazık Salebe'ye, yazık Salebe'ye" sonra da şu âyet-i kerime nazil oldu: "Vaktaki

r4681

Allah (adlından istediklerini verdi, cimrilik edip yüz çevirdiler"
Tirmizî'nin rivayet ettiğine göre Efendimiz:

"Ezan ile ikamet arasında duâ geri çevrilmez." buyurunca sahâbe-i Kiram;
Ya Resulallah, nasıl duâ edelim? diye sormuşlar. Resul-i Ekrem (s.a.) de; "Allah

f4691

(c.c.)'m affını, dünya ve âhirette afiyette kılmasını isteyiniz" buyurmuştur.
Bazı Hükümler

1. Kırmızı Çizgileri olan elbise giyilebilir.

2. Ezan okurken Hayye ale's-salâh ve felahlarda sağa ve sola başın çevrilmesi
sünnettir.

3. Sahrada namaz kılarken önüne sütre koymak sünnettir.

4. Ezan yüksek bir yerde okunmalıdır.

5. Müezzinler emîn kişilerden tayin edilmelidir.

r4701

6. Müezzin ezan okurken parmaklarını kulaklarına koyabilir.
36. Müezzini Duyan Kişinin Söyleyecekleri

522. ...Ebû Sa'îd el-Hudrî (r.a.) Resûlullah (s.a.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

[471]

"Ezan sesini duyunca, müezzinin dediğini siz de söyleyiniz"
Açıklama

Bu hadis-i şerifin zahirine göre, baştan sona kadar müezzinm okuduğu kelimelerin
hepsini söylemek ezanı işiten kimse için bir vazifedir. Ancak ilerde gelecek olan 527
nolu hadis-i şerifte hay-ye ale's-salâh ve hayye ale'l-felâh cümleleri okunurken, "Lâ
havle velâ kuvvete illâ billahi'1-aliyyi'l-azim" (günahdan dönmek, çekinmek, itaate güç
yetirmek ancak Allah Teâla'nm korumasıyla ve yardımı ile kabil olur) cümleleriyle
karşlık verilir.

Bu mevzuda fikir beyân eden ilim adamlarının kimisi mevzumuzu teşkil eden bu
hadisle amel ederek ezanın bütün cümlelerinin aynen tekrarlanacağını söylemişler, bir
kısmı da 527 nolu Hz. Ömer hadisinin zahirine dayanarak, hayye ale'lerde sadece
denileceğini söylemişlerdir. Bir kısmı da "Hükmü genel olan cümlelerle (522 nolu
hadis gibi) hükmünde özellik bulunan cümleler (527 no'îu hadis gibi) arasında telif
mümkün olunca te'Iif (birleştirme) yoluna gitmek, esastır" kaidesinden hareket ederek
hayyealelerde hem hayye alel cümlelerinin aynen tekrarlanacağını, hem de cümleleri-



nin söylenmesi gerektiğini ifâde etmişlerdir.

Namaza çağrı mesabesinde olan ezana icabet fiilî ve kavli olarak iki durumda
incelenebilir:

1. Fiilî icabet de ikiye ayrılır:

a. Ezanla namaz vakti bildirildiğine göre, vakit içerisinde mükellefin namaz kılarak
yapmış olduğu fiilî icabettir;

b. Şartlarını hâiz mükellefin namazını cemaatle edâ etmek için cemaate iştirak
icabetidir.

2. Kavlî icabet ise, müezzinin söylediklerini aynen tekrar ederek yapacağı kavlî
icabettir ki, bu bâbda incelenecek husus ve işte bu mevzuyu açıklayan hadislerdir.
Müezzinin söylediklerini tekrarlama hakkında mezheb imamlarının görüşlerini de
şöylece sıralamak mümkündür:

1. "Ezanı işiten herkesin, ister cünüb, ister hayızlı, ister nifaslı olsun hayyelalelerin
dışında bütün cümleleri aynen söylemesi, hayyealelelerde ise, demesi mendubtur. Bu
mesele de bütün fakîhler ittifak etmişlerdir.

2. Ancak Hanefîlere göre hayızlı ve nifaslı kadınlar bu faziletten mahrumdurlar.
Bunlar için ezana icabet etmek mendüb değildir.

Hanbelîlere göre ise farz namaz kılmakla meşgul olmayan herkes için ezana icabet
r4721

etmek mendubtur.

3. Sabah ezanında cümlesi okunurken ise "doğrusun, gerçeksin, doğru söylemiş
bulunuyorsun" denilir. Bu son kelimelerin söyleneceğine dâir bir delilin
bulunmadığını söyleyen el-Hattâbî gibi bazı âlimler varsa da İmam Nevevî el-Min'hâc
isimli eserinde böyle söyleneceğini beyân etmiştir. Demiri de "İbn Rifa'a bu mevzuda
delil bulunduğunu söyledi" demiştir.

4. Ezana sadece kalbi ile icabet etmek kâfi gelmeyip dil ile telâffuz etmek mendubtur.

5. Bu hadisin zahirine göre, Hanefîlerin dışında bütün imamlarca hayızlı, nifaslı ve
cünübün ezan cümlelerine usulüne göre icabet etmesi men-dûb iken Hanefîlerin
hayızlı ve nifaslmm icabet edemeyeceğim söylemelerinin hikmeti şudur: Çünkü
hayızlı ve nifaslı kadınlar namaz kılmakla mükellef değillerdir. Bu sebeble ezana da
icabetle mükellef değildirler. Diğer imamların hareket noktaları da ezana icabet etmek
bir zikirdir. Mü'min içinse, her an zikir hâlidir. Hayız ve nifas hâli bunun dışında
değildir.

6. Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göre farz olsun, nafile olsun namazda olan
bir kimse ezana icabet etmekle mükellef değildir. Şayet icabet ederse, namazı bozulur.
Fakat Şafiîler namazın bozulması için kişinin na-mazda olduğunu ve işittiğinin bir
insan sesi olduğunu bilmesini şart koşmuşlardır.

7. İmam Mâlike göre ise, nafile namazı kılmakta olan kimse ezana icabet ederse
namazı bozulmaz.

8. Her ne kadar bu hadis-i şerifin zahirine göre ezana icabet etmek farz ise de,
hadisdeki "müezzinin söylediğini siz de söyleyiniz" emrinin hükmünü farz olmaktan
çıkarıp müstehaba çeviren delil Sahih-i Müslim'deki şu hadis-i şeriftir: "Resûlullah
(s.a.) fecr doğduğu zaman baskın yapardı. Ezanı dinletirdi. Şayet ezan sesi işitirse,
baskından vazgeçer, işitmezse baskın yapardı. Bir defa Allahu Ekber, A İla hu Ekber
diyen birini işitti. Bunun üzerine Resûlullah (sallellahü aleyhi ve sillem) : "Fıtrat-ı
İslâm üzere" buyurdular. Sonra o zât:

"Eşhedü enlâ ilahe illallah, Eşhedu enlâ ilahe illallah" dedi. Resûlül-lah (s.a.) de;



"Cehennemden çıktı" buyurdular. Müteakiben ezam okuyan kimsenin bir keçi çobanı
1473]

olduğunu anladılar.

Resul-i Ekrem (s. a.) bu ezanı dinleyince kendisi icabet etmemiştir. Şayet icabet farz
olsaydı kendisi de icabet ederdi. Ancak bunun aksini iddia edenler de vardır.
Kemâlüddin b. Hümâm ( v.861) Fethu'I-Kadîr isimli eserinde bu meselenin
münâkaşasını yapmış ve ezana icabetin müstehab olduğunu söylemiştir.

9. Ezan okunurken ve ikâmet getirilirken cemaatin konuşmaması, mescid dışında
bulunanların Kur'ân okumam&sı, selâm almaması, hasılı müezzine icabetten başka bir
işle meşgul olmaması icâb eder.

Hanefî âlimlerinden Hulvânî: "Dili ile müezzine icabet eden, fakat mescidde olup da
müezzinin söylediklerini tekrarlamayan günahkâr olmaz" diyor . Bu sözlerden bilfiil
ezana icabetin esas olduğu anlaşılıyor ki Reddu'l-Muhtâr'da bu mânâ şöyle ifâde

r4741

ediliyor : "Ezana sözle icabet müstehab bilfiil icabet ise. vacibtir"

10. Yine Hanefi ulemâsına göre, kişi her mescidden gelen ezan sesine değil, sadece

14751

kendi mahallesinin müezzinine icabet etmekle de mükelleftir.

523. ...Abdullah b. Amr b. el-As, Resûlullah (s.a.)'ı şöyle buyururken işitmiştir:
"Müezzini işittiğiniz vakit, onun dediğini siz de söyleyin. Sonra bana salavât getirin.
Çünkü kim bana bir defa salavât getirirse, Allah da ona o salâvat sebebiyle on sevâb
verir. Sonra Allah'dun benim için vesîle'yi isteyiniz. Çünkü vesile, Allah'ın kulların-
dan (sadece) birine nasib olan cennette bir makamdır. Umarım ki o bir kişi ben

[4761

olurum. Her kim benim için vesileyi isterse, ona şefaatim vâcib olur."
Açıklama

Bu hadis-i şerifte ezan okunurken ezanı işiten kimselerin aynen müezzinin
söylediklerini tekrar etmeleri istenmektedir ki,bunun nasıl olacağı bir evvelki hadiste
genişçe anlatılmıştır.

Biz bu hadis-i şerifi açıklarken, hadisin içine aldığı ikinci mühim konuyu teşkil eden
Resûlullah (s. a.) üzerine salavât getirmenin hükmü üzerinde durmak istiyoruz.
Allah'm kuluna salât etmesinden murad rahmet ve mağfiret buyurmasıdır. Resul-i
Ekrem (s.a.)'în "Benim üzerime salavât getirin" buyurmasından maksat, benim
dünyada şân ü şerefimin yükselmesi, sünnetimin yayılıp kuvvet bulması, ismimin
yükselmesi, dinimizin ebediyete kadar hâkim olması ve âhirette de şefaatçi olmam için
Allah'a duâ ediniz demektir. Bu duanın nasıl yapılması gerektiğini Buhârî, Sahîh'inde
ve Ebû Dâvûd ileride gelecek olan 529 no'lu hadis-i şerifte şöyle rivayet etmişlerdir :
"Her kim ezanı işitir de, "Ya Rabbi, şu tam davetin ve daimî sulatın Rabbi olan
Allahım! Muhammed'e vesileyi ve fazileti ver. O'nu va'd buyurduğun makam-ı
Mahmûd'a gönder" derse, kıyamet gününde o kimseye şefaatim vâcib olur."
Bu hadis-i şerifin zahirine bakılırsa müezzin de dahil olmak üzere, ezan sesini işiten
herkesin ezandan sonra Resûlullah (s.a.)'e salavât getirmesi ve duâ etmesi
müstehabdır. Zira müezzin de "sonra bana salavât getirin" emri içerisinde dâhildir.
Ulemânın büyük çoğunluğu bu görüştedir.



Buhârî, Nesâî ve İmam Ahmed'in tahrîc ettikleri bir hadise göre, sahabe-i kiram
Resûl-i Ekrem (s.a.)'e; "Ya Resûlallah sana nasıl selâm verileceğini biliyoruz. Fakat
nasıl salât getireceğimizi ise, bilmiyoruz" deyince Resul-i Ekrem

r4771

(s.a.);deyiniz"buyurmuştur.

Hanefi alimlerinden Ayni; "Ezan okunurken okunanları tekrarlamak ve Resûlullah
üzerine salavât getirmek vacibtir. Bilhassa ezan içerisinde Re-sûlullah'm ismi
duyulunca bunun ehemmiyeti iyice ortaya çıkar. Nitekim tmam Tahâvî Resûlullah'm
ismi zikredilince, salavât getirmenin vâcib olduğuna hükmetmiştir" diyor.
Ancak salavât getirmenin de bir takım edebleri vardır: Bu edeblerden birisi, müezzinin
veya ezanı işiten bir kimsenin salavât, ancak kendisinin ve yamndakinin duyacağı
kadar alçak bir sesle getirmesidir. Bugünkü müezzinlerin yaptığı gibi bunu yüksek
sesle minarelerden ilân ederek okumak sünnet-i seniyyeye uymayan bir bid'attir.
Hayır, ancak sünnete uymaktadır. Yüksek sesle sala verme adeti h. 781. yılının
Rebiülevvelinde Salahaddin Yûsuf b. Eyyûb zamanında ortaya atılmıştır. el-Mansûr

r4781

Kılavun zamanında h, 79 1 yılında ortaya çıktığı da söylenir.

Bununla ilgili olarak Tâhiru'l-Mevlevî şu malumatı vermektedir : "700 tarihlerinde
Mısır hükümdarı olan Melikü'n-Nasır Seyfuddin Kılavun'un emriyle cuma
namazından evvel sala vermek usûlü va'zedildi. 791 tarihinde ve Melik Salih b. Eşref
zamanında akşamdan maada bütün ezanların akabinde (es-salat) okunmak
T4791

kararlaştırıldı."

İb nü'l-Hâc da Medhal isimli eserinde mescid imamlarının bu hususta dikkatli olmaları
müezzinlerin minarelerde işleyecekleri bid'atlere göz yummamaları lâzım geldiğini
söylemekte ve sözlerini şöyle bitirmektedir: "Evet saiavât getirmek bir ibâdettir. Lâkin
yerli yerince olmalıdır. Nasıl ki Kur'ân-ı Kerîm okumanın fazileti çok büyük oiduğu
halde sünnete uymadığı için rükü'da, sücudda ve tehiyyâtta okumak caiz değilse,
sünnete aykırı olarak saiavât getirmek de caiz değildir. Binânelayh hayır ve fazilet
ancak ve ancak sünnete uymaktadır."

İbn Hacer el-Heytemî de bu mevzuda, "ezandan sonra okunan selâ hakkında
şeyhlerimizden fetva istediğimiz zaman bize; Resûlullah (s.a.)'a saiavât getirmek
aslında sünnettir. Fakat günümüzdeki şekliyle saiavât getirmeler bid'attir" cevabını
verdiler demiştir.

Sofıyye'den İmam Şâ'rânî de bu mevzuda şeyhinden naklen şunları söylemiştir:
"Bugünkü müezzinlerin yaptıkları saiavât getirme şekline Resûl-i Ekrem zamanında
ne de onun râşid halifeleri zamanıda vardı. Bu âdet Mısır'da Râfızîlerin hâkimiyetleri
zamanında ortaya çıktı."

Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in hutbe esnasında sesi son derece yükselir, gözleri
kıpkırmızı olur ve son derece sert bir tavır takınır, sanki hücuma geçecek bir düşman
ordusunun tehlikesini haber verir gibi şunları söylerdi; "Sözlerin en doğrusu Allah'ın
kitabıdır. En doğru yol Muhammed'in (s.a.) çizdiği yoldur. En şerli yol da din adına
sonradan çizilip ortaya atılan yoldur. Din adına ortaya atılan (fakat aslında dinden

r4801

olmayan) her şey bid'attir. Ve her bid'at sapıklıktır."

İmam Şafiî (r.a.) de iyiliğin ve güzelliğin ancak îslâmm koyduğu esaslar içinde
bulunduğunu, bunun dışına çıkan davranışlarda bulunamayacağını ifâde buyurmuştur.



Vesîle ise, lugatta, başkasına yaklaşmaya vasıta olan şey ve hükümdarın yanında
mevki sahibi olmak anlamına gelir. Bu makam Kur'ân-ı Kerim'de de beyân buyurulan
ve makam-i mahmûd (övülen makam) denilen, Cenab-ı Peygamber'in bütün
mü'minlere şefaat etme makamıdır. İleride de beyân edileceği üzere her mü'min
Allah'ın izniyle bu şefaatten nasibini alacaktır. Günahkârlar affa uğrayarak,
günahsızlar da daha yüksek makamlara yükselerek bu şefaatten yararlanacaklardır.
Nitekim yüce Allah, Kur'ân-ı Ke-rim'inde "Muhakkak ki Rabbin seni bir makâm-ı

[481] r4821
mahmûd'a gönderecektir" buyurmuştur.

Bazı Hükümler

1. Müezzini işiten kimse müezzinin sözlerini tekrarlamadır.

2. Ezan bittikten sonra Resûlullah üzerine salavât getirmelidir.

3. Bu ümmetin işlediği hayırların sevabı kat kat verilir.

4. Muhammed ümmeti cennette bir makam olan vesilenin Resul-i Ekrem'e (s. a.) nasib
olması için duâ etmekle mükelleftir.

5. Aslında vesîle Resûl-i Ekrem'e mahsûs bir makam olduğu halde Resul-i Ekrem
(s.a.) tevâzuundan dolayı ümmetinden, bu makamın kendisine nasib olması için duada

[483]

bulunmalarını istemiştir.

524. ...Abdullah b. Amr'den rivayet edildiğine göre, bir adam;

Ya Resûlullah (s.a.) müezzinler faziletçe bizi geçtiler, deyince; Resûlullah (s.a.) da
şöyle buyurmuştur : "Onların (ezan okurken) söylediklerini sen de söyle (ezanın)

f4841

sonuna erdiğinde de iste, istediğin verilir"
Açıklama

Ashâb-ı Kiramın Resûl-i Ekrem (s.a.)e "müezzinler fazilet ve sevab bakımından bizi
geçti" demeleri, müezzinliğin Allah yanındaki mertebesini çok iyi bilmeler indendir.
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in de onlara müezzinlerin söylediği cümleleri aynen
tekrarlamalarını ve sonunda da duâ etmelerini tavsiye buyurması ise, hem onlara ezana
icabet sevabı kazandırmak, hem de icabetteki büyük ecir ve sevabı haber vererek
gönüllerini hoş etmek içindir. Yoksa aslında kıyamet gününde müezzinlerin eriştiği
yüksek mevkiye erişmek herkese nasib olmayan büyük bir nimettir. Nitekim
Müslim'in ve İbn Hibbân'm rivayet ettiği bir hadis-i şerif de şu mealdedir: "Müezzinler

[4851

kıyamet günü insanlar arasında boyu en uzun olanlarıdır" Bu hadis-i şerife bazı
mutasavvıflar şöyle mânâ vermişlerdir: Nasıl ki dünyada insan, kendi dışında bulunan
fizik kanunlarına tabi ise, ahirette de insan imanının veya inançsızlığının
şekillendirdiği kendi iç dünyasının şartlarına tabidir. İşte bu sebeble dünyada bir ışık
yandığı zaman o ışığın ulaştığı her yüz o ışıkla aydınlanır. Ahirette ise, kâfir üzerine
beyaz bir elbise giyse küfrünün zulmetiyle bir anda o elbise kömür gibi simsiyah
kesilir, kalbi iman nuruyla aydınlanmış mü'min ise, tamamen bunun tersidir. Dışındaki
zulmet, içindeki nurâniyetle aydınlığa dönüşür.



İşte ümmetlerin kıyametin dehşetinden döktüğü ecel terleri diz kapaklarına çıktığı ve
diz kapağından aşağısı görünmediği için de boyları kısaldığı halde, müezzinler bu ter
denizinden etkilenmezler ve herkesten daha uzun görünürler. Halbuki dünya şartlarına
göre gelen bir selden herkes aynı derecede etkilenir.

Taberânî'nin Evsâfında rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de Resûlullah (s.a.) şöyle
buyurmuştur:

"Allah (c.c.)'m en sevgili kullarının, namaz vakitlerini tesbit edip de ezan okumak için
ay ve güneşi tâkib edib duran müezzinler olduğuna dair yemin etsem yeminimde

r4861

isabet etmiş olurum."

Yine Taberânî'nin el-Mu'cemu'l-Kebîr'inde rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de
Efendimiz şöyle buyuruyor: "Üç kişi vardır ki bunlar kıyamet gününde misk
yığınlarının üzerinde bulunurlar, herkesin kıyametin dehşeti karşısında korkuyla
kendinden geçtiği anda bunlar rahattırlar : (1) Allah'ın rızasından ayrılmayan ve Allah
katında bulunan sevaba nail olmak için Kur'ân öğrenen kimse, (2) Allah'ın rızâsına ve
Allah katında bulunan sevaba nail olmak için hergün beş vakit ezan okuyan kişi, (3)

r4871

Dünyadaki köleliği kendisini Rabbine itaattan alıkoymayan köle"

Yine Buhâri Tarih'inde ve Taberânî'nin Evsafında İbn-i Abbas'tan rivayet edilen şu

hadis-i şerif müezzinin hakiki değerini ortaya koymaktadır. Peygamber (s.a.)'e birisi

gelerek:

Bana bir yol göster ki Cennete girmeme vesile olsun, dedi, Resûlullah da:
"Müezzin ol" buyurdular. O zat yapamam deyince, Peygamber (s.a.);
"İmam ol" Ona da muktedir değilim, cevabına karşılık Peygamber (s.a.);

r4881

"Birinci safta namaz kılanlardan ol" buyurdu.
Bazı Hükümler

1. İnsan daima kencusim hayır kazanmaya teşvik etmelidir.Bilhassa başkalarının
kendisinden ileri gittiğini görünce bu hayra erişmek arzusu iyice kabarmalıdır. Kısaca
insanlar hayırda birbirleriyle yarışmalıdır.

2. Müezzinler için ahirette tarifi imkânsız derecede büyük sevablar ve yüksek
makamlar hazırlanmıştır.

3. Ezanın sonunda yapılan duâ makbuldür.

4. Müezzinin okuduğu cümleleri tekrarlayan kimse de müezzinin aldığı sevaba erişir.
[4891

525. ...Sa'd b.Ebî Vakkâs (r.a.)den Resûlullah(s.a.)m şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir; "Her kim müezzîn(in şehâdet getirdiğin)i duyunca "Ben de Allah'dan başka
ilâh olmadığına, birliğine ortağı bulunmadığına, Muhammed(s.a.)'in O'nun kulu ve
Resulü olduğuna şahitlik ederim. Allah'ı Rabb, Muhammed(s.a.)i Resul ve İslâmi din

r4901

olarak kabul ettim" derse bağışlanır."



Açıklama



Hadis-i Şerifin zahirinden bu duaların, ezânm"şehâdeteyn" dediğjmiz "Eşhedü enlâ
üâhe illallah ve Eşhedü erme Muhammeden Resûlüllah" cümlelerinden sonra
okunacağı anlaşılıyor. Her ne kadar bu duanın, ezandan sonra okunacağı ihtimali varsa
da ezan esnasında okunması ihtimali yoktur. Çünkü o zaman ezanın diğer cümlelerini
tekrarlamak mümkün olmaz.

Allah'dan razı olmanın alâmeti O'nun kazasına ve kaderine razı olmaktır. Ceza amel
cinsinden verildiği için Allah'dan razı olanlardan, Allah razı; yine Allah'dan razı olan
kişi Resûl-ü Ekrem (s.a.)'in Peygamberliğinden ve onun İslâm adına getirdiği şeylerin
hepsinden en küçük ayrıntılarına varıncaya kadar razı olan ve onlara sımsıkı sarılan
kimse demektir. Hadiste geçen "el-İslâm" kelimesi insanlığın yegâne kurtuluş yolu
olan kâmil İslâm dinini ifâde eder ki, bu da kâmil iman ve amelle gerçekleşir.
Bu mevzuda Kadı Iyaz şunları söylemiştir; "Muhakkak ki iman esasları ezan
içerisinde toplanmıştır. Sonra ezan imânın, hem aklî, hem de naklî her iki çeşidini de
içine almaktadır. Ezandaki Allah-ü Ekber lâfzı, Allah'ın zatım noksan sıfatlardan
tenzih eder. Ezanın ikinci cümlesi ise, Allah'ın birliğini ve ortağı olmadığım ifâde eder
ki, bu iman ve tevhidin temelidir. Muhammed (s.a.)'in Peygamberliğine şahitlik
etmekse, Allah'ın birliğine imandan sonra gelen en büyük dinî bir kaidedir. Yeri de
tevhidden sonradır. Çünkü Allah'ın varlığı ve birliği aklen vâcib (zarurî) iken
Peygamberliğin vücudu aklen mümkündür. Yani Peygamberliğin hakikatine ermek
ancak Allah'ın varlığının ve birliğinin hakikatine ermeye bağlıdır. Daha sonra ezan
cümlelerinin, davet ettiği namazın hakikatine, felaha ve öldükten sonra dirilmenin
hakikatine ise, ancak Peygamberin haber vermesi ile erilebilir ki, bu yüzden hayye
ale'l cümleleri şehâdeteynden sonra gelmiştir. Bunların ikâmette de tekrar edilmesinin
hikmeti ise, kişinin kalbinde iman iyice kuvvet bulup da namaza imân basiret, kalbî ve
fiilî şehâdetiyle girmesini sağlamak içindir."

Bu duaları okuyan kişinin bağışlanmasından maksat, o kişinin işlemiş olduğu küçük

[491]

günahlarının bağışlanmasıdır.

526. ...Hz. Aişe(r.anhâ)'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (s.a.); müezzini
(eşhedü enlâ ilahe illallah, eşhedü erine Muhammeden resûlüllah diyerek) şehadet

\492]

getirirken duyunca, "Ben de, ben de" derdi.
Açıklama

Bu hadis-i şeriften anlaşıldığına göre Fahr-i Kâinat Efendimiz müezzinin şehâdet
kelimelerini okuduğunu duyunca "ben de seninki gibi, Allah'dan başka ilâh
olmadığına ve Benim Allah'ın elçisi olduğuma şahidlik ediyorum" anlamında "ben de,
ben de" dermiş. Ancak burada Resûlullah'm şehâdet kelimelerini duyması sözüyle
ezan cümlelerinin tümünü dinlemiş olması kasd edilmiş olabilir. Nitekim Hâkim'in,
Hz. Aişe'den rivayet ettiği şu hadis-i şerif de bu ihtimali kuvvetlendirmektedir:
"Resûlüllah (s.a.) müezzini işittiği zaman", müezzine, "ben de,ben de" diye karşılık
verirdi." Yani Efendimiz müezzinin okuduğu bütün cümleleri ayrı ayrı tekrar etmezdi.
Sadece ezan bitince "ben de ben de senin dediklerine aynen katılıyorum" anlamında
"Ben de. ben de" derdi. Ezanın bütün cümlelerini tekrar etmeksizin sadece bu



kelimelerle cevâb vermesinin sebebi iki şekilde açıklanabilir:

Birincisi: Ya ezanın bütün cümlelerini aynen tekrarlamak farz olmadığı için sadece
"ben de ben de" kelimeleriyle yetinmiş olabilir.

lkincisi:Yahut bu uygulama "müezzinin sesini duyunca siz de onun dediğini aynen
[493]

tekrarlayınız" emri gelmeden önceki dönemlerde olmuştur.
"Ben de" kelimesinin iki kere tekrarlanmasının sebebi de yine iki şekilde açıklanabilir:
Birinci "bende" kelimesiyle kelimesine, ikinci "ben de" kelimesiyle de cümlesine
cevab vermiş olması mümkündür.

Ayrıca bu kelimeleri her şehâdet kelimesiyle toplam dört kere söylemiş olması da
mümkündür.

İlim adamları Resûlullah'm ezana icabetinin bizim toibi şeklinde mi, yoksa şeklinde
mi olduğu mevzuu üzerinde çeşitli fikirler ileri sürmüşlerse de, bu hadis-i şerifin
zahirine bakılırsa, O'nun da bizim gibi şeklinde ezana karşılık verdiği ve ezana bizim

f4941

gibi karşılık vermekle mükellef olduğu anlaşılmaktadır.

[495]

527. ...Ömer b. el-Hattâb (r.a.)dan Resülullahm şöyle buyurduğu rivayet

edilmiştir:

"Müezzin, Allahu ekber, Allahu ekber" dediği vakit, sizden biriniz, "Allahu ekber,
Allahu ekber" müezzin "Eşhedü en lâ ilahe illallah" dediği vakit, o da "Eşhedü enlâ
ilahe illallah" müezzin "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah "dediğinde o da,
"Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah"; müezzin "Hayye alessalah" dediği vakit,
"La havle ve lâ kuvvete illâ billah"; müezzin "Hayye ale'l-felâtf ' deyince o, "Lâ havle
velâ kuvvete illâ billâh"; Allahu ekber, Allahu ekber", dediğinde, "Allahu ekber
Allahu ekber" sonra müezzin "La ilahe illallah" dediği vakit, bütün kalbiyle "Lâ ilahe

f4961

illallah" derse, cennete girer.
Açıklama

Ezana icabet etme mevzuunu 522 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımızdan, burada
aynı konu üzerinde durmaya lüzum görmüyor, ezan ve ikâmetin okunuş şekillerini
açıklamak istiyoruz.

Bilindiği gibi ezan cümlelerinin sonunda bir sekte ile durulacağı mevzuunda dört
mezheb âlimleri arasında ittifak vardır. İkâmette ise, sekte yapılmaz sür'at gösterilir.
Bu hüküm Hanefî imamlarından İbnu'l-Hümâm tarafından şöyle ifâde edilmiştir:
"Ezanda iki defa okunan cümlelerinden her iki cümlenin arası bir sekte ile
T4971

ayrılır"

İbn Nuceym ise el-Bahru'r-râik isimli eserinde "ezan yavaş, ikâmet ise sür'atli okunur,
bunun ölçüsü ezanda, tekrarlanan kelimeler arasında durmak, ikâmette ise,
r4981

durmamaktır" diyor. Yine Hanefî âlimlerinden Ibn Abidîn merhum şunları
söylemektedir: "Ben Efendimiz Abdülğânî'nin bu mevzuda özel bir risale yazdığını
gördüm. Bu risalede netice olarak şunları söylüyordu: "Sünnet olan birinci Allahu



ekber lâfzının üzerinde durarak (r H )'yı sakin okumaktır. Şayet birinci Allahu ekber'i
ikinciye bitiştirirse yine üzerinde durmaya niyyet eder fakat râ'mn harekesini fetha

r4991

okur. Eğer ra'nm harekesini zamme okursa, sünnete aykırı hareket etmiş olur."
Bu mevzuda Ni'met-i İslâm sahibi Muhammed Zihnî Efendi sözü geçen eserinde
şunları nakletmektedir: "Ezan ve ikâmet meczumdur ki, gerek tekbirler, gerek şâir
cümleler, birbirine vasi olunmamak üzere âhirleri sakin bırakılır. Tekbirlerin
bitîştirilmesinde "ra"lar nakl-i hareke ile meftûh olur şeklinde okunur.Nâs bundan

r5001

gafillerdir. Ezanda hakikaten vakf ikâmette niyyeten vakf vardır."
Hadis-i şerifte "kim bu şekilde hareket ederse cennete girdi" şeklinde geçmiş zaman
sîgası (kipi) kullanılarak "girecektir" manasının kast edilmesi ileride Cennete
gireceğinin kesinliğine delâlet eder. Ancak buradaki Cennete girmek kelimesiyle kast
edilen, cehennemde günahlarının azabım çektikten sonra Cennete girmek değildir.
Bilakis ük Cennete girenlerden olacaktır anlamına gelmektedir. Çünkü günahının

£5011

azabını çektikten sonra Cennete girmek, zaten her mü'min için söz konusudur.
Bazı Hükümler

1. Ezanı işiten kimse müezzinin okuduğu her cümleyi sona erer ermez aynen
tekrarlamalıdır.

2. Ancak Hayye aie cümlelerinden sonra demelidir.

3. Ezan kelimelerine bu şekilde karşılık vermenin sevabı Cennettir.

£5021

4. Amellerin kıymeti kalb deki ihlâs derecesindedir.

[5031

İkâmeti İşitenin Ne Söyleyeceği?

528. ...Ebû Umâme (r.a.)'dan veya ashabdan birinden rivayet edildiğine göre;
Bilâl (r.a.) ikâmete başlayıp da cümlesini söyleyince, Peygamber (s. a.) "Allah namaz
kılmayı nasib etsin ve onu devam ettirsin" derdi.İkâmetin(cümlesi dışındaki) diğer
cümlelerinde (ise) ezan(a icabet) konusunda ki (527 no'lu)

[504]

Ömer hadisi(nde anlatıldığı) gibi karşılık verirdi.
Açıklama

Bu hadis-i şerife göre ikâmeti işiten kimse icabet etmekle mükelleftir. Şöyle ki:
cümlesini işitince "Allah onu kılmayı nasib etsin ve onu devam ettirsin" demeli.
Hayye ale's-salah ve hayye ale'l-felâh (cümlelerini işitince ise) "isyandan dönmek ve
itaate muvaffak olmak, ancak yüce ve büyük olan Allah'ın fazlı iledir" denilir. Kalan
cümleleri ise, aynen tekrar edilir. Şâfiîler ve Hanbelîler bu görüştedirler. Malikîler ile
Hanefîlerse, ikâmete İcabetin gerekmediği görüşündedirler. Senedinde Muhammed b.
Sabit ve Şehr b. Havşeb bulunduğu için bu hadisle amel etmezler. Şafiî ve Hanbelîler
amellerin faziletiyle ilgili konularda zaif hadislerle amel edileceği esasından hareketle



bu hadisle amel etmişlerdir.

Nitekim müezzinin kametinin, Hayya ale's-salâh kelimesinde mi, yoksa kad kaameti's-
salâh'da mı, yoksa kameti bitirince mi imamın namaza başlaması gerektiği

r5051

hususundaki ihtilâf da bundan doğmuştur.
37. Ezan Bitince Yapılacak Duâ

529. ...Câbir b. Abdillah (r.a.)'den,demiştir ki; -Resûlullah şöyle buyurdu: "Kim ezanı
işitince, "Ey eksiksiz olan şu davetin ve (kıyamete kadar) devam edecek olan namazın
sahibi olan AUahım, vesileyi (Cennette bulunan ve ancak O'na lâyık olan yüksek
makamı) ve fazileti (bütün kulların makamından daha üstün olan makamı)
Muhammed'e ver ve onu kendisine va'd etmiş olduğun öğül-müş makama kavuştur"

r5061

derse, kıyamet gününden kendisine şefaat (edilmesi) vâcib olur"
Açıklama

Hadis-i şerifte geçen "vesile" kelimesinin sözlükteki anlamı gayeye eriştiren şeydir.
Vesilenin dini bir terim olarak anlamı ise, ilim, taat ve ibâdetle doğru yolda
yürümektir. Yani dinin bütün emirleri insanı gayeye eriştiren bir vesiledir. Kısaca dini

15071

emirlere sarılmak yasaklardan da kaçınmaktır.

Ancak vesile kelimesinin buradaki anlamı cennette bir makamdır. Bu makam sadece
Cenab-ı Peygamber için hazırlanmıştır. Oraya ondan başkası lâyık değildir. Fakat
bununla beraber Efendimiz (s. a.) O'nun büyüklüğünü ümmetine öğretmek, o
mertebeye ermenin zevkini tatmak ve şefaat etme ümidini yaşatmak gibi duygu ve
düşüncelerle Cenab-ı Hakk'm bu makamı kendisine nasibetmesi için duâ etmelerini
ümmetine tavsiye etmiştir. Bu mevzu ile ilgili malumat 523 . hadiste geçmiştir.
Fazilet kelimesi ise, Cennette vesileden ayrı bir makam olabileceği gibi, vesile
kelimesinin bir açıklaması da olabilir.

Makâm-ı Mahmûd Cenab-ı Peygamber (s.a.)'e verilen, bütün Ümmet-i Muhammed'in
yararlanacağı şefaat-i uzmâ makamıdır. Eğer bu kelimenin o makama ait bir özel isim
olduğu kabul edilirse, kelimesi onun sıfatı olur. Nekre olduğu kabul edilirse
kelimesinin bedel veya atf-i beyan olduğu söylenebilir.

Beyhakî'nin rivayetinde bu duanın sonunda "Muhakkak ki sen sözden dönmezsin"
ziyâdesi vardır. Halk tarafından yapılan yüksek derece ve kelimeleri hiçbir sağlam ha-

r5081

dis kitabında mevcut değildir.
Bazı Hükümler

1. Her ezanın sonunda hadis-i şerifte öğretilen duaların okunması teşvik edilmiştir.

2. Bu duayı okuyan kimse sayısız hayırlara ve Rasûlullah (s.a.)'in şefaatine nail olur.

3. Bu hadis-i şerifte sözü geçen duaları okuyan kimsenin, âhirete imanla gideceğine
işaret vardır. Zira imansız gidenler şefaata nail olamazlar.

4. Bir kimsenin sevaba erişmek maksadıyla kendisinden daha faziletli bir kimseye



£5091

duada bulunması caizdir.



38. Akşam Ezanı Esnasında Okunacak Duâ

530. ...Ümmü Seleme (r.anha), Rasûlullah (s. a.) bana, akşam ezanı esnasında (şunları)
söylememi öğretti demiştir:

"Allah'ım şu (akşam ezanı) Senin gecenin gelişi(ni), gündüzünün de gidişi(ni
bildirmekte)dir. Senin (yoluna çağıran) davetçilerinin (müezzinlerin) sesleri (de

mm

yükselmekte)dir. Beni bağışla! "
Açıklama

Allah'ın izni ve dilemesiyle varlıkların büyük değişikliklere, yenilenmelere, bozulup
düzelmelere uğraması zaman içerisinde olmaktadır. Eşyadaki sür'atli değişikliğe eş
zamanda da daimî bir yenilenme ve değişiklik olmakta kısaca her an yerini yeni bir
ana terk etmektedir. Akşam ezanında bu duanın okunmasının hikmeti diğer vakitlere
nisbetle bu vakitte daha büyük değişikliklerin vuku bulmasıdır. Çünkü akşam gece ile
gündüz arasında bir köprüdür.

Zaman üzerinde ve eşyada böyle büyük değişiklikler meydana gelirken insanın iç
dünyasında da büyük inkılâblarm meydana gelmesi tabiidir. Müezzinlerin seslerinin
de semâlara yükseldiği bu mübarek anda bir kul için en güzel duâ günahlarının
bağışlanması, eşyadaki değişikliğe uygun olarak günahlarının sevaba tebdil edilmesi,
günahkâr bir kul olmaktan kurtulup Sâlih bir kul olmak isteğidir. İşte bu ve
bilemediğimiz daha pek çok hikmetlere bağlı olarak Cenab-ı Peygamber (s.a.)'in
duayı, akşam ezanı esnasında okumayı tavsiye etmiş olduğu düşünülebilir.
Her ne kadar hadis-i şerifin zahirinden bu duanın akşam ezanına başlanacağı sırada
okunacağı anlaşılırsa da, ezandan sonra okunacağı ihtimali de vardır.
İbn Hacer gibi bazı ilim adamları bu duanın akşam ezanında okunabileceği gibi
cümlelerini cümleleriyle değiştirerek sabah ezanında da okunabileceğini söylemiştir.
Çünkü Kur'ân ve Hadis-i şerifte geçen dualara benzetilerek insanlar tarafından

[5111

düzenlenen duaları okumak da caizdir.

39. Ücretle Müezzinlik Yapmak

531. ...Osman b. Ebi'l-As'ın haber verdiğine göre kendisi;

Ya Resûlallah (s.a.) beni kavmime imam yap deyince, Resûlullah (s.a.):
"Sen onların imamısın. (Namazını kıldırırken) en zayıf olanlarını göz önünde bulundur

£5121

ve ezanına ücret almayan bir müezzin edin" buyurmuştur.
Açıklama

İnsanın yapmakla mükellef bulunduğu herhangi bir ibadet karşılığı ücret alması caiz
değildir.



İmamlık, müezzinlik, Kur'ân ve fıkıh öğreticiliği toplum içinde yapılması gereken
ibâdetlerdendir. Dolayısıyla prensip olarak bu görevler karşılığında ücret alınmasına
ruhsat verilmemiştir. Ücret verilmeden de bu görevlerin muntazaman yürütülmesi
mümkün olamayacağı hallerde Kur'ân-ı Kerim'in öğretilmesine, cemaatle namazın
A ılmmaması ve ezan-ı Muhammedi'nin okunmaması korkusu vardır. Fukahamız ücret
verilmesindeki zararla verilmediğinde bu görevlerin ihmali korkusu ile karşılaştırmış
ve aşağıdaki görüş ve mütalaaları serd etmişlerdir.

Ücretle ezan okumanın caiz olup olmaması konusunda Ebû Hanife ücretle ezan
okumanın caiz olmadığı kanaatindedir. Hanefî mezhebine ait meşhur Bedayiü's-
Sanâyi' isimli eserde Hanefî âlimlerinin bu mevzudaki görüşleri şöyle ifade
edilmektedir: "Ezan, ikâmet ve imamlık için ücret almak caiz değildir. Çünkü bu
görevleri yerine getirmek farz hükmündedir.

Nitekim Osman b. Ebi'l-Âs'm rivayet ettiği hadis-i şerifte, Resûi-i Ekrem'in ona ezanı
karşılığında ücret istemeyen bir müezzin edinmesini emrettiği beyân
[5131

edilmektedir." Ayrıca böyle dinî görevleri para karşılığı yapmak halkı camî ve
cemaate devam etmekten ahkoyar.

"Bu sebeble Cenâb-ı Allah Kur'ân-ı Kerim'de "Halbuki sen buna karşı onlardan bir

15141

ücret istemiyorsun" beyân buyurmuştur. Nasıl Cenab-ı Peygamber (s. a.) dinî
görevleri ücretsiz olarak yerine getirmişse aynı görevleri yüklenen rnüslümanlar da
hizmetlerine karşılık bir ücret talebinde bulunmamalıdırlar.

"Resûl-i Ekrem (s. a.) de "Sizden burada hazır bulunanlar burada olmayanlara
duyduklarını nakletsinler" buyurarak her mü'-mine öğrenmiş olduğu dinî hakikatleri

15151

bilmeyenlere ve duymayanlara meccânen tebliğ etme görevini yüklemiştir"
Bedâyi'de anlatılmak istenen kısaca şundan ibarettir. Her mü'min İslâ-ma meccânen
hizmet etmekle görevlidir. İmamlık ve müezzinlik de bu görevlerden biridir. Ehil
olanlar bunları meecânen ifâ etmelidirler.

Bu mevzuda Şevkânî, Neylu'l-Evtâr'da İbn Hibbân'dan şu hadisi nakletmiştir: "Yahya
demiştir ki, bir adam İbn Ömer'e : "Ben seni Allah için seviyorum" deyince, İbn Ömer
de O'na, "ben de sana Allah için buğz ediyorum" dedi. Bunun üzerine o adam:
"Sübhânellah ben sana, Allah içi seni seviyorum diyorum, sen de bana Allah için bana
buğzettiğini söylüyorsun" dedi. İbn Ömer O'na:

"Evet ben sana buğzediyorum. Çünkü sen ücret karşılığında ezan okuyorsun" cevabını
15161

verdi. Bu mevzudaki hadisler ve hanefî âlimlerinin görüşleri böyle olmakla
beraber, sonradan gelen alimler müslümanlarm dinî hizmetlere karşı olan isteklerinin
zayıfladığına bakarak bu hizmetlerin yüzüstü kalacağı korkusuyla ücretle ezan
okumanın caiz olduğuna fetva verdiler. Hanefilerin Hidâye isimli meşhur fıkıh
kitablannda "bazı üsf adlarımız, dinî işlerdeki gevşekliğe bakarak bugün için ücretle
Kur'ân okumanın caiz olduğuna istihsanen hükmettiler. Bu mevzuda fetva

[5JLZ1

böyledir" deniliyor. Bazıları da müezzinlerin aldığı ücret ezan karşılığında değil,
ezan okumak için yolda geçirdiği zaman karşıhğmdadır, diye te'vil ederek
müezzinlerin aldığı paranın helâl olduğunu izaha çalışmışlardır.

İmam Şâiî ise, el-Umm isimli eserinde "Benim hoşuma giden müezzinin ücretsiz



oluşudur, imam müezzinin geçimini üzerine almakla mükellef değildir. Ancak imama
düşen ücretsiz ezan okuyan ehliyetli birini bulmaktır. Eğer bulamazsa işte o zaman
kendi malından müezzinin geçimini te'-min eder" demektedir. Kısaca Şafiî âlimleri bu
mevzuda üç görüşe sahiptirler:

1. En kuvvetli olan birinci görüşe göre devlet reisinin temsilcisi durumunda olan
imamın gerek kendi malından, gerekse hazineden ücretle müezzin tayin etmesi caizdir.
Mahalleden herhangi bir kişinin ücret vermesi de caizdir.

2. Hiç bir kimse vereceği ücretle müezzin tutamaz.

3. Ancak devlet başkanının vereceği ücret karşılığında müezzin tutulabilir.
HanbelHere göre, ücretsiz ezan okuyacak kimse varken ücretle ezan okumak caiz
değildir. Yoksa hazineden ödenecek ücret karşılığında müezzin tutmak caizdir.
Malikîltrin bir kısmı ücretli ezan okumanın caiz olduğunu söylediği halde bir kısmı
caiz olmadığını söylemektedir. Ancak Ibn'ul- Arabi Malikîlerde sahih olan ücretle ezan
okumanın cevazıdır demektedir.

Bu mevzuda caiz olmadığını söyleyen ilim adamlarının dayandıkları delil yukarıda
zikrettiğimiz tbn Hibbân'm rivayet ettiği hadis ve benzerleridir.

Caiz olduğunu söyleyenlerin delilleri ise, Resûl-i Ekrem'in "Ailelerimin nafakasından
ve valilerin mallarından başka ne bıraktı isem hepsi sadakadır" (bk. 2974 numaralı
hadis-i şerif) mealindeki hadisidir. Alimler müezzinleri valilere benzeterek onların da
beytü'l-malden ücret alarak ezan okumalarının caiz olduğuna hükmetmişlerdir. Ama,
bunun caiz olduğunu nakleden İbnu'l- Arabi'nin bu görüşü, açık nasslara ters düşen bir,
kıyas olmasından dolayı caiz görülmemiştir. Doğru olan husus, zaruretlere binâen
cevazına hükmedilmesidir.

Bu hadis-i şerifte geçen cemaatin en zayıfının gözetilmesi sözünden mak-sad ise,
namazı, erkân ve âdabına zarar gelmeyecek şekilde; namaz ve cemaatin en zayıfının

£518]

tahammül edebileceği şekilde kısa kesmektir.
Bazı Hükümler

1. Bir kimsenin altından kalkabileceği vazifeye tâlib olması câizdir

2. İmamın, cemaatin durumunu dikkate alması gerekir.

3. Bir camide imamla müezzinin ayrı kişilerden olması meşrudur.

4. Cemaatin başkanı durumunda olan kimse, o cemaat için bir müezzin tayin etmekle
mükelleftir.

[5191

5. Müezzin ezam karşılığında ücret istememelidir.
40. Vakit Girmeden Ezan Okumak

532. ...İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre Bilâl (r.a.) sabah olmadan ezan okumu?,
Nebiyy-i Ekrem (s.a.)de ona (tekrar ezan okud-ğu yere) dönmesini ve "haberiniz olsun
köBe uyudu, haberiniz olsun köle uyudu" diye seslenmesini emretmiştir. Mûsâ
(rivayetine) devamla " Bilâl dönüp haberiniz olsun köle uyumuştur." diye nida etti"

[5201

cümlesini eklemiştir.



[52U

Ebû Dâvûd dedi ki; bu hadisi Eyyûb 'dan sadece Hammâd rivayet etmiştir.
Açıklama

Bilâl sabahın olduğunu zannederek, daha sabah olmadan sabah ezanını
okumuştur. Bunun üzerine Resûl-ü Ekrem'Tekrar ezan okuduğu yere dönerek köle
(yani Bilal) uyudu" diye nida etmesini emretmiştir.

Hattâbî'nin beyânına göre "köle uyudu" sözünün anlamı iki şekilde açıklanabilir:

1. Bilâl bu ezanı uyku mahmurluğu ile, daha sabah olmadan yanlışlıkla okudu.

2. Daha gece hüküm sürdüğü için Bilâl uykuya yattı.

Bu hâdisenin daha hicretin ilk günlerinde vuku bulduğu anlaşılıyor. Çünkü Resûl-ü
Ekrem (s.a.)in hayatının son zamanlarında Bilâl (r.a.) geceleyin ezan okuyarak halkın
seher vaktinde ibâdetle meşgul olmaları için uyanmalarını sağlardı. Sabah olunca da
İbn Ümmü Mektûm (r.a.) ezan okurdu. Resûlul-lah (s. a.) de "Bilâl ezan okuyunca
yiyiniz, içiniz (çünkü daha oruç vakti girmemiştir)" buyururlardı. Bir başka ifadeyle
Hz. Bilal, Hz. Peygamberin son zamanlarında sabahleyin değil, gece yarısı okurdu.
Sab