بَابُ لُزُومِ السُّنَّةِ

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابُ لُزُومِ السُّنَّةِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

4056 حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ أَيُّوبَ ، حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ يَعْنِي ابْنَ جَعْفَرٍ ، قَالَ : أَخْبَرَنِي الْعَلَاءُ يَعْنِي ابْنَ عَبْدِ الرَّحْمَنِ ، عَنْ أَبِيهِ ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ : مَنْ دَعَا إِلَى هُدًى كَانَ لَهُ مِنَ الْأَجْرِ مِثْلُ أُجُورِ مَنْ تَبِعَهُ لَا يَنْقُصُ ذَلِكَ مِنْ أُجُورِهِمْ شَيْئًا ، وَمَنْ دَعَا إِلَى ضَلَالَةٍ كَانَ عَلَيْهِ مِنَ الْإِثْمِ مِثْلُ آثَامِ مَنْ تَبِعَهُ لَا يَنْقُصُ ذَلِكَ مِنْ آثَامِهِمْ شَيْئًا

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Messenger of Allah (ﷺ) gave license to 'Abd al-Rahman b. 'Awf and al-Zubair b. al-'Awwam to wear silk shirts during a journey because of an itch which they had.

(4609) Ebu Hureyre (r.a.)'den (rivayet olunduğuna göre) Rasûlullah (s. a.): "Kim
(insanları) doğru yola çağırırsa, kendisine uyanların sevabı

kadar ona da sevap yazılır. Bu (kendisine) uyanların sevabından bir-şey eksiltmez.
Kim de bir sapıklığa çağırırsa kendisine uyanların günahı kadar ona da günah yazılır.

Bu (kendisine) uyanların günahından bir şey eksiltmez" buyurmuştur.

Açıklama

Bu hadis-i şerif, hayırlı işler yapmanın teşvik edildiğini, kötü çığır açmanın da haram
olduğunu ifade eden açık bir delildir. Hayırlı bir çığır açıp diğer insanların o çığırdan
gitmesine sebep olan kimse, kıyamet gününe kadar o yoldan gidenlerin sevabına nail
olacağı gibi, kötü çığır açan da kıyamet gününe kadar o yoldan gidenlerin kazandığı

£1151

günahlar kadar günah kazanmakta devam edecektir."

Davet edildikleri hayrı işleyenlerin sevabının, onu işleyenler kadar, aynen davet eden
kişiye de yazılması, onu işleyelerin bu hayırdan kazandıkları sevabı eksiltmediği gibi;
şerri işleyenlerin günahının, aynen ona davet eden kişiye de yazılması, o şerri
işleyenlerin bu serden kazandıkları günahı eksiltmez. Ancak bu konuyu: "Herkesin
kazandığı yalnız kendisine aittir. Kendi (günah) yükünü taşıyan hiçbir kimse bir

[UM

başkasının (günah) yükünü taşımaz..." ayet-i kerimesi ile karıştırmamak lazım.
Çünkü, burada, bir kimsenin, diğer bir kimsenin günahını çekeceği ifade edilmiyor.
Sadece bir kimsenin, işleyeceği günahtan kazandığı vebal kadar, vebal yükleneceği
ifade edilmektedir ki ayet-i kerimede kasdedilen mesele ile bu mesele birbirlerinden



um

tamamen farklıdırlar.



: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

4057 حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ ، حَدَّثَنَا سُفْيَانُ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ ، عَنْ عَامِرِ بْنِ سَعْدٍ ، عَنْ أَبِيهِ ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : إِنَّ أَعْظَمَ الْمُسْلِمِينَ فِي الْمُسْلِمِينَ جُرْمًا ، مَنْ سَأَلَ عَنْ أَمْرٍ لَمْ يُحَرَّمْ فَحُرِّمَ عَلَى النَّاسِ ، مِنْ أَجْلِ مَسْأَلَتِهِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Prophet of Allah (ﷺ) took silk and held it in his right hand, and took gold and held it in his left hand and said: both of these are prohibited to the males of my community.

(4610) Amir İbn Sa'd'm babasından rivayet edildiğine göre Rasûlul-lah (s. a.):
"Şüphesiz ki müslümanlar arasında en büyük günahkâr müslüman, haram kılınmamış
bir hususa dair soru sorup da, (sırf) kendisi soru sorduğu için o hususun insanlara

[1181

haram kılınmasına sebep olan kişidir" buyurdu.
Açıklama

Bu hadis-i şeriften maksat çok sual sormayı, bilhassa vuku bulmamış şeylerin
sorulmasını, yasaklamaktır.

Çok sual sormak, şu sebeplerden dolayı kerih görülmüştür:

1. Müslümanlara o şeyin haram kılınmasına sebep olabilir. Bu surette onlara meşakkat
celbetmiş olur.

2. Verilen cevapta, soran için, hoşlanmayacağı bir şey olabilir.

3. Ashab-ı Kiram tekrar tekrar sual sormakta ısrar ederlerdi. Bu ise Peygamber (s.a.)'e
eziyet verirdi. Helâklarma sebep olabilirdi. Bundan dolayıdır ki, Zât-i Bari Hazretleri:
"Ey iman edenler, çok soru sormayın. Çünkü size açıklanırsa hoşunuza
gitmeyebilir" (Maide, (5), 10i) buyurarak lüzumlu lüzumsuz olmuş veya olmamış her
şeyi sormayı yasak ettiği gibi,

"Şüphesiz ki Allah ve Rasulüne eziyet verenlere, Allah, hem dünyada, hem âhirette
lanet eder, onlar için dehşetli azab hazırlanmıştır." (Ahzab (33), 85) buyurarak
Rasulüne eziyeti de haram kılmıştır.

Kaadi Iyaz hadisteki "cürmü" müslümanlara meşakkat vermek diye tefsir etmişse de
Nevevi bunu beğenmemiş, hatta batıl olduğunu söylemiş, sonra sözüne şöyle devam
etmiştir: "Doğrusu bu hadisin şerhinde Hattâbî ile Tahrir sahibinin ve cumhur
ulemanın söyledikleridir ki şudur: Burada cürümden murad suç ve günahtır. Bu hadis
lüzumsuz yere tekel-lüf ve ısrar göstererek sual soranlar hakkındadır. Bir zaruretten
dolayı mesela bir şey vuku bulduğu için sual sormak günah değildir. Bu hususta
muaheze yoktur. Hadis-i şerifte başkasına zarar verecek bir şey yapmanın günah

0191

olduğuna delil vardır."

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

4058 حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ خَالِدِ بْنِ يَزِيدَ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَوْهَبٍ الْهَمْدَانِيُّ ، حَدَّثَنَا اللَّيْثُ ، عَنْ عُقَيْلٍ ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ ، أَنَّ أَبَا إِدْرِيسَ الْخَوْلَانِيَّ عَائِذَ اللَّهِ ، أَخْبَرَهُ أَنَّ يَزِيدَ بْنَ عُمَيْرَةَ - وَكَانَ مِنْ أَصْحَابِ مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ - أَخْبَرَهُ قَالَ : كَانَ لَا يَجْلِسُ مَجْلِسًا لِلذِّكْرِ حِينَ يَجْلِسُ إِلَّا قَالَ : اللَّهُ حَكَمٌ قِسْطٌ هَلَكَ الْمُرْتَابُونَ ، فَقَالَ مُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ يَوْمًا : إِنَّ مِنْ وَرَائِكُمْ فِتَنًا يَكْثُرُ فِيهَا الْمَالُ ، وَيُفْتَحُ فِيهَا الْقُرْآنُ حَتَّى يَأْخُذَهُ الْمُؤْمِنُ وَالْمُنَافِقُ ، وَالرَّجُلُ ، وَالْمَرْأَةُ ، وَالصَّغِيرُ ، وَالْكَبِيرُ ، وَالْعَبْدُ ، وَالْحُرُّ ، فَيُوشِكُ قَائِلٌ أَنْ يَقُولَ : مَا لِلنَّاسِ لَا يَتَّبِعُونِي وَقَدْ قَرَأْتُ الْقُرْآنَ ؟ مَا هُمْ بِمُتَّبِعِيَّ حَتَّى أَبْتَدِعَ لَهُمْ غَيْرَهُ ، فَإِيَّاكُمْ وَمَا ابْتُدِعَ ، فَإِنَّ مَا ابْتُدِعَ ضَلَالَةٌ ، وَأُحَذِّرُكُمْ زَيْغَةَ الْحَكِيمِ ، فَإِنَّ الشَّيْطَانَ قَدْ يَقُولُ كَلِمَةَ الضَّلَالَةِ عَلَى لِسَانِ الْحَكِيمِ ، وَقَدْ يَقُولُ الْمُنَافِقُ كَلِمَةَ الْحَقِّ ، قَالَ : قُلْتُ لِمُعَاذٍ : مَا يُدْرِينِي رَحِمَكَ اللَّهُ أَنَّ الْحَكِيمَ قَدْ يَقُولُ كَلِمَةَ الضَّلَالَةِ وَأَنَّ الْمُنَافِقَ قَدْ يَقُولُ كَلِمَةَ الْحَقِّ ؟ قَالَ : بَلَى ، اجْتَنِبْ مِنْ كَلَامِ الْحَكِيمِ الْمُشْتَهِرَاتِ الَّتِي يُقَالُ لَهَا مَا هَذِهِ ، وَلَا يُثْنِيَنَّكَ ذَلِكَ عَنْهُ ، فَإِنَّهُ لَعَلَّهُ أَنْ يُرَاجِعَ ، وَتَلَقَّ الْحَقَّ إِذَا سَمِعْتَهُ فَإِنَّ عَلَى الْحَقِّ نُورًا ، قَالَ أَبُو دَاوُدَ : قَالَ مَعْمَرٌ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ فِي هَذَا الْحَدِيثِ ، وَلَا يُنْئِيَنَّكَ ذَلِكَ عَنْهُ ، مَكَانَ يُثْنِيَنَّكَ ، وَقَالَ صَالِحُ بْنُ كَيْسَانَ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ ، فِي هَذَا : الْمُشَبِّهَاتِ ، مَكَانَ الْمُشْتَهِرَاتِ ، وَقَالَ : لَا يُثْنِيَنَّكَ كَمَا قَالَ عُقَيْلٌ ، وَقَالَ ابْنُ إِسْحَاقَ ، عَنِ الزُّهْرِيِّ ، قَالَ بَلَى مَا تَشَابَهَ عَلَيْكَ مِنْ قَوْلِ الْحَكِيمِ حَتَّى تَقُولَ مَا أَرَادَ بِهَذِهِ الْكَلِمَةِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The word siyara means striped with silk.

(4611) (Muaz b. Cebel'in arkadaşlarından olan Yezid îbn Amira) dedi ki: (Muaz b.
Cebel) vaaz etmek için her oturuşunda "Allah adaletli bir hakimdir. (Bundan) şüphe
edenler helak olurlar" derdi. Bir gün de (şöyle) dedi: "Muhakkak ki sizin önünüzde
(birtakım) fitneler vardır. O zamanda mal çoğalır (her yerde insanlar tarafından)
Kur'an (ı-Kerim) açıl (ip okun)ur. Hatta Kur'an'ı mü'min, münafık, erkek, kadın,
küçük, büyük, hür, köle (herkes) al(ıp ok)ur. Bir sözcünün (herkesin böyle Kur'an
okuyup ta onu anlamadıklarını ve şeytana uyup çeşitli bidatlere saptıklarını görerek
kendi kendine): Bu insanlara ne oluyor da ben Kur'an okuduğum halde bana
uymuyorlar? Ben (din adına) kur'an'a aykırı olan şeyler ortaya atmadıkça onlar bana
uyacak değildir, diyeceği günler yakındır. Sizi (dine aykırı olarak, din adına) ortaya
atılan yeniliklere karşı uyarıyorum. Çünkü din adına ortaya atılan (bu tür) yenilikler,
batıldır. Sizi alim bir kimsenin sapıklığından da sakındırırım. Çünkü şeytan bazan



batıl sözü alim kişinin diline söyletir. Bazan da doğru sözü münafık söyler."
(Yezid b. Amira) dedi ki: Ben (burada) Muaz İbn Cebel'e: "Allah sana rahmet etsin
(iyi ama), ben alim kimsenin bazan batıl söylediğini, münafığın da bazan doğruyu
söylediğini nasıl anlayabileceğim?" dedim. (Hz. Muaz şöyle) cevap verdi:
"Evet, sen (bu hususta şöyle hareket et): Alimin herkesin gözüne batan ve hakkında
(insanlar tarafından): Bu da nedir böyle? de (yip tepki göster) dikleri sözünden sakın.
(İşte bu söz alimin ağzından kaçırdığı sapık sözlerdendir.) Fakat alimin bazan böyle
yanılması seni on(un sözlerini dinlemek)den vazgeçirmesin. Çünkü onun (o sözünden
hakka) dönmesi (her zaman için) mümkündür. Ve sen hakkı işittiğin zaman (onu
kimin ağzından çıktığına bakmadan mutlaka) al. Çünkü hakkın üzerinde nur vardır.
Ebu Davud der ki: Bu hadisi Zührî'den Ma'mer'de rivayet etmiştir. (Ancak Ma'mer:)
"Seni vazgeçirmesin anlamına gelen: "La yüsniyenne-ke" kelimesi yerine ("seni ondan
uzaklaştırmasın" anlamına gelen) "yurt iyenneke" sözünü rivayet etmiştir. Salih îbn
Keysan da Zühri'den (rivayet ettiği) bu hadiste "herkesin gözüne batan" anlamına
gelen "el-müş-tehirât sözü yerine ("şüpheli" anlamına gelen)=el-müştehihat" sözünü
rivayet etmiş ve "la yüsniyenneke" sözünü de îbn Akil gibi "la yüsniyen-neke" diye
rivayet etmiştir.

İbn İshak da Zühri'nin (bu hadisi) şöyle rivayet ettiğini söyledi: Evet (alim insanın
hatıl olan sözü) sana şüpheli gelen ve hatta senin (bu adamcağız) bu sözle neyi
kasdediyor, diye (kendi kendine) sorduğun (sözü)dür.

îbn İshak da Zühri'nin (bu hadisi) şöyle rivayet ettiğini söyledi: Evet (alim insanın
hatıl olan sözü) sana şüpheli gelen ve hatta senin (bu adamcağız) hu sözle neyi

£1201

kasdediyor, diye (kendi kendine) sorduğun (sözü)dür.
Açıklama

Hadis-i şerif asr-ı saadetten sonra müslümanlar arasında malın ve Kur'an-ı Kerim
nüshalarının çoğalacağını fakat Kur'an-ı Kerim'i hakkıyla anlayanlar azalacağı için fit-
nelerin ve bid'atlerin de artacağını, bu bid'atlere öncülük etmek hevesinin
yaygınlaşacağını haber vermektedir. İstikbale dair verdiği haberlerin aynıyla
gerçekleştiği için bu hadisin Hz. Peygamberin mucizelerinden biri olduğunda şüphe
yoktur.

Hadis-i şerifin ihtiva ettiği uyanlardan biri de alimlerin bazan şeytanın ağına düşerek
batıl sözleri, münafıkların da bazan hak sözleri söyleyebileceklerine dair olan uyarıdır.
Gerçekten bu iki husus, mtislümanlarm son derece uyanık ve hassas olmaları gereken
hususlardır.

Bir alimin herhangi bir meselede yanılması, artık bir daha ondan yüz çevirip sözlerine
kulak vermemeyi gerektirmez.

İlim adamlarının yandan bir alimden yüz çevirmeyip ona yakın durarak onu
uyarmaları, onun hakka dönmesine yardımcı olmaları gerekir. Esasen yaralan bir
alimin hatasını anlayıp hakka dönmesi her zaman için mümkündür. Bu bakımdan
insanların alimin bir hatasına bakarak ondan yüz çevirmeleri asla doğru değildir.
Hele ilimden behresi olmayan kimselerin ondan yüz çevirip sözlerini dinlememeleri
büsbütün tehlikelidir. Esasen ilimden nasibi olmayan kimselerin ilim adamlarının
sözlerini kendi kafalarına ve bilgilerine göre eleştiriye tabi tutmaları son derece büyük
bir cinayettir. Bu çok tehlikeli bir tutumdur. Böylesi bir kimse alimin bir sözünün



yanlışlığını kendi şahsi bilgisine ve Ölçülerine göre tayin ve tesbit edemez. Olsa olsa
gerçekten ilmi irfanı herkes tarafından tasdik ve teslim edilen kişilerin verdikleri hü-
kümle ya da o sözün gerçekten İslami kültürün canlı ve yaygın olduğu bir toplumun
fertleri tarafından yadırganıp kabul edilmediğini görmekle anlayabilir.
Fakat İslami kültürün ortadan kalkıp yerini cehalete ve bidatlara terket-tiği
toplumlarda fertlerin bir alimin fetvası hakkındaki eleştiri ve yargılarının hiçbir değer
ve önemi yoktur.

Müslümanların uyanık olmaları gereken ikinci husus da, münafıkların, sözleri arasında
bulunan bazı doğrulara bakıp da onların, her sözünün doğru olduğu kanaatine
varmanın, doğuracağı vahim neticelerdir.

Esasen en tehlikeli yalan doğruyla karışık olan yalandır. Müslüman bunun şuurunda
olup, hakkı ve hakikati İslamî ölçüler çerçevesinde tereyağından kıl çekercesine
dikkatle tesbit ettikten sonra, hak ve hakikati (şöyle) dediği kimin ağzından çıktığına
bakmadan almalıdır.

Bu hadis-i şerif mevkuftur. Yani sahabi sözüdür. Ancak, bilindiği gibi, sahabilerin
sözlerinin, Hz. Peygamberden işittikleri bir sözden veya gördükleri bir fiilden

Lİ2JJ

kaynaklanmış olması kuvvetle muhtemeldir.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

4059 حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ كَثِيرٍ ، قَالَ : حَدَّثَنَا سُفْيَانُ ، قَالَ : كَتَبَ رَجُلٌ إِلَى عُمَرَ بْنِ عَبْدِ الْعَزِيزِ يَسْأَلُهُ عَنِ الْقَدَرِ ، ح وحَدَّثَنَا الرَّبِيعُ بْنُ سُلَيْمَانَ الْمُؤَذِّنُ ، قَالَ : حَدَّثَنَا أَسَدُ بْنُ مُوسَى ، قَالَ : حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ دُلَيْلٍ ، قَالَ : سَمِعْتُ سُفْيَانَ الثَّوْرِيَّ ، يُحَدِّثُنَا عَنِ النَّضْرِ ، ح وحَدَّثَنَا هَنَّادُ بْنُ السَّرِيِّ ، عَنْ قَبِيصَةَ ، قَالَ : حَدَّثَنَا أَبُو رَجَاءٍ ، عَنْ أَبِي الصَّلْتِ ، وَهَذَا لَفْظُ حَدِيثِ ابْنِ كَثِيرٍ وَمَعْنَاهُمْ ، قَالَ : كَتَبَ رَجُلٌ إِلَى عُمَرَ بْنِ عَبْدِ الْعَزِيزِ يَسْأَلُهُ عَنِ الْقَدَرِ ، فَكَتَبَ : أَمَّا بَعْدُ ، أُوصِيكَ بِتَقْوَى اللَّهِ ، وَالِاقْتِصَادِ فِي أَمْرِهِ ، وَاتِّبَاعِ سُنَّةِ نَبِيِّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، وَتَرْكِ مَا أَحْدَثَ الْمُحْدِثُونَ بَعْدَ مَا جَرَتْ بِهِ سُنَّتُهُ ، وَكُفُوا مُؤْنَتَهُ ، فَعَلَيْكَ بِلُزُومِ السُّنَّةِ فَإِنَّهَا لَكَ - بِإِذْنِ اللَّهِ - عِصْمَةٌ ، ثُمَّ اعْلَمْ أَنَّهُ لَمْ يَبْتَدِعِ النَّاسُ بِدْعَةً إِلَّا قَدْ مَضَى قَبْلَهَا مَا هُوَ دَلِيلٌ عَلَيْهَا أَوْ عِبْرَةٌ فِيهَا ، فَإِنَّ السُّنَّةَ إِنَّمَا سَنَّهَا مَنْ قَدْ عَلِمَ مَا فِي خِلَافِهَا - وَلَمْ يَقُلْ ابْنُ كَثِيرٍ مَنْ قَدْ عَلِمَ مِنْ - الْخَطَإِ وَالزَّلَلِ وَالْحُمْقِ وَالتَّعَمُّقِ ، فَارْضَ لِنَفْسِكَ مَا رَضِيَ بِهِ الْقَوْمُ لِأَنْفُسِهِمْ ، فَإِنَّهُمْ عَلَى عِلْمٍ وَقَفُوا ، وَبِبَصَرٍ نَافِذٍ كَفُّوا ، وَهُمْ عَلَى كَشْفِ الْأُمُورِ كَانُوا أَقْوَى ، وَبِفَضْلِ مَا كَانُوا فِيهِ أَوْلَى ، فَإِنْ كَانَ الْهُدَى مَا أَنْتُمْ عَلَيْهِ لَقَدْ سَبَقْتُمُوهُمْ إِلَيْهِ وَلَئِنْ قُلْتُمْ إِنَّمَا حَدَثَ بَعْدَهُمْ مَا أَحْدَثَهُ إِلَّا مَنِ اتَّبَعَ غَيْرَ سَبِيلِهِمْ وَرَغِبَ بِنَفْسِهِ عَنْهُمْ ، فَإِنَّهُمْ هُمُ السَّابِقُونَ ، فَقَدْ تَكَلَّمُوا فِيهِ بِمَا يَكْفِي ، وَوَصَفُوا مِنْهُ مَا يَشْفِي ، فَمَا دُونَهُمْ مِنْ مَقْصَرٍ ، وَمَا فَوْقَهُمْ مِنْ مَحْسَرٍ ، وَقَدْ قَصَّرَ قَوْمٌ دُونَهُمْ فَجَفَوْا ، وَطَمَحَ عَنْهُمْ أَقْوَامٌ فَغَلَوْا ، وَإِنَّهُمْ بَيْنَ ذَلِكَ لَعَلَى هُدًى مُسْتَقِيمٍ ، كَتَبْتَ تَسْأَلُ عَنِ الْإِقْرَارِ بِالْقَدَرِ فَعَلَى الْخَبِيرِ - بِإِذْنِ اللَّهِ - وَقَعْتَ ، مَا أَعْلَمُ مَا أَحْدَثَ النَّاسُ مِنْ مُحْدَثَةٍ ، وَلَا ابْتَدَعُوا مِنْ بِدْعَةٍ هِيَ أَبْيَنُ أَثَرًا وَلَا أَثْبَتُ أَمْرًا مِنَ الْإِقْرَارِ بِالْقَدَرِ ، لَقَدْ كَانَ ذَكَرَهُ فِي الْجَاهِلِيَّةِ الْجُهَلَاءُ يَتَكَلَّمُونَ بِهِ فِي كَلَامِهِمْ وَفِي شِعْرِهِمْ ، يُعَزُّونَ بِهِ أَنْفُسَهُمْ عَلَى مَا فَاتَهُمْ ، ثُمَّ لَمْ يَزِدْهُ الْإِسْلَامُ بَعْدُ إِلَّا شِدَّةً ، وَلَقَدْ ذَكَرَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَيْرِ حَدِيثٍ وَلَا حَدِيثَيْنِ ، وَقَدْ سَمِعَهُ مِنْهُ الْمُسْلِمُونَ فَتَكَلَّمُوا بِهِ فِي حَيَاتِهِ وَبَعْدَ وَفَاتِهِ ، يَقِينًا وَتَسْلِيمًا لِرَبِّهِمْ ، وَتَضْعِيفًا لِأَنْفُسِهِمْ ، أَنْ يَكُونَ شَيْءٌ لَمْ يُحِطْ بِهِ عِلْمُهُ ، وَلَمْ يُحْصِهِ كِتَابُهُ ، وَلَمْ يَمْضِ فِيهِ قَدَرُهُ ، وَإِنَّهُ مَعَ ذَلِكَ لَفِي مُحْكَمِ كِتَابِهِ : مِنْهُ اقْتَبَسُوهُ ، وَمِنْهُ تَعَلَّمُوهُ ، وَلَئِنْ قُلْتُمْ لِمَ أَنْزَلَ اللَّهُ آيَةَ كَذَا لِمَ قَالَ كَذَا لَقَدْ قَرَءُوا مِنْهُ مَا قَرَأْتُمْ ، وَعَلِمُوا مِنْ تَأْوِيلِهِ مَا جَهِلْتُمْ ، وَقَالُوا بَعْدَ ذَلِكَ : كُلِّهِ بِكِتَابٍ وَقَدَرٍ ، وَكُتِبَتِ الشَّقَاوَةُ ، وَمَا يُقْدَرْ يَكُنْ ، وَمَا شَاءَ اللَّهُ كَانَ وَمَا لَمْ يَشَأْ لَمْ يَكُنْ ، وَلَا نَمْلِكُ لِأَنْفُسِنَا ضَرًّا وَلَا نَفْعًا ، ثُمَّ رَغِبُوا بَعْدَ ذَلِكَ وَرَهِبُوا

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

We used to take it away (i.e. silk) from boys, and leave it for girls. Mis'ar said: I asked Amr ibn Dinar about it, but he did not know it.

(4612) Süfyan (es-Sevri) (r.a.)'den (rivayet edilmiştir:) Demiştir: Bir adam kaderi
(mânâsını) sormak üzere Ömer İbn Abdiî-Aziz'e bir mektup /azdı. (Hz. Ömer İbn
Abdil-Aziz de bu adama bir mektup yaz (arak şu cevâbı ver)di... "Gelelim mevzûmuza
(ey mektub sahibi!) Sana AUah'dan torkmayı, Allah'ın emrin(i yerine getirme)de orta
yolu (tutmanı) Peygamberinin (s. a.) sünnetine uymayı ve (Hz. Peygamberin) sünneti
yürür-üğe girdikten sonra bidatçilerin (bid'atlerine Allah tarafından) bırakılmadığı
halde (din adına) ortaya attıkları bidatleri terketmeni tavsi-tt ediyorum. Sana gereken
sünnete sarılmaktır. Çünkü sünnet, Allah'ın zniyle senin için bir güvencedir.
Şunu bil ki; İnsanların ortaya attığı ne kadar b.vl'at varsa mutlaka bu »id'at (ortaya
atılmaz)dan önce onun kötülüğüne dair (Kur'an ya da sün-tette) bir delil, yahutta onun
hakkında bir söz geçmiştir. Çünkü (bir yol olarak) sünneti, -hatâ, sürçme, budalalık,
zorluk çıkarma gibi- sünnetin ksini de bilen bir zât, ortaya koymuştur. -Ancak İbn
Kesîr: "bilen" anlamındaki) lafzı kullanmamıştır.- (İbn Kesir' in rivayetine göre
Hz.Ömer İbn.Abdu! Aziz'in mektubu şöyle devam ediyor: Ey mektup sahibi) sahâbe-t
kiramın (kendileri için) seçtikleri yolu sen de kendin seç. Çünkü onlar (oldukları) bir
bilgiye sahiplerdi. (Meselelerin aslına) nüfuz eden bir görüşle (dine aykırı olan
davranışlardan) uzak kalırlar ve muhakkak ki onlar, (dini) işleri (n hakikatini)
kavramakta (başkalarından) daha kuvvetlidirler. (Binaenaleyh Sahâbe-i Kiram) sahip
oldukları (bu) faziletler) sebebiyle dini meselelerde (örnek alınmaya) daha layıktırlar.
(Ey, bidatçiler)! Eğer (sizce) hidâyet, üzerinde bulunduğunuz bid'atler ise o zaman siz,
onlardan önce ona (hidayete) erişmişsiniz demek olur. (Halbuki bu düşüncenizin
tamamen yanlış ve asılsız olduğu açıkça bellidir).

Şayet: Onlardan sonra yeni bir takım şeyler ortaya çıktı (bunun için biz de bid'atleri
çıkardık), diyorsanız; şunu bilin ki, onlardan sonra ortaya çıkan (bu bid'at) lan, onların
yolundan başka bir yolu takip eden ve onlardan yüzçeviren bir kimse ortaya
koymuştur. Çünkü sahabe-i kiram din konusunda (gelecek nesillerin ihtiyacına) yeterli
olan hususları söylemişler ve (onlara) şifa verecek açıklamayı yapmışlardır. Onlar(m
daraltmalarının altında bir daraltma, onlar(m getirdiği genişliğin üstünde bir genişlik



(yapmak, doğru) olamaz. Bir topluluk, onların (kısıntılarının) aşağısında bir kısıntı
yaptılar da bir daha i'tidal sınırına erişemediler. Bir takım topluluklar da onlar(m
ölçülerinin üstüne çıktılar (bunlar da) sınırı aşmış oldular. Oysa ashab-ı kiram, bu iki
ölçüsüzlüğün arasında doğru bir yol üzerindedirler. (Ey mektup sahibi) mektubunda
kadere imânı soruyorsun. Allah'ın izniyle (bu hususu) tam bilene sordum. İnsanların
(din adına) ortaya attığı hiçbir yeniliğin ve bidatçilerin geliştirdiği hiçbir bidatin (dini
bir) eser ve mesele olarak kadere imandan daha açık olduğuna inanmıyorum. '
Câhiliyye döneminde câhiller nesirlerinde ve şiirlerinde kadere imanı dile getirirler,
ellerinden kaçan nimetlere karşı kendilerini onunla teselli ederlerdi.
Sonra İslâm geldi ve kaza ve kader(e iman) ancak (ona inanmayı farz kılarak)
pekiştirdi. Gerçekten Rasûlullah (s.a.v), bir iki hadisinde değil pek çok hadisinde
kaderden bahsetti. Müslümanlar kadere dair açıklamaları kendisinden işittiler ve (Hz.
Peygamberin) sağlığında ve vefatından sonra da kuvvetle inanarak ve Allah'a teslim
olarak kaderden bahsettiler. Bir şeyin Allah'ın ilminin dışında olmasını, (Allah'ın
ezeldeki) yazgısının onu tesbit etmemiş olmasını ve o şey hakkında Allah'ın (ezeli) bir
takdirinin bulunmamış olmasını (düşünmekte) kendilerini yetkisiz ve hatali görerek,
kaderden bahsettiler.

Bununla beraber, kader Allah'ın, manası apaçık olan Kur'an'mda da mevcuttur.
fSahabe-i kiram) kader inancını Kur'an'dan almışlar ve ona imanı Kur'an'dan
öğrenmişlerdir. (Ey bidatçiler)! Eğer siz: (Madem öyle de) Allah niçin (kader inancına
aykırı görünen) falan ayeti indirdi ve niçin (bu inanca aykırı düşen) şöyle sözler
söyledi? derseniz (ben de size şöyle derim):

Sizin Kur'an'dan okuduğunuzu (sahâbe-i kiram da) okudular ve onlar (ondan) sizin
bilmediğiniz (bazı) manalar sezinlediler. Sonra da: "Şu (kainatta vukua gelen
hadiselerin) hepsi de (ezeli olan) bir yazgi ve takdir ile (meydana gelmekte) dir, takdir
edilen olur. Allah'ın dilediği olmuştur, dilemediği de olmamıştır. Biz kendimize fayda
ve zarar verme gücüne sahip değiliz" dediler. Bu (hükme vardikta)n sonra (Allah'a
ibadet etmeye) rağbet ettiler ve (kötü amellerden de) olanca güçleriyle
11221

kaçındılar."
Açıklama

Mevzûmuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte sırasıyla şu meseleler işlenmekte ve hükme
bağlanmaktadır:

1. Allah korkusu (=takvâ)

2. Orta yolu tutma, ifrat ve tefridden sakınma

3. Sünnete sarılmak.

4. Bidatlerden kaçınmak.

5. Sahabilerin yolundan ayrılmamak

6. Kaza ve kadere iman etmek.

Bunlardan sünnete sarılmanın önemini, bu bölümün giriş kısmında, (4604-4605)
numaralı hadislerin şerhinde, bidatlerden sakınmanın lüzum ve ehemmiyetini ise
(4596-4597) numaralı hadis-i şeriflerin şerhinde açıklamıştık. Bu bakımdan yukarıda
işlediğimiz sözü geçen maddelerden sarf-ı nazar ederek şimdi diğer maddelerin
izahına geçelim.

a) Takva: Korkmak ve sakınmak demektir. Istılahta, Allah korkusundan dolayı,



günahlardan uzak kalmaya, takva denir. Takva, imsak ve per-hizkârlık, yani mutlak
olarak zevk ve haz veren şeylerden nefsi mahrum bırakarak onu terbiye etmek,
demektir. Takva sahibi kimseye muttaki denir.

İslâm, insanlar arasında eşitlik kurma gayesini gütmüş bunun için tek üstünlük vesilesi
olarak takvayı görmüştür: "Ey insanlar! Biz, sizi gerçekten bir erkek ile bir dişiden
yarattık ve tanışasıniz diye sizi kabile ve kavimlere ayırdık. Allah katında en
değerliniz en çok takva sahibi olamnızdir" (Hucurat (49), 13).

Takva, bütün iyilikleri ve faziletleri kendisinde toplayan bir haslettir. Takvanın aslı,
önce şirkten, sonra kötü ve günah olan fiillerden, daha sonra da günah olması
muhtemel olan şüpheli amellerden sakınmaktır. En son olarak takva, mubah olmakla
birlikte lüzumsuz olan şeyleri de terketmektir. Bir başka ifadeyle takva, insanın
kendisini Allah'tan uzaklaştıran şeylerden uzak kalmasıdır.

Avamın takvası şirkten korunmakla, havassın takvası günahtan sakınmakla, evliyanın
takvası fiil ve iyi amelleri vesile bilmekle olur. Enbiyanın takvası ise fiilleri
kendilerine nisbet etmemekle ilgilidir. Çünkü nebilerin takvaları Allah'tan gelir ve

I123J'

Allah rızası içindir.

b) Orta yolu tutma: İnsan iyiliğe kabiliyetli olduğu kadar, kötülüğe de kabil iyy etli
dir. Bu iki kabiliyet onun tabiatına yabancı veya ona hâricden yüklenmiş değildir.
İnsanın tabiatında mevcut olan bu iki cevheri, nazarı itibara almayan düşünce ve inanç
sistemleri insanın fıtratına uygun olmadıkları için asla gerçekçi ve tatminkâr
olamazlar.

Yüce bir hayatın tahakkuku ise ancak bu iki zıt kutup arasında bir muvâzene kurmakla
mümkündür. Dengenin bu iki kutuptan biri lehine bozulması fertlerin ve toplumların
hayatında bir takım buhranlara sebep olur. İnsanoğlunun ferdî ve içtimaî hayatında, bu
dengeyi kuran, yegâne din ve inanç sistemi, İslâmiyettir. İslama aykırı düşen, düşünce

£1241

ve inanç sistemlerinin hepsi bu dengeden mahrumdur.

Bu itibarla yahudilik enâniyet, hırs ve şehevî hislere ağır gemler vur-masıyla
beşeriyetin çocukluk devrini, Hıristiyanlık, hayal ve rüya aleminde dolaşmasıyla
beşeriyetin gençlik çağını temsil eder. Müslümanlık ise bu devreden sonra gelen
kemal devrini, temsil eder ki, o herşeyi kendi aslî yerine koyar. Ne tamamiyle dünyaya
bağlanır ne de dünyadan tamamen kopup âhirete yönelir.

Bilakis bir ölçü ve ahenk içerisinde dünyadan da ahiretten de nasibini alır. Bu
bakımdan beşeriyetin çocukluk ve gençlik çağını temsil eden Yahudilikle hiristiyanlık
olgunluk çağını yaşayan insanlığı temsil edemezler.

Beşeriyetin çocukluk çağını temsil eden yahudilikte, kendi döneminin çocukça istek
ve arzularım gemlemek üzere indirilen ağır hükümlerden bazıları şöyledir: "...
İşledikleri büyük günahlardan tevbe etmiş sayılmaları için intihar etmeleri gerekirdi.
Üzerlerine bulaşan bir pislikten temiz-lenebilmeleri için o pisliğin bulaştığı yeri kesip
atmaları icab ederdi. Günde elli vakit namaz kılmakla mükelleflerdi. Büyük günah
işledikleri zaman, kendilerine helâl kılman bazı nimetler, haram kılınırdı. Yine büyük
günahları işledikleri zaman kılıklarının maymun ya da domuz kılığına çevrilmesi, gibi

Iİ251

cezalarla cezalandırılırlardı."

İslâmm tuttuğu bu orta yol, cimrilikle israfın yasaklanıp tutumlu olmanın teşvik



£1261

edilmesi gibi kaidelerle İslamm muamelât bölümünde kendini gösterdiği gibi
menkûl şeriatla ma'kul gerçek arasında bir zıddiyet olmadığını kabul etmek ve cebriye

£1271

ile mutezile arasındaki orta yolu tutmakla da itikad sahasında insandaki gazab,
şehvet, muhayyile gibi kuvvetlerin değerlendirilmesinde ise o şecaat, iffet ve hikmet
gibi mu'tedil kuvvetleri tasvib etmekle de ahlâk sahasında kendini göterir.
Yüce Allah şu ayet-i kelimesiyle bu gerçeği bizlere bildirmiştir. "... Böylece sizi orta

£1281

bir ümmet yaptık ki insanlara şâhid olasınız..."

Binâenaleyh İslâm, fıtrata ve akl-ı selime istinâd eden bir din olduğu içindir ki, dinde
tefrite düşmeyi ne derece takbih etmişse ifratı da o nis-bette nehyetmiştir. İslâmm
kendi sâliklerinden istediği şey, din nâmına bir sürü ahkâm ile birçok ibadetlerle
nefislerini ta'zib etmek, yıpratmak yahut güzel ve nefis şeylerden kendilerini mahrum
etmek değildir. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrüluyor:

"Bu din metindir, ona yumuşaklıkla, tekellüfsüz gir (takat getiremeyeceğin şeylerle
kendini yorup da) Allah'a ibâdetten büsbütün ürkütme. Muhakkak ki: Varacağı yere
çabuk gitmek için arkadaşlarından ayrılıp hayvanım takatinden fazla koşturan ne

£129]

istediği yolu alabilir, ne de hayvanın sırtını sağlam bırakır."

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyrüluyor: "Sakın dinde gulüv ve ifrat yapmayın.

mm

Çünkü sizden evvelkilerin helakine sebep, ancak dinde aşırı gitmiş olmalarıdır."

imi

Bütün bu yoldaki naslar bize şunu gösteriyor ki dinde ifrat ve tefrit yoktur.
Şüphe yok ki itidalin ölçüsü yine Hz. Peygamberin sünnetidir. Onun sünnetine uyan
itidal çizgisi üzerinde yürümüş olur. Nitekim Hz. Peygamber bir hadis-i şeriflerinde
bu gerçeği şöyle ifâde buyurmuşlardır. "... Andolsun ki ben AHah'dan sizden fazla
korkarım. Takva yönünden O'na daha bağlıyım, fakat bununla beraber ben Oruç da
tutarım, iftar da ederim, gece namaz da kılarım, uyku da uyurum. Kadınlarla da

£1321

evlenirim. Bilmiş olun ki benim sünnetimi terkeden benden değildir."
c) Sahâbilcrin yolundan ayrılmamak: Sahabîler, Hz. Peygamberi gözleriyle görmüşler
ve O'nun tebliğlerini bizzat kendisinden almışlar ve İslâm'ı açıklayışını kulaklarıyla
işitnıişlerdir. Bu itibarla fakihlerin cumhuruna göre sahabîlerin görüş ve fetvaları
nasslardan sonra yer alan şer'î bir hüccettir. Cumhur, bu hususta aklî ve naklî olmak
üzere iki türlü delil serd eder. Naklî delilleri şunlardır:

1. "Birinci dereceyi kazanan muhacirler ve ansar ile onlara güzelce uyanlardan Allah

£1331 ^

razı olmuştur; onlar da O'ndan razı olmuşlardır." Burada Allah, sahabîlere
uyanları Övmüştür. Demek ki onların yolundan gitmek, övülmeyi icab ediyor.
Görüşlerini hüccet olarak kabul etmek de bir nevi onlara uymaktır.

2. Peygamber (s. a.) şöyle buyurmuştur. "Ben ashabım için emânım. Ashabım da

£1341

ümmetim için emândır." Sahabîlerin ümmet için eman oluşu, ancak ümmetin
onların görüşlerine uymasıyla olur. Nasıl ki. Hz. Peygamber'in onlar için eman oluşu,
onların Peygamber (s.a.)'in hidayetine uymalarıyla olmuştur.



Aklî delilleri de şöyle sıralanabilir:

1. Sahabîler, Hz. Peygamber'e diğer insanlardan daha yakındırlar. Onlar, hakkında
vahiy nazil olan konulara şâhid olmuşlardır. Hz. Pey-gamber'in hidayetine uymak
hususunda ihlas dereceleri ve idrak seviyeleri üstün idi. Böylece şeriatin maksatlarını
iyi kavrıyorlardı. Çünkü nasslann inmiş olduğu şart ve durumları bizzat görmüşlerdi.
Dolayısıyla onların nasslan anlayışları, başkalarmmkinden daha kuvvetli ve nasslar
üzerindeki sözleri uyulmaya daha elverişlidir.

2. Sahabilere ait görüşlerin sünnet olma ihtimali vardır; çünkü onlar, çoğu zaman Hz.
Peygamber'in açıkladığı hükümleri anlatırken, O'na nisbet etmiyorlardı. Esasen
onlardan bunu isteyen de yoktu. Böyle bir ihtimalle birlikte, şarabîlerin görüşleri kıyas
ve içtihada dayansa bile, onlara uymak daha iyidir. Çünkü bu, hem nakle yakın, hem
de akla muvafık olur.

3. Eğer sahabîlerden kıyas mahsulü bir görüş- bize intikal etmişse, bizim de, onlara
muhalif bir kıyasta bulunmamız mümkündür; ancak onların görüşlerine uymamız
ihtiyat bakımından daha iyidir; çünkü Peygamber (sav); "Ümmetimin en hayırlısı,

£135]

benim gönderilmiş bulunduğum çağdakilerdir" buyurmuştur. Sahabîlerden birine
ait bir görüş üzerinde icma da edilmiş olabilir; çünkü onun görüşü ötekilerine aykırı
olursa, sahabîlerden intikal eden şeyleri araştıran bilginler buna da vâkıf olurlar. Eğer
bazı sahabîden rivayet edilen görüşe aykırı başka bir görüş, diğer sahabîlerden intikal
etmişse, bu görüşlerin ikisinin de dışına çıkmak, saha-bîlerin hepsinden ayrılmak

[1361

demektir. Bu ise, kabul edilemeyecek ve sahibine ait bir saçmalıktır.
£1371

d) Kaza ve kader.

a) Kader Ne Demektir?

İmânın esaslarından biri de "Kadere imâıV'dır. Allahu Teâlâ Hazretlerinin, ezelden
ebede kadar olacak şeylerin zaman ve mekânını, evsâfını, havâssmı, elhâsıl ne şekil ve
ne zamanda olacaklarsa onların hepsini ezelde daha onlar meydanda yok iken- bilip o

[138]

suretle tahdîd ve takdir buyurmuş olmasına Kader denir ki, ilim sıfatına râci'dir.

b) Kazâ'nın Mânası:

Cenâb-ı Allah'ın, ezelde irâde ve takdir buyurmuş olduğu şeyleri za-mânı gelince
herbirisini ezeldeki ilim, irâde ve takdirine uygun bir suretle icâd ve halk buyurması
da Kazadır ki, Tekvin sıfatına râci'dir. İşte Mâ-turîdî'den menkul olan asıl ta'rif
bunlardır.

Şöyle de ta'rif edilir: Kaza ezelen bütün eşyanın vücûduna taallûk eden ilm-i ilâhi
(Mâturîdî'ye göre), yâhud ilmine mutabık bur surette kâinatta ezelen taallûk eden
irade-i îlâhiyye (Eş'ârî'ye göre)dir. Yâni Allahu Te-âla'nm sonradan olacak şeylerin
hepsini, nasıl olacaklarsa öylece, ezelde bilmiş verimine mutabık bir surette dilemiş
olması Kazâ'dır. Vakti gelince herşeyi ilim ve irade-i ezelliyyesine mutabık bir surette

Lİ391

îcâd buyurması da Kader' dir.



: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

4060 حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ ، قَالَ : حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يَزِيدَ ، قَالَ : حَدَّثَنَا سَعِيدٌ يَعْنِي ابْنَ أَبِي أَيُّوبَ ، قَالَ : أَخْبَرَنِي أَبُو صَخْرٍ ، عَنْ نَافِعٍ ، قَالَ : كَانَ لِابْنِ عُمَرَ صَدِيقٌ مِنْ أَهْلِ الشَّامِ يُكَاتِبُهُ فَكَتَبَ إِلَيْهِ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُمَرَ : إِنَّهُ بَلَغَنِي أَنَّكَ تَكَلَّمْتَ فِي شَيْءٍ مِنَ الْقَدَرِ ، فَإِيَّاكَ أَنْ تَكْتُبَ إِلَيَّ ، فَإِنِّي سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ : إِنَّهُ سَيَكُونُ فِي أُمَّتِي أَقْوَامٌ يُكَذِّبُونَ بِالْقَدَرِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

We asked Anas b. Malik: Which cloth was dearer to the Messenger of Allah (ﷺ) ? or Which cloth did the Messenger of Allah (ﷺ) like best to wear ? He replied: The striped cloaks (hibrah).

(4613) Nâfi (r.a.)'den demiştir ki: (Hz. Abdullah) İbn Ömer'in kendisiyle
mektuplaştığı Şamlı bir arkadaşı vardı (onun kader inancını kabul etmediğini öğrenen)
Abdullah İbn Ömer, O'na (şu mealde bir) mektup yazdı. "Senin kader hakkında
birtakım (inkarcı) sözler söylediğin (haberi) bana ulaştı. (Binaenaleyh) sakın bir daha
bana mektup yazma. Çünkü ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi: 'Benim
ümmetim içerisinde kaderi inkar eden bir takım kavimler ortaya çıkacaktır' derken
£1401

işittim."
Açıklama

Bu hadisi şerif, Hz, Peygamber'in gaybe dair verdiği haberlerdendir. Hadis-i şerifte
çıkacağı haber verilen, kaderi inkâr edecek kavim, haber verildiği şekilde çıkmıştır.
İslâm tarihinde kaderi ilk inkâr eden Vâsıl b. Atâ olmuştur. Vâsıl b. A'tâ ile başlayan
ve Me'mun devrinden itibaren Abbâsilerin resmi mezhebi haline gelen bu inkarcı
mezheb, İslâm mezhebler tarihinde "mutezile" ve "kaderiyye" ismi ile şöhret
bulmuştur.

Kelâm ulemasının tesbitine göre bunlar kendi aralarında yirmi fırkaya ayrılırlar.
İsimleri şöyledir:

1. Vâsılıyye, 2. Amriyye, 3. Hüzeyliyye, 4. Nazzâmiyye, 5. İsvâriyye, 6. îskâfıyye, 7.
Ca'feriyye, 8. Bişriyye,

9. Müzdâriyye, 10. Haşimiyye, 11. Sâlihiyye, 12. Habitiyye, 13. Hudbiyye, 14.
Ma'meriyye, 15. Sümâmiyye,

Ilül

16. Hayyâtiyye, 17. Cahiziyye, 18. Ka'biyye, 19. Cubâiyye, 20. Behşemiyye.
Bazı Hükümler

1. Mektuplaşmak müstehabdir.

2. Kaderi inRar etmeR sapıklıktır. Çünkü kader inancı İslâm inancının esaslarmdandır.
3. Sapık insanlarla dostluk kurmak caiz değildir.

Burada şunu ifâde etmek isteriz ki sapık bir insanı islâh etmek için kurulan ilişki ile
onu dost edinmeyi karıştırmamak lâzımdır. "Ey İnananlar, yahudileri ve lııristiyanları
dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost tutarsa O,
£142]

onlardandır..." âyet-i kerimesinde kafirleri dost edinmek kesinlikle

yasaklanmıştır. Fakat onlara gönül vermeksizin, onların gönlünü kazanmakta bir
£1431

sakınca yoktur.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

4061 حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْجَرَّاحِ ، قَالَ : حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ ، عَنْ خَالِدٍ الْحَذَّاءِ ، قَالَ : قُلْتُ لِلْحَسَنِ : يَا أَبَا سَعِيدٍ ، أَخْبِرْنِي عَنْ آدَمَ ، أَلِلسَّمَاءِ خُلِقَ أَمْ لِلْأَرْضِ ؟ قَالَ : لَا ، بَلْ لِلْأَرْضِ ، قُلْتُ : أَرَأَيْتَ لَوْ اعْتَصَمَ فَلَمْ يَأْكُلْ مِنَ الشَّجَرَةِ ؟ قَالَ : لَمْ يَكُنْ لَهُ مِنْهُ بُدٌّ ، قُلْتُ : أَخْبِرْنِي عَنْ قَوْلِهِ تَعَالَى { مَا أَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ . إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ } قَالَ : إِنَّ الشَّيَاطِينَ لَا يَفْتِنُونَ بِضَلَالَتِهِمْ إِلَّا مَنْ أَوْجَبَ اللَّهُ عَلَيْهِ الْجَحِيمَ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Prophet (ﷺ) said: Wear your white garments, for they are among your best garments, and shroud your dead in them. Among the best types of collyrium you use is antimony (ithmid) for it clears the vision and makes the hair sprout.

(4614) Hâlid İbn el-Hazzâ'dan demiştir ki: Hasen (-i.Basrî'y)e "Adem (a. s.) gök(te
yaşamak) için mi yoksa (daha sonra gökten yere inip te)yer(de yaşamak) için mi
yaratıldı, bana haber ver" dedim.

"Hayır, o yer(de yaşamak ve üremek) için (yaratılmıştır)" dedi. (Peki): "Eğer (bu
ağaçtan yemekten) kendini korusaydı (yine de onu yemeye mecbur edilir miydi?) Bu
husustaki görüşün nedir?" dedim.



(Tabii) "O ağaçtan yemeye mecbur değildi" karşılığını verdi. Ben de: (Öyleyse) bana
(insanların fıilerinde mecbur olduğu izlenimini uyandıran): "Ona karşı hiç kimseyi
fitneye sürükleyebilecek değilsiniz. Tabii ki cehenneme girecek olan(lar)
£1441

müstesna" âyetlerini açıkla, dedim. O da (bu ayetleri): "Şeytanlar Allah'ın
cehenneme girmesini takdir ettiği kimselerden başkasını saptırarak fitneye

[145] "

düşüremezler" diye tefsir etti.
Açıklama

Hz. Halid İbn el-Hezzâ, kaderle ilgili bazı sözlerin tarafından yarmş anlaşıldığı için
Hasen-ı Basri'den kader hakkında ayrıntılı malumat almak istemiş. Bu maksatla ona:
"Hz. Adem Cennetteki işlediği hatayı işlemeye mecbur mu idi? Yoksa fiillerinde hür
bir irâde sahibi miydi?" diye sormuş. Ve Hasan-ı Basrî hazretlerinden "Hz. Adem, o
suçu işlemeye mecbur değildi. İradesini kullan-saydı o suçu istemeyebilirdi" cevabını
almış. Bunun üzerine Halid, Hz. Hasan-ı Basri'ye "İnsanların fiillerinde hür olmayıp,
mecbur oldukları ve ezelde cehennemlik olmayı gerektiren amelleri işleyerek oraya
geçekleri" intibaını uyandıran Saffat suresinin (62-63) ayetlerini hatırlatmış. Hasan-ı
Basri hazretleri de: "Allah ezelde herkesin hangi ameli işleyeceğini bilip, ona göre
herkesin cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olduğunu takdir eder. İşte buna kader
denir. Herkes hür iradesiyle hareket ederek cennetlik ya da cehennemlik olur"
anlamına gelen şu cevabı vermiştir:

"Şeytanlar, Allah'ın cehenneme girmesini takdir ettiği kimselerden başkasını
saptırarak fitneye düşüremez."

Görülüyor ki, Hasan-ı Basri (r.a.) insanların fiillerinde hür olduğu görüşündedir.
Hasan-ı Basri'ye göre Allah insanları irâde ve fiillerinde hür bırakmıştır. Fakat ezeli
ilmiyle daha onlar dünyaya gelmeden Önce onların dünya hayatında yapacakları bütün
işleri en küçük ayrıntılarına kadar bilip ona göre takdir ve tesbit etmiştir. Ancak
insanların hareketleri bu tes-bite bağlı değil, bilâkis bu tesbit insanların hareketlerine
bağlıdır. Ehl-i sünnet'in bu mevzudaki görüşü de aynen Hasan-ı Basrî hazretlerinin gö-
rüşü gibidir.

İnsanın fiillerinde mecbur olduğunu iddia eden bâtıl bir mezheb vardır ki; bu mezhebe
"cebriyye" mezhebi denir. Bu görüşü ilk defa ortaya atan kimsenin genellikle 745
yılında idam edilen Cehm İbn Safvân olduğu kabul edilir.

Bu görüşe göre; insanın hiçbir iş yapma kudreti, irâdesi yoktur. Rüzgâr önünde uçan
tüy gibi her işinde Allah'ın mutlak irâdesine bağlıdır. Aslında yapmış, işlemiş gibi
göründüğü işler gerçekte insana isnat edilemez. Filân insan şunu yaptı dediğimiz
zaman gerçekten değil mecazen, o işi o insana atfetmiş oluruz.

Bu görüşün kısa ifadesi "alın yazisfdır. Allah, daha insanları yaratmadan, hayatı
boyunca o insanın yapacaklarını en küçük teferruatına kadar tespit etmiştir. İnsan

£1461

istesin istemesin bu tespit edilenler teker teker başına gelecektir.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

4062 حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ ، حَدَّثَنَا حَمَّادٌ ، حَدَّثَنَا خَالِدٌ الْحَذَّاءُ ، عَنِ الْحَسَنِ ، فِي قَوْلِهِ تَعَالَى { وَلِذَلِكَ خَلَقَهُمْ } قَالَ : خَلَقَ هَؤُلَاءِ لِهَذِهِ ، وَهَؤُلَاءِ لِهَذِهِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Messenger of Allah (ﷺ) paid visit to us, and saw a dishevelled man whose hair was disordered. He said: Could this man not find something to make his hair lie down? He saw another man wearing dirty clothes and said: Could this man not find something to wash his garments with.

(4615) Halici el-Hazzâ, Hasan(ı Basrî'nin) "zaten (Allah) onları bunun
£1471

yaratmıştır." ayet-i kerimesini "şunlar (yani müminler) şunun için (cennet için),



şunlar da (yani kâfirler de) şunun için (cehennem için yaratıldı (1ar)" şeklinde

11481

açıkladığını söylemiştir.



Açıklama

Bu hadis-i şerif, daha insanlar yaratılmadan önce insanların dünyada işleyecekleri
bütün işlerin Allah tarafından bilinip, tesbit ve tayin edildiği ve dolayısıyle daha
insanlar yaratılmadan önce kimlerin Allah'ın rızasına uygun işler yaparak cennetlik
olacakları, kimlerin de Allah'ın rızasına aykırı ve gazabını gerektiren işler yapıp
cehennemlik olacakları takdir edildiği ifâde edilmektedir.

Ancak bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi insanların hareketleri
bu ezeli takdir ve tesbite bağlı değildir. Bilakis tesbit, insanların yapacakları
hareketlere bağlıdır. Bir başka ifâdeyle ilim ma'lu-mata tabidir. Bir astronomi alimi bir
sene önceden ayın ya da güneşin tutulacağını bildiği için bu tesbiti yapmıştır. Bu tesbit
hiçbir zaman ayın veya güneşin hareketini etkilemez. İşte bu tesbite kader diyoruz.

£1491

Nitekim (4612) numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıklamıştık.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

4063 حَدَّثَنَا أَبُو كَامِلٍ ، حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ ، حَدَّثَنَا خَالِدٌ الْحَذَّاءُ ، قَالَ : قُلْتُ لِلْحَسَنِ : { مَا أَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ . إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ } قَالَ : إِلَّا مَنْ أَوْجَبَ اللَّهُ تَعَالَى عَلَيْهِ أَنَّهُ يَصْلَى الْجَحِيمَ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

I came to the Prophet (ﷺ) wearing a poor garment and he said (to me): Have you any property? He replied: Yes. He asked: What kind is it? He said: Allah has given me camels. Sheep, horses and slaves. He then said: When Allah gives you property, let the mark of Allah's favour and honour to you be seen.

(4616) Halid el-Hazzâ dedi ki: Hasan-ı Basrî (r.a.)'e "Ona karşı cehenneme girecek

£1501

olanlardan başka hiç kimseyi fitneye sürükleyebilecek değilsiniz." ayetlerini
sordum da (şeytanlar) "Ancak Allah'ın cehenneme girmesini takdir ettiği kimseyi

Lİ5U

(saptırabilirler)" cevabını verdi.
Açıklama

(4616) numaralı hadis-i şerif üzerinde yaptığımız açıklama bu hadis-i şerif için de
£152]

geçerlidir.

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

4064 حَدَّثَنَا هِلَالُ بْنُ بِشْرٍ ، قَالَ : حَدَّثَنَا حَمَّادٌ ، قَالَ : أَخْبَرَنِي حُمَيْدٌ ، كَانَ الْحَسَنُ يَقُولُ : لَأَنْ يُسْقَطَ مِنَ السَّمَاءِ إِلَى الْأَرْضِ أَحَبُّ إِلَيْهِ مِنْ أَنْ يَقُولَ : الْأَمْرُ بِيَدِي ( أخبرني حميد ) : هو ابن أبي حميد الطويل. اهـ>

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

Ibn Umar used to dye his beard with yellow colour so much so that his clothes were filled (dyed) with yellowness. He was asked: Why do you dye with yellow colour? He replied: I saw the Messenger of Allah (ﷺ) dyeing with yellow colour, and nothing was dearer to him than it. He would dye all his clothes with it, even his turban.

(4617) Hammâd (İbn Zeyd), Humeyd (İbn Ebi Humeyd) in (şöyle) dedi (ğini) söyledi:
Hasan-ı Basrî (r.a.): "Gökten yere düşmek bana -iş, kendi elimdedir- demekten daha
£1531

iyidir" derdi.
Açıklama

Metinde geçen "el-emru biyedî= iş(im) kendi elimdedir" sözü "ben kendi işimi kendim
yaratırım. Çünkü insanlar, kendi işlerini kendileri yaratırlar, İnsanların işlerinde,
Allah'ın hiçbir müdâhalesi yoktur. Dolayısıyla ben kader diye birşey tanımıyorum"
anlamına gelir.

Bu ise İslâm inancının bir rüknü olan kaderi inkâr demek olduğundan tâbiûnun
büyüklerinden olan Hasan-ı Basrî gökten yere düşüp hayatını kaybetmeyi bu sözü
söylemeye tercih etmiştir.

(4613) numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi kaderi inkâr etmek,



büyük bir sapıklıktır. Bu sapık görüşün temsilcisi mutezile
mezhebi mensuplarıdır.

Bu mezhebe göre kul fiilinin halikıdır. Kulun fiillerinde Allah'ın hiç bir müdahalesi
yoktur. Nakli delilleri ise şu âyet-i kerimelerdir:

Lİ541

1. "Kim kötülük yaparsa onunla cezalanır"

£1551

2. "Her şahıs kazandığına (mukabil) bir nevi rehinedir."

£1561

3. "Ey Rabbimiz! Biz nefislerimize zulm ettik."

£157]

4- "Dileyen imân etsin. Dileyen inkâr etsin,"

Mutezileye göre, bu âyet-i kelimelerdeki fiiller kullara isnâd edilmektedirler. Bu
durum fiillerin tamamen insan tarafından yaratıldığına delâlet eder.
Hakkın Ve hakikatin temsilcisi olan ehl-i sünnete göre ise bu âyet-i kerimelerde geçen
fiillerin kula isnâd edilmesi bu fiillerin yaratıcısının kullar olduğuna delâlet etmez.
Çünkü herhangi bir fiil sâdır olduğu mahalle isnad edilir. O fiili yaratana değil, mesela
beyazlık herhangi bir cisme is-nad edilir. Fakat beyazlığı yaratan o cisim değil Hak
Teâlâdır. İnsanlara isnâd olunan her fiil de böyledir.

Mutezile'nin nakli delillerinden biri de "... yaratanların (suret yapanların) en güzeli

£1581

olan Allah'ın sânı ne yücedir." ayet-i kerimesidiı. Mutezileye göre; bu âyet-i
kerimede: Hak Teâlâ'nm en güzel halik olduğu beyan olunduğuna göre; Allah'dan
başka halik bulunduğu, fakat onların mahlûkâtmm noksan ve kusurlu olduğu mânası
anlaşılmaktadır.

Ehl-i sünnet uleması, bu âyet-i kerimede zikredilen "halk" kelimesinin, yaratmak
mânasında olmayıp, "takdir", yani mümkini tahdid ve tasvir mânasına olduğunu

£1591

söylemişlerdir. Zira: "Allah herşeyin yaratıcısıdır." "Allah'dan başka yaratıcı var
£1601

mıdır?" gibi âyet-i kerimeler, Hak Teâla'mn her şeyin yaratıcısı olduğunu ve
O'ndan başka yaratıcı bulunmadığını çok açık olarak ifade etmektedir.
Kulun, mükellef ve yaptığı işten sorumlu olması için; mutlaka onu yaratması
gerekmez. Kulun sorumlu olabilmesi için, o işi yapmayı irade etmesi, ona yönelmesi
ve onu kesbetmesi kâfidir. Kul kâsib değil, hâlikdir demekle, kulu hâlikıyyet
mertebesine ulaştırmış, bazı mümkinâtm Allah'dan başka hâliki olduğunu iddia etmiş

ÜMİ

ve Allah'a hâlikıyyet sıfatında şerik koşmuş oluruz. Bu ise asla caiz değildir.