بَابُ شَرْحِ السُّنَّةِ

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

بَابُ شَرْحِ السُّنَّةِ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

4043 حَدَّثَنَا وَهْبُ بْنُ بَقِيَّةَ ، عَنْ خَالِدٍ ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَمْرٍو ، عَنْ أَبِي سَلَمَةَ ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : افْتَرَقَتِ الْيَهُودُ عَلَى إِحْدَى أَوْ ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً ، وَتَفَرَّقَتِ النَّصَارَى عَلَى إِحْدَى أَوْ ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً ، وَتَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

A robe containing silk was presented to the Messenger of Allah (ﷺ). He then sent it to me. I wore it and came to him. I saw him looking angry in his face. He then said: I did not send it to you to wear. He ordered me and I divided it among my women.

(4596) Ebu Hureyre (r.a.)'den (rivayet edildiğine göre) Rasûlullah (s. a.) (şöyle)
buyurmuştur: "Yahudiler ve hiristiyanlar yetmiş bir, yahut yetmiş iki fırkaya ayni
(rmşlar)dı. Hıristiyanlar da yetmiş bir, yahut yetmiş iki fırkaya ayrılmışlardı. Benim



ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır."

: : هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،   

4044 حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ ، وَمُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى ، قَالَا : حَدَّثَنَا أَبُو الْمُغِيرَةِ ، حَدَّثَنَا صَفْوَانُ ، ح وحَدَّثَنَا عَمْرُو بْنُ عُثْمَانَ ، حَدَّثَنَا بَقِيَّةُ ، قَالَ : حَدَّثَنِي صَفْوَانُ ، نَحْوَهُ قَالَ : حَدَّثَنِي أَزْهَرُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ الْحَرَازِيُّ ، عَنْ أَبِي عَامِرٍ الْهَوْزَنِيِّ ، عَنْ مُعَاوِيَةَ بْنِ أَبِي سُفْيَانَ ، أَنَّهُ قَامَ فِينَا فَقَالَ : أَلَا إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَامَ فِينَا فَقَالَ : أَلَا إِنَّ مَنْ قَبْلَكُمْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ افْتَرَقُوا عَلَى ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ مِلَّةً ، وَإِنَّ هَذِهِ الْمِلَّةَ سَتَفْتَرِقُ عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ : ثِنْتَانِ وَسَبْعُونَ فِي النَّارِ ، وَوَاحِدَةٌ فِي الْجَنَّةِ ، وَهِيَ الْجَمَاعَةُ زَادَ ابْنُ يَحْيَى ، وَعَمْرٌو فِي حَدِيثَيْهِمَا وَإِنَّهُ سَيَخْرُجُ مِنْ أُمَّتِي أَقْوَامٌ تَجَارَى بِهِمْ تِلْكَ الْأَهْوَاءُ ، كَمَا يَتَجَارَى الْكَلْبُ لِصَاحِبِهِ وَقَالَ عَمْرٌو : الْكَلْبُ بِصَاحِبِهِ لَا يَبْقَى مِنْهُ عِرْقٌ وَلَا مَفْصِلٌ إِلَّا دَخَلَهُ

: هذه القراءةُ حاسوبية، وما زالت قيدُ الضبطِ والتطوير،  

The Messenger of Allah (ﷺ) forbade us to wear a Qassi garment, a garment dyed with safflower, gold rings, and reading the Qur'an while bowing.

(4597) Ebû Amir el-Hevzenî'den (rivayet edilmiştir), dedi ki: (Bugün) Muaviye İbn
Ebi Süfyan, aramızda (ayağa) kalkarak dedi ki: Şunu iyi bilin ki Rasûlullah (s. a.)
(birgün) bize bir hutbe okumak üzere aramızda (ayağa) kalkıp (şöyle) buyurdu:
"Dikkat ediniz! Sizden önceki kitap ehli yetmiş iki dini fırkaya ayrılmışlardı. Bu
(İslam) ümmet (i) de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır (Bunlardan) yetmişiki fırka
cehennemlik bir tanesi de cennetliktir. Bu (cennetlik olan fırka) ehl-i sünnet ve'I-
cemaattir."



(Bu hadisin ravilerinden) İbn Yahya ile Amr b. Osman rivayetlerine (şu sözleri de)
eklemişlerdir. "Benim ümmetimden bir takım cemaatlar zuhur edecektir ki onlara bu
bidatlar, kuduz hastalığının sahibin (in için)e, işlediği gibi işleyecek, işlemediği bir

£121 '

damar ve eklem kalmayacak."
Açıklama

Hadis-i şerifte kasdedilen ve yerilen ayrılıklar inançta meydana gelen ayrılıklar ve
bölünmelerdir. Amelde ve teferruatta meydana gelen ayrılıklar ve bölünmeler değildir.
Çünkü amelde meydana gelen farklılıklar İslamiyyette yerilmemiş, bilakis övülmüştür.
Esasen İslamî manada yapılan ictihadlar neticesinde meydana gelen amelî ayrılıklar
asılda değil, sadece ayrıntılarda meydan gelmiş olmaları cihetiyle bunlar kökte yine
bir olduklarından amelî ayrılıkları gerçek manada bir ayrılık veya bölünme olarak
kabul etmek doğru değildir. Zira zahirde ayrı gibi görünen bu ayrılıklar asılda
birleşmektedirler.

Bir başka ifadeyle îslamiyeün yapısında bulunan fikrî hareketliliğin doğurduğu ve
sadece ayrıntılarda kendini gösteren bölünmeleri bir asılda birleştirmek mümkündür.
Dolayısıyla bu nevi fırkalar arasında herhangi bir münaferet ve tekfir sözkonusu
değildir.

Ama inanç sahasında ortaya çıkan fırkalar genellikle münaferet, asıldan kopma va
karşılıklı tekfir ile neticelendiğinden mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte Hz.
Peygamberin diliyle verilmiştir.

Bu nedenle dini ihtilafları değerlendirirken bu ihtilafların dinin usulü veya furûunu
alakadar edişinin gözönünde bulundurulması ayrı bir ehemmiyet arzeder. Ümmet-i
Muhammed'in furii-ı dinde, yani fıkhı meselelerde ihtilaf etmesi en muhafazakâr
zümreler tarafından bile müsamaha ile karşılanmış, hatta rahmet telakki edilerek
tevsik edilmiştir. Çünkü fıkhı meselelerin hükmünü tayin etmekteki fikri hareket
daima İslam hukukunu işlemekle ve onu her zaman ve her yerde kabil-i tatbik bir
hukuk istemi haline getirmektedir. Bunun aksi, birçok dini hükmün meçhul kalmasını
ve dolayısıyla tatbikat ve hayat sahnesinden çekilmesini doğurur ki Kur'an-ı KerimMe

[13]

bunun için "küfür, zulüm ve fisk" tabiri kullanılmıştır. Nitekim Rasul-i zişan
efendimiz: "Hakim, hükmünü vereceği sırada ictihad eder de doğru olanı bulabilirce
£141

iki sevap alır." buyurarak müctehidlerin hayatın her dalında, şu'belerinde bütün
ayrıntılara inerek ictihadda bulunmalarını teşvik etmiştir.

Akaid dalında ise fırka ve mezheblere ayrılmak asla caiz değildir. Zira "cemaat" hak
ve isabetli olan yegane yoldur. Bu babdaki tefrika ise dalâlet ve azab vesilesidir.
Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte, akaid sahasında cemaat ehli dışında meydana
gelecek fırka ve mezheblerin tümünün cehennemlik oldukları bildirilirken, cemaat
ehlinden kopmamanın, cemaat ehli dışında oluşan fırkalardan da kaçınmanın lüzum ve
önemi çok veciz bir şekilde vurgulanmıştır.

Cemaat ehlinden maksat "ehl-i sünnet ve'I-cemaat" dediğimiz, gerçek müslümanlardır.
Bu mevzuda İslam ulemasının açıklaması şöyledir: "Ehl-i sünnet ve'I-cemaat kelimesi

1151

Rasûlullah (s. a.) ile ashabının akaid sahasında takib ettikleri yolu izleyenler



manasına gelen; "ehlü sünneti rasûlillah ve ve cemaati' 1-ashâb fî bâbi'l-itikad"
teriminin kısaltılmış şeklidir. Bazan bu mefhumu ifade etmek üzere" ehl-i hakk" terimi
de kullanılır.

İslam tarihi boyunca olduğu gibi bugün de akaid sahasında isabetli yolu takibettiği
kabul edilen ve müslümanlarm büyük çoğunluğunu sinesinde toplayan ehl-i sünnet,
Abdülkadir el-Bağdadî'ye (vef. 429/1037) göre şu sekiz zümreden teşekkül eder:

1- Ehl-i bid'atm hatalarına düşmeyen kelam alimleri

2- Sevrî, Evzaî, Davud-i Zahirî dahil büyük fakihler ve mensubları.

3- Muhaddisler.

4- Ehl-i bid'ate meyletmeyen sarf-nahiv, lügat ve edebiyat alimleri.

5- Ehl-i sünnet görüşlerine sadık kalan kıraat imamları ile müfessirler.

6- Müteşerri Sûfıyye

7- Ehl-i sünnet yolundan ayrılmayan müslüman mücahitler.

8- Ehl-i sünnet akidesinin yayıldığı memleket ahalisi.

Ümmet-i Muhammed'in fırkalara ayrılacağı hususunda nakledilen hadisin bazı
rivayetlerine göre Rasûlullah (s. a.) Efendimize kurtuluşa erecek fırkanın (fırka-i
nâciye'nin) hangisi olduğu sorulmuş, o da: "Benim ve ashabımın yolunu takibedenler"
buyurmuştur. Hakikaten kelam mezheplerinin prensip ve görüşleri incelendiği
takdirde görülecektir ki itikad sahasında kitab ve sünnete bağlı kalan, bu iki kaynakta
mevcud, akaide ait delilleri îslamm ana prensiplerine ve ruhuna uygun bir şekilde
yorumlayan bilhassa sem'iyyat bahislerinde nassa teslimiyet gösteren zümreler ehl-i
sünnet cemaatleridir. Ehl-i sünnet ayrıca Mu'tezile, Havaric, Şia ve diğer bid'aî
fırkaları hilafına ashab-i kiramın (Allah cümlesinden razı olsun) hepsine hürmet ve
muhabbetle bağlı kalmış, onları hayırda önder bilmiş, rivayetlerini kabul etmiş, dinin
diğer sahalarında olduğu gibi akaid mevzuunda da Rasulullah'tan sonra onların yolunu
takibetmiştir. Binaenaleyh hadis-i şerifte: "Benim ve ashabımın yolunu takibedenler"

£161

ifadesine en çok yaklaşan, bu payeye en çok yakışan ehl-i sünnet olmuştur.
Metinde geçen; "Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır"
mealindeki cümlenin anlamı üzerinde ulema ihtilaf etmişlerdir.

1- Ulemâdan bir kısmına göre burada "yetmişüç" kelimesiyle kasdedi-len yetmişüç
kelimesinin ifade ettiği gerçek mana değildir. Bu sayıyla "çokluk" kasdedilmiştir. Bir
başka ifadeyle "ümmetim birçok fırkalara ayrılacak" denmek istenmiştir. Yetmişüç
kelimesinin ifade ettiği sayı kastedilmmiştir.

2- Bu kelime ile kasdedilen "yetmişüç" sayısıdır.

Meseleye hem fıkhî, hem de itikadi mezhepler açısından baktığımız zaman birinci
görüş doğrudur. Çünkü fıkhî ve itikadi mezheblerin toplam sayısı yüzü aşkın
olduğundan, onları yetmişüç fırka içerisine sığdırmak mümkün değildir. Esasen hadis-
i şerifte kasdedilen ve kotüîenen bölünmenin itikadi bölünme olup, ameli bölünme
olmadığı da düşünülürse meseleyi hem nkhi hem de ameli mezhepler açısından ele
almanın doğru olmadığı yine kolayca anlaşılır.

Meseleyi ikinci görüş açısından ele aldığımız zaman yetmiş üç sayısıyla kasdedilen
yetmişüç itikadi fırkadır. Binaenaleyh, mevzumuzu teşkil eden bu babdaki hadis-i
şeriflere göre Muhammed (s.a.)'in ümmeti yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Yani bu
ümmet arasında meydana gelen itikadi fırkaların sayısı- mutlak yetmişüçe ulaşacaktır.
Yetmişüçten aşağıda kalmayacaktır. Bu fırkaların zamanla yetmişüçü geçmesi bu
gerçeğe aykırı değildir. Çünkü hadis-i şerifte bildirilen bu fırkaların sayısının yetmi-



şüçü geçmemesi değil, yetmişüçe ulaşmasıdır.

Bilindiği gibi ümmet-i Muhammed, ümmet-i davet, ümmet-i icabet olmak üzere iki
kısımdır. Ümmct-i davet, Hz. Muhammed'in kendilerine İslamı tebliğ ile gönderildiği
insanların tümüdür. Ümmet-i icabet ise bu daveti kabul edenlerdir. Hanefi
ulemasından Aliyyü'l-Kari hadis-i şerifte kasdedilen ümmetin "Ümmet-i icabet"
olduğunu söylemiştir. Ulemadan bazılarına göre ümmet-i Muhammed arasında
görülen itikadi bölünmeler sonucu ortaya çıkan itikadi fırkaların sayısı ehl-i sünnetle
birlikte yetmişüçe ulaşmıştır. Ehl-i sünnetin dışındaki sapık fırkaları anahatlarıyla ve
kısaca vermeye çalışacağız:
Sözü geçen sapık fırkaların aslı yedi fırkadır:

I. Mu'tezile, II. Şia, III. Hariciler, IV. Mürcie, V. Neccariyye, VI. Cebriyye, VII.
Müşebbihe

I) Mutezile kendi arasında ve aşağıda görüldüğü şekilde yirmi fırkaya ayrılmıştır:

1. Vâsiliyye, 2. Hüzeyliyye, 3. Nazzâmiyye, 4. Hâıtiyye, 5. Büşriyye, 6. Ma'meriyye,

7. Müzdariyye,

8. Semamiyye, 9. Hişamiyye 10. Câhzıyye, 11. Hayatıyye, 12. Ka'biyye, 13.
Cübâiyye, 14. Behşemiyye,

15. Amriyye, 16. Esvariyye, 17. Eskafiyye, 18. Caferiyye, 19. Salihiyye, 20. Hudbiyye

II- Şîa: Şianm aslı üç fırkadır:

a) Gulat-ı şia, b) Zeydiyye, c) İmamiyye

Bunlardan Gulat-ı Şia kendi arasında şu şekilde onsekiz fırkaya ayrılmıştır:

1. Sebeiyye, 2. Kâmiliyye, 3. Ulyâiyye, 4. Muğayriyye, 5. Mansuriyye, 6. Hattabiyye,

7. Hişamiyye,

8. Nu'maniyye, 9. Yunusiyye, 10. Nusayriyye, 11. Cenahiyye, 12. Gurabiyye, 13.
Rezzamiyye 14. Zerariyye

15. Müfavvize, 16. Bedaiyye, 17. Benaniyye, 18. İsmailiyye

Ayrıca Zeydiyye de kendi arasında üç fırkaya ayrılmıştır: 1- Carûdiyye, 2-
Süleymaniyye, 3- Salihiyye

Gulat-ı Şia'ya ait bütün bu fırkaların toplam sayısı İmamiyye ile birlikte yirmi ikiye

im

ulaşmaktadır.
III - Hariciler
Bu fırkanın;

1. Muhakkime-i ûlâ, 2. Ezarıka, 3. Acaride 4. Yezidiyye, 5. Sufriyye gibi kollan
£181

vardır.

Hariciler de kendi aralarında çok fırkalara ayrılmışlardır. Hatta bazı tarihçiler onlardan

£191

yirmi kadar fırka saymışlardır.

IV- Murcie: Bu mezhebin salikleri de Hariciyyenin tam zıddı bir iti-kad taşırlar,
"insan hakkıyla inandıktan sonra ona ma'siyet (büyük ve küçük günah) zarar vermez"

[201

der ve amellere, hareketlere hiç önem vermezler.

V- Cebriyye: Bu mezhebin taraftarları kullardan fiilleri selbedip bütün fiilleri Allah'a



isnad ederler.

VI- Neccariyye: Bunlar Hasan İbn Muhammed İbn en-Neccar'm tabileridirler.



VII- Müşebbihe; Bunlar cenab-ı hakkı mahrukata benzetirler.

Buraya kadar zikrettiğimiz batıl mezheplerin toplam sayısı tam yetmiş iki eder.
Bunların düşünceleri hakkında geniş malumat Şehristani'nin "el-Milel ve'n-Nihal"

[221

isimli eserinde mevcuttur.

İşte mevzumuzu teşkil eden hadis-i şeriflerde çıkacaklarından bahsedilen batıl
mezheplerin günümüze kadar zuhur etmiş olanlarının isimleri bunlardır. Bunlara
ilaveten ve bunlardan tamamen farklı olan bir de ehl-i sünnet ve' 1 -cemaat ismiyle
bilinen bir fırka daha vardır ki, hadis-i şerifte efendimizin "fırka-i naciye" ismini

[23]

verdiği ve kendilerini "Benim ve ashabımın yolunu takib edenler" diye
nitelendirdiği bu fırka ile üm-met-i Muhammed'in ayrıldığı fırka sayısı yetmişüçe
ulaşmıştır.

Binaenaleyh, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifler, Hz. Peygamberin istikbale ait

hadiselerden haber vererek ortaya koyduğu mucizelerden birini teşkil etmektedir.

Şimdi de yine kısaca İslamin gerçek mümessillerinin ve çoğunluğunun mensub olduğu

ehl-i sünnet hakkında kısaca bilgi vermekte fayda ümid ediyoruz:

"Ehl-i sünnet (Mütekaddimîn-öncekiier) ve (Müteahhirîn-sonrakiler) diye iki kısma

ayrılır.

I- Mütekaddimûn -ki bunlara selef de denir- takriben hicri 300 yılma kadar yaşayan,
sırayla,: Ashab, tabiin, etbaııttabiin ile onların izinden giden bilginler, fakih ve
miictehidler, muhaddisler çoğunluğudur.

Bunlar, Allah'ı kemal sıfatlarıyla muttasif, noksan sıfatlardan münezzeh bilmişler,
kitap ve sünnette varid olan müteşabih nakilleri tevil etmeden gerçek manalarını
Allah'a ısmarlayarak kabul etmişlerdir.

[241

II- Müteahhirûne gelince;, bunlar da iki kısma ayrılmıştır: Matüridi-ler, Eş'ariler.
Matüridiler:

Fıkıh ve fiiruat bakımından Tmam-ı A'zam'a tabi, i'tikadi konularda ise, onun görüş ve
delillerini, kendi zamanındaki icaba göre düzenleyip genişleterek, i'tikadi mezheb
meydana getirmiş bulunan Türkistanlı Ebu Mansur-i Matüridî'ye tabi olanlardır ki,
başlıca salikleri Hanefî mezhebinin salikîeridir. Bu zat (H.333)te vefat etmiştir.

[251

Matüridi onun doğduğu köyün adı olup Semerkand'a bağlıdır.
Eş'ariler:

İmam Şafii mezhebinde yetişerek, onun fıkıh esaslarından mülhem bir itikadı mezhep
meydana getiren ve (H. 330 veya 320)de vefat eden EbVl-Hasen'il-Eş'arî'ye mensup
olanlardır. Bu zat da, ashabdan meşhur Ebu Mus'se'I-Eşari'nin soyundandır.
Matüridî mezhebi, daha ziyade Türkistan taraflarında ve hanefiler arasında yayılmış
olduğu halde, Eş'ari mezhebi, Mısır, Afrika ve Endülüs taraflarında yayılmıştır.
Salikleri arasında Şafiilerden başka bir kısım Maliki ve Hanbeliler de vardır. Sayıca
Eş'ariler, Matüridilerden çoktur. Tağ-lib yoluyla her ikisine "Eşâire" dendiği de olur.
İki mezheb arasında tabii olarak bazı görüş ve anlayış farkları vardır. Fakat ana
meselelerde ittifak halinde olduklarından birbirlerini ehl-i sünnet haricinde telakki
etmezler. Öncekilerle sonrakiler de böyledir.



Biz bu mezhepler arasındaki talî farkları kelam tarihi derslerine bırakarak, bilhassa
fıkıh usulü bakımından, bid'at mezheplere karşı bulunan esaslarını (ki bu meselelerde
üçü de ittifak halindedir) görelim:
Ehl-i Sünnet Prensipleri:

1- Bütün kainat ve olaylar hadis (sonradan olma) dir.

2- Onların yaratıcısı tek yaratıcı olan Allah'tır.

3- Allah birdir, kadimdir, vacibü'l-vücııttur (varlığı gerekli ve zaruridir), kendinden
başka yaratıcı yoktur, ortağı benzeri ve hiç bir vecihle eşi yoktur. Doğmamış
doğurmanuştır. Zaman, mekan, cisim ve her nevi cis-maniyetten münezzehtir. Kemal
sıfatlarıyla muttasıf, eksik sıfatlardan münezzeh ve beridir. Ondan başka tanrı, ibadete
layık ma'bud ve yaratmada müessir yoktur...

4- Sebepleri ve sebeplerin meydana getirdiği olayları (müsebbebat) tabiata ait
müessirlerle (tesir ve etki yapan) bu tesirlerin meydana getirdiği eserleri yaratan,
bütün kainat ve olaylar arasındaki münasebet ve irtibatı, takdir, tayin ve tesbit eden
ancak Allah'tır.

5- Hiç bir şeye ve -isterse peygamber ve veli olsun- hiç bir kimseye hulul (içine
girme) etmemiştir. Bütün peygamber ve veliler bizim gibi birer beşer ve insandırlar.
Hiç birinde zerrece ulûhiyyet (tanrılık) eseri yoktur.

6- Her kim ve her ne olursa olsun birine ulûhiyyet hükmü yüklemek şirk ve küfürdür.
Kimin kabri olursa olsun ondan, hastalar için şifa, fakirler için servet, kısırlar için
çocuk gibi şeyler istemek haram, hatta tehlikelidir. (Çünkü bunları vermek yaratığın
değil, yaratanın işidir).

7- İnsanları yaratan Allah olduğu gibi, onların işlerini de (irade-i cü-ziyyelerine ve
kesblerine uygun olarak) yaratan Allah'tır. Onun kudret ve iradesi herşeyi kaplar.

8- Amel imandan cüz (rükün veya kısım) değildir. Buna göre müslü-man helal ve caiz
i'tikad etmemek ve böyle dememek üzre büyük bir günah işlemekle İslamdan çıkıp
küfre girmez. O yine mü'mindir, fakat artık salih mü'min değil, fasik mü'mindir.

9- Bir başkan tayin ve tesbiti (ki bu başkana imam denir) müslüman-lar üzerine
farzdır. Tayin ve tesbitin yolu istişare (şûra), seçme ve bey'at-tır, Nass (daha önceki
imamın açık veya kapalı sözü) değildir. İmamın ma' sum (günah işlemekten beri
olması) şart değildir. Rasûlullah (s.a.)den sonra, layık imam (devlet başkanı) ve en
üstün insan Hz. Ebu Bekir, sonra Ömer, sonra Osman sonra Ali (r.anhuma) dir.

10- İslam'ı kabul etmiş, ibadetinde kıbleye yönelen (ehl-i kıble) kimseler, ancak
şunlardan birini yapmakla tekfir olunur (dinden çıktıklarına hükmolunur)lar:

a) Allahu zülcelâli inkâr

b) O'na ortak ve eş tanımak

c) Peygamberliği ve peygamberi inkâr

d) Tevatür yoluyla sabit olmuş,. herkes tarafından bilinen (veya bilinmesi gereken) -
zarurat-ı diniyye-den birini inkâr.

e) Haramlığı veya helalliği kat'i nasla sabit ve üzerinde icma vaki olmuş helala haram
veya harama helal demek ve böyle inanmak.

İşte bir müslüman bunlardan birini yapmakla tekfir olunursa da bunlar haricinde bir
hareket onu dinden çıkarmaz. Fakat yerine göre bid'at ve dalâlet ehlinden kılar.

11- İyiler, Allah'ın va'dettiği mükâfatlara nail olacakları gibi, kötülük edenler de, ilahî
cezaya çarpılacaklardır. Ancak, Allah dilediği mü'min kulunun günahlarını affedebilir.
İşte nurlu çehresini bu çizgilerin meydana getirdiği ehl-i sünnet, Allah'ın
kendilerinden razı olduğunu bildirdiği bahtiyar zümredir, her Fatiha okunduğunda



Cenab-i Bariden, iletmesi niyaz edilen yol (sırat-i müstakim) bunların yoludur. İslam
kardeşliği ve îslamda birlik ancak bu esas ve prensiplerde birlik ve ittifakla meydana
1261

gelebilir.

Her fırkanın kendisinin ehl-i sünnet ve' 1 -cemaat kendi dışındakilerin de ehi-i dalâlet
olduğunu idda etmesi önemli değildir. Önemli olan bu iddianın gerçeğe uyup
uymamasıdır.

Bu iddialar ayrı ayrı değerlendirildiği zaman gerçekten "ehl-i sünnet vel-cemaat"
ismini almaya layık olan fırkanın, selefle birlikte asılda birleşen Maturidiyye ile

[271

Eş*ariyye fırkası olduğu görülür. Hz. Ali (r.a.)'nin şöyle dediği rivayet
olunmuştur:

"Bir kimse (Hz. Peygamberin) sünneti ile onun sahabileri ve tabiinden meydana gelen
cemaati severse, Allah da onu sever, duasını kabul eder, ihtiyaçlarım karşılar,
günahlarını bağışlar, kendisine cehennemden ve münafıklıktan (kurtulduğuna dair)
[281

beraet yazılır."

Abdullah İbn Ömer'den rivayet edilen bir haberde açıklandığı üzere Peygamber (s.a.):
'Kim ehl-i sünnet ve' 1 -cemaat (yolu) üzerinde olursa, Allah onun her adımına on sevap
verir, derecesini de on kat arttırır."

1291

buyurmuştur. Bu konuyu (4607) numaralı hadisin sonunda tekrar ele alacağız
[301

inşaallah.

2. Sapık Kimselerden Uzak Kalmak [(Sapık Kimselerle) Tartışmak Ve Kur' an' da
Bulunan Müteşabih Ayetlere Sarılmak Yasaklanmıştır.]